![]() |
Münâcât
Yâreli dilim zahmine rahmeyle İlâhî! Aç kapını lutfet bu günahkâre İlâhî! Yüzüm süreyim eşiğine kovma ne olur; Yeter artık dolaştığım âvâre İlâhî! Yıllarca bâb-ı kereminde inleyip durdum; Ah u efgânım hicrâna emâre İlâhî! Gerçi isyanla âlûde yaşadım her zaman, Yine de keremler kıl bu nâçâre İlâhî! Yakma nâr-ı ağyâre yanayım ocağında, Püryân-ı aşk olup erem şikâre İlâhî! Dağlar kadar isyanımla nihayet kapına, Döndüm tasmalı boynumla, bîçâre İlâhî! Kıtmîre lûtfet dursun artık efgân u zârı; Varam her cilvesi bin-şevk Settâr’e İlâhî!.. * Çocukluk dönemine ait hüzünlü bir hâtıra ile yazılmıştı Bunca yıl sonra, mübârek Ramazanda, bir kere daha, hem de urbasını değiştirmeden soluklamak istemiştim... |
Müşahede
Pırıl pırıl şimşekler ve damla damla semâ, Çiçeklerin gözlerinde sihirli jâleler. Bir hülyâ maviliğinde dağ-taş, ova-oba, Renk, ışık arası gelip giden pervâneler. Birden her yanı sardı altın kanatlı kuşlar, Gözlerim kamaştı, kendimi Cennet’te sandım. Gökkuşağından tâk altında sevdâlı başlar, Coştum bu esrarlı melodiyle O’nu andım. Bir şevk u târâb içindeydi baktım hilkate, Yâ Rab çoklar hâlâ bu muammâdan habersiz.! Dost’la başbaşayken salmış kendini firkate, Tut beni sımsıkı Dost; Tut ki, edemem Sen’siz..! |
Na't 1
Mübtelâ yı mihnet-i mâsivâyım Efendim! Garîk-i bahr-i isyân u rüsvâyım Efendim! Açılsın ne olur o vech-i pâkinden nikâb! Yüzüne aşinâ-yı pür-vefâyım Efendim! Varıp bezmine âşıkân binbir leâl ister, Ben bir garîb-i nâlân u şeydâyım Efendim! Geçerler candan, girenler nûr hâlene bir kez, O dertten bin belâya müptelâyım Efendim..! Olur Mecnûn görenler ruhsârını a cânân! Kapında mülk-i serâp bir gedâyım Efendim! Esîr-i dâm-ı firkatte hep yandım yakıldım; Her subh u şâm inim inim bir nâyım Efendim! Seherler bûy-ı huzûrunla tüterken her şeb, Ben neden nâr-ı hicrâna yanayım Efendim! Kerem eyle bırakma bendeni bu hicrânla! Kerem kılmazsan, nasıl dayanayım Efendim! |
Na't 2
İsyanla âlûde bir mücrim-i âvareyim, Cenâb-ı risâlet-penâha geldim ben fakir. Derd-i hicrânla tepeden tırnağa yâreyim, Bu kızıl dertten âh u vâhe geldim ben fakir. Yandıkça yandım hasretiyle dilde dildârın, Vuslat deyip bir ulu şâhe geldim ben fakir. Göster keremin dîdelerim kan ile doldu, Göster ne olur bârigâhe geldim ben fakir. Yüz sürüp hâk-i pâye, sarıldım dâmenine, Derde dermân bir afv-penâhe geldim ben fakir. Yandı derûnum el amân ve hûn oldu sînem, Âteşime su serpen şâhe geldim ben fakir. Kurtar kayd-ı sivâdan aç artık nikâbını, Bir nazar lutfeyle nigâhe geldim ben fakir. Dehre sor efgânımı, sînemdeki âhımı, Ey hicrânda penâhım râhe geldim ben fakir! Aradım yıllar boyu, dolaştım vâdi vâdi, Hepsi bir hayâlmiş, şehrâhe geldim ben fakir. |
Nefis
