www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Edebiyat (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=268)
-   -   İsmail Aksoy (https://www.cakal.net/showthread.php?t=145334)

GooD aNd EvıL 05-10-2009 01:23 PM

Merdiven: Düşüş

Görünür şarkının düşüşü ışığın arasından
korkusuzca yaslanır hâtıra tırabzana

Nefes nefese çöken merdivenden yukarı
koşmak kendisine kapanan odalara karşı

Daha fazla konuşmak şimdi olanaksız
aynı nefes-alışla.

Ses dönüşür şarkı söyleyen çocuklara
merdiven parmaklıklarından salınan.

Bu
Evdir
Budur
Merdiveni Ev’in
Budur
Ev’in merdivenindeki şarkı
Budur

Basamak basamak
Dize dize
Tümce tümce

çöküşüdür merdivenin
basamak basamak
dize dize
söylenirken şarkı

Budur
Tümce tümce
Yeni bir Merdiven

Pencere-çerçevesi. Işıldayarak
uzanıyor güneş
boyunca duvarın, salınıp süpürüyor dal.
Enkaz içinde bir bahçeli ev, karmaşık olmayan
bir başlangıçtır bir anlatıya.
Güneşli bahçeler.
Kuru ve beklenti dolu yaz çitleri.
Kusursuz asfalt ve tebeşir çiziklerinin akıntısı
yağmur sonrası.
Merdiven sahanlığında cam mozaikle boyalı
yukarı ve aşağı, tek yönlü bir trafik.

Açıyor kapıyı mevsim ve çarpıyor sımsıcak
yüze karşı.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 01:23 PM

Mayısta Muson

Mevsimin rüzgârı, o yeşil rüzgâr,
uzayla ve suyla doldurulmuş, aşina kazaya
ve sadaka parası gibi uçucu bir maddeye,
katlıyor bayrağının hüzünlü meşinini:
böyle, gümüş grisi ve soğuk, korunak aradı bir gün,
bir devin kristal kılıcı gibi kırılgan,
bütün bu güçlerin arasında koruyan ürkünç iç çekişi onun,
düşen gözyaşları, yararsız kumu,
birbirlerine teğet geçen ve gıcırdayan güçlerle çevrilmiş,
kavganın ortasında beyaz dalını, şaşkın kesinliğini
kaldıran çıplak bir adam gibi,
o düşmansı saldırıda düşen titreyen tuzdan damlası.

Hangi dinlenişi denemeliyim, hangi yoksul umudu sevmeliyim,
onca zayıf bir alazda, onca uçucu bir ateşte?
Neye doğru kaldırayım o aç baltayı?
Hangi maddeyi terk edeyim, hangi yıldırımdan kaçayım?
Onun ışığı, uzunluktan ve titreyişten yaratılmış tam olarak,
sürüklüyor toprakta hüzünlü bir gelinlik gibi
soluklukla ve ölümlü uykuyla süslenmiş.
Gölgenin dokunduğu ve şaşkınlığın arzuladığı ne varsa
asılıyor bir sıvı gibi, sallanarak, yoksun barıştan,
uzayların arasında aciz, ölüme mağlup.

Ah, ve bu kader haylidir beklenen bir gün aldı,
mektuplar, gemiler ve dükkanlar gibi acele ettiler:
ölmek, kendi göğü olmaksızın, sakin durarak ve ıslak.
Nerede onun rayihalı güneş yelkeni, derin yaprakları,
örtülü hızlı bulutlarının ateşi, onun yaşayan nefesi?
Kımıltısız, giyinmiş ölen parıltıyla ve kasvetli pulla
görecek nasıl yağmurun yardığını iki parçasını
ve sularla beslenen rüzgârın nasıl da kendilerine saldırdığını.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 01:24 PM

Mavi Kitabını Yazarken

Mavi kitabını yazarken
yeşil değil miydi Rubén Darío?

