![]() |
Etek ve Pantolon8
Emel ve Derya bugün iş aramaya karar verdiler.Emel bir aydır işsizdi.Derya onunla kalmaktan mutluydu ama kadın sevgili ve anne olmadan önce birey olmalıydı ona göre. Günlerden pazartesiydi. Derya bürosundan mimar arkadaşlarını aradı fakat bir randuman alamadı.Sonra aklına Tuncay geldi.Tuncay Sürmene'den arkadaşıydı. Basın Yayın Bölümünden mezun olmuş sonra yerel bir televizyon kanalı kurmuştu.Emel spikerlik için uygundu diksiyonu düzgündü.Emel'i onunla tanıştırabilirdi. Hemen telefonuna sarıldı. -Alo Tuncay nasılsın? -Sağol iyiyim, sen nasılsın? -İyi... -Eşin nasıl hala evlimisin yoksa? -Evet -Telefonda sorulmaz ama çok merak ediyorum. -Neyi? Derya Tuncay'ın evliliğini merak ederdi.Çünkü karısının yüzü hep gülerdi. -Eşinle konuştuğumda ona kadınlığını yaşattığını söyledi.Umarım sen de erkekliğini yaşıyorsundur. -Evet Derya, biz sadece seks konusunda anlaşmıyoruz.Cinsel birlikteliğimiz olmadığı zamanlarda da anlaşıyoruz; çünkü tenlerimiz uyuşuyor.Yani yatakta sarılmamız bile bazen yetiyor.Aynı şeyi düşünüyor aynı şeye duygulanıyoruz.Aynı yataktan akan bir nehir gibiyiz.Biz çok mutluyuz. -Biliyorum Tuncay. Bu yüzden çocuklarınız da mutlu.Tatmin olmuş anne ve babayla yaşıyorlar. -Bir sıkıntın mı var Derya? -Evet, bir arkadaşım var sana yayıncılık konusunda yardım edebilir. -Hımm aslında ihtiyacım yok ama gelsin bir görüşelim -Çok sevindim Tuncay, yardımcı olman beni çok mutlu etti. -Yarın ofisimde olacağım. -Tamam söylerim gelir, kendine iyi bak hoşcakal Tuncay -Hoşcakal Derya Bunu öğrenen Emel çok heyecanlanmıştı; yarın için hazırlığa başlamıştı bile... Derya ise Emel için bir şeyler yapabilmenin mutluluğu içinde gözlerini kapamıştı günün yorgunluğunu çıkarmak için uyuyakalmıştı. Sabah sabırsızca hazırlanan Emel ofisin yolunu tutmuştu; Derya ise henüz uyanmıştı. Ne var ki Tuncay işe geç gelecekti; eşi ufak bir rahatsızlık geçirmiş onun yanında olması gerekmişti. Heyecanla bekleyen Emel bunu öğrenince umutsuzluğa kapılmıştı. Aksiliklerin hep kendisini bulduğunu düşünüp umudunu kırmıştı.Beklemeliydi farkındaydı bunun. Kulağına yan odadan ilahi sesleri gelince şaşırdı.Merak edip kapıyı çaldı.Buyrun sesiyle irkildi.Sanki bu ses tanıdık bir sesti.İçeri girince içine limoni koku doldu.Duvarlar sarıya boyatılmış koltuklar ve halı portakal çiçekleri desenliydi.Masada iri siyah gözlü, düz siyah saçlı, altın hızmalı gömlekli Ömer oturuyordu.Emel'i görünce gülümsedi. Dişlerinin arasından ışık hüzmeleri yayıldı.Dudaklarından aşk fışkırıyordu.O an dudaklarına dokunmak istedi Emel. -Hoşgeldin yardımcı olabilir miyim? -Olamazsın; çünkü erkeklerin ayrılmak için bahaneye ihtiyacı yoktur. -Anlayamadım. Emel o an hep bu odada olmak istedi.O kadar istedi ki... Saatler sonrası gelen Tuncay onu odasına davet etti. Önce havadan sudan konuşulmuş sonra iş konusu açılmıştı.Ses tonunu, mimiklerini beğenen Tuncay kararını vermiş Emel'i işe almıştı. Emel çok mutluydu bunu Derya'ya borçluydu; ilk işi onu aramak olmuştu zaten. Dostlukları sağlam temellere dayanıyordu bu iki arkadaşın. Eve gelir gelmez Derya'ya sarıldı.Ona Ömer'le ilgili duygularını anlattı.Mümkün müydü bu yalancı dünyada gerçek aşkı bulmak? Şairlerden iyi arkadaş iyi dost olurdu.Duyarlı zeki insanlardı şairler.Peki onlar iyi bir sevgili ve eş olabilir miydi? Ömer şairdi ve Emel de şiir gibi bir kadındı. Kaynaşabilirler miydi? Osman Demircan |
Etek ve Pantolon9
