www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Adult eski arşiv (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=376)
-   -   Naime Erlaçin (https://www.cakal.net/showthread.php?t=135142)

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:42 PM

...Miras...

bir bilgeden miras kalan çağrışımlar getirdim bak
son emre kadar al emanetini!
kapısına göm gönül çadırının
dinlesin ölülerimiz ve aşk ve ayrılık
kül bir renkte
uzlete rücu eden dağ ateşleri niyetine

sor
bir daha sor!
yeterince verilmedi mi acının hesabı
ketumiyetimizde gizlenen bu ertelenme niye

ademoğlu yokmuş gibi dünyada
birbirine benziyor bütün haritalar
taş ve kumun insafına teslim
mahsur kaldılar yol tozunda

‘yaşanmamış’tan bir damgadır yalnızlıkları

bunca gecikme arasında anlamı ne
yüzümüze düşen karanlığa bıçak çekmenin
hangi eylem
hangi kör dövüş korur bizi bizden

varis tayin edildik zorlu bir aklanmaya
dağdan kükreyen o sesi dinle!


(30 Kasım 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:42 PM

...********’la Son Dans....

çığlık çığlığa bakire düşlerim
izin verdiğim bütün yenilgileri
sırtlayarak yürüyorum sırat köprüsünde
son dansım olacak bu
uykuya son dalışım
********’un* dizlerinde

ağlama sakın!
yeterince ırmak taşırdım ben
kısa düşen bir ipim artık bütün kuyulara
buz bir kış gecesi soğukluğunda
kurban verirken kendimi tanrılara
son kez kanırtıyorum bıçağı

kadehler dostum olmadı hiç
son arzum bir sigara

siluetleşmek istemiyorum sahnede
bir kreşendoyla magmaya kavuşmaktır amacım
çivileme atlamak sözün göktaşından
yalnızlığı okşamak tek başına
ölümlü olmak ateşte
insanca tutuşmak mesela

mumyala beni
gökyüzüm ol seril üstüme
alçıya al bedenimi...sar sarmala

suçluyum biliyor musun
bütün şafakları çaldım Aurora’ın evinden**
son arzum bir sigara

ruhumu sulamayı sakın unutma!



(10 Ocak 2003)

(*) ********: Mitolojide Rüyalar Tanrısı
(**) Aurora: Mitolojide Şafak Tanrıçası

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:42 PM

...Muamma...

remiller devşirilir sözün özünde

sersem seccademi
yüz vursam yere... göğe... toprağa
izini sürsem gölgenin
mümkün mü varmak mihrabın sırrına
incelir mi mısra
çözülür mü muamma ödünç bir yaşam evinde

olmaz ki kansız!
olmaz ki çavgansız cirit
aşkın söze hicrinde

rüzgar alev ve su adına
şiirin büyüsünü şahit tut!

elbet yenilenir külden ölüm
bir remil daha doğar
kumun sevdalı ateşinde


(1 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:42 PM

...Öldürücü Hikâyeler...

dölümüz uluyor
en çok da beşiğimiz
hangi yangında telef oldu kuşlar
sorduk mu hiç

eşkıyaya nasıl direnilir bilmem
pusuyu jurnallediğinde yıkıntı
öfkelenir mi içimiz?

hayvanımızı
nasıl terbiye ettiğimizle ilintili her şey
:
bu yüzden öldürücüdür hikâyeler
bu yüzden
ihbarsız vurgunlar yedik hepimiz

dinmiyor beşik sesi
en değerli mülkümüz bir darağacı hâlen
ve hamuruna misilleme herkes

acıya soyunacağız şimdi
bir adak sunar gibi kendiliğimize
ağıtın anlamını öğrenecek ejderimiz


('6. DEKAD' - Hayal Yayınları, Birinci baskı Ocak 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:42 PM

...Ölü Kahramanlar Mangası...

tufanlarınızı yıkın üstüme
şarapneller / palalar / dikenler ne varsa
bütün siperleri acının
benim olsun!

dağa çıksın birisi
birinin muradı deniz
kişnek bir tayın sırtında ben
bozkır ve çölün kavruk izlerini ölçümleyen
dövüşken Tuareg’in eşkin koşusunu
armağan edeyim yüreğinize

dirilsin göçleriniz

sahipsizlik öldürür en çok
en çok çaresizlik!
aşktan sağılsın usaresi kumun
süzülerek acı suyun kirpiğinden
düzlüğe insin ufkunu yitirmiş sahra bugün
:
ellerimize

verin topuğunuzda saklı kıyameti
terk ederek unutma fiilini iç göçünüzün
şahlanarak çıkılsın zamanın içinden
örgütlensin kederimiz

adını arayan ölü kahramanlar mangası kuralım sonra


(28 Şubat 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:42 PM

...Ölüm Kartı...

göğü yakmaktan ne farkı var inkarın!

bilinç
zaman
anlam
say ki boş hepsi
yakılmış bir dolu çılgın an
avuçlarda kanayan bir tutam saç teli
içe ağlayan bakıştır düşe yazılan

ölümle aklanır aidiyetten kurtuluş
azı dişinde gürleyen ağrıdan geçer koşar adım
masumiyeti tescil edilmiş
uzun çekimli bin ağıt

susarız!

kıraç toprağı tohumlamak gibidir
yaşam şarjörünü boşaltmak söz üstüne
son müntehirin kendinde gizli şifrede hortlar
kalbi ayartan sihir
:
destedeki son kağıt!

ne farkı var
sevda karasına bulanmış bir şiirin gerçek ölümden
zirvede yapayalnız bir krater gölüyle
okyanus kadar üstelik birbirine yakınken

konuşulmaz daha!
cinnetlik bir 'sus'tur
öteki yakadan hıçkırarak izlenir

kıyamete zimmetleriz kabul’ü
bu kıyı isyan!


(9 Ekim 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:42 PM

...Ölümcül!

