www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Edebiyat (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=268)
-   -   Osman Demircan (https://www.cakal.net/showthread.php?t=144015)

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:17 PM

Etek ve Pantolon24

Bu aslında onun hayatındaki en önemli detaylardan biri değildi.Sonuçta sevdikleri ve sevmedikleri hayatından bir şekilde çekip gitmişti.Herkes morgda veya musalla taşında bir şekilde yalnızlığa gömülürdü. Neşterin altında bazen kanlar yalnızlığa da akardı.Ama ona koyan her ölüm gibi bu ölümün de biraz erken olmasıydı.Ortaçağın gizemli ve küçük bu şehri Emel'e hep güzel başlangıçları hatırlatmıştı.Hani küçükken gördüğü rüyalarında Trabzon'dan havalanan bir uçağa biner, hiç doğmamış abisi onu Zürih flüghafen'da karşılar, beraber şehre gider, hiç tanımadığı sokakları arşınlar, Limmat'ın serin sularına kendilerini bırakırlardı.Bu rüyayı gördüğü zaman sabah onun için mutlu başlangıç olurdu. Belki de Yuri burda onun hiç doğmadığı abisi rolündeydi ama onu hiç flüghafen'da karşılamamıştı.Birden Yuri'nin vasiyetini hatırladı.Kremaforyum'a bıraktığı kırk beş kiloluk Yuri'den topu topu iki kilo bile gelmeyen iki kavonoz külü aldı ve ona söz verdiği gibi Rote Fabrik'in dubalı iskelesinden çok sevdiği elma şarabıyla birlikte küllerini Zürih See'ye bıraktı.Uzakta martıların ve banliyö vapurlarının çığlıkları yankılanıyordu sadece.
_Tanrım, hep hüzün hep hüzün hep hüzün..
Acaba yine taşınma vakti mi gelmişti.Rüya aklına geldi ve bu rüyanın tamamlanması gerektiğini düşündü, çocukluğunun mutlu sabahları adına. Kanzheim Schule'deki alternatif dayanışma gecesine katıldı hemen o günün akşamında.Bilindiği üzre Emel bir mudavim değil alternatifti zaten. O gece yeni bir arkadaşın ailesi için yapılan etkinlik vardı ve toplanacak para için Emel'in bin beş yüz iki bin arası balon şişirip bunları yarınki bit pazarı gününde satması gerekiyordu.Eğer bunlar olmasaydı Emel'in hayatında tam bir tipik Türken Arbeiter sendromu yaşanacaktı.Diğer Avrupalı Türkler gibi tüm hayatı Türkiye'de yaptıracağı katları düşünmekle geçecekti.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:17 PM

Etek ve Pantolon25

Üstüne üstüne gelen yalnızlık mı yoksa kalabalıklar mıydı bilemiyordu Emel.Yeni bir düş kurup üstüne son fırça darbelerini en büyük eserinde yapan bir ressam olmalıydı belki veya bir roman yazmalıydı bütün yaşadıklarını kağıda döküp gözyaşlarını kalemin ucundan akıtmalıydı. Sonra dünyadan elini eteğini çekip gitmeliydi.Ama artık hayalleri ona yetmiyordu, menapoz öncesi bu dönem önce çocuklarını ondan uzaklaştırmış; birini elinden almış, şimdi ise sıra sanki düşlerine gelmişti.Her yeni yenilgi ona bu bağlamda cümle kurma fırsatı vermiyordu.Hayat bir polis olmuş ya onu mahkum ettiriyordu yada ağızını tıkıyordu.Oysa Emel ağızına ne geldiyse haykırmak istiyordu. Açıkçası Zürih onun üretkenliğine engel olmaya başlamıştı.
Yaz güneşi yavaş yavaş Zürih See'nin sularını buharlaştırmaya başlamış öğleden sonra yağmurları şehri yıkamaya çoktan koyulmuştu. Emel'in tek avuntusu her gece Kanzheil Schule' deki etkinlik *******i ve bir aidsli Macar'la ilgilenmesiydi.Sanırım bu Macar da yaşamayacaktı ve ilk defa hayatında çok değer vermediği birini kaybedecekti. Oltayı denize atsa çektiği ayakkabı veya karpuz kabuğu olurdu. İstanbul Boğazı'nda bir olsaydı zokasına Sait Faik Abasıyanık gelirdi kesin.Yani bütün bunlar sonuç olarak onun yaşamak istedikleri değildi.
Bugün her gün yaptığından farklı olarak şehrin yeni yakasındaki hakim tepeden birine kurulu Limmat kenarındaki kilise kubbelerinin en iyi göründüğü yer olan kaleye çıkarak kendine intihar süsü verdi. Burası Zürih'in, hüznünü ona en iyi anlattığı yerdi. Buraya bu mevsimde ilk gelmesiydi.Biraz Güzelce Hisarı andırıyordu.Yanından geçen Göksü deresi ve eski köPage Rankingüsüyle işte Güzelce Hisar bir yanında Anadolu Hisarı bir yanında Limmat. Ne gereği vardı İstanbul'u düşünmenin şimdi. Acılarının, hayallerinin, düşlerinin büyük ama o kadar da küçük şehrini aklından geçirmenin ne gereği vardı. Bütün bunları düşünürken sırılsıklam olduğunu çok geç fark etti gözyaşlarının arasında.İhtiyar bekçi yanına yaklaşıp ' Kapatıyoruz madam.' dediği ana kadar ıslanmaya devam etti.Sanki sabah yatağından kan ter içinde uyanmıştı.
Korkunç rüyalar görmüşçesine yorgunluktan bitaptı.
_Allah'ım ben bu yalnızlığımla senin çok mu hoşuna gidiyorum? Beni benden başkası mı sandın?
Bu gecede Alternatif Kafe'de bir şiir dinletisi vardı.Ermeni Kasabiyan ve arkadaşları yine Türklere atıp tutacaklardı.Soykırımmış, acılarmış, sefaletmiş... 'Sloganlar hakikatleri yutar.' demiş olsa otur yerine faşist Türk diyeceklerdi.Rote Fabrik'te sınır yoktu ama kafede Ermeni yine Ermeni Türk ise Türk'tü.Daha nereye kadar sorunun cevabı burada başlıyordu.Taşınmalıydı yine.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:17 PM

Etek ve Pantolon26

Taşınmak fikri her zaman Emel için yeni bir şey değildi.Bu şehirde kalma nedenlerinden birçoğunu yitirmişti zaten.Bir an önce aydınlıklara çıkmasına bir sis perdesine benzeyen geçmişi engel olsa da hayatındaki u dönüşleri değil miydi onu hayata bağlayan.Yeniden başlaması gerektiğini ona öğreten her yenilgisi, bu temmuz sıkıntısında düşlerini tamamlama ferahlığı katıyordu Emel'in bir ressam gibi can çekişlerine ve son noktayı koyma arzusu uyandırıyordı fırça darbeleriyle ruhunun sanatçı karelerine.Acılar yüzenden arada sırada karaladığı sağa sola attığı kağıt parçacıkları dünyaya ataçlarla iliştirilmiş Emelce haykırışlardı aslında.Onları toparlayıp kendi sözel tarihini yazmaya karar verdi Emel.Bir gün Tannenrauch Strasse'daki bir eski dostuna bu konuyu açmak için uğramaya karar verdi.Bu arkadaşı İsviçreli burjuvazi bir anneden gelme aslında alternatif sayılabilecek tarzda orta yaşlarda bir yazar ve sosyologdu.Politeknik'te ders veren arada sırada bir iki kitap çıkaran kedileriyle evli uzun beyaz saçlı deli dolu bir İsviçreliydi.Meier akşamın bu vakti Emel'i bahçe kapısında karşıladı. Beraber uzun bahçe patikasından akasya ağaçlarının ve konuşan kavak ağaçlarının gölgelerinin altından süzüle süzüle iki katlı on dokuzuncu yüzyıldan kalma gri duvarları hiç de Hıristiyanvari olmayan heykelciklerle bezeli sevimsiz taş bloktan ibaret evin kapısından içeri girdiler.İlk katta geniş bir salon dip köşesinde uzun zamandan beri kullanılmadığı anlaşılan bir şömine üstünde boyaları artık seçilemez olmuş eski bir resim her haliyle sigara dumanıyla badanalanmış uçuk sarı safran rengi duvar, sevimsiz sevimsiz bakışlarını Emel'e dikmiş sandalyeler biraz sonra üstüne oturulduğunda acıdan bağıracaklarmış hissi veriyorlardı.
_Evimi nasıl buldun Emel, yanlış hatırlamıyorsam evime ilk kez geliyorsun.
_Çok etkileyici buldum Meier.Bu arada kedilerin nerde?
_Bu kat benim üst kat kedilerimin.Garip bir şey ya aşağıya misafirim geldiğinde inmezler.
_Çok ilginç.Buraya senden yardım istemeye geldiğimi biliyorsun. Aslında daha şimdiden yardım etmeye başladın bile.Bu evde yaşayıp da bir şey yazmamak herhalde bu eve ihanet olurdu.O kadar sevimsiz o kadar kasvetli ki burası insan bir çok şeye özlem duyarak kaleme kağıda sarılır ister istemez evinde.Zaten insan niçin yazar? Ya aşktan, ya esaretten ya da özlemden dolayı değil mi? Neden daha önce buraya gelmediğime kızıyorum şimdi.Senden tavsiye ve önsöz isteyecektim.Şimdi sadece önsöz istiyorum.
_Memnuniyetle.Yazacağın roman ne ile ilgili? Ben nasıl yardımcı olabilirim? Bu arada kahve içer misin Emel? Ocakta biraz olacaktı.
Tahta döşemenin iç gıdıklayan sesi yavaş yavaş uzaklaştı salondan. Şimdi sadece bardak sesleri duyuluyordu.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:17 PM

Etek ve Pantolon27

Meier içeriye geldiğinde odada kaşık sesinden başka ses duyulmadı.Kahveler içildikten sonra:
_ Dur şu çekmede bir yazım olacaktı şimdi aklıma geldi.
_Önsöz olur mu peki Meier?
_Niçin olmasın.Az bekle alıp geleyim.
Çekmeceye doğru yönelirken Meier; Emel fincanı sehpanın üzerine koyup beklemeye başladı.Çok zaman geçmeden Meier elinde kağıtlarla Emel'in yanına geldi ve ona kağıtları uzatıp okumasını istedi.Emel okumaya başladı:
-Sevgili! Hatırlar mısın lise yıllarında boş derslerde sos oynardık.Sen oradaki 'O' harfisin, elimde iki tane 'S' olsa da sensiz anlamı yok.
Sen benim hayatımın filmisin, diğer herkes reklam arası.-
Çok hoş bir yazıydı.Emel romana bu sözlerle başlayabilirdi.
_Teşekkür ederim Meier.
_Rica ederim lafı mı olur.Senin başarılı olmanı isterim.İnsan ne düşünüyorsa odur. Sen roman yazmayı düşünerek yazarlığa adım attın zaten.
_Seninle gurur duyuyorum dost.
_Ben de seninle Emel.
_Peki niçin roman yazmayı düşünüyorsun?
_Trenle adam arasındaki farkı anlayamazdı öküz.Ben öküze uçmayı öğretecek değilim.Tabi ki bundan ötürü roman yazmayacağım.Dürüst olmak gerekirse ilgi görmek için de değil.Çünkü artık ilgi gördüğümde kusasım geliyor.
_Anladım dost kahveyi tazeleyeyim mi?
_Yok sağol dost.
Her acı farklıydı.Evlat acısı, aşk acısı, ölüm acısı...Emel, acı ağacının bütün meyvelerinden tatmıştı.Şimdi o ağaçta salıncak yapıp salınmak istiyordu.Kimsenin ilgisini de çekmek istemiyordu.Çünkü nerde bir bakış varsa orda bir ağlayış vardı.Sırf bu yüzden kimsenin gözüne girmek istemiyordu.Sadece acı ağacının gövdesinden bir roman kitabı çıkarmak istiyordu.İşte o roman Emel'i göklere ulaştıran bir salıncak olacaktı.
_Emel kahveyi beğendin mi?
_Evet Meier, eline sağlık
_Bu içtiğin Türk kahvesiydi biliyor musun?
_Biliyorum dost.Acıların ve mutluluğun ırkı yoktur.Bu kahve bir Ermeni kafesinde Türk zevkinin tadını bıraktı bende.
_Hala ben net cevabı alamadım Emel.Romanı niçin yazacaksın?
_Kendini sözcüklerin büyülü dünyasında peri kızına benzeten bir kadının şiirsel tükenişini anlatacağım.
_Peki bu romanı nerde yazacaksın Emel.
_Meier canım dostum ben artık İsviçre'den taşınmak istiyorum. Türkiye dünyada yer edineceğim en uygun zemindir.Oraya gideceğim.
_Hangi şehrini düşünüyorsun?
Bu sorudan sonra Emel durgunlaştı.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:17 PM

