![]() |
_____nefsİnle Halvet Ol____ Ağır ol misafir indi son perde Üç günlük dünyanın sahtekâr fonu Sultanlık kölelik eşit o yerde Kısalan yolların göründü sonu.. Her adımı o son için atarken Yetmeyen günlere gece katarken Ömür metahını ucuz satarken Kısalan yolların göründü sonu.. Aklın örselenir görsen rüyayı İstemezsin ne güneşi ne ayı Terkedersin şu kirlenmiş dünyayı Kısalan yolların göründü sonu.. Giden günü kalanıyla eklesen Yürek susar ritimlerde tekle sen Medet deyip o Mehdi`yi beklesen Kısalan yolların göründü sonu.. Hani dünde kalan güzel hevesler Çok sınırlı sunulan o nefesler Canına dar gelir sırça kafesler Kısalan yolların göründü sonu.. Nefsinle halvet ol sadık sırdaşın Ne ana ne baba ne arkadaşın Günahını örtmez bir mezar taşın Kısalan yolların göründü sonu.. Ayser ÖZBAKIR |
ben kötü bir adamım ben kötü bir adamım ondan uyuyamıyorum rüyama canını yaktığım insanlar giriyor sorar gibi bakıyorlar utanıyorum saçlarından çekiyorum kızların saçları ipek gibi,ama boğazıma dolanıyor boğulacak gibi oluyorum ben kötü bir adamım,kedileri de sevmem ve ne çiçekleri,ne çocukları ne sokakları kimsenin beni selamlamadığı yollarda yürürken birden kulaklarımı basar çığlıkları annelerini çağırırlar,babalarını,dostlarını ondandır en ufak seste irkilmem ben kötü bir adamım,ya beni kim sevsinki bazen şu dağnık yatağa bir kadın alıyorum nasıl bir üşümekse,titremekse benimki elleri sıcak,boynu sıcak ama ısınamıyorum buz gibi bir şeyler dolaşıyor kanımda bitmeyecek bir kıştır artık içimdeki ben kötü bir adamım,evime bahar gelmez güzel şeyler güzel yerlere gider bütün pencereleri de açarım oysa şöyle bir gelir güneş,beğenmez ki terkeder belki saçlarını yolduğum kızların saçlarına belki erkekliklerine kastettiğim adamlara gider ben kötü bir adamım ondan uyuyamıyorum bilmem,belki ölünce,belki öyle de olmaz aslında ölmeyi de istemiyor değilim belki her şeyin bitmesi huzurdur biraz artık bu kabuslarla yaşayamıyorum al beni cehennemine,belki orası yerim alıntı |
YARGILAMA
Tutkum sevmektir benim, düpedüz ve yalın Sevmek, acısını ve sevincini insanların Yemin ederim, başka suçum yok, inanın Demek sen insanları seviyorsun ha Sanık! Kalk ayağa Evet, şairim, şiir de yazıyorum, doğru Vazgeçilmez tutkum, ödevim benim bu Düşünmeye, yazmaya benim de hakkım yok mu? Demek sen şiir de yazıyorsun ha Sanık! Kalk ayağa Yıkıldım, ezildim, acılar çektim gerçekten Ne yaşamaktan korkum var, ne de ölmekten Aydınlık yakın, ben umutluyum gelecekten Demek sen hala yaşıyorsun ha Sanık! Kalk ayağa Seveceğim elbette, yazacağım, yaşayacağım Ayağa kalktım sayın yargıç Ve hep böyle ayakta kalacağım Ümit Yaşar Oğuzcan |
BEYİN KUŞATMASI
bir kutsal banyo ferahlığı bütün yalnızlığıma iyi gelecek titreyen nağmelerin en titreten sona kalmışlığı nerede akşam orada sabah tenhalığı yok olan bir şeylerin elde avuçta mosmar kesilişi varolan bir şeye benzettiğimiz gözyaşının doluluğu durakta kendiliğinden uçuşan kağıt parçası sarı peruğun parmak uçlarına sürtünerek yere yığılışı çocuğun pembe burnunda kedi rengi merakı yoksulluğun yegane kaynağı istemek yağmurun yere balyoz gibi vuruşundaki sessizliği ver yansın aşkların küfür rengi unutuşları sırt dönmenin kupkuru gitmeleri sepetin içinde kaç yumurta var bilmecesi çakı uçlarıyla intihar denemeleri uçurumdan bakma korkusu ölüm gerçeği ve yeniden varoluş bilmecesi sabah balkonunda bir bardak çay