Emel de kalem erbabıydı.Birçok yazısı ödül almış ve çeşitli dergilerde yayımlanmıştı.Hatta uygun ortamı bulsa roman yazmayı düşünüyordu. Ömer şairdi ve onu kaleminin gücüyle etkilemeye karar verdi.Aklına ona mektup yazmak geldi ve şu mektubu yazdı: 'Suskunluğumun hangi noktasındayım bilmiyorum ama kafamda soru işaretleri beynimdeki kılcal damarları çatlatıyor.Kaç gün ışığı kaç akşam karanlığı gözlerime gölgeler indirse de kirpiklerime biriken gözyaşları birçok romanı bakışlarımdan sildi süpürdü. Yazarlığın kalem uçlarında gezinen parmak uçları sessiz sedasız bana gitmeleri öğretti.O kadar zamandan sonra gördüğüm bütün düşleri gökyüzünden dökülen metal fırtınayla incittim.Soğuk ve gri demirler saplandı bembeyaz bulutlarıma. Artık ne zaman yağmur yağsa kör olurum. Sessiz kalan bütün bencillikler adına ismimi savaş meydanlarında çarpışan kılıçların tınısında parlattım.Şimdi göz kamaştırıyorsam bu döktüğüm kanların çokluğundandır.Hayat bana ilk önce konuşmayı sonra yazmayı daha sonra susmayı öğretti.Şimdi rüzgarları dinle onlar sana tenimin kokusunu taşırken hala ölmediğimi söyleyecektir.' Ömer'in masasında zarf sevinç ışıltısı gibi parlıyordu. Alıp okuduğunda sinirlenip bağırmaya başladı.O güzelim dudakları kara delik gibi Emel'in bütün dünyasını yuttu.Ömer Derya'yı beğeniyordu. Onu yüceltecek şeyin sadece Derya olduğunu düşünüyordu.Emel yıkık bir duvar gibi taşları yerinden oynamış bir durumda masasına döküldü. Osman Demircan |
Etek ve Pantolon58
Koridorlarda kimselerin kalmadığı, herkesin odasına çekildiği kasvetli bir hastane gecesinde Emel kendi yaşadıklarını süsleyerek Nergis'e anlatıyordu:' Bir gece Kemancılar Sokağı'nda iki kişinin ayak sesleri duyuluyordu; biri kızdı biri hayat... Kız umutsuz ve korkak bir şekilde bir o kadar da yalnız yağmura aldırmadan koşuyordu. Arkasında hayat iki metre boylarında, maskeli adam kılığında kendisini takip ediyordu. Yağmur yağmaya devam ediyordu. Kızın elleri titriyordu. Daha fazla koşamayacağını anladı o an. Çıkmaz sokaktaydı ve önünde kocaman bir duvar vardı. Duvarın gölgesinde dehşit verici manzaralar vardı. Hayat duvarın dibinde ona tecavüz ediyordu. Kız dudağındaki kanla susuyordu.' Hayat bazen insanı umulmadık noktalara getirir de artık çok geçtir. Oysa yorulduğunda unutmak için sığınılan düşler sokağında hiçbir şey geç değildir. Emel düşler sokağındaydı ve bir yaz yağmurunun altındaydı. İlk defa elleri üşümüyordu. Kemancılar Sokağı'ndan düşler sokağına kaçmıştı. Burada bütün duvarları yıkmıştı. Üstelik Emel sessizliğin gölgesinde dudağındaki kanla kendi şarkısını söylüyordu. Onu sadece Nergis alkışlıyordu. Osman Demircan |
Ey Dost Nasılsın Bensiz
Ey dost nasılsın bensiz suya düştü hayallerimiz. Sevdin mi bir başkasını ıslak kaldı heveslerimiz Bitimsiz bir kuyu dibinde bütün yaşantım sensiz Derinden derine acılarım var sensiz hem sessiz. Girdap dolandı geceye boğuldu sularda aksimiz Yüreğini açamadı kimselere soldu çiçeklerimiz Öldü kelebeklerimiz yüreğini burkan bir duyguyla Ey dost nasılsın bensiz suya düştü hayallerimiz. Osman Demircan |
Ey Sevgili
Bakışları beni her dem öldürür o gözler ki bana dağları hatırlatır Bir ceylandır o bakışlarında açar baygın kokulu mor zambaklar Genzimi doldururken yayla çiçekleri saçlarına konar kelebekler Eser zülüfleri dağ rüzgarlarıyla yüreğimin tellerine içimi titretirler Eyy sevgili! Seninle göz göze gelmek cenneti görmek demektir. Seni sevmek kır çiçeklerinin üzerine yatıp yıldızları seyretmektir Bana zirveleri yaşatan sensin dünyayı önüme seren sensin yar Ceylan bakışlarınla yüreğime su serpensin için için coşturansın. Osman Demircan |
Fantastik Kimya Dersi
Aşkın okulunda kimyasal dersler çok olur. Yürek tutuşur beden laboratuvara dönüşür Ter boşalırken ateşli anlarında sevgi pişer Kalbin deney tüpü içine kimyasallar girer Pipet duygu tepkimelerini acımasızca içer Kimyalar uyuşur dudak titremeye dönüşür. Bütün kalp atışları kayaları havaya uçurur. Sabrın taşları bir mermer gibi ansızın çatlar. Bedenin yüksek dağlarında dinamit patlar. Osman Demircan |
Fenerbahçe Sevgisi