Etek ve Pantolon28

Neden sonra Emel kendine geldi.
_Bunu çok düşündüm dost; Ankara'ya gitmeye karar verdim.
_Seni özleyeceğim sevgili Türk
_Sağol
Meier Emel'i kapıya kadar uğurladı.Dışarda şehrin sokakları güne ıslak girmişti. Geceden başlayan yağmur yorgun damlalarını, ağır aksak yere bırakıyordu.Emel düşünceli adımlarla ve yalnız evinin yolunu tuttu. Kapıyı açıp duvarlarla göz göze geldiğinde bakışları Boğaz'ın ışıklarına benzemişti. Ayrılık sinyali veriyordu gözlerinin feri.Türkiye tutuyordu her soluğund****oltuğa uzandığında aklına Ankara geldi.'Şüphesiz oraya gittiğimde beni şehrin halı döşenmiş kapılarında karşılamayacaklardı. Ama o şehrin aşk anahtarı bendeydi ve aşk çoğu kapıyı açardı.' diye düşündü Emel.
Bir zamanlar birçok arkadaşı tutuklanmıştı bu şehirde.Bazıları sırra kadem basmıştı.Hele bir arkadaşı vardı onu hiç unutamıyordu.Jilet yedirmişlerdi ona.Boğazı ve midesi parçalanmış, kan kusmuştu.Türkiye insanına kan kustururdu.Bazen bir kahraman çıkardı yaşam reçetesi verirdi halka. Böyle yaşamazsan ölürsün derdi.
Yine de bu ülkeyi severdi.Çünkü Emel ' ya sev ya terket' sloganıyla değil gerçek sevgiyle ülkesini severdi.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:18 PM

Etek ve Pantolon29

Ölü şehir Ankara, Emel'e ne verebilirdi; ona ne yaşatabilirdi?
Ankara ile ilgili bu ara en çok dikkatini çeken bir internet sitesi olmuştu.'www.alımsatım.com' da bir vatandaş açık artırmayla babasını satmıştı.Satımlar da sınır tanınmayacağı haberi duyulunca sıra anasına gelir diyerek bu Ankara menşeili siteye herkes üye olmuştu.
Bir zamanlar vatanı satanların mekanı olarak görülen Ankara bu ara rakip tanımam, dünyayı bile satarım düşüncesinin başkenti olmuştu.
Emel şaşkındı.Demek ki dünyada en çok sapık vardı.Bardaktan boşalırcasına herkes sırılsıklam sapıktı.Ve emel çok yorgundu.
Çankaya'da yaşayan bir teyzesi vardı.Altmış yaşlarındaki bu kadın eski bir bürokratın eşiydi.Kocasını kaybettikten sonra kuyumcu dükkanı açmış daha çok değerli taşların alım satımıyla ilgilenmişti.Emel'i çok severdi.Şimdi Emel'in kendisine geleceğini duysa kim bilir ne çok sevinirdi.
Emel Zürih'teki son hazırlıklarını yapmış teyzesi Melahat'ı aramıştı.
_Teyze ben Emel nasılsın? Seni çok özledim ve artık ayrılmamak üzere yanına geliyorum.
_Ah kuzum, kızım! Geç bile kaldın.Gel! bir bastona el olalım; birbirimize dayanak olalım.
_Sağol teyze.Pazar günü ordayım.
_Beni çok mutlu ettin.Seni yüreğimi yollara sererek bekleyeceğim.
Pazar uçağıyla erkenden Türkiye semalarına doğru yol aldı.Tüy kadar hafifti. Kuşlar kadar mutlu.Geride kalan İsviçre yol haritasında bir nokta kadardı. Artık iki düzlemde giden hayatı odaklandığı Ankara'da son bulacaktı. Yazacağı romanda kendine bir yer bulacaktı.Dünyaya sığacaktı.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:18 PM

Etek ve Pantolon3

Emel okulda dejenere bir kızdı.Sınıfta yalnızca Süheyla adında arkadaşı onunla anlaşabilirdi.Okulu zar zor bitiren Emel, İstanbul'a çalışmaya gitmiş bir iş adamıyla evlenmişti.Bir seyahat acentasında çalışmaya da başlamıştı.
Yalnız Çaykara'da çocukluk arkadaşı Ahmet'i unutamıyordu.Çoban olan Ahmet zor şartlara dirayetliydi.Sorumluluk alabilecek yüreklilikteydi.Doğal şartlar içinde çelikleşmiş bir bedeni vardı.Esmerdi.Bronz heykele benzer yapısı vardı.Ahmet dağ suları kadar serin, kartal kadar karizmatikti.O ruh ve beden örgüsüyle tam bir erkekti.
Emel onun yanında kendini güvende hissederdi.Beraber çayırlarda oynaşır öpüşür sevişirlerdi.Yıldızlı *******de Samanyolu'na bakar kendilerine armağan ettiği hayat için Allah'a şükrederlerdi.
Sonra ne olduysa Emel kara çalı gibi topraklarından koptu.
Tutunamadı Çaykara'ya.
Okumak için gittiğinde bir daha Ahmet'i aramadı sormadı.
Artık İstanbul'daydı.Kocasıyla beraber Ortaköy'ün Kuruçeşme'ye bakan sahilinde butik otele giderlerdi.Bir gece butik otelin asansöründe Süheyla'ya rastladı.Lobiye geçtiklerinde Emel, kocasını odaya gönderdi.
-Nasılsın Süheyla seni görmek ne hoş
-Sağol Emel, seni görmek de güzel ne yapıyorsun.
-Ben evlendim.Eşim zengin ama dost olmayan mekanlara benziyor.
-Aşksızım.
-Ben de öyle.Bu Müslüman memleketinde aşk yasak.Gel Yunanistan'a gidelim.İki hafta aşk yaşayalım var mısın?
-İyi de Süheyla Yunanistan'ı bilmem ki!
-Kos adasına gidelim.Harika bir yer.Doğal güzelliğin olduğu bir yer.
-Kos adası nerde?
-Bu ada Rodos ile Bodrum yarımadasının kuzey batı ucunda.
-Süheyla tamam.Zaten eşim de bir yerlere gitmek istiyordu.
Adaya geldiklerinde tepede zeytinlikler arasında pansiyona yerleşiyorlar.
Dışarda küçük lokantası ile özentisiz bir araya getirilmiş tabure ve bir iki tane kütükten yapılma masa üzerinde değirmen kandilli dört direk üzerinde bir çardak.Bakımsızlıktan çürümeye başlamış bir at arabası leşi servis masası hizmeti görmekte.Agop Usta şarapları her doldurduğunda at arabasının yağlanmamış tekerlekleri gıcırdadıyor insanın içi bir başka hoş oluyordu.
İki kadın o gece sabaha kadar oturup içtiler.Önlerinde koskaca iki hafta vardı.İstanbul ve Trabzon o kadar uzaktı ki arada sırada Bodrum'dan esen meltemin getirdiği belli belirsiz bir zeybek havası kulaklarına ulaşıyor ya da öyle zannediyorlardı.
Sabah olunca iki kadın sabahın serinliğinde sahile doğru tepelerden her iki tarafı makilik kaynayan patikalardan birini takip edip kumsala indiler.Suya ayaklarını değdirdiklerinde gecenin bütün ağırlığının suya akıp gittiğini gördüler.Artık gece deniz olmuştu ya da yakamozlu gece.
Bu yakamozların birisinden beyaz renkli ahşap çift direkli bir sundurması iki paraketesi olan yelkenli çıkıp geldi.
Üstünde Hristo adlı ellili yaşlarda esmer tenli, kolları denizci dövmeli saçlarının dipleri kırlaşmış bir denizci vardı.İki kadını teknesine davet etti.Emel'in kocası o sırada şarap küpünün dibini görmekle meşguldü.
İçkiden başını kaldıracak durumda değildi.Hristo Kaptan mavinin en mavi adaların en ucra koyların en bakir zümrütün en yeşil olduğu bir kumsala kadınları götürdü.
Önce biraz güneşlendiler.Sonra yüzdüler.Emel ile Hristo tekneye
dönerken Süheyla kumsalda kalmayı tercih etti.
Yüze yüze tekneye geldiklerinde Hristo havlusunu Emel'e uzattığı sırada
hızla kadını kollarına doğru çekip öpmeye başladı.Emel direnir önce
-Dur Süheyla görecek!
Aslında sesini kendisi bile duymuyordu.Kolu kanadı kırılmıştı.Bir volkan misali kendini ateşten nehrin akışına bıraktı ve nehir denize ulaştığında
ikisi de kaskatı kesilmişti.Dalgaların bu aşkı dövme zamanı gelmiştir artık.
'Az önce yaşananlar neydi diye sorar kendi kendine Emel'
Hristo çatlayan gür sesiyle aşk aşktır düzülmekse düzülmek.Bütün mesele bu.Oldu unutuver.
Emel, her medeniyette kadının aynı olduğunu düşündü.Döl torbası görülüyordu her yerde.Kocası ise döl torbasının suratına vurulduğu birçok erkekten biriydi.Sürekli mağdur yetiştiriyordu kadın erkek ilişkisi.
Akşam pansiyona döndüklerinde Emel kocasını bıraktığı gibi küpün dibinde sızmış buldu.Süheyla'ya dönerek
-İşte benim eserim de bu.
Dönüş vakti geldiğinde uçarcasına hiçbir şey olmamış gibi Hristo'yu, koyları, Kos'u arkalarında bırakıp İstanbul'a döndüler.İstanbul'da iki kadın
bir daha görüşmemek üzere ayrıldılar.
Bir öğle vakti yemek için işyerinden Ortaköy'deki küçük bir kafeye
gidip kendisine hafif bir şeyler ısmarladı. Burası daima sakin
emsallerinden daha ucuz iki katlı eskitme tahta yapılı küçük bir verandası, üste terası olan salaş ve dost atmosferli herkesin birbirini tanıdığı ama nezih olmayan elit olmayan alt sınıf insanların geldiği bir yerdi.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:18 PM

Etek ve Pantolon30

Birilerini suçlasa ne olacaktı? Belki kendini haklı çıkaracaktı? İyi de bu ne işine yarayacaktı.Emel üzerindeki kiri silemeyecek kadar yorgundu ve bütün hayat karelerinde oynamaya mecburdu.O da kendi senaryosunu yazacaktı ve orda yaşayamadıklarını yaşayacaktı.Bir türlü tadamadığı aşkı romanıyla tadacaktı. Yazacaklarını hızla yazmak istiyordu; çünkü hızla ölüyordu.
Eve geldiğinde Emel teyzesine sarılıp ağladı.Bir daha cenneti göremeyeceklerin haliyle yana yakıla ağladı. Kucaklaşmanın koklaşmanın ardından Melahat teyze Emel'e yemeğini hazırladı ve onun duştan çıkmasını sabırla bekledi.Emel duşta tenini yırtarcasına yıkandı.Sanki her yerini zift kaplamıştı ve tüm bedeninden ölüm arabaları geçmişti.Yıkınıp durulandığında anne yarısının yanında karnını doyurdu ve yorgun gözleri uykuya gömüldü.Huzur içinde teyzesinin yanında uykuya daldı.
Gece on sularında uyandığında üzerinde nevresim vardı.Gözleriyle teyzesini aradı.Evet yanındaydı ona sarılıp bir daha bir daha ağladı.
Durdukları salonun duvarları lila rengi, kanepeler bol minderli,yemek masası köşeye sıkışmış duvarlarla bitişik, pencereler ne tüllü ne de perdeli sadece panjurlu.Ortada küçük lila bir halı,duvarlarda tablolar ve sehpaların üzerinde renkli taşlar.
Melahat teyze lükse değil küçük terkiplere önem verirdi.Evi İstanbul'un gizli kalmış pasajları gibiydi.Ruhu zarif insanların mutlu olacağı bir yerdi.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:18 PM

Etek ve Pantolon31

Emel, Meşrutiyet Caddesi'den Kızılay'a doğru giderken elinde bir yığın kitapla taksi aradı.
_Taksi
_Buyur bayan
_Çankaya'ya lütfen...
_Hemen abla
Kapıyı açtığında bir sürprizle karşılaştı. Teyzesi ona yeni bir oda hazırlatmıştı.Emel bu odada çalışacak ve bu odada akan her mürekkeple romanına içini dökecekti.
Oda tam onun istediği gibiydi. Bordo renkte bir perde, papatya desenli halı, büyük bir yatak ve yanında armut koltuk, onun biraz sağında bilgisayar...Odanın boş bir köşesinde akvaryum, onun altında minderler, her tarafta küçük küçük aynalar, az ilerde kapının yanında büyük bir kitaplık.
_Melahat teyze bu yaptıklarının karşılığını nasıl ödeyeceğim.
_Yalnızlık o kadar kötü bir duygudur ki merdivende düşmanının ayak sesine bile razı olursun.Sen beni bu duygudan kurtardın. Nefesini her duyduğumda yüreğim ısınıyor. Daha ne isteyeyim.
_Teyze sen de bana anne sıcaklığı veriyorsun.Her yer huzur kokuyor; erkek kokmuyor.Artık ben savaşımı sadece kendimle vermek istiyorum.
_Ah kızım.Kocam öldüğünden beri bu eve hiçbir erkeği almadım. Yüreğim böyle bir şeyi kaldıramazdı.
_Biz bize yeteriz teyze.Romanı da beraber yazarız.
Beraber balkona çıktılar.Sonbahar yaprakları sağa sola savuruyordu. Sokakta insanlar işten çıkmanın verdiği yorgunlukla yavaş yavaş yürüyordu.İki kadın çaylarını içip Ankara'nın keyfini çıkarıyordu.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:18 PM

