![]() |
BİR BARIŞ ŞARKISI
Dedenin başka dedelerden çaldığıo çiçekli California' nın portakal ağaçları altındadüşlemiştin belki bir zamanlarbaşkanı olmayı ulusunun,onurlu bir yurttaş olmayı ya da.Dedenin dedesi İtalya' danbir düş yüzünden kaçmıştı belki,bir ev, bir yuva ve yeni umutlar kurmuştuyeni bir ülkede, Kuzey Amerika' da. (Varsayım olabilir bunlar,ama sayfalarını okumaya çalışıyorum tarihinin,düşlerin gerçekleşmeyecek,o ülke mezarını kazdı çünküportakal ağaçlarının çok uzaklarında.) Bilmiyordun belki denerede olduğunu Vietnam' ın,şimdi her öldüğün yerin,yarıda kalmış çocukluğun orada yitirdisağduyu adına ne varsa,-bilmiyorum neden, sen de bilmiyorsun-orada sarıldın sahici bir silaha,gölgelerle, ağaçlarla savaşıyorsun,yollar, kayalar, taşlar ve rüzgarve tüten dumanı kendi ateşininve senin olmayan bir ormanın sessizliği,su, sıcak, yağmur ve kurşunlar,kendi getirdiğin kurşunlar senin karşında şimdi. Olamaz sanmıştın bütün bunlar,düş görmüyordun oysa,içinde bir şeyler kırılmıştıbir şeyler kırmıştı dallarını dedenin diktiği portakal ağaçlarının,orada olmak isterdin, uzaklarda,bir barış şarkısının gölgesinde,ama o şarkı kesildi şimdi,gelip yıktılar evlerini, yuvalarını, yeni umutlarınıVietnam adı verilen ülkenin,bu adı hiç duymamıştın belkiseni yolladıkları o acı güne kadardostlarında birlikte, hiç bir şey söylemeden,açıklamadan nedenlerini;yolladığın o topraklardasın yineölüyorsun, ölüyorsun, her gün ölüyorsunkendi getirdiğin silahların altında. |
KARDA AYAK İZLERİ VAR Karda ayak izleri var Vurulup düştükleri yere kadar Yüzleri tanınmayacak bir halde Öldüğü yerde kalmış cesetleri Onlar için hatıra yok Saat durmuş Onlar için değil Yıldızlar ve bu gece Onlar için değil gelen güneş Artık onların yok Uzak şehirlerde Sevdikleri Artık hepsi bitti Açlık, susuzluk ve kin Ne matara ne ekmek torbası lâzım Ne silâh Elbise ve düşen şapka da lüzumsuz Artık üşümezler ki En güzel ocak ateşleri Artık ısıtamaz ellerini İsimlerini en yakın tanıdık Söylese işitmezler Kurt mu, dost mu, düşman mı? Bilmeyecekler baş uçlarına geleni Artık ne tren, ne gemi Onları getiremez bir daha |
MUHAREBE GÖRMÜŞ BİR ADAM ANLATIYOR Muharebede ne ölüm korkusu gelir İnsanın aklına Ne, evi barkı düşünürsün Gezin üst kenarın ortasından Arpacığın tepesinden Beğendiğin yerini seçersin hedefin Tetiği elin titremeden çekersin Artık karşındaki sana benzemez O da küçük bir dükkân işletir memleketinde O da karısını sever Onun da senin gibi Küçük bir çocuğu var Aklına bile gelmez Artık senin yaşaman için Onun ölmesi lâzımdır. |
ASKER Uykusuz ******* bunlar
dağ başlarında, nöbette. Uzakta, çok uzakta, tek tük ışıklarını seçtiğin şehir sokaklarında kısık sesle şarkılar söylediğin. |
TİBERİUS’UN BÜSTÜ 1.