Yer gök her köşe bucak lacivert çiçeklerle bezendi. Açtı gönlümün gülleri kalbim gül bahçesine benzedi. Bir enerji fırtınası koptu Türkiye'de toprak renginde. Büyüdü şafak kızıllığında dalga dalga gün batımları. Kana susadı yaz akşamlarında kırmızı lale bahçeleri. Kokusu yayıldı esti dört mevsim Fenerbahçe sevgisi. Acıdır elem yıkıldı en zayıf yerinden insan çınar gibi Gül dalından kan damladı sarardı sonbaharda yaprak Kan ağladı şafak vaktinde bülbül denizi kızıla boyadı. Fenerbahçe sevgisi bütün kalplerde gün gibi ağardı. Osman Demircan |
Filistin Gibi
Hiçbir ressama konu olmamış Hiçbir şiirde bahsi geçmemiş Kara gözlerimin içine bir bak. En kötü halimle sev beni. Bulabileceksen eğer bir ışık Kirpiklerimden yakala beni. Rüzgar değmemiş saçlarımla Aşkın acı yerinden sürükle. Afrika gibi tükenmiş her yanım, Bütün dünyayla barıştır beni. Lütfen ayaklarını öpeyim Çok acılarım var Filistin gibi Soykırımdan kurtar beni. Acılarını sevmeli her insan. Sabanlarla üzerinden geçilmiş Bütün duyguları sömürülmüş Toprak teninde zenci çocuğun Ağlayışında duy sesimi. Osman Demircan |
Gerçeğe Gedik Açardım
Elimdeki değnekle bulutları karıştırmak isterdim. Yaz yağmurları dökerdim kızgın kumlara birden Zenci çocuğun eline göl suları serperdim serin. Ağaç büyürdü Afrika bozkırında insan soyundan. Elime değnek verseler ucuna denizleri asardım. Dalgalanırdı deli mavi, gök kızıla boyanırdı aniden. Karanfil kanardı ufukta martılar ölümüne yaşardı. Dünyayı yerinden oynatır gerçeğe gedik açardım. Elimdeki değnekle kelebekleri korkutmazdım hiç. Çocukluğumu yaşayamasam da bunu yapardım. Bir meşale yakardım mehtaplı gecenin ortasında. Aydınlık yüzlere bakar yüreklere yıldızları ekerdim. Osman Demircan |
Git Artık Ne Olursun
Şu an nerdesin? Kiminle berabersin? Git artık ne olursun. Hayalimdesin bıçağınla ellerin ihanetin kucağında vur vur Kalmasın beynimde yerin, bu akşamüstü seni terk ederim. Cinnet denizlerinde titreyerek seni aklımdan def ederim. Başım bedenimden ayrılmış yüreğim elimde yine severim. Sense kan görmek istemezsin yıkım ve veda saatlerinde Bense yıkarım yüzünü istemem elimin tersiyle seni iterim. Bilirsin ki seni çok sevsem de gidişinle ayak izini silerim. Osman Demircan |
Gizli Aşk
Hiç bozulmamış çiçekler El değmemiş düşleri didikler Ruhlardaki hoş kokular Uçuşan düşünceleri besler Güneş alev alev; ateşli saatler Mutluluk eşkin eşkin ruha işler Arzda endam eden kelebekler Gizli bir ateşi söndürmek ister. Osman Demircan |
Gölge Düşmüş Coğrafyama
Gecenin en onarılmaz saatlerinde acılar en karanlık gölgesinde Bütün kaybolmuş gündüzlerine dokundu çığlığını gömmüşlüğün Nerede çocukluğun gecenin öteki yüzünü görmüş masumluğun Varlık anında sızı sonsuz yenilgilerin ölümlerle dolu küçüklüğün. Mutlu olmak adına hayatı atlıkarıncaya dönüştüren oyunculuğun Büyün bitince büyüyen gece iç karartan ışığı yok eden yokluğun Dudaklarında bin yıllık susuzlukla çok mutsuz kupkuru gülüşün Savaş altındaki karanlıkta kalmış çocukluğun az büyümüşlüğün. Böyle coğrafyanın kanla çizilmiş atlasında kalemindir korktuğun Seni mahkum eden alın yazısı değildir sana ebediyen çizilen Bak ölümler sefaletler vicdansızca önünden akıp giderken Söyle nasıl kurtulur kendi inancının gölgesinde sefil kalmış olan Sürekli hükümlü yetiştiren hayatımızı kelepçeleyen adil olmayan Bu keder coğrafyasında yaban sesiyle özgürlükten bahseden Ağaçsız yoksul toprağımıza amansız kader gibi gölgesini vuran Kurallı kuralsız bütün oyunlarıyla topraklarımıza kök salan Hayata ait yenilgilerimizi yüzümüze vuran direnç abidesi görsün. Osman Demircan |
Göster Cennetine Cehennemin Ateşini
Söyle cehenneme nasıl cayır cayır yandığını Görsün cennet alevlerin ne kadar olduğunu Tutuşup mazeret dolu bir tahta gibi kor kor Göster zamana güzelliğin nasıl kül olduğunu Söyle yağmurun, karın yüreğine değmediğini Ve hala ölmediğini susuzluğunun türküsünü Söyle nasıl cehenneme ansızın dönüştüğünü Göster çiçeklerin niçin bu kadar kuruduğunu Osman Demircan |
Gözlerimdeki Uçurum
Zaman, gözlerimdeki uçurum kenarında Seni düşündüm saatime her bakışımda Kaybetme korkusunu yaşarken bedenim Ellerim, ayaklarım pranga tutsaklığında. Osman Demircan |
Gözlerinde Erimek İstiyorum
Ellerin ellerime değse çığ düşer yüreğimden. Eririm buzullar gibi karanlık gözlerinin içinde. Yok mesafesi aşkın birikir damlaya damlaya Kar olurum; kış olurum; yağarım asfaltlarına. Hangi yana kaçsan seni bulurum kardelenim. Sıcak eline, dudaklarına, yağar kar tanelerim. Yüreğimden parça parça sökülen kristallerim Beyaz gelinliğe büründürür tenini sevmelerim. Osman Demircan |
Gözünün İçine Bak Dünyanın
Düş cehenneme; kanın, dışkının tam içine Gör amansız bir savaşın içinde olduğunu Yaşa ölümü, korkuyu, umutsuzluğu ve sonu Anla boynu kırık cesedi, bomba çukurunu Çırpınan gaz odası kurbanını, haykırışlarını Ölmek için çırpınanları, boşalan bağırsağı Yaşamak için gözünün içine bak dünyanın Korkma! Gör işgalcilerin akıttığı beyni, kini Karınları burunlarında çırılçıplak gebeleri Yağmalanan toprakları ve sömürülen ülkeyi Anla bir deri bir kemik bırakılan bedenleri Osman Demircan |
Güneydoğu
Bir özgürlük havalanır güvercin tedirginliğinde yalnız Kanadı kırık umutsuzlukların tam ortasından apansız Ağla serçe gözyaşlarınla ölümün tutsaklık olmayacak Unutma ki gözlerin yine eskisi kadar güzel bakacak Senin olmuş dünyanda hiç kartal kanadı kalmayacak Kanlanmayacak hiçbir yerin bütün yaraların sarılacak Görecek değil doyacak gözlerin mutluluğa ebidiyen Ey Güneydoğu alın yazın romanlara konu olmayacak Güvercin sevdalısı topraklarında kansız güller açacak Bir garip serçe gibi ağladığında ölmeyecek insanlar Kafdağı'ndan havalanacak masal kuşları mutluluk adına Zeytin dalına tutunmuş yiğitlerin omuzlarına konacak Osman Demircan |
Haberin Yok Ben Ölüyorum
Haberin yok ben ölüyorum boşuna bir ışık arama gözlerimde Bir akasya ağacının kara kışta tepeden tırnağa donması gibi Bir şiirden bir romandan dökülen yapraklarda benim hayatım. Bir söz dahi bulup sana söyleyemediklerim ölü dudaklarımda. Haberin yok ben ölüyorum bir ağlama başlıyor gözlerim yok Nankörlük etmeyeyim yine de, senin gözlerinle baktım hayata. Ölümüm çizilmiş buz üstüne bakışlarım kör karanlık sularda. Çocukluğum aktı masallardan zümrüt balıklar oydu gözlerimi. Haberin yok ben ölüyorum hele bir düşmeyeyim senin aşkına Sürüklenir cesedim sokaklarda alaşağı edilir bedenim şimdi. Top oynadığım caddelerden kaldırılır cenazem şiir bırakır beni. Yine de bırakmam seni et, kemik, kan lime lime gelirim sana. Osman Demircan |
Hayatım Kan Revan
Yollar bir karanlığa saplanır adımlarım yaralanır Sana her gelmek isteyişimde ayaklarım kanlanır Bir kibrit ateşidir insandaki gurur hemen söner Yıkıntılarım heyelanlarım bedenimi sana sürükler Herkesin başında zaferden taçlar her an ışıldar Benimse kafamı yarar taşlar çok yenilgilerim var Hayat hikayelerinde gümüş kemerli kahramanlar Benimse yenik ordularım var hayatım kan revan Elleri bir su sızıntısıdır avuçlarından şefkat akar Hiçbir kadın kucaklamadı beni bu zamana kadar Herkesin başında zaferden taçlar her an ışıldar Benimse yenik ordularım var hayatım kan revan Osman Demircan |
Her An Kapı Çalabilir