Etek ve Pantolon32

Melahat teyze çayını yudumlarken uzun süredir merak ettiği sorunun yanıtını almak istedi.
_Emel bir şey soracağım.
_Evet Melahat teyze sor.
_Kitabında başkahraman erkek mi olacak kadın mı?
_Tabi ki erkek.Biliyorsun kadınların ekseriyatı ahmaktır.Romanımın ahmaklığa kurban gitmesini istemem.
_Evet haklısın.Kadınlar dar kafalarıyla erkeklerin yatak odalarında sıkışıp kalmışlardır.Keşke dünyaya daha geniş bir açıdan bakabilselerdi.
_Bakmak için görmek lazım.Uyuyan güzeli bir erkeğin öpücüğü uyandırıyorsa ve o öpücükle dünyaya gözünü açıyorsa artık o kadının bakışından ne bekleyebilirsin ki.
_Emel sen de kadınsın ama.
_Kadınlığımın etek giymekten ve pantolonları zorlamaktan ibaret olmadığını biliyorum.Kadınlık bir yaşama biçimidir.Erkek sadece o yaşamın küçük bir parçasıdır.
İçerden cep telefonunun sesi duyuldu.Emel sohbeti yarıda keserek içeri gitti.Arayan Yalçın'dı.Evlenmeye karar vermişti.Gelip kızın ailesiyle görüşmesini istiyordu.Babasını da aramıştı. O kendisini kırmamıştı.
_Yalçın seni ben de kırtacak değilim.Yarın ilk uçakla ordayım.
_Sağol anne.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:18 PM

Etek ve Pantolon33

Yeraltı sularının yeryünde kaynaması gibi Emel'in kanı kaynıyordu.Uzun zamandır Yalçın'la ve kocasıyla görüşmemişti.Üstelik geniş bir günde gülmenin ve konuşmanın bol olduğu bir günde; oğlunu ve kocasını görecekti.
Kurtuluş'taki evlerine geldiğinde onu kocası kapıda karşıladı.İçeri girdiğinde önce bir bardak su içti ve ardından üzerini değiştirdi.Salonda kocası onu bekledi.
_Tekrar hoşgeldin Emel
_Hoşbulduk Nihat
_İyi görünüyorsun.
_Sen de öyle.İçkiyi bıraktın mı
_Allah'a inansam bırakacağım.Tanrısızlığımın bir sonucudur alkol.Bu dünyada sığınacağım tek yer içki şişesidir.
_Yani sence Tanrı yok mu?
_Yok tabi Emel.Olsaydı dünya böyle olur muydu? Açlık ve sefalet olur muydu? Bu kadar kötülüğe izin verir miydi?
_Yani kainatın bir zekası yok mu demek istiyorsun.Öyleyse sen, ben ve kainat bir zeka ürünü değil mi? Bunca kötülük, bunca açlık, savaş ve yıkım bir aptallığın ürünü mü? Öyleyse niçin bunlarda mantık arıyorsun? Eğer bir mantık ürünü olarak oluşuyorsa her şey, bütün bunları anlamaya kapasiten yeter mi? Ya da bütün rasyonal süreçleri görebiliyor musun? Kare kare her olayı izleyebiliyor musun?
_Emel dök bakalım eteğindeki taşları.Seninle baş edemem.
_Konuyu değiştirelim.Yalçın nerde?
_Müstakbel gelinimiz İnci ile alışverişe gittiler.Birazdan dönerler.
_Onlar gelene kadar çay demleyeyim.Gerçi sosyete çayı sevmez.Olsun İnci kızımız sonradan görme değilse, hoş görecektir.Bizimle oturup çay içecektir.
_Emel sen rahat ol.Ben spor haberlerine bakayım.
_Tamam Nihat
Emel mutfağa yöneldi.Nihat gazetesini eline aldı.Bir aile manzarası bütün evin duvarlarına yansıdı.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:18 PM

Etek ve Pantolon34

Yalçınla İnci kapıdan içeri girdiklerinde gurup vaktinin kızıllığı ve güzelliği kadar şiirsel Emel'in güzelliğiyle göz göze geldiler. Emel bir ressamın fırçasından çıkmış kadar ince elleriyle müstakbel gelinine sevgisini uzattı; onunla kucaklaştı.İnci daha çok bir orkideye benziyordu. Bembeyaz teni ve yemyeşil gözleriyle paha biçilmez bir kristal heykelden farksızdı.Yalçın ve babası bu güzel iki kadının buluşmasından oluşan renkli tablo karşısında şaşkın ve laldı.Emel duru sesiyle İnci'ye hoşgeldin dedikten sonra onu misafir odasına davet etti.
Yalçın'la İnci misafir odasına girdiklerinde bir sürprizle karşılaştılar. Emel onlara hoş bir yemek masa donatmış ve hazırladığı bu masanın ortasına ise çiçekçiden yeni alındığı taptaze lavanta çiçeklerini koymuştu. Evin her yanını lavanta kokularıyla doldurmuştu. Porselen yemek takımını sofraya özenle yerleştirmiş, yemeği fırından çıkarıp masanın yan ucuna koymuştu.İnci müstakbel kayınvalidesinin incelikleri duymuş ona mahçup olmamak için hazırlığını yapmıştı, alışverişte ona da bir inci gerdanlık almıştı.Yalçın'ın babası Nihat gür sesiyle:
_Baylar bayanlar herkes sofraya.
Yalçın babasının çağrısına hemen uydu.
_Tamam baba
_Evet İnci kızım sen yanıma gel. Erkekler bir tarafta otursun istersen. Seninle gel eteğimizdeki taşları dökelim, dertleşelim.
_Cici anneciğim ben de seninle konuşmak istiyorum. Bu kadar zahmete ne gerek vardı.Ankara'dan kalkıp bizi kırmadın geldin. Teşekkür ederim.
_Rica ederim kızım. Ben evliliği yürütecek bir insan değildim. Kocam Nihat ise beni taşıyacak kadar sırtı yere gelmeyen bir insan değildi.Biz yürütemedik umarım siz yürütürsünüz.Bir oğlumu kaybettim; ikincisi senin güzelliğinle hayat bulmuş; asıl teşekkür etmesi gereken benim.
_Yalçın'ın üstünde sadece kirli bir gömlek vardı.Zaten öyle değil midir, herkesin arasında gömlek farkı yok mudur? Ben sadece o kirli gömleği üzerinden attım.
_ Ah kızım Yalçın çok şanslıymış.Seni tanımış ve sadece bağrını sana açmış.
_Sağol cici anne.
Sonra bütün ev halkı yemeklerini yediler.Oturma odasına geçildiğinde İnci cici anne ve babasına hediyelerini verdi.
Emel ve Nihat hediyelere bakıp duygulandılar.Nihat kendisine takdim edilen bembeyaz kazağı görünce İnci'ye teşekkür etti.Emel inci gerdanlığı hemen taktı ve İnci'yle beraber çay hazırlamak için mutfağa geçtiler.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:18 PM

Etek ve Pantolon35

Emel, kız isteme günü için hazırlık yapmak istiyordu.Bunun için İnci'den ailesi hakkında bilgi almak istedi.Mutfakta konuyu İnci'ye açtı.
_İnci hem seni hem aileni mutlu etmek isterim.Müsade edersen ailen hakkında bilgi edinmek istiyorum.Onları ne kadar tanırsam, o kadar doğru hareket ederim.Bana onlar hakkında bir iz bir işaret ver.O izleri takip ederek kalplerine girmenin bir yolunu bulayım.
_Cici anneciğim! Ailemin senin dostluğunla hoşnut olacaklarını biliyorum. O kadar güzelsin ki sana karşı anca yanlış insan yanlış yapabilir. Ailem doğru olanı yapacaktır.
_İnci kızım. Onlara ne alayım? Nelerden hoşlanırlar?
_Anneme bir paket çikolata alırız; babama ise Türk kahvesi.Onlar bu hediyelere bayılacaklardır.
Bu konuşmaların ardından iki kadın salona geçtiler.Baba oğul erkek psikolojiyle kadınları görünce toparlandılar.Oturup hep beraber kahvelerini içtiler.Ertesi gün bütün hazırlıklar yapıldı.İnci önceden giderek ailesine haber verdi.Emel ve kocası sonra Yalçın Ataköy'deki kız evinin yolunu tuttular.Kapının zilini çaldıklarında onlara yeni bir kapı açıldı. İnci ve annesi onları içeri aldı.İnci'nin babası oturduğu yerden doğrularak misafirleri ağırladı.Kız isteme gibi bir olay olmadı.Sadece iki aile tanıştı.Gençler her şeye karar vermişti zaten.Büyüklere sadece büyük olmak düştü.Eve döndüklerinde Emel içinde intihar saklayan bir insan gibi eşiyle ve oğluyla göz göze gelmek istemedi. Varlığını fazla hissettirmeden ertesi gün Ankara'ya döndü.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:18 PM

Etek ve Pantolon36

Bundan sonra yalnızlıkları sadece akşamlarıyla sınırlıydı.Üstüne perde perde gelen Çankaya akşamları ve arkasından bir de türkü söyleyen uçsuz bucaksız Ankara bozkırı...Tezatlıklarına yeni bir tezat eklemişti. Altmış yıl önceki haliyle değil de şimdiki yavan, yavan olduğu kadar artık Anadoluluğundan sıyrılmış Batı ile Doğu arasında sıkışmış, hiçbir tanıma uymayan gereksiz bir şehir gibi geliyordu Emel'e Ankara. Burada nefes alması imkansızdı.Hani şu teyzesi de olmasa çoktan Ankara'da ölürdü.Teyzesi ona Keçiören'in bağlık bahçelik olduğu zamanları anlatırdı.Onları teyzesinden dinlemek Emel'de bir başkalık oluştururdu.Bu geçmiş özlemi onun yalancı arkadaşını oynardı.Emel'in kirli bir Ankara akşamında sevişeceği sevgilisi olmamıştı.Yine de ilk dayağını burda yemişti.İlk ayrılığını burası tattırmıştı ona.İlk hafıza kaybını yine bu şehir sunmuştu ona.Yeknesak sevgilerden bunaldığı bir günün akşamında şu anki kocası olan Nihat onu pis bir Sakarya birahanesine davet etmişti.Altıncı katta bir yerdi, tam öğrencilere göre bir yerdi.Su katılmış biraları ile oturduğunda içine çöküverdiğin sandalyeleri ile arada sırada kafaya değen sonradan balıkçı ağı olduğu anlaşılan pis örümcek ağlı aksesuarı ile zifiri duman bulutlu herkesin bir köşeye kustuğu pimpis bir yerdi.Emel'i buraya getiren kim olabilirdi ki? Tabi ki Emel'in kocası olabilirdi.Hayatının geçirmek istemediği bir saatini işte orada geçirdi.Sabahında onun kollarında olduğunu bilmese şimdi bile o birahaneye ve o bir saate gerek yoktu diyecekti.Zaten bir daha hiç gitmedi oraya.Nihat'la geçirilen koca dört yıl ve daha sonrası o işte ayrılık yalnızlık Ankara hakkındaki düşüncelerini belirledi.Okan'ın doğduğu sene Emel'i psikiyatri servisine yatırmışlardı.Hacettepe Üniversiresi'nin yedinci katında bir yerdi.Orada kaldığı altı ay boyunca hatırladığı tek şey *******i hastalar uyuyunca terasa çıkıp yaktığı ve hiç söndürmediği yirmi adet sigarası ile şizofren arkadaşı Esin'di.Dünyalar güzeli Esin. O hastahanede kaldığı sürece doktorlardan bile esirgediği iki sade cümlesini Emel'e söyleyivermişti.Bir daha ağzından bir kelime daha çıkmadı.Emel bir gün Esin'in yemek tepsisini bir hastanın kafasına nasıl geçirdiğine şahit olmuştu da sadece gülüp geçmişti.O gülümsemeyen yüz ve dingin sessizlik bir gece yarısı banyo askısında sona erdiğinde kaç gece dövündüğünü Ankara ona hiç hatırlatmayacaktı. Nesini sevseydi ki Ankara'nın.Yine karlı bir Ankara ayazında, eski dost kitebevinin arkasındaki apartman sağanlığında buz dolabına sarılıp uyumasını mı; yoksa Kurtuluş parkında sabaha karşı bekçiden yediği tekmeyi mi?