Selamlıyorum seni, iki bin yıl sonra. Sen de bir fahişe ile yaşadın. Çok şey birleştiriyor bizi. Ve kentin dışı da senin: alarmlar, soğuk kapı girişlerindeki uyuşturucu çeteleri, yıkıntılar, arabalar. Ben sıradan bir gezgin, boş galerideki tozlu büstünü selamlıyorum senin. Ah, Tiberius, sen otuzunda bile değilsin burada. Yüzünün gücü kaslarının dinginliğinde yatıyor onların toplamının geleceğinden daha çok.Yontucunun yaşamı boyunca biçtiği baş geleceğin gücünün temelini oluşturuyor. Aşağıda uzanan herşey – Roma : hukukçular, döküntü mahalleler ve Romalı askerler, ayrıca binlerce bebek senin kaba cinsine şapırdatıyor dudaklarını – bir zevk dişi bir kurda yaraşan, Romus ve Romulus’u emziren. (Aynı dudaklar! dilin kıvrımlarında şaşkın ve şefkâtle mırıldanan.) Sonuç: bir büst, vücudun yaşamında beynin bağımsızlığının ve imparatorluğun sembolü. Boyadığın kendi portren beyninin kıvrımları oldu, ana kıvrımları. 2. Otuzunda bile değilsin. Sendeki hiç bir şey an’ı kalıcı kılamaz. Nesnelerin karşısında kendini durdurmak isteyen sabit bakışın kadar az: ne bir yüz ne de klasik bir manzarada. Ah, Tiberius! İzin ver Suetonius ve Tacitus senin kan dökücülüğünün nedenleri üzerine konuşsun! Nedenler yoktur, yalnız sonuçlar. Ve insanlar sonuçlara katlanır. Özellikle karanlık hücrelerde, orada, herkes suçunu kabul eder – bir çocuğun günah çıkarışı kadar monoton işkence altında. En güzel alınyazısı gerçeğin hiçbir parçasına ortak olmamaktır. Fakat bu, kimseyi onurlandırmaz. Çarları bile. Sen kendi çöplüğünde, derin bir düşünceden bile daha çok, şaşırtılamayacak kadar bilgilisin. Belki de yalnız kanalıcılık değildir nesnenin alınyazısını hızlandıran? Basit bir vücudun özgürce düşüşü boşlukta? Orada insan düşüş anına yakalanır hep. 3. Ocak. Bulutlar kış kentinin üzerinde toplanmış bir mermer parçası gibi. Tiber nehri gerçekten kaçışta. Fıskiyeler kimsenin bakmadığı yöne fışkırıyor – ne parmakların arasından ne de kısık gözlerle görülebilen. Bir başka zaman! Ve kızgın kurdu kulaklarından tutarak durdurmak olanaksız artık. Ah, Tiberius! Biz kimiz seni mahkûm edecek? Sen bir canavardın, duygusuz bir canavar. Fakat işte bu canavar – kurban değildi hiç – doğanın kendi benzerini yaratması gibi. Daha da önemlisi – seçeceksek – bir deli tarafından değil de, şeytanın yavrusu tarafından yokedilmek. Senin henüz otuz yaşını doldurmamış ikibin yıllık taş yüzün doğal bir tahrip makinasına benziyor, acıların kölesi, düşüncenin ateşli ruhu ya da başka şeylere değil. Seni savunmak tüm efsanelere karşı, bir ağacı yapraklarına – onların ilişkisiz açık hışırtılı çoğunluğuna – karşı savunmak demek. 