![]() |
Kanal boyu gözyaşı
küçük kiremitlerdi, ayak izlerimizdi kırmızıya boyalı ellerimiz dayak sebebi. bir dişi kuş yapmıştı yuvayı, vukuatlı erkeğinden çok ihanetli unutmuş sayısını. deniz esrar vurgunu, mor düşmüş gözlerine balıkların her biri başka öykü ihanet üzerine. sen bulutu tanır mısın, oğul mudur adı son kuyuda yağmur suyu gözyaşıdır tadı. kahkahalar gibi, sırtımızda deli gömleği yerinden fırlamış gözlerimiz görecekmiş gibi. evlerin çatısıydık, kuş yuvasında çalı çırpı denizlerin gölgesi dalga delisi, kocaman bir bendik, kainat küçük nokta, kanalda yağmur suyu olduk, gözlerimiz boşalınca. Cevat Çeştepe |
Kapı tokmağı
ben bir kapı tokmağıyım belki bu paslı çivilere sorsan onlar anlatır sana neden ben buradayım ve nasıl senin her kapıdan çıkışında takılır gözlerim peşine, nasıl eşlik eder sana. ben bir kapı tokmağıyım belki bu çürümeye yüz tutmuş tahtalara sorsan onlar anlatırlar sana her geliş saatinde senden önce nasıl kan-ter içinde çakılıp yerime beklediğimi seni, ellerini üzerimde hissedeceğim diye. “bakmayın siz kılığıma kıyafetime, Mısır’dan geldim sizinde sandığınız gibi. bilinmeyen daha başka bir medeniyetten de gelmiş olabilirim belki. yada Roma’dan, kim bilir eski Yunan’dan fırlayıp eros’un kollarından. bir kazıda bulunduğumu söyleyenlerde vardır bilmediklerinden. ama bu kapıda, böyle dört başım mamur yüzümde bir gülümseme yirmi dört ayar durmamın bir tek nedeni vardır sen gene de bilme.” Cevat Çeştepe |
Kaptanın yol defteri
hüviyetimi bulutlar almıştı elimden, yağmur kaçağıydım. firardaydım . kurtlar sofrasında sırtlan payını ben almıştım aslan payı korkunun krallığına düşmüştü. kıskanmıştım. ne kadar isim biliyorsam hepsini verdim sokaktaki adama polise versin diye gidip sansaryan hanına o karanlıkta biz yalnız ben olmuştum. önce sevgi duvarını aştım sisler bulvarına çıktım yalnızdım. sadece zencilerin yürüdüğü bir kaldırımdaydım. ve bir kalabalık aniden sirenler, lambalar, polisler filan aradan gördüm , tanıdım. bıçaklanmıştı fena halde, leman‘dı adı şişhanede oturuyordu şimdi kanlar içinde yerde yatıyordu. yanındaki bıçağın ucu yasak sevişmek yazıyordu. birden ense kökümde kurşun gibi bir ses yeşil bakışlı, soğan, sarımsak kokulu gördün mü diye gürledi, kimdi bıçağı sallayan. korktum, hepsi birbirine benziyor dedim zenci bunlar yanılıyorsun, zenciler birbirine benzemez dedi hayır yanılmıyordum saklamıştım içlerinden biri çok güzeldi, yaraya tuz basmak gibi yakacak kadar. bela çiçeği bu kez ardıma düşmüştü ne yazık koklamamıştım. o an, aynanın içinden sen çıktın karşıma sorar gibiydin leman ı sende mi severdin yoksa ben dedim kimi sevsem sensin. bilmiyor musun hala ben sana mecburum benimki böyle bir sevmek işte sana tutukluyum günlüğümde sen yazıyorsun sadece kayboldun. işte gene elde var hüzün yapayalnızdım. düştüm gene karanlıklar içine kaybolmak üzere elimde bir sap kırmızı karanfil, yerde bulduğum alıp başımı yürüdüm. gün sancılı bir doğum gibi ağlıyordu der saadette sabah ezanları okunuyordu. *attila ilhan’a saygıyla Cevat Çeştepe |
Kar kapladı çocukluk bahçelerini
ne kadar uzaktın çocukluğundan ve benden ne kadar uzak. oysa ben yüreğimde yanıp sönen kıvılcımlara aldanarak geldim bir umutla izlerim diye seni, baktım boştu salıncak. bozuktu tahteravallinin dengesi, karla kaplanmıştı kaydırak. çocukluk bahçelerinde doğan bahar kış olup yağıyordu alnıma. ve ben isim bulamıyor zorlanıyordum, yaşadığım bu duruma. ne kadar uzaktın çocukluğundan ve benden ne kadar uzak. uzanıp seslenmeye kalksam ismini, biliyorum ellerim boş kalacak. sonbahar nasıl yaşayamazsa ilkbaharı gene öyle olacak. ne kadar uzaktın benden bitmeden mevsimler, yanıma gelmeyecektin. Cevat Çeştepe |
Karanlık denizlerin şövalyesi
yeminler hangi sancıyı taşırsa taşısın içlerinde bir balık daha boğulur nefessizlikten, derinlerde. bir ağaç yavaş yavaş döker yapraklarını, kum taneleri kapanan izler olur, en ufak gün batımı estiğinde. ihtiyar adam gibidir deniz, elleri tuz kurusu. gözleri ateşini kaybetmiş, kömür karası. bir fener yanar-söner, ıssızlığın çelik halatında. bütün kara bulutlar, kapkara dalgalar olur, soyu tükenmiş değirmenlerin kanatlarında. kendi şövalyeliğimizin azgın ruhunu ararız değirmen kanatlarına bir mızrak gibi saplandığımızda. en aşksız harmanların bereket fakiridir yağmursuz ve kurak, tek düze hayat çizgimiz. bir tükeniş engelini başka çaresizliklerle geçeriz. akşam saatleri yok mu hele üstümüze ölüm gibi çöken. ne başka bir umuda çırılçıplak soyunur ne de başka bir kavganın minderine çıkarız, öyle avuç içine alıp beynimizi, bakar kalırız. Cevat Çeştepe |
Karanlık günler
o hiçbir umudun açtığı çiçeği düşlemeden geldi. ve hiçbir umudunun yükü altında yaşayamadan çekip, gitti. geldiği gün; kitaplar esas duruşlarda bekliyordu yargıçların, savcıların karşısında, gittiği gün; yazarlar linç ordularının saldırısına uğruyordu mahkeme kapısında. geldiği gün; yanıyordu aynı dağların ormanları, hayvanlar kavruluyor, kömür oluyordu. gittiği gün; aynı çeşmenin yalaklarında hala yıkanmamış çocukluğunun bezleri duruyordu. geldiği gün; sevgisizlik ve ihanet baş aktörüydü toplumu boğan cinnet oyununun gittiği gün; karabasanlar bıkıp usanmadan karanlık zulalarda aynı gölge olarak durmaktaydılar. geldiği gün; güneş doğudan doğar, yıldız kuzeyden eserken gittiği gün; garp cephesi karanlığa kucak açıyor, keşişleme güney doğuda fırtınalar koparıyordu. o hiçbir umudun açtığı çiçeği düşlemeden geldi. ve hiçbir umudunun yükü altında yaşayamadan çekip, gitti. Cevat Çeştepe |
Karanlıkta çiçekler - dörtlük
İniyor şalter, kalkıyor şalter. Bir gidiyor, bir geliyor elektrikler. Ama karanlıkta açmaz ki gülüm, Senin sevdiğin çiçekler. Cevat Çeştepe |
Karanlıkta görülen davalar
karanlık; Kafka’nın romanlarının ana rengi değildir o romanlardan film çeken yönetmenlerin beynindedir. birazdan yağmur yağacak, serinliği önden geldi. seller akacak yavru sokak kedilerinin üzerinden sen kapının eşiğine kum torbası koyarsın kim bilir sonra şemsiyeni saklarsın belki yastığının altına o çok iyi bildiğimiz filmdeki yağmur sahnesi gibi. en iyisi sinemaya gitmek bu havada, orta sıralarda bir koltukta, tek başına, karanlıkta dışarıda beklesin aydınlıklar, seans boyunca. kuzeybatının ismi karayel, sırtımda kayıp ormanlar. birazdan bir yangın esecek biliyorum ellerin yanacak kayıp gözbebeklerini arayacaksın kavrulmuş toprakta kanatları düşecek başından aşağı göçememiş kuşların gece yarısı sevişmeleri gibi ter kokunca soluklar. bulduğum ilk lodosa açabilsem rüzgara bağrımı, bıraksam şiddetini ölçsün diyerek yapraklarımı üzerine yazdığım kadar saklasın hatıralarımı. el sallasam korsan kayalardan göçmen gemilerine. bir parça sömürge taşsa yüreğimden, çok özgürlük forsa yataklarında diksem gözlerimi omurgalarıma o gemi ben olsam görülmemiş davalardan kaçan ve en aydınlık öyküleri ezberletsem ellerime. bitti üfleyip bir nefeste mumu söndürme zamanı değişime uğramış beyinler yaşarken alınyazılarını gördük işte aydınlığa nasıl tercih ediyoruz karanlığı. “kamera stop, kamera stop, şimdi başka kitabı okumaya başlayalım ilk satırından Cevat Çeştepe |
Kardelenlerden korkmayın
belki sevmiyordunuz sizler, nerden bileyim bu mevsimde kar altında açan kardelenleri . onun için koklamak istemediniz her sabah kapınıza bıraktığım çiçekleri . kar hepinizin vazgeçilmez çocukluk oyuncaklarıydı. kim bilir belki bir kardan adamdan sevgiliniz bile vardı. kardelenlerin sevgilinizi elinizden almasından, sizi ondan mevsimler boyu koparmasından korkuyordunuz. yani siz kardelenleri hiç tanımıyordunuz. ya da delinmişti altı ayakkabılarınızın büyümemiştiniz ayaklarınız çok üşüyordu. onun için çıkmamıştınız bile evlerinizden. kar altına saklanmanın korkulu görüntüsünden yoksulluklarınızın örtüleceğini umuyordunuz. oysa ben hiçbir mevsimi ayırt etmeden birbirinden sizi çiçeklerle karşılamak istiyorum bütün insanlar gibi, insanlık gibi zengin fakir demeden, güzel çirkin demeden her sabah kapılarınızdan çıkarken . o zaman şimdi, sizler için seçtiğim bu çiçeği kabul edin hepiniz birbirinizi kucaklar gibi. bir çiçeği sevmekle de başlar çok şey. Cevat Çeştepe |
Karınca yollarında
küçük beyaz taşlarım vardı. yüreğim kadar kocaman olurdu kucak dolusu toplayınca. dizerdim tek tek hepsini, tren yolunun boyunca. sis basmış havalarda ve yağmur yağdığında karıncalarımın ayakları hiç ıslanmasın ve kolayca yollarını bulup kaybolmasınlar diye. sonra uzatırdım ayaklarımı, dayardım sırtımı hat boyundaki gölgesi en bol çınar ağacına. beklerdim saatini, nereden gelip nereye gittiğini bilmediğim, kapkara dumanlı kara trenin. ağaca dayalı sırtım, beklerken kara trenin gelmesini duyacağım yerde olurdum hep annemin seslenmesini. haydi artık bakalım, yemek vakti geldi demesini. karnımda çalan zillerin sesini nasılda hissederdi. koşardım; ayaklarımın sulara batmasına aldırmadan. karıncaların ıslanmazdı, benimkiler hep sırılsıklam. nedense böyle olurdu her zaman, ben eve koşardım kapkara dumanlı kara tren geçerdi hemen ardımdan. söylersem; inanır mısınız şimdi bana, bu kadar zaman boyunca bir kere bile görmedim dersem trenin geçtiğini. ama karıncaların önümden her geçişte bana selam verdiğini. Cevat Çeştepe |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 09:21 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.