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:18 PM

Etek ve Pantolon37

Bir sabah uyandığınıldığında bütün özgürlükler bir belge gibi ellerde olsa, giyinilen her şey bir ömür insanların üstünde, yenilen yemekler bir ömür karınlarda kalsa, gökyüzü o deli mavisini yansıtsa hep, güneş gülücükler dağıtsa, *******i yıldızlar parlasa, ömür denilen o şey akıp da zamanı zorlamasa, mutluluk bankaları yanıbaşında herkesi sıraya koysa... Böyle imkansızların olduğu bir alemde Emel'in kendini iyi hissetmesi dahi hoştu. Halbuki neye yarardı amaçsız bir dünya, yalansız gözler olmadan nasıl anlardı insan iyiyi ve kötüyü çok değer vermenin bedelini, hayalsiz yaşanır mıydı, amaçlara ulaşmaktı gerçek mutluluk, kendini dolu hissederek yaşamalıydı, sevmenin tadını yaşayarak çıkarmalıydı insan.Herkesin İçinde bir ses vardı. Bazen bir çocuk ağlayışında bazen coşkun suların çağlayışında. Bir ses ki yürekten gelen, kalp kapakçıklarını zorlayan, gönüle sığmayan bir ses. Bu ses insanın içinde sevgiliye yazılan mektubun kalem gıcırtısıydı. Bir ses var herkesin içinde titrek ellerin uzantısında devrilen gül kurusu bitmiş sevdaların bülbül ağlayışıydı. Emel yeryüzü mezarlığında kaçacak bir yer bulamıyordu. Nereye gitse ölüm arabaları peşinden gediyordu. Emel sadece mutsuzdu bu yüzden romanı da kendiside olduğu yerde sayıp duruyordu. Elinden hiçbir şey gelmiyordu. İnsanın sadece geceleyin yıldızları seyretmesi yetmiyor. Onları sevmesi için bir sebebi olması gerekiyor. Nihat'la karşılaşmasaydı diyordu Emel'in dolu yüreği. Çünkü bir daha on dokuz yaşında olamayacaktı. Çünkü bir daha yıldızları izleyecek gücü kendinde bulamayacaktı Emel.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:18 PM

Etek ve Pantolon38

Emel sıradan bir beyne sahip değildi. Onun düşüneceği şeyler taksitler, alışverişler olamazdı. Yok evin kırasıymış, yok çocukların okul masrafıymış, yok mutfak masrafıymış gibi sıradan günlük işler Emel'in tarzı değildi. Hayat onu normalleştirmeye çalışırken, Emel hayatın kıyısında bir uçurum çiçeği olarak kalmaya devem edecekti. Emel sıradışı bir kadındı. Okuduğu birçok roman ve şiir ona yavan gelirdi. Emel algılarının gücüyle, içindeki sanatçı ruhuyla üniforma giyip marş söyleyecek biri değildi. Zaten anlam veremezdi, binlerce yıllık insanlık tarihinde sadece iki yüz otuz günün barış içerisinde geçmiş olmasına.Çünkü insan için kendi kusurlarıyla savaşması yeterdi. İnsanların başkalarının kusurlarıyla ilgilenmesine ve onlara savaş açmasına akıl erdiremezdi. Emel'in derdi aşk da değildi. O işi liseli gençlere bırakmıştı. Emel'in asıl derdi zekasının ve duygularının normalleşememe durumuydu. Çok resim yapmıştı çok şiir yazmıştı. Bunlar kartel şirketlerinin ön yargılı dünyasında kabul görmemişti. Zaten bir kadından ne şair ne yazar ne de peygamber çıkardı. Kadınlar şu dünyada anca aptallığa yarardı. Emel çok defa aptallıkla itham edilmemiş miydi? Çünkü o sıradan aşkların somut isteklerini yerine getirip bacak arasında içki sofrası kuracak kadınlardan değildi. Onun gönlünden geçen sadece bir ırmağın yatağında sırılsıklam olmaktı, bütün köPage Rankingüleri atmaktı. Ama hayatı boyunca karşısına normallikler çıkmış köPage Rankingüden geçmek zorunda kalmıştı.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:18 PM

Etek ve Pantolon39

Emel'de bir durgunluk vardı.Günlerdir yemeden içmeden kesilmişti. Romanı için yazdıkları ise çalışma masasının üzerinde darmadağın duruyordu.Teyzesi, Emel'in bu durgun halinden endişeleniyordu. Emel, odasından çıkıp; salonda kitap okuyan teyzesine hava almak için dışarı çıkacağını söyledi.Teyzesi Melahat Hanım, beraber çıkmayı teklif etti.Emel, bunu kabul etmedi; kapıyı çarpıp, çıkıp gitti. Sokağa çıktığında bir 'isimsizdi'. Bacakları tutmuyordu.Hayat üzerine bir balyoz gibi iniyordu.Düşünceleri sarsılıyor; sanki binalar havada uçuşuyordu. Ayaklarının üzerinde duramıyordu.
Binlerce aracın ve insanın geçtiği Sakarya Caddesi'nin kıyısında titrediğini, soğuktan üşüdüğünü birçok kişi gördü.Gözlerinden acı ve üzüntü yağıyordu.Bir kadının kimsesiz adımları kaldırımları çınlatıyordu. Emel geç saatte Ankara'nın caddelerinde yürüyordu. Bir kavşakta yol ayırımındaydı. Bütün ışıklar kırmızıdaydı.Sokaklarda ölüm kol geziyordu.O anda omzuna sert bir elin dokunduğunu hissetti.Arkasına dönüp baktığında, bir gencin kolundan kendisini çekip az ilerde park etmiş arabaya gelmesini istediğini gördü.Peki Emel neydi? Bir hayat kadını olsa o otomobile binecekti. Lakin kim olduğuna değil, kimin kendisini bir yerlere sürüklediğine baktı.Bunlar üç dört aslan parçasıydı ve Emel onlar için sadece bir et parçasıydı.Gecenin bu tenha saatinde Emel'in gözyaşları sel oldu; yüreği erozyona uğradı.Gecenin ortasında kaskatı olmuş, bütün hayat pınarları kurumuş, sadece içine akıttığı yaşlarıyla beslenen bir ağaca benzedi Emel.Bu gençler kişiliğini baltalamaya gelmişlerdi.Onu kökünden yaralamaya gelmişlerdi.Oysa o ağaç dallarında nice intiharlar saklamıştı da yine de ayakta ölmeyi tercih etmişti.Emel gençlere sert sözle rest çekti:
_Gençler ben sizin Ankara gecenizde dibinde uçkurunuzu çözüp işiyeceğiniz bir duvar değilim.Ben taşları yerine kolay kolay koymadım. Ben kendimi duvar dibinde bulmadım.
Gençler aradıkları kadının Emel olmadığını anlayıp arabalarına binip gittiler.Emel Ankara ayazında kasıklarına bir ok gibi saplanan soğukta evine doğru yol aldı.Eve yaklaştığında şakağında silah gibi beliren, bir insanın varlığını hissetti. Kendini toparladığında onunla göz göze geldi.
_Teyze niçin dışardasın?
_Niçin olacak, seni merak ettim.
Melahat teyze, Emel'in ellerinden tuturak onu odasına kadar taşıdı. Yatağına yatırıp üstünü örttü.Emel o gece sabaha kadar sayıkladı.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Etek ve Pantolon4

Emel, oturup çayını yudumlarken arka masalardan bir sesle irkildi.Buralardan olmadığı belliydi bu sesin.Biraz daha kulak kabarttı ve birden Çaykara'daki dağ köyünün çocukluğunu, genç kızlığa adım atışını, Ahmet'i hatırladı.Sese doğru yüzünü çevirdiğinde iki damla gözyaşı... Hiç unutmamıştı onu.Ahmet'ti bu.Amerika'da tahsil görmüş ve İstanbul'a bir iş için gelmişti.Evlenmemişti.Trabzon'da yaşıyordu.On beş sene önce Ahmet'in kendisine verdiği sözü hatırladı:'Bir gün mutlaka karşılacağız.İnsan ne günahından ne sevabından kaçabilir.' O an tüm bedeni kasılmıştı.Ahmet'ti bu.Keçilerin başında bıraktığı Ahmet.
Belli belirsiz sesi titreyerek:
-Ahmetttttttt
-Emelllll
Sonra dağ dağa kavuştu.Özlemler vadilerden çoşkuyla aktı.
Havaalanında Ahmet'in uçağı kalkmak üzereydi.Emel eşini ve çocuklarını bırakmıştı.Aşk her şeyi affederdi.Onları Allah affeder mi bilmem.Trabzon onların aşk coğrafyası olmuştu.
Bu şehir yemyeşil yamaçlarıyla, hırçın deniziyle, fındık bahçeleriyle,temiz caddeleriyle, kültürel birikimiyle çok güzel kaybolunabilecek bir şehirdi.
Ev tuttular.Ahmet Emel'e şehrin dışında bir şirkette iş bulmuştu.İkisi de çalışıyor; ikisi de kaymakları balları birbirinin üzerine boca ederek geçinip gidiyorlardı.Avuçlarını değil birbirlerinin bedenlerini yalıyorlardı.
Bu yalama içi o kadar arttı kı aşkın vidaları gevşedi.Çivileri çıkınca artık Ahmet balyoz gibi yumruğuyla kopan parçaları yapıştırmaya çalıştı.
Ne yazık ki aşk bir çivi gibi yüreklerinde kaldı.
İlişki bitince Emel aynı şirkette çalışmaya devam etti.Ama kalacak yeri yoktu.Yalnızdı. Aklına derya geldi.Derya ile kuzendiler.
Derya sabah uyanır uyanmaz Emel'i salonda kanepede uyurken buldu.
-Emel kalk artık.İşe geç kalacaksın!
-Ben patronculuk oynayan adamın yanına gitmem.Bugün iş arayacağım.
-Tamam.Sen bilirsin.Ben işe gidiyorum.
Derya Emel'in gelmesine sevinmişti.Mantık olarak aynı beyne
sahiptiler.İkisi de kadındı.İkisi de yorgundu.
İki kadın akşam evde oturup konuştular.Derya kızıl saçlı,yeşil gözlü,balık tenli, uzun boylu, konuşması tutarlı, zeki ve güzel bir kadındı.
Emel de kızıl saçlı, mavi gözlü, iri dudaklı, konuşması arzulu, boyu az uzun bir kadındı.
Bu iki güzel güzel bir fikirde birleşti.Artık etek değil pantolon giyeceklerdi.Erkek garsonların ve aşçıların olduğu lokantalarda yiyeceklerdi.Erkeksiz yaşamayacaklardı ama aşkı onlar olmadan da yaşayabileceklerdi.Bunları düşündükten sonra Uzun Sokak'ta kafe bara gitmeye karar verdiler.Saat sekizdi aylardan eylül.
-Hadi hazırlanalım Emel
-Olur yalnız pantolon giyelim Derya
-Tamam
Uzun Sokak Trabzon'un en aktif caddelerinden biridir.Sokak iki kadınla pasifleşti.Sanki sokağın duygularının ırzına geçilmişti.Kadınlar yürüdükçe kaldırım taşlarından inleme sesi geliyordu.Bütün şehrin talihi kanla yazılıyordu sanki.Topuklar şehrin kasıklarına saplanıyordu.Trabzon kadınlar tarafından fethediliyordu.
Kafe barın içi loş ışıklı özenle yerleştirilmiş masalar, İstanbul'dan getirtilmiş tabureler ve aksesuarlarla donatılmıştı. Bu kafede her gece canlı müzik olurdu.Solist Kemal kadife sesiyle herkesi büyülerdi.En büyük ideali İstanbul'da şairlerin uğrak yeri bir barda şarkı söylemekti.Şiir yazardı şairleri kanatlı atlara benzetirdi. Bir Rum'du aslında. Herkes kadar Türkiye düşkünüydü.
Kemal'in en büyük zaafı kadınlardı.Onu gören kadınların yumurtalıkları ağırır, arzu edilirdi.Şiirlerle şarkılarla bayanları cezbederdi. Bir de Rum olmanın getirdiği farklılık onu diğer sureti çoğaltılmış Türk erkeklerinden farklı kılardı.Şarkısını bitirip Derya ile Emel'in masasına yaklaştı.
-Ne haber kızlar?
-İyilik ve güzellik senden.
-Benden de iyilik.
-Sesin çok hoş.Biz bayanlar ağzı iyi laf yapan erkekleri severiz.
-Sağolun.Bu gece sizlere en güzel şarkılarımı söylemek istiyorum.Ne dersiniz?
-Bir şey mi dememi istiyorsun.Derya Emel'e dönerek:
-Bebeğim kalk aşk yuvamıza gidelim.
Kemal'in şaşkın bakışları arasında kalkıp uzaklaştılar.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Etek ve Pantolon40

Emel güvercin yalnızlığı yaşıyordu.Dünyaya akıtılan kirli ve yanlış bilgiler her evin çatısında, kedi karaltısı meydana getiriyordu. Emel her yanı ürkeklikle tıpkı bir güvercin gibi bu dünyada yaşamaya çalışıyordu. Güvercin kanadında uçmak istese de hiçbir yerden barış rüzgarları esmiyordu.Güvercinleri sevenler de vardı.Ama Emel hazır cennetlere konmuyordu.Kendini kentin ta içlerine, insanların en yoğun olduğu yerlere atıyordu.Bazen büyük yaralar alıyordu.Yine de ne ülkesinden ne de dünyadan uçup gitmek istemiyordu. Gerçi teyzesi ona evinin kapılarını açmıştı.Kendine kedisiz bir dam bulmuştu.Ne yapsa ne kadar sevse teyzesine borcunu ödeyemezdi.Fakat Emel'in ne insanlarla ne de Allah'la bir sorunu vardı. Emel hep ' Şairleri ve yazarları kurşun değil, beyinlerindeki ur öldürür.' derdi. Emel aslında şair ruhluydu ve beyninde kocaman ur bulunduyordu.O ur ki bazı ******* Emel'in uykularında kabusa dönüşüyordu.Bu ara romana da başlayan Emel, hastalığını iyice arttırıyordu. Yazdıkça Melahat Hanımın evini kan gölüne çeviriyordu.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Etek ve pantolon41

Acaba bütün bu yaşadıkları bir zamanlar hissettiği gibi hayatın ona oynadığı illüzyon gösterisi olabilir miydi? Eğer bu yetenekse onu kullanabilirdi ama iyi bir illüzyonist olamayacağı da kesindi.Hayat şapkadan tavşan çıkarmaya benzemezdi ki.Bütün doktorlara gitse, bütün aktarlara uğrasa bu yaşadığı acıları ona unutturacak bir doz verebilirler miydi acaba? O da biliyordu ki reçete kendi elindeydi. Yazmak ve yazmamak kendi elindeydi.Mayakowski gibi mi yapsaydı? Ama onun intihar ettikten sonra yazmaya değecek bir eşi yoktu ki ve ona son intihar mektubu yazabilsin. Zaten neye yarardı ki o zaman bunca yaşamı, kavgaları, yenilgileri, yeni baştan başlamaları veya hangi birisi neye yarardı ki? Bu dünya uğruna ölünebilecek bir dünya değildi ki alt tarafı beyaz bir kefene sarılış, sonra iki metre toprak altına gömülüş; nefes alamama falan, karanlık hep karanlık...Zaten her gün ona koşmuyor muyduk? Bu ceza neden yaşarken kesilsin ki. Nihat arkasından kaç gün ağlardı.Onun ağlayıp ağlamayacağını Oktay'dan sonra zaten anlamıştı. Kırılan dal kendi dalıydı sanki. Bir uçurumun başında falan da değildi. Olsa olsa dibinde olurdu.Gördükleri yaşadıkları bir hayal perdesinin ön tarafını meşgul eden balık hafızalı insancıklarıydı adeta.Bu da olsa olsa onun hayata karşı panzehiri olurdu herhalde. Bir gün hayal kahvecisi gelir, ışıkları kapatır ve insancıkları yuvalarına gönderir; bir daha hiç gelmeyecek akşamına kadar. Ve insanlar uykularına çekilirdi.Uyanırlar mı uyanmazlar mı bir daha bilinmezdi tabi ki. Yeni bir hayal kahvecisi gelir mi gelmez mi ya da onları uyandırır mı derin uykularından; hiç doğmamış güneşlerine bu sevgili şehirlerinin.Hayatın illüzyonları neyse kalbinin yanılsamaları ne olacaktı bu hayatta Emel'in.O tam bir muammaydı.Bazen onu ilk çocukluk aşkını yaşadığı Trabzonlara ya da bir anlık hevesine mağlup olduğu Kos Adası'na veya Ankara'daki o altıncı kattaki pis meyhane köşesine getirip götürüyordu.Ve bunlardan hiçbiri ona cevap verecekmiş gibi durmuyordu.Bunca sorularına ve sorgulamalarına rağmen.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Etek ve Pantolon42