Nefis insanın özü, ifadesi ve hızı, Hep değişik havalar çalar elinde sazı... Ona takılan er-geç yerin dibine iner, Gemler beden kullarını, sırtlarına biner. Nefisle ölüler diri diriler de ölü, Her biri benliğinin mezarına gömülü... İnsanî duygular birer zaaf, nefis bir avcı, Onun ağına düşmek acılardan da acı... İnsan bu serkeş ata gem vurup bağlamalı, Ona her takılışında bin yıl ağlamalı..! Nefisle rıza ufkuna ulaşanlar da var, Dolaşır onunla ve her yerde Hakk'ı arar. Şölene gidiyor gibi yıldızlar arasında, Ruhlara komşu olur göklerin verâsında. İlerler nurdan tâklar altında zaferlerle, Buluşur bu ışıktan iklimde meleklerle... Ve her yerde ayrı bir bozgun yaşar karanlık, Bu mavilikte, nefis de ruh gibidir artık. Uçar sürekli melek kanatları altında, Erer göz görmemiş sürprizlere Hak katında. Hep renk ve ses yağar bu atmosferden içeri, O ilk kudsîlere yağdığı gibi benzeri... Mekanlar silinir-gider, zaman mevhumlaşır, Bu ufka eren nefis gider Hakk'a ulaşır... |
Nerede O Yeminler
Kadrim bilinmedi deyip darılma! Bilinmeden göçüp gitti büyükler. Darılıp cepheden sakın ayrılma! Himmet bekler taşınacak bu yükler. Sen azmedip yürü, bilenler bilsin! Yürü ki zirveler rükûa gelsin Geçtiğin yerler yeşerip dirilsin Yolunu bekliyor yerler ve gökler. Makam arzusu, mansıp düşüncesi, Pusuda bekleyen menfaat hissi. Yoktu önce bunların hiçbirisi, İhlâs tütüyordu bütün emekler. Bir yangın görürsen söndürecektin, Gerekirse içine girecektin, And içmiştin canını verecektin Nerde o yeminler, ve o dilekler. |
Neylesin
Seni gören âşık başka cemâli neylesin? Dostluğuna eren sâdık, başka visâli neylesin? Kulaklar duymuşsa sesin, duyar mı ağyâr nefesin! Gönüllere Sultan Sensin, gayri âmâli neylesin? Ağızlara şerbet-şeker, zikrinden var ise eser, Sevgini tatmışsa eğer, kaymağı-balı neylesin? Gönül Seni sever ise, her emrine iver ise. Varıp Sana yeter ise, izz ü kemâli neylesin? Fakirler Seninle gani, âcizlerin tek güveni Şevk ile ananlar Seni, derd ü melâli neylesin? |
O'ndan Sanatına
Ruh, renklerle tüllenen çevresine bir baksa, Kendini bu rüyalar denizine bıraksa; Sarar ufkunu pembe, mavi, yeşil, erguvan; Her biri âdetâ birer dil birer gazelhân... Nağmelerle gürlerler sabah-akşam sonsuzdan, O müstağnî tavırlarıyla sesten ve sazdan. Yerde nizam, gökte nizam âhenk perde perde, Varlık O’nun güzelliğini bestelemekte... Ufuklarda her zaman hülyalı bir mavilik, Uhrevîlikle tüten koylar yol yol selvilik... Sırlı derinlikleriyle ovalar, obalar, Yemyeşil fistanıyla gülüp oynayan bahar; Sımsıcak vadiler, şûh adalar, mor dağlar... Hiç durmadan işveyle ninni söyleyen rüzgar. Her dönemeçte yollar, köprüler var sevdadan, Sonsuzluk görünür her yerdeki bu edadan. Her yanı, her rengi, her şiiri ayrı bir hazdan, Duygular köpürür her lâhza nazdan, niyazdan... Meltemler gibi bir yumuşaklıkla öteden, Melekler uçup geliyor sanırsın göklerden.! Geziniriz her an daha coşkun, daha gergin, Semavî senfoniler dinleriz pek zengin... Yer yer öteler, ses verir kendi nefesinden, Kurtulur ruhumuz varlığın dar kafesinden. Ve sıçrar cennetleri aşar duygular artık, Her yanda O duyulur duyulandan da açık... Sur sesi almış gibi bütün ruhlar dirilir, Sonra bir bilinmez yerde halvete erilir... Güneşi Cennet’ten, çiçekleri Firdevs’ten, Gönlün zümrüt tepelerinde bin fecir birden; Sökün eder bu âlemde ard arda her gece, Ve yaşama zevkine erer İnsan gönlünce... |
O'nun Yolunda