ölümcül şiirini kusuyorsa şair
keşfe çıktığında dinamitlenmiş koyakları
kim bilir kaç sıkımlık
can telaşında kuruyan havzaların
belli ki verilmiştir mola deli tutkuya
dinleniyordur veya
düşüyordur kalem
kabuk tutmuştur yara

dipsiz hıçkırıkları andırır
serseri bir rüzgarda bileniyordur hançer
yazılmamıştır henüz
toplu katliamdan hükümlü son dizeler

geç kalır lakin ayak direyen şairin Azrail’i
tuzak bir izleği sürer içindeki kızıl nehir
lanetlenmiş çığlığa dönüşürken son dua
zincirli bir kekemelikten icazetlidir şiir

jiletlenir derin susku
ahrazlığa çekilir mülteci bıçağı dilin
idamlığın son arzusu kadar derin ağlar bıçak
abdestsiz definlerin
yasını tutmaktır artık konuşmak

ya öl şimdi şair
sus ebediyen
sessizce şakıyarak doğumu bekle ya da

ölü bir cenin doğurmaktan iyidir susmak!


(24 Şubat 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:43 PM

...Öptüm Acıyan Yerlerinden...

duyguya inancını
yitirmeden yaşlandı hayat
soyunarak konuştuk hep
buluştuğumuzda
çıplak

aşkın kendisidir mezuniyet belgesi
sevdayı sevdirdin sen
dişilik ve erillikte değilmiş hüner
marifet:
“adam gibi” büyütmek yaşamı
“adam gibi” sevmek

giyindik böyle
kırdık kalemi
evrildik ve sustuk
üstümüzde kaldı evren

ölümsüzlüğü öğreniyoruz şimdi

geldim uyuyordun
öptüm acıyan yerlerinden


(24 Mayıs 2005) – “ 6. Dekad ” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:43 PM

...Örtü...

-' zıddıyla kaimdir her şey ', duygu dahil...


is kokulu titreyişlere isyandı aşkı anlatmak
reddiydi ölüme teslimiyetin
anlaşılmaz bir başkaldırış
çağlardan akan

bir bebek ağlardı duyardım
henüz doğmamıştım
sürgülerdim kapıları kendiliğime
ölümü çalarak ebeliğimden

kabus kahramanı olmayacağım bu kış!
kuzgunlar inmeyecek omuz başlarıma
meme uçlarında özlemlerin
tunçtan bir kurs süsleyecek göğü
göz bebeklerimde nur birikecek
yine dirilecek sevda
dizelerin dip köşelerinde

kızacak Özlü bana
Pavese somurtacak biliyorum!
dizlerimde üşüyecek Hades
ama böyle susar “öteki”
başı önünde ancak
böyle geri döner cehennemine

saçlarımda saklayacağım gücümü
dudağın üşümüşlüğüne can havliyle
haykıracak içimdeki büyücü
:
“sevdayı ört üstüme gelinlik gibi
kefenim olsun! ”


(2 Kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:43 PM

...Paradoksal*...

yolculuktan söz ediyorduk
hangi an'da hareketliydik ki

var mı gerçeğin içinde
tezatların kaynaştığı
böyle bir zaman dilimi
:
doğruysa eğer dediği
herkesin yalancı olduğunu nasıl
söyleyebilir insan?

mutlaka Giritli değildir o!

şimdi anlat Elea’lı Zeno
karışsın kartların iki yüzü
kaplumbağa ile
bizim öykümüzü anlat paradoksunla

sen söyle!
anlayalım neden yerimizde sayıp durduk hep


(*) Epimenides ve Zeno Paradoksları


(6 Mart 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:43 PM

...Patagonya Yolu! ...

sözcükler var
evrimleşmeyi bekler simyacının dilinde
tıpkı bir kitabı
yalnız bir süreçte
sonundan okumak kadar sancılı

geleceğe düş malikaneleri kuran insan
neden düşünmez geçmiş zaman öykülerini
de yüzüstü düşer hep?
bin yıldır sessizlikle yıkandı kentler
toprakla, kutsal ölüler gibi
ne beklemek yoldu karanlığa uzanan kanatları
ne yoruldu vandalizmden

bundandır gecenin toynaklarını sökerek
dilini kesmesi birilerinin
çürüyen dokuları sürgit yenileyen münzevi tutkunun
mirasını yüklenmek gözü kara
bundandır!

usanmaz bozkırı taşımaktan yorgun omuz
son kurttan yadigar vahşi çığlığı özler
gidilir oraya
belki gidilmez
lakin secdeye kapanır çöl birilerinin dilsizliği önünde
korkudandır oysa gidemeyişler...kalamayışlar
kendimizden korktuğumuzdandır en çok
çarpıtılmış bir isyanda gömülü nafile haykırışlar

hasat yasasını okur içe dönük her yürüyüş
anaç iklimini ölümden gelen doğurganlığın
böyle açılır tinsel patagonya yolları
çiçeklenir harf...gürleşir
boylanır yine tırnaklar

biliriz artık:
iade-i itibar ediliyordur yaşama
dik başlı bir tutkunun öteki yüzünü bellemek için

'düşünmek' deriz adına!


(11 Temmuz 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:43 PM

..Piyano...

“la” tuşu kırık bir piyanoya benziyor alfabem
harfi yitiriyorum!
ellerim değmediğinde sana tuhaf oluyor içim
göçer resmi çiziyor biri sol avucuma
parmaklarımda sendelerken böyle yalnız

işgalci zamanlardan kalan bir duygu bu
:
gitmeler
kalmalar
ve tırnaklarıma yerleşen bunalım öykülerinden

ensemde atmaca o bakışlar
___emanetmişçesine geri istenen
ensende
____intihar eden gözyaşlarım

böyle anlarda kısılıyor piyanonun sesi
hiçbir notaya sığmıyor karakış
_____harfimi arıyorum

her zamankinden çok çalmalısın şimdi!


