![]() |
INSAN
İnsan kuş kanadında gelen yazı. İnsan arı su, insan ak süt. İnsan yemyeşil uzanan bahçe. İnsan kum, insan çakıl taşı. İnsan yiğit, insan dost, insan sevdalı. İnsan kancık, insan ödlek, insan hergele. İnsan kocaman, dağ gibi. İnsan parmak kadar, küçücük. İnsan alın teri, insan lokma, insan kan. İnsan solucan, insan sülük. İnsan kuş kanadında gelen yazı. İnsan gül fidanında yanan konca. İnsan umutların kapısı. |
ISTANBUL..
Orda, adamı düşündüren denizler vardır - ışıltılı ve berrak -, şurda gemiler durmuş, kimbilir, zincirleri ne ağırdır. Sarayburnu, Kızkulesi, Haydarpaşa... Bak işte Köprü, Böyle ayak altında bütün gün. İşte yollar gıcır gıcır, İşte Sultanahmet Meydanı şu gördüğün Nihayet, ilerde deniz, Mis gibi balık kokar. Daha sonra Adalar Ve hep çam ağaçları. Oranın mehtabı tatlı olurmuş, Öyle derler, Rüyadaymış gibi yaşar insan. Galiba böyle görülür İstanbul Bir kartpostal önünde durup İştahla bakarsan. |
SEN BENSİZ ORDA
Kim anlatacak sana akşamları, dışarıda nasıl geçti günüm, Cağaloğlu pazarında nasıl atlatılıyorum, kimlere rastladım yolda, neler konuştum, kim anlatacak sana? Arada bir kim tutup sıkacak o minik pembe burnunu senin, o bembeyaz çileli saçlarını kim okşayacak *******i? Kim şakalaşacak seninle sabah kahvaltısında, seni kim ağlatacak şiir okurken? Hele bir süre daha bensiz baksın dursun acı aydınlık yüzün orda karanlıklara. |
SENİ ARIYORUM ..
Hasretim sana Tam üç koca kış geçti aradan, koskocaman üç asır. Önca Aydın, Muğla, Balıkesir. Önce bizim yiyemediğimiz bal gibi üzüm, incir. Önce bizim yemeğimize girmeyen bal gibi zeytinyağı. Sonra gene bir sıra dağ. Sonra Konya ovası, Adana. Sonra hiçbir vakit gülmemiş olan Orta Anadolu toprağı. Bilmem, tanır mısın yanında olsam, taş gibi sertleşti yüzüm, bıyıklarım uzadı. Hasretim sana. Ilık bir su, bir demet gül ve bir lambanın ışığnı arar gibi arıyorum seni. Bazen yüreğim kabarıyor, sanki yüzünü bir daha hiç görmeyecekmişim. Bir anda dünyadan çekilip, bir nada yoksun kalmak düşünmekten, geldiği yollardan insanın bir daha geçememesi. Elimin hiç dokunamaması eline. Taze yaprak kokusu dolar genzime birdenbire. Bakarım birdenbire karşımda başaklar insan boyu. Ayağımın altında toprak boyanır çağla rengine. Birdenbire çıkıyorum yalnızlıktan, giriyorum birdenbire beraberliğe. |
YALNIZ
Bir taş üstüne oturup dağlara baktım. Üzerine güneş vurmuş dağların. Nedense birden, bakıp bakıp dağlara, türkü söylemek geldi içimden. Ama ne bir dost var yanımda dinleyecek, ne bir yolcu, ne bir düşman. Hem pek acıklı olur benim türküm, böyle bir ağlayıp bir güldüğüm zaman. |
Tekmil haklar alınır.
