![]() |
Aşktı Biriken
Sevdiğim özlemin sevda tütüyor Hasret kokuyor sensizlikte ki sızısım Hüsranlı yüreğim Kahroluyor ahında teslimiyeti özlemin Kar gibi, ayaz gibi, boran gibi Tipi tipi Ahh! Seni özlediğimi bilmekteyim Yenilecek sevgi dünyam Yenilecek biriken sen Yok olmaktayım Söyle bana sevda söyle bana Neyleyim Seni sevmek seraptı değil mi Uzak oluşundu benden Bedenden uzak Suskun vahalar dile gelirken Biriken elzemdi sana dokunan Biriken aşktı Aşktı biriken 11/09/2006 Sevgili Özbek |
Atamcan
Versem selamımı alır mıydınız Der miydiniz geçerken Madem yolun düşmüş buralara Buyur gel, geç otur Nasılsın halin keyfin Yorgun musun Sunar mıydınız İnce belli güz kemerli bardaktan Demli bir çay bir akide şeker Ve de gümüş tabağından ekim kokan Bir demet türkü memleket havasından Çoğu gitti azı kaldı be atamcan Varmışım sonlarına alın yazımın Çözmüşüm şifresini çizgilerinde Bir varmış bir yokmuş anlamından Tütsülü bir ton daha yaklaşmışım Geçmiş değerleri geleceğe taşıyan o Belleklerde kalan boz hatıraların Ve sizinde eşlik edeceğiniz Bülbül nağmesi nazım sohbetlerine 17/10/2006 Sevgili Özbek |
Avrupa'da Türk Olmak (yazı)
Gurbet gurbet dedik beniz sarardı Hangi sebeplerden umut arardı Ömür geçip gider niyet karardı Körelmiş zihinden uyan vatandaş (Rahatlık insanı geliştirmiyor, zorluklardır insanı geliştiren) Yaşadığım bir haftanın özetiyle, tekrardan birlikteyiz. 14 mart 2008 « Hüznünde İsyanı Deftere Yazdım » kitabımı posta aracılığı ile aldım. Ve ertesi gün, yani 15 mart Cumartesi, yaşadığım yerde kitaplarımı tanıtmak için yola koyuldum. 24 yıl oturduğum yer Metz. Sadece Türklerin bulunduğu kahvelere giriyorum. Adına kahve demek yanlış olur; erkekhane, evet sadece bayların bulunduğu bir mekân. Herkes küme küme masa başında. Kimilerinin önünde rakı bardakları, kimileri okey oynuyor, kimileride bomboş öylece karşı karşıya oturuyorlar. İlk izlenimleri gözlerimde, sanki masa başında kaybolmuş, bir başka dünyadan gelmişler gibi, bomboş bakışlar, hayat ve gurbetin kahrı çökmüş soluk benizleri ve kendi iç dünyalarının görünümüyle yoksul insancıklar. İnsancıklar diyorum çünkü, bu insanların çoğunluğu siyasi amaçlarla gelmişlerdi güya buralara. Kitaplarımı veriyorum; ilk eserlerim diyorum, bakmak ister misiniz? Ki bu insanların çoğunluğunu da geçmişten siyasi olarak tanıyorum.. Kitabımı alıp bakıyorlar. İlk söyledikleri yine o fakir görüntüleri gibi “ben okuyamam ki” oluyor. Kimileri beni tanıdıkları için alacağını söylüyor; kimileri, kitabı geri uzatırken, donmuş gibi yüzüme bakarak, sanki benim onları gördüğüm gibi, onlarda beni bir kadın olarak bu kahvelere nasıl girebiliyorum dercesine, anlamsızca yüzüme bakıyorlar. Bir kaçı akıl edebiliyor, kitabını imzalar mısın diye. (Konu kesinlikle kitabım değildir, sadece kitabım aracı olmuştur bu vatandaşlarımızın gerçek yüzlerini bir kez daha görmeme.) Daha sonra, erkek mekânından çıkıyor, bir türk marketine giriyorum. Kadınlar var, ellerinde sıgara, çocuklar salıverilmiş. (market ev gibi kullanılıyor aynı zamanda.) televizyonun karşısında ve önlerinde çay. Merhabalaşıyoruz. Ki gene geçmişten tanıdıklarım. Ve ben yine