Bulanlar Hakk’ı buldu, buldular cân içinde. Kalanlar yolda kaldı, kaldılar zân içinde. Arayan bulur mutlak, miskine bulmak ırak, Kuluna O son durak, gönülden hân içinde... O’nu dost bilmeyen ruh, yokluğa ermeyen rûh, Uğrunda ölmeyen rûh, kaldı hüsrân içinde. Haydin dostlar varalım! Yâr eline erelim! Gül cemâlin görelim! Nurlu bir ân içinde. Dünyâ gaddâr ve yamân, etraf sisli ve duman, Böylece kalmak ziyân, en az zamân içinde. Bizler yolcu O gâye, O’na ermek ne pâye! İmân buna sermâye, ve bir (emân) içinde... |
Ravza İştiyakı
Ben bir garib ve âvâre, Oldu kalbim pâre pâre, Tutuldum o gülizâre Arz eyleyin bunu yâre, Dîvâne etti beni, Böyle ağlattı beni. Bilmez oldum sağ u solum, Ve, yitirdim doğru yolum; Gece-gündüz hep melûlum, Bir bîçâre zayıf kulum... Dîvâne etti beni, Böyle ağlattı beni. Gönül yaslı, gözler çağlar, Bu hasret sînemi dağlar, Kederli bahçeler bağlar; Ağlıyor hâlime dağlar... Perişân etti beni, Böyle ağlattı beni. Dolaşırken hep mestâne, Uğradı yol gülistâne, Ravza namlı bağistâne; Sığmaz dünyada destâne... Perişân etti beni, Böyle ağlattı beni. Bozup attı her fendimi, Bilmez oldum ben kendimi; Nâm u nişânı, erdemi Mecnûnların budur demi... Dîvâne etti beni, Böyle ağlattı beni. |
Rûh
Ruh şuurlu kanun, özü, rengi meleklerden, Bir sırlı görüntüyle billûr fânus içinde... İnsanî ufka en büyük armağandır göklerden; Semavîleşmenin helezonları içinde... Melek kanadından tüyler almış gibi atak, Ruhânîlerle iki parmaktan daha yakın; Pervâz eder ilerler hedefi o son durak, Her menzilde duyar iltifatlarını Hakk'ın... Birbirinin peşinde akrep ve yelkovan gibi, Sonsuzun nuruna doğru ve soluk soluğa; Bir derinliğe açılır ki, görünmez dibi, Yollar akar-gider ebedî bahçeye-bağa... Ve bu şevk u tarâbla ağlayan, sevinç ağlar, Her bucakta doğum neşîdeleri duyulur; Ruhlardan taşan neş'e ırmaklar gibi çağlar, Kim erse bu ufka, kendini bir başka bulur. Bu büyülü âlemi Dostuyla paylaşanlar, Aşarlar bir hamlede mekanı ve zamanı; Kendi ruhlarında gidip Hakk'a ulaşanlar, Duymazlar sûru ve kıyamet koptuğu ânı... Onlar öteleri, öteler onları dinler, Işık olur, kitap olur, binek olur varlık; Aşkları ve hicranları vuslatla serinler, Açılır Hakk'ı temâşâ için bir aralık... Görürler ömrün ikbal yollarını hep birden, Bir el iner, hicranla akan yaşları siler; Duyarlar ebediyeti oldukları yerden... Ve herkes arayıp durduğu aslına erer. |
Ruh Ufku
Çevre kararınca gönüller uhrevîleşir, Nazla belirir ufukta halvet *******i; Zâid-nâkıs gelir aynı noktada birleşir, Yağar sessiz sesiz her yana nur hüzmeleri. Aydınlanır gözler, çarpar sîneler yekpâre, Sezilir ne bilinmezler iç içe derinden; Billurlaşır öteler ruhlarda kare kare, Rengi ve çizgisi yıldızların deseninden... Dolunay gibi yüzler ve ışıktan sîmâlar, Dolaşır durur her vadide O’nu ararlar; Bir meşhere dönüşür hem arz hem de semâlar, Ukbâ "buyur" eder onlara kapı aralar. Nuh tufanıyla gelir. Musa Kelîm de sözle, "Tûr-i Sînâ" "Mekke" ile buluşur bu düşte; Ruhla iner İsa, Varlığın Özü de özle, Sidre Kâbe ile aynîleşir görünüşte... Tüllenir her tarafta ömrün neş’e günleri, Bir çağlayan gibi hep öteye akar