Tekmil hürriyetler kısılır. Tekmil köşe başları, tekmil kapılar tutulur. Gökyüzü tıkılır dört duvar içine. Bütün bunlara karşı, dümdüz, apaydınlık kalır seni bana getiren yol. |
BİR GİZE UYANIŞ
Beyninde dolaşan sorulara Yanıt Kalbinde çarpan aşklara Kanıt Değilse yaşadıkların Hükmü tarihtir artık Kanla yazacakların UYANIŞ I Biliyorum Üzerimde yükselen bu gökyüzü Asırlardır bulutu ve yağmuru Bağrında taşıyan bu gökyüzü Sabırsız Biliyorum Üzerinde dolaşıtığım bu yeryüzü Beni bağrına basacak olan bu toprak Sessiz ve telaşsız yürüyüşümden Rahatsız Yer ve gök Hava ve toprak Nicedir bir insan kılığında yaşayan Emsalsiz kayğısızlığıma Misli görülmemiş bir ceza Biçecek Kendimi Gece ile gündüzün bitiştiği çizgiden Gece ile gündüzün ayrıştığı çizgiye Mahkum edişim -umarım sanmıştım- Yanılsamaydı Şimdi apaçık bilinen günahım Bütün mazeretlerimi unuttum Zehrini emerek beslendiğim yalnızlıklar Güneşten sakınarak gizlediğim gövdem adına Bir yalın hakikat olarak Yeniden doğuyorum sabır taşından Aşklar ve acılar ağırlasın beni Umutlar ve düşler Döktüm gizimi Tarihim kalmadı Geri döndüm ve seçtim Bu serüvende ben de varım Yazgıma razıyım Yatağını şaşıran ırmaktım belki Gölgesini yitiren gezgin olmadım II -Kuyuya atılan bir taşın Geri dönmeyecek yankısını bekleyerek Harcanan ömür Irmağın ve rüzğarın yabancısı Dağların tedirginidir Ki ancak Vadilerin ezberlenmiş kıvrımlarında Ve asırlık sukunetlerde teselli bulur- Dağların Irmakların sırrına eriştim Sustum ve rüzğarın dilini öğrendim Yanıtı gizlenmiş sorular sorandım hep -Varolmak var kılmaksa eğer Neden kanla sulanıyor toprak- Neden diyordum Neden Neden Lanetlendim bu yüzden Münkir sayıldım Acılar ve çığlıklar çekti beni Kanın izini sürdüm Bir Karmat Dai'sinin Şahmaran zehriyle efsunladığı yüreğime Geceyi ve zulmü boğacak Ateşten ve sudan Bir gövde yarattım Ve artık Çeliği eriten direncim Aşkı yeşerten inancımla Tanınmak isterim Çünkü ben Gözbebeklerimdeki karanlığı yıkadım Avuçlarımdaki çakıl taşlarına Birer birer Yeryüzünün bütün lanetlilerine Nöker bildiklerime pay ettim Tükenen sabrım Dinen öfkemle Yaşamak ve yaşatmak hakkı için Haykırdım Erdem isyanda saklıdır Erdem isyanda saklıdır III Yoksul ve yoksun bırakılan da bendim Bu yüzden lanetlenen de Çünkü konuşmamak koşuluyla dilime Görmemek kaydıyla gözlerime bağışlanmıştım Çünkü sağduyumun ve sessizliğimin emrine uyup Buyuranından başka dost Görevimden başka iş edinmediğim için Yaşamakla ödüllendirilmiştim Acının hüznün ve yanlızlığın Rengine boyanmış dört mevsimi Kum tanelerinin telaşıyla yaşıyordum Boynumda imal tarihim ve seri numaram Elimde güneşten yararlanma iznim Cebimde metal çadırlara manyetik kahırlara Piramit desenli Giriş-çıkış kartlarımla Kentin dokusuna uygun düşmeyeceğim Semtlerden uzak durarak Suratıma her bakanın Normal bir antropoz olduğumdan kuşku duymayacağı Sıradan sönük bir bakışı ısrarla taşıyarak Bir sukunet halinde yaşıyordum Yasakları çiğnemeden Dengemi bozmayıp sıramı aksatmadan Mazi hal ve istikbalde Sukute davet makamlarla Daralmış mekanlara resmedilecek gövdemi Talimatlar eşliğinde Tatbikat alanlarına taşıyordum Zamanın Parçalanan bünye Dağılıp savrulan organlar İnsanlığın Çöküşe doğru kasri meyil devinimi Kendine son arayan bir hikaye Olduğuna şaşıyordum İstilacı yanıtlardan müzdarip Tahripkar beynimle Yürekte sıkışan aşklar adına Betonların örtemediği topraktan Ve saçlarımı tarayan rüzgardan Aldığım cesaretle Nerede insan orada isyan çığlığıyla Hükmedeni hükümsüz kılacak Sorular çoğaltıyordum -Bu beden ve bu ömür kime zimmetli Kim için ve neden yaşamalıyım Lutüf diye dayatılan bu zulmü- IV Gezgin oldum bir zaman Çıplak ayak elde asa Durdu duracak bir yürekle Yollara vurdum kendimi Dünyaya sırtımı dönüp Araladım gecenin zifiri karanlığına açılan kapıyı Yıldızları gözledim Rüzgarı dinledim Issızlığa