onlara kitabımı uzatıyorum, alıp bakıyorlar ve yine ilk duyduğum; “ya ben kitap okumayı sevmiyorum, okuyamıyorum ki! Ben de diyorum ki, benim şiirlerimle okuyarak başlarsınız okumaya. Vaktimiz mi var ki deniliyor, sonra şiirden miirden ne anlarız biz diye gülüşüyorlar. Üzülüyorum! Bir zamanlar, haklarını savunduğum bu kadınlarımız, okumak ve öğrenmekten neden bu kadar uzaklar? Televizyon karşısında bilmem hangi diziyi izliyorlar. Ve 10 veya 15 yıl önce bıraktığım bu kadınlar, zihniyet olarak neden hâlâ aynı yerlerinde sayıyorlar? Aklıma sorular takılıyor, nedir insan olmak? Nedir yaşamak? Biz kimiz ve neyiz? Nedir bizleri bu hallere sokan? Ve en önemlisi, nedir Avrupa’da Türk olmak? 30 yıl önce gelmiş bu vatandaşlarımız, sanki Türklüklerinide unutmuş gibiler.Ve bu vatandaşlarımızın çoğunluğunun Türkiye’ye gelişlerinde ki havalarınıda biliyorum. Bunca zaman içerisinde tanıdığım bu insanların, bilinçsizce çökmelerinin sebebini bir tek amaç uğruna yaşayışlarından dolayı olduğu kanısına varıyorum. Ve aklıma ilk şu dizeler geliyor; insanın gelişmesini gerçekten, rahatlık engelliyor. İnsanı geliştiren yaşadığı yer ve koşulların dayattığı zorluklardır. Madem ki düşünmeyen halimizden şikayet etmiyoruz, hiç bir şeyden şikayet etmiyelim o zaman. Benzimizin soluk haliyle, devam edelim mutsuz yaşantımıza, gurbetçi insan kardeşlerim. Sevgili Özbek |
Avrupa ve Türkiye
Memleketim, Sen, yıllar önce bıraktığım acılarımsın Hicran-ı gurbette özlediğimsin Sen memleketimsin Sen, fakirlik nispetlerinden değil Onmaz dilinden ihanetlerin Yüreğimde kanayan yitirilerimsin Vuslat-ı hasretim yürek üstünde Sevgili’nin sevgilisi memleketimsin Bir kaç gün önce emekli bir öğretmenimizin Almanya ve Hollanda ziyeretlerinden sonra yazdıkları yazısını okurken, uzun yıllardır Fransa’da yaşayan vatandaş olarak, fikirlerimi paylaşmak istedim sizlerle. Öğretmenimiz, bizde ne eksik onlarda ne fazla? Türkiye’miz geri mi kalmış, gibi sorulara değinmişler. Bakın, gerçekler dışardan görüldüğü gibi değildir, hani Avrupa’lılar çok rahat yaşıyorlar falan diyorlar ya. Ne bir Avrupalı bir türk gibi olur, ne de bir türk bir avrupalı gibi. Kültür farklılığı her yerde kendini belli eder. Ülkelerin farklılıklarının olmaması anormal olur. Her ülkenin kendine özgü kültürüyle alt yapısı vardır ve bu alt yapısıyla yaşayışını devam ettirir. Bu dünyanın her yerinde aynıdır. Türkiye geri mi kalmış? Geri kalmışlık diye bir şey var mı? Her ülkenin kendine özgü, bizim geri dediğimiz geçmişi vardır. Dünyanın her yerinde, her ülke belli bir süreçte belli bir süreç yaşamış ve diyer bir sürece geçmiştir. Tarihte, toplumların gelişmesine baktığımızda bunları pekâla görürüz. Her yeni gelişen yenilik, geride bıraktığı yaşayışın ilerisidir. Avrupa da bu yaşayışlardan geçmiş, ve alt yapısını oturtarak yaşam standartlarını düzenli götürmektedir. Bu onların çok ilerici olduklarını kanıtlamaz. Avrupa’nın tek güzel yanı temel eğitimi esastır. Ve bizim güzel gördüğümüz sistemini anasının koynundan alar gibi almamıştır. Asıl bakmamız gereken mesele bana göre, Avrupa yaşam standartlarının ne gibi faydaları vardır? Burdan esinlenerek