içme teşebbüsü pirenin deveyi hikaye boyunca doğru dürüst göremeyişi falanların filan oluşu sarıya mavi katarsan yeşil olur kinayesi kıymıktaki testere iştahı tanıması bulutun gök boyunca gezinip kayıp yıldızın adresi avuç içine yazılan mektubun binburuşuk olması bir karış sakal bir tutam nikotin kitap kapağında seyrelmiş saç devrilmiş ağaç kurtlarla vals al gülüm ver gülüm bu dostluk burada biter vay canına tüh gördün mü bak niye ki sebep ben gidiyorum öyleyse hani bizim güle gülemiz yaşıyor mu bizim komşu kızımız tünekte baykuş kırmızısı gecekondu bahçelerinde mezarlık bitkisi şampanyanın merdivenlere dökülüşü bir tutam zehirli mantar iki kaşık ibrani yazıt bir çuval mendebur bakış yok anam var anam vay anam köstek vardı eskiden dedemizde her zaman kurcalardı gördüm iki aptalı iğdiş ettiler gözümün önünde geyik kaçamadı vurdular altın boynuzundan süpürge ve faraş terkedilmiş kedi ve faresi eski yalıların mahalle kasabındaki tenhalığı aniden bozan at sinekleri terlemiş avuçlardaki acemi sendeleyiş kızım sen de doğru dürüst giyin de bakmasınlar yedikule zındanlarında çığlıkları üzerine verilen konserler plastiğin bize verdiği soğuk algınlığı televizyonun insandan aldığı mikrodünya enerji viyoledeki küstah duruş ama arpla boyun ölçülemeyecek kadar düzensiz tını kavgası yemedim yedirdim giymedim giydirdim hırçınlığı git ama bir daha bu eve adım atamazsın bak bu ilişki bitmeli çünkü ruhumu dövüyorsun canım şu yalak doldu taşıyor ama bak su kesintisi olacak yakında kusuyorum ulan bir kağıt mendil uzatın bak ben bir büyük içer üstüne de bir kasa bira içerim haberin olsun telefon sana canım kim olduğunu söylemedi ama kıskançlığı sus bak ağzına patlatırım sonra sende kaç para var biraz da benkiyle idare edelim sevgilin var mı senin seni hiç almaya gelmedi de bir tuvalete gidip geliyorum bekler misin af edersiniz cüzdanınız düşmüş iyi niyeti abi ama bu kaset korsan ya sizi şikayet edersem beni içeri alırlar bir dakika hikayeyi bitirmek üzereyim kanser kokusu burnumun direğini sızlattı bil istedim şu kaşığı uzatır mısın çay buz olmuş evet ben de meşhur olmak istiyorum numaram bakın burada yazıyor evet tuvalette şarkı söylerdim küçükken vay canına kırka merdiven dayadın be oğlum uyan artık billahi bırakmam şunu da ye selamın aleyküm abi abi mekketen bir ayet gelecekti adıma bir dakika kardeşim siz benden sonrasınız sevglim merak ettim de sen neden yalnızsın yok be güzel kardeşim ikidir söylüyorum bir sosisli ketçap mayonez olmasın on milyon bozuğunuz var mı af edersiniz şu parayı bankamatikten yatırmayı bir türlü beceremedim değmesin yağlı boya demir alıyom hurda alıyom sus be kardeşim kulağımın dibinde bağırıp duruyorsun tövbe tövbe sayıyorum biiiiirrrr iiikkkkkiiii üüüüçççç söyle bakalım oğlum büyüğünce ne olacaksın.- amca ben ********* olcam… orkestraya bak gözlerim egzost kokusundan tıkandı kulaklarım bütün kötü fotoğraflardan görmüyor ya ellerim işte onlar artık tutma hünerinden muhaf… hey şef ya da her neyse kimliğin beni içeri alabilirsiniz beni soranlara söyleyin beklemesin kimse çünkü bir kutsal banyo ferahlığı bütün yalnızlığıma geri dönüyorum iğne sırası bende… MELONSAPKA |
SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Uzatma dünya sürgünümü benim Güneşi bahardan koparıp Aşkın bu en onulmazından koparıp Bir toz bulutu gibi Savuran yüreğime Ah uzatma dünya sürgünümü benim Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil Ayaklarımdan belli Lambalar eğri Aynalar akrep meleği Zaman çarpılmış atın son hayali Ev miras değil mirasın hayaleti Ey gönlümün doğurduğu Büyüttüğü emzirdiği Kuş tüyünden Ve kuş sütünden ******* ve gündüzlerde İnsanlığa anıt gibi yükselttiği Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Bütün şiirlerde söylediğim sensin Şuna dedimse sen Leyla dedimse sensin Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini Ey gönüllerin en yumuşağı en derini Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Yıllar geçti sapan olumsuz iz bıraktı toprakta Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında Çatı katlarında bodrum katlarında Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba Hep Kanlıca'da Emirgan'da Kandilli'nin kurşuni şafaklarında Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Ey çağdaş Kudüs (Meryem) Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha) Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında Köle gibi satıldım pazarlar pazarında Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda Verilmemiş hesapların korkusuyla Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Sevgili En sevgili Ey sevgili Uzatma dünya sürgünümü benim Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır Sevgili En sevgili Ey sevgili....... SEZAİ KARAKOÇ |
Ceviz Ağacı İle Topal Yunus'un Hikayesi
Burda bir dostumuz var : Çerkeş'in Kavak köyünden. Büyük kitaplar gibi içinde bir şeyler saklı. Akıllı adamlara ajans haberlerine ve bilmeceye meraklı. Adı : Yunus. Ateşimizi yakıp suyumuzu veriyor. Ağaçlardan ve günlerden konuşuyoruz. Herhal ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri. Şimdilik sohbetimizde kederi : kesilip satılmış bir ceviz ağacının... Onu tanıyoruz : avlunun içinde kapının solundaydı. Ve altı yaşında dalından düştü Yunus, topallığı ondandır. Öküzler topalları sever, çünkü topallar ağır yürürler. Öküzler topalları sever, ceviz ağaçları sevmez topalları : çünkü topallar sıçrayamazlar yemişlere, çünkü üzerlerine çıkıp silkeleyemezler dalları. Ceviz ağaçları sevmez topalları... Bir acayiptir muhabbet bahsi : mutlaka kendini dereye atmaz sevilmeyenlerin hepsi. İnsanların hünerleri çoktur : insanlar sevilmeden de sevmesini bilirler... Bir acayiptir muhabbet bahsi, bir acayiptir ceviz ağacı ile topal Yunus'un hikâyesi... ..... Cevizlerini Eylülde döker, yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. Ve Çerkeş yolu üzerinden sabah namazı ışıyıp geldiği zaman, kadınlardan önce uyanırdı dalları. Altından geçerken düşünürdü Yunus... ..... Düşünmek : ne mukaddes bir iş ne felâket ne de bahtiyarlıktı, ve ölüm : mutlaka varılıp dönülmeyen, fakat üzerinde düşünülmeyen bir köydü Yunus için... ..... Cevizlerini Eylülde döker, yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. Güneşte gölgesi hain olurdu, rüzgârda konuşurdu kendi kendine, dalları yukardan Yunus'a bakar... ..... Gündüzleri yıldızların niye söndüğünü, dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü bilmiyordu Yunus. Bunları biz anlattık ona şaşıp kalmadı... ..... Cevizlerini Eylülde döker, yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. Yüksekti, genişti alabildiğine. Üç kişi el ele versen kütüğünü çeviremezdin. Gece altında oturdun muydu yıldızları göremezdin. Her gece altında otururdu Yunus... ..... Çinli