gömülmüş ayışığıyla söyleştim Son kez baktığım ceylanın Gözlerinden şavkıyan lanetin Hakettiğim günah olduğunu bilerek Gölgemi dağlarda Sesimi çağlayanlarda bıraktım Her gece kendi okumla yaralanan yüreğime Melhem olsun diye Bulutlardan günışığı dilendim Kuluk sıfatını haketmek için Sırat belleyip Yere serdim insanlığımı Sürdüm azap diyarlarına kendimi Kölelere karıştım Kendimle yarıştım Cefa çektim Sefil oldum Yargıç ben suçlu ben Bir sırdaş gibi sarılıp hicrana Gönüllü sürgün oldum Ruhumu arındıracak nehir Gövdemi gizleyecek bir şehir aradım Hıçkırıklarımı çığlığa dönüştürecek Sur diplerinde biriken ahaliyi umursamayıp Suratıma kapanan kapıların sırrını anlamadan Tapınaklar aradım Putlar İkonolar Ayinler Beynimde uğuldayan karanlık sözler Sırtımda kabaran kırbaç izleriyle Bir sığınak bulmak için harcadığım ömrümü Mahşerin gizi sandığım Vebalimle teselli ederdim Zaman tükendi Sura üflendi nefes Yay gerildi Hevesle donandı ok Ricat hallerim müstesna Tepeden tırnağa isyan menzilindeyim V Işığa yabancı Renklere düşmandım Varlığımdan tereddüt eder Ruhumdan hicap duyardım Bana kuçak açan bu dünyaya Kapardım da gözlerimi Kabirde çürüyecek bedenime Lamekan cennetler bulabilmek için Dara durur Çile çekerdim Aah... Benim takatsiz bahtım Aah... Mecalsiz kalbim Sığındığım bütün tekkelerden Edindiğim sabır taşları Mürşid bildiğim şehlerden Kuşandığım karanlık ayetler Ne tesselli oldu Azap dolu ömrüme Ne sızılarımı dindirdi Perde düştü Gün vurdu Kendimden bile sakladığım Kabuk bağlamış yaralarım Yeniden soyuldu |
HÜZÜN
YANKI I Silemediğim bir sırrı tarihin Avuçlarımda bir damla civa Anı ve yankı olarak kaldı bende II Anıların yankılanmayacağı Sığınaklar aradım Issızlıklar Unutuluş Göç ettiğim her mekana Geç ulaştım Tüten ocaklar İzi belli çadır yerleri Kurtulamadığım aynı döngü Biriken ürperti Cahhıraş çığlıklar III Bütün sırlarımı Görünmez bir mürekkeple Boynumdaki hamaylıya yazdım Sanki yalnızca dilsizler Bir sırrı saklarmış gibi Dilimin ucunda biriken ürpertiyi kestim Kül bastım yarama Ve yeniden bir göçe dönüştüm IV Bana çöl sessizliğinin dilini Sabrın alfabesini öğreten Rüzgar tanrıçası Boynumda koparıp hamaylımı Kırık bir ok olarak veda etti V Gözlerinden dokunamıyorum sana Göçmen kuşlar uçuyor gözlerinde Gözlerinde ayrılıklar yankılanıyor Ayrılık hüznü Hüzün aşkı örtüyor VI Giden birinin ardından Kırık bır ok atılmaz Direndin Vakit doldu ey kalbim VII Aah... |
YAKARIŞ
Çağlar boyunca acıya ve sevince Şahitlik eden bu nehir Enki'nin bereketiyle döllediği Dicle Bana bir yankı olsun diye Destanımı sunsun diye kendi dilince Adının yazıldığı bütün tapınaklara kurbanlar adadım İnkara gelinmez atalarıma layık olabilmek için Dağlara mecbur ayaklarımla Söz yorgunu dillerimle geldim sana Diz çöküp günlerce yakardım Sordum ve bekledim Sen ki Yeşertensin çoğaltansın çöle can katansın Koruyansın saklayansın Tarihsin Tarihim kadar eskisin Yoksayılmam Marduk'un da reddi değil mi Ma'yı vebale İştar'ı günaha koymak reva mı Boğulmasın sesim duy Zerdüşt'e Yezdan'a ulaştır çığlığımı Emeği berhava nasibi kıtlardan eyleme Al beni eriştir sırrına bahtlı kıl Mazi sende biriksin Sende yunsun gölgesi köleliğin Bedele razı göreve hazırım Yetsin sukutuna esir olduğum Ölme beni Zincire vur çekicini Zulme vur |
ZAMAN
Akışı olmayan bir göl sanıp Her sabah serin dokunuşlarına uyandığım Z a m a n Sana dur demeyeceğim Parça parça değiştirdin Yollara Yılara böldün beni Seni sesleniyorum E e y z a m a n Belleğimde biriken anıları Tarihle kirletmeyeceğim Gövdemde Paslı hançerlerin açtığı yaralarla Beni bu yolayrımına bıraktın diye Yüreğime sapladığın dikenden Kanımı emerek Sahte bir cennet yarattın diye Hançeremi yırtan çığlığa sarılarak Ölmeyeceğim |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 07:16 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.