şöyle diyorum. Millet olarak biz neler yapıyoruz ülkemiz için? Ülkemizin kalkınması için, devlet olarak neler yapıyoruz? Öz kültürümüzün ana temellerini korumak için, neler yapıyoruz? Tatile geldiğim dönemlerde üzülerek görüyorum insanlarımızın ve ülkemizin durumunu. Bir kere biz, üreten değil, tüketen milletiz. Proje diye bir bilgimiz yok, olsunda nasıl olursa olsun kavramı hakim,, kendi ceplerimiz dolsun mantığı hakim ki bu, özellikle devlet memurlarının sisteminde var ve her şeyi devletten bekliyoruz. Okumayı sevmeyen milletiz. 'aman okuyupta ögretmen mi olacağız' mantığı hakim. Üniversiteli gençlerimiz varlıkla yoksulluk içerisinde kendi kaderlerine bırakılmış. Vergimizi vermemek için her türlü hilekârlığı yaparız. (Oysa avrupada bunu hiç bir şekilde yapamaz vatandaş) . Tüketen toplum olduğumuz için, Türkiye’mizdeki güzellikleri görmez, Avrupaya özeniriz. Kendimize, ülkemiz için nasıl faydalı olabilirim diye sormayız. Aynı topraklar üzerinde yaşayan insanlar olarak, güya vatan sevgisi, Allah sevgisi diye biribirimizi yeriz. Yıllardır Türkiye’de savaş oluyor, bunun bedelini ve ülkemize verdiği zararları hiç düşündük mü? Fransa ‘da çok sayıda ulus yaşıyor, ben bir türk olarak, vatandaşlarla aynı haklardan faydalanmaktayım yasal olarak. Çalışanlar da çalışmayanlarda her hakka sahiptir. Diğer bir şey, Avrupada tamir edilmesi gereken yerler, belediyeler tarafından hemen onarılır. Bu Türkiye’mizde farklıdır. Yasalar ne kadar sert baksada, devlet elemanları ve milletimiz es geçiyor. Sonra, kendimizi geliştirmediğimiz gibi, çoçuklarımızada kötü örnek oluyoruz; çevremizi kirleterek, yediklerimizi yerlere atarak, yerlere tükürerek v.s. Vallahi ben Ankarada bakamaz oluyordum insanlara. Her 5 kisiden 4 ü tükürüyordu. Bir sebebi vardır diye düşünmüştüm. Kısacası, hiç bir şey içte ki yaşayışla dışardan görüldüğü gibi değildir. Her ne kadar Avrupa’yı gelişmişte görsek, kendi içinde sorunları vardır. Ama onlar bizim ülkemizde ki gibi her şeyi abartarak medyaya konu etmezler. Diyeri, Avrupa topluluğuna katılmayı düşünmek yerine, diyorum ki; her şeye kendimizden başlayalım. Okuma alışkanlığı, var olan sorunları konuşarak çözebilmeyi, gerçekler nelerdir diyerek araştırmayı, kendimizi geliştirmeyi, kendimize has özelliklerimizle, kendi kokumuz ve kendi renklerimizle var olmak için, çaba harcamayı görev bilerek, yeni kuşaklara sevgi ve barışı aşılayarak v.s. diye başlayalım işe. İnanıyorum ki gelişen her birey, önce ailesine; sonra çevresine ve çevrede, çevresine faydalı olarak, ülkemizin yaşayışına ve gelişmesine katkıda bulunacaktır. Çünkü beyinler değişmediği sürece yasalar sakat kalır. Unutmayalım cehalet gelişmenin düşmanıdır. Türkiye’miz son zamanlarda en zor sürecini yaşamaktadır. Allah yardımcısı olsun! 21/02/2008 Sevgili Özbek |
Baba