zaman; İnsan unutur gamı, kederi, hüzünleri Ve artık bir başka hisseder varlığı her an. Vicdan öz dünyasını bulmuş gibi şahlanır, Dost elinden esintilerle her zaman mahmur Ve kendini ukbâ derinliklerinde sanır, Duyar cennet râyihalarını buhur buhur... Her yanda görünür vuslat yolları derinden, Her renk, her ses, her desen bir nağme olur inler; Bütün koylar halvet rengiyle tüllenir birden, Hicranla yanan sînelerin hasreti diner... Varsın artık gün batsın, ufuklar da kararsın, Değil mi ki ikbal gelip idbarları aştı; Varsın artık yaz geçsin ve zemin de sararsın, Değil mi ki arza hayat ırmağı ulaştı... |
Rûh-u Seyyid-ül Enam'a
Yine gamlandı gönül, yine hicrânda bu dem. Yandıkça yandı gönül nâr-ı sûzanla bu dem, Sızladı her bir teli kalbimin tıpkı keman, Ciğerim kebâp oldu aman Sultânım aman! Geçti bahar, ve esti hazân rûhum kan ağlar, Söndü tâli’im, yandı sînem gözlerim çağlar; Sarsıldı emel, uçtu ümit cana elvedâ! Başladı hicrân coştu derûn bana elvedâ! Hasretkeşim, hicrâna ulaştım, pür-melâlim Ey Dost bir nazar kıl Allah için bîmecâlim!.. |
Rûhumun Emeli
Eşyânın kollarında ve nizamla diz dize, Büyülendimdi gelince âhenkle yüz yüze... Rengârenk her yan, tüllenen manâ buğu buğu, Bir tomurcuk açar gibi var olmaya doğru... Her perdede ayrı bir visâl, ayrı bir huzûr; Vicdandaki irfanla bakınca her taraf nûr... İç içe güzellik her köşe, iç içe manâ, Duruyor karşımda tabiat bir gül-i ra’nâ, Sesler, renkler, buudlar... Bu ne müthiş hendese! Vuruldum kâinat mûsikîsindeki sese... Gökler ayrı bir kaneviçe... ve ötesinde, Kudret; inse, cinne bir şey anlatma kasdinde. Yer cıvıl cıvıl insan, hayvan, ağaç ve toprak... Semâ başlar üstünde bir kitap; yaprak yaprak... Yüzyüze iki levhâ birbirine bakıyor, Yıldızlar bizlere dâvet gamzesi çakıyor. O’na dâvet, sonsuza dâvet bütün soluklar, Her köşeye nurlar taşıyor nurdan oluklar. Sen’den ey Yüce Mevlâ, Sen’den bütün bu işler! Senden, ey bencil nefsim, senden bütün teşvişler! Ey Rab! Sen’i bilmemek hasret, yakınlık ateş; Sînelerde yanan kor ocaklardakine eş... Hele aşkın-hele aşkın... aşkın tam bir Cennet! Aşkınla dirilmeme, ne olur inâyet et! Esmâ ve sıfâtın her biri sır üstüne sır, Sırların da ancak kapıkullarına hazır... Sultanlık işim mi! Ben bir kulağı küpeli, Kabûl et, budur İlâhî rûhumun emeli...! |
Rûhun Râbıtaları
Taptâze bir bahar tütüyor az ötelerde, Kokusuyla her rûhu tentene gibi sarmış. Güneşi hiç batmayan o eski tepelerde, Meğer bir başka gündüzün şafağı ağarmış! Ürperten girdaplarıyla hassas yüreklerde, Birer doldurulmaz derinlik oyan *******; Aydınlığa açık gönüllerde, perde perde, Gündüz gibi ağarır, Cennetleri heceler... Her akşam inançlarında tüllenen emeller, Rüyâlarla en tatlı arzular gibi çağlar. Rûh bu hülyâ içinde düşer, kalkar, emekler; Hep Sonsuz için inler, hep Sonsuz’a dil bağlar. Ufuklar kararsa da onun ziyâsı sönmez... Bir renkler dünyâsına doğru coşar, şahlanır... Erilmezlere yelken açar, geriye dönmez; Meleklerle koşar ve ışıkla kanatlanır... Burada, yer göğe, dünyâ ukbâya dönüşür; Ve bu hisle varlık bitevî baygın görünür. Rüzgâr kahkahalarla eser, renkler gülüşür, Bu duyguyla insan ebediyete bürünür... Artık ne hicranlı akşam, ne ağlayan hazan... Rûhun râbıtalarıyla dörtbir yan masmavi. Her seste bir ölümsüzlük nağmesi nümâyân... Ve bu iklimde her fânî âdetâ semâvî... Aşk ve vuslat ihtiyacıyla var olan insan, Ömür boyu hep bu hislerle yoğrulur durur... Gönlünde buğu buğu billûrlaşan manâdan, Öteleri duyar ki, bence murat da budur. |
Rüyâlar
Karardıkça realite ağarır rüyâlar, Ruh gezer menfez arar bütün bir gece boyu; Bulup ulaştığı her menfez bir vuslat koyu, Dolaşır bucak bucak yitirdiğini arar... Karardıkça realite ağarır rüyâlar. Bir soğuk savaş yaşar gerçek-hayal her gece, Hep gel-gitler duyulur akıl-gönül arası, Grileşir hâdiselerin akı-karası... Ümitler üzerinde sert poyrazlar esince, Bir soğuk savaş yaşar gerçek-hayal her gece. Hayalin ufku geniş süzülür semalarda, Nurdan kanatlarıyla meleklerin peşinden; Süzülür geri kalmış bir kuş gibi eşinden, Açılır yüzüne binlerce kapı ard arda; Hayalin ufku geniş süzülür semalarda. Rüyâlar her zaman renklerle dolar-boşalır, Temâşâ eder insan sahilsiz enginleri; Dünü, dünküleri; yarını ve gelenleri... Eskiyenin yerini bir bir yeniler alır, Rüyâlar her zaman renklerle dolar-boşalır. *******i yapayalnız kıvranırken insan, Renk ölü, ses ölü, her yan ölümle örülü; Her ağızda fermuar, fermuar da mühürlü; Kanatlanmak ister ötelere zaman zaman, *******i yapayalnız kıvranırken insan... |
Sabır
Sabır bir büyülü dermân, arkasında îmân, Sabretmeyenin hali hicran üstüne hicran! Her şeyde var bir usûl, sabır da zafere yol, Sık dişini azıcık kurtulanlarla kurtul. Sabırla pişen insan kemâle erer inan! Acelecinin işi duman üstüne duman... Teennî eden erer, acele etme sakın! Vurulup dövünsen de ıraklar olmaz yakın... Örümcek bekleyerek, ağa ağ ekleyerek, Gider hedefe varır nice emekleyerek. Sırattan ince bir iş, koş geçenlere yetiş, Geçen sabırla geçti, aksi bir sürü teşviş... |
Sarsıntı
Hizmet adına bir sarsıntı ânı Evlerdi, yurtlardı gözümün nûru, Görmeden bahârı hazânı geldi. Yapılanlar sînelerin sürûru, Yapan yaptı şimdi bozanı geldi. Gül bahçesinde bir muson rüzgârı, Kırağı korkusu bülbülün zârı, Izdırâbdan hiç kalmamış karârı, Bu işin de artık mîzanı geldi... Saksıda güllerim buruşup gitmiş Hızır-İlyas bir dem buluşup gitmiş; Bahar yamaçlarla konuşup gitmiş, Bize Azrâîl’in ezanı geldi. Kapımın önünde sanki bir songün Simsiyah örtüler, ışıklar ölgün... Enbiyâ, evliyâ yurduna sürgün, Göç edip gitmenin zamanı geldi. Bana ne arkada kalan dünyâdan! Gözlerime büyü yalan dünyâdan; Benim’çün her zaman nâlân dünyâdan, Bir gerçek âlemin fizânı geldi. |
Sebât
Çarkedip durma öyle, maksûda eremezsin; Yerinde kalmayınca, meyveyi deremezsin! Varan sebâtla vardı, gidip menzile erdi, Sen sebât etmeyince, dost yüzü göremezsin! Yollar uzun ve yaman, yolcuya azık îmân, İnançla gerilmezsen, Cennet’e giremezsin. Köprü yıkık, yol bozuk, elden tutan kimse yok, Hakk’a gönül vermezsen öteye geçemezsin! Derin dere, sarp yokuş, Hak-erine hepsi hoş, Hak’la hemhâl olmazsan yayını geremezsin! Varanlar vardı çoktan, varlığa erdi (yok)tan, Yok olmayınca sen, huzûra yüz süremezsin..! |
Sen
Bakıp seni gören âşık Başka cemâli neylesin? Dostluğuna eren sâdık, Başka visâli neylesin? Kulaklar duymuşsa sesin, Duyar mı ağyâr nefesin! Gönüllere Sultan Sen’sin, Gayri âmâli neylesin? Ağızlara şerbet-şeker, Zikrinden var ise eser, Sevgini tadmışsa eğer, Kaymağı-balı neylesin? Gönül Seni sevmiş ise, Her emrine ivmiş ise, Varıp sana yetmiş ise Mâl u menâli neylesin? Fakirler Seninle ganî, Âcizlerin tek güveni Şevk ile ananlar Seni, Derd ü melâli neylesin? |
Sen'sin Ümîdim
Binlerce zalâmla iç içe yine bir sabah! Yok ufuklarda ışık, yok insanlıkta tebâh. Olmazsa İlâhî inâyet, doğmazsa bir nûr; Çekeceğiz hepimiz, çekeceğiz bîhuzur... Ve inleyecek millet daha bir sürü-eyyâm, Bir sürü eyyâm, tütecek sînelerde âlâm... Sönecek safha safha hep ümîd-i istikbâl, Saracak ufk-ı milleti bir bitmeyen melâl. Olacaksa olacak, biz ettik kendimize, Geçip giderken zamanlar gafletle diz dize. El ki bizim olmadı beyne mürâfık başta, Dil ki bizimdi, söylemedi hakkı savaşta. Göz kulağa, dil de dudağa olmadı zahîr, Ve sustu sîne-i millette emr-i "veşâvir!" * Olacaktı elbet fecr-i ümidimiz hüsrân, Dolacaktı elbet âfâkımız nây-ı nâlan... Doğsun bize va’dettiklerin, doğsun İlâhî! Sen’sin ümîdim, Sana’dır recâm lâtenâhî..! |
Sisli Ufuklar
Her yanda ürperten bir sükût, vicdanlar buruk, Bu kasvetli iklimde yaşamak zorlardan zor... Gelenler yeis içinde, gidenler bî-huzûr; Buhranlar sıra sıra, iradelerde fer yok. Gezdiğin her yerde ruhunu zulmet sarıyor, Herkes bir kapalı sınırı zorluyor gibi; İç içe bunalımlar ki, görünmüyor dibi, Toplum hiçlik vadilerinde hiçi arıyor... Her dönemeçte kıpkızıl bir şeytan tuzağı, Ruhun yürüdüğü yollar kurumuş bir ırmak Ve savruluyor hazanla eşya yaprak yaprak, Her koyda tül pembe ayrı bir iblis ağı. Rüyalardaki gibi haykırsan sesin çıkmaz, Yaşanan hayat bitevî yokluğa emanet... Baharı kıyamet, yazı ayrı bir felaket, Bu açmazlar içinde kimse kimseye bakmaz. “Yaşam” ye’sin gözbebeğinde, duygular harap, Her yıldız yalancı bir ziyâ, simsiyah varlık, Yok ruh için nefes alacağı bir aralık; Ölüm korkulu rüya, hayat öldüren azap... Varılan her yer âdetâ kapkaranlık zindan, Dolaşılan sokaklar yarasaların yolu; Yollar bir uçtan bir uca yolsuzlarla dolu, Bilmem uyanırlar mı bu kâbuslu uykudan.? Uyandırdı uyaran O’na ruhumuz fedâ.! Gösteriyor görenlere O’nu bütün varlık, Belirdi öteden bir mukaddes ışık... artık, Fâniye, fâniliğe ebediyen elvedâ..! |
Sokaklar
Anarşiye pey-çekildiği dönem. Sokaklar gördüm, sokaklar tıpkı bir karnaval, Yığınlar üstüste, yığınlar sersem ve aval... Toplum hezeyan içinde ve her yanı titrek, Bu illetli bünyeye sağlam bir neşter gerek! Yoksa buhranlarla inleyip duracak her rûh, Buhranlara doğru yelken açacak her gürûh... Baktım bir ân onun şimdiki hazîn hâline, Yüreğim burkuldu o bitmeyen melâline... Izdırâblı az... ızdırâbsız, soluklar, sesler, Bize yazık! Sessiz kalanlara da esefler..! Gamsız dolaşıyorlar yangının çevresinde, Dolaşıyorlar... her biri bir âhû peşinde... Parça parça sîne ister dert mûsikîsine, Yepyeni bir ses katsın ızdırâb bestesine... |
