![]() |
Boşaldı Güğüm…
sevginle yeniden, elinden açıldı kapılar Güneşin sıcacık bedenimde hızır arzular… Sabır ayları geçti sıkıntı dolu gözyaşları, Cennetine aldın ya tükendi boş kaygılar! Hoş oldum alırken baharından esintiler, Çiçeklerden de güzel senli kor sergiler… Yat limanında gölgen vuslat beklentiler, Deniz dalgalarına karışırım toprağında! Düş olmaktan çık artık, al koynuna! Hasret bırakma seherinde kokuna… Zaman bizimle kalsın doya, doya Sen ve kabir şahit olsun muştumuza! Uçuşur kelebekler, arılar, serçeler… Ağustos böceğinden çılgınca besteler, Kıvrılır çöl sıcaklığında yılansı izler, Çatlayan dudaklarıma yetişir pınarın! Ateş dansın Kızılderili gecesinde tütsün, Kumsalında izlerim yakamozda gülüşün, Yunusun yüzüşünde tutarım günlüğün, Alarga öldü embeller tarih, boşaldı güğüm… Amazon aştı lavdı taştı şenlendi günüm! Safet Kuramaz |
Böyle…
Pekmez ile yoğurdu karıştır, karıştır yediğimde! Soğuğu hissetmez gibi sıcaklık verir bedenimde... Yürürken Roma kalıntıları içinde süzüldüğünde, Benzer tebessümün siyah inciye, Ürgüp üzümüne… Orucun açlığı uzaklığını anlatır acılı döşümde, Sıcaklığın yakar tıpkı bedenimi aczimle böyle... Yedikçe içimde-kanımda sıcaklık, Seyrettikçe resmini gerçeğin sarar anlık, Bedenimde güç… Artar şahinlik! Sonra naralarım düşten çıkar yansır sözlerime… Vuslatını yaşarsam, Haberini duyarsam, Girer ruhuma ancak serinlik! Uzaklığın zor işte böyle… Ölümü düşünmek lazım hayata küsmeden, Gelecekte kavuşma umudum tutunur düşümden… Ağıtlarla dolu çok *******e yanıp dururken, Sızıntı kavuşma ışığın gözlerimde süzülürken, Dayanır ruhum boş tesellilerle böyle… Özlemine katlanır varlığım böyle bir tek, Katlanır böyle düşündüğümde yürek, Aynanın karşısına gelip de süslenerek, Buluşma provası yaparım gerçek gibi diklenerek! Teselli bulurum bir süre daha böyle... Düşkün müyüm sana, evet! Üzgün müyüm sorsan, evet! Suskun muyum heyhat! Şu ekim günleri… Kahrolası var ya, Birde Tuvale sığmış sen, ben ve sanat… Zor geçiyor, geliyor böyle… Sensiz hayat! Safet Kuramaz |
Büyü...
Ağaçlara çaput bağlamalar, İplere ilmik üstüne ilmik geçirmeler, Muskalar, Okunmuş şekerler, Türbelerde ölmüşten medet umarlar! Her namazda “yalnızca sana inanır yalnızca senden medet umarız” derken, Belki de anlamını bilmeden... Çocuk olsun, Evladımız iş bulsun, Evlensin yuva kursun, Diyerek nicelerini... Büyücü sömürgecisinden, Ölmüşten, insandan, paradan, rüşvetten... Umarız! Her sokakta cinci, büyücü! Adeta şeytana, üstelik parada vererek el açar her cahili... Kitabı okumak yerine buluruz ilim bilmeyeni, Sömürülür, üzülür... üstelik vesveseyle yaşamak cabası! Elbet para kazanacağız, Rızk yatarak gelmez arayacağız... Eğer evlenmişsek, eşimiz çocuklarımız varsa Birazda onlara vakit ayıracağız! İnandığımızı öğreneceğiz Öğrendikçe paylaşıp dokunacağız Sadece Allah’a kul olacağız, değil başkasına! Firavun büyücülerinin yılanlarını, Unutma İbrahim’in asasının yediğini! Eğer biz İbrahim’leri yetiştirirsek, Hangi büyü işgal eder içimizi! Nil’in suları sarar ecelle, söner şer ateşi! Allah’ın Rahmeti, nimeti, ihsanı sarar inananı... Safet Kuramaz |
Cleopatra...
Ey Cleopatra başımı döndürüyorsun, Ben Yusuf’um rabbimden korkarım! Nefsim perişan oruçla sönüyorsun, Aşkını inkâr edemem zor yollarım… Sezar seni tanıdı Nil kıyılarında, Yasak aşk meyvesini tattı piramit altında, Sakın esme ışınlanıp rüzgârınla aşkınla… Âdem gibi sürgün yaşarım yalnızlık prangalarında! İhtiras ölür düş ölür ben ölürüm, Ey şeytan indir perdeni şer döngüm! Bulandırsan da suyum nerde durur bilir ruhum, Gerçek aşkımı tanır yine Kâbe’me dönerim! Safet Kuramaz |
Cüzzamlı Değilim…
Cüzzamdan yansıyan içinde şer’i sarar kabuk Deniz kenarında yanar ten cehennem kavruk Yarı açık yarım yaşar yarım söyler abuk sabuk Yaşamak garanti yaz hayali düşer lüks peşine Uyku girmez gözlere karanlık yalnızlıklarda! Cüzzamlı değil böyle düşüncelerim, bulaşıcı Sizden sevgiden başka bir beklentim yok Ne bir bedel nede menfaat umar paylaşımı Taze bahar doğumunda cennet gibi bolluk Üzüm taneleri pekmez tadında yaşar fikirlerimde! Rehberim kâinat efendisi Âdemden beri süren silsilesi Severim her asırda ehli beyti Bir ayağım Mekke’de diğeri Medine’de Formula hızında çölleri aşar iman peykinde! Cüzzamlı gibi sizin sonunuzu değiştiremem Bitecek gurbetimde bir gün fani ömür seferim Kabrimde çürürüm sağımda solumda kefenim İki melek girer koluma düşer sorgu derdine Dünya küçücük kalır ay ufalanır güneşten karanlıklarda! Safet Kuramaz |
Çalışma Dünyası...
Öğrencilik gibi olmuyor iş hayatı, Dört duvar arasında yaşanır kor sanatı.. Bel ağrısı, Sigara içenlerin verdiği öksürük sancısı, yaz günlerine-tatile özlem bırakıyor karpuz tadında... Her odada dedikodu, bitmeyen rekabet! Gizlilik esas, maske ve oyuncular çok elbet... Akşama kadar torpil peşinde, üretmekse-beceriyse aranmaz hep hile, Makama özlem hep konuşulur dillerde! Para hırsı iyice girmiş muhasebeden önce is alfabesine, Doğal duygular ormana sinmiş, kaldıysa kişilik der sabret! Yalancı tanrılar türemiş, Ne yağlar ne ballar akar karışır amazona... El pençe divan oldun mu birine, Birde kaldıysan ekipte, İşler rolantide, Yurt dışı gezileri cepte... Bir elin yağda bir elin balda misali Yalancı cenneti yaşarlar, Üç günlük negatif yönde! Okuyan olmak aranmıyor, Akıllı insana bakılmıyor, Çalışkan olmaksa dışlanıyor... Ne mutlu Türküm diyene, çöpte gizliden gizliye, Neredesin yahu gelenek denilen değerlerde! Biz küme düştük galiba, yarımız AB'de yarımız bel altında... Bu aşk evliliği çok üzecek gibi bizi gelecekte! Safet Kuramaz |
Çanakkale Şehitleri...