Her an kapı çalabilir içeri azrail girmezse jandarma girebilir. Çocuklarına söyle ağlamasınlar. Eşine söyle kadın olmak zor; erkeğini elinden alabilirler. Bütün kapılar kapanabilir de. Sonra bir tekmeyle içeri polisler girebilir. Bileklerine kelepçe takabilirler alnına bir kurşun sıkabilirler; erkek olmak zor. Yüreğini ezebilirler. Yaşamak zor yaşamak zor. İnsanlığını alabilirler. Kalırsın gurbet elllerde seni baştan aşağı jiletle kesebilirler. Kuyunu kazabilirler. Kanun çok yasak çok. Seni ölüme mahkum edebilirler. İnsan olmak zor insan olmak zor. Seni kirletebilirler. Manda gibi sana çamuru sevdirebilirler. Senin dünyan burası diyebilirler. Eline silah verebilirler. Ya askerde ya savaşta öl ya da intihar et diyebilirler. Burası dünya sana yeni haritalar, yeni çemberler çizebilirler. Sonra ateşe verebilirler. İyi bir vatandaş ya da iyi bir kul olup olmadığını ölçebilirler. Seni cehenneme itebilirler. Kötüler için yaşasın cehennem diyebilirler. Seni kötü edenleri ise ödüllendirebilirler. Burası dünya... Seni susuz bırakabilirler. Sonra çölde yaşayamıyor diye çamı suçlayabilirler. Onu dağlardan koparan elleri öpebilirler. Yüreğine su serpmeyebilirler. Bulutları sahiplenebilirler. Sonra dudakların çatladı diye seninle alay edebilirler. Ağlarsın ağlarsın sesini duymayabilirler. Köpekleri üzerine salabilirler. Sen avsın onlar için kanını dökebilirler. Kanınla beslenebilirler. Burası dünya... Bu dünyada ezilen çok ezen çok. Bazen safları değişebilirler. Bazen ise el eli ezebilir ayak ayağa çember takabilir. Kardeş kerdeşi öldürebilir. Bıçak bıçağı bileyebilir. Bir gün karşına kendin gibi biri çıkabilir. O zaman mehşer yeri kurulabilir, kendinle hesaplaşabilirsin. Osman Demircan |
Her Aşk Kendi Mağdurunu Yaratır
Gözlerinde asılı duran tek damlayım bak! Ha düştüm ha düşeceğim görmüyor musun? Bu bana yapılabilecek en son şeydi ama Gel gör ki aşkının mağduruyum ne fayda Kötülük senin bakışında var ne söylesem Ellerin ki kasap dükkanı kesiklerindeyim Avucuna düştüm kaçışım yok ellerindeyim Yanında bıçak altına yatan ceylan gibiyim. Osman Demircan |
Her Gün Başka Bir Kefenle Yaşadım
Yanında gözyaşımı sakladım gülüşümde zambakları soldurdum. Sana daha şirin görünmek için yağmurlarda yüreğimi ağlattım. Senin için duvarlarda biten ot gibi ayaklarımı hayattan kopardım. Bir nefes alamadım seninle her gün başka bir kefenle yaşadım. Zamanın keskinliğinde zambaklara düştü kanımın her damlası Ellerine tutunamadım gözlerine bakıp karanlıklarına ulaşamadım. Bir boşluktu bakışlarındaki her yıldız titremesi acıya asılı kaldım Loşluğumda gömülü kaldım her gün başka bir kefenle yaşadım. Şafak kızıllığında güneş güne vurdu yüzünü saçını döktü denize Aklıma güzelliğin geldi bütün gün acını yaşadım zambak misali Hatırlar mısın seni ne çok sevdim senin için bir öldüm bir dirildim Bir nefes alamadım seninle her gün başka bir kefenle yaşadım. Osman Demircan |
Her Kadın Mezopotomyalıdır
Çırılçıplak bedeniyle şarap kırmızısı saçlarıyla Babil'in asma bahçelerinde salkım dudaklı kız Kafasını bir yere koymuş resmini çizdirmekte Ressamın fırçası en ince yerlerine değmekte Kızın kahkahası Mezopotomya'dan işitilmekte. Kız yerlere serilmekte ressama boz vermede. Bacakları arasından Fırat nehrini geçirmekte Kızın aklından geçeni tuale dökmesi imkansız Ressamsa sadece Mezopotomya'yı çizmekte Osman Demircan |
Her Şey Tektir
Ağaçlar her sonbaharda döker yapraklarını Zamanı gelince sen de dökersin yaşlarını Aynı yaratıcının suretindedir dallarla yaşlar Ağaçla insanın farkı nedir güz mevsiminde Taşa benzer insanlar yontma bir heykeldir. Dağlarla boy ölçüşen insan bazen zerredir Aynı yaratıcının değil midir dağ ile zerreler Çukura girince ağlar sağdaki soldaki gözler Osman Demircan |
Heyecanın Olmak İstiyorum
Her gözyaşımda okyanus damlalarının mutlulukları Karanlık denizin ortasında varlığına akıyorum ben İçimde biriktikçe, hesap veriyorum karanlık sulara Avuçlarına bırakıyorum sevinç aşk adına ne varsa. Ruhum eriyor; sonsuz, cömert, sınırsız duygu bu Dinmeyen, düşkün yağmurlar bırakıyorum ellerine Sana heyecan veren, hayatın için aşkı sunuyorum. Umuduna, açmaya çalışan çiçeklerine yağıyorum. Osman Demircan |
Hırs ve Azim
Türk siyasetinde en çok hakim olan duygunun hırs olduğunu gözlemlemekteyim. Siyasi partiler ' Bir hışımla geldi geçti; peh, peh, peh! ' profiliyle hareket etmekteler. Ekranlarda bilmem hangi rektör yüz kaslarını gererek ' Benim semtime giremezsin, sen git kendi mahallende muhtarını seç! ' diyerek demokrasinin sınırlarını ortaya koymaktadır. Bazı siyasi parti liderleri ise ' Ben yoksam felaket olur.' diyerek kurtarıcı rolüne girmektedir. Ben ise her zaman şunu derim 'Allah Türkiye'yi kurtarıcılardan kurtarsın.' Gelgelelim Türkiye'de bu kadar hırsla hareket eden siyasetçiler içinden kimlerin kazanacağına? Bence bunlar hırslarıyla kendinden geçmiş, duygularını yitirmiş insanlar olduklarından hiçbir şey kazanamayacaklar. Türkiye'de azimle yani sabırla yoluna devam edenler kazanacaklar. Çünkü bütün gerçek başarıların altında ezilmemiş güçlü sahsiyetler vardır. Bu halk hiç süphesiz otobüslerin üzerinde konuşurken kendine tüküren siyasetçilere 'Yağmur yağar şakır şakır; Ya Rabbi çok şükür. ' demeyecektir. Eğri fikir doğru murat almaz. Yani niyeti kötü olanlar hiçbir zaman aydınlığı bulamazlar. Kendi karanlıklarında kaybolur giderler. Başka bir örnek vermek gerekirse hani o zorbalık sevdalıları var ya onlar aslında bir örümcek ağında yaşamaktadırlar. Bilirsiniz ki bütün hayvanlar yuvalarını barınmak için yaparken örümcekler avlanmak için yapar. Yani burası misafirler için hiç güvenli değildir. O yüzden gerçeğin, doğrunun yanında olmayıp, iyi ve güzel düşünen İNSANLARI kendi ağlarına düşürmeye çalışanlar bilsinler ki; bu dünya onlar için bir örümceğin ağından farksızdır. Ve dahi bilsinler ki insan olmak için illa Müslüman olmak, Hristiyan olmak, illa Atatürkçü olmak, illa laik olmak gerekmemektedir. Bence kaplerinde hardal tanesi kadar sevgi bulunsun yeter. Ama nerdeee... Osman Demircan |
İmkansız Aşk
Yalnızlığım keskin bıçaktır sensizliğimde. Boynumda sana kurban oluşumun tadı. İmkansızlık çırpınıyor bedenimde aşkla. Ölüyorum çünkü sen yoksun senelerce. Kurban olduğum gözlerinde çelik ışıltısı. Her bakışında yaralandığım kanlı sevda. Kıyasıya can çekişimde imkansız sevgi. Başkalarının kollarında sen bana yasak. Osman Demircan |
İnsanlaşma Bir Süreçtir
Dünyada oldum olası bir linç kültürü alıp başını gitmiştir.Ötekine karşı bir tahammülsüzlük ve anlayışsızlık öncelikle tavandan tabana doğru bir seyir izlemiştir.İnsanlar, takdir edilmiş bir hayatın çerçeveli ve yaldızlı kurgusu içinde yaşamaya devam etmiştir. Medeniyetler birbirini anlamaya çalışmamıştır.Sadede gelirsek, Fransız İhtilali'nden sonra dünyada bir bıçak gibi yayılan milliyetçilik akımı, bir çok insanın yargısız infazına sebep olmuştur. Bu infazdan sadece Ermeniler değil bütün milletler nasibini almıştır. Zenciler, Yahudiler, Kürtler, Araplar, Kızılderililer, Vietnamlılar, Koreliler, Boşnaklar soykırıma tabi tutulmuştur. Ermeni soykırımı olayı ise böyle bir anlayış içinde Batı medeniyetinin Türkiye'de dayatmış olduğu giyotin kültürünün bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Türkler ve Ermeniler kardeş milletken bir anda bu dost ilişkileri bıçak gibi kesilmiştir. Avrupa faşizminin sömürü topraklarından çekilmesi durumunda dünyada yaşayan insanların kendi kaderlerini belirleyebileceklerine inancım sonsuzdur. Türk halkı ise ne zaman ki bilgi toplumu olur ve dünyaya kültür ile bilgi ihraç eder; o zaman bazı karanlık eller Türk topraklarından çekilecektir.İşte o zaman el değmemiş topraklar gibi Türkiye bir cennet olacaktır. İnsanlaşma ise bir süreçtir.Bu süreci tamamlayanlar dünyada yüzde onluk bir kesimdir.Bu oran yüzde yirmiye çıkarsa bir toplumda, o toplum kurtulmuş demektir.' Atlar at olarak doğar ama insanlar bebek olarak doğarlar; insanlığını sonradan kazanırlar.' Şu dünyada sadece Türkler, İngilizler, Fransızlar veya Amerikalılar insan değildir. Herkes birbirini anlar ve tahammül ederse bir adım ileri gidilmiş demektir. Sorun o adımı atacak insanların olmayışıdır. Osman Demircan |
