www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Edebiyat (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=268)
-   -   İsmail Aksoy (https://www.cakal.net/showthread.php?t=145334)

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yol Arkadaşları

Sonra geldim başkente, sisle ve yağmurla sersemce doymuş.
Hangi tür sokaklardı bunlar?
Yıl 1921, elbiseler dolup taşıyordu sokaklarda
bunaltıcı dumanında kahvenin, gazın ve tuğlanın.

Öğrencilerin arasında dolaşıyordum, anlamadan,
bendeki duvarları güçlendiriyordum ve arıyordum
her akşam zavallı şiirimde
kaybolmuş dalları, damlaları ve o ayı.
Şiirin dibinde arıyordum, her akşam dalıyordum
şiirin suyuna, sarılıyordum
belirsiz içgüdülere, terk edilmiş bir denizin fırtına martılarına,
sarılıyordum gözlerimi kapatmama
ve kendi özümde batmama.
Karanlıklar mıydı, yoksa sadece
yeraltının gizli ve nemli yaprakları mıydı?
Hangi yaralı maddeden kayıp gitmişti ölüm,
kollarıma ve bacaklarıma dokunmuştu,
gülüşümü yönlendirmişti
ve kazmıştı caddelerde mutsuz bir kuyuyu.

Yaşamak için dışarı çıktım: büyüdüm ve pekiştim
sefil sokaklarda dolandım durdum,
merhamet beslemeden, çılgınlığın sınırlarında
şarkı söyleyerek. Duvarlarda attı boyası yüzlerin:
ışığı görmeyen gözler, bir suç gibi aydınlattı
eğilen sular, yalnız bir küstahlığın
mirası gibi, mağaralar
yok edilmiş yüreklerle dolu.
Onlarla dolaştım durdum: sadece onların korosunda
tanıyabildi sesim doğduğu yalnızlıkları.

İnsan olmak için daldım içeri,
alevlerin içerisinde şarkı söyleyerek – gece arkadaşlarının
hoş geldin karşılamalarıyla,
benimle birlikte meyhanelerde şarkı söylemişlerdi
ve bana sempatiden daha fazla duygu göstermişlerdi
onların düşmansı ellerinin koruduğu birden fazla ilkbahar vardı
tek bir ateş, düşmüş varoşların
gerçek filizi.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yoksulluk

Çok da hevesli değilsin,
yoksulluk
korkutur seni,
çok da istekli değilsin
pazara yıpranmış ayakkabılarla gitmeye
ve eski giysilerle eve dönmeye.

Zenginlerin arzuladığının tersine
sefaleti sevmeyiz biz,
sevgilim. Bugüne dek
insan yüreğini kemiren şeyi
çekip çıkaracağız ikimiz çürük bir diş gibi.

Fakat istemem ki
korkasın ondan.
Eğer sorumlusu bensem evine gelmesinden,
eğer yoksulluk kovalamışsa
altın renkli ayakkabılarını,
bırakma kovalamasına gülüşünü, hayat ekmeğini.
Ödeyemezsen kiranı,
gururlu adımlarla git işe,
ve bakışlarımın seni izlediğini düşün sevgilim,
ve yeryüzünde daha önce hiç görülmemiş
en büyük servetiz biz birlikteyken.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yokluk

Daha senden ayrılmamıştım bile,
girdin içime, kristal gibi,
ya da titreyerek,
ya da huzursuz, tarafımdan yaralanmış,
ya da aşkla dolu, gözlerini
kapatır gibi sana sürekli verdiğim
hayatın armağanına.

Sevgilim,
birbirimizle karşılaştık,
susuzduk, ve içtik
bütün suyu ve kanı,
birbirimizle karşılaştık,
açtık,
ve ısırdık birbirimizi
ateşin ısırdığı gibi,
yaralar içinde kaldık.

Fakat bekle beni,
sakla şirinliğini bana.
Bunun karşılığında
bir gül vereceğim sana.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yıldızlardan Kartal, Sabah Sisinden Şarapdağı

Yıldızlardan kartal, sabah sisinden şarapdağı.

Kaybedilmiş kale, kör pala.

Yıldızla süslenmiş kemer, kutsal ekmek.

Dalgalanan basamak, sınırsız gözkapağı.

Üç köşeli tünik, taşın çiçektozu.

Granitten lamba, taşın ekmeği.

Mineralsi yılan, taşın gülü.

Batık yelkenli, taşın kaynağı.

Ay'ın atı, taşın ışığı.

Gündönümünün çeyrek-dairesi, taşın dumanı.

Sonlu geometri, taşın kitabı.

Boralarla çevrili buzdağı.

Batık zamanların yıldız-mercanı.

Şefkatli ellerle taranmış sur.

Tüyle savunulmuş gökyüzü çatısı.

Aynasal dal, fırtınanın yüreği.

Sırnaşık şarapla mahvolmuş taçlar.

Kana susamış toynağın saltanatı.

Taşduvara fırlatılmış fırtınalı deniz-yeli.

Kımıltısız turkuvaz katarakt.

Orda uyuyanların yurtsever çanı.

Boyun eğmiş kar-yığınlarının metal halkası.

Dayanaklarında dinlenen demir.

Erişilmez ve içe-kapanık fırtına.

Puma pençesi, kana susamış kaya.

Kulesel gölge, kar-tartışması.

Parmaklarda ve köklerde yükselen gece.

Sislerin penceresi, merhametsiz güvercin.

Gecesel gelişme, yıldırımın ikonu.

Dağ-zinciri, denizin çatısı.

Kaybolmuş kartalların mimarisi.

Gökyüzü halatı, doruğun arıbalı.

Kan düzeyi, el yapımı yıldız.

Mineral havakabarcığı, kuvartz'dan ay.

And-dağı yılanı, horozibiğinin alnı.

Sessizliğin kubbesi, öldürülemez memleket.

Denizin gelini, katedrallerin ağacı.

Tuzun dalı, siyah kanatlı kiraz ağacı.

Karbeyaz kaya-dişleri, buz-soğuğu şimşek.

Ürkütülmüş ay, tehditkâr taş.

Soğuğun saçı, havanın devinimi.

Ellerin volkanı, kara katarakt.

Gümüşsü dalga, zamanın yönü.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yetiştim Greve

Yetiştim altından daha da ötesine:
Orada bulunuyordu henüz insanları
birleştiren o ince ip, orada yaşıyordu
insanların saf kuşağı.
Geçirdi ölüm dişlerini onlara,
altın, o ekşi dişler ve zehir
yayıldı onlara karşı, fakat halk
yığdı kapının ardına bir çakmaktaşını,
şefkati ve kavgayı iki paralel su gibi
köklerin ipi, ağaç gövdesinin dalgaları gibi
aksın diye bırakan
dayanışan bir arsaya dönüştü.

Gördüm uykusuzluğu yaran
birleşmiş kollardaki grevi,
ve kavganın titreyen bir molasında
gördüm ilk kez tek yaşayan şeyi!
İnsan hayatlarının birliğini.

Harap ocaklarıyla
direncin mutfaklarında, gözlerinde
kadınların, o güzelim ellerde
ki yavaşça yayılmıştı
bir günün işlevsizliğine,
tanınmayan mavi bir denizde gibi,
o çok olmayan ekmeğin kardeşliğinde
yenilmez birliktelikte, filizlenen
bütün taştan tohumlarda,
kendini acizliğin tuzuna yükselten
bu değerli narda,
buldum en sonunda yitik temeli,
şefkatin uzak kentini.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yerliler

Kendi derisinden kaçtı yerli
eski azametin derinine, oradan da bir gün
yükseldi adalara: yenilmiş olarak
dönüştü görünmeyen atmosfere,
yaydı kendisini toprakta ve serpti
gizli işaretlerini kumun üzerine.

Ayı israf eden, dünyanın
gizemli yalnızlığını tarayan,
o muazzam taşta yükseltmeden kendisini
dolaşmayan, havayla taçlanmış,
kendi ormanlarının görkemi altında
o göksel ışık gibi kalıcı olan,
tüketti kendisini birden tek bir ip kalana dek,
kırışıklıklara dönüştürdü kendisini,
akan kendi kulelerini ezdi
ve aldı paçavralardan paketini.

Gördüm onu Amatitlán’ın manyetik
tepelerinde, kemiren genişlikleri
gizemli suyun: bir gün gitti o
kalan kuş ve köklerden artığıyla
ezen haşmetine
Bolivya dağlarının.
Ağladığını gördüm onun,
çılgın şiirden oluşan kardeşim benim,
Alberti, bu Araukanya bölgeleri,
onlar Ercilla’yı kuşattıkları zamanki gibi
ve adı anılan ilk kırmızı tanrılar yerine,
sadece ölülerden mavi siyah bir zincir vardı.

Daha uzaklarda, Ateş Ülkesi’nin
vahşi su şebekesinde,
yükseldiklerini gördüm, ah dik tüylü kurtlar,
o sefil sallarda
dilenmek için ekmeğini Okyanus’ta.

Her bir lifini öldürdüler
onların ıssız bölgelerinde,
ve yerli avcısı aldı
kelleler karşılığında o kirli banknotları
havanın efendilerinden, Antarktik’in,
karla kaplı yalnızlıklarının krallarından.

Bu cürümü ödeyenler oturuyorlar
bugün Parlamento’da, kayda geçiriyorlar
Başkanlık Sarayı’nın ofisleriyle evliliklerini,
yaşıyorlar Kardinallerin ve Genel Müdürlerin arasında,
fakat Güney’in efendilerinin
kesilmiş gırtlakları büyüyor çiçekler gibi.

Araukanya’da şimdiden yok edildi şarapla
mağrur kuş tüyü,
butikler tarafından mahvedildi,
avukatlar tarafından karartıldı
onların zengin soyguncularına hizmet ederken,
ve bu toprakta, ve yollarda öldürenler
silah atımlarıyla, savunusu
bizim kendi kıyılarımızın
göz kamaştıran gladyatörünün,
geldi ateş ederek ve pazarlık yaparak,
onlara Barışı Oluşturanlar denildi,
ve apoletleri çoğaldıkça çoğaldı onların.

İşte böyle kaybetti her şeyini o, göremeden bir zerresini,
işte böyle tamamlandı,
yerlinin göremediği, mirasından
dökülen: görmedi hiç bir savaş sancağını
bırakmadı ki ok vınlasın, yıkansın kanda,
fakat herkes emdikçe emdi onu azar azar,
resmi makamlar, yankesiciler, toprak sahipleri,
çaldılar onun imparatorsu uysallığını,
herkes hapsetti ağında ceketini onun,
ta ki sürene dek onu Amerika’nın en son
bataklığına kanayana dek son damlasına kadar.

Ve yeşil ovalardan, salınan yaprakların
sonsuz, saf göğünden,
ağır granit yapraklardan inşa edilen
o ölümsüz meskeninden
sürdüler onu harap olan kulübeye,
sefaletin çorak lağımına.
Göz kamaştıran çıplaklıktan,
o altın göğüsten, o soluk belden,
ya da onun derisinde bütün çiyi toparlayan
mineralsi süslerden,
sürdüler onu paçavra iplere,
hoyratça fırlattılar yıpranmış pantolonları ona,
ve havanın arasından böylelikle dolaştı
yamalanmış haşmeti bir zamanlar onun olan bu dünyada.

İşte böyle oluşturuldu bu ıstırap.

Bir hainin gelişi gibi görünmezce
oldu bunlar, kanser gibi fark edilmezce,
ta ki düşene dek, babamız,
ta ki ona bir hayalet olmayı öğretene dek onlar
ve açtıkları tek kapıdan gidene dek,
başka yoksulların kapısından, dövülmüş
bütün yoksulların bu dünyadaki kapısından.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yeraltından Çıkarılmış

Kont Villamediana’ya adanmıştır



Toprak ıslak gözkapaklarıyla doluyken
küle dönüşür ve katılaşır, kalburlanmış hava,
ve o kuru kemikler ve sular,
kuyular, metaller,
nihayet verirken enkaza dönmüş ölülerini,
kendime bir kulak isterim, bir göz,
yaralı ve emekleyen bir yürek,
çok zaman önce yok olup yatan
yalnız bir bedende saplanmış bir bıçakla delinmiş,
bir çift el isterim kendime, tırnağın bilgisini,
dehşetten ve ölen gelinciklerden bir ağız,
görmek isterim, nasıldır sallanmış damarlarıyla
boğuk sesli bir ağacın ayağa kalkışı
yararsız tozdan, en acı topraktan isterim,
kükürdün ve firuzenin ve kızıl dalgaların
ve suskun kömürün çevrintisi arasından,
görmek isterim bir etin kemiklerinden uyandığını
alazlarla uluyarak,
ve bir şeyi ararken garip bir kokunun geçip gittiğini,
ve toprakla körleşmiş bir görüntünün
koştuğunu iki koyu gözün ardından,
ve bir kulak, ansızın, hiddetli bir istiridye gibi,
çılgın ve sınırsız,
doğrulur gök gürültüsüne doğru,
ve temiz bir dokunuş, batmış tuzların arasında,
ansızın gelir ve okşar memeleri ve zambakları.

Ey ölülerin günü! Ey ölü başağın uzanıp
şimşekten kokusunu döndüğü mesafe,
ey bir yuva ve bir kuş ve bir yanak
ve bir kılıç sunan derin dehlizler,
her şey o karmakarışık düzensizlikte öğütüldü,
o umutsuz çürümüşlük,
her şey beslendi o kuru uçurumda
arasında o sert toprağın dişleri arasında.
Ve geri döner geriye onlar:
kendi yumuşak kuşunun tüyü,
kuşağına ay, biçimine rayiha,
ve güllerin arasında yeraltından çıkarılmış,
taşlaşmış yosunlarla dolu adam,
ve deliklerine gözleri onun.