Çanakkale’de Gelibolu yarımadasından Ege Denizine bakarken Mehmetçiklerin Allah... Allah... Nidaları çınlıyordu kulaklarımda Mehmet Akif’in şiir dizeleri inliyordu iman dolu dudaklarında... Yurduma nasıl küfür girebilirdi her yerde sömürü yaşatırken Her adımda kan her adımda kabir ve şehitler yatarken Yürümeye korkuyordum saygımdan Kokluyordum toprağı belki yansır diye imanından! Şanlı Osmanlı beş parasız kalmışken Asırların otoritesini kaybetmişken Ölmekten korkmayan zengin şuurundan neler öğrendim Fakir Anadolu kınalı kuzularından! Çanakkale değil imanımız geçilmez İslam sancağı sömürüye çiğnetilmez Ölürdüm yine ölürdüm Allah aşkından Kainat efendisinin askeri asla yenilmez Esen rüzgar sanki şehidin okşayışı Dalgalanırken deniz yükseldi narası Ormanın kokusu anne şefkatiyle sarsıldı Gözümden akan yaşlar amazonlar taşırdı Uyan der gibiydi para için satma vatanı Sizinle savaşırız görmese de bizi gözleriniz! Elimiz kolumuz bağlandı Filistin’de, Lübnan’da İsrail Irakta hak dağıtmak için gelmiş Asker sanki kasap katil Sancağı tutacak güç yok baksana şehitler ayaklanmış! Medine’den gelen nur alemi Hak’ın adaletliyle aydınlatmış Korku sinmiş küfre Ebu Cehiller Bedirlerde paylanmış Dudaktan kalbe inen iman yaşanırken! Allah dilerse Ne yapabilir küfür dirense Bu sınav cennet kokusu derdinde Şehitlerin şuuruna sarılsın kefenlerimiz... Safet Kuramaz |
Çarşambalar Yıkıldım…
Çarşambalar yıkıldım, Hastalandım… Annemin ölüm haberini aldım, İlk acil servisi o gün yaşadım! Çarşambalar deprem, Aynı filmi her hafta seyrederim! Elimde değil tedirginliğim, Geçti ömrüm dallara bağlanmış, Dilek mendillerim… Hayallerim rüyalarımda yaşamış! Ne zaman geçti bu ömür? Yaşadıklarım neredeler, çarşambalar mı tek bildiğim… Islak mendil ağırlığınca yaş, Düştü serildi çürüdü toprağım! Dövünen şaşkın ben miyim ağır trenleri seyreden, Çarpılmış gibi kıvılcımlar yıldırım sarmış… Yaşama telaşı, Kaybettiklerimin keşkeleri, Yalnızlık şarkısı, An ayarım sarsılmış! Çarşambalar yıkıldım, Hastalandım… Annemin ölüm haberini aldım, İlk acil servisi o gün yaşadım! Safet Kuramaz |
Çelişsede...
Ruh ve beden ilişkisinde, Ticari çıkarlar yerine, Karşılık beklemeden vermeyi istesek ne kaybederiz? İnsan hedefini iyi seçerse, İyi niyetle ve sabırla beklerse, Oynarsa hayat maçını seyircisiz, Sahadan çıkınca kavuşur beklentilerine... Hep şikâyet dillerde bu yüzden dertlerimizden! Gecekondu gibi bir gecede yaptığımız hesaplardan! Gelsinde şu an gelsin kuralsızlığıyla, Yaşarız yarını düşünmeden... hani hasta olduk mu,? Azıcık üzülüp solduk mu,? Dört duvarlar hapishaneye benzer hepten... Medet ararız biraz sonra ki anlardan, Karanlık gibi gözüken kapının arkasından, Küçücük bir ışık süzüldü mü? Müjdeli bir haber almış gibi neşeyle gevşeriz birden! Dün hastanedeydim, Ne çok hasta vardı, bozuldu fena moralim, Şükrettim halime! Ya çaresiz kalsaydım sinseydi acı içime? Sinseydim yatağımın bir köşesine, Ya canım çekmeseydi bir şey, kahrolurdum! Dökülüyordu neyse ki harfler kalemimden, Duygularımın güneşli gök mavisi sahanından, Sevişiyordum binlerce gönül dostuyla hemen... Miğfer giymiş, virüsün delemeyeceği aşk serumuyla Adrenalin tüketiyordum yaşadıklarımdan! Hangi elmas ya da altın bu hazzı verebilir ki, Ya da köşkler, zengin araziler, hizmette kusursuz hizmetçiler... Doğum kadar ölmeye sevinmeli, Eğer insan ölemiyorsa, söndüremez yangınını tulumbacılar! Çelişsede hoş yaşam acının rehberi, Yendikçe, çektikçe, sızar ruha olgun meyveleri! İnsan boşuna aramasın bu dünyada cenneti... Aslında, cehennemden kurtulmak yaşatır heyecanları! Acının içinde doğar çocuk, Doğar bahar! Gök gürler, şimşek çakar... Korku saldıktan sonra rahmet yağar! Sevinmek paylaşmaktır, Sevilmek aklanmaktır, Çelişsede acı veren virüsün insanla bağlantısı Bedenin ruha son mesajıdır! Safet Kuramaz |
Çile…
Eğer gönüller hamsa, Eğer olgunluk ağacına çıkmazsa, Eğer ilim yaşama taşınmazsa, Sözler faydasız, orta yol düşmanıdır... Yiğitlik ölmek değildir, Yaşarken örnek olmaktır... İnanmak yolu elbette dikenli, Bu yolda çileler var bilmeli değerini! Toprağa alışmış ayak yer kafayı uçakta, Bunun içinde bir süre dolaşır boşlukta! Nedenler ve niçinler cevaplanmazsa, Ruhen delirir, dervişin imanından kime var fayda... Her yiğidin fıtratı mayası başka, Ölçü olmaz yaşamak başkasını kıyasta, Kimi zaman Veysel Karani gibi çobanlıkta, Kimi zaman Abdulkadir Geylani gibi ilim yolunda, Düşülür sabır ocağına erenler sofrasında… Mevleviler döner, döner aşkla dünya koynunda, Işığı yayılır güneşiyle ısıtır doya, doya! Ne düşman arar, Ne ispat yapar, Nede zindanda aklanır! Allah dostlarıdır bunlar... Aklımız ermez hangi âlemde yaşarlar! Safet Kuramaz |
Çocuğum...
Çocuğum duygusal fırtınaya kapılmış yüreğin, Gitme diyen saman alevi gözyaşlarına kıyamam! Uyuyup koltuğa nasılda yığıldın yoksa uğurlardın, Öptüm yanaklarından yanında ruhumu bıraktım... Sanki son uğurlanış gibi kalıcı gurbette, Eşim sarıldı öyle içtence hüzünle duayla, Günlerce ağrıyan yüzümde ne acı düşünce Gündüz yağan kar gibi eridi tenimde soğukluğu! Elbette oyuncak alırım çocuğum şımarsan bile, Ulaşıncaya kadar ararım dokunurum maketine, Annene satın alırım düşlerinden bir hediye, İstanbul bedenimde gezer ruhumda düşleriniz! Her telefonda ne zaman geleceksin diyen sesin, Ne olur bu gece binde gel diyen hıçkırık ve emirlerin, Hiroşima’da atom bombasında öldürdü bin kez ateşin, Yüreğimi pamuğa düşen diken gibi parçalanarak deştin! Safet Kuramaz |
Çocukluğum...
