![]() |
Kutsala Karnımız Tok
ne bir vardı ne iki ne zaman ne bir boyut sadece hiç sonsuzluk düşünce bile soyut önce söz vardı derler yanlış önce ses vardı big - bang denen olayla evren coştu kabardı sonra milyonlarca yıl sisli puslu belirsiz ne bilen var ne gören ne şahit ne de bir iz sonra milyonlarca yıl kim ne derse inanma pek çok din pek çok tanrı pek çok fikir dur kanma atom molekül cisim ışık gölge hareket ses titreşim dönüşüm tohum hücre bereket madde ışık enerji ruh görüntü düşünce peygamber tanrı kurban cin şeytan üşüşünce ne kadar da karışık belki de çok çok basit sonsuz bir sarmal belki belki yalnız bir gel git milyarlarca ışıklı noktacık parlamakta kimi çoktan yok olmuş kimi yeni olmakta dünya mavi gezegen bunlardan ancak biri güneşten koptuğunda yoktu böyle kibiri yoğun bulutlar sardı çevresini pek yaman yavaş yavaş soğudu bilmiyoruz ne zaman yağmurlar yıldırımlar toz toprak arasında birden hayat oluştu bu kaos ortasında basit proteinler hücreler bu ya da şu henüz tam çözülmedi canlılığın oluşu bilginler hiç durmuyor koşuyorlar ileri bir yandan hep ilkleri arıyor geri geri can nedir nasıl olmuş var mı bizden başkası hangi sırla atıyor kalbimin aort kası şu anda bilmiyoruz yarın öğreneceğiz hiç şüphe yok bu sırrı muhakkak çözeceğiz insan her giz taşını kaldırıyor tek be tek bilgimiz birikiyor gün be gün petek petek henüz bulunamadı diye gerçek bir kanıt kutsal hikâyelerle uyduruluyor yanıt doğaldır bilmeyince insan ister inanmak karanlık'tan kurtulmak cevapla aydınlanmak ilk insan mağaradan başını çıkaracak ve güneşe bakacak ilk tanrı somut sıcak gözleri kamaşınca içeri çekilecek korku tüm dinlerdeki ilk ve tek esas gerçek ve sonra kimler geldi kimler geçti sayısız cins cins boy boy tanrılar hem kutsal hem hayırsız insan akıllı hayvan heyhat hemen her zaman kullanmadı aklını oldu bir kör inanan yine de bu tanrılar kayboldu teker teker insan akıllandıkça göklere çekildiler ne cismi var ne şekli şeffaf bir perdedir o zihindedir ruhtadır göktedir yerdedir o tanrı soyutlaştıkça iletişim zorlaştı gereksinim icabı peygamberler bollaştı gûya şu eşsiz evren altı günde oluştu melekler ve de cinler her yanına doluştu çamurdan oldu âdem ondan türedi havva sözde böyle başladı dünya yüzünde kavga melekler söz dinleyip âdem'e secde etti kişilikliydi şeytan baş eğmeye diretti suları yardı âsa vurunca yere mûsa el değmemiş bakire meryem'den oldu îsa bir gecede muhammet kudüs'e gitti geldi hazır yola çıkmışken yedi kat göğü deldi soyuttan daha soyut bir tanrı olamazdı bu yüzden müslümanlık perdeye the end yazdı artık aklın yolunda hikayeler olmasın insan beyni cehennem korkusuyla dolmasın ayıp günah ahiret cennet cehennem şeytan sen yaşarken isteme öl verecek yaratan bir lokma bir hırkayla otur çıkmasın sesin sana cennet yetişir burda ruhbanlar yesin asırlardır insanlar secdeye baş dayattı oysa yaratıcıyı bizzat kendi yarattı aklın hedefi belli bilmiyorsan ararsın korkaklar sana kâfir mecusî desin varsın felsefe kimya fizik bilgisayar satelit mikroskopla içeri füzeyle dışarı git molla zihniyetiyle bir yere varılır mı ışıktan kaçılarak karanlık yarılır mı sürüngenin huyudur ereğidir karanlık bulanık suda balık avlamak ister alık oysa aklın ışığı yayılıyor artarak her konuyu mantığın kefesinde tartarak evet aklın ışığı bütün gerçek ondadır belki de gizemli ilk varılacak sondadır belki acaba yoksa sorularda bütün sır sora sora bulacak insanlık asır asır yeter ki kapatmasın aklının düğmesini embiyanın değil de duysun ilmin sesini doğuyor ölüyoruz öncesi sonrası yok bir de düşünüyoruz kutsala karnımız tok (ocak 1990) Fuat Eriçok |