İsmini veriyordu ama kafasında şekillendiremiyordu.Hatta ona silik bir silüet gibi bile gelmiyorlardı.Acaba gerçekten bunları yaşamış mıydı? Peki bu isimler, bu yerler ona neden bu kadar hem tanıdık hem de uzak geliyordu öyleyse.Yoksa bunlarda mı beyninin içindeki o şeyin ona oynadığı bir oyundu.Zaman ve mekan mefhumu yavaş yavaş kayboluyordu Emel'de. ' Allah'ım bu ne ceza böyle.Benim için düşündüğün son böyle bir şey miydi? ' sözlerini kendisi bile duyamadı.Bir sessiz fırtına olarak gecenin karanlıklarına imzasını attı. Beynindeki tükenişler ve kalbinin umursamaz yanılsamaları ona hayatında oynayacağı bu en büyük rolün sahne dekorlarını kurmakla meşguldu.Ne bilinir ki bunu izlemeye sevgili insancıkları da gelir miydi Emel'in? Belki de onu yoran yeni başlangıçlardı hep.Aslında Emel çocuk özlemi bile duymamıştı geçmişte.Birileri sanki ona bu görevi vermişti ve o da bu görevi ifa etmişti. Şimdi bile doğru dürüst bir anne olarak görmüyordu kendini.Anaç tarafı hiç gelişmemişti ki.Çünkü ona birileri sürekli yalnızlığını hatırlatıp durmuştu.Kendi çocukları bile. Eğer bir gün evlilikle ilgili bir şey yapsa dahi bu herhalde çocuk yapmak olmazdı.Yani mezara, hep karanlığa hep karanlığa atacağı kimsesi olmazdı.İç karartıcı tılsımlarıydı Emel'in bunlar. Sisler perdesinin arkasından bakıyordu Emel.Efendilerini bekleyen kuklalar ve iple oynatılma sıraları, Emel'i tiksindiriyordu. Hayatını tiyatroyla özdeşleştiremezdi.O ne efendiyi ne kuklayı oynamak istiyordu.Bir gün daha kalabilecek miydi bu hayat oyununda.Yüremeyi unutmuş yorgun ayaklarına hayatı yükleyip bir adım daha öteye gidebilecek miydi? Her adım atışında insanlığını ayaklar altına almamak için çaba gösteriyor bu durum ise yüreğini sıkıyordu. Her basamakta eline ve yüzüne kan ve gözyaşı bulaştırıyordu.İnsanlığın yükselişi ve alçalışı aynı yolla oluyordu. Bir merdiven ki hayatın iniş çıkışlarına aynı yollardan girmesine sebep oluyordu.Bu savaşı daha ne kadar sürdürecekti; olmayan yeldeğirmenlerine, camdan yüreğini attığı denizin kayalıklarına karşı.Kim bilir belki de hiç başaramayacaktı.Üçüncü sınıf bir yazarın elinde bu olsa olsa onun kendiyle olan iç hesaplaşmaları olurdu onun bu durumu.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Etek ve Pantolon43

Ya da bir bulvar gazetesinin üçüncü sayfa haberi veya sakız gibi çiğnenenip şair meclislerine düşen kötü bir şiir olurdu Emel'in dramı.Yani uzaya savrulan cümleler gibi gelip bir dalganın silmesini bekleyen iskele duvarı yazıları gibi olurdu hem onun yazarları hem romanı. Bir dram yaşıyordu Emel. Gidecek köyü olmayanların kendi köylerini sevmesi gibi Emel çıkmazlar yaşıyordu.Gözleri hastaydı bu yüzden ne varsa içinde hepsi ölüyordu.Yarına dair pencerede bir şey aradı.Masanın üzerindeki saate baktı.Saat gece yarısını beş geçiyordu. Teyzesi henüz uyumuştu.Çankaya sırtlarındaki bu evde Emel roman yazmaya devam etti.Evet yazmalıydı. Sabaha kadar pencereden içeriye sızan yıldızların iliklerini ısıtan ışıkları altında yazmalıydı.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Etek ve Pantolon44

Emel gecenin en karanlık anında kalemi gözlerine saplayıp kör olmaktan vazgeçtiği zamanda romanın müsvettesine şu cümleler döküldü:
'Kendimi çok kötü hissediyorum.İkiye bölünmüş gözlerimden bütün bakışlar ayrılığa açılıyor.Yüzümde bir çocuğun babasından kopmuş dramı.Ne zaman bir yazı yazmak için kağıda baksam bir çocuğun feryadı dökülüyor satırlara.Bir ağaç büyüyor cümle sessizliğinde. Kuşlar konmuyor dallarına, içini kemiriyor kurtcuklar.Dizlerine kadar batıyor güneş, gölge oluyor bütün analar; çocuklar ışık olsa dahi analarının kara bahtını aydınlatamıyor. Babalar pantolonlarını masanın altına saklıyor. Bütün masaların altında çöp toplayan kızlar uçkur çözüyor.Sonra kirli çamaşırları yıkayan bu kadınlar derenin kenarında eteklerini yukarı çekiyor.Baldır bacakların beyazlığında yüzüyor dereden kaçan balıklar.
Suda sepet içinde bir çocuk, çamaşır yıkayan kadının kasıklarından düşüyor. Ona sadece aynı dereden su içen tarla kuşları sahip çıkıyor. Kuşlar o beyinleriyle çocuğu anlıyor; ona gökyüzünü veriyor. O çocuk gökyüzünde mavi bakışlı kız görüyor. Çocuk aniden büyüyor, kızla evleniyor. İki kız çocukları oluyor. Yağmur ve damla önce tarla kuşlarının tüylerine sonra toprağa yağıyor.Ve bütün tarlalarda çocuklar buğdayları biçiyor; ekmek arası insanlık yiyor. Bir paylaşım günahtan sevaba doğru yükseliyor ve insanlık kendi ektiğini kendi biçiyor böylece. ' Bunları yazdıktan sonra masanın üzerinde uyuyakaldı. Teyzesi onu kahvaltıya çağırdığında hala gözlerinde tarla kuşlarının bakışları vardı. Emel ekmeği alıp ikiye böldü; teyzesiyle beraber karnını doyurdu.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Etek ve Pantolon45

Bir çiçek için bile yaşamaya değerdi.İşte maharet o çiçeği görebilmekti. Hayat bir nehirse, o nehirsen nasibine düşecek su, çiçeği büyütmeye yeterdi.Ya da güzel düşüncelerle o çiçek beslenebilirdi. Emel yaşamak istiyordu. Ölüm onun için bir kurtuluş değildi. Belki açan her goncayla cennet kapıları ona gül kokuları taşıyabilirdi. Yalnız gül kurusunda cehennemi ve ayrılığı yaşayabilirdi. Ölümle sonsuz karanlığa nasıl dayanabilirdi. Ölüm, Emel'e bütün cennet kapılarını kapatabilirdi. Mezarında goncalar açsa da bir daha gülü koklayamayabilirdi. Bu duygularla Emel kahvaltısını yaptı.Teyzesi bugün dışarı çıkmak istediğini söyledi.
_Emel benimle gelir misin? Biraz dolaşırız. Atakule'ye çıkarız. Alışveriş yaparız.
_ Melahat teyze evet çok kapalı kaldım. Bunu ben de isterim.Bugün kitap da alırız. Ha aklıma gelmişken çiçekçiye uğrayıp gül de alalım.
_Olur Emel.
Kahvaltıyı yapıp hazırlandılar. İki kadın önce yol üzerindeki Atakulu'ye çıktılar. Ankara'ya yukardan baktılar. Emel'in gözlerinde hala tarla kuşlarının bakışı vardı. Çankaya sırtlarından Emel güzel düşünceler içinden hayallere kanat açtı. Emel'in üzeri çiçek koktu. Kendini kır çiçeği hissetti. Hayat bir ilham nehri halinde yüreğine aktı. Gönül yurduna diktiği ağaç tarla kuşlarıyla doldu.Yüreği bir kuşun heyecanıyla çarptı. Mutluydu Emel... Mutluluğu yüzüne kıble rüzgarları gibi vurdu. Bir kutsal ışık gibi yüzü parladı. Emel yaşama karşı duyduğu minnetle güzelleşti, bütün çirkinlikler önce gözlerinden sonra yüreğinden uçtu. İçi tarla kuşlarının cıvıltılarıyla doldu. Yaşamak ne güzeldi.Tıpkı Emel gibi, tıpkı Emel ile Melahat teyzenin dostluğu kadar güzeldi.
_Emel istersen hiç arabaya binmeyelim sadece yürüyelim.
_Çok iyi olur.Ayaklarımız açılır.
Atakule'den ayrılan iki kadın Kızılay'a doğru yürümeye koyuldular. Amaçları Meşrutiyet Caddesi'ne gidip kitap almak ve çiçekçiye uğramaktı. Geniş soluklarla içlerine hava dolduran bu iki kadın kalplerindeki yaşama sevinciyle yollarını adımladılar. Yollar topuk sesiyle şenlendi.Ankara slogan seslerinden kurtulup ve gri renginden arınıp iki kadınla neşelendi.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Etek ve Pantolon46

Şehrin caddelerinde bir huzursuzluk kol geziyordu. Kızılay Meydanı'nda ise kollar insanların daha iyi yaşaması için havaya kalkıyordu.Melahat teyze kötü şeyler olacağını hissetmiş olacağından olsa gerek Emel'i Meşrutiyet Caddesi'ne doğru yönlendiriyordu.Oysa Emel çoktan teyzesinin yanından ayrılmış kendini direnişçilerin arasında bulmuştu.'Yaşasın özgürlük! Yaşasın bilgi toplumu! ' diye slogan atmaya başlamıştı bile. Evet Türk milleti yedi yüzyıldır hala cahildi ve dünyaya kültür ve bilgi olarak pek bir şey katmamıştı.Sadece aydınlık bir Türkiye için kitapları havaya kaldırıyorlardı..Bir kaideye oturtulan baş gibi toplumun üzerine şablon düşünceler konulmasını istenmiyorlardı.Toplumun kendi düşüncesini, kendine vücut veren bilgisinin üzerine oturtmak ve toplumu kendi kafasıyla düşünen bir noktaya getirmek istiyorlardı.. İkincil olmayı kabul edenin kendine ait birincil değerleri olamazdı. Ayrıca cesareti olmayanın dini bile olamazdı. Toplum felsefesini kendi kurmalıydı.. Bilgi toplumunda her akıl kendi inancını bilinçli ve cesursa yaşamalıydı.Bunları savunuyorlardı ve bunları haykırıyorlardı.Emel yanındaki kızın eline tutarak kenetlendi. Sonra silah sesleri duyuldu ve panzerler kalabalığın üzerine daldı. Bir köpek elinden sımsıkı tuttuğu kızın bacağını ısırdı ve kızı yere yuvarladı. Emel köpeğin gırtlağına sarıldı. Bir cop darbesiyle gözleri karardı o and****endini yerde buldu. Başının ağrısıyla uyandığında bir gecekonduda olduğunu fark etti. Etrafında gençler gülümseyen yüzleriyle Emel'i ayıltmaya çalışıyorlardı. Başına aldığı darbeyle bayılmıştı Emel. El ele verdiği kızdan da kopmuştu. Bir bütünken o kızla şimdi tüm güzelliğiyle tek başına bir odadaydı ve yanında üç delikanlıyla baş başaydı.Neydi insanı insana sevdiren. Neydi bu insanların arasında Emel'i çirkinlikten koruyan ve güzel gülümsemeleri gösteren. Neydi düşmanlıktan rant kazanan. Kimdi insanların arasına köpekleri salan.Ve salyalı dişleriyle gülümseyen kimdi.Emel yüreğini ağırlaştıran bu duygularla gençlerin kendisine sunduğu hizmete baktı. Gözleri yaşardı. Ağladı böyle insanların varlığı karşısında. Üç erkek Emel için üç dilekti sanki.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Zümrüt Yüzlü Peygamber

Öyle bir yürek ki içinde zümrütten cennet taşır.
Parıltısında nurdan ışık en değerli yüze yansır.
Sevgin büyür gözler yaşarır güzelliğin çınarlaşır.
Cennet ağaçlarında adın Allah'la beraber anılır.