Bağ bozumunda doğmuşum ekimde, Ne sıcak nede soğukmuş saat on gibilerde, Yayla havasının gelişiyle ilk nefesimde Ağlayan yakarışım in evini kaplamış! Büyümüşüm bir köşede bağlanmış, Tandır dumanı ciğerimi kaplarmış, Rahmetli annem işinde-aşında, Esaretime bakar hüzünle ağlarmış… Yetim kalmış annemin eşinin kardeşleri, Kaynana koca derdinde, onlara da bakarmış! Yirmi dört saat çalışırmış işinde, Kul gibi eşine! Daha kendisi çocuk, başka ne yapsın ki… Nerdeyse babasız büyüdüm çocukluğumda, Sevgisinden mahrum, annem uzaktı kocasına… Gurbeti arşınlardı aylarca bizsiz karın tokluğuna, Bu yüzden ana kuzusuydum, babasından korkan! Oyuncağım toprak, arabam at, eşek, koyun Güneşe veda ederdim her gün tozlu sokaklarda! Mayıs ayının bir günü kamyon geldi köy evimize, Eşyalar yüklendi veda ettim ağlayarak kedime, Ankara’ya gideceğiz diyordu annem heyecanla Özlem bitecekti ya… Bir arada yaşayacaktık! Bundan bir sene önce dayımın çocukları, Göç etmişlerdi Eskişehir’e, neydi o coşkuları… Veda ediyordum köyüme, sahip olduğum her şeye, Anamın yine geliriz dediğiydi o an tek teselli… Gözlerim yaşlıydı! Yetmişli yılların Ankara’sı köyden farksızdı, Yedi yaşın verdiği olgunluk bunu anlayamazdı… Evimiz gecekondu ve büyükçe bahçesi vardı, Ağaca çıkardım, ayağım yine toprağa değerdi, Çivilerle, misketlerle toprakta oyun oynardım! İlkokul üçtü Ankara’da okula başlayışım ama ne başlayış… Köyden geldim ya… Her çocukta küçümseme, itiş kakış! Babam başarı bekler, öğretmende bitmeyen matematik, yarış Köyümü özlerdim, gizli, gizli ağlardım *******i… Saf çocuksu ruhumda kimseden bulamazdım anlayış! Cici annem vardır bir tane, Bazen çok uzun tatile gittiğimizde Babam eve bile getirirmiş… Sakız olurdu komşuların dilinde! Annem azcık söylense, Dayak çareydi babamın ellerinde… Ana, baba ölmüş… Kardeşler keyfinde Kader der zavallı çekermiş sinesine! Bir mart günüydü hiç unutmam: Hava kapalı yerlerde çamur, Havada kömür dumanı, Elimde kırık yazılı kâğıdı, Biliyorum eve gittiğimde kesin dayak vardı! Kara bir gündü, nasıl verecektim sınavın hesabını? Söylendim durdum “Babam neden imzalamalıydı ki…” Eve girdiğimde çalıyordu ölüm marşı! Neyse ki, amcam ve eniştem evimizde misafirdi, Mucize gibiydi adeta dayaktan kurtulmam! Herhalde saf yüreğime Mevla’nın lütfüydü, yardımıydı! Okulun sonlarıydı, Hala anlamış değilim o müthiş değişikliği, Öğretmen her derste matematik yarışması düzenlerdi… Kim birinci çözerse pekiyi verirdi, Artık ben çözmeye başlamıştım birinci olarak soruları! Yalnızca pekiyi yerine alıyordum iyi… Bir gün babamla öğretmen konuşmuşlar, Matematik hatırına iyi ile geçirecekmiş! Okumalıymışım Türkçem için hikâye, roman, dergi… Okul hayatım üçten sonra böylece başladı! Bir sene sonra apartmana taşındık! Babamın iş ortağının hanımıyla tanıştık… Çocukları çok kendini beğenmişti, yılışık. Leman teyze derdim, Hem de çok severdim, Anneme çeki düzen, öğüt verdi azıcık, Gerçek aile olduk! Ankaralı olduk… Nesi varsa tanıdık! Ankara’yı o gün yaşamaya başladık… Safet Kuramaz |
Çok Özledim…
Özledim Mekke’yi, Medine’yi, Kâbe’yi, Müezzin Müeffilini… Ayaklarım tavafta, İçiyorum zemzem konmuş kenarda, Dönüyor başım sarhoşum kâinatta, Can resul(SAV) ’den dinliyorum kulağım hadislerde! Hudeybiye’de kurumuş kuyudan, Uzanıyor başım içiyorum sahabeyle suyundan. Çöllerde yüzlerce deve cehennem ciğerim, Kanıyorum Berrak mı ak sütünden. Kanıyorum cennet tütsüsü çöle uzanmış birkaç yeşilliğe, Ne işim var Ankara’da ya… Özledim Mahşeri kalabalık dönerim, Dönerim binlerce güneş sistemi görürüm, Kul olduğumu anlarım, aşkıma dualarımla söylerim… Söylerim gözlerim dolar secdeye sığmaz alnım nefesim taşar, Hıçkırıklarım gerçek aşkıma muson yağmurlarında özlem! Çıkmak istiyor ruhum, Toprak kapıdır düğündür ölüm! Kimler yok ki sağımda solumda hoş geldin demeyen Hep okuyup hayal ettiğim sahabe özlem! Mermerine dokunuyor ayaklarım istikbalim Kâbe’de, Düşünüyorum kapandı gözlerim… Savuruyor rüzgâr, Yağıyor rahmet tenime… Hayal gerçeğine karışıyor, Yaşamak bu ya… Ne işim var hala Ankara’da! Özlem kefeniyle sarıyor! Safet Kuramaz |
Dalgalar…
Gecenin en serin vakti, Büyük dalgalar vuruyordu iskele direklerini. Uykusu kaçmış üç beş kişi, Büyülenmiş bakıyorlardı denizin çıldırmasına. İskele demirleri deprem yaşarcasına, Sallanıyordu acıdan feryat eden hasta gibi… Gün boyu denize girmiş kalabalık, Ölüm sessizliğinde gizli duygularının esiriydi, Sesleniyordu isyankârlara her geçen an azarak… Somon gibi sürdürmek için neslini, Ölümüne akıntıya zıt yüzüyordu belki bir ayının ağzına azık Fıtratına kul kaderinin seyircisiydi… Dalgalar! Gündüze güneşe ihanetti gizliden gizliye Her karanlık resimlendi ışık hapsinde… Yıldızlar göz kırpıyor gezinen birkaç insana kumsalda, Ayak izlerinin yorgunluğu yine uyutmuyor kumları, Küçük dağcıklar kumlarda içinde balçıklar belki bir dedenin duası İniltiyle örtüyordu çıplaklığı bir nebze. İçen insanlar ve kahkahaları, Cennet müjdesi almışçasına dalmışlar eğlenceye, Alaettin Keykubat’ın ihtişamında Antalya… Tülsüz perdesiz ecnebi turist istilasında, Grip olmuş doğası hıçkırıyor… Safet Kuramaz |
Değersin…
Özlem inan karşılıklı... Bedenimden yüreğine inen aşk kıvılcımları sarhoş etmeye yetiyor! Sırlanmış onca zaman tozlu aynalar, Görmekten bıkılmamış asırlarca aynılar, Yazmaya kalem dayanmaz hasret satırlar: Dillendi, Bağırdı, Geleceğe meydan okudu… Efelendim ya! Garson, “Çalın çökertme’yi…” Döneyim neşeyle, sevgilim telefon etti... Canım kendini kollarıma bırakır gibi hisset, Düşünme çok şey, acımı, yangınımı hisset, Gelecekte keşke demektense Kendini bedenimde seyret! Düş yoluma, Düş sokağıma, Düş sonsuzuma, Korkma düşersen bir yerin incinmez, Tutarım ince belinden, gözlerin görmezse görmez! Seherinde güneşimle, Düşerim teninde gölgelerimle O gün için sabret, ruhun benimle ya fark etmez! Beklemeye değer değil mi? Safet Kuramaz |
Değişim...