Kutup Işığı
kutuplarda herkes bilir ya zaman farklı akar günlerce gündüz günlerce gece ve soğuk ve buz ve kar donduran bir vakar bir gün hayalliyorum güney kutbunda buharlı köpeklerin çektiği bir kızakta hadi gündüz olsun mevsim de sözde yaz gezelim evimizden uzakta foklar ve smokinli kibar penguenlerle tanışalım kaptan scott’u ve norveçli viking amundsen’i soralım biraz elbet oralarda yaz bizdeki gibi sarı sıcak olmaz alabildiğine ayaz alabildiğine kör edici beyaz üşenme istersen bastığın yeri kaz yine beyaz yine beyaz bembeyaz yol beyaz ufuk beyaz bu aydınlıkta hiçbir renk kaybolmaz altı aylık oruçtan çıkmış çocuk sevinçlerinde tertemiz aydınlık ışığı soğuracak bir koyuluk kolay kolay bulunmaz değdiği yerden yansıyor tümüyle yürekten candan bu yüzden her yer bembeyaz kesilmiş bütün renklerin bir potada eriyip kaynaştığı çılgınca coşkunun tetiklediği ortak heyecandan (11 kasım ’06) Fuat Eriçok |
La havle vela kuvvete illa billahil aliyyul azim
veya hasbinallah velimevlekil veya fesuphanallah veya (…….) yahu bir allahın günü gazetelerde geri zekalıca bir kaza eblehce bir ihmal hunharca bir aşiret infazı tüküresi bir tecavüz komik hamasi riya akan bir demeç okumuş cahillere mahsus bir saçmalama abidesi düşünce özgürlüğü diyen birisine kitlesel linç girişimi halkın hizmetindeki bir kendini bilmezden halka hakaret kadınları yerlerde sürükleyen bir koruma görevlisi futbolun dışında da önemli konular olduğunu gösteren bir emare kısaca abuk sabuk çağdışı akıl yoksunu zeka fakiri bir haber okumadan dönemeyecek miyim eve? işte yine cudamın biri hava limanının ortasında adak diye kesmiş deve ne yalan içimden geçen asıl o kafa kesilmeli seve seve insanlığın tahammülü yok artık böyle bir türeve aydınlar zihinsel kirlilik iyice karartıyor ortalığı haydi miskinliği atın üzerinizden haydi allah aşkına göreve göreve göreve (14 aralık ’06) Fuat Eriçok |
Lale
emirgan korusunda gezindim bugün her yer çeşit çeşit rengarenk lale ve insanlar çoluk çocuk neşeli.. keyifli.. huzurlu.. bak yahu şu hale italyan gelin gitti gider.. üniversiteliler kaç kurşun eder? devletliler bunlara ne der? kimlere kalır ihale? ağaç bizim koru bizim hava bizim su bizim ve işgal orduları misal çevremde zamanında bizden çalınmış dövize endeksli bir sürü ithal lale istediğiniz gibi övünün kabarın mikrofonların ardında hindiler misal sizleri ne ciddiye alıyorum devletliler ne kaale seçtiğim lale sadece kara lale ki beni alıp götürüyor kaçınılmaz görünen istikbale 15 nisan ‘08 Fuat Eriçok |
Lâledere Râkım Üç Yüz
yalova yolunda çiftlikköy'den yukarı dümdüz orman çanağında sunulmuş cennet meyve sebze gülümsüyor bahçelerde bin bir renk bin bir lezzet lâledere râkım üç yüz kime sorsanız gösterir yolu yukarıyı yeşil bir denizi işaretler kolu herkes sevecen hepsi güleryüz yeşilin içinde gömülü damlar yavaşlatılmış zaman kahvelerinde sessiz sakin saygılı adamlar yol kenarında mütevekkil koyunlar bir kaç inek bir kaç öküz meyve dalından sebze yerinden gündüz ormanda yürüyoruz sıcağa inat serinden gece yıldız ışığında sessizliği dinliyoruz en az en güzeldir' dediğince ünlü mimarın evler bahçeler öylesine sâde süssüz kimi ahşap kimi kireç badana gübre kokulu sokaklar