Zümrüt yüzlü, çakıl taşının lafzındayım duy beni
Maddi kabalığın altında ezilir ruhum kırılır durur
Ne ışığım var ne kayadan farkım kaderim bu
Işığına muhtaç bahtım sensiz kör kuyulara atılır.

Sürgün yüreklerin bağrına bastığı aşk toprağısın
Ele avuca sığmaz hasret rüzgarının aradığısın
Sevgilim bir bilsen altın dağların zümrüt kalbisin
Mekke taşlarında ezik yüreğimin tek istediğisin.

Senin uğrunda ayaklarım çıplak kan revandadır.
Bu sevda yolu Mevlana, Yunus beklemektedir.
Sarılır boynuma hülyalı çelenk sen kokmaktadır.
Seni sevdikçe yüreğim yerinden oynamaktadır.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Etek ve Pantolon47

Emel ayağa kalktığında kendisi için hazırlanmış sofraya geçti. Üç genç Emel'in yanına oturdu. Sıcak çorbasını içtikten sonra kendisine ikram edilen mercimek köftelerinden yedi.Sonra Emel bu üç delikanlıyla salona geçti. Salonda sedir ve kütüphane vardı. Orta yerde bulunan kilim üzerindeki geniş sehpa da kitaplarla doluydu. İlk defa bu kadar kitabı bir arada görüyordu Emel. Sedirin üzerine oturduğunda üç masal prensinin gerçekten yanında oturduğunu gördü.Şaşkındı Emel. Mitingden sonra kendisini yerden almışlar bir arabayla buraya getirmişlerdi.Aklına yanındaki kız geldi o nerdeydi acaba?

_ Bunca yardımdan sonra ne söylesem boş.Her birinizden önce anneniz gurur duyuyordur.Sonra eşiniz daha sonra oğlunuz ve kızınız gurur duyacak. Sizler çok doğru yoldasınız ve ben de doğru bulduğum bu yolda sizinle beraberim.

_ Kendinizi yormayın Emel Hanım! Biz de seninle beraberiz. Benim adım Erkan ODTÜ' de okuyorum.Arkadaşlarım Emre ve Gürkan ile birlikte epeyce bir üyesi olan bir derneğe üyeyiz.Seni miting alanında Betül'ün yanında görünce tanıyamadık.Onunla konuşmana kulak misafiri olan arkadaşlar adının Emel olduğunu ve yazar olduğunu söylediler.Biz de illagal bir kuruluş olmadığumız için senden şüphelenmek için çok sebep bulamadık. Bize saldıranlar polis falan değildi. Sadece karanlık güçlerdi. Bu güçler ki aydınlığı hiç sevmez hemen saldırıya geçerler.Betül'ü merak etme o çok iyi. Şu an evinde tedavi görüyor.Sana da selamı var.

_Peki böyle bir dernek kurmanızın sebebi neydi? Üstelik bu derneği direncin sesi haline getirip meydanlarda gürletmenin sebebi neydi?

Bu soruya yirmi yaşlarında yağız bir delikanlı olan Emre cevap verdi. Ben aslen Rizeliyim.Rize'de Doğu'dan gelme bir komşumuz vardı. Terör dolayısıyla oraya göç etmek zorunda kalmıştı. Gecekonduvari bir evde kalıyorlardı. Bütün ai,le bir odada yatıp kalkıyordu.Biz babayı ve anneyi ne kadar uyardıksa da aynı odada kalmaya devam ettiler.Sonra çocuklar büyüyüp yetişkin oldu.Evin oğlu askere gitti. Askerden dönen evin oğlu kız kardeşine tecavüz etti. Sonra ikisi de öldürüldü.

Emel üzgündü. Anlam vermeye çalışıyordu anlatılanlara. Bir ara; ' insanlara dini eğitim verilmeli.' dedi.'Eğer insanlar Allah'tan korkarsa böyle eylemlere kapılmaz.' diyerek sözlerine devam etti.Bunun üzerine Gürkan söze atıldı.

_Emel Hanım söylediklerinizde haklı olabilirsiniz.Fakat size sormak isterim; en çok dini kitapların satıldığı bir ülkede böyle olayların sıkça yaşanıyor olmasını neyle açıklayacaksınız? Benim bir abim vardı İmam Hatip Lisesinde öğretmendi.Cep telefonu öğretmenler odasındaki dolabından çalındı. Şimdi günah ve sevap kavramlarıyla sığlaştırılmış bir eğitim ocağından böyle bir hadisenin vuku bulmasını doğal karşılamaz mısınız? Demek ki şu günah bu sevapla olmuyor bu işler.

_O zaman ne yapmak lazım gençler?

Bizim şu an yaptığımızı her zaman yapmamız gerek. Halka kitap dağıtmak lazım. Demek lazım ki homoseksüellik bile tedavi ediliyor.Kimseyi öldürmeyin.Gelin bilgiyle iyileşelim. Okuyarak öğrenerek sorgulayarak anlayarak tedavi olalım.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Etek ve Pantolon48

Emel hurma ağaçlarını özlüyordu. Hatta hiç tadılmamış meyvelerin tadına bakmak istiyordu. Ve gururlu insanların aynaya bakmaktan imtina ettiği zamanlardaki gibi yüreği hurma ağaçlarının bal tadıyla neşeleniyordu. Emel ilk defa beşinci mevsimi yaşıyordu. Yeni tanıdığı gençlerin arasında ünü bir kelebek güzelliğiyle dolaşıyordu. Gençlerle tanışmasını teyzesine anlatmıştı.Teyzesinin teklifi üzerine de gençler Çankaya'daki eve uğramaya başlamışlardı. Burda toplanılıyor; kitap okunuyor, istişare yapılıyordu. Gece geç saatlere kadar okunan bir romanın analizi yapılıyor; ardından şiirler okunuyordu. Erkan'ın görevi bilimsel yazıları okumak; Emre'nin görevi ideolojiler tarihini anlatmak; Gürkan'ın görevi dinler tarihini öğretmek; Betül'ün görevi ise sosyoloji ve felsefe dersleri vermekti. Emel felsefeye çok önem verdiği için bu konudaki makaleleri ve tezleri açıklama görevini kendisi üstlenmişti. Melahat teyze bütün bu işlerin organizatörüydü. Bazen toplantılar sabaha kadar uzar evde beyin fırtınası eserdi. Ankara'da böyle bir etkinliği duymayan kalmamıştı. Her yaştan ve kariyerden insan da gelmeye başlamıştı artık. Sade öğrenciler değil; aydınlanmak isteyen ve beynini beslemek isteyen kişiler Melahat teyzenin evine gidiyordu. Sonra bu evi derneğe dönüştürdüler ve adını da direncin sesi koydular. Herkes mutluydu çünkü yıkıcı değil yapıcı bir iş yapılıyordu. İç açıcı bir aydınlık yaşanıyordu Çankaya sırtlarında. Elinde kitap olan Emel'in yanına gidiyordu.Bu dernekte hiç kimsenin amacı bir başkasını düşüncelerinden dolayı kınamak değildi. Herkes aklına geleni söylerdi. Burda amaç zaten düşünmekti.Kimse kimseyi hizaya sokmaya çalışmıyordu. Çünkü Melahat teyzenin evi bir kışla değildi.İnsanları normalleştirme merkezi de değildi. Kişi burda sıradanlıktan kurtulur, kendine ait özel yeteneklerini keşfeder ve duvar yazılarına benzer cümleler değil; alışık olunmayan cümleler kurmayı öğrenirdi. Gidip gelenlerin sayısı artmaya başlamıştı.Emel herkese özel önem veriyordu. İnsanlara ruhsal zekasıyla yaklaşıyor ve ortama yaratıcılığını katıyordu. Biliyordu ki mantıksal zeka ve duygusal zeka hayvanlarda da vardı. İnsana özel tek zeka ise yaratıcı zekaydı. Emel derneğe gelen insanların yaratıcılığını arttırmak için şiir, resim, kompozisyon yarışmaları düzenliyordu. Değerlendirmeyi eserleri yayımladıkları gazetenin okurları yapıyordu. Emel gittikçe genişleyen bir organizasyonun lokomotifliğini yapıyordu.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Etek ve Pantolon49

'Bağlantılar kopuk olduğunda duygular tetiklenemez.Hayatta her şey hissetmemizi istiyor.Eğer kalbimiz tepki vermiyorsa, özlemlerimiz hissizleşiyorsa, hayattan kopuyuruz demektir.Bu da ölümün diğer adıdır aslında.Mezarda yaşamanın ta kendisidir.Bu yüzden üzülmek, mutsuzlaşmak, huzursuzlaşmak bir makastır.Hayatla bağımızı kesen bu keskin yürek duruşları nabzımızı durdurmadan hepimizi yok eder.' Emel, bu yazıyı okuyordu gençlere.Yüzlerdeki aydınlık günlerin ışıltılarıyla herkes pür dikkat okunanları dinliyordu.Evet bir halay çekiliyordu omuz omuza, Türkiye topraklarında. Emel, halay başıydı ve elindeki Türk bayrağını sallayıp duruyordu. Bir düğün havası yaşanıyordu Ankara'da. Bütün makaslar atılıyordu ve herkes kucaklaşıyordu.Sımsıkı bağlanılıyordu Emel'in sayesinde insanlar birbirine. Bir his kasırgası esiyordu gökyüzünde. Bütün insanlar birbirini hissediyordu. Eller ya gözyaşlarını siliyordu ya da tokalaşıyordu. Bir devrimdi bu. Türk halkı bilgi toplumu olma yolunda hızla ilerliyordu. Hatta bazı devletler kültür ve bilgi almak için Türkiye'ye geliyordu. Bütün sömürücüler ve hortumcular ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette birbirine bakıyordu. Sonra akıllının birisi dahice bir yol düşündü. Emel ölmeliydi. Kimdi bu kadın. Türkleri zenginleştiriyordu ve bilgilendiriyordu. Böyle olunca halkı yönetmek zorlaşıyordu. Damaklarındaki tat gidiyordu. Ellerindeki bütün kartlar uçup kayboluyordu. Peki kimi bulmalıydılar? Emel'i kime öldürtmeliydiler. Ya da onu kimle rezil edebilirlerdi. Birisi ona tecavüz etse, namussuz olacağı için kimse onu dinlemezdi. Zaten dünya erkeklerin donlarının içinden yönetilmiyor muydu? Emel etkisiz kalınca biz de sike sike halkı yönetmeye devam ederdik diye düşündüler ağalar beyler.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Etek ve Pantolon5

Derya ile Emel sokağa çıktıklarında saat on iki olmuştu; kimsecikleri göremediler.Sadece bir polisin on beş yaşlarında bir genci sıkıştırdığını gördüler Uzun Sokak'ın Maraş Caddesi'ne bakan tarafında.
-Bak bu gece karakolda nöbetçiyim.Beraber gidelim.Sana çam nasıl yarılır göstereyim.Ormanlar nasıl istila edilir; ağaçlar nasıl baltalanır göstereyim.
-Polis amca,sana bu hakkı kim veriyor? Bilirim ki sen karakolda milletin namusu için nöbet tutarsın.
-Sen bu yaşta neler de bilirsin.
-Bilirim elbet.Belki de bir sınır karakolunda asker olacağım.Belki de şehit olacağım.
-Sen asker ve şehit olmadan önce benim olacaksın.
Derya ve Emel şahit oldukları olay karşısında dehşete düştüler.Trabzon ve Karadeniz az daha kopup denize kayacaktı.
-Ne yapıyorsun sen.Gençten silah zoruyla ırzını istiyorsun.Bu hakkı sana hangi kanun verdi?
Derya bu sözlerinden sonra genci çekip çıkardı esaretin elinden.Tuttu gerçek adaletin elinden.
Polis kadınların hışmından çekindi bir şey diyemeden arabasına binip gitti.
Gencin adı Kurtuluş'tu.On altı yaşında Trabzon'un Fatih Mahallesi'ndendi.
Kumral, ela gözlü, yaşından küçük gösteren cılız bir oğlandı.
Eve geldiklerinde hala şoktaydılar.Bir süre konuşmadılar.Derya sessizliği bozarak bu kasvetli oyuna son verdi.
-O saatte dışarda ne işin vardı Kurtuluş?
-Babamla tartışmıştım.
Emel söze katıldı.
-Bazı insanlar ortalığa düşmüş kişiler ararlar.O kişiler insan yanılgılarıyla, hatalarıyla, günahlarıyla beslenirler.
'Polis onlardan biriydi.Bütün polisler aynı değil tabi ki.Her camianın virüsleri vardır.Bunlar hastalık bulaştırırlar.Onlar da bir zamanlar sağlıklıydı tahmin edersin ki.Yanlış solunumlar hasta etmiştir bu insanları.Yanlış atmosferlerde bulunmamak lazım.' dedi Derya.
Kurtuluş uyumak istediğini söyledi.Emel kendi odasına çekildi.Sarı boyalı odasına.Biblolarla dolu bu oda Emel'in kuş yuvasıydı.Kolları kanatları kırık bu kadının sığındığı tek yerdi.
Derya turuncu renkli odasına çekildi.Oda İtalyan mobilyalarıyla donanmıştı.Eskitme elbise dolabı, yatak, komodin ve tuvalet aynasıyla bu oda acılarını rüyalarında dindirdiği yer olmuştu.
Tutuncu renkli salonda Kurtuluş kolduğun üzerinde uyudu.Koltuklar siyah deriden yumuşacıktı.Babasına telefon edilmiş, merak etmemesi sağlanmıştı.Ailesi Derya'yı tanırdı.Evlerinin dizaynını ona yaptırmışlardı.
Sabaha kadar derin nefeslerle derin bir uykuya daldılar.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:19 PM