4. Boş bir galeri. Öğle sonrası. Güneş batmakta, pencere kış aydınlığıyla örtülü. Sokağın alarmı. Odanın yapısına hiç tepki göstermeyen bir büst… Beni işitmediğini düşünmek olanaksız! Ben de kaçtım başıma gelenlerden sonra yıkıntılar ve seraplarla dolu bir ada’ya dönüştüm. Bir lambanın yardımıyla doğradım profilimi. Söylediklerim ise, benim tarafımdan söylenen değer taşımayan şeylerdir – sonradan değil, şimdi. Bu tarihin hızının ifadesi değil mi? Sonuçlar ah ne başarılı deneyler, nedenlerden önce gelmek için? Ve boşluk, ayrıca – ciddi bir şekilde oyalanmak için bir güvence değil. Pişmanlık? Alın yazısında çalkalanım yaratmak? Yeni bir kart açmak? Fakat değer mi? Senin tarihçinin sana çarptığı kadar, sert, radyoaktivite bize çarpacak. Kim kalacak arkamızda küfredecek bize? Bir yıldız? Ay? Yanlış kromozom karışımlarıyla, sarkık gövdesiyle şeytanımsı o korkunç dev böcek? Belki? Fakat o, çarparsa içimizdeki sert bir şeye şaşırır mutlak bir parça son verir delişine. “Büst” – diyor o, yıkıntıların ve kasılmış kasların dili – “büst, büst.” |
GAZİ
Gövdesi çelik, yüzü çocuksu yiğitlik ve sevinç doluydu aç kurtlar gibi saldıran düşmanı öldürmek için yola koyuldu. Altı azizler gibi parladı askerde alçakgönüllü her yana koştu birinci atıldı savaşa sonuncu bıraktı. Arkadaşları yaydı ününü dört yana dağlar, ovalar hep onu alkışladı. Karanlık ve korku diyarında yıllarca bir hayvan gibi yaşayan bir kahraman şimdi bir insan paçavrası, Yüzü sapsarı saçları omuzlarında baktım sanki bir zafer anıtı. Çakılıp kalmış yolun ortasında sağ eli koltuk değneğine dayalı. İncil' den barış ve sevgi üstüne bir söylev dinliyordu sırıtarak el yerine ceketinin boş kolunu sallayarak. |
YENİ ER
Savaş çıkmıştı Orduya aldılar onu Tüfek verdiler Mermi verdiler Süngü verdiler Bomba verdiler Gaz maskesi verdiler Tanımadığı adını bilmediği Bütün gereçleri verdiler Dağ başında gözcüydü o Aşağıda ırmak sanki bir gelin- Sanki bir kuş - yeryüzünde akan bir kuş Orman koyu yeşil - yeşil - açık yeşil Sanki bilgeler arası çağsal toplantı Ki mavi söylencelere benzemektedir Yarısı görünen göl İşte başaklar sallana sallana Sürezi yenilemekte evrensel bir devinim Hepsi bir severlik içinde sessiz Ötelere ulaşmaktadırlar kendi varlıklarından Baktı yeni er üstüne başına mırıldandı: Peki niye Bunca güzelliklere karşı Böylesine çirkin giyinmek |
SAVAŞTA ÖLENLER Her yer tıklım tıklım ölü Acı boğacak beni boğacak beni Otlar yalnızlıktan kupkuru Ama suçlu ben değilim ben değilim Katillerle bir olmadım olmayacağım da Özgür kalacağım işte böyle bir başıma Ve insanoğluna bundan sonra da Ne ölüm dokuncak ne dirim. |
HARP ÇOCUĞU Devran değişti çocuğum! Son savaşta oldu bu kötü işler: Kiminin göğsü kabardı, kudurdu: Çoğunun gözü doldu. Devran değişti çocuğum! Baba, batan bir gemide öldü: Bir esir kampında kardeşleri, Anasını zaten bilmiyordu. Devran değişti çocuğum! Ekmek kokulu sevgi nerde? Masal dünyamız bu mu? İki gözü iki çeşme. |
SAVAŞA HAYIR Halk, dört duvar cenderede, Düşünür mü özgürlüğü, karın zil Gözlerinde güvercin kanadı, Uzatır düşsü duyargalarını; Kendi kendilerini görürler. Işıklanıverir yollar bir gün: Birden, yıkılır kara duvarlar. Her varlık yerini alır, Çalışan bilekler isteyince: Hele de sevi dolu yürekler, Barış yazılır gökyüzüne; Barış içinde olmalı evren. Doğmak da, ölmek de, dostlukla. Var olmanın soylu yasası: Barış, Sevi. Barış, Sevi. Barış... |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:57 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.