(13 Ocak 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:44 PM

...Post-Mortem...

düş aynası tuttunuz
da kendinize
mağrur bir şımarıklık asıldı
suretinize

ağırdır ölümden
'ben dağı'nda seferî olmak
içeri çağırmalıydınız bu yüzden
guguk kuşlarını

gün olur
bıktırır dayancın avucundaki utanç
gelinir ve geçilir
'kevn-i kesif' tezgâhından

dibi yanıktır an’ın
altın ölü!

söz
bakır orada
öfke gümüştür bize


(17 Temmuz 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:44 PM

...Pusu...

gecenin nabzı yüksekten uçar
göç yırtığından süzülür zaman
nefesim çekiç
dalar karşıki vadiye

dağ vurulmuş dağ öksüz
sorular diş izi
yanıtlar kötürüm
kafiyeye salıncak kurar bir dilsiz

biliriz onun da aklı var
uslanmaz
zar tutar
mor bir peyzaj rehberliğinde

kendinden kovalanan güz gibi dünden
yarından sorgular bizi
ihbarsız doğan şafaklar
gececil bir urla kuşatılırken sessiz

pusudur bu!


('6. DEKAD' - Hayal Yayınları, Birinci baskı Ocak 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:44 PM

...Pür! ...

acıyla kalaylanmış
bakla sofalarında yüreğin
yapısalcı dogmalarla kundaklandık
:
avazımız pür isyan!

ey gül!
yalpalayan vahşi özleyiş!
kolay değildir yazıyla sevişmek
ıslığını duymaksızın kiriş ve yayın
nereye götürürse serseri ok
üsluptan yoksun harf ve hecede
oraya varılır ancak

bir masal devini ehlileştirmektir
bakla sofalarda ak kağıda konuşmak

dilsizin aşk ilanına benzer
türki, arabi, ebced
külli pür isyan!

iner sonra sevdalı dudakları sözün
alır kıyametimizi

kalem sütliman!


(24 Şubat 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:44 PM

...Ru be ru…(Yüz yüze)

*******
yiğitlerini gömdüler
ölü solungaçlı aşk emekçilerini
:
kurşun askerleri

sevda bahçelerinde gizliydi ömrün muhtevası
karanlığın çiçeğe uyanışında

vade doluncaya dek sahipliydi *******

yüz yüze döküldü aynadaki sır
yazıtlara sığmaz destan yırtıcılığında
yüz yüze akıtıldı onca kan

mezar kazıcısı ******* ey!
ru-be-ru hesaplaşmaların bekçileriydiniz
ne işiniz var musalla taşımda!

ve fakat öyle tebliğ edildiniz...

uzak durun son duamdan
kurşun askerlerinizi gömün siz! ...


(24 Ağustos 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:44 PM

...Rütbe...

dön semaya, yıldızına sor
kaç ışık yılı uzağa saklamış gerçeği
hangi sureta yaşamın
pullarını sıyırıp sundu...sunacak sana

sunacak mı veya?

çile susmadı insancıl tuzaklarda
zulmü tere gömmeyi
öğrenemedi ademoğlu
sırrına varamadı yer-gök-su’da saklananın
toprak ananın, tohumun, çarmıhın
iç kavuran dış yangınların

tüm rütbeleri sökülmedi acının!

erksin, ışıksın, kudretsin yaratanın suretinde
kuşatılmanın hazzını tadarken
bin yıldız kattın eylemine
ilktin lakin bir manzumede
hala son hükümransın!

temaşa eyle
ara bul ey aşk!
sen sök son rütbeyi
illa
illa
illa

ki yıldızım tavaf edip ruhunu mabedine kapansın


(23 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:44 PM

...S u s a r ı z! ...

söz konuşur
_________biz susarız…


ufalır lokma
çetinleştikçe yolculuk
su ve
yalnızca ekmektir azığımız

bir mumyadan
emanet almıştık ayaklarımızı
asırlarca yürümekten yorgunuz bugün
cennetten kovulmuştuk
_________anımsarız

hangi zamandan kaldı gözlerinizdeki haykırış
çoraklığınızda
ölüm davulları çalan bu kıyamet?

dördüncü cemre düşer sözden döşümüze
ustura keskin!

_________biz susarız!



(14 Kasım 2005) - www.blogcu.com/nimo

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:44 PM

...Sadaka...

şair
beşerin sisli gölgesi
sorumlusu insanın
aşkın zekatı
fitresi

kaderdir
yazmaya kırılır kalem
gömülür ya da ruh
şatafatlı bir kuraklığa
akmadıkça serçe yürek
titrer fecir vakti
doğuya bakan
bir pencere pervazında

hangi yazgıdan kaçılsa nafile!
kağıdın sesi
sevdalı saraylardan mühürlü

telef olsa yolcu / silinse haritalar
susmaya dursa dil
yitirse mazbatasını imla

kaderdir heyhat!

sadakasını bekler yol şiirin kavşağında



(5 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:45 PM

...Sarı Yazgı

sarı bir yazgıdır temmuz
*******i geç ölen

sıcaklar da alır duvarlar arasına
ensemizde kekeleyen kış ayazlar misali
yanık bir nefes olduğunu anımsatarak
uzun bir yalnızlık okşar tüylerimizi

ah çıldırtan yaz!
sımsıkı yapışıyorum güçlü kollarımla
cılızsın ancak
zayıfsın hala,
kocaman
kocamamış yüreklerimiz var üstelik
serin sulara gizlediğin düşleri yakalayan

akıyor ki deli su öyle!
ve ben suyun önüne kattığı bir köprü üstünde
-aşka müebbet-
kalbimi asıyorum göğe senin için

bak sıcaktan dibe vuruyor balıklar
siyah bir yazgıya dönüşseler de yavaş yavaş
umuttur adı hala geç ölen sarı *******in…


(23 Temmuz 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:45 PM

...Serüven...