Etek ve Pantolon50

'Birtakım doğruların gizlenmesi gerektiğini ileri sürmek eski aristokrat düşüncenin bir kalıntısıdır. Bir yanda büyükler, kibarlar doğruları bilirler, onların bilmesinden bir kötükük de gelmez; ama küçüklere, kibar olmayanlara ağız açtırılmamalıydı. İşte onlar tehlikeliydiler.' yazısını okuyordu Emel. Bu sefer toplantıda yirmi yedi yaşlarında bir genç de vardı. Adı Yaşar olan bu genç aslında bir tetikçiydi. Niyeti Emel'i yalnız yakalamak, sonra hakkında iftira çıkarmaktı. Eğer bunda başarılı olamazsa onu vurmaktı. Şimdi tek yaptığı kalabalığa kendini sevdirmekti. Onu sadece Betül takip ediyordu. Çünkü hoşuna gitmişti Yaşar. Konuşması, duruşu çok delikanlıca idi. Pür dikkat okunanları dinlemesi iyice dikkatini çekmişti. Emel metni okuyup yorumladıktan sonra çayları Emre getirdi. Emre, aristokrat aydınlardan değildi. Güvendiği insanlara karşı gizlisi saklısı yoktu. İlme hizmet yolunda amele bile olmaya hazırdı. Öyle televizyon programlarında hayata dair konuşurken masada kedi kafası kaynatacak cinslerden değildi. Ne yazar bozmasıydı ne şair. Gerçek Türk aydınıydı. Emel'i çok severdi. Böyle bir etkinlik içinde hep beraber olmaktan son derece mutluydu. Çayları kontrol eder, boşalan bardaklara yüreğini dökerdi.Erkan da boş durmazdı. Her geleni kapıda karşılar ikramlarla içeri alırdı. O tam bir salon erkeğiydi. Ev onunla nezih bir ortama kavuşurdu. Gürkan ise Emel'in dizinin dibinden ayrılmaz onun kitaplarını defterlerini taşırdı. Bugünkü yazıyı da o bulmuştu. Melahat teyze, huzur içinde öleceğini düşünüp Emel'e şükranla bakıyordu.Çaylar içilip vedalaşmanın ardından kalabalık dağılıp gidince hemen kapıyı kilitlediler. Hiç kimsenin evde kalmasına izin vermiyorlardı, kimseyle yalnız bulunmamaya dikkat ediyorlardı. Bu kararı Emel teyzesiyle beraber almıştı. Biliyorlardı ki kadından çıkacak ideoloji veya felsefe bir iftirayla yerle bir olabilirdi. Bir kadın bir erkeğin bacak arasında kolayca ezilebilirdi.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:20 PM

Etek ve Pantolon51

Bugünkü konuyu Betül bulmuştu. Emel, dizlerinin üzerine çökmüş yeni yazıyı okuyup yorumlayacaktı. Herkes saf saf dizilmiş bekliyordu. İkinci safın sağında Yaşar yine yerini almıştı. Betül bu sefer Yaşar'ın tam karşısındaydı. Emel elindeki hikayeyi okumaya başladı: ' Orta yaşlı kadın,saatine baktı: 'Uçağın kalkmasına daha vakit var' diye söylendi,sıkıntılı sıkıntılı. Havaalanında beklemekten sıkılmıştı.Atıştıracak birşeyler alıp açlığıyla birlikte sinirlerini de yatıştırma ihtiyacı içinde büfeye yöneldi.Bir kutu taze kurabiye aldı.Kutuyu alışkanlıkla çantasına koydu.Sonra yürüdü,gözden uzak sıralardan birine oturdu.Hem koltuğunun altında taşıdığı polisiye romanını okuyacak hem de kurabiyesini atıştıracaktı. Kitabını açtı.Kaldığı yerden okumaya başladı.Biraz sonra dalmıştı.Yanına birinin oturduğunu hayal meyal fark etti.Umursamadı.Kimse huzurunu bozamayacaktı. Bir taraftan ilginç polisiye romanını okurken,diğer taraftan yanına oturan adamla arasındaki kutudan kurabiye atıştırıyordu. Bir de ne görsün,yanında oturan adam da aynı şeyi yapmıyor mu: Aynı kutudan kurabiye alıp yiyor. 'Olur şey değil! 'diye söylendi,orta yaşlı kadın,'Amma da cüretkar,izin isteme gereği bile duymadı.' Kızgındı,ama işin sonunu çok merak ediyordu:Bakalım adam bu cüretkarlığını nereye kadar sürdürecekti? Kurabiye kutusuna elini her uzatışında,yanındaki adam da uzatıyor,o da bir kurabiye alıyordu.Bu durum pakette tek kurabiye kalıncaya kadar sürdü. 'Bakalım şimdi ne yapacak? ' diye düşündü orta yaşlı kadın,'Herhalde son kurabiyeyi malın gerçek sahibine, yani bana bırakacak kadar mantıklı biridir.' Göz ucuyla adamı izlemeye başladı.Adam yüzünde hafif asabi bir gülümseme ile pakete uzandı.Son kurabiyeyi aldı,özenle ikiye böldü.Yarısını ağzına atarken öteki yarısını orta yaşlı kadına uzattı. 'Aman Allah'ım! Ne kadar da yüzsüz biri,kurabiyelerimi nasıl da sahiplendi; üstelik teşekkür bile etmiyor! 'diye düşündü kadın.Zor zaptettiği öfke fırtınası altında kurabiyeyi alıp ağzına attı.Bu kadar sinirlendiğini hiç hatırlamıyordu.Adama çatmaya karar verdi.Ama tam o sırada uçağın hazır olduğu anons edildi.Hızla toparlandı.Kitabı çantasına koydu.'Kurabiye hırsızı'adını taktığı adama öldürücü bir bakış fırlattıktan sonra çıkış kapısına yöneldi. Az sonra uçağa binmişti.Başına gelenleri hatırladıkça hem gülüyor hem de kızıyordu.Koltuğuna yerleşti.Bitmek üzere olan kitabını almak için elini çantasına daldırdı.Kitaptan önce eline bir kutu geldi. 'Allah Allah...! Bu kutunun çantamda işi ne? 'diye şaştı. Bakması ile birlikte gözleri büyüdü.Büfeden aldığı kurabiye kutusu hiç açılmamış haliyle çantasıda duruyordu.'Ben ne yaptım? 'diye haykırdı. Yolcular dönüp dönüp kendisine bakarken,utançla başını yere indirdi:'Bunlar benim kurabiyelerim olduğuna göre,adamla ortaklaşa yediğimiz kutudakiler onundu.Hiçbir tepki göstermeden kurabiyelerini benimle paylaşma nezaketini gösterdi.Oysa ben o adam hakkında neler düşündüm.Kaba ve cüretkar olan aslında benmişim! ' Çaresizlik içinde inledi: 'meğer kurabiye hırsızı benmişim.' cümleleriyle hikayeyi okumayı bitirdi. Sonra ' Çoğunlukla kendi doğrularımızın doğruluğundan o kadar emin oluruz ki,yanlışlarımızın farkına bile varmayız. ' sözleriyle de hikayeyi tek cümleyle yorumladı. Salondakiler hayranlık içinde Emel'i dinlemenin zevkini yaşadı. Daha sonra koyu bir sohbet başladı. Yaşar çay faslını beklemeden izin isteyip gitti. Herkes mutluydu; bir tek Betül hariç. Aşık olanı en duygusal aşk şiiri yatıştırabilir miydi? Yüreği iyileştiren bilgi değilse neydi?

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:20 PM

Etek ve Pantolon52

Yaşar dışarı çıktığında yüreğinde depremler oluyordu. Fay hatları oluşuyordu benliğinde. Her çatlakta ruhunda derin izler bırakan uçurumlar meydana getiriyordu. Fay, kalbinin her kılcalında duygusal yol ayırımları yaşatıyordu.Gitgide yalnızlaşıyordu kendi iç dünyasında. Bu duygularla yürürken birden dikkatini bir berber dükkanı çekti. Berber, müşterisinin saçlarını her kesişinde, müşteri daha bir güzelleşiyordu.O an; ' Eğer saçlarda kan olsaydı her yer kan revan olurdu. Berber dükkanı kasaba dönüşürdü.' diye içinden geçirdi. Aklına o an Betül geldi. Güzel saçlı Betül... Aslında o saçları okşamayı ne kadar da çok isterdi! 'Fakat bir tetikçinin silahı bırakıp eline saz alma, aşık olma olasılığı neydi? ' diye de düşündü bir an.Gecenin karanlığında kaybolurken birden aklına yıldız gibi parlak ve mehtap kadar ferah bir fikir geldi.Betül'ü sevmek hem aşka hem kendisine yapacağı bir ihanet olurdu. Aşka yaldızlı cümleler katmak ise ay yüzlü sevgiliye yapacağı en büyük haksızlık olurdu. Hemen bir çiçekçiye uğradı.Betül'e gönderilmesi için satın aldığı karanfil demetine: ' Seni ve sevdiklerini özgür bıraktım; çünkü Betül seni çok sevdim.' yazdı.Sonra çiçekçiden ayrılıp Ankara gecesinde gözden kayboldu.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:20 PM

Etek ve Pantolon53

Herkesin çakal olduğu bir dünyada horozlanmanın ne anlamı vardı. Yaşar gecenin karanlığında derin bakışlı bir kurda dönüştü ve çakalları düşünceleriyle boğdu. Sevememenin keskin duygusunu bileklerinde bir zincir gibi hissederken Betül'ün yüzü gökyüzünde ay ışığı aydınlığında parladı. Gönlünde akan sevgi nehri yürek genişliğindeki ekinleri suladı. Bir serinlik ve huzur bütün iç dünyasını kapladı. Yaşar biraz daha yürüdü ve sonra yol kenarındaki bir banka oturdu. Sonra sağda solda tünemiş güvercinlere bakarak kendi kendine konuştu:
'Güvercinler mi akıllı yoksa biz mi? Çok akıllıyız hatta dünyada kendimizden başka akıllı ve zeki başka birilerinin olmadığını kabul ederiz. Kendimizi büyük görmek ya da göstermek küçüklüğümüzün bir alametidir.
Güvercine hayvan gözüyle baktığımızda onun da bize hayvan gözüyle bakmayacağı ne mümkün! Eğer öyleyse ikimizde hayvanız! Zekamız ancak kendimizi kavrayarak ve ifade edecek kadar. Başkalarına ben hayvanım dedirtecek kadar değil.
Bu dünyada sevgi kime ait. İnsanlara sıkıntı çektiren, üzüntü veren, kendi menfaatleri için başkalarını feda eden bir dirhem dünya malı için başkalarını güvercin gibi öldürmeye hazır olan içi kararmış, kalbi katranlanmış, gözleri kanlanmış çakal gibi insanlar var. Ve bu insanlar sevgiden bahsediyor. Sonra ne güzel güvercin deyip üzerine atlıyor ve sevgiden besleniyor. Böyle davranıp diğer insanların aç, zayıf ve yoksul olduklarını söylüyorlar.
Yaşar bunları düşünürken saatine baktı. Epeyce geç olmuştu. Banktan kalkıp yürümeye devam etti.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:20 PM

Etek ve Pantolon54

Yaşar Ankara'nın sokaklarını arşınlarken bir adamın sevgilisiyle kavga ettiğini gördü. Gecenin bu geç vaktinde yıldızların alabildiğine yeryüzüne aktığı bir saatte iki sevgili küfürler üretiyordu. O an Betül'ü düşündü korkularıyla göz göze geldi bir an. Sevgi gibi bir duyguyu yakalayıp da onu midesine indirenlerden olamayacağını düşündü o an. Rahattı artık çünkü Betül'ün dünyasından ayrılarak bütün dişlerini kendi yüreğine saplamıştı. Bundan sonraki yaşamında kendi kendini yiyip bitirecekti. Bu aşk onu kendi korkularıyla yüzleştirecekti.
Yaşar kaldırım taşlarının ağırlığını parmak uçlarında hissetti. Hayatının kilometre taşlarını dizmeye çalışırken bir gün mutluluğa ulaşacağını düşünmüştü. Oysa şimdi hayatı bir çıkmaz sokaktı. Yolculuğu aşkın soğuk duvarlarıyla karşılaşmasıyla son bulmuştu.
Ve duvar dibinde kurşuna dizilen bir mahkum gibi Yaşar aşka vurulmuştu.
Ankara Yaşar'a mezar olmuştu. Bir mezar ki bütün şehir taştan bir lahit olmuştu. Üzerine kapaklanan şehrin beton binaları nice mutlu sohbetleri üzerine dökmüştü. O Betül'e söyleyemediklerini düşünerek kan kusmuştu. Yaşar çoktan ölmüştü.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:20 PM

