![]() |
Bir alev bulutunun gölgesinde
İlk kez merhaba demişim dünyaya Merhaba dünya, merhaba... Benek benek gölgeleri sinmiş kundağıma Salıncağımı bile Onun sünen alevi sallamış Onunla uyumuş, onunla uyanmışım! . Çoçukluğumda; Alevden bir top idi benim misketim Çelik çomağım, Dokuz kiremitim. Yüzerken kirli derelerde Onun sıcaklığını hissederdim Onun izleri vardı, Öfkeyle patlattığı Balonların üzerinde Ben onunla dedim gençliğe merhaba! Merhaba gençlik merhaba! ... Hayat yolunun baharında; Nakış nakış kül izleri Yakıcı kollarına tutsak ettiği, Ekmeğimi, Ümitlerimi, Soğutmaya çalışıp dudaklarımla Karanlığı yoklarcasına Uzatıp da ellerimi Koparıp aldım, gücüm yettiğince Setler oluşturdu alevlerinden Sevdalara, Dostluklara Onun yakıcılığı hiç geçmedi Hiç geçmedi acımasızlığı Neydi bilemiyorum bu denli kini Dinmedi ki, hiç öfkesi. Bir alev bulutunun gölgesinde Son kez bakıyorum dünyaya Elveda dünya! , elveda! ... |
Bendim, gidişine böyle üzülen...
Hasrete dolanan elim ne yapsın? Alev damlaları olup süzülen, Dinmeyen gözyaşı selim ne yapsın? Kimse yanmadı böyle severek. Özlemin zindanı, bize ne gerek, Ayrılık olmasın, gitme diyerek: Yalvaran yakaran dilim ne yapsın. Güneş'in akışı uf'ka ererken, Nereden ne zaman gelecek derken, Yolunu gözleyip seni beklerken; Elimde kuruyan gülüm ne yapsın? Şu kalp başkasını benimsedi mi, Adından başka isim dedi mi, Ölene dek seni istemedi mi, Olmaza düşen emelim ne yapsın? Şığmıyor hasretim taşar setinden, Uzağa düşmüşüm sezgi yetinden, Umutsuz kalbimin His Demeti'nden: Yüreğimden kopan telim ne yapsın? |
Ne oldu bize anlamıyorum
Göze mi geldik bilemiyorum Kaderimiz hep çile çekmek mi Alın yazımız diyemiyorum Bu sevgiyi bize çok gördüler Ayırdılar bizi,çok sevindiler Unutuldu her şey bitti dediler Alın yazımız diyemiyorum |
Baba kar çok olunca balkonda
Çıkıp kardan adam yapalım mı? (İyi giyiniriz üşümeyiz) Ama ya kar tutmazsa Eskiden yapmıştık Havuç oturtmuştuk burnuna Burnuna gene havuç oturtalım mı? Süpürge verelim mi eline gene? Bir güzel süpürsün mü karları? Kardan adamın başına koyalım mı şapkanı? Baba kar yağıyor Dağlara çıkıp biz de kayalım mı? Dağlar uzak, olsun gideriz baba Neden gülmüyorsun, neden dağlara gitmiyoruz? Neden kardan adam yapmıyoruz eskisi gibi? Neden hep düşünüyorsun, neyi, kimi? Baba çıkıp kartopu oynayalım mı? (İyi giyiniriz üşümeyiz) |
Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun
Yaklaştıkça büyüyen Ayrıntıları setleri bahçeleri Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan İşte ben o şehri yaşadım yıllarca İstanbul'da parça parça Çeşmelerinde ayı yaşadım Servilerinde ayla birlik bölündüm Ayla birlik yaralandım İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla Soludum bölük bölük ahiretin Keskin çizgili özgürlüğünü Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini İstanbul'dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım Taşlarına adeta resmim işledi Ben İstanbul'da dağıldım zerre zerre İstanbul damla damla içimde birikti Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden O Tanrı'nın kılıç halindeki hilali İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri İstanbul'a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle Semerkant'tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri Git Sümbülefendi'ye servilerden sor olan biteni Merkezefendi'de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini Bağdat'ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin Şam'da son sınırı manevi medeniyetlerin Kozmik bakış metafizik sezgi