Kızıl değil miydi Rimbaud,
Góngora koyu menekşe?

Ve Victor Hugo üç renkli?
Ve ben sarı çizgili?

Köylerde mi toplanır tıkış tıkış
bütün anıları yoksulluğun?

Ve minerallerden oyulmuş kutularda mı
saklar zenginler düşlerini?

GooD aNd EvıL 05-10-2009 01:26 PM

Maruri Sokağı’ndaki Pansiyon

Bir sokaktır Maruri.
Birbirine bakmazdı evler, benzemezdi birbirine,
ama gene de bağlantılıydı birbirleriyle
duvar duvara, fakat
konuşmayan pencereleri görmezdi sokağı,
sessizdiler.

Kış ağacının kirli yaprakları gibi
uçardı bir kağıt.

İkindi tutuştururdu gurubu. Rahatı kaçmış
gök yayardı kaçak ateşini.

Kara sis işgal ederdi balkonları.

Açtım kitabımı. Yazdım
sanki bir madenin
dehlizindeymişim gibi, rutubetli
terkedilmiş bir galeri sanki.
Biliyorum kimse yok şimdi,
o evde, o sokakta, o kekre kentte.
Kapısı açık, dünyası açık
bir mahkûmum ben.
Hasret çeken bir öğrenciyim şafakta,
ve tırmanıyorum erişte çorbasına
ve atılıyorum yatağıma ve gelen güne

GooD aNd EvıL 05-10-2009 01:26 PM

Marul Yaprakları

O bella bionda,
Sei come l’onda!

Serin tatlı çiy’den ve biraz parlaklıktan
Ördü ay sessizliğin ağını
Bahçesinde bir çocuğun
Marul yapraklarını topladığı.

Yıldızlamış bir şebnemi saçına
Ve ay ışığı öper gencecik alnından
Bir ezgi mırıldanarak toplamakta:
Dökülüşünce dalganın, ne güzelsin!

Yalvarırım, benim ol, ayırır gene de beni,
Balmumu kulak çocuksu şarkısından O’nun
Ve kalkan yürek ayırır beni
Ayın marullarını toplayandan.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 01:27 PM

Manzara

Kaya ve uçurum,
daha çok zaman kayadan, bu
zamansız madde.

Yaranın zarı içinden
düşer kımıltısız
sonsuz bakire su.

Enginlik dinlenir burada,
kaya üstünde kaya
kayalar üstünde hava.

Dünyanın bildirisi
olduğu gibi: bir güneş
kımıltısız, cehennemde.

Başdönmesinin dengesi:
kayalığın ağırlığı
gölgelerimizden fazla değil.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 01:27 PM

Manyetik Sanat

Bütün bu aşktan ve dolaşmadan kitaplar oluşur.
Ve barındırmazlarsa öpüşü ya da gökleri,
barındırmazlar bereket için insanları,
barındırmazlar kadınları her bir damlada,
açlık ve arzu, öfke, berrak yollar,
ne kalkan olarak işe yarar ne de çan olarak:
gözsüzdür onlar, açamazlar benim iki gözümü,
yalnızca kuralın ölü ağzına sahipler.

Sevmiştim o yaprak asılı cinsel organları,
ve kanla aşk arasında kazdım kendi dizelerimi,
ateş ve çiy arasında paylaşılamayan
bir gül diktim katı toprağa.

Bu yüzden şakıyarak dolanıp dururum.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 01:27 PM

Mahvolmuş Cadde

O yaralı demirin üzerinden, alçı gözlerin üzerinden,
kayıyor yıllardan değişik bir dil
zamandan. Bir kuyruktur kaba at kıllarından,
öfkeyle dolu taş eller, ve evlerin rengi
ölüp gidiyor ve çatlıyor mimarlığın kararları,
korkulu bir ayak kirletiyor balkonları:
ağır ağır, yığılmış gölgeyle,
kışla ve miskinlikle yaralanmış maskelerle,
gidiyor günler yüksek alınlara
aysız evlerin arasında.