Hayat telaşından bakmak biz bize Yok olan günlerin kederi dize Dizmeden hüzünü karası göze Yazıldı akına süzüldük baba Geçen hazirandı, güneşli Kars havasının ardından, çayları yudumlarken, sohbet ediyorduk seninle. Bana şiir okumanı istemiştim ve sen, aşık Şenlik’ten dörtlükler okumaya başlamıştın. Ben kamaraya almıştım seni. Okuduğun şiir, baba ile oğul ilişkisini anlatıyordu hatırladın mı? Konusuna hepimiz gülüşmüştük. Sonra ana emeği mi çok baba emeği mi, diye tartışmıştık. Biz hepimiz, ana’nın emeği daha çok derken, sen tek başına bunun doğru olmadığını söylemiştin. Babalar, orda burda ekmek parası için didinir demiştin, rızkın hangi zorluklarda kazanıldığını anlatmıştın. Ah, ananız olsaydı da, benimle bu kadar eylenmezdiniz diye yakınmıştın.Artık benden iş geçti ay gızım demiştin. Tam on bir ay oluyor bunları konuşup tartışalı baba, zaman ne çabuk tükeniyor, acılar ne çabuk ulaşıyor bizlere. Hiç bir şeyin yokken, hasta olduğun haberini alıyorum ve senin, eliesger türkünü hatırlıyorum. Hani diyor ya *sındı gol ganadım yanıma tüştü* Benimkisi de öyle bir şey, çaresizim baba; teknolojinin bu kadar yoğun bir anında bile, hemen gelemiyorum yanına. Ah babam, bilsen Sevgili kızının bahtsızlığını. Artık hiç bir şeye niyet etmiyecem, annemi de görememiştim çünkü? Evet baba, sana bir şiirimde, on beş veya yirmi yıl yeter mi bizi mutlu kılmaya? Kaçırdığımız o ayrık günleri yakalamaya yeter mi demiştim? Tam da kanatlarımı almaya başladığım bir anda, sen hasta oluyorsun. Olur mu bu baba? Bana yapılır mı bu? Sen ki, hiç doctor yüzü görmemiş, eski sağlam babalardandın, sen ki hastalık denen merete meydan okurdun. Ama şimdi, hasta yatağında seni ziyaret etmek için geliyorum. Yok baba, anlaşmamız bozulur eğer hasta olmaya devam edersen. Olur ya belki yatakta, gözlerini kapatıp ayrılık şarkısını dinlerken, o buğdayları çuvallarla kuyuya boşalttığımız günleri; ya da, sen samanı mereğin bacasından doldururken, ben bir karış boyumla taramaya çalıştğım anları; ya da o tepelerce buğdaylarımızın çalınmaması için gece nöbette yatarken saydığımız yıldızları; ya da değirmen taşının arpayı iyi öğütüp öğütmediğini; ya da alabalıkları birer birer yakalayıp fırlattığın günleri hayal ediyorsundur. Ah Meyti gağa, sırası mıydı şimdi hasta olmanın, sırası mıydı masallar aleminden hayaller kurmanın. Ama buna da razıyım baba, yeter ki bekle beni. En kısa zamanda geliyorum. Gurbet yollarından gün tükenmeden gelip ellerini öperken, hayallere kaldığımız yerden devam edelim olur mu? Görüşmek üzere baba, bekle beni lütfen.Bekle. 23/04/2007 Sevgili Özbek Sevgili Özbek |
Başlayabilmek
Bir şeyler anlatmak, Anlatabilmek, Sonbahar yelleri gibi eserek.. Alıp götürebilmek, Sararmış yaprakları. Bırakabilmek bir yerlere Kümelenmiş kara bulutları. Savurabilmek, Köhnemiş karanlıkları Uçsuz bucaksız Derinliklerine mavilerin. Unutabilmek dünleri; Sıyrılabilmek, Cevizin kurumuş kabuğundan, Yeni oluşmuş çekirdek gibi. Kucaklayabilmek bir şeyleri. Yağabilmek lapa lapa, Yeşil sahalara, bembeyaz karlar misali. Anlatabilmek, Dağları ve yaylaları Serebilmek gözler önüne Bütün güzellikleri Açıl susam açıl misali. Çözebilmek Hayatın labirent'lerini, Ve başlayabilmek Yeniliklerle yaşama.! ! ! Sevgili Özbek |
Baharın Hasreti Şimdi