müslümanlara, burunları tek boynuzlu gergedanlara, ve bir damla suda bir milyon mikroba dair fikri yoktu Yunus'un. Bunları bizden öğrendiği gün hayret etmedi... ..... Cevizlerini Eylülde döker, yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. Toprağın içinde gider kökleri, karanlık bir sudur tepende akar. Her akşam altından geçerdi Yunus... ..... Bir gün ateşimizi yakıp verirken suyumuzu : "- Biz hizmetkârınız senin, sen efendimizsin" - dedik. Şaşırıp kaldı Yunus... ..... Cevizlerini Eylülde döker, yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. Rüzgârda konuşurdu kendi kendine. Yüksekti, genişti alabildiğine. Gece altında oturdun muydu yıldızları göremezdin. Karanlık bir sudur tepende akar, toprağın içinde gider kökleri, dalları, yukardan Yunus'a bakar... "- Köy işi zordur katiyen vücut ezilir bir defa. Toprağa çömelip bak dört tarafa : bela hangi inde pusmuş bilinir mi? Mümkünü yok vurulsun..." Vurmuş belâ, ciğerinden Yunus'u... "- Biz hiç dünyada yaşamış değiliz. Geldik gidiyoruz öylesine... Tevatür güzelmiş İstanbul şehri, varıp görülmesi nasibolmadı. Velâkin niye tiftiği yok altmış haneden otuzunun?..." Tiftiği yoktu Yunus'un... "- Attığın taş dediğin kuşu vurmuyor. Dünya trene bindi. Gayrı dünya öküzün boynuzunda durmuyor. Elimiz ayağımız : öküz. Çok zor olur öküzü satmak, yarı ölümdür yani. Öküz gitti mi korkulursun..." Sattılar öküzünü Yunus'un... "- Herhal yolların sonu göründü. Bu olan işleri akıl almaz. Toprak sabuna döndü kayar insanın elinden. Cümle mahlukatın mekânı vardır kurdun mekânı olmaz. Toprağın elinden kaydı mıydı bir mekânsız kurt olursun..." Kaydı toprağı elinden Yunus'un... Cevizlerini Eylülde döker, yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. Güneşte gölgesi hain olurdu. Yunus durmadan Yunus kaybettikçe onu düşünür, o, bir şey isteyip, bir şey sormadan rüzgârda konuşurdu kendi kendine... Çocuklara ana, tohuma toprak ve karı lâzımdır erkek kısmına... Bir kız kaçırdı Yunus : Çünkü düğün pahalı kız kaçırmak ucuz... Fakirin karısı kavi olmaz... Ve bir gün Çerkeş yolu üzerinden sabah namazı ışıyıp geldiği zaman giderlerdi. Yunus'un arkasında yuvarlandı yere, kırmızı peştemalının içinde ölüverdi... Topraksız, öküzsüz ve kadınsız, kaldılar dünyada bir başlarına ceviz ağacı ile Yunus. Yalnızlık koydukça koydu Yunus'a. El toprağında ter döker oldu. Cevizi karanlıkta kaybolur sanıp uyumaz beklerdi sabaha kadar. Yalnızlık umrunda değil cevizin, toprağın içinde gider kökleri, dalları yukardan Yunus'a bakar... Cevizden konsol yaparlar, topal Yunus ne işe yarar? Zemheriler geldi barınamazsın. Cevizden konsol yaparlar. Gayrı daha fazla sürünemezsin. Sat Yunus cevizini... Yün yorgan değil bu sarınamazsın. Cevizden konsol yaparlar. Bir cansız ağaçtır yaranamazsın. Sat Yunus cevizini... Varlılar varsıza dokur mu kilim, vay cevizin hali, vay benim halim... Mekânsız kurda mekândı. Cevizden konsol yaparlar. Yarı ağaç, yarı insandı. Sat Yunus cevizini... Cenaze çırçıplak, kara uzandı. Cevizden konsol yaparlar. Kesildi dalları, dallar budandı. Sattı Yunus cevizini... Varlılar varsıza dokur mu kilim, vay cevizin hali, vay benim halim... Sabahın sahibi vardır. Gün daima bulutta kalmaz. Herhal ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri... Şimdilik sohbetimizde kederi : kesilip satılmış bir ceviz ağacının... Nazım Hikmet Ran | |
Adı yok! (Küçük bir zelzele!)