şiirin çıplaklığını giyinmek
giz olmak tene dokunuşunda
çarpılmak
bölünmek
sıfırları atmak sonra
sadeleşmek
hesaplaşma anında

kainatın güçleri ve
yazının paganları adına yemin olsun ki
susmaz bu serüven
gök tengri* yaşadıkça!

teraziye vurmak ölümsüzlüğü
kam ananın korunağında güneşe yaslanmak
suyu kutsamak
ateşe varmak
ata ocağında

kadim bir hikaye bu…

düşmüşse elden davul - tokmak
dönüşmüşse kopuza saza
ne gam!
varsın çöl olsun dünya
gönül kurar obasını
yol eder cam köprüleri
yeniden doğulur
bedenden ruha
can otacısında

'gelir de geçer insanoğlu,
‘tükenmez...’
diyor bilge
aşkmış şiirin kudret od’u
ister Hakasya’da bir dağ başında
ister Anadolu’da Mevlana’da

yemin olsun ki şa ve man** adına!
bitmez bu serüven
aşk
bu kürede durdukça!

……….


(*) Gök Tengri: Atalarımızdan yadigar; günümüzde çok az sayıda kalan Hakasya Türkleri arasında hayatiyetini sürdüren; özünde doğa ve aşkla bütünleşmeyi saklayan; 'Şamanizm' olarak da bilinen bir tür inançlar manzumesi…
(**) Şa(sha) : Kadınlık.
Man: Erkeklik:
Şaman (=kam) : “Şa” ve “man” bir arada iken, ruh ve beden arasında iletişim kuran kişiyi tarif etmenin ötesinde, aşkın birlikteliğini simgeler.


(30 Haziran 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:45 PM

...Sessizce...

- Samih Rıfat’ın ardından…

sessiz okuma sanatını belledik önce
sonra susmayı

ilahlar hep kuşkulu
şair diline dilsiz
gömütlük ıslığıydı kimliğimiz

anlamsız bir şakırtı emerdi terimizi
intiharın cinayet olduğunu söylemediler hiç!
sesime konan kuşlara kızdığım gün
anladım öldüğümü

“bütünün habercisidir parça”
ve oğlun kaderi babaya…

bu eksiliş
bu aceleci gidiş ah!
sesimin yırtılışı sesinizde,
bulutu yağmanızı özlerdi
nefsime tembihlediğiniz sessizlik

cinayetler tanıktır:
“akla kara arası” sessizce öldük biz


(6 Ağustos 2007)
(- Ağustos, 2007 arşivi.)

6.Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 55

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:46 PM

...Sınanmış...

aşk sizdiniz
kuzgunum ey!
:
bilmezdik önce

arnavuttu kaldırımlarınız
plastik sevdalardan ari
gelgeç hazlardan uzak

bin yılların teriyle
sınanmış bir gönülden
kan damlatır gibi öyle

aşkı sizden emdik biz!


(27 Kasım 2005) – www.blogcu.com/nimo

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:46 PM

...Silah...

unutulmazlığını bilir de kalp
durduk yerde
acımasız bir intihar giydirir aynalara

bu yüzden silah verilir ellere
ve ağlamaklı bir gül
eğer solarsa gözler
…küserse
ruh da solar birlikte

şemsiyesiz dolaşmalı o halde

sevilen yağmurları getirdiğinde rüzgar
deliliğini bağışla çılgın ülkeme
sıcaktır çünkü hala
duaya açılan avuçlarımız

söz, kalbimizdeki acının son tohumu

gülle barutun yakıcı tutkusu gibi ey!
çiçek açan mermiyi özler silahımız...


(1 Kasım 2005) - www.blogcu.com/nimo

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:46 PM

...Sophia...

ah Herakleitos
içimi en çok besili egolar yakıyor
ve kurak bozkırların

görüyorum
nehirlerin ılgım salgım
:
utanıyor Sophia

sen oysa ateşi
bunun için vermemiştin insana!


(17 Kasım 2006)

6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 7

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:46 PM

...Sorgu...

rüzgar tozuna karışır kuş ötüşleri
içimde yetim bir garipseme
durduk yerde çatılır tüfekler
yoncalar açmaz
küskünlük serperler künyesizliklerine

hayat
aşk
ve ölüm
kara mollaları hüznün

gelişiniz belli
varacağınız yer belirsiz
söylemediniz hiç biz nerdeyiz
ne bekleriz bilinmezden
cezamız ne
neye gebedir geleceğimiz

işte bu asıl bilemediğimiz

yaz ey kiramen katibin*
yaz ki biline
yaz ki bilelim!


(*) Kiramen katibin: Sağ ve sol omzumuzdaki yazıcı melekler.


(5 Aralık 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:46 PM

...Soru...

“sus! ”
demediniz bana

önceden söylendiğini her şeyin
bildirmediniz

önceden işlendiğini
tüm cinayetlerin

tanışmadık hiç
tanışmadınız içinizdeki çocukla

neden? *


(*) Bir çocuğun sorusuna karşı sorudur bu. Soru sormayı bilmeyenlere!


(27 Temmuz 2006) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 93

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:46 PM

...Söylerdi Aşk…Ateş Adına! ...

….harlandıkça aydınlanırdı ruh
alev isinde başlar / kor ateşlerde biterdi kahin sözü…

sevdaya çemirlenirdi yürek tüm zamanlarda
zincire biat eder bedenleriniz
belinizde en ihtişamlısından bir kuşak
albenili ve çıldırtıcı bir al
aşkın düğün alayından arta kalan
kördüğüme dönüşürdü kelepçeleriniz…

//çıkmaz yollarda arama hazzı! ! !
Godot’yu bekleyen Laura’ya sor!
köşedeki sevda öksüzü çocuğa:
şimşek olup hani
kabrine süzülüşünü hayallerdi Petrark’ın...//….

böyle buyurdu kahin! …

habersizdik / sönmüyordu ocak diyar-ı şuara’da
sözün gergefine nakşolurken kasırgalar
vaktinde çözülebilseydi muamma
ihbarsız infazların sırtına kalıcı bir dövme gibi
saplansaydı harfin kanında tutuşan alev okları
külden suya dönüşseydi mesela sürüngen anlar

söylerdi aşk!

ateş adına
bildirirdi mutlaka…


(31 Ağustos 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:46 PM

...Su Cenderesi...

doğru bir duruştan kalan acı bu
rüzgara direnmek
ve denize
ve hırçın dalgalara
kendi kıyısında korsan olmak gibi bir şey

bunca ağaç diktik
bunca aşk bellendi
koyaklar yine kaygan, deniz kavgalı
yine diz boyu yalnızlık

neden hep bizi bulur sürgün zamanlar
düşünme sakın
neden çarklarımızda bilenir
sivri uçlu
kör bıçaklar

su cenderesiyiz çünkü kendimize

sıcak tut acıyı
aldırma
yak bir cigara!


