![]() |
Kar Yağdığında
Nicedir unutmuştun ağlamayı Kimlik kartını yitirmiştin (Hükümlüdür!) Ne ki kanıtlayabildin yine de kim olduğunu Ve şöyle seslendin adı özgürlük olan kelebeğe: Uç uç kelebek Annem sana terlik papuç alacak! Ne ki öldürüldü sevgili kelebeğim Ve bulamadı annem bir kelebek terlik papucu Hepimiz kokuşmuş bir gölde yaşıyoruz Ölü kelebeklerimizle Ve tutturmuşuz çılgınca bir şarkı 'Don't worry, be happy' Ama kar yağdığında göle Küçük balıklar korkacak! |
Kar
kar kar değildir hiç yağdığında haziran ortası kar düşmez hiç gökten haziranda kardır yükselen kendince ve çiçeklenen haziranda elmalar kayısılar kestaneler gibi haziranda yolunu yitirmek gerçek karda haziran ayının çiçekli ve tohumlu kar’ı gibi hiç ölmeyeceği zaman insan |
Kaplan
Kaplanım ben. Külçeler gibi geniş ıslak mineral yapraklar arasında senin için pusudayım. Aydınlık ırmak büyür sisin altında. Gelirsin. Çıplak dalarsın suya. Beklerim. Ateşten, kandan, dişlerden bir sıçrayışla yırtarım bir pençe vuruşuyla bağrını, kalçalarını. İçerim kanını, kırarım tek tek kollarını bacaklarını. Yıllar boyunca kemiklerini ve külünü koruyacağım yabanıl ormanda kalırım, kımıldamadan, nefretten ve öfkeden arınmış, ölümünle silâhsızlandım, sarmaşıklarla bağlandım, yağmurda kımıltısızım, ölüm saçan sevişmemin amansız nöbetindeyim. |
Kaos Ve Patlayış
Beynim karman çorman yüreğim büyüyen bir kök ve yarar beni içimden ve tükürür dölle, çiçekle ve kanla |
Kan Kızılı Çizgi
Sonra kaldırdı kral yorgun elini, ve haydut alınlarının çok üzerinde dokundu duvara. Çektiler buraya kan kızılı bir çizgiyi. Üç oda altın ve gümüşle doldurulmalıydı, O'nun kanıyla çizilmiş bu çizgiye kadar. Ve altın çark döndü ******* boyu. Bilinmezliğin çarkı gece ve gündüz. Altını üstüne getirdiler toprağın, boyundan çekip kopardılar sevgi ve köpükten yapılmış takıları, gelin bileziğinin yüzdüler derisini ve tanrılarını zararsız kıldılar onların. Teslim etti tılsımını çiftçi, altın damlasını balıkçı, ve titredi sabandemiri bir yanıtla; yücelerde davet ve çığlık duyulurken, döndü altının çarkı. Ve kaplanlar toplanıp paylaştırdı kanı ve gözyaşlarını. Biraz kederli bekledi Atahualpa yalçın And-dağı gününde. Açılmadı kapılar. Yırtıcı kuşlar paylaştırdılar herşeyi en son hazineye dek: kutsal firuze taşları, gümüşten dokunmuş kaftan lekelendi cinayetle: hırsız pençeleri ölçtü ve tarttı, ve yas içinde dinledi kral cellatların arasında keşiş'in kahkahasını. Bir çömlek gibiydi yüreği, doluydu kınaağacı kabuğunun kekre aroması kadar acı bir dehşetle. Kendi sınırlarını düşündü, soylu Cuzco'yu, prensesleri, kaç yaşında olduğunu, ülkesindeki ürperişleri. Yürekce olgundu, umutsuz sakinliği yasın kendisiydi. Huascar'ı düşündü. Gelmiş miydi acaba yabancılar ondan? Her şey gizemliydi, her şey bıçaktı, her şey yalnızlıktı, yalnızca yaşayan kankızılı çizgi titreşti, yutarak hızla ölmekte olan dilsiz ülkenin sarı barsaklarını Valverde göründü o zaman ölüm ile. 'Senin adın Juan, ' dedi O'na, ateşi kararken onlar. Dokunaklı bir biçimde yanıt verdi: 'Juan, ölüm adım Juan benim', anlayamadan daha fazla ölümün ne olduğunu. Bağladılar boğazını ve demir bir kanca ağdı ruhuna Peru'nun. |
Kalabalıkta
Kalabalıkta, arasında erkeklerle kadınların, Farkına varıyorum birinin seçtiğine beni gizli ve kutsal işaretlerle, Benden başkası kabullenmiyor O’nu, babası bile, eşi, kardeşi, çocuğu bile benden yakın değil O’na. Bazıları şaşırmış, O değil - O tanıyor beni. Ah sevgili ve kusursuz eşit adam, Düşündüm ki keşfedersin beni böyle zayıf, dolaylı işaretlerle, Ve aynı işaretlerle tanıyacağım ben de seni karşılaştığımızda. |
Kalabalığız
Olduğum onca insandan, olduğumuz insanlardan, birini bile bulamam: yiterler hepsi giysi altında, taşınırlar başka kente. Her şey hazırken göstermem için zekâmı içimde gizlenen bir budala söyler ağzımdaki sözcükleri. Başka zamanlar uyuşurum güzide bir topluluğun arasında ve baktığımda cesur olan kendime tanımadığım bir korkak sarmalar hızla iskeletimi binlerce ince bahaneyle. Saygın bir ev tutuştuğunda, çağırdığım itfaiyeci yerine bir kundakçı çıkar ortaya ve o benim. Düzeltemem bunu. Nasıl ayırt etmeli kendimi? Nasıl toparlamalı kendimi? Okuduğum bütün kitaplar kendinden emin parlak kahramanları överler her zaman: ölürüm onları kıskanmaktan, ve rüzgârla mermilerin filmlerinde hayranlıkla bakakalırım atlıya, ata bile hayran olurum. Fakat aradığımda atılgan birini çıkar dışarı eski tembelliğim ve böylelikle bilmem kim olduğumu, kaç kişi olduğumu ya da olacağımızı. Keşke bir zile basabilsem ve çağırabilsem kendi özümü, çünkü gereksiniyorsam kendimi yitirmemeliyim kendimi. Yazarken bunları uzaklardayım ve geri geldiğimde gitmişimdir: bilmek isterim yaşamışlar mı diğer insanlar da yaşadıklarımı, benim gibi kalabalık mı onlar da, ve bu sorunla onca boğuştuktan sonra bir hayli şey öğreneceğim ki sorunlarımı anlatacağım zaman, coğrafyadan bahsedeceğim. |
Kahramanlar
Félix Morales, Ángel Veas, Pisagua’da katledilmişler, iyi yıllar, biraderler, sevdiğiniz ve savunduğunuz bu katı toprağın altında yatıyorsunuz bugün. Temiz adınızı fısıldayan tuz gölcüklerinin altında, güherçilenin altında yayıldı güller, sonsuz çölün zalim kumu altında. İyi yıllar, biraderlerim, ne kadar sevgi öğretmiştiniz bana, nasıl da sınırsız şefkati kucaklamıştınız ölümde! Ansızın doğan adalar gibisiniz okyanusun ortasında, dinlenerek uzayda ve su altındaki oyuğunda. Öğrendim sizlerin dünyasını: saflığı, sınırsız ekmeği. Gösterdiniz bana hayatı, tuzun ülkesini, yoksulun mısırını. Geçtim çölün hayatını bir tekne gibi karanlık denizde ve gösterdiniz bana yanı başımda insanın nasıl yaptığını, dünyayı, çökmek üzere olan evi, sefilliğin yaylalar üzerindeki çığlığını. Félix Morales, anımsıyorum senin bir resim yaptığını, yüksek ve güzel, narin ve genç, taze tamaruga çalısı gibi pampanın susayan ıssız topraklarında. Senin yabanıl yelen savruldu soluk alnın üzerinde, boyadığında resmini bir demagogun önümüzdeki seçimden önce. Anımsıyorum nasıl hayat verdiğini resme, yükseğinde merdivenin, bütün bu güzel gençliğin dile gelen resmi. Celladının gülüşünü boyadın tuvale, beyaz ekledin, ölçtün, üzerine ışık düşürdün senin ölüm savaşı emrini veren o ağzın. Ángel, Ángel, Ángel Veas, pampanın işçisi, yeraltından çıkarılan metal gibi temizsin, katlettiler seni, Şili topraklarının efendileri, şimdiden onların olmasını istedikleri yerdesin sen: çıplak ellerinle sık sık azamete kaldırdığın aç gözlü taşlar altında. Hiçbir şey daha temiz değil hayatından. Sadece havanın gözkapakları. Sadece suyun anneleri. Sadece erişilmez metal. Bütün hayatım boyunca getireceğim sana onuru bastırarak senin soylu, savaşan eline. Durulmuşsun sen, ağaçsın sen, öğrenmişsin acılarda tümüyle alet edevat olmayı. Anımsıyorum İquique’deki Şehir İdaresi onurlandırdığı zaman seni, işçi, çilekeş, biraderim benim. Ekmek ve un eksikti. O zaman uyandın şafaktan önce ve dağıttın ellerinle ekmeği herkese. Büyüklüğünün doruğuna eriştin, ekmektin sen, halkın ekmeğiydin, toprağa karşı senin yüreğinle açık. Ve günün geç saatlerinde geri döndüğünde sürüyerek o dehşet kavganın tüm gününün terazisini, un gibi güldün, tırmandın içine ekmeğin barışının, ve bölüştürdün yeniden, uyku tekrar toparlayana dek senin dağıtılmış yüreğini. |
Kaf Dağı'nın Ardında
Sessizlik akıp gitti aramızda yıllarca. Şimdi sana yazıyorum vapur düdüklerine karışan saksafon eşliğinde. 'Birdman' Charlie Parker bölüyor geceyi bir ezgiyle. Müzik yasadışıdır şimdi. Yüreğimin duvarlarına gece yarıları yazılmış devrimci bir slogandır artık sevda. Badana çekilmiş çoktan üzerine. Gene de görünür yağmur yağdığında. TEK YOL DEVRİM! YAŞASIN AŞK! VENCEREMOS! Alıp götürüyor ezgiler beni Tunus'a. Bir gece geçiriyorum 'A Night in Tunesia'da. Yüzüne benzeyen bir kuştur ezgi. Hiç bir ağaçta bulamadığım. Göçmüş olmalı avuçlarımda ısıttığım serçe Kaf Dağı'nın ardına. |
kadın Bedeni
kadın bedeni, ak tepeler, ak baldırlar, bir dünyadır açık kasığın senin. Benim hoyrat çiftçi bedenim kazar seni ve fırlatır oğulunu toprağın derininden. Bir tünel gibi yalnızdım. Kaçardı kuşlar benden, ve gece alırdı kudretli kucağına beni. Yaşayabilmek için silâh gibi biçimledim seni, yayımdaki ok gibi, bir taş gibi sapanımdaki. Ne ki sonu vardır öç saatinin, ve severim seni. Tenden ve yosundan senin bedenin, uysal ve güçlü sütten. Ah, göğüslerinin vazosu! Ah, gözlerin ne kadar da uzak! Ah, venüs tepeciğinin gülleri! Ah, senin usul, üzgün sesin! Sen, kadınımın bedeni, merhametli yol gösterici yıldızım. Arzum, sınırsız özlemim ve belirsiz yolum benim! Doğurur kasvetli sular sonsuz susuzluğu, ve kendini ele veren yorgunluğu ve sınırsız acıyı. Pablo Neruda '20 Sevda Şiiri ve Umutsuz Bir Türkü'den Türkçeye çeviren: İsmail Aksoy İsmail Aksoy |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:06 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.