Su ve alışkanlık ve yıldızın savurduğu
o beyaz çamur, ve özellikle
öfkeyle çanların dövüp durduğu hava,
yıpratıyor eşyaları, dokunuyor
tekerlere, duruyor
puro butiklerinin önünde,
ve saçaklarda büyüyor o kızıl saç
uzun bir ağıt gibi, düşerken dibe
anahtarlar, saatler
ve unutulmaya alışkın çiçekler.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 01:27 PM

Lirik Şiir

Taşlar gibi
Duygudan yoksun dinliyorsun şarkımı.
Kesin ve karşı koymayarak unutuyorsun sen.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 01:27 PM

Limanlar

Mavi bir taş gibi yontulmuş Acapulco,
uyandığın zaman şafak atıyor kapındaki denizde,
bir trompet salyangozu gibi
gökkuşağı renkli ve kenarları işlemeli,
ve taşlarının arasında kayıyor bir yıldırım gibi titreyerek
denizin ışıltısıyla dolmuş balık.

Sen o temiz ışıksın, göz kapaksız, salınan
çıplak gün bir sahil çiçeği gibi
suyun yayılmış enleri arasında
ve dağ aydınlanmış balçık lambalarla.

Senin yakınlığında verdi denizkulağı bana o sıcak
öğle sonrası sevdayı hayvanlarla
ve tropik bataklık ormanlarla,
yuvalar dallarda düğümler gibi ve orada
taşıdı balıkçılların kaçışı köpüğü yüceliklere,
ve suda, bir cürüm gibi kızıl, ağızlardan
ve köklerden oluşmuş, hapsedilmiş bir halk gürledi.
Uysal ve çıplak, denizin taşıdığı Kaliforniya’nın
kıyılarda çizemediği Topolobambo,
Mazatlán, ey yıldız ışıklı gecesel liman, işitiyorum
dalgalarının vurduğunu yoksulluğuna
ve takımyıldızların senin, senin sadık
koronun yürek atışı,
ayın kızıl ağı altında şakıyan
uyurgezer yüreğin senin.

Guayaquil, mızrak hecesi, ekvatorsu
yıldızın bıçak ağzı, bir kadının
kanla ıpıslak örgüleri gibi dalgalanan
nemli karanlık için açık kilit:
yapraklara fildişi damlatan
ve insan ağızlarına kayan
deniz asidi gibi kemirici
üzümleri ıslatan
acı terin peşinde olduğu
demir kapı.

Mollendo’nun kayalıklarına tırmandım, o beyaz,
sadece ışıltısını ve yara izlerini kurutmuş,
hazinesini taşların arasında palamarla bağlamış
yarılmış anakarasıyla bir krater,
içe kapatılmış insanın dar mekanı
arasında yalçın, çıplak kaya yüzeylerinin,
o metalik yarıkların gölgeleri,
ölümün sarı dağ burnu.

Pisagua, acının harfi, işkenceyle
lekelenmiş, senin boş harabelerinde,
korkutan sarp kayalıklarında,
taştan ve yalnızlıktan hapishanende
denediler yok etmeyi insanın bitkisini,
örmek istediler ölü yüreklerden
bir halıyı, küçümsemek istediler bahtsızlığı
insan değerinin ezilmesinin
çılgınlığı için bir belirti: orada, o tuzla örtünmüş
boş caddelerde, sallıyor umutsuzluğun
hayaletleri pelerinlerini,
ve o çıplak rezil yarıklarda
duruyor tarih bir anıt gibi
kırbaçlanmış yalnız deniz köpüğüyle.
Pisagua, senin şakaklarının boşluğunda,
o hiddetli ıssızlıkta, ayağa kalkıyor
insanın gerçekliği
çıplak, soylu bir anıt gibi.