Uyuştu her yanım, Düşünüyorumda ben bu düzene fazlayım... Belkide o kırık gitarın çığlığındayım. Şimdi ben o son limandayım... Soru işaretleri doluyor beynim, Bir adımı daha atmalımı benliğim? Dayanırmı bu eskimiş kalbim? Hayallerimin feryatlarında isyan ediyor sessizliğim... Yorgunluğum nedendir? Kelimelerim hayatın bilmecelerinde bir gider bir gelir... O gölge seni her zamanki limanda beklemektedir Bedeni boşluklarda nereye gitiğini bilmeyen akıntılar sürüklemektedir. Dondu her yerim, Bakıyorumda sağa sola ben nerdeyim? Belkide sonsuzluğun demlerindeyim. Şimdi ben o bıraktığın yerdeyim... Kayboldu dayanaklarım, İzliyorumda daha hızlı esiyor rüzgarlarım... Sessizliğinde kaybolur,bertarafım. Altında kalır, yıkılır duvarlarım... Hangi belirsizlikler? Hani buradayım ben onlar nerdeler!!? Gölgemi ağıtlarım perdeler... Bu kadar hazırlanmışken onlar artık pembeler... Rüyalar bile uyanır belirsizliklere, Kaçarak ağlarım gözyaşlarım akar düşlere, Bir savaştır bu bitmeyen,bitemeyen bir muharebe, Kahretsin yine yenilgi hep aynı sahnede!!!! Kalemim ağlar hep aynı perdede... Uçsuz bu hiç bitmez baharımda zelzele... |
http://www.cakal.net/images/icons/icon1.gif
Ceviz Ağacı İle Topal Yunus'un Hikayesi Burda bir dostumuz var : Çerkeş'in Kavak köyünden. Büyük kitaplar gibi içinde bir şeyler saklı. Akıllı adamlara ajans haberlerine ve bilmeceye meraklı. Adı : Yunus. Ateşimizi yakıp suyumuzu veriyor. Ağaçlardan ve günlerden konuşuyoruz. Herhal ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri. Şimdilik sohbetimizde kederi : kesilip satılmış bir ceviz ağacının... Onu tanıyoruz : avlunun içinde kapının solundaydı. Ve altı yaşında dalından düştü Yunus, topallığı ondandır. Öküzler topalları sever, çünkü topallar ağır yürürler. Öküzler topalları sever, ceviz ağaçları sevmez topalları : çünkü topallar sıçrayamazlar yemişlere, çünkü üzerlerine çıkıp silkeleyemezler dalları. Ceviz ağaçları sevmez topalları... Bir acayiptir muhabbet bahsi : mutlaka kendini dereye atmaz sevilmeyenlerin hepsi. İnsanların hünerleri çoktur : insanlar sevilmeden de sevmesini bilirler... Bir acayiptir muhabbet bahsi, bir acayiptir ceviz ağacı ile topal Yunus'un hikâyesi... ..... Cevizlerini Eylülde döker, yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. Ve Çerkeş yolu üzerinden sabah namazı ışıyıp geldiği zaman, kadınlardan önce uyanırdı dalları. Altından geçerken düşünürdü Yunus... ..... Düşünmek : ne mukaddes bir iş ne felâket ne de bahtiyarlıktı, ve ölüm : mutlaka varılıp dönülmeyen, fakat üzerinde düşünülmeyen bir köydü Yunus için... ..... Cevizlerini Eylülde döker, yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. Güneşte gölgesi hain olurdu, rüzgârda konuşurdu kendi kendine, dalları yukardan Yunus'a bakar... ..... Gündüzleri yıldızların niye söndüğünü, dünyanın yuvarlak olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü bilmiyordu Yunus. Bunları biz anlattık ona şaşıp kalmadı... ..... Cevizlerini Eylülde döker, yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. Yüksekti, genişti alabildiğine. Üç kişi el ele versen kütüğünü çeviremezdin. Gece altında oturdun muydu yıldızları göremezdin. Her gece altında otururdu Yunus... ..... Çinli müslümanlara, burunları tek boynuzlu gergedanlara, ve bir damla suda bir milyon mikroba dair fikri yoktu Yunus'un. Bunları bizden öğrendiği gün hayret etmedi... ..... Cevizlerini Eylülde döker, yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. Toprağın içinde gider kökleri, karanlık bir sudur tepende akar. Her akşam altından geçerdi Yunus... ..... Bir gün ateşimizi yakıp verirken suyumuzu : "- Biz hizmetkârınız senin, sen efendimizsin" - dedik. Şaşırıp kaldı Yunus... ..... Cevizlerini Eylülde döker, yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. Rüzgârda konuşurdu kendi kendine. Yüksekti, genişti alabildiğine. Gece altında oturdun muydu yıldızları göremezdin. Karanlık bir sudur tepende akar, toprağın içinde gider kökleri, dalları, yukardan Yunus'a bakar... "- Köy işi zordur katiyen vücut ezilir bir defa. Toprağa çömelip bak dört tarafa : bela hangi inde pusmuş bilinir mi? Mümkünü yok vurulsun..." Vurmuş belâ, ciğerinden Yunus'u... "- Biz hiç dünyada yaşamış değiliz. Geldik gidiyoruz öylesine... Tevatür güzelmiş İstanbul şehri, varıp görülmesi nasibolmadı. Velâkin niye tiftiği yok altmış haneden otuzunun?..." Tiftiği yoktu Yunus'un... "- Attığın taş dediğin kuşu vurmuyor. Dünya trene bindi. Gayrı dünya öküzün boynuzunda durmuyor. Elimiz ayağımız : öküz. Çok zor olur öküzü satmak, yarı ölümdür yani. Öküz gitti mi korkulursun..." Sattılar öküzünü Yunus'un... "- Herhal yolların sonu göründü. Bu olan işleri akıl almaz. Toprak sabuna döndü kayar insanın elinden. Cümle mahlukatın mekânı vardır kurdun mekânı olmaz. Toprağın elinden kaydı mıydı bir mekânsız kurt olursun..." Kaydı toprağı elinden Yunus'un... Cevizlerini Eylülde döker, yaprakları yeşil dururdu Kasıma kadar. Güneşte gölgesi hain olurdu. Yunus durmadan Yunus kaybettikçe onu düşünür, o, bir şey isteyip, bir şey sormadan rüzgârda konuşurdu kendi kendine... Çocuklara ana, tohuma toprak ve karı lâzımdır erkek kısmına... Bir kız kaçırdı Yunus : Çünkü düğün pahalı kız kaçırmak ucuz... Fakirin karısı kavi olmaz... Ve bir gün Çerkeş yolu üzerinden sabah namazı ışıyıp geldiği zaman giderlerdi. Yunus'un arkasında yuvarlandı yere, kırmızı peştemalının içinde ölüverdi... Topraksız, öküzsüz ve kadınsız, kaldılar dünyada bir başlarına ceviz ağacı ile Yunus. Yalnızlık koydukça koydu Yunus'a. El toprağında ter döker oldu. Cevizi karanlıkta kaybolur sanıp uyumaz beklerdi sabaha kadar. Yalnızlık umrunda değil cevizin, toprağın içinde gider kökleri, dalları yukardan Yunus'a bakar... Cevizden konsol yaparlar, topal Yunus ne işe yarar? Zemheriler geldi barınamazsın. Cevizden konsol yaparlar. Gayrı daha fazla sürünemezsin. Sat Yunus cevizini... Yün yorgan değil bu sarınamazsın. Cevizden konsol yaparlar. Bir cansız ağaçtır yaranamazsın. Sat Yunus cevizini... Varlılar varsıza dokur mu kilim, vay cevizin hali, vay benim halim... Mekânsız kurda mekândı. Cevizden konsol yaparlar. Yarı ağaç, yarı insandı. Sat Yunus cevizini... Cenaze çırçıplak, kara uzandı. Cevizden konsol yaparlar. Kesildi dalları, dallar budandı. Sattı Yunus cevizini... Varlılar varsıza dokur mu kilim, vay cevizin hali, vay benim halim... Sabahın sahibi vardır. Gün daima bulutta kalmaz. Herhal ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri... Şimdilik sohbetimizde kederi : kesilip satılmış bir ceviz ağacının... |
Zamanın Benim (I-II-III)
