![]() |
Mücevher
Eski bir söylence der ki: Şiirin biri Sultan'ın elmaslarıyla süslemiş kendisini. Günler geçmiş, ve bir gün Sultan ölmüş. Padişah'ın emriyle Sultan, elmasları ve şiir aynı mezara gömülmüş. |
Mozart Gibi Gülümseyemem Ben
Annemle birlikte kaçtık, bir bavulla ve daha sonra sahte olduğu anlaşılan biraz mücevherle, bir yük treni kadar yavaş olan bir trenle, - Friuli dolaylarındaki ovalar ince ve katı bir karla kaplıydı. Roma’ya doğru gidiyorduk. Gidiyorduk nihayet, bırakarak babamı ucuz bir sobanın başında eski asker paltosuyla ve siroz ve paranoyanın neden olduğu korkunç kızgınlık nöbetleriyle. Dolu dolu yaşadım hayatımdaki tek şey olan bu roman sayfasını: aksi halde, yaşadım herkesin hayran kaldığı şiirlerde. El yazmalarım arasında ilk romanım da vardı: ‘Bisiklet Hırsızı’nın yazıldığı dönemler, ve edebiyatçıların İtalya’yı keşfetmeye başladıkları dönemdi. (...) Roma’ya geldik, bana biraz kan veren sevimli bir amcanın yardımını gördük: bir idam mahkumu gibi yaşıyordum her zaman kafamda taşıdığım o düşünce - onursuzluk, işsizlik, yoksulluk. Annem bir zaman hizmetçi olarak çalıştı Ve ben bu hastalıktan kurtulamadım hiç. Çünkü küçük burjuvayım ben, ve Mozart gibi gülümseyemem ben... |
Mola Cehennemde
O budala katır Mola durmaksızın sürüklenir uçurumdan uçuruma ve enkaz gibi yuvarlanır dalgadan dalgaya, kükürtle ve büğlüyle mahvolmuş, pişirilmiş kireçte ve safrada ve hilede, önceden bekleniyordu cehennemde, gidiyor cehennemsi melez, katır Mola, sonsuza dek budala ve yumuşak, tutuşmuş kuyruğu ve kıçıyla. |
Minerallere Doğru
Sonra tuzdan ve altından o yüksek taşa tırmandım, metallerin gömülmüş cumhuriyetine: bir taşın diğerine kara bir balçıkla yapıştığı yumuşak duvarlar vardı. Taşla taşın arasındaki bir öpüş o koruyan yollarda, topraktan bir öpüş ve toprak arasında o büyük kırmızı üzümlerin, ve dizi dizi takma dişleri toprağın, saf öz maddeden yapılmış taştan bir çit, götürüyor ırmak taşlarının sonsuz öpüşlerini beraberinde binlerce dudağına yolun. Tarımdan altına yükselelim. Burada bulacaksınız büyük çakmak taşlarını. Elin ağırlığı bir kuş gibi. İnsan bir kuş, havadan bir öz, inattan, kaçıştan, ölüm savaşından, belki pırıltılı bir göz, ama bir savaş. Ve orada, altının kesişen beşiği Punitaqui’de, yüz yüze dehlizin ve kükürdün suskun işçileriyle, geldi, Pedro, meşinden barışıyla, geldi, Ramírez, kapanmış maden dehlizlerinin dölyatağını araştıran yanmış elleriyle, basamaklardaki, altının yeraltı kireçtaşı vuruşlarında, aşağıdaki kalıplarda parmak izlerinin alet edevatları kalanlar, ateşle yoklananlar, selâm olsun sizlere. |
Mineraller