Son Ufuk
Sevmek ve sevilmekten gaye O’ymuş meğer, İç içe aşk ve hicran; Seven gönül tıpkı bir buhurdanlık gibi tüter, Aşk ateşiyle her ân, Uzat elini Ey Dost rûhum sevgine muhtaç! Sensin derdime derman! Hasretle yananlara vuslat yollarını aç! Kalksın hicap aradan! Kahr u lütfun gönlümde her zaman bir nevbahâr, Canım yoluna kurban! Her yerde ağın âşikâr, rûhum sana şikâr... Olsun katlime ferman! Gerçi cürmüm çok ama, gönlüm müptelâ Sana; Ben bir muhtâc-ı ihsan... İnayetinle tut kalbimi kendinden yana! Ey gönlümü Yaratan! Nefsim mavi, mor, pembe renklerle geceliyor, Her halim Sana ayân... Ve duygularım her zaman Sen’i heceliyor, Yoktur ilmine pinhân... Görsem şayet göreceğimi aklım dağılır, Işığın mâh-ı tâbân... Hülyalarım rengini hep ufuktan alır, Çağlar ruhumda ziyân. Hep kara yalnızlık soluklar Sensiz sîneler, Hicranla yanar vicdan... Nûrunun lem’asına cihan verilse değer, Işığın bize bürhan... Seninle güneş gibi doğar hayatın sonu, Damlalar olur ummân... Duyar ancak ufuk ötesi yaşayanlar bunu, Bu ne büyük bir irfan! |
Anne
Anne inleyen bir ney, anne hicrandan yumak, Gözleri buğulu, nemli ve her zaman zâr zâr... Kaderidir annenin ocaklar gibi yanmak, Hep hüzünlü eser onun ikliminde rüzgâr. Kuşlar gibi titrer o güneş yüzlü nevhayâl, Sîmasında alacakaranlık endişesi... Her mevsim ayrı bir ızdırap, ayrı bir melâl; Dilinde özleyişlerin sihirli bestesi... Sînesi sımsıcak, çehresi de îmâlıdır, Semtinde herdem bir büyülü râyiha eser. Duyguyla süzülmüş gözleri hep hummâlıdır, Altın şakaklarında sarı güller gibi ter. Rahmet-zahmet iç içe... bilmez geçen zamânı, Ne yazları, ne kışları, ne renkli bahârı, Ne gurûbu ne de şafağın söktüğü ânı, Her zaman duman dumandır o nazlı efkârı... Bir kuluçka gibi sancılı *******inde, Hep şefkatle çarpan kanat sesleri duyulur... Amansız hislerin öldüren pençelerinde, Yüreği bir matkap salınmış gibi oyulur. Elemi çok olsa da şekvâsı işitilmez, Bir Eyyûb sabrıyla göğüsler hiç-olmazları... Onda ızdırap bitmez, acılar dinmek bilmez, Sönmeyen bir azimle aşar aşılmazları. Kanmaz aslâ sevmeye, O sevgiye susuzdur, Şâire "su" dedirten hisle "evlât" der inler. Herkes derin uykularda iken o uykusuzdur, El açar Yaratan’a balalarını diler... Yürüdüğü yol, onun hislerinin yoludur, Durmaz, bir süvâri gibi yürür dolu dizgin... O, yeryüzünde en ululardan uludur, Sînesi meleklerin sînesi kadar engin... ................................................ ................................................ Zambaklar gibi sihirli çehrende, Varlığımı kucaklayan bir ışık; Duydum o duyulmazları sînende, Sen bir rüyâsın benim için artık... Nûru öteden pırıl pırıl sîman, Ukbâ derinlikleriyle büyülü... Tülleniyor hülyâlarımda her an, Ölümsüz rûhunun bembeyaz tülü... Bir yâd-ı cemîlsin, kabrin sîneler, Hazan yaşamıştın; ölüm bahârın... Duâyla gerilmiş bütün gönüller, Berzah yamaçlarında bestekârın. mükemmel okumanızı istreim.. |
okuyorum ..tmm
|
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 06:18 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.