I Tek yürek atımı olmak Ve sobeleyen olmak ölümü.. Beraberce.. Yasaklı olan diyarın en gizemli yerlerinde.. Yaşayamadıklarımıza duyduğumuz öfkeyi Uysallaştırabilmek seninle... Hem de tek bir kelimeyle.. Ben sevmek için doğarken her yeni güne, Sen sevilmek için doğuyorsun Seninle sensizliğin olduğu yerlerde... Çelişkiler son bulsun dedikçe, Kendi çelişkilerimize yenilenlerdik aslında.. Uzaklıklara bakmaktan gözleri acıyanlardık. Sevmek yaşam olgusuyken bizde, Ölümü bile göze alanlardık sevgimiz uğruna.. Yaşayandık sevdayı.. En farklı, en doğal, en biz olan haliyle. Yarım kalmışlıklara inat, Tamamlayandık birbirimizdeki kayıp parçaları. Sevdayı en doğan haliyle yaşayanlardık. Bendim... sendin.. biz olduk, Yasaklı olan ama her tadıyla Her nefesiyle biz kokan sevdanın minik busesinde.. Senin olmak vardı.. Sen olmak vardı.. Gözlerinin taaa içlerine bakıp Seni seviyorum diyebilmek vardı.... II Her doğan güne birlikte gözlerimizi açmak Ve merhaba demek vardı... Teninin sıcaklığını hissederken erimek vardı Adı bilinmez olan diyarların en köhne yalnızlığında.. Dilime yerleşen nihavent ezgiler eşliğinde Adımlarken çılgınlığın dikey boyutlarını, Yanmak vardı aşkına üşüyen yanımdan soyutlayarak kendimi.. Asırlar öncesine dayanan yokluğundu bugünlere ulaşmamı sağlayan. Sendin.. belki de bendim.. ne zaman biz olduk... Yoksa hep biz miydik doğduğumuzdan beri.. Tüm kırılganlıklarıma rağmen sevebilmek seni.. Kendi parantezimizde yaşamak özgürce.. Adı aşk olan.. tadı tuzu sen olan sevdaya yanmak alabildiğince.. Umut olmayan bugünlere inat Eldeki yarınlarla mutlu olabilmek senin gölgen altında.. Ve sana seni seviyorum diyebilmek... Tüm gökyüzüne yazmak adını.. Gökkuşağının renklerinde dansetmek seninle Sana aşığım diyerek... Seni seviyorum sevgili.. seni seviyorum... III Sevdalara açılan bir yelkendi sonsuzluğun .... Gecenin kokusu sinerken üzerine kelimelerin , Kelimelerden önce harflerle dans edenlerdik.. İzlemek vardı seni derin bir boşlukta... Sadece bakmaktı uzaklardan, dokunamamaktı.. Sen vardın...ben hep fakirdim senden uzakta... Ağlardım bakmadığında delirdiğim bakışlarınla... Bahar olmak vardı tapılası gözlerinde... Sevgilim diyebilmekti en güzeli... Sevgilim dediğini duymaktı... Tek yürek atımı sevdamızın karanlık dehlizlerde Kaybolmasına izin vermemekti. Geçmişe duyulan kin gerilerde kalırken yaşamaktı sevdayı, Yaşanmamışlıkların ruhumuzda yarattığı sergüzeştlikte... Adım hüzündü benim... Gözlerinin alabildiğince Ama yüreğinin göremediğince Hüznündüm ben ruhundan dökülen... Adım aşktı benim... Hiç görmediğin, hiç tanımadığın bir tattım senin dilinde... Seviyorum diyebildiğimce özgür olmak Ve özgürlük kanatlarını sevdana yükleyebilmekti Akreple yelkovanın peşine takılarak.. Zaman durdu sevgili... Bundan sonra ve bundan evvel... Senin zamanın benim... alıntı |
Çünkü ben sadece hayaldim
Gölgende yürürdüm sana hissettirmeden Araya mesafeler girmezdi Gidilen yer uzak bile olsa Yanındaydım her zaman Elinden tutmak isterdim Ama tutamazdım Sana seslenmek isterdim Ama seslenemezdim Ben seni görsemde Sen beni hiçbir zaman görmezdin Gölgende yürürdüm Sadece sana yakın olmak için Ama sen hissetmezdin Çünkü ben sadece hayaldim. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 05:40 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.