Çıplaktır o,
elbiseleri görünmüyor tozda
ve ezilmiş zırhı düşmüş cehennemin dibine,
ve sakalı sonbaharda hava gibi büyümüş,
ve yanarak özler elmaları ısırmayı.

Dizlerinden ve omuzlarından dalgalanır
unutuşun yamaları, çözülür toprak,
kırık camdan ve alüminyumdan bölgeler,
kekre cesetten kavkılar,
demire dönüşmüş su torbaları:
ve korkunç ağızlardan gruplar
yayılmışlar ve mavi,
ve hüzünlü mercandan dallar
örer yeşil başı için bir çelengi,
ve üzünçlü ölü bitkiler
ve gecesel sınırlar kuşatır onu,
ve onda uyur daha yarı açık güvercinler
yeraltı çimentosu gözleriyle.

Tatlı kont, siste,
ey madenlerde yenilerde uyanmış,
ey yenilerde ırmaksız sulardan kurumuş,
ey yenilerde örümcekler olmaksızın!

Dakikalar gıcırdar senin filizlenen ayaklarında,
öldürülmüş cinsiyetin doğrulur,
ve kaldırırsın elini
köpüğün hâlâ yaşayan gizine doğru.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yeniden Selâmlayacağım Güneşi

Yeniden selâmlayacağım güneşi
bende akan su çağıltısını
düşüncelerim olan bulutları
benimle birlikte kurak mevsimlerin
acı dolu gelişimini yaşayan kavakları
ve bana tarlaların gece kokusunu
armağan eden
karga sürülerini.
Bir aynada yaşayan
annemi selâmlayacağım
ki yaşlılığımın resmiydi

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yeniden Doğmuş

Yağmur yağıyor. Yağmur, yağmur! diye haykırıyor bir köy
sevinç içinde ve doğuyor, atılıyor ileri ekin ekmek için,
hâlâ salıntısı içinde açlığın, ak gün-ışığı sağ gözünde,
solunda kara gölge,
ayrılmış ve toplanmış
bir köy, çuvallardan ve hurma-ağacı yapraklarından bir alay,
toprak renkli, emekleyen, nihayet tutunmuş su-birinkitilerine
tanrı yumurtalarının.

Teşekkürler Sizlere, tanrılar: Yağmur yağıyor.

Sabrı öğretin bizlere, tanrılar, kolay kırılır ekin sapı
hastalıklı başaklar üretir, bir günde dönüşmez tahıl yiyeceğe.
Kardeşim tahta bir maşrapa çalmıştı,
ıslatarak fırlatıyor dayı tartıya pamuğu:
bir kilo daha!

Ve kim tükürmez ki ağanın arabasına?
Annem lânet yağdırıyor babama ve tüccara
romatizmaya ve borçlarına, babam anneme
çaydaki sinekler yüzünden. Diyorlar ki, sarhoş olduğunda
temizlikçi adam yiyiyormuş kendiliğinden ölmüş davarların etini
kunduracı loncasında. Sütçünün kızı
yabancılarla yatmış, ama parıldıyor uykumun derininde boynu,
beli, ayakları, büyüleyen şıngırtılı halhalları.

Teşekkürler Sizlere, tanrılar: Yağmur yağıyor.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yeni Zalimler

Yeniden yaygınlaşıyor insan avı
bugün Brezilya'da,
köle tacirlerinin soğuk açgözlülüğü
evinde hissediyor kendini orada:
Wall Street'de emrettiler
domuzsu uydularına
dişlerinizi geçirin
halkın yaralarına diye,
ve sonra başladı av

Şili'de, Brezilya'da,
tüccarların ve cellatların yerle bir ettiği
Amerika'mızda.

Geçeceğim yolu sakladı halkım,
elleriyle örttü şiirlerimi,
kurtardı beni ölümden,
ve Prestes'in bir kez daha
gaddarlara vurduğu Brezilya'da
yolu kapatıyor
halkın sayısız kapısı.

Brezilya, keşke saklasaydın
senin üzüntüye değer liderini,
Brezilya, keşke sen yarın
O'nun anısı adına toplamak zorunda kalmasaydın
her bir lifi yapmak için O'nun resmini
yükseltmek için o sert kayada
dışında yüreğinin ortasının
bıraksaydın da sürseydi
hâlâ ulaşabileceğin özgürlüğün keyfini
ey Brezilya.


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 06:59 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.