(29 Kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:47 PM

...Suç ve Biz...

eksiltme
ehlileştirme beni

-sırça konaklarda suça ortak olmak...

nasıl ödenir hesabı bunun!
nasıl telafi edilir kayıp

vahşetini tokuştur vahşetimle
ilkel’in terazisinde tartılalım
inkar edilsin benzerlik
ve tekdüzelik
böyle katledilsin suç
bilensin çelik

önce ölüm vardı unutma

canlanan her dokuda
o yüzden şımarır insanlık onurum
mutlakıyetin cızırtılı reddinden
yersiz yurtsuz doğar
meşru ikinci çoğulluğum

düşlerin inceliğine inat
kalındır gerçek biliyorsun
:
eksi
artıya denk!

bulaştırma suçu
ki artsın karşı duruşlar
söylesin vahşetimiz

biz
uyumuz biz!

ben “bu”yum…bir
sen “o”sun
başka bir renk! ....


(8 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:47 PM

...Suskun...

indim
bekledim

güneş ah!
bir kez geçti
üzerimden

“sus”
dedi hamuş
sustum!

mevzi:
kuyu


(14 Haziran 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:47 PM

...Susmaya Giden...

sessizce gelen
susmaya gitti
sorgusuz
sualsiz
yanıtsız

gürüldeyerek akardı yeraltında
gece yarısı
sonsuza doğru
acılar ırmağında

ak kağıda düşürdü rengini
:
içedönük bir yolculuk methiyesi

gökten soruldu
kökenden ey yar
özentiyi uslandıran bilgelikten
dil’in sevdalı sorumlusu
öz’ündeki karmaşadan soruldu

susmaya gitti!

geleceğe pullanmış mühürlü bir mektuptu


(25 Ocak 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:47 PM

...Sustalı...

artık biliyoruz var!

çağrılı her beden
kendine savrulmuş bir sustalı orada

şiir tersine gidilen yol
aşk manifesto, dirimsel
sözden ağmak sihir
bir av kurguda

geceden başka vaadi olmayan ey!
acıdan geçtiler bağışla
buğday tanesi biriktir çöplüğünde onlar için
safir bir gökten kaçtılar
sırt dönerek boşlukta doğurmaya

kovulmakla var olmak arası
rüzgârın savrulduğu yerde
masum bir güneş de doğar elbet

bunca yıkıntı
bu darp izi
bu ne bu peki!

bir yolluk hazırla
bir de kovuk

bilelim yerimizi...

(ah kalbim!
kendine bir mektup yazdın şimdi
yüzüne yakıştığı yerden…)


('6.DEKAD' - Hayal Yayınları, Birinci baskı Ocak 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:49 PM

...Sürgün...

yanıtsız sualler sorumlusu
bir duruşum var hayata dair

dil döner
dil yanar
adaletsiz duruşmaların son nöbetinde
yanı başımda kadim bir uygarlığın
torpillenir gemiler
seyrekleşir hayaller gecenin karasularında
muamma bir yazgıya benzer öyküler

altın kubbeli mabette gizlenmiş ejderhaya
gülümserim usulca
taç takarım
tatlı su çiçeklerinden cinli saatlere
kudurgan bir siyah
sinsice düşerken maviliklere

cephede cinnetlik top sesleri
biteviye ağlayan insanın
çocuk feryadından yadigar
yürek döner ah!
yürek yanar
şimşekler tutuşur bedenimde
sorgular içimin ejderhası
haykırır acı insan sesimde
çıngıraklarım susar

ezberlerim sürgünleri


(5 Mayıs 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:49 PM

...Şairin ve Şiirin Zekâsı...(Düz Yazı)

Şiir, zekâ ülkelerinde uzun ve üzücü yolculuklardan sonra doğan şeydir.
-Balzac


Şiirin oluşturulmasındaki başlıca etkenlerden biri de hiç kuşkusuz zekânın işlevsel kılınması, zihinsel yeteneğin şiirde beceriyle kullanılarak aklın (us) öne çıkarılması eylemidir. “Her baktığımızı şiir eden de akıldır” diyordu Nurullah Ataç. Ancak tek başına zekâ, nitelikli şiir “yapmaya” ya da doğurmaya yetmez. Şairin iradesi, kararlılığı, çalışma azmi, birikimi, dil bilinci, donanımı; bunları içe sindirmişliği, duruluğu, öngörüsü, yaratıcılığı, yerine göre mizah ve ironi gücü, derin bakışlılığı, matematiksel ve müziksel ritim kavrayışı ve daha pek çok “geliştirebilir” anlamdaki değişkenin yanı sıra zekâ, akla dönüştüğü sürece önemli bir değer, şiire eklemlenebilir bir sermayedir yalnızca. Şairin içindeki şiire uyanışı gerçekleştiren; hem köklerinin uzandığı ilkellik, naiflik ve masumiyet öğelerini koruyan, hem de bilgelikten uzak düşen depolanmış bilginin bu safiyeti ezmesini engelleyen bir tür yaratıcı araçtır. Denge kurucudur, terazidir, şiiri eksenine oturtandır. Yeri geldiğinde bir güvenlik aygıtı; şair söyleminin omurgası sayılabilecek ve şiirin sıkıca tutunduğu bir payandadır. Ancak unutulmamalı ki akıl şiirin tek hükümdarı olmayıp sadece kullanılabilir bir öğedir. Üstelik zekâdan yola çıkıp akla varmak da yetmez. Ve elbette şiiri yalnızca akıl üzerine kurarak onu abartmamak da gerekir. Burada Melih Cevdet Anday’ın bir sözünü hatırlatmakta yarar görüyorum. 'İnsanoğlu aklı aşmalıdır; eğer aşmazsa, akıl da bir dogma olur.'