Bağdat'tan dal, Şam'dan yaprak Diyarbekir'den çizgi Hep İstanbul'da kırık dökük Parçalanmış silinmiş sönmüş Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu Sabah Karacaahmet'te öten şafak kırmızısında savaş borusu Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler Su şırıltısından gök gürültüsüne değin Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi Ben yaşadıkça o yaşayacak bende Kimbilir belki o da dirilecek benimle İslam Milletinin dirilişinde O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya İnsanın insan olduğu o günde Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa Doğrul ve kalk ayağa Kemiklerinle etin arasında Sonsuz güç topla korku ve muştuyla Mucize muştusuyla Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim Fırtına yaprak yaprak dökülüyor Gecenin tüyleri savruluyor havaya Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla Mübarek toprağın anlamından bile yoksun Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim Denizi yüklendim adeta denizle evlendim Denizle yaşadım denizle öldüm Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm Denizden denize yükseldim Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin -Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek- Bursa'dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana olup biteni O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı Bir kartal taşırken yere düşmüş Ve kalakalmış kaldığı yerde Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne Yemişler ötesini berisini Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı Ey Allah'a açılan ve kapanan ulu kapı Bir at gibi soluyorsun kulelerinle Deniz öfkenin köpükleriyle benekli Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda Yeniden sularından içelim kana kana Savaşabilirim bugün bütün dünyayla Gerekirse Ruhumuzun susadığı hakikat olan Evrensel İslam Barışının zaferi için Aşk için Tanrı hakikati aşkı için Göğe çıkan İsa yere insin diye -Fazla çıkardılar göğe- Gel ey Muhammed ve İsa hakikati Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları Savaşırım doğudan daha doğu Doğrudan daha doğru olanı bulmak için Zulme karşı savaşabilirim İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir Ebedi hakikat budur Bunun için savaşırım ben Bunun için kanım helal olsun Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak İstanbul'u yeniden Tanrı şehri yapmak Bunun için savaşırım ben Servi için savaşırım çınar için savaşırım Tozlanmamış gün doğuşu için Yıldızlar *******i yeniden görünsün diye Tuz deniz damlasında gülsün Çam denizle gülüşsün Su tenimizle barışsın Ruhumuzla ışısın diye Savaşçıyım ben atalarım gibi İstanbul için savaşırım Bağdat'ın dervişlik ortağı Şam'ın kılıç kardeşi Olan İstanbul için Benim güneşimden öteye kimse gidemez Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil "Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır" Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı'ya kulluk İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü Kıyamete kadar söylenecek türkü |
Küçük köhne bir eve taşındım
Sen gittin,ben buna alışamadım. Tanrı bile unutmuşken sanki beni, Senle beraber her şey gitti. Ve ben buna alışamadım!!! Her gün balkonda bekleyişini özledim, Ama şimdi balkonum yok. Pencereden yağmuru seyrederdik ikimiz, Penceremde yok,yağmurumda. Ve ben buna alışamadım!!! Hayal ederdik yalnız bir ada ve biz, Sakin masmavi bir deniz, Gece mehtap ve yıldız Şimdi kalbim sert bir buz. Ve ben buna alışamadım!!! O kadar çok nefret ediyorum ki benden Kopardın gittin seni candan. Bana ne be alına yazılandan Ya da padişahın fermanından Senle beraber aşk da gitti Ve ben buna alışamadım!!! |