Metallerin anası, yaktılar seni, ısırdılar her yanını, işkence ettiler sana, kemirmedik yer bırakmadılar vücudunda, sonraki günlerde artık koruyamayınca seni putlar çürüyesin diye bıraktılar seni. Sarmaşıklar vahşi ormanın tepesine tırmanmakta maun ağaçları okların içine doğru, demir çiçeklenen çatıda toplanmakta, yurdumun en büyük kartalının gökyüzünde fırtına yaratan pençesi, bilinmeyen su, kötü niyetli güneş, zorba köpüğün dalgası, faka bastıran köpekbalığı, Antartik sıradağlarının yamaçları, yılan-tanrıça tüylere bürünmüş, incelmiş mavi zehirden, kuşlardan ve karıncalardan devredildi ataların sıtması, bataklık, paslanan iğneleriyle kelebekler, ağaçlar handiyse maden filizi gibi, neden savunmadı düşmanlığın koroları defineyi? Ey lekelenmiş, sen, karanlık taşların anası, kan içinde kirpiklerin! Papazvâri güneşin takısına benzeyen türkuvaz rengini arama, henüz gelişmiş parıltıya dönüşmemiş tırtıl-aşamasında, bakır uyudu keskin kükürt dehlizlerinde, ve çelişki katmer katmer dibe gömüldü, yıldızımızdan ağan derinliğe. Taşkömürü aydınlattı kar'ın kusursuz karşıtlığını kara yansısıyla; sarı bir kuşışıltısı gömerken kükürdün akımını buzkesen sıradağların yanına, dünyanın gizli, kımıltısız fırtınasına hapsedildi kara buz. Vanadyum inledi yağmurda altın odasına girmek için, Volfram biledi bıçakları ve bizmut ördü yayılmış saçtellerini. Yolunu yitirmiş ateşböcekleri hâlâ kaynaşıyordu tepede, kusturucu fosfordamlaları uçurum çatlakları ve demir yüklü dağdoruğunun üstünde. Meteorun şarapbahçeleri bunlar, Gökyakutun yeraltı-kubbeleri. Yaylada uyuyan küçük asker kalaydan bir giyit içinde. Bakır, yeşil irinle dolu, defnedilmez gecede inşa ediyor bütün suçlarını, ve yığılmış sessizlikte harap mumyalar uyuyor. Chibcha-yerlilerinin asaletiyle erişiyor altın, bunaltan tapınaklardan savaşçılara usulca, dönüşüyor kızıl taçyapraklarına, ince levhalar gibi çekiçlenmiş yüreklere, topraksı fosfor ışıltısına, masalsı dişlere. O zaman bir mısırtohumunun, bir larvanın uykusunu uyudum, ve Queretaro'nun merdivenlerinden aşağı senle birlikte indim. Onlar bekledi bekledi beni, belli belirsiz ayışığındaki taşlar, Opal'in balıkçı hazinesi, bir kilisedeki ölü ağaç ametist buzuna kesiverdi. Sen, dilsel Kolombiya, nasıl da bildin hiddetli altının fırtınasında saklanmış çıplak ayaklı taşların, nasıl da, sen, zümrüdün ülkesi, kestirebildin ki ölüm ve denizin takısı, kendi titreyişindeki bu bıçak sırtı göçeden hükümdarların gırtlağına, boğazına erişecek? Sen taşların ak pak kavrayışıydın, tuşla büyümüş gül, kaderin cilvesi, gömülmüş gözyaşları, damarları uyuyan siren, b e l l a d o n n a, karayılan. (Yayarken hurma-ağacı sütunlarını sağ zülüflerine, gasp etti tuz dağların ışıltısını, yapraklardan süzülen yağmur damlaları dönüştü kuvarsın en güzel giyitine ve ladin ağaçlarını dönüştürdü kömür caddelerine.) Fırtınaya karşı tezayaktın tehlikeye doğru, zümrüdün ışığına indim, yakudun şarap-doruğuna çıktım, ama sustum her zaman, güherçilenin çölde yayılmış sütunları önünde. Gördüm çalışkan yayla küllerinin kalayı nasıl da açtı zehirli mercandallarını havada ta ki onlar yabanıl bir orman gibi yayana dek gündönümünün ayını, gizli bütün yollarda mısır-saltanatımızın ardından. |
Mızraklar Gömülür