Etek ve Pantolon55

Durmadan konuşuyordu. Susmasını bilmiyordu. Dudakları mengene gibi kelimeleri eziyor; cümleler posa halinde ağzından çıkıyordu. Bütün duyguları yüreğinden ve beyninden tazyik halinde sözlerine karışıyordu. Yıllarca suskun bir yüreğin haykırışlarıydı bunlar. Yıllarca sevmemiş bir yüreğin heyecandan atışlarıydı bunlar. Emel hızla kapıya koştu. Evet dedi bu gelen sevgilimin kapı çalmalarıdır. Evet dedi teyzesinin şaşkın bakışları arasında gelen sevgilimdir bu. Az önce çenesi düşmüş kadın saç baş dağınık vaziyette kapıyı açtı. İçeri giren doktor ve hemşireler o an Emel'i yaka paça yakaladılar. Sevgilim nerde çığlıkları arasında ona sakinleştirici yaptılar. Teyzesinin gözyaşları, göz pınarlarından boşalırken Emel'i salondaki kanepeye yatırdılar. İyice sakinleştiğini anladıklarında da onu sedyeye yatırıp alıp götürdüler. Melahat teyze ağlamaklıydı ve şaşkındı. Yeğeninin şizofren oluşuna üzülmekteydi. Akıl hastahanesinden kaçıp bir kedi gibi kendisine sığınmasına dayanamamış onu bağrına basmıştı. Gel gör ki Türkiye'yi ve dünyayı kurtaracağına dair kurduğu hayaller ve oğlum geldi; Betül, Emre, Yaşar geldi diyerek kapıya koşmaları Melahat teyzeyi iyice çileden çıkarmıştı. Artık yaşlı haliyle Emel'le baş edemiyordu. En son Emel'in sevgilim geldi ölümüm de geldi diyerek ağlayarak kapıya koşması ve kapıyı açtıktan sonra da kollarını boşluğa dolaması onu iyice perişan etmişti. Kendisi yaşlıydı ve Emel'in can güvenliğini sağlayamayacak kadar da güçsüzdü. Doktorları çağırması Melahat teyzeye vicdan azabı yaşatmıyordu artık. Kızkardeşini ve eniştesini trafik kazasında kaybetmesinin ardından Emel'i yanına almış ve büyütmüştü. Bir gün misafirlerin ve kendisinin şaşkın bakışları arasında Emel'in Jeanne d'Arc'ım diyerek elinde bıçağıyla sağa sola saldırışını görmüşlerdi. Bu güzel ve zeki kız beynini kemiren yanılsamaların kurbanı olmuştu. Beyni yasak meyve olmuş içini kemiren şeytani düşüncelerden kurtulamamıştı. Maalesef kendini akıl hastahanesinin karanlık köşesinde bulmuştu. Ondan sonra da ne yaşamış ne ölmüştü.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:20 PM

Etek ve Pantolon56

Emel günlerini akıl hastahanesi odasında dakikalar arasına yüreğini sıkıştırarak geçiriyordu.Her an acı çekiyordu. Saatin akrep ve yelkovanı gözlerine batıyordu.
Yere baktı. Bütün gölgeler aniden kayboldu.Gözlarindeki damarlar yaprağı kalmamış bir ağacın dallarına benziyordu.Belli belirsiz bakışlarında terk edilmişliğin yaprak dökümü vardı. Gülümsemeler büyütürken yemyeşil, gönül boşluğunu dolduracak gül bahçelerinin hayalini kuruyordu.Sahip olamadığı gerçek çiçeklerin yapay kelebeği oluyordu. Bütün güneşli günlerde plastik bir dünyanın silikonlu öpücüklerini hastahanedekilerin yanaklarına konduruyordu.
Emel'in dudağının kenarında uçuktan minik bir kan görünüyordu.Ama bu küçük kan içinde sebebi bilinmeyen bir hırs vardı. Evet Emel, bir tohum kadar küçüktü ama içinde ormanı taşıyacak kadar da büyüktü. Saçları ise taranmamış, hiç su yüzü görmemiş gibiydi. Kızıl uzun saçları kızgın bir ateşi andırıyordu. Yüzündeki delik deşik yerler daha önceden küçük bir volkan patlamış da boş kalmış gibiydi. Kim bilebilirdi kendini boşlukta aradığını, kim bilebilirdi içindeki çözülmesi çok zor iki bilinmeyenli denklemi...

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:20 PM

Etek ve Pantolon57

Bugün çok farklı bir gündü Emel için.Çünkü odasına yeni biri gelecekti.İki kişilik odaydı zaten.Bu odanın fıstık yeşili duvurlarından birinde çok hoş bir tablo vardı.Bu tabloda nehir kıyısında bahçesi çiçeklerle dolu bir ev resmi vardı.Evin çevresinde hayal gücünün en uç noktalarına uzanan çizgilerinde çocuklar kendi bedenleriyle oynamaktaydı.Odada aynı zamanda bir masa ve iki sandalye,iki tane de elbise dolabı bulunmaktaydı.Bir tane penceresi hastahanenin bahçesine bakıyordu.Emel yaklaşık olark bir yıldan beri buradaydı.Bu zamana kadar hiç kimseyle odasını paylaşmamıştı. Rüyalarını,hayallerini hep uçurumlara atmıştı.Bu ilk idi onun için.Kendisinin neden burada olduğunu bile hiç hatırlamıyordu.Sürekli dalıyor,derin derin düşünüyordu.Bir gün nihayet yeni oda arkadaşı gelmişti.Hemşireler tarafından odaya yerleştirilmişti Nergis.Hemşireler Nergis'e:'Odan burası bu da oda arkdaşın'dediler.Hemşireler çıkıp gittiler.Nergis kendisine ayrılan yatağın üzerine oturdu.Emel ise camın kenarında,bir sandalyede oturuyordu.O an ikisi de göz göze gelip; birbirine bakarak daldılar.Bir an hastahanenin önünde birinin çığlık atmasıyla kendilerine geldiler.İkisi de birden çığlık sesinden irkilmişlerdi.Emel ve Nergis çığlığı duyar duymaz camdan aşağı baktılar. Çığlığın nereden geldiğini merak ettiler. Hastahanenin tam önünde iki akıl hastası kavga etmiş ve biri diğerinin canını acıtmıştı.Bunları gören iki oda arkadaşı çok üzüldüler. Emel, ' Aklı başında bir insan başkasının canını yammaz.' deyip Nergis'e baktı. Sonra Nergis, Emel'e yaklaşarak, tebessümle ' Benim adım Nergis.' dedi. Emel de ona kendi adını söyledi. Emel ile Nergis arasında sıkı dostluğun temelleri bu şekilde atılmış oldu.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:20 PM

Etek ve Pantolon6

İstanbul deyince aklınıza ne gelir? Ayasofya başlı başına bir semboldur Türkiye coğrafyasında.İçeri girdiğinizde sizi bir ürperti kaplar.Üşürsünüz iki kişilikli bu yapıda.Tıpkı iki cinsiyetli bir beden gibi kalakalmıştır öylece.Ne camidir ne kilise.Allah'la barışamaz çok istese de.Çünkü dini belli değil, imanı belli değildir.Kızkulesi'nden daha yalnızdır aslında.
Böyle kiliselerden birisi de Trabzon Ayasofya Kilisesi'dir.Sabah Emel, Derya, Kurtuluş Ayasofya müzesine gittiler.Kiliseyi görmeye, her yerine göz gezdirmeye başladılar.Yer yer dökülmeler olmuştu tavanlarda. İkonlar tümüyle korunamamıştı.Bu dünyada dost eli değmemiş yerler harap olmaya mahkumdu anlaşılan.Üç insan tuttular birbirlerinin kolundan elinden.Ne gözyaşı döküldü, ne Ayasofya yalnız kaldı.Sevgiyle saygıyla herşey anlam kazandı.
Bir insandaki nefret bütün orduya yeterdi.Ya sevgi, kardeşlik, dostluk...Gücü hissetmeyen onu kullanamazdı.Üç arkadaş, üç fidan içlerindeki bahar dalı gibi yaşama gücünü kendilerinde buldular.Yeşil yeşil baktılar insanlar****unduracılar Caddesi'nde gezerken mutlu oldular.Hayatın sert iklimlerinde toprağa tutunur gibi arkadaşlığa tutundular.Cinselliği insan olmadan rüzgarlarla yaşadılar.Kurtuluş'un esintide pantolonu dalgalandı iliklerine kadar.Kabardı gömleği göğsünün en dar yerine kadar.Emel'le Derya'nın etekliği savruldu. Bir Marilyn Monroe klasıği oldular tabiatın kollarında.
Haz aldılar yaşamaktan, gezdiler barış içinde.Sonra Kurtuluş'u evine bıraktılar.Teşekkür ettiler annesine ve babasına güvenlerinden ötürü.Baba utandı cahilliğinden.Baba olmanın korunaklı hamiliğinde sardı sarmaladı oğlunu.Anladı en ilkel duygunun öfke olduğunu.Buyur ettiler evlerine iki dostu.
Emel ve Derya yorgun olduklarını başka zaman gelmeyi düşündüklerini söylediler.Ayrıldılar kapı yüzlerine kapatılmadan dostluk evinden.
-Çok yoruldum Derya
-Ben de.Gidelim çay demleyelim.Balkondan şehri izleyelim.
-Tamam Derya
Balkona geçtiklerinde dışarda gri bir hava vardı.Şehir doğu Avrupa şehirlerinin rengine bürünmüştü. İnsanlar ha yağdı ha yağacak yağmura yakalanmamak için acele ediyordu.'Niçin bu kadar yağmur yağar? İnsanlar niçin yağmurdan kaçar? Tadı yok mu damlaların, mazgallardan akan suların? ' dedi Emel ve Derya'ya dönerek:
-Derya, yağmurda hiç yürüdün mü?
-Yürüyemedim; çünkü bu ülkede insanlar yürümesini bilmez.Kent kültüründen yoksun kişiler şemsiyesiyle gözünü kör eder.
Az ilerde bir milletvekili göğsünü ve kasıklarını kabarta kabarta geziyordu.Halka fotürünü sallıyor; şapkasından tavşanlar çıkarıyordu.
Bak dedi Derya Emel'e:
-Bu siyasetçiler niçin şapkayı sever biliyor musun?
-Hayır
-Çünkü bunların alayı illüzyonisttir o yüzden.
Balkon açık hava müzesi olmuştu onlar için.
Değişik insan manzaralarına bakıyorlardı.Bazı davranışlarda ne hümanist ne komünist tavırlar görebiliyorlardı.Galiba yirmi birinci yüzyılın ideolojisi sadizmdi.
Minareler bile gökyüzünü çiziyordu.İnciniyordu bulutlar.Çanlar keçileri kaçırıyordu.Yahudiler üçüncü dünya savaşını çıkarabilmenin hesaplarını yapıyordu.
Bir genç cami duvarına yaşasın sadizm yazdı.Birisi cami duvarına işedi.
Emel ve Derya daha fazla dayanamayıp salona kaçtılar.

Osman Demircan

GooD aNd EvıL 04-10-2009 05:20 PM

Etek ve Pantolon7

Cuma namazı Paşa Ağaoğlu camisi hınca hınç doluydu.Bu cami ünlü bir tarikatın toplandığı, zikir yaptığı, müritlerin şeyhini gördükleri yerdi.Buraya kadın, kız, erkek, delikanlı her cinsten insan gelirdi.Buraya gelen ihya olur giderdi.Namaz başlamadan önce tarikatın şeyhi Hızır gelirdi. Hızır gibi yetişirdi yani insanlığın imdadına.Meded ya Hızır nidaları arasında ön safa yerleşirdi.Sonra amcalarının çocukları, halasının çocukları, teyze çocukları gelirdi. Namaz kılınırdı.Şeyh el alır el verirdi kalkıp giderdi.Kendi kendine cezbelenenler olurdu.Bazıları ise kutsal kıçın oturduğu yere oturmak için yoğun çaba gösterirdi.Cami çıkışında cemaat dağılırdı.Bütün manevi putlar şeyhin arkasından giderdi.
Mehmet, Nurullah, Sedat, Suat muhafazakar insanlardı.Trabzon da muhafazakar bir şehirdi.Böyle yerlerde her şey gizli kalırdı.Çünkü kimseyi rahatsız etmediğin sürece, görünmediğin sürece her şey serbest olurdu.
Mehmet bir gün polis arkadaşına kimi hapse attıklarını sormuştu.O da kim masum ki demişti.Sadece yakaladıklarımızı hapse atıyoruz diyerek hüznünü bildirmişti.
Mehmet bunları düşünürken aklına askerlik anısı gelmişti.Kışlaya general geleceği gün bütün subaylar dağa kaçmıştı.Arazi olmuştu tüm askerler.
Yalan dedi her şey.Bütün sözler yalan.Erkekler reklam panolarına benzerler.Kadınlar bu panolara aldanarak içeri girerler.Bir daha çıkamazlar.Bütün oğlanlar babalarının yalancılarıdır.Kızlar da annelerinin.
Bu düşüncelerden sıyrılan Mehmet ilerlemekte olan arkadaşlarına yetişti.
Nurullah, Sedat'ın yanında iğdiş edilmiş vaziyette duruyordu. Sedat konuştukça o emme basma tulumba gibi kafasını sallıyordu.Güreşte kafasını kaptıran pehlivan misali Nurullah,Sedat'ın yanında boynu bükük omuzları çökük kalıyordu.Sedat bir başka horozu gagalamanın verdiği hazla kendi ruh çöplüğünde ötüyordu.
Mehmet eşiyle iyi anlaşıyordu da eşi türbanlı olduğu için onu toplum içine çıkarmak istemiyordu.Çünkü eşi yüzünden ayıplanma korkusu taşıyordu.Eşinin başını açamazdı; ona karışamazdı.Hatta kızı liseden sonra okumuş kendi isteğiyle türban takmıştı.Kızını ve eşini birey olarak görür kimseyi kendi dünya görüşüne göre yaşamaya mecbur etmezdi.
Kızı üniversitede bir oğlanla tanışmış onu sevmişti; onunla dini nikah kıymış bir evde yaşamıştı.Sonra üç kez boş ol demiş kızı bırakıp gitmişti.Oğlan Konya'nın tanınan dindar ailelerindendi.Nedense kızı kabul etmemişler oğlumuzun dölü değerlidir onu sen taşıyamazsın demişlerdi.
Mehmet üzgündü.Suat bunu anlamış Mehmet'le konuşmaya çalışmıştı.

Osman Demircan


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 05:25 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.