İntihar Çiçekleri
Nice aşklar eskittim yüzsüzlüğün kalp vuruşlarında Damarlarımda dolaştı kan yerine kar yüzlü eşkiya İntihar çiçekleri büyüdü gül yüzlü gülüşlerimde yar Nice güller soldurdum yağmurları yok saymamdan Seni ince bir sızı gibi mağara sızıntılarında sevdim Zar gibi göl üzeri buzlarda dolaştım hassasiyetimle Seni bir ömür sevebilecekken kırdın ayaklarımı yar Her ne zaman sana gelmek istesem ölürüm tekrar Osman Demircan |
İntiharım Çok
Saf duyguda dudak titremede. Ağzım buz ister misali nöbette. Yangın yeri buralı değil uhrevi. Deniz döksen söndüremez beni. Hangi çerçeveyle bakarsan bak. Her duruş çerçevesi kırık resim. Eline kanım bulaşır camlarımdan. Bu dünyalı değilim intiharım çok. Ne kadar hayat dolu olursan ol. Yetmez bana derin maviliklerin. Yüreğime yağmur suları indirsen Diriltemez sevgin bir daha beni. Osman Demircan |
İntiharın Eşiğinde
Her taraf karanlık ve soğuktur intiharın eşiğinde Gözlerini kapadığın an cehenneme sürüklenirsin. Ömür boyu mutlu olmadın da ölürken ederler mi Yok öyle şatafat içinde ölmek sana yedirirler mi. Yok öyle kolay değil uçuruma atlamayı seçmek İki gözyaşı döküp arkana bakmadan çekip gitmek. Önünde ölmeyi çok isteyen nice insanlar vardır Düşünce iflas etmiş, duygullar bayrak çekmişken. Önünde atlamayı bekleyen çok sıranı bileceksin. Önceden kalma borcun varsa onları ödeyeceksin. Bilinmezler içinde bildiklerin ne ki? Koca bir hiç. Haykırsan sesini duyan yok, ölüme sevinen çok. Osman Demircan |
İstanbul'da İmdat
Saraylar cariyeler gördüğü gibi Haliç'in kenar sularında, Sokak çocuklarını da görmeliydi. Mimar Sinan'ın avlularında Dilencileri görmeliydi İstanbul. Yedi tepeden yokuş aşağı Kaydığını hissetmeliydi ayakların. İnci gibi boğazına dizilirken yalılar Kenar mahallelerde mavi gözlü Yosun kokulu çocukları işitmeliydi. Zengin bir ruh taşımalıydı İstanbul. Martı gözleriyle dünyayı gezmeli Engin bir bakışa bürünmeliydi. Dizlerine kadar denize boğulmuş Kadırgaları karadan yürütmüş şehir. Kaldırım taşlarında üşürken insan Parklarda, bahçelerde ateş gülleri Caddede palmiyeler dikmemeliydi Taşı toprağı altın dindar İstanbul. Osman Demircan |
İstemiyorum Seni
Dökülen sıvalardan duvarlarda bir şeylerin kalmaması gibi.. Daha az seviyorum seni...Gün gün tükeniyorken ömrüm, Daha çok, daha acı dökülüyor gözlerimden bıraktım seni Hayallerim, aklım, beynim çürüyor yeter istemiyorum seni Bir çiçeğin önünde otuz saniye durur gibi seviyorum seni Bir duvar gibi üstüme çöküyor bana ettiklerin, eziyetlerin Yoruldum bak ve gün, ay, yıl eksiliyorsun takvimlerimden... Hayallerim, aklım, beynim çürüyor yeter istemiyorum seni Osman Demircan |
Kadavra
Gri metal levhanın üzerinde bedenim upuzun Neşter acımasızlığında kadavra cesedim ben Boynuma açılan yarıkla kesik tenim kırmızı Derimi yüzen eldivenden dökülmektedir kanım Vücudum donuk bakışların altında problemli Dehşet dakikasında kaburgalarım açık oturum İç organlarım ibret tablosu ressamsız resim İnsanlar ten ve kemik değildir ruhumu kurtarın Osman Demircan |
Kadehten Dökülen Kadın
Kadehten önce kadının gül kırmızısı saçları aktı. Sonra köpük köpük sarhoşluk sardı her yanı. Kadının yemyeşil gözleri ihtiras kokan topraktı. Asma bahçelerinin üzümü gibi baygın bakardı. Ahh! Şarap tadında bir kadın dudağımdan öptü. Üzüm dolusu aşkı köpürte köpürte kalbime saldı. Başımı döndürdü kızıl şafaklarıma saçını döktü. Kadehten dökülen kadın kokusunu habire yaydı. Osman Demircan |
Kadın ve Yatak