keçiler koyunlar tavuklar bahçe çapalamada çocuklarıyla çilekeş bir ana çocuklar koşuşmada cıvıltılı zıplıyor yan yana iki genç dana sabah kahvaltıya bekliyor kestanenin altındaki tahta masa cırcır böcekleri eşliğinde zeytin peynir yumurta domates es serin sabah rüzgârı bağrıma es arkadaşım ben kestane ağacı ve masa ah bir de karıncalar ve sinekler olmasa kalem düşse toprağa kalem ağacı çıkacak gibi öylesine mümbit öylesine cömert doğa her tohuma kefil her yer sera saksı saksı mis kokulu karanfil trafik gürültü kalabalık ve görüntü kirliliğini şehirde tabiat kitabımı evde bıraktım orijinalinden okuyorum serâpa özgürlük serâpa mutluluk ruhum ve bedenimle doğaya akıyorum sabah horozlar günaydın diyor gece bülbül ninnileriyle yatıyorum oynamakta olduğumuz yaşam maçına ekstra uzatma saatleri katıyorum yalova'nın omuzlarına tırmanmış gibiyim tepeden ve uzaktan bakıyorum marmara'ya cezanne'ın tarlaları girmiş gibi araya bilmem anlatabildim mi sizlere bu cennet nere yalova'nın tepesinde râkım üç yüz lâledere (temmuz '06) Fuat Eriçok |
Leylâ
pruva’da dün gece müzik hoş ışık loştu leylâ yıldız gibiydi içti oynadı coştu pruva’da dün gece herkes bir nebze hoştu leylâ ıssız gibiydi çakır keyif sarhoştu pruva’da dün gece yaşananlar bir düştü leylâ genç kız gibiydi güldü ağladı düştü pruva’da dün gece hatıralar üşüştü leylâ cız-bız gibiydi içine acı düştü pruva’da dün gece duygular karışıktı leylâ tattı tadını ki buna alışıktı pruva’da dün gece her zamandan da şıktı leylâ sevgi kadını leylâ aşka aşıktı (30 ocak ’05) Fuat Eriçok |
Leyleğim Bekle Beni
kış yine tıktı bizi kutu evlerimize yünlüler sarmaladı ürperen bedenleri hüzünle uğurladık terkedip gidenleri güneş’e vedâ edip el salladık denize hüzünle uğurladık terkedip gidenleri içimizde boşluklar baş eğik boyun bükük dudaklarda bir ıslık umarsız kırık dökük yüreklerde sızlarken ayrılık nedenleri dudaklarda bir ıslık umarsız kırık dökük uzun dalgın susmalar acıtan yalnızlıklar yine yağmur fırtına yine çamur yine kar yine bahara kadar göz fersiz omuz çökük yine yağmur fırtına yine çamur yine kar bitmez tükenmez akar soğuk karanlık tatsız gök gri deniz kara ağaç kuru yapraksız kış işte böyle renksiz al yeşil izne çıkar gök gri deniz kara ağaç kuru yapraksız ılık kanatlarına kuruluverip hazla takılıp leyleklere gitseydik keşke yazla kışa üç ay bile çok dokuz ay sa insafsız takılıp leyleklere gitseydik keşke yazla bir çocuk rüyası mı? ah ne derseniz deyin siz yakın sobaları yün paltoları giyin ben rüyâma dalayım gerçek kalsın ayazla (15 ekim 2003) Fuat Eriçok |
Liderler
şöyle bir karıştırıverin harfleri ilk incelemede hoş gelecek gözünüze d.e.r.l.i.l.e.r iktidar hırsı bozuverir düzenlerini dağılırlar ipin ucu kaçar kısa zamanda yâni sonuçta al birini vur ötekine âdeta d.e.l.i.l.e.r.r sonra ne mi olur bir l yi çıkarır yerine g alırız yâni kimi tören mören acıklı kimi silinip çabucak toplumun balık hafızasından g.i.d.e.r.l.e.r (haziran ‘04) Fuat Eriçok |
Lodos
sus görmüyor musun nasıl telaşlı heyecanlı boğaz’da su yakın baharı fısıldıyor çöl ezgileri taşıyan uğultusu dalgaların çılgın dansında tekneleri hırpalıyor lodos sus duymuyor musun bu yel nymphe’lerin kâbusu kaçmış mıdır onların da uykusu sıcak rüzgârla delirmiş kıyılardan taşmakta deniz bitimindeyiz kışın itilip gidiyor kar soğuk sis pus sus bilmiyor musun sabrını güney yelinin bitmeyecek gibidir kurduğu pusu beyaz yelkenