![]() |
Bakamazlar Güneşe
O tiksinen birbirini tökezletmek isteyen malına gözünü dümdüz diken düpedüz çekinmeden dalga geçen utanmaz, arlanmaz, edepsiz, ölçüsüz bakışlar nasıl da sarmış yurdumun sokaklarını, kaldırımlarını, bakkallarını, metrolarını! ? niyetleri kirlenmiş, helalde çareleri tükenmiş, 2 lokma ekmek peşinde herşeye razı elleri bıçaklı, makinalı kapana kısılmış canavar olmuş benlikler nasıl da korkmaz olmuşlar hiçbir şeyden! ? nasıl da en nezih yerleri bile adım adım kuşatmışlar? ! bölüne bölüne çoğalmışlar? ! o tiksinen birbirini, ne olduğunu ayırt etmeksizin dimdik, düpedüz tecavüzle küçümsercesine ve sanki, 'ne bakıyorsun birader? ! ' denmesini, hemen sonra da üzerine saldırmayı beklercesine kendini vahşete teslim etmiş bakışlar nasıl da güzel yurdumun topraklarını kirletmiş tepeden tırnağa! ? artık her sokağa çıktığımda abartısız bir dakikayı bile o bakışlardan kurtulamadan yaşayamazken ben, görürken yurdumun topraklarının bile zehirden rengini karalara çaldığını nasıl nasıl rahat uyurum? ! hakkımı kime, nasıl helal ederim! ? o tiksinen birbirini tökezletmek isteyen tilkileşmiş bakışlar... aslında hepsi kan ağlıyor da, arkalarına sığınmış alevler içinde bütün benlikler. artık çok geç ama; bakamazlar bir daha güneşe... |
Bakire Şiirler
Bazı şiirlerimi bakire haliyle bırakırım bilirim bir kaç kere dönüp baksam makyajı eksik görünecek gözüme alacağım elime kalemi allığı, farı, rimeli, ruju yürekleri hoplatan kadına çevireceğim kızı. bu yüzden bazı şiirlerimi bakire haliyle bırakırım hep o sade makyajsız gülümseyişi seyrederim yüzlerinde... öteki 'allı pullu kadınlar'dan çok var etrafımızda! bu benim kadınım... |
Bakire Şiirlere Neşter
Bakire bırakmayı, öylece salıvermeyi severim şiirlerimi genelde; ama herzaman hatasız kul çıkmıyor kalem'den, şair dostlar görünce -kızın- genelindeki arızaları bildiriveriyorlar Allah razı olsun. haklılar da... daha seksi, daha alımlı, daha salına salına dolaşmasını istiyorlar ve 'babası'nın da daha saygıyla anılmasını... alıyorum hemen elime neşteri, narkozu hiç üzmeden kızlarımı başlıyorum düzeltmelere! aslında daha da heyecanlı çünkü bu -sonradan müdahale-... kusurları düzeltmek başka bir beceri istiyor; bunda da uzmanlaşmaya gidiyorum. zor tabii ilk anda bıçakla dalmak ama olsun! daha seksi, daha alımlı, daha salına salına dolaşsın kızlarım ve 'babası' da daha saygıyla anılsın. artık bakire olmasalarda bıçak görmüş kızlarım yaşamışlıkları artacak, fena mı? ! sonuçta zaten okuyan, okuyacak üzerinden binlerce kere geçilecek; bari eli yüzü düzgün olsun. |
Bal gibi de döverim!
Bir gün, iş yerinde kahve molasında biri diğerine dedi ki: -Sen hiç 'şiirle adam döven adam' gördün mü? İşte Ömer bunu yapıyor, ondan okuyorum onu! oradaydım duydum, sevindim ve ekledim: -Döverim! Bal gibi de döverim! Hem de zevkle! hatta ağzını, burnunu bile kırarım büyük zevkle! öyle çok hak eden var ki döverim aslanlar gibi! diğerinin şaşkın bakışları ilham verdi biraz daha devam ettim: -kadın, adam dinlemem dümdüz girerim zaten bu aralar öyle çok kaşınıyor ki yumruklarım! eşkiya değilim ki yollara ineyim elimde tüfekle barbar değilim ki elimde baltayla dalayım kalabalığa ormanda değiliz ki, zehirli okları saplayım yüreklerine! klavyemi, parmaklarımı, buz gibi soğuk irademi ilhamlarımı, kinimi, hiddetimi kuşanırım sarılırım şiirlere dalarım hepsine ağız-burun dümdüz bal gibi de döverim! .. |
Bana ne? !
Tarihten gelen taşların, duvarların, tabletlerin üstündeki kanıtlara inanmazmış. Binlerce yıl öncesinden 2000’leri görüp ta o zamandan bu zamanı uyaranların, gönüllerini yıldızlardan toplayıp düzene sokup, bilgi olarak tarihe dökenlerin varlıklarını saymazmış. Yaratan’ı bile kendi dimağınca tanımlarmış, sınırlara koyarmış, müziğin ritmine göre kıvırtırmış! her şeyi kendi bilirmiş, elle tutmalıymış gözleriyle görmeliymiş; bana ne? ! .. karınca yuvasına sığabilecek bilgisiyle, bir iğne ile bomlayabilecek 4 yana dağılabilecek sevgisiyle, sadece yapılı-döşeli yola, kaldırıma, otomatik çalışan çamaşır makinesine, fırına, müzik setine ve plazmasına endeksli şükürleriyle üzerine bastığı bu topraklara hatta toprakları da taşıyan Dünya Ana’ya bile sözünün geçtiğini hatta onu bile yönettiğini sanırmış; bana ne! ? .. gün gelip de sorduklarında bu toprağa kaldırımlara, taşlara, ağaçlara, denizlere, kuşlara ”bu şahıs hakkında neler dersin bize? ” diye hepsinin birlikte vereceği cevaba bakarım! .. o güne kadar kendini allamış-pullamış, adına destanlar yazdırmış, çığırtkanlar tutmuş, büyük saygı görmüş tek bir lafıyla boyunları götürmüş itibarları sıfırlamış, ensesi kalınmış; bana ne? ! .. |
Bando Sezai
Öyle bir koydun, yerleştirdin ki “küfür”ü hayatımıza, öyle bir teslim ettin ki o bayrağı ellerimize; dalgalandıra-dalgalandıra bu köhne, kokuşmuş şehrin sokaklarında balkonlardan bakanlara sallaya-sallaya dolaştırmanın ayrıcalığından, zevkinden, hiddetinden vazgeçemedik! ”küfürlerin”in tadına doyamadık ve inanır mısın; öyle ayarında yerleştirdin ki temellerimize sökemedik bir daha, hatta ihtiyaç duymadık! ? “küfür”ün bu kadar da “sanat” olabileceğini nereden bilebilirdik? .. Vay ki ne vay Bando Sezai! demek sen ektin bu tatlı zehri köklerimize? ne diyeyim Abi sana? ”helal olsun! ”.. taşırız bayrağımızı coşkumuzla sallarız sağa-sola! yüzümüzde neşe içimizde o tarifsiz coşku! erzağımız “küfürlerin” olur en ummadığımız anlarda hayata gülerek bakarız Bando Sezai! Öyle bir koydun, yerleştirdin ki “küfür”ü hayatımıza; sökemez olduk, hastası olduk be Abi! Seni doğuran o iki yüce insan Fahiran Teyze ve Arif Dede’ye helal olsun! Seni seviyorum Bando Sezai! .. |
Bankalar serpiştir
Al beni kirala, sat, döşe, boz, yap ekle, çıkart şekle sok, eğrilt, bük üzerime şehirler kur köyleri yık çiçekleri bile kes gerekirse saksılara boğ ama lütfen araya “bankalar” serpiştir! al beni yaz, çiz, okut şaplak at uyukladığımda cezalandır 'doğru'yu üstelediğimde! ama lütfen araya “bankalar” serpiştir! |
Barbarlar Kralı Savaşbeyi
'Barbarlar Kralı Savaşbeyi' aydan aya meydan savaşlarına girer ağır kılıcıyla ne boğazlar keser kafalar havalarda uçuşur üzeri kanlarla yıkanır. ayırt etmeden keser-biçer. 'kitle' iledir meselesi ve tabii kendi ile... tek tek bakmaz yüzlere. korku ile bakan hırsla, nefretle bakan fark etmez bütün gücüyle sadece kılıcını sallar. yemini vardır... ve köyünde, evinde bekleyenleri... Zafer için çarpışır, kendi için değil bu yüzden gözü karadır. kafaları uçanlar da zafer uğruna ölürler. 'Barbarlar Kralı Savaşbeyi' uçurduğu kafaları savaş meydanında bırakır. korkulu, nefretli yüzler peşinden gelmez. isimleri unutulur zafer önemlidir. Bu yüzdendir işte şaire de, yazara da 'isim-adres' sorulmaz. |
Basarım Zebani ile!
Bunca iyi şeyden bahsettik soframıza onlarca kere davet ettik muhabbetin en babasını ettik yanımıza birbirinden güzel kadınlar aldık onlara da akıl verdik, gönül verdik. En çok gülen yüzümüzle seni uğurladık sıkıntı anlarında yanında bulunduk dostum ama, yarın öbürgün sahil yolunda elinde 3’lü çatalı, gözlerinden çıkan cezbedici alevleri ve oramı-buramı yaka yaka öpen çatallı dilli bir zebani ile kolkola sahilin keyfini çıkartırken rastlarsan bana külahları değişmeyelim! ya da ver, fark etmez o zaman ben senin külahını da kolayca takarım! ama demedi deme bak ha! geniş tut kabullerini lekeleme, etiketleme hemen herkesi ne biliyorsun ki hem en yakınındakinin arka sokaklarını? hiç girdin mi onun beynindeki o en karanlık odaya? .. aman ha büyük konuşma büyük beyanatlarda bulunma ne kendini, ne başkasını pek de sınırlandırma. hem sözü gelmişken; vallahi samimiyim! o zebaninin dili kor alevden olsa da yanağımda gezinmesinden kalma o izler o acı var ya; hala hoşuma gidiyor yahu! kalbim çarpmaya başlıyor hiç olmadığı gibi! Bak demedi deme büyük konuşma! en boş anında basarım seni de kolunda bir zebani ile; görürsün! |
Baş Mimar'a başvur
Hani çok boşalır ya bazen insanın aklı, hiçbir şey istemez ruhu, hani yerinden kalkmak, gülmek, muhabbet bile etmek gelmez ya içinden; işte o zaman içinden Baş Mimar'ın adını geçir geçirebildiğin kadar defalarca... dene bir kere, ne zararı var? ! Ne kadar yükseltirsen yükselt binanı Baş Mimar senden iyi bilmez mi seni? yüklerini, temellerini ve o yükselen yapını? kaç kat daha çıkabileceğini? .. istediğin kadar takviye et sonradan o temelleri kendince, kasnaklar daya binana dört bir yandan balkonları içeri dahil et, salonun büyüsün çatı katını izole et tamamen ne fark eder? ruhsatın Baş Mimar'dan olduğunu bilmezsen; altınlarla beze bütün cepheni tabelalarla reklamlarını yap binanın hatta ne fark eder? hani dilediğin kadar büyüttüğün halde binanı birgün saplanır kalırsın ya o karanlık noktaya, barınamazsın ya kendinin bile içinde; işte o zaman içinden Baş Mimar'ın adını geçir. çekinme, kimse duymayacak! rahat ol. ama dene bir kere, ne zararı var? ! dayanmadan kapına belediye memurları, zabıta çökmeden binan kesilmeden faturaların Baş Mimar'a başvur göreceksin, ne kolay işin aslında! .. bırak şimdi karizmanı marizmayı; dene bir kere, ne zararı var? ! |
Başka Kurbanlar
Elinde gücün olduğu halde savaşıma katılmadın el vermedin; sen sadece duyguda takıldın bir vampir gibi kan bekledin hatta ruhumun, kendi elleriyle gelip sana kendini vermesini... elinde gücün olduğu halde sen savaşıma katılmadın. biliyorsun değil mi bunun önemini? bu dünyada başka bir dil lazım öyle herşeyi sıfırlamak her yiğidin harcı değil herşeyi sıfırlamak ve o aşk yoluna katıksız çıkmak... zor hak etmek lazım. uygun olsaydın neden engelleyim? ! .. ama zor... çünkü sen elinde gücün olduğu halde savaşıma katılmadın sadece kendimi sana vermemi kanımı sana vermemi bekledin? .. olmaz! mümkün değil! .. hiç umutlanma. çünkü ben kendimin efendisiyim ve Yaratan'ın kölesi... ben bu savaşın bir askeriyim gerekliliklerim var; olmaz... başka kurbanlar ara. |
Başka Ne Yapabilirim?
Dokunamam ki ona? ! bırak dokunmayı yakınından bile geçemem yüksek sesle iltifat bile edemem! gözlerinin içine amaçlıca bakamam. yapsam yapsam arkadaşça bir tavırla omuzuna dokunabilirim belki o da çaktırmadan hani! ne'rde o erkeksi dokunuş! ? yapamam... hani derler ya 'artık sahibi var' ne demekse sahibi olmak ait olmak? .. bana uymaz ama uyduranı çok! .. mal mı bu sanki de sahibi oluyor? hayallerine, beyninin karanlık köşelerine gönlünün sessiz kalmış sahipsiz alemlerine kim el uzatabilirmiş ki? ! ama anlayan kaç kişi kaldı, değil mi? .. dokunamam ki ben ona! bir yerlere çıkıp, sessiz bir köşede masaya kurulup bir elim belinde bir elim bacaklarında gözlerim gözlerinde ve ara ara dudaklarım dudaklarında zaman geçiremem ki gecenin gizeminde? ! sadece bakar bakar dururum rastladığımda gözlerine. arkadaş selamına bütün ilgimi çekimimi yüklerim bomba gibi dile getiririm! anlar o belki ama ses edemez ki! ? yürür, geçer-gider yanımdan adımlarına, bacaklarına, diğer bütün kıvrımlarına hayranlıkla dalar, onunla adımlanır ruhum. sonra belki satırlarla iltifatlarımı yollar tatmin olurum oturduğum yerde en azından bildirdim diye... elimden gelen bu o afet için başka ne yapabilirim? .. |
Başka Türlü Kırmış Kafayı
Arkadaş ta başka türlü kırmış kafayı. sürekli dışarı atıp kendini kararmış benliğini yüzüstü evde bırakıp bütün dert tohumlarını geçici olarak gömüp özgürleşip, rahatlayacağını sanıyor! döndüğünde evine halının altındaki tohumları yine kendi kara suyuyla çözümsüzlüğüyle suluyor. yakınıp duruyor sonra “aah ah” diye sigara yakıyor bol bol. kafasında bin tane dert... sanki herkesin yok! ? ama gafil ya bilemiyor artık geniş bakamıyor zavallım. başka türlü kırmış kafayı kapatıyor halıyı dert tohumlarının üstüne atıyor kendini yine dışarı geziyor da geziyor. ama ortada dişe gelir bir muhabbet de yok! ? tabanlarını iyi yağlamış herhalde hakkını vermenin peşinde... benliğini yenilediğini toprakladığını sanıyor dertlerini. bir de üstelik akıl vermez mi ara sıra ”ruh esenliği”, dinginlik üzerine? ! insanın fena gülesi geliyor! elimden birşey gelmez arkadaş başka türlü kırmış kafayı. ne desem dinlemez, anlamaz. halısının altı kapkara olmuş boğazına dayanacak birgün uykuda kalbi tutacak böbrekler isyan edecek ciğerler çamaşır ipinde zaten! haberi yok... ama yapacak birşey yok bırakın yaşasın kendini. herkes kendinin kurtarıcısı kendinin yok edicisi... |
Batılının Peşinde İkilemde
Ohooooooo! Biz diyoruz yol alalım alabildiğine arkamıza bakyalım, yavaşlatır bizi; yürüdükçe öbek öbek, tepe tepe engellere takılıyor ayaklarımız hala! Şu peşinden koştuğumuz Batılı alabildiğine en önde teknolojide, ruhsallıkta, parapsikolojide, sosyolojide! Küfürü ezmiş geçmiş onu bile ti'ye alır olmuş; adam 'onun-bunun anasına' düz gidiyor tişörtlerinde bile, takan yok... Herkes olgun, doğal, tatminli... Bizse hala hem Batılı'nın peşinde, hem 2 pis laf görsek bir yerde 2 pis laf yazsak, çizittirsek ya da; damgalarız, sansürleriz, engelleriz, kapatırız, satarız anasını! bin tane gocunanı kapıp silahı arkamızdan koşturanı pis bakanı yargılayanı! .. Ohoooooo! bir de hala enayi gibi diyoruz ki yol alalım alabildiğine! .. hem de şu pek özendiğimiz Batılı'nın 2 adım peşinde! ama işimize geldiğince elimizle tutabildiğimizce ruhumuza sığdırabildiğimizce! |
Bayram-Seyran İkramlarla
Şu orta halli yandan yemiş hayata ucu ucuna tutunmaya çalışan halimizle biz bile bayram-seyran bilumum özel günlerde saatbaşı yaptığımız akraba ziyaretlerinde her evsahibinin onurunun ve misafirperverliğinin devamının resmi ispatına destek olmak için her ziyarette -sanki midemiz boşmuş gibi- davranıp kibarlıktan ikramlara hayır diyemeyip kesintisizce mideye gönderdiğimize göre; yılboyu davetten davete koşan bürokratların ve iş adamlarının tiplerinin kısa sürede kayıp formlarından düşüp birer su aygırı görüntüsüne bürünmelerine şaşmamak gerek ! |
Bayramın Kutlu Olsun
Efendim? ! Bayramım mı? Kutlu mu olsun? Ha! Pardon! Bugünün tarihini tamamen unutmuşum da ondan... Peki öyle istiyorsan; olsun varsın! kutlu da olsun, mutlu da olsun! ama pek fark etmez inan... sadece bende hatrın var diye paşa gönlün öyle görmek istiyor diye kabul ettim. Ama bak ben de senin bayramını, senin yaptığın gibi kutlamazsam sana telefon etmezsem hatrını sormazsam e-posta atmazsam sakın alınma! Seni seviyorsam, seni sayıyorsam, anılarımda, şimdimde, geleceğimde mutluluklarımda, güldüğüm bir filmde seni buluyorsam, zaten bunu normal günlerde seni yoklamalarımdan arayıp-sormalarımdan ve ruhuna dokunan e-postalarımdan anlarsın. gerisini salla gitsin! .. |
Bazen Öyle, Bazen Böyle
Bazen öyle, bazen böyle... bazen evliya, bazen şeytan... kara, beyaz bazen buz gibi soğuk, ılık mı ılık yerine göre veya keyfime göre; hepsi güzel! .. bazen bilet keserek, lekeyerek bazen yardım ederek umulmadık şekilde arkasından bakarak etekleri havalanırken bacaklarını süzerek akla görüntüleri kaydederek... bazen inanılmaz terbiyeli doğuştan bakir bir saflıkla... bazen yaklaşılmaya korkulası bir niyet bazen koynunda uyunası bir sakiniyetle teslim olmaya bile kaçınılmadan... ama ille ki bazen öyle, bazen böyle... hepsi biziz bunların, hepsi biz! yadırgarsan; olmamışsın... yadırgarsan yemek olmaz senden iş çıkmaz su olmaz, kova olmaz... çünkü herkes mutlaka bir yerde bir şekilde, bir nedenle bazen öyle, bazen böyle... |
Bazı Filmler
Bazı filmlere kör-kütük dal aptal aşıklar gibi ya da sürüngen et meraklıları gibi bir anda ağzından akan salyalarla... hiçbir şey görmesin gözlerin... sürüklesin götürsün seni yorumuna bile fırsat vermeden. bittiğindeyse kan ter içinde boşalmaya eş bir kendini bırakmayla karşılaş. Bazı filmleri ilk bakışta sevemezsin. onlara sabırla yaklaş. gönlünü aç, sıcaklığını esirgeme sevmeye çalış. Bir yıldırım aşkı olmayabilir, ama tek vuruşluk ateşin tersine hissettirmeden, seni çok yerinden ısıtabilir. bir de bakarsın ki sonunda öyle bir işlemiştir ki içine parçan olmuştur adım adım. ter yoktur, titreme yoktur ama dinginsindir, huzurlusundur. Bazı filmlerse yakından-uzaktan dokunmaz hiçbir yerine. o zaman orada hiç oyalanma geç-git, devam et yoluna. daha seyredecek, yaşayacak o kadar çok film var ki hayatta... |
Bazı Kalçalar
Bazı kalçalar tapılasıdır, dokunamazsın! hatta dokunmayı bırak; bu kalçanın sahibi benim arkadaşım olsun, sevgilim olsun, metresim, seks oyun arkadaşım olsun gibi güdülerle tanışmaya bile yeltenemezsin, cesaretini toplayamazsın! varsa elinde bir arka duruş fotoğrafı şöyle geniş açı veren; alır, arşivine koyarsın ve ona sadece ara sıra bakıp bakıp, içini geçirip, saygılarını sunar hayranlığını gösterirsin! .. bir anıttır çünkü bazı kalçalar, ulaşılmazsın... Bazı kalçalar vardır haklarında konuşamazsın, hayranlığını içine gömersin, içten içe patlarsın, patladığını bile belli edemezsin! Bazı kalçalar tapılasıdır, dikkatini, heyecanını, enerjini verirsin; karşılığında hiçbir şey bekleyemezsin ve efsane umarsıca bütün endamıyla yürümeye devam eder, sen sadece sessizce, saygıyla izlersin! .. |
Bekçi Köpeği
Bazen öyle kadınlar görürüm ki birbirinden güzel birbirinden seksi, davetkar ve alımlı ve onların da yanlarında öyle adamlar görürüm ki; hemen o adamları yanlarından tez zamanda attırıp, 1-2 milyar daha yatırım yaptırıp yanlarına birer polis kurdu veya bekçi köpeği hediye edesim gelir! |
Bekle
daha var... biraz daha var; sıkılabilirsin ama sabret bekle... içinden iyi şeyleri geçirerek daha çok 'ışığı' alnının ortasında ve biraz da üzerinde hayal ederek... Şeffaf kalmaya bak geçirimli ol... üzerine çekme dertleri 'kalıcı'... bunu sakın yapma! geçirimli ol ve uğrayan dertler, kinler, nefretler, acılar içinden geçsin, gitsin. kalırsa içinde; emersin, yapıştırırsın üzerine, rahatsızlıklar çıkar şaşarsın 'niye oldu bu şimdi? ' dersin, doktorlara düşersin ilaçlarla donatırlar seni; bilemezsin bilemezler... idare et biraz daha. daha var, ama -çok da- değil... 'sevgi'yi çek kendine 'sevgi'yi üret, 'sevgi'yi paylaş. çiçeğinle toprağa onu ilet koşularınla, sesinle çocuğunla ve en önemlisi yalnız kaldığında iç sesinle 'sevgi'yi ilet. bir tek böyle varacaksın oraya. sakın sapma! sağa-sola fazla bakma devam et ve sabret. biraz daha var ama yılma bekle... |
Belki de
belki de hergün “saat” gibi saniyeler gibi “deli” gibi tıkır tıkır koşmasam ağzım yüzüm karışık ter içinde; ona buna olmadık şekilde olmadık yerlerde sarkar bela olur, bela çekerdim. evde bile yanıma kimseyi 30 cm.’den fazla yaklaştırmazdım. aile içi şiddetten; evde adam tartaklamaktan; dışarıda içeri girerdim! .. belki de hergün “saat” gibi ”deli” gibi koşup, zehrimi akıtmasam kendi kendimi zehirlerdim yanımda da kesin 2-3 kişiyi götürürdüm! belki de benim için -böylesi- en iyisi… |
Beni Hep Anlıyorsun
Sende hep bir gizem vardı. hala da var... ama, anlıyor gibiydin beni. hala da öyle... yine de gizem devamda... anlıyorsun, ama hala da ses etmiyorsun? . çok garip... Güzel Yüzlüm, ince gönüllüm neden ki bu hep böyle? okşuyorsun aslında ruhumu ta oradan olduğun uzaklardan, duyuruyorsun isteyince sesini telefonsuz, internetsiz ama çok garip... hissediyorsun beni dokundurtmuyorsun ruhuna? .. tamam! bu da güzel anladığını bilmek ta orada, bulunduğun yerden bana vardığını bilmek... ama ne bileyim işte Güzel Yüzlüm ince gönüllüm belki ben mi biraz kabacayım da bir türlü bununla yetinemiyorum? sende hep bir gizem vardı benim bildiğim. anlıyorsun beni yine de hala ses etmiyorsun. bağrıma mı bassam bu gizemi def mi etsem gönlümden bilmiyorum ama sen yine de beni hep anlıyorsun. |
Beni yine sev!
Hayatın bu boktan karmaşık yalanlarla dolu yollarında ilerlemekten üzerimdeki erkeklik kılıfı yerini kalitesiz bir ******luğa da bıraksa en ahlaksız, en edepsiz değersiz, haysiyetsiz insan da ilan edilsem ya da tam tersi bütün piyasa mankenlerinin peşinde koştuğu parayı bulmuş bir jigolo da olsam bir şeyden hep eminim: kapına gelip orada uslu, yalnız, masum bir kedi gibi kıvrılıp ”Lütfen beni yine sev! Lütfen beni yine sev! ” diye miyavlayacağım... En yüksek mevkiilere de çıkıp otursam krallar ve kraliçelerin en büyük kankileri de olsam veya evrende yaratılmış tüm hayat formlarına bürünsem de bir şeyden hep eminim: bütün o safsatanın bendeki göz boyayıcılığını üzerimden silkinip ”Lütfen beni yine sev! Lütfen beni yine sev! ” diye o sıcak dizlerine kapanacağım... Bir marangozun henüz bitirdiği o taş gibi sağlam gürgen mobilyadaki yeni çakılmış buz gibi soğuk çivi de olsam oradan çıkar, ayaklanırım kapına gelirim ve ”Lütfen beni yine sev! Lütfen beni yine sev! ” diye ağlarım... İşte bundan eminim... |
Bereket Bulaşan Olmadı!
Bereket sokaklar boştu... ne vahşet şehir magandaları, ölçüsüz dağlılar, ne gereksiz kibar, kibirli eşofmanlı ama sporsuz mahalle sosyeteleri yolları kirletmemişti. yalnızca pürüzsüz havalarda bizim parkta gündüz çiçekleri gibi açan şu geçkin-çirkin kokonalar etrafımda dolaşmıyordu. havada kar vardı bu sabah... malum kar yağar, yağmur yağar bize yarar! ve yine öyle oldu... zaten geceden uykusuzdum kendimle birlikte fena şiddetli bir gece kapanışı... içinde biraz gerçek acılar, bedenimde huşu veren, derin izler... ve sabahında yorgun, bitkin... benim Küçük Şeytan'ın bir de erkenden gürültüsü oldu ya; güne Canavar kalktım yine bu pazar! .. Dayanamadım bir de karı dırdırı eklenince belki eklenmedi de ben önceden tedbir psikozuna kapıldım. çıktım gittim Levent Çarşı'ya. Sakin, yalnız önümde gazeteler bir sürü lüzumsuz haber ve Zeynel'in o eşsiz börekleri... kısa bir mutluluktu. karşı masamda seksi, sadist piercingle kaşında ve bacaklarında siyah filesiyle punk bir kız... neyse ki doğrulttuk manzarayı sabah-sabah! bir bu vardı yanıma kar... gerisini siktir et günün! bindim sonra arabama kafamda bir miktar o kızın imaj kalıntısı... vardım eve... kafa belki biraz daha dingin ama hiçbir güvencem yok. bereket sokaklar boştu bana bulaşan olmadı. yoksa ilk şanslı kişi bazı arkadaşların tertemiz sandığı façası güzel yüzüme onlar gibi kanıp, hele bir ilişseydi benliğime ortak iblisleri kucaklardı kaderi fena değişirdi inan! bilmesinler daha iyi... sonuç? .. hala evdeyim. elim kandan uzakta herşey hala normal, inanamıyorum! ? ve elimde o nefret ettiğim yoğun dumanlı CHE purosu. kaçacak başka nokta kalmamışken sıkı bir hardcore parçası Mushroomhead'den. ve önümde internette akan 10'larla sıkı kadın resmi en hardından! .. belki günü daha iyiye götürürüm umuduyla bakınıyorum. bereket artık dışarıda da değilim. olsa olsa tek zararım artık kendime olur. |
Bırak Gitsin!
Bırak gitsin! takma kafayı... düşünme bile! .. aklında ve gönlünde en ufak bir odacık bile ayırma böylelerine. yakının veya uzağın fark etmez; bırak gitsin! .. kendi kaderi onun ve bu bakir ışık; senin kendi kaderin kirletme... Zaten 40 yılda bir görüşürsün. ona rağmen paylaşılan en ufak gerçek bir his, bir düşünce-fikir belirtisi bir duygu birliği yoktur. olamaz da zaten! tek sorabildiği sana gittiğin restoranın menü ve fiyatları, kuaförünün tarifesi, yediğin öğle yemeklerinin nerede yendiği, arabanın ne zaman yenileneceği ve belki bir miktar düşünce belirtisi adına yeni teknolojiler, ürünler... başka bir şey yok... olamaz da zaten! nedir ki ruhunun rengi, derinliği? bulabilse böyleleri kendilerinde en ufak bir fikir duygu belirtisi; zaten amerikayı yeniden keşfetmiş yeniyetmeler gibi güvercinler gibi üşüşmezler mi yerdeki tohumlarına bile? ! merak etme bulsaydı o tohumlardan bir tane bile böyleleri dünyanın 4 tarafına ilan etmeyi de ihmal etmezlerdi! ama sen takma hiç kafana Bırak gitsin! düşünme bile! .. bir daha ne zaman rastlarsın bu hangi aya, hangi yıla denk gelir? değmez be! bırak gitsin... |
Bırakıyorum
İşim-gücüm var benim amaçlarım, arlanmaz, önlenemez ağza alınmaz arzularım... savaş planlarım, barbarlığım kesecek başlarım bulaştıracak virüslerim var. daha fazla oynayamayacağım bu yüzden oynadığın oyunu bırakıyorum. “kazanan” olmaksa dileğin ok, kazandın ama ben bırakıyorum. işim-gücüm var benim amaçlarım ve birçok şey senin göremediğin... bu bir “zafer” değil benim için bir ‘yola koyuluş’ kadere el veriş, tutunuş zamanıma karşı bir yarış kum saatim bitmeden... sakın kızma alınma ama oynadığın oyunu ‘hem de çocukça, gereksiz görürcesine’ bırakıyorum. |
Bırakmasınlar e mi? !
Hay ben bana devamlı aynı isimde bir Türk TV Dizisinin linkini atan insanoğlu bilincinin en karanlık köşelerinde acı veren bir aydınlık parçacığı olayım ve acılarının nereden, neden geldiğini anlamadan devamlı adressiz bunalıma girsinler e mi? ! bilinçlerinin önünde ağır taşlarla arası kurşunlarla örülen büyüyen o dev duvarı gördükçe daha da küçülsünler daralsınlar ve en sonunda benliklerini büyük acılarla yırtsınlar doğum gibi... yırtsınlar ki bu küreye de artık biraz ışık gelsin e mi? ! devamlı tekrar edilmesin ufak yaşanmışlıklar ve tatmin olma sanrısına kurban gitmesin çocuklar gerçeği arar olsunlar. yakalamadan ayaklarından ellerinden gerçeği büyüklerini de bırakmasınlar rahat e mi? ! |
Biberseksüel
Yok yok! ben rahat edemeyeceğim biraz daha takılmazsam şu Überseksüel’in Kaşifi Ablaya! .. Yıl 2006 aylardan Ekim... Metroseksüel’in mimarı kendini de çok seksi hissettiği mum ışıkları arasındaki amber kokan gecenin ortasında Überseksüel’i de keşfetti. O sırada yanında olan Über Abi kimdi bilinmiyor ama epey kendisine epey ilham katmış olmalı ki yeni bir keşfi daha ateşledi! .. Meğer ne çok seksüalite çeşiti varmış da bizim haberimiz yokmuş! ? temel seksüalite kavramları yetmez olmuş canım trend insanına! kendi çok komplike oldu karıştı, düğümlendi, çözümsüzleşti ya; ille dokunduğu şeyleri de düğümleyecek karıştıracak! .. Oturup-kalkmasına, yiğip-içmesine işeyip-dışkılayışına göre yalayıp-yutuşuna, elleyip-kaldırmasına göre tanımlayacak kendini de zavallı seksüaliteyi de! .. Hatta ben de bu arada dayanamadım altında kalmayım şu bizim Über Ablanın diye seks yaparken acı biber yiğenler için de ben bir tanım keşfettim! Überseksüel’den sonra Biber Seksüel! .. nasıl? .. güzel de duruyor değil mi? ! biraz yakabilir malum yerleri ama idare edin artık! .. hatta bitmedi! Limonlu seksi sevenler için Limon Seksüel! .. seks yaparken diğerinin yüzünü dumana boğanlara Sigar Seksüel! .. Ciğer yerken seksi sevenlere; Ciğer Seksüel! .. yine bitmedi! bu daha da yeni bir şey! Geçenlerde bir gençlik partisini basmış polisler. haplar, esrarlar havada uçuşuyor! şeker yerine ekstazi kasesi dolaştırılıyor... kimin eli kimin cebinde belli değil. sağda-solda yorgana sarılı halde orgazm olup, uyuyakalmış gençler bulmuşlar partide. sonradan teşhis etmişler; meğer onların hepsi de Yorgan Seksüellermiş! yorgansız kuşları bile kalkmazmış! .. Überseksüel’in Kaşifi Abla: son sözüm sana... sizin tarz seksüalite cinsleri vız gelir, tırıs geçer üllkemizden yer etmez, kokusu kalmaz. sen bizim için şöyle daha içli, acılı, duygulu, ağır şeyler keşfet de öyle gel. Biber Seksüel gibi! .. |
Bilemiyorum
ne kadar dokunmaya korkulu herkes o çok 'bütün' ve 'bir' olduklarını sandıkları forumlarda ve mail gruplarda bile aslında... ve ne kadar yalnız bakire saf kurcalanmamış, evrilip-çevrilmemiş hamurlar... ne kadar el sürmeye korkulu herkes aslında ki her “gerçek bütünleşme” girişiminde buz gibi soğuk bir geri çekiliş sahneye hakim... yoksa aslında 'öz'e güven mi kalmamış da millet nette, bok'ta-püsürde kendini olmayan birileriyle bütün zannediyor ve susuz, sabunsuz sevişildiğine öpüşüp koklaşıldığına yoldaş olunduğuna inanası gelmiş? halbuki ner'de o 'öz'? ner'de o samimi sevgili? ner'de o 'bir'in aşkıyla yanan cesur kalpler! ? bir anket düzenlense en üst kürsüde şu netteki, götteki bütün bireyler arasında kaç tane 'öz' düşkünü maceraperest çıkar? kaç tane dokunup, öpmekten korkmayanı? bilemiyorum. |
Bilerek 'iyi'
Daha çocuktuk o zamanlar. Yüzü temiz, dudaklarında küçük bir gülücük gözleri gülümsemekten kırışık suya-sabuna karışmayan insanlar gördüğümüzde 'iyi insan' sanırdık. Hatta hatırlar mısınız kendini dahi bilmeyen bazı büyüklerimiz yüzlerini hafif ekşitip merhametlice 'iyi insandır yaa' derlerdi. kaldı ki, büyüdük. akıllandık, detaylandık alnımızı çoktan karışladık büyüklerin çoğunu aştık... şimdi diyoruz ki: 'ne olduğunu' bile bilmeden kendinden bir şey katmadan saf-saf duran ve gülümseyen 'iyi insanların' yanında kendilerini gösteren bir şeyleri bilen, farkında olan ve iyi olmaya çalışan 'iyi insanlar' çoğalıyor. ne mutlu 'bilerek iyi olan'a! .. |
Bilge Dansözlerin Bellerine Mangırlar
Yıl 2007; Ekim ayı ortası... Ülkede durumlar gitgide karışmış. Alınan Nobel Ödülünün nadir yaşanan sevinci ile kapkara Ermeni lekesi birarada sofralarımıza, yataklarımıza, işlerimize girmiş... Konuşanı, yorumlayanı, yazanı ağlayanı-güleni bol; saymakla bitmez maaşallah! Reytingler yine zıplamış. Haber programların, özel kanalların keyiflerine diyecek yok... 'Dansöz' denen kişiliklere de gün doğmuş! Zaten tam bir dansöz sahnesi değil mi artık ortalık? Göbeğin mutluluktan zıplıyor lömbür-lömbür yağ üstüne yağ bağlıyor ama ettiğin danslar tesellisi! .. popon yenen kazıklardan ağrıyor bir yandan! ama eteklerin onu da örtüyor bereket! Seyirci her durumda mutlu, yiyor, içiyor, eğleniyor maaşallah! Aslında dansözler de mutlu... Tam da bekledikleri durum... Çekinmeden ilan bile ediyorlar dansözlüklerini orada-burada, köşelerde, yazılarda... Ağlarken gülmeyi desteklerken, arkadan kösteklemeyi olan herşeye gülmeyi acıdığını hissettirmemeyi hepten normal sayarcasına... bir de bu dansözler, hepten azıtmışlar; dört bir yana el vermeyi, gülücük vermeyi bilgelik mi ne sayar olmuşlar? Nasıl da gururla konuşuyorlar! yoksa buldular saf insanları da ver gazı mantığında gittiği kadar gitsin mi diyorlar? ! Yıl 2007; Ekim ayı ortası... Ülkede durumlar gitgide karışmış. Alınan Nobel Ödülünün nadir yaşanan sevinci ile kapkara Ermeni lekesi birarada... ve tabii şu bizim sayıları günden güne artan dansözler! .. orada-burada bilgece laflar ediyorlar sırıtıp duruyorlar! e hadi o zaman bilgelerin bellerine, popolarına, memelerine mangırlar tutturalım! |
Bilgelik Kapısı
Herhangi biriydi o karşımda duruyordu. kendini laflarla, çizgilerle işlerle yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla ifade etmedi. fırsatı da olmamıştı henüz. Hiç tanımıyordum ki? medyum da değildim. belki bir bilge, bir üstat belki bir yalancı, hırsız ama o an karşımdaydı tek bildiğim. Onun önünde sadece 'açık bir kapı' olmayı seçtim. bir çekim hissetti, önceden gördüğü bir kapı değildi daha önce ona böylesi sunulmamıştı. Onu 'bilge' kabul ettim kapıdan girdi üzerinde kendi adının yazdığını görünce şaşırdı. İçeri girerken yüzü hiç olmadığı gibi gülümsedi mutlu oldu. kendi bilgeliğiyle ilk defa tanışmıştı. ona, farklı, herzaman önüne sunulan kapıyı da açabilirdim. ama ben herkese hep bu kapıyı açtım. girmeye alıştıkları kendilerini durduran, bıktıran kapıları değil! .. herbiri ise bilgeliğe daha da yaklaştı. Herhangi biriydi o karşımda durup, bana bakana kadar. ama artık değil... |
Bilginin Ruhuna Fatiha
Sürekli öğrenir insan, tamam buna lafım yok. sürekli yeni kıtaları keşfeder aşkta sevgide, dostluklarda, işlerinde kimi de felsefede, inançta kıtalar arar buna sıkı takar hem de diğer kıtaları, ırkları görmez gözleri... tamam buna da lafım yok... demek ki kendi kıtasında yaşamak istiyor. Ama öğrenmeyi dışa yansıtmak nasıl bir şey? Sürekli benliğine indirdiği bilgileri mi zikretmek? sürekli bilgiden mi bahsetmek ve onun sonsuzluğunu övüp durmak? 'öğrendim de öğrendim' mi demek? .. hiç sanmıyorum... Öğrenmeyi dışa yansıtmak benliğe çağlayan, ardı arkası kesilmeyen o bilgiyi sürekli yinelemekle değil o bilgiyi binlerce şekilden sadece biriyle işe çevirmek, sanata çevirmek olsa daha iyi değil mi? bilgiyi bilgi olarak seyrettirmemek insanlara gözlerine, kulaklarına, burunlarına parmak uçlarına hitap ettirmek daha iyi değil mi? o zaman öğrenmek kendini 'bilgi' olarak var etmişken dünyada bedenlenmiş olmaz mı? dünyaya fayda üstüne fayda katmaz mı? daha iyi değil mi? ben bilgiyi 'bilgi' olarak anmayı sevmem bir o kadar bilgiye tapsam da onu bedenlendirmeyi yeğlerim. onu toprağa adam akıllı çakarım filizlenmesini beklerim. diğerleri içinse 'bilgi'nin ruhuna fatiha! .. |
Bilgisayar Başında “tık” Diye
Yakın dostlarım bazen hakkımda endişe ederler çok sinirle yazdığımdan bazı şiirleri birgün bilgisayar başında sinir krizinden “tık” diye gideceğimden. Çeşit çeşit konuları sokaklardaki, iş yerlerindeki evdeki, restoranlardaki, wc’lerdeki kafama fazla takmamamı böyle şeylere üzülmememi öğütlerler kimi zaman -bilgece tavırlarla- ben de diyorum ki hırpalarım kendimi yollara sürterim burnumu yakarım kollarımı sigaralarla çöpleri bile karıştırırım! ve de zevkle anlatırım yazarım! Bilge gizlemez Bilge sakınmaz Bilge görür, duyar Bilge ağlar, bağırır, küfreder hayata katılır ve yaşadıklarından utanmaz! Bilge ettiği lafın hep önünde gider arkada özetlerini bırakır; paylaşılsın diye dertlere derman muhabbetlere meze olsun diye... Bilge bilgi’ye erdi diye burnunu havaya dikip karlı soğuklarda, fırtınalı havalarda parlayan güneşten bahsetmez dardaki fakirin sofrasına oturup ziyafetleri anlatmaz... birgün bilgisayar başında sinir krizinden “tık” diye gideceğimden endişe eden dostlarım bakın dalganıza ve yolunuz benden geçtikçe kırkyılda bir otururuz, söyleşiriz en harbisinden yalansız... |
Bilinmez
En baştan beri 'bilinmez'din. Buluşmalara gelirken 'bilenmez' telefonlarıma çıkarken geri dönüş yapmıyorken defalarca çaldırdığımda 'bilinmez'... mesajlarımı cevapsız bırakırken ortadan kaybolurken beni merakta bırakırken 'bilinmez'... en baştan beri 'bilinmez'din... her ne kadar sadakatten bahsetsen de binlerce kere gözdağı verirken bana, 'deneyelim, bakalım olacak mı? ' derken daha bu aşka girişten anlaşılmaz şekilde sonlanırken herşey, 'bilinmez'… hiç ulaşamadım sana belki sen de öyle... herşey başlarken bitmişti sanki. Benim için bu 'yaşanmamış aşk' hala 'bilinmez'... |
Biliyordum Yusuf Ağabey
Yusuf Ağabey; ailenin arka sokaklarında kuytuda kalmış uzak bir akraba... şimdi mekanın çok uzaklarda... sen bilirsin işini daha ilk gittiğinde buralardan sana yine güvenim sonsuzdu. eminim biliyorsun hala... tuvaletteki o karo plakalara her baktığında insan veya yaratık yüzleri gördüğünü söylerdin bana. aynı şey bende de vardı Yusuf Ağabey. hala da var, merak etme! bizim algılarımız hep farklıydı tamam sen gölgede kalmıştın dinleyenin, anlayanın yoktu ama sanki benim var mıydı be Yusuf Ağabey? ! sadece merkezdekilere yakındım, üstüm-başım düzgündü de, sen hiç içimdekini sordun mu? .. Yusuf Ağabey; ailenin arka sokaklarında kuytuda kalmış uzak bir akraba... bir garipti işte ne diyeyim? ! o da öyle biriydi. ama o karo plakalarda aynı suratları gördüğümüz de gerçekti! hatta o bazı akşamlar işi daha da ilerletip, evin dışından camlara, perdelere beyaz ışıkların vurup-vurup geçip gittiklerini görürdü. sen de farklıydın be Yusuf Ağabey; bunu ben hep bildim ve hala da biliyorum. gerisini salla gitsin! s |
Bilmeli
insan -bilmeli- ben yedeksubay öğrenciyken akşamları 'etüt'lerimiz olurdu. bir görseydiniz; millet sanki mezun oldukları okullara doyamamış gibi nasıl da harıl harıl ders dinliyor notlar tutuyor sonra da ders çalışıyor! inanılmaz bir irade! .. bense ne boka güvendiysem bütün etütlerde çok uzun ve edebi mektuplar yazmıştım ara sıra da hocanın yüzüne bakardım -dinliyorum- zannetsin diye! .. kafam nasıl duru, nasıl temiz hiç anlatmayım bile! .. ve işte o sınav günü geldi sonra... o harıl harılcılar heyecan doldu. yüksek not alacaklar ki istedikleri yere 'yedek subay' olarak gitmeye hak kazanacaklar. olan oldu... ben bütünlemelere kaldım. ama hala bir şeylere güveniyordum gören 'aptal cesareti' der ya da 'torpilli' der! .. bütünlemeye de girdik sonra 8 kişi hoca zaten yalnız bıraktı bizi ki geçebilelim... Geçtik te zaten! .. sonra birgün nakledileceğimiz yerler seçilecekti kura ile kalabalık ve depresif bir ortam... kimi çeken güldü, zıpladı kimi çeken ağladı doğuya gidecek diye... sıra meslek kuralarına geldi adım okundu gittim, çektim. 'İstanbul' çıktı... yüzümde yine o aynı 'aptal güven' sevindim tabii ben de ama ivmem öyle büyük değildi ben zaten güvenli ve emindim. insan -bilmeli- bazen, gerektiğinde kendisinin 'muaf' olabileceğini bilmeli... |
Bilmiyordu ki Gafil
Bilmiyordu ki zavallı gafil; benimle birlikte aslında hergün basıp geçtiği toprağı, parke taşlarını, apartmanının kapısında nöbet tutan kediyi, evinin kapısının kulbunu kullandığı arabasının lastiklerini de aldattığını! onlara da terso yaptığını! .. bilmiyordu ki zavallı gafil; günden güne daha çok daha sefilce içkiye gömülüşlerinin, dumana boğuluşlarının, çaresiz mutluluk arayışlarının doğduğu o kör karanlık odada benim karanlığımın filizlendiğini! zaten bilseydi benimle birlikte bütün bu alemi, koskoca küreyi, ayı, gezegenleri, yıldız sistemlerini aldatmaya cüret ettiğini, bilseydi karşısına kızgın yüzüyle topyekun evren’in ta kendisini aldığını bunu yapar mıydı? ! ve o zaman yeni ibretlere ihtiyacı kalır mıydı? ! bir sözle bile yeri gelip ne hayatların çamurlandığını, bir taşla ne kallavi uçakların düştüğünü, ve bazen ufacık bir insancığın o tek gönlünde koskoca bir evren’in attığını bilmiyordu ki gafil! .. |
Bir akşam...
Bir akşam evime girmek üzereyken hain, imansız bir magandanın değersiz tek kurşunuyla veya tam bir beyefendinin caddenin köşesinde yanlışlıkla gaza basmasıyla bu haysiyetsiz, kaypak adaletsiz dünyaya gözlerimi kapamışım ne fark eder? .. Hatta kapamadan önce gözlerimi bir köpeğin de gözlerini ben kapatmışım ne fark eder? .. Gideceğim tek adres nasıl olsa 'ora' değil mi? .. yine o, eşsiz manzaralı odamdan kah dünyayı seyrederim, kah samanyolunu ve galaksileri... dudaklarımdaki o her zamanki hin tebessümle aşağıya yine bakar bakar ölümün her türlüsüyle ucuzuyla, pahalısıyla dalgamı o biçim geçerim! |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 07:23 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.