Şair, post modern dünyada “kapatılmışlık duygusu”na kapılmış; bu duyguyu derinden yaşadığı halde olup bitenin ayırdına varamamış olan insanın çemberlerini kırmaya; ona daha geniş bir özgürlük alanı açmaya doğuştan güdülenmiş biridir. Kendi uyanışı ile diğerlerini uyandıran ve onların yaşamlarına dokunan birisi… Sezgi kanallarını zekâsından süzdüğü aklın yardımıyla açacaktır, çünkü aklın temel görevlerinden biri zekâyı bilinç ekranına yansıtmak suretiyle düşünceyi iğdiş eden tüm öğelerin yenibaştan yapılandırmasıdır. Antonio Negri’ nin siyasal çözümlemelerinde de belirttiği gibi, sahici bir cezaevinin dışındaki yaşamda insana “yeni özgürlük alanları” sunmak; her ne türden olursa olsun – siyasal veya öznel - iktidar ile insan arasındaki köprüleri yeniden kurarak onu yalnızlığından kurtarmak için çaba göstermek şarttır. O halde şair bu görevi neden üstlenmesin? En azından sorunun kendi payına düşen ucundan tutamaz mı? Şairin büyü gücünün yaratıcı zekâyı değerlendirme becerisiyle doğru orantılı olduğu varsayılırsa, bu özellik aynı zamanda şiirin kalıcılığını, etkileme alanının genişlemesini sağlayarak işlevselliğini de artırmaz mı? Arife Kalender bir yazısında şöyle diyordu:

“Şiirin bir ‘taşma’ eylemi olduğunu düşünürsek; Bu ‘taşmalarda’ şairin zekâsı, gözlemleri, şiir ve genel kültür birikimi, dil bilinci, düş gücü, yaşam biçimi kendisini ele verir. Bu nedenle yaşama değen, ondan somut izler taşıyan şiirin kendi ömrünü uzattığını söylemek yanlış olmasa gerek.” (“1940 Sonrası Şiirimizin Uçları”)

Bu süreçte şair yalnızca kendisini ele vermekle kalmaz. Kendisini ele vermeye hazır olanı da yakalar. Akıl tüm canlı cansız âlemle, doğa ve insanla bağlantı kurarken, şiir bu süreçteki sayısız iletişim kanallarından sadece biri olup şairi taşarken “taşıran”a, içinden taşanı ise ötekilere “taşıyan”a dönüştürebilir. Üstelik hiçbir yaptırım gücü olmaksızın başarabilir bunu.

***

Günümüzde toplum psikolojisine, çağı önüne katıp sürükleyen ekonomik ve genelde sosyolojik gelişmelere dair kavramlar yeniden tarif ediliyor. Özellikle post-modern çağın sanat algılayışındaki gelgitlere paralel olarak şair de şiirini yeniden tanımlıyor. Duyarsızlaşan insana karşı duyarlılığını yoğunlaştırıp şiir dilini yeniden gözden geçirerek değişik boyutlar kazanmaya, eskisinden farklı kanallar açmaya çabalıyor. Öyle ki sosyolog, yazar ve felsefeci gibi diğer sanat ve düşün emekçileri de - özellikle şair - bastığı zeminin sağlamlığı konusunda giderek kuşkuya düşüyor. Çekirdek bilgiden uzaklaşmanın, ona ulaşamamanın nedenlerini ve hatta köktenci filozofların tanımladığı “bilgi ve hakikat” kavramlarını yeniden sorguluyor. Şiiri deşelerken gelmiş geçmiş tüm teorik, faydacı (pragmacı) ve sezgisel argümanları kullanıyor. Daha da önemlisi, kuşkularını insana aktarmak gibi önemli bir sorumluluk üstleniyor ki bireyi sıradanlaşmaktan, “sürü psikolojisi”nin yıkıcı etkilerinden kurtarabilsin… Bu noktada “şiirin zekâsı”ndan söz etmek pek de yanlış olmaz diye düşünüyorum. Şairin şiire enjekte ettiği zekâ tohumları sayesinde ortaya çıkan bir olgudur bu. Yeterli zekâ düzeyine sahip olmayan ve aklını kullanamayan şair, “zeki şiir”i de kotaramaz. Dönüşen ve sürekli değişen insanın sorunlarını ne görür, ne de onlara eskisinden değişik yorumlar getirebilir. Bu durumda bireyin kendisinden yola çıkarak günlük yaşama; giderek topluma ve şiirin evrenselleşme boyutuna nasıl varacaktır? Gerçek yaşama nasıl dokunacak, bireyi zaman içinde nasıl bir yolculuğa çıkaracak, yeni çözümlemelere ulaşmasını nasıl sağlayacak, farkındalık çıtasını nasıl yükseltecektir?

Zekâ derken yalnızca bilişsel-akademik zekâ’dan (Intelligence Quotient, IQ) söz etmediğimi özellikle vurgulamak isterim. Duygusal zekâ (Emotional Quotient, EQ) sanat için çok daha önemlidir, çünkü IQ’nun yüzü genellikle bilime dönükken, EQ sanata, duygudaşlık kurmaya, hayallere doğru yelken açar. Dolayısıyla burada estetik şifrelere ulaşmış sözel-dilsel-yazınsal zekâ ile doğrudan ilintili olan “şiirsel zekâ”dan söz etmek daha doğru olacak. Sırası gelmişken Alfred De Vigny’ nin bir deyişini anımsatmak isterim: “Şiir bir akıl hastalığıdır.” De Vigny böyle derken dışavurumcu; dışa vururken derinlere dalabilen; duygusal, atak, gözükara olarak nitelendirilebilecek şiirsel zekâyı tanımlamış olabilir miydi acaba? Mümkündür… Yoksa gerçekten Sokrates gibi delilikten mi söz ediyordu? Üstelik farklı dönemler ve farklı toplumlardaki şair tanımları da birbirini tutmuyordu. Kiminde ona tanrısal bir görev atfediliyor; kiminde kudretinden kuşku duyulmayan bir şaman oluyor; kiminde “tekinsiz” ve hatta dışlanması gereken biri olarak değerlendiriliyordu. Şair ise çağlar boyunca kendi penceresinden bakmayı sürdürüyordu. Örneğin söz duyguya ve duygusallığa geldiğinde insanoğlu sıradan bir bakışla sevmekten dem vuruyor; herkesi severek ve/veya birilerinin onu sevmesiyle mutlu olacağına inanıyordu. Ancak şaire göre mesele bu denli basit değildi. Akılla beslenmiş, sezgileri güçlü, yaratıcı zekâ düzeyi ileri olan şair dünyaya daha geniş bir pencereden baktığı için insanlığın nereye doğru gittiğiyle, varacağı noktada mutlu olup olmayacağıyla, değişim ve yeniden varoluş olgusuna yüklediği ontolojik anlamlarla daha çok ilgiliydi. Çünkü esin perilerinin dokunduğu zekâsını eğitmiş olan kişiydi o. Eğittiği bu zekâyı gelişmiş şiir diliyle kalemine postalayan olup, şiirsel bildirişimini varoluşsal dizgenin bir halkası olarak ortaya koyabilendi. Evrensel ve bireysel açmazlarla derdi olduğu için öncelikle mutsuzluğun-kargaşanın-haksızlığın-ölümün tarifini yapmayı amaçlıyor, kendini buna zorunlu hissediyordu. Günlük yaşamda alışılmadık olan anlatımlarla çözüme ulaşma çabasındaydı. Gelişmiş aklın soru sormayı bildiği ve sorulara yanıtlar aradığı kadar, şairin zekâsı da sorularla iç içeydi. Yanıtlar ise şiirin dip köşelerinde ve soruların arkasına gizlenmişti.

***

Şiir kolay anlaşılan; düzyazı ve “düz düşünce”ye çevrilebilen bir metin olmadığı için ona ancak sezgilerle varılabilir. Sezgi ise bireyin iç odalarında sakladığı bir tür zenginlik olup, kilidi açan yine akıl ve zekâdır. Canlı-cansız varlıklarla, doğa ve evrenle, geçmiş ve gelecekle iletişim kurmayı olanaklı kılan zekâ, şairin hem kendisi hem de bireyliğinin bilincinde olan okur için dil aracılığıyla sezgi odalarını açmanın yollarını mutlaka arar. Şair en azından bununla yükümlü olduğunu bilir. Tıpkı diğer sorumluluklarının farkında olduğu gibi… Örneğin şiiri “eksik” olan kişi, İsmet Özel’in de işaret ettiği gibi “Neler yazsam da şiir dense? ” mantığıyla yola çıkar (“Şiir Okuma Kılavuzu”, Şule Yay. 2006, s. 79) . Bu durumda piyasaya dönük kolaycı yaklaşımların, “pazar” kaygılarının şiire ve şaire yalnızca zararı dokunacak; şairin gerçek duruşunu eserine yansıtma olasılığını azaltacağı gibi şiire bir de bedel biçilmiş olacaktır. Oysaki şiir, okura dayatma hakkına sahip olmadığı gibi, yönlendirme ve hükmediş anlamında bir okur despotizmine karşı da kendisini korumayı bilmelidir. Okurun saptadığı bedel her ne ise onu reddedebilmelidir. Akıl bu direnci sağlayan ve tescil edendir. Şaire etkileyici bir azınlığa mensup olduğu kadar gücünü de dikkatli kullanması gerektiğini sürekli hatırlatandır. Bir bakıma yol haritası çizer. Bu yol haritasından sapan kalemin sonuçta ölü doğum yapması ve nihayet tıkanarak kendisini bir çıkmazda bulması kaçınılmazdır. Bir yanda kişisel egosu, öte yanda “yarı aydın” da denilebilecek güdükleşmiş aydın, dışsal iktidar ve çoğunlukla medyanın öncülük ettiği “üretilmiş pazar ekonomisi” (Ahmet Oktay; “Okur Dediğimiz Kesim de Artık Üretiliyor”, Yelkovan Dergisi, 2007, S.2, s.29) arasında sıkışmış olan şair/yazar ancak akıllı manevralarla bu karmaşanın üstesinden gelebilir. Piyasacı kaygılardan uzak duracak biçimde kendisini eğiterek, yüksek telif ücretleri, liste başı olmak veya ödüllerle avunmak yerine gerçek edebiyat dünyasına ait olmayı; pazara teslim olanların değil ama pazarı teslim alanların (Mehmet Başaran, Yelkovan 2007, S.2, s.31) yanında durmayı bilmek zorundadır. Aklın çizdiği harita sayesinde pekâlâ başarabilir bunu. Buradan çıkan sonuç şu ki, şairin sorumluluğu okura olduğa kadar kendisine de karşıdır.

Aklını kullanan şair ise “nasıl yapmalı” yerine şiirin nedenleri üzerinde düşünür. Şiirin doğurtulma sürecine ve içselleştirdiklerini uygun bir şiir diliyle dışsallaştırmaya odaklanmıştır. Şiirin ne şekilde kabul göreceği onu pek de ilgilendirmez. Kolaycılıktan uzak ve oldukça sancılı olan bu yaratıcılık döneminde, içinde uyanan şiir bir anlamda kendini yazdırırken, şiirin biricikliğini kaleme yansıtan kişi olduğunun bilincindedir. Zekâsı ve dolayısıyla aklının yardımıyla doğum olayını gerçekleştirendir. Duyguyla yoğrulmuş, bilgiyle kundaklanmış ama sütannesi akıl olan bu bebek, bazen kendinden önce doğanları anımsatsa bile (esinlenmeden söz ediyorum) , satır aralarında zekânın izlerini taşıdığı sürece daima tek, özgün, biricik ve hepsinden önemlisi sağlıklı ve kanlı canlı olacaktır.