Böylelikle paylaştırıldı ataların mirası. Kan böldü bütün anayurdu. (Başka bir yerde anlatacağım halkımın savaşını.) Ne ki çeltiklendi ülke fâtihlerin bıçaklarıyla. O zamandan beri geldiler imarlamak için miras kalan emlâğı. Euzkadi'li tefeciler, Loyola'nın torunları. Sıradağlardan okyanusa dek böldüler ağaçları ve bedenleri, gezegenin soluklanan gölgesini. Titreyen, yaralı ve yanmış toprağın idaresi, yabanıl ormanın dağıtımı ve suyun ceplerde, loş Errazuriz geldi onların silah kalkanlarıyla: bir kırbaç ve kınnaptan bir ayakkabı. |
Mızrağın Ucundaki Kelle
Balbao ölüm ve yabanıl toynak getirdin sen tatlı yurdun uzak köşelerine, ve ruhun avcı-köpeklerinin arasındaydı: kanlı çeneleriyle yakaladı Leoncico kaçan köleyi, İspanyol azı-dişlerini bağışladı titreyen gırtlakta ve köpeğin pençelerinden geldi et işkenceye, ve düştü takıların parakesesine. Lanet olsun köpeğe ve insana, hiç değişmemiş yabanıl ormanda iğrenç ulumaya, demirin ve haydutun hain adımlarına. Saldırıya uğramış beşiği bir kirpi gibi ileriye atılıp koruyamayan akdiken çalısına, sivri uçlu tepesine lanet olsun. Ama yükseldi karanlıkta kıskançlığın zalim dalı hançerlerin ayrıcalığı kana susamış ordu komutanlarının arasında, ve vardığında evine buldun yolun karşısında Pedrari'nin adını bir halat gibi. Kızılderili-kasapları yargıladılar seni köpek ulumaları altında. Şimdi ölüyorken, kavrayabiliyor musun bu temiz sessizliği, paramparça edilmiş kudurgun tazılardan? Şimdi ölüyorken ellerinde barbar devlet-sahiplerinin, farkında mısın ki bu güzelim altın koku mahvetti devleti? Balbao'nun kellesini kopardıklarında, geçirdiler bir mızrağın ucuna. Ölü gözlerinin şimşeği dağıldı gitti ve kaydı mızraktan aşağı kirli bir damla olarak kayboldu toprakta. |
Mısırın Mülkiyetindeki
Mısırın mülkiyetindeki altınları saydın mı hiç? Biliyor musun sisin yeşil olduğunu Patagonya’da öğle saatlerinde? Terk edilmiş o gölet dibindeki suda şakıyan kimdir? Nedir karpuzu güldüren öldürürlerken onu? |
Mevsimler (En Son Biçiminde)
Çamaşır rüzgârda dalgalanır Bebelerin yüzlerinde açar goncalar Kızlara sataşılır ve futbol oynanır çünkü yazdır şimdi Danimarka’da. Günler kasvetle düşer Söz dinlemez okul çocukları. Eskir giysiler ve gözyaşları dökülür çünkü sonbahardır bu Danimarka’da. Boşanmalar. Ölümler. Romanlar. Öksürük ve dondurulmuş tasarılar. Burun damlar Oluklar suya batar çünkü kıştır şimdi Danimarka’da. Çiçekler otlakta ve saksılarda. Şölen bir çok dileğe dönüşür. Çayırlar ekilir ve anlaşılır şiirler çünkü ilkbahardır şimdi Danimarka’da. |
Merhaba, Benim Küçük Serçem
Merhaba, küçük serçem benim! Biliyorum ki senin bakışındaki derin ve kasvetli, ılık ışık su dolu bir küvetteki iki buğday çekirdeğinden daha da önemli değil. Ve bu yüzden küçük serçem diyorum sana, çünkü böyle titreşir serçe kanatları. Merhaba, küçük serçem benim! Sıradan kuşlar bunlar, ama gel de betimle eski ebemkuşaklarının düşünceleri gibi titrerken renklerdeki bin değişim güneşte! Ama bu uyarı da neden? - İşte bu canlı yay evinde yeniden bakışında senin, ey kadın! |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 06:28 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.