Kadınlar gözlerini kapatıp kocalarını dinlerler Yalancı sevişmeden yalan çocuklar doğururlar Bir sis perdesi akşam güneşiyle sulara değer Yatakta kadınlar kaybolur çarşaf didiklerinde Her yerde saç her telde ince can çekişmeler Okşamalardan arta kalan kan revan cinayetler Zor kibar ellerin hoyrat avuçlarda yok olması Kadınlar çizgidir o incelikten herkes geçemez Osman Demircan |
Kafirin Hüznünü Yaşar Gönlüm
Öksüz çocukların ahları içinde bir kafirin hüznünü yaşar gönlüm Tutuşur yüzüm bir cehennem olur gözüm bir teselli göremem ki Her köşe başında cinayetim işlenir katilim cennete kaçar gider. Bakışlarımda kar yağar parmaklarımda kuşlar üşür ölürüm böyle. Bir hazin türkü dolar gözyaşlarıma ağlarım duymazsın hıçkırığımı. Bir sayfa aralanır şiirlerimden kaçan kuşları vururlar seyredersin. Kendini Müslüman bilirsin beni sevap niyetine cehenneme itersin. Şiir yanar, kalem yanar, elim tutuşur her şeyimi yakıp gidersin. Osman Demircan |
Kan Yağar Merhamet Dilenenlerin Üstüne
Mor zambaklar ellerini havaya kaldırır Keder içerisinde kalır bedenleri kıvranır Çakallar kuşları kanatlarından yakalar Bembeyaz bulutlar kirli kanlara bulanır Kan yağar merhamet dilenenlerin üstüne Bütün yapraklar kararır zambaklar ölür Yer ve gök titrer güzelliğe çirkinlik karışır Kan yağar merhamet dilenenlerin üstüne Siyah güller ak güller daim renksiz kalır Kara kıştaysa turuncu açar nar çiçekleri Sen ipince bir dalsın başında kavak yeli Uyu sevdiğim serçe kuşları ötsün sana Bir serinlik dolar her akşam rüyalarıma Derede çakıl taşları saflığını hatırlatır bana Gülüşünde masal kuşları beyaz kanatları Rüzgar senle öpüşürken ruhumu uçurur. Kan yağar merhamet dilenenlerin üstüne Öyle sevdim ki seni ölürüm gülümsesen Toprak dağlardan sel gibi koparak gelir Duygular yüreğimden can vere vere gelir Ben ağaçlara, dallara tutuna tutuna çıkarım Seni meyvelerin kekremsi tadında ararım Yapraklar ellerinle doldurur dünyamı ansızın Titrek, ürkek bir duyguyla hazanını yaşarım Osman Demircan |
Karalahana
Bu ara karalahana gibiyim. Karalahana kara değil; ben de ben değilim. Kendi rengimi ortaya koyamamaktayım.Evet, ben yeşilim ama nedense kara talihim peşimde. Sürekli bana kapkara bir ön yargı giydirilmekte. Kişiliğime uygun bir boya hayatımı renklendirememekte. Sürekli fırçalamakta beni insanlar kişiliğimi karalamakta. Benim yaprak yaprak bir mahşer yeri olduğumu görmemekte. Yemyeşil bir tabiata sahip olduğumu düşünememekte. Herkes bana dünya kazanında cehennem azabı yaşatmakta. Beni iliklerime kadar kaynatmakta. Bembeyaz kar örtüsü üstüne karalahana gölgesi düşmekte. Yeşil ve beyaz kompozisyonu kış manzarasını oluşturmakta. Soğuk bakanlara yemyeşil lahana sımsıcak ruhunu akıtmakta. Soyadımı eriyen buz sarkıtlarının sularına katmakta. Yoksulun karın tokluğudur karalahana. Bir coğrafyanın yamaçlarından kopup gelen sevgi selidir aslında. Bir toprağın yüreğine ekilmiş aşk tohumudur. Karadeniz ruhunun alevden bir bitkiye dönüşümüdür. Bütün ocakları tutuşturan bir fitildir bir kişiliktir başlıbaşına. Bir karalahana iklimi yaşamaktayım. Kimse ruhumu yansıtan yayla yeşilini görememekte. Herkes beni içindeki karanlığa çekmekte. Bana karalahana demekte. Sonra oturup yemekte. Aslında şunu kimse bilmemekte: Bir isyanın kök salışıdır karalahana.Dağlarda toprağa tutunmanın ve bir rüzgarı hissetmenin adıdır. Yaprak yaprak yeşil yeşil hayatın tadıdır ve benim açlığımdır. Osman Demircan |
Karanfil
Korkular poyraz estiriyor düşlerime. Bir yaprağı bile titremiyor karanfilimin. Binip gidiyorum kapkara bulutlara. Karanfil serpiyorum aydınlık yarınlara. Biliyorum zayıflıklar boyun borcum. Boyun eğmiyorum zavallılıklara. Bembeyaz karanfiller koklatıyorum Kan içre kan kırığı burunlara. Senden ışık taşıyorum ağaran ufuklara. Osman Demircan |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 05:25 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.