Yakamozlar kavminin demli gecesi Uzaklardan gelen ilahî lütuf Hisli yıldızlarımın paylaştığı sevgi gözem Ol memleketim de Paşamsın Seni sevmenin sevinci Geçmişin karanlığından gün aydınlığına Gönül saraylarımın kapısını açan Kavgamın gülüşünde sıcak merhabam Baharla gizemin yarpız kokusundan Kekik özlemine yanan unutulmuş sinem de Aromatik dünyamsın Azizim Şiirin perçinleştiği mürekkep anatomisinden Platonik aşkın hece sarhoşluğuna Tüsey papatyalarının ezgisine müsavi Efendi olgusu, dostluk olgusu Bir yudum mutluluğumda ebedî sevdam Düşlerine sığındığım ağamsın Seni sımsıcak İklim teli kıvırcık saçlarına dokunmadan Baharın hasreti şimdi leylâ’ya döndü Kerem buyur, gene de sen bahar kal yüreğim Seni göz yaşlarımda seveyim Ham bir mayısa yazılmasın adımız Hüsnüyusuf cemalim Sana ulaşamazsada hallerinden bu deli kız Sen bahar Mevsiminde gene de nisan kal Çileli mart ayından Nem değmesin kirpiklerine Yıkılırım ben yoksa kahrolurum 03/04/2007 Sevgili Özbek Sevgili Özbek |
Bayram
Bayrama bir kaç gün kala Ağrısı asıldı boynuma Harman harman sızısı oyy Ağdı inceden bağrıma Bir bayram daha geçiyor sensiz Yıldız çiziyorum yollarına Uzak tozlar kuşanıyorum İntizar akıyor dillerime Ülkem susuzluğunda dudaklarım Tuz kayalarını işgal ediyor Kütlesine biber sürüyor kanayan ve Çağrışan kadehinde seni içiyor Ama yoksun, yokk Kilometrelerce uzaklardasın Geçmişten kalan sevdama dair Yâdımın son duraklarındasın Ellerim tutmaz kollarım sarmaz Depremdir gözlerim Ah bir tek sen olsan neyse Ana yok, baba yok, kardeş yok Evlat yok Yok işte yok Of yine burkuldu sevinçlerim Giydi günü aziz, erteledi özlemi Sarıldı hasretine doya doya ağladı Bıraktı vuslatını umutlar sandalına Oya oya çağladı Susmadı incesinden Yine dünden dem aldı Nice bayramlara diye diye Hele bayramlara Bayramınız kutu olsun 21/10/2006 Sevgili Özbek |
Bedbaht Kent Düşlerinin Yeri
Evet, *GÜLCE*Yeni bir nazım şekli olup; dünya şiiri ile Türk şiirinin harmanlanarak; eski şiirimizle yeni şiirimizin bir yürek potasında birleştirilek, sayın Mustafa Ceylan hocamız tarafından ortaya atılan nazım şekillerinden birisidir ve Japon' Haiku' şiiriyle bizim 'mani' türümüzün bir noktada buluşturulmasından oluşmaktadır. Ve bizlerin faydalanması için sayfalarına astığı bu emekten dolayı; kendilerine şükran ve sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Hatırladın mı geçen Taşırıyordum Telvesini kanımın Sayrı tortusu Nispeten sıcak tenin Dudaklarıydı Duygularımın Yalvarışlarındaydım Senin varlığın Kuşkulara damlayan Panzehirimdi Ey başımda ki Hakan, sevecen ölüm Tutsağın oldum Zira senin yurdunda Firak ve hüzün Yoktur ebediyeten Gecende ki aşk Bedbaht kent düşlerinin Baki yeridir Öpüşlerinde Hücrelerinde ki tuz Gözlerinde ki 31/08/2006 Gülce.. Sevgili Özbek |
Bedbaht Kentin Düşleri
Karanlığında Bir başıma odamın Duvarlarına Korkuluk çiziyorum Çiviliyorum Ötesinde ki beni Çıplak özlemim Şehrimin tuvalinden pusulasız an Esrik zaman talaşı Küflü günlerin Hicran törpüsündedir Ey gecemin hor Ahval yalnızlıkları Sarsmayın beni Gözlerim ölümün ak Gerdanında ki Bezginlik kolyesidir Zira birazdan Seksen ayar nöbeti İntiharlarda Çığlıklara baş tutar Asude kalır Bedbaht kentin düşleri. 27/08/2006 Gülce.... Sevgili Özbek |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 08:46 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.