Bedenimi saran Yusuf’un Mısır’ında kıtlık, Ruhumda Yakup’u görmez eden yalnızlık, Bedenim ve ruhum arasında haset perdesi, Boğuldu Nil sularında! Soğudu şer ateş azıcık… Cennet aslında yaşanan, Temenni çölleri yemyeşil orman, Nehri akar berrak pınar, Hayalden düşten doğan… Benlikte bulanır sular... Tembelleşir sözde umutlar, Beden ruhtan soğutulur, kervan nedir bilmez yurtlar! İyilik benzer ormana, Azgınlık çöllere... Bereket yok yanan toprakta! Ozon tabakası delinmiş, Mevsimler hızla değişmiş... Para yetmez onarmaya, Yeni fikirler doğurmaya... Çıplak gezer beden ahından, Ruh başlar acı, acı gülmeye! Ölüm sos’u veren âlemden, İmdat... Safet Kuramaz |
Denali Parkı…
Denaali dağından Alaska’ya uzandı geçmişim, Ulusal parkında doğası oldu bir an geleceğim, İnsan katlinden yine insan koruyor hayvanları Meraklı otobüs dolusu hayran, drama izlediğim… Afrika’da deri kemikten aç halklar, İsrail avcısına Filistin’de hedef insanlar, Amerikan askerince ölen Irak’ta masumlar, Denali gibi ulusal parklarda korunacak gibi bir gün! Safet Kuramaz |
Deneme-I-Ah İstanbul....
Sultan Ahmet’ten Beyazıt’a doğru neredeyse taş bina yerine Osmanlı kokuyordu. 1453’ten beri yürüyen insanların sesini dinledim yürürken. Kimbilir mesala yüz sene evvel kim vardı bulunduğum yerde ve ne konuşuyorlardı? Acaba benim geçeceğim bu yüzyılı hayal edebiliyor muydular...o kadar süratli gelişen teknolojiyle değişen yaşam şeklimiz bu düşünceleri üzerimden atıverdi. Gereksizdi. Çünkü çocukluğumda bile radyo bir günah yada öcü gibi tanıtılıyordu. Kaldı ki, o yıllarda nasıl düşünülürdü... Kabataş iskelesinden karadeniz’e doğru nerdeyse üç yüz kişilik vapurda AB ülkesi insanlarla yavaş yavaş açılıyoruz. Geçerken tek tük kopuk kopuk yalılar görüyorum hala ayakta. Korular var, yeşilliğini sergileyen...mecidiye camisinin önünden geçiyoruz. Meşhur *******in camisi...dizilere sığamayan...rehbere soruyorum, mimarının ermeni olduğunu söylüyor. Şaşırıyorum. Osmanlı o hale gelmiş ki, artık Mimar Sinan’lar yetiştiremez olmuş, yıkılma yıllarında. Demek ki, Osmanlının yıkılması son derece doğalmış. Her şeyini yabancılara bırakmış, imanı dışında. Onunla da kurtuluş savaşı, Çanakkale harbini kazanmışlar... Galatasaray adasını görüyorum. Boğazda küçücük bir ada. Uzaktan insanların yüzme havuzundaki kalabalığını görüyorum. Yanında bir de kafeterya var. Herhalde İstanbul gibi bir yerde buraya gelmek ve bulunmak lüks olsa gerek. Hava soğuk...ancak herkes iskelede! Denizin havası yetiyor hastalığa karşı kabadayılığa... vapurda çay servisleri, üşüyen ellerim ısınmaya başlıyor! Pastalarda gelince hem yemek ve içmek tadında hemde ruhen bambaşka hazlar ruhumda yoruluyor. Her geçen turist vapuruna el sallıyorum. El sallıyorum bambaşka İstanbul’a, Türkiye’nin asırlar ötesi yalancı cennetine! Her şeyiyle bizim. İnsanı, binası, asırların yaşandığı kültürüyle! Yaklaşık üç saat denizle sevişiyorum. Yabancıların şaşkın bakışları ve hazları beni başka mutlu ediyor. Kabataş iskelesinden inerken metroya doğru yürüyoruz arkadaşla...İstanbul’a gelinirde alış-veriş yapılmazmı ya? Safet Kuramaz |
Deneme-II: Dostluğa Çağrı…
Hani Mars’ta hayatın olduğunu söylemişlerde uzay aracına binerek toprağına ayak basan bir ilk kişi olarak, senden başka kimsenin olmadığının farkına vardıktan sonrada yakıtım olmadığı için orada mecburen kalan gibiydim. Nasıl yaşayabilirim diye kıvranırken seni görüp tanıdığım sevinçle ve daha önce yaşadığım dünyalık iletişimlere benzemeyen bir paylaşım içinde hızla akan zaman sürecinde; sanki, senin kaybolacağın yada kaybedeceğim korkusu içinde her geçen an sıkı sıkıya sıcaklığına yaklaşan mükemmel bir dostluğu yaşıyordum kendi kendime. Hep bir emanete dayanan, toprakta, bulutlarda, sularda, anlarda… Sürüklendiğinde çok şeyleri kaybettiren bir ilişkiydi sanki. Yakıtımın olmayışını söylediğimde pek inandırıcı gelmemişti ve dünyaya dönmek isteğimin yalnızlığa karıştığının söylemi de… Ne etrafımdaki seslerin ne yeni gördüğüm cennet mekân manzaranın nede huzur veren tılsımla karışık gözlerinin içindeki arayışlarının, tanımak yâda güven arayışının rahatsızlığı yoktu ruhumda. Orada bulunman büyük bir nimetti her şeyden önce. Ya senin içinde böyle miydi? Acaba yalnız yaşamaya yâda kendi kanunların içinde yaşanmışlığın alışkanlığı ile hükmederek yine bensiz yaşamaya ne zorunluluğun olabilirdi ki… Mazimde her kabul ile yaşıyordum bundan sonrada yaşayabilirim mantığı ancak senin Mars’ında bulunabilirdi, değişim neden sana zor geliyordu? Bu acı gerçeği anlamam zordu, her şey yolundayken hele… Sorunları kavrayamıyordum… Maddelerin sürekli sıralanıyordu… Madde 1… Orada niceliklerle uğraşmak bana anlamsız geliyordu. Sevgi her şeyin anahtarı değil miydi? Öğretilerimiz hep onunla başlamıyor muydu? Etrafıma baktığımda her nimet vardı üstelik bedava… Yinede sorundu aramızda yaşanan, yaşlanan her şey! Her konuşmanın sonunda dünyayı bildiğini iddia ediyordun. Marsta her şeyin farklı olduğunu anlatıyordun. Geldiğim dünyaya dönmektense Marsın gizemli ve heyecan veren ikliminde kalmaya razıydım. Geçmişim bir enkaz… Ne ararsan vardı, tsunami, deprem, volkanik patlamalar ve izleri… Unutmak için müthiş bir ortamdı burası. Mücadele etmeye değerdi diyordum içten içe… Uzun zaman sonra beni tanıdın ancak “seni her gördüğümde yaşadığın tanıdık dünyanı görüyorum” diyordun. “Kendi aracımı sana tahsis edeyim ve dön yaşadığın dünyana… Yaşanılan ve paylaşılan her şeyi unut…” diyebiliyordun! Zaten yakıtımın olmayışına inanmamıştın. En baştan ön yargılıydın. O aracı ister içinde ben olayım ister olmayayım her zaman dünyaya gönderebilecek kuvvet kişilikte hissediyordun. Kısacası yanında bir fazlalık, bir gereksizliktim sonraları. Ancak bilmediğin bir şey vardı. İster dünyada yaşa ister Mars’ta içinde ne varsa gizli yâda açıkta her şey seninle taşınmakta… Taşınanlar kendi içinde varlığımı ispat etmeye yeterdi… Yine sensizliğimin Mars’la-dünya arasında kalan mesafeden ibaret olmadığını ve yayılan güneşin ışıklarının aynı enerjiyi eşit olarak dağıtmadığını itiraf etmeliyim. Bu eşitsizliğe suçluluk damgası vurmanın anlamsızlığı, tıpkı güneşin, Mars’ın ve dünyanın bulundukları yerlerinin kendi iradelerinde olmadığı gerçeğinde olduğu gibi, haydi git demenin mantıksızlığını anlamak hiçte mümkün değildi… Ve her yöne dönerken seyret beni, diğer gezegenlerde yaşayan benleri de… Yahut bağır seni kim işitecek diye! Her yere gizlenebilirsin ama kendinden nasıl saklayacaksın benlerini! Anladım ki, insanın dışı her zaman dünya, içi başka bir gezegen. Konuşunca, paylaşınca, tartışınca bir bir dökülüyor içindeki nağmeler, kurallar… İnsanlar büyük bir tiyatro sahnesinde yazdığı senaryolarla yaşamını gizleyerek sürdürüyor. Hangi senaryo güçlü ve çetinse o kural yâda hükümle karşısındaki insanı yaşamaya zorluyor. Sakın ola ki, ilk gördüğünüz insanla paylaşırken konuşmalarına bakarak mükemmel bir kişilikle karşılaştım diye güvenmeyin. Karşınızdaki insanı da böyle bir güvene zorlamayın. Her şeyi zamana bırakın ve özgür olun… Kim bilir bir gün suyun yüzü gibi dibi de duru görünür gözünüze… Bir dostunuz olur o zaman ve yapışın ona. Artık iki kişilik oyuna hazırsınız demektir. Marstan baksan dünya, dünyadan baksan Mars görünür… Safet Kuramaz |
Diliyorum…
Allah için yazılan derin tevazu ve hissediş, İncelikten anlayanlara ders nakış, nakış! Yaşamak anlatmaktır imanı, tebliğdir... Okumak lazım ama okuduğunu yaşamakta gerekir! Hariciler gibi uç olmak kimin yararına? Kur'an söyler orta yolu seçin paylaşımlarda... Hoşgörülü ve Mevlana meclisine açık yüreğimiz aşkla... Ney tadında döne, döne tasavvufla Muhteşem gönül sofralarında birbirimize sarılmaya O kadar ihtiyacımız var ki... Camiden kopmuş, Maddiyatla dolmuş, Sohbetlerde, okuduklarında sürekli eğitim gören Ve yaşama yansımayan paylaşımlar hayli yormuş... Öyle kopuk yaşıyoruz ki! Viraneye dönmüş günümüz orta çağ karanlığı, Cenaze namazının ardından doldursun miladını… Artırsın iyiyi emreden Allah dostlarını, Her duamda diliyorum yaratanımdan… Safet Kuramaz |
Doğal Olalım...