Sadece tek bir insan değil, sadece kan değil
kirleten hayatı senin uçurumlarında,
fakat bütün cellatlar zincirlenmiş
yaraların bataklığına, cezalara,
yas giysileri kuşanmış Amerika’nın kırlarına,
ve senin ıssız ve yalçın kayalıkların
dolduğunda zincirlerle,
yalnızca bir sancak değildi yırtılan,
yalnızca bir haydut değildi intikam heveslisi,
tarihte tekrar dişlerini gösteren
ve ölüm getiren bir bıçakla
o bahtsız halkın yüreklerini delik deşik eden
o utanç veren suların direyiydi fakat,
kendilerini yaratan toprağı denetleyerek,
kirleterek şafağın kumunu.

Ardında memlekete acılar bırakan
ve tırnağıyla acılı
memleketimizin kabuğunu kazıyan
bilinmedik o tanrıya altın getiren
o gizli tuzda ve güherçilede boğulmuş,
ey kumlu limanlar.

Antofagasta, senin uzak sesin
açılıyor o kristalsi ışıkta
ve doluyor çuvallara ve silolara,
ve dağıtılıyor o kısır sabahta
gemilerin yönüne doğru.

Kurumuş gül ağacı, İquiqe,
senin beyaz tırabzanların arasında, çölün
ve denizin ay ışığının yıkadığı
çam duvarların boyunca,
orada aktı halkımın kanı,
orada öldürüldü gerçek, umut
çözündü kanlı iliklere,
gömüldü cürüm kumun altına,
ve mesafe boğdu ölümün hırıltısını.

Hayalete benzeyen Tocopilla, dağların altında,
iğnelerle dolu çıplaklığın altında
dolduruyor güherçile kuru karını
söndürmeden kararlılığının ışığını
ya da ölümün keseklerde sarstığı
o karanlık elin kaygısını.

İnsan sevdasının eziyet görmüş
suyunu kovan çaresiz kıyılar,
saklanmış senin kireç beyazı kıyılarında
utancın en muhteşem metali gibi.
Senin limanlarına indi o gömülmüş insan
görmek için satılmış caddelerin ışığını,
o ağır yüreği hafifletmek için,
unutmak için kum ovalarını ve belâları.
Geçip giderken, kimsin o halde sen, kim
geçip gidiyor altın gözlerinden, kim izliyor seni
o parlayan camlarda? İniyorsun aşağıya ve gülüyorsun,
değerini biçiyorsun ağaçtaki sessizliğin,
dokunuyorsun camların ışıltısız ayına
ve başka bir şey yok: gözetim altında kalıyor insan
et yiyen gölgeler ve demir çubuklar tarafından,
uzanıyor yayılarak hastanesinde, uyuyarak
barutun kör ışıltısında.

Alnıma yaprakların yağmurunu
deviren Güney’in limanları:
iğnelerle dolu kaynağından
acılarımın üstüne yalnızlığın yağdığı
kışın acı çam ağaçları.
Puerto Saavedra, buza kesmiş İmperial’ın
sahilleri: o kumlanmış
ırmak ağızları, kimsenin taçlarını sallamadığı
ve fırtınayla kırbaçlanmış portakal ağaçları gibi
yukarı yükselen martıların
o buz gibi şikayet çığlığı,
şefkatime doğru yolunu yitirmiş şirinler,
o yabanıl denizde paramparça olmuş
ve yalnızlıkların üstüne püskürtülmüş.

Sonrasında kar vardı yolumda,
ve boğaz boyunca uyuyan evlerde
Punta Arenas boyunca, Puerto Natales’te,
o uluyan fırtınanın mavi yayılışında,
o hızla esen, o dizginsiz,
yeryüzü üzerindeki nihai gecede gördüm
dayanmış kalası, yaktım lambaları
zalim rüzgârın altında, indirdim ellerimi
o çıplak Antarktik ilkbaharda
ve öptüm en son çiçeklerin soğuk tozunu.


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 11:29 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.