Tüm bu tespitlere rağmen yüksek IQ’nun bilimde mutlak başarı anl****** gelmediği gibi, her ne türden olursa olsun (IQ, EQ, sözel-dilsel, vb.) , hiçbir sanat dalında zekâ tek başına başarıyı garantilemez. Diğer bir deyişle zekâ varsa şiir olmayabilir ama zekâ yoksa şiir topallar. Zekânın abartılması ise şiiri yapaylaştırır. Ayrıca sırf “düşünen ve okuru düşündüren” olmak da yetmez. Şairin temel işlevlerinden biri de okuru “ötekiler”i düşünmeye ve “ötekiler”e ait olanı tarafsız bir gözle görmeye yönlendirmektir. Sonuç olarak zekâ düzeyi yüksek şair, bunları şiirine aklın yoluyla, öteki araçları da kullanarak ve aynı zamanda şiirini bozmaksızın yansıtabildiği ölçüde başarılıdır ancak. Ve elbette zeki ve aklını kullanabilen okurla buluştuğu anda da şanslıdır denilebilir. Böylece, Balzac’ın sözünü ettiği uzun ve üzücü yolculukların sonunda yalnızca şiiri doğurmakla kalmaz, popülarite olgusuna hiç endekslenmediği halde okurun kalbinde gizlenmiş olan büyük ödülü de kazanmış olur.


(HAYAL Dergisi, Ekim-Kasım-Aralık 2007, Sayı 23)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:49 PM

...Şehrayin...

bir pula
kırar toprağını mağlup
gökte ekin yeşertirken
namağlup gururla

akbaba ile
sırtlanın kavgasında
gurabin*e gelmez sıra

ne etsin gönül fukarası
muhayyile yoksunuysa eğer
hangi sevda kök salar
kıraç
bozkır toprağında

gökyüzü iki kere sever aşığı
akşamdan sabaha
sabahtan akşama

cılız bir kibrit alazında
her doğuşunda aşkın
şehrayin** büyütür şair
aşkın şiiristanında...


(*) Gurabin: Kargalar
(**) Şehrayin: Şenlik, donanma
Not: Bazı eski ama eskimemesi gereken sözcükleri özellikle kullanıyorum ey şuara (şairler) . Unutulmasınlar diye. Onlar bizlere emanet edilmişti. Şimdi sıra bizde ve sizde. Sevgi ve saygıyla…

(6 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:50 PM

...Şiirin adı Ç...

-“Şiir hiç de edebiyat değildir; bir yaşama ve ölme yöntemidir…”
…………………………………………† ?…….(Arseni Tarkovski)


çift-çapraz’a getiriyorlardı
sordum çağırtkanlara
:
gidilen yerlerden kim çağırır geri?

çağrıya ses vermez
çalımlı bir çağda
çalgınların yaşlanmadan
çağıltısız
neden öldüğünü

çağırmayın beni!
dalımda çürüyor çağlalar
çoğulluğumuz küflenmekte
seviyor içimizdeki çamur
diplere dönmeyi

“insanı geçer acı”

çakır bir ayaz çökeltisiyiz şimdi
çalıyor çanlar!



(12 Ekim 2006) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 67

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:50 PM

...Şikayetname 11 / Bilmece! ...

ne zaman’dı adım
ne mevsim
ne de
acıklı bir yol hikayesi

içinden Nil geçen kadındım
öyküsü avazında gizli

aynasıyla dost
geri dönüşümsüz
ilkeli

ay ışığına sevdalandıkça su
tek yönlü akış bozkırda
isyanın en güzeli!

çiçekleri yoktu uçurumların
uçurumlar uğramamıştı oraya
sazlıklardan yükselen
iğdiş edilmiş son çığlıktı nefesim
bir bilmece

çözemediniz heyhat!

izninizle


(9 Nisan 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:51 PM

...Şikayetname 1 / Harf Küstü…G

düze yazdım içimin eğrisini
aynı minval üzre dereleri düz gittim
kısır döngüsünde denizin, sıkıştıkça karalar
şeffaf labirentleri özlerdi uyuyan mar

kıyılarak çıktım kendimden emanet bir güneşe
ki pusudaydı
bilmezdi ağlamayı
hesabını tutmadı acının defter-i kebirde
ışığa gizlerdi
öznel matemiyle içsel patlamaları

suları kışkırtıyordu o sıra uçurum kenarında!

hangi andan mirastı bu karın ağrısı
hüzne budanan güzdeki duman
dağlara çiy bırakan kızılderili ağıdı?

küsmüştü Ra’nın akrebi Mu’ya
kararırken yüzümün seherindeki nur
tükenmişti yaz
yazı
ve yazgı

gittim!
düşürerek taşa kazınmış bütün harfleri
bir münzevi kadar yoksul ve mağrur

çünkü daha kolaydı geriye bakmamak
ölüme gebe kalmaktan

eğri bir harf unutuldu
ne yazık!

gittim!
gitti..
git…
gi…
g….

küstü harf
koşmayı bilememişti! ...


(9 - 20 Şubat 2005) – “Şikayetname” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:53 PM

...Şikayetname 10 / Lokma

kırbaçlandı yüreğim deli mor ah!
parçalarım dökülüyor
ister yaralarımdan izle beni
nafile öpücükler bırak istersen kıymıklarıma

insana küsüyorum ben!

anam babam dostum arkadaşım
viran bir ağlama duvarına sürüldünüz şimdi
sizin için kanıyor harap mevzilerde
sizin için paralıyor kendini taşlar

gülme yüzüme ey yar!
gökyüzünü arama bakışlarımda
adres sorma bana
neşter atılmış derin çıbanların
ağır kokusunda yudum urbamı
iz bilmez muhacire döndü gözlerim
küsüyoruz şiire
ben ve yosunlaşmış insan tiryakiliğim

çılgın atların koştuğu çayır çimen
göğsümde sararıyor ay yere düşerken

bir nankörlük vardı
bir de vefasızlık / çiğneyemediğim

ağzımda büyüyor lokma! …


(9 Nisan 2005)

Naime Erlaçin


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 07:32 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.