Gülmeli dostuna zirvelere çıkarken, İnmeli yağmura aldırmadan... Akmalı toprakta yeşermek için, Boy göstermeli kimseden sakınmadan! Safet Kuramaz |
Doğal…
Geldi mi derken, beklerken geldi işte zamanı Bahar geçti, hasatı biçmeli, almalı Güneş tepede, terler alında, yemek zamanı... Bir ağacın gölgesinde pilav la ayran ne güzel yeniyor Hoş basit ortam ama doğal... Taş binalar arasında, içimizde kalmış çok şey Ayaklar toprağa yabancı, yürek sevgiye Cümbüş olsa, onca rakslar olsa, çalsa ney... İçimde ki coşku sana koşuyor senin gerçeğine Hoş basit eylem ama doğal... Nerelerdeydiniz? Hangi köşe başında Hangi baharda doğdunuz, hangi yazda büyüdünüz? Heyecanlanan yüreğim bambaşka atmakta... Süslü püslü hangi âlemden buyurdunuz Hoş basit enlem boylam ama doğal... Sonbahar yaprağımsın rüzgârınım Münker Nekir sağında solunda amelin güzergâhınım Cennet cehennem teraziye bakmakta erkenden konan günahınım... Terler ağzıma kadar gelmiş güneş yakınlaşmış Hoş bu hissedilen sorgulamam ama doğal… Safet Kuramaz |
Dosta Mektuplar-I
Geçmişinde yaşadıkların, ölmüş tavuğun başına gelmeyecek kadar kötü ve berbat olabilir. Bu kadar şeyden sonra hayatını bu şekilde durgun ve neşeyle sürdürebilmen senin zengin ruh halinden yansıyan başka bir güzelliktir. Seni bir kere daha sevgiyle andım. Sana dua ettim. Bundan sonra işlerin yoluna girsin, sadece kendi mutluluğunu düşünen, sadece huzuru kendi içinde bulan, artık geçmişin izinden sıyrılıp, sadece güzel şeyleri yaşayan ve mutlulukla yaşlanan bir hayatın olur umarım. Unutma ki her acının içinde doğan yeni bir mutluluk vardır. Dertler olsun ki, yaşama bağlanmak için amaçların olsun. Doğanın içinde bir yerin olsun, ruhunda mevsimler değişsin. Her mevsim güzeldir, yenilenir doğa tıpkı eskiyen bedenimizin ruhuna mesajı gibi. İlk önce sen mutlu ol, çünkü sen mutlu değilsen başkasını muştu edemezsin. Sen yaşamadıysan kütüphaneleri anlatma etrafına. Yoksa iki gün sonra terk edilen olursun, üzülürsün… Senin gülmeni ve huzurlu olmanı en çok isteyen, sana yakınlık derecesinde her zaman yanında olan, içini dökebileceğin, her şeyini güvenip paylaşabileceğin ender dostlarından biri olacağım, en azından bunu geçmişinde hayallerinde kalan kırıntılardan biliyorsun. Sana zarar vermek değil, aksine mutlu olmanı dileyen ve gerçekten samimi olarak paylaşan, hala içinde kalmış bir parçanım. Umudunum… Dünya çelişki üzerine kurulmuş. Ne kadar acı yaşarsa yaşasın insan, yeni acılara hayır demeyecek kadar çelişki dolu yaşıyoruz. Eğer hiç bir sorunumuz olmasaydı, herhalde ´niçin bu dünyada yaşıyoruz ki.´ derdik. Hep rahatlık batar bu yüzden. Bu yüzden ne geçmiş nede geleceğimi düşünüyorum sadece şu yaşadığım anı yaşamaya gayret ediyorum. Sahiplenmek yerine, yaşadığım her şeye lüks katacak ve heyecan verecek her şeyi, özelleştirerek yaşıyorum. Daha doğrusu yaşamaya gayret ediyorum. Lütfen elinden geldiğince, kendin için ve şu anı yaşa. İçinden bana gelmek geçiyorsa, başını omzuma koyup ağlamak istiyorsan yarına erteleme. Ya yarın yoksa? Sende biliyorsun ki, seni anlayabilecek, seni kullanmayacak ve sadece sen olduğun için seninle paylaşabilecek en doğru adresim sana. Aynı kültürün içinden geçmiş, istekleri ve hevesleri, kültürü, anlayışı aynı süzgeçten elenmiş aynı dünyanın iki kişisiyiz. Her şekildeki içten paylaşımımız bize mutluluktan başka bir şey veremez ikimize dünyanın neresinde olursa olsun. Lütfen yazışma teklifimi yabana atma, fırsatın ve zamanın olduğu en acil bir zamanında dahi yazmak için gel. Konuşalım. Paylaşalım. Birlikte gülelim ve ağlayalım. Dudaklarımız konuşsun, ruhumuz dinlensin ve huzurla kalsın! Senin uzun zaman yaşamadığın mutluluğun varlığını sana anlatmama müsaade et olur mu? O kadar özledim ki seni, hayallerimde yaşayan seni ve o kadar istiyorum ki görmeyi seni. Nerdeyse onca yıldır sabırla beklenen ve hala beklediğim güzel ve muhteşem bir konumun var ruhumda ve bedenimde ve senin kişiliğini saran ruhun içinde. Lütfen tebessüm et ve her şeyi yapabileceğin ölçülerde bırak. Zorlama. Maddesel her şeyi aşmak kolay ama insan ruhen yıprandı mı, sağlığın bozuldumu, geri dönüşü olmayan mutsuzluklar kapısını çalar insanın. Önce sağlık sonra maddesellik ok? Ve şunu kesinlikle bilmelisin ki, her zaman yanındayım! Ruhundayım. Hissettiğin an, çağırdığın an. Gelecek kadar yakınındayım. Yeter ki gözleri kapat ve beni düşün. Bir fırsatını bul bana gel. Yâda ben sana. Dokunmak hissetmektir… Nice dokunmalar vardır, pişman ettirir yaşandığı için. Beden sadece yaşadığımız