Sen geçtin yine ben sınıfta kaldım;
Bir türlü yanına ulaşamadım. Sevda sınavından teşekkür aldım; İhanet dersine çalışamadım... Gözlerim kapansa uykusuzluktan, Korkarım hocama saygısızlıktan, Bir örnek istedi duygusuzluktan; Seni diyecektim konuşamadım... Vefasız olmayı bilmedim diye, Adını kalbimden silmedim diye, Okuldan atıldım gülmedim diye; Tebessüm etmeye alışamadım... |
Bakıyorum,
Vakit geceden çıkmaktadır yollarıma, Gözyaşı dökülürken sonbahardan uykularıma, Bekliyorum yalnızlığı bir köşebaşında, Yalnızım diyorum kendime,yalnızlık bile değil, Görüyorum, Aşkım boğuluyor yüreğimin sığ sularında, Hayallerim bembeyaz bir duman,sigaramda, Alışıyorum galiba yavaş yavaş bu hayata da, Alıştım diyorum kendime,kendimden bile değil, Sonra, Bu şehrin dışında mantar gibi bitiyor zenginler, Şehrin dışına aşık,şehrin dışında sürgün, Koskoca bir şehri tüketerek, Büyüyor sevdaları sinemalarda, Öpüyor kalabalığı ayakları, Ölüme kadar aşk nedir, Sevda nedir bilemeyerek, Bakıyorum, Saçları marley cilasından filintalar dolanıyor ortalıkta, Öylesine seviyorum ki cakalı gülüşlerini, Zamana zamansız kalan havalı yürüyüşlerini, Bir kez olsun anlayamıyorum,yaşayamıyorum Ama yaşamadım demiyorum,diyemiyorum Hep aynı bankanın önünde oturuyor sakız satan dede, Kimse bakmıyor belkide yüzüne, Sakız satıyor,dilenmiyor,selpak satıyor Bu şehirde çürüyen gençliğine, Gözlerim ıslanmış sokaklarında arıyor seni, Ey imgesi parçalanan yalnızlık, Bir gerçek gibi,bir gerçekten yalanlanır gibi, Teknoloji muhtırası, Poz keserken nice sahte yüzlerde, Aşk'ı,sevdayı anlamadan kaldırımlarda öldürür gibi, Seni gökyüzünde suskun bir bulut, Yeryüzünde olmayan bir umut gibi, Arıyorum ey yalnızlık, Gece oluyor,saatim hep rölanti, Alışıyorum galiba, Yüreğime tenha vurgunu yağmurlarıma, Alışıyorum diyorum hep, Bu şehirdeki aynı kaldırımlarıma, Sonra, Yaşadım demiyorum, Diyemiyorum içimden geldiğince, Düşmüşken bu şehrin, Dışında kalan nice sevdalarıma... |
Ne kadar hızlı geçiyor zaman
O kadar hızlı ki şaşırıyor insan Sensizliğin üzerinden sanki yıllar geçti O güzel günler ve anılar Yıllar öncesi yaşanmış gibi Sensizliğin üzerinden sadece ay geçti O kadar alıştım ki Sensizlik bağrıma işlemiş Sanki her an yaptığım bir alışkanlık O kadar zor ki aslında sensizlik Anlatması çok zor imkansız bir şey Kelimelere dökemiyor insan Anlatamıyor sensizliği Bu kadar zorken sen unut diyorsun Her şey söylediğin kadar Kolay ve basit olsa keşke Seninde söylediğin gibi Sen şimdi benim sadece Günlük yaşamda yaptığım Bir alışkanlığımsın… |
Seninle çok kısa zamandır üzgünüz,
Tazedir sevinçlerin bitmesi henüz. Birkaç ay kadar önce ne de mesuttuk, Şimdi kahırdan gülmeyi bile unuttuk. Senden sonra kimse olmadı küçüğüm, Yar deyip elimi saçlarına sürdüğüm. Ama saçlarında da yoktur elimin izi, Hiç gösteremezdik ki sevgimizi... Ben, Elini kalbime koymanı beklerdim. Sevgimi anlatırdı belki kalbimin sesleri. Sen ise, bulmamı beklerdin Söylenmiş en süslü sözleri. Ben, Bakışlarımda kaybolmanı isterdim, Çünkü baksaydın, aşkımı anlatıyordu gözlerim. Sanırdım ki, Elinde elim, yıldızları izlesek... aşkımı hissederdin. Oysa sen... eline yıldızları doldurmamı beklerdin. O yüzdendir hep gökleri izlemem... Seni sevindirebilirim belki, Kayan bir yıldızı yakalayabilirsem. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 02:18 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.