dünyaya has bir iletişim ve ölümlü. Gerçek dokunuş ruha değdiği zaman cennetim dedirten hissediştir. Sessizim, yalnızım, fırtınalar esiyor yüreğimde ağlarım... Beden ölüyor, güzellik ölüyor, alışkanlıklar ölüyor, neler ölüyor... Ömrüm özgürlük emsali, avcı ateşi, dillenen kahrı, yanardağlarımla patlarım Anılar ölüyor, dostlar ölüyor, ailem ölüyor, gurbet ölüyor, kefenler soluyor! Ben yokum, anlatan yansıtan biçimlendiren paletin solgun renginden kaçıyorum Dört duvar acı bombalıyor, özlemler yalnızlığımdan korkuyor neler yoruyor Ağlıyorum... Mendil teselli ediyor! Ağlıyorum... Yağmur kıskanıyor! Ağlıyorum... Amazon taşırıyor! Ağlıyorum... Sevgisizlik sarsıyor! Ağlıyorum... Ve sadece sen varsan aynanda yansıyor gülüşüm… Safet Kuramaz |
Dosta Mektuplar-II
Şimdi iyiyim... Yağmura karışmış gözyaşlarımın çiçekleri suladığı ve onu koklayan bir insan olarak yaşadığım inceliği paylaşmak istiyorum dostum seninle... Acının ve ızdırabın silindiği toprağın üzerinde sadece kalan ayak izlerimin sırlarıyla... Sanatçının çığlığı tırmalamaz kulakları... Sadece dalarsın resminin önüne geldiğinde deli diyebilecek kadar yüreklenen insanlara rağmen... Akarsın maviliğin yeri ve gökyüzünü döşediği, arasında sen olduğunu hissetiğim mutlulukla... Ya kusura bakma heyecanlandım birden, başka bir aleme gittim farkında olmadan...çaysız ve kahvesiz! İzlerinin sürüklediği yollarda ismini arıyorum... Sonsuzluğa yenik düşmüş ama pes etmiyorum... Çiçeklerin arasında yürürken onların destekleri kulaklarıma geliyor, sanki seni yansıtır gibi ıtır kokuları alıyorum nefesimde… Cesaret alıyorum bu şahanelikten... kimbilir hangi savaşın içinde ama savaştan uzakta seyrediyorum seni, üzgünmüyüm asla... Sadece bana yaklaşmanı, ruh kapımı açmanı ve gözlerimin içinden terayağına bal sürmüşcesine ekmeğimde kaymanı istiyorum, sürtünmesiz! Eğer gözlerinle buluşurda cahil bir cesaret yakalarsam, sana ne istersen anlatırım, cıvıl cıvılcasına, söz... Ama rüzgarla tozu toprağı yutarak koşan insan olmak her kişinin harcı değil... Öksürüğe meydan okumak, harbiden ölüme meydan okumak gibi bir şey.... tanımadığım kitlenin önüne geçipte ben önden gidiyorum ve şu çizgideyim diyebilmek, sabırlı olmak için galiba henüz erken... Olsun ya, böylede iyi seninle teke tek paylaşabilirim her şeyi... Eğer dostluğumu istersem çok şey mi isterim bilmiyorum! Hele o öksürüşün içinde birde heyecanla isminle hitap edebilmek ve yardımını istemek şimdilik zor gibi görünüyor... Sanırım o sihirin formülünü keşfetmem gerekiyor, sırları deşifre etmek demek yanardağın lavlarıyla yanmak gibi bir şey! Ha birde akarken yakılan doğallığın vicdanına dayanabilmek ne kadar zor olacak... olsun varsın demek ve isteyebilmek... Üzülme bur uh halime olur mu? Sana nasıl darılabilirim ki, şirin bir çocuğun içindeki doğallığın aynada yansıyan güneşine nedenler yakıştırmak gibi... Kanım akarken sadece sen varsın... Bu güneş şimdi doğdu seherle... Ona bakmaya onu seyretmeye doyamıyorum... Doğanın sonsuzluğunda kucaklamaya hazırım müthiş doğallığı... İçindeki dağları taşları yıkmaya ve dostumsun demeyede... Henüz kendini keşfedemiğim dünyana rüzgarın hızıyla ilerleyen bir yelkenli ile açılmaya da... Bil ki, biraz değer verdiğini hissetsem, bilye oynayan ve attığıyla başı vurarak çığlık atan çocuğun sesine benzeyecek haykırışım. Belki de arşimedin buldum çığlıklarına... ama ne yapabilirim ki cıvıllığın şarkılarla mırıldandığı ve sadece sen ve ben olduğu bir ortamda mutluluk değilde başka ne hayal edilebilir ki... hayallerim Mimar Sinan’ın mimarisindeki mistiğin içinde kayboluyorsa, sakın suçlama beni….Bu zamanla düş olmaktan çıkar, kırlara kayar... Yıldızlar kayar gibi... sadece sana ve sadece hissederek yazıyorum... Çılgınım ve heyecanlıyım... Bana katılır mısın? kimbilir nerdesin? Olsun ya, başka boyutta ruhunla konuşuyorum işte, canıma değsin… Bak yemek yer gibi... Doyduktan sonrada uyumak yok ama gezeceğiz ve keşfedeceğiz bu şöleni söz mü? Safet Kuramaz |
Dostum Dediğin...
Kahraman dediğin; Ata binmez, silah kuşanmaz! Ağzı hoş sözlüdür, küfretmez! Alkol almaz, sigara kullanmaz! Kazandığı helalinin lokmasıdır... Dindar dediğin; İçi dışı bir... Emin müslümandır, Sadaka zekat veren rıza düşkünüdür, Kusuru kendinde arar, nefsini düzeltendir Sahiplenmez, her an öldüğünü bilendir... Dostum dediğin; Hem kahramandır hem de dindar İyi günde kötü günde kanka, yarendir Doğanın sesi... doğal ruhuna aynadır Anahtarı, kainat efendisinin hayatıdır! Safet Kuramaz |
Dostum Yarim Demeliyim...
Bahar hep özlemdir yüreğimde, Çünkü her şeyin başı, doğum gizlidir ilk günlerinde... Her nefesimde, Her bakışımda, Selam veririm Yeni gelen dostlarıma... Arıların uçarken maden keşfeder gibi çiçeklere, Sineğin ısrarla dokunuşu var ya tenime, Sivrilerin sıcakla bunalttığı sulak yerlerde, Volkanik patlama şimşek sesiyle irkildiğinde, Çağlayanlara karışır sesim Sessiz ve dostsuz yalnızlıklarımda... Dostlarım gerçek sevgi baharısınız yüreğimde... Uzun süre anmayıp bakmadınız mı, Kış köşelerine atarım çıldırmış gibi kendimi! İçim titrer, ayağım kayar karla kaplı yollarda, Acıyan bedenim değildir, ruhumdur... Kainat efendisinin Ebu Bekir’indedir sıcaklığın, Malını, canını her şeyini vermişti çekinmeden, Dostluğu yaşadım ıslak gözlerimle sevincinden, Yaylasında çektim taze nefesini torosların yeşilliğinden! Çanakkale kan gölü... Irak’ta ölüm... Mescid’i Aksa kazılırken, Adem’den beri sevgi benlik kasırgasına kapılırken, Gönül viraneleri uçsuz bucaksız çöllere bırakılırken, Güvensizlik virüsüne ne dostluklar feda oluyor... İki kişi ortak olursa üçüncüsü ben olurum diyor Allah! Ticaret yinede düzen tutmuyor Demek ki itimat yok Mevla’ya vah, vah... Söz ve özlem dilde maddesiz olmuyor, Paraya tamah olunca şükür-ibadet yoruluyor, Yeri yok yaşarken ruhumuzda yangın alev... Oysa Allah öyle dost ki, özleminden durulmuyor! Kapım çalınmazsa ne manası kalır yaşamın, Kötü günümde oluyorsa virane yatağım... Derman olmazsa insan ölür oracıkta acıdan! Kusurmuş, gururmuş geçeceksin saflık yalan... Mevla için seveceksin dostu, güleceksin sabrından! Her an diğerine benzer dön dur dolan oyalan, Ne kadar alsak yaşasak kazansak yok tatmin olan, Zenginsen çok dostun zayıfsan virüs gibi çok oyan, Allah yeter tek başına itaatten başka ne ister ki... Bol rızkla var mı başka misafirini ölene kadar doyuran? Allah’ı dost tutan gerçek dost bulur, Yediğinde tat yaşadığında vardır huzur, Yılan gibi gömlek değiştiren yüzler varsın olsun Dostum yarim demeliyim... Nefsim her yüzden kurtulur! Safet Kuramaz |
Dönemem…
İstanbul’a geldim, kaybettim İzlerini... Yeni cami avlusunda, izledim Geçmişimi... Onca insanın içinde besteledim, Sensizliğimi... Her şeyde vardır hayır, frenledim Nefsimi… Yedim, içtim... Kaçtım soğuk nemden! İnsan selinden, Telaş yelinden, Denize daldım boğazda, hayatın ezberinden Kederlere büründüm! Düş yollarıma, düş sokaklarıma… Yalnızlığın hüznüm, düş kollarıma! Son vapur kalkıyor şimdi Kadıköy’den, Düşeceksen düş, düş oturağıma! Ne olur… Yaşam-ölüm arasında bırakma! El salladım senden başka her şeye, Gözyaşım muson yağmuruyla yarıştı… İnandı âşık yüreğim artık gelmeyeceğine, Soğuk, matem havasında acı vermekteydi! Yunus’un duası sigara dumanıma karıştı, Meçhule gitmek doldurdu yalnızlığımı, Film şeridinde izlerken senli anılarımı, Dönemem asla, artık… Çıldırsam da geriye! Gelecek varsa, hayatı anlamak değil Anı yaşamak istiyorum, şu günden! Uzak kalsın yüreğim üzenden… Sahiplenmek ne haddime, nefsim sefil Haberini aldım her şeyin ölümünden! Safet Kuramaz |
Dönence Ötesi…
Ben seni yalan görüyorum… Sende beni yalan görüyorsun… Aldandığını, Aldattığımı, Yalanlarımı, Söylüyorsun… Bakmayı bilmiyoruz desene! İnsanlar birlikte yiyorlar içiyorlar, Her anda neşeyle neleri diliyorlar, Sen olmazsan olmaz diyorlar, Öyle an geliyor ki silah elde, düşmanca Kin nefret sinir harbine giriyorlar! Tanımak asırlarca anlatmak değil, “Oku” ayetini düşün, ruhunda sarsıl… İnsan kendinden başka neye benzer, Başkasında kendini gör aynanda eğil! Alışkanlıklara aldanma, Hazır ol değişim savaşına, Okuduklarını yaşa ama illaki yaşa… Günümüz kahramanlarıdır çünkü onlar! Keşfet sendeki beni, Anlamak için ruhundaki cevheri… Beden kefene gizlenmiş ölüm, Yalanlar oyunlar sadece eyleyen serseri! Sadece Allah’a ol kul, Her seste dinle yeniden kendini… Martı özgürlüğünde yaşasın doğum! Denizden-topraktan taşısın gök kubbeye aşkın mucizesini! Safet Kuramaz |
Dönence...
Sırlanmış kale duvarları, Nice fetihlere açmış kapılarını, Şahit ihtiras, heves ve kanlı savaşlara Ve saklamış acılarını… Dönen saksının sesi, Ustanın sabrında hüneri, Antika değerinde dirilir gibi sonra süsleri… Kalenin içine sinmiş, Yüzyılların yaşanmışları, aynıları ve düşleri! Hangi mutluluk, Hangi kulluk, Hangi zenginlik, yoksulluk, Ağlanan, yağan, akan suların künyelerini Tatmadı ki bir, bir her kalabalık... Doğum sevinç ve heyecan, Ölüm acı ve gözyaşı… İki değişim iki farklı yaşanan Tarih aynı, ders alır azları... Kalenin duvarlarında otlar, Viraneye dönmüş içinde olmayınca oturanlar, Uzağında yükselir gökdelenler, Aynı tarih sıkışır dar mekanlara... Safet Kuramaz |
Dünya Masalı...
Ölüm mahkumunun son dileği, İçer bir sigara sonra veda! Film şeridinde yaşam gel-gitleri, Ayrılmak zor... Kor makam zevkleri! Üzdükleri ağlar sanki yanında, Yetim hıçkırır maidesinde, Münkerler çullanır üzerine kıyamet yaşar son nefesinde! aczinden utanır oh denilmekte, dediğim dedik nefs dilenmekte, şirkle dolu yüreği sevinmekte, birazdan kurtulacak vazifeden! İp hayrına gerilmeye hazır, Cellat kör bakar gören zor sanır, Nede olsa can bu kıyılmakta İbret bakışa şükür yakışır! Yaratan hemen görmez hesabı, Sabırla bekler tövbe yapanı, Şer açlığına Fare kapanı, Ecelle biter dünya masalı... Seyirciler yorumla dağılır, Üç gün konuşulur paralanır, İbret pınarı kurur yeniden Şer koruna kul hakkı dağlanır! Safet Kuramaz |
Düş olamazsın…
Potrende o kadar cıvıl cıvılsın ki, Bir ayağım sanki dokunduğun yere değdi... Kendimi Mona Lisa’nın etkisinde, Hissettim Leonardo Vinci paletinde... Belki de kıyamete kadar müthiş resimde, Özlem duyarım Ömer Hayyam şiirlerine! Cennet şarkılarına karıştı gitarımın sesi... İspanyol serenatları gibi, Pencerenin önünden ayrılmak gelmiyor! Sen bir düş olmalısın belki... Seher yıldızı güneşe teslim olmuyor, Sıcacık bakan gözlerinde... Güneş varsın olmasın demek geliyor, İçimde ******* ve karanlık yazgından dekor, Binlerce tiyatro sahnesinde aynı oyun sergileniyor Bahar dansımıza bir adım kala... Çiçeklerin açacak toprağı dele, dele Belki de çiğdemler kardan fışkırdı şimdilerde, Yansır fısıltılarla yüreğinin eşsizliğine... Sen sanırım düş olmalısın... Yağmursuz Ankara’da ikindi yağmurları çukurlara doluyor Ve toprağa karışmış izlerin mis gibi kokuyor... Seni Âdem’den beri tanıyorum galiba! Aynan ruhuma yansıyor, Kır at altımda, Yelesi sağdan sola gülüşünde oynar küheylan şahlanışında... Sen düş olamazsın... Olamazsın! Yüzümü yıkadım bir çok defa, Kevser ırmağında yıkandım! Yıldızlar kaydı gözüm önünden gerçeksin anladım. Hala gülüyor resmin, kızlar gülüşüyor çeşme başında, Ağaç arkasında gizlenmiş erkek bakışlarında... Martı özgürlüğünde şafakta doğmalısın! Gözünde gölgende olmalıyım artık... Düştü damlan yüzüme gölgen ruhumda sarsıntın, Yanardağ lavlarıyla yakar, yakar aşkın! Hala gülüyor resmin, kızlar gülüşüyor çeşme başında, Ağaç arkasında gizlenmiş erkek bakışlarında... Safet Kuramaz |
Düş Sokağında...
Aslan terbiye ediciyi yemiş, Fıtratından böyle esinlemiş, Fazlasını beklemek anlamsız O hayvan sonuçta biz insanız! Beklenti duygularımızda fikrimizde, Yansıyan aynamız buğulu kirinde, Özlem bizi kuşatır başkasında hikâye, Şükür Allah var, dünyada yalnız değilim! Her madde eskir ölür kefene sarılır, Sahiplenmiş direkler gün gelir sallanır, Geriye dönülmez kabuller yasalaşır, Bir yalnız adam yürür Âdem’den beri aynı kaldırımda! Yatağım yiyeceğim içeceğim yaşatır, Sevgi var olanı paylaşmakla şahlanır, Elimde fırçam boyalarım ve tuvalim karalanır, Çöl bile arkadaş olur ruhunu hisset yeter ki! Hayvan bitki doğa hepsi bize eğlence, Sunulmuş kâinatın halifesine, Bir tek insan insanı edemez deşifre, Düş sokağında rüyada uykularımız! Safet Kuramaz |
Ekran Aklanmalı…
Sütçü imamın kemiklerini sızlatan buz dansı, Fakirin umudu popstar alaturka müzik yarışması, Gırgır adına ardı ardına küfür filmleri… Haksızlık bahane kurşun yağmurunda mafya dizileri! Hayal ediyorum bunlardan birini seyredeni, Dilde iman namazda sevgi yemini olsa da… Her gece bakarsa kim yener böyle nefsini, Yetişen nesil tüketir ahlak pınarlarını, yarınlarını… Sarhoş, esrarkeş, kapkaç çeteleri, haksız kazançları Görmeye alışırız çoğalan hırsızları… Kutlasak da cumhuriyet, çocuk, zafer bayramları İyiyi tavsiye eden olmazsa eğitim ocakları… Bekçisi, polisi, her an çalışan aileler nasıl önlem alsın! Çöllere dönen baharsız iklimde özgür yürekler isyan eder, Acilen önlem alınmazsa eğer, Yağmur yerine dolduracak barajları annelerin gözyaşları… Safet Kuramaz |
Ellerim Açtım...
Mekan daralıyor evren sığmaz bedenime Ne güllere bakmak ne yaylada gezinmek Ne paraşütle atlamak nede avlanmak silah elimde Sıkıyorlar kabir azabında çukur iki metrekare Daha az belki de... Maganda kurşunu deşer yüreğimi Masumluğum ispatlansa neye yarar Ahlasalar ağıtlar yaksalar katilime şahit bulsalar Sıkışan benim... Alışkanlıklarım terk etti Giydiklerim etiket eskitti Kızgın demirde ruhum dağlar sebebi Değişmek zor, zor yeniden başlamak geleceği... Ellerim açtım ağlayarak duaya Zor anların unutulmaz şuurunda Her zaman sığındığım hazinesi bol Abdestin yıkanmışlığı safi şükürle Allah’a... Safet Kuramaz |
Ensar’lar Nerede?
Kyoto Kopenhag kriterleri, Avrupa insan hakları mahkemesi, Egemen gücün barış felsefesi, Aşamaz Medine kardeşliğini! Kainat efendisi muhacirleri, Medine’de Ensar’ın misafiri... Neleri varsa böldüler ikiye, İnfak ettiler ilan ettiler kardeşliklerini! Elbette vardı aralarında sözler, yazılar... Muhalefeti ancak nefislerinde aradılar! Ne kin vardı, ne nefret, nede maddi çıkar Allah rızasını en içten paylaşarak yaşadılar... Biz yayla havasına deniz kenarına tembellik anlarına, Keyif peşinde kul haklarının bol çeşidinde kaygısızlıkla, Viraneye benzemiş yüreklerimiz haramla çöl yangınlarında... Alay eder gibi yaşarız her kişi alim kendi aklınca! Yayla havası kardeşlikte özlemdi cennet kokusu, Mübarek resulün arkasında namazla aşardı coşkusu, Örnekti fakir çadır erzakı Ebu Zer'in hesap korkusu... Asır Medine kardeşliğine hasret, Ensar’lar nerede? Safet Kuramaz |
Eşsiz *******...
Gece en olgun tastır abdest suyuna Çöller aşar uzanır sahabenin yurduna Kainat efendisinin sohbetine doymaya Gece namazıyla silkinir boyutlar ötesi Camilerde kilit ibadetler siner evlere Ruh miracını aşar bahar cemresinde Okur karanlık sokakları tefekkürle Allah ve meleklerin varlığı hissedilir Aynanın yansıyan yüzü hep yalnızlıktır Tembelliktir uykular bedene dargınlıktır Ruh bedenden çıkar gider ne ilginç andır Ceset her gece tabutuna uzanır yatağında Safet Kuramaz |
Eyvah..
Karanlığıma mahşerde sonsuz ışık olmalı, Güneş cennet köşkümde hayırla doğmalı, Sürüklenen mazimde kalan son olgunluk yıllarım Gerçek saadetim yerine, bir an önce oturmalı… Yaşadıklarım gerçek özgürlük değil ki, Son ağıt, son duamda kefenle gizlendi Aradığım nedir, nedir benliğimin şahidi Hayalinin içinde kıvranıyorum böyle! Utandım sahnemden son prova yapılırken, Utandım kendimden, belli sus pus halimden, Utandım boşa geçen yıllarımın filminden, Kendime güldürecek değişime ihtiyacım yok! Fıtratımda toprak kuru, zor sürümü, Hissediyorum ruhumu üzdüğümü, Her yaşanmış acınası hatıra izler bırakırken… Anlamadım dünyanın ne gecesi nede gündüzünü Son uyku vakti hızla benlerime yaklaşırken! Perdenin arkası karanlık, yüreğimde fitnesi Ne güzel süsleniyor günah, ne garip cilvesi Ahşap masaya değen bedenimin, çıldırtan masalı makyaj yapılsa da, anlatılır hep çirkin tarafı Çeker kendine akıllı geçinen zavallı bizleri Ormandan çöle bir adım kalır eyvah, eyvah... Safet Kuramaz |
Fena…
Piyango bileti, Kazı kazan, At yarışları, İddia... Sayısal loto, Spor toto, On numara, Beş artı bir, Borsa… Koy parayı kazan milyonlar, Emek mezara alın teri çöle… Bulamasan da çok çal Gezersin göstere, göstere… Kap kaç istediğin eve dal, Bedavadır kapış, kapış al… Her gün reklâmını gör medyada, Çalma kazanma teknikleri videoda, Eğitimde her an budama ruhta yama, Gidişatımız fena, nasıl da fena! Safet Kuramaz |
Feryat Eder...
İnsandır kadın erkek tartışsak ne farkeder, Cesed sarılmış kefene sonsuz kere sabreder Azap varsa toprak altında vay dünya derdine Haşra düşer ah ölüm sonsuz kere feryat eder! Safet Kuramaz |
Fetih-Mirasyediler…
Kırışmış yüzde dilencinin narası, Karanlık gecenin çırpınır firakları, Sessizliğe korku karışır öcüler böcüler Uykuyu yarılar çocukların ağıtları... Silkin derim teheccüd namaz vaktidir, İstanbul fethediliyor arifesi aralanır, Küfür fitne Bizans kralının küpeleri Halk yeni doğan hak güneşe hazırlanır… Bağlayın ellerimi eğer özgürlük şirkse, Allah’tan başka sevgi nefsime hoş gelirse, Boğazın suları Ayasofya’ya ezanla yansır Can resulün iltifatı ayna, Fatih'in yüreğinde! Âdem’den beri şehitler sıra sıra girer, Arkasından Fatih'te tebessüm halkı seyreder, İman Kâbe’den köprü İstanbul ezberler, Yürüyün aslanlar gazanız mübarek olsun... Her pisliği her sevinci saklayan *******, Eşitlik yakışmaz seherine siner kederler, Kalbe mühür gözler kör her adımda eğlenceler… İstanbul fethini anlamaz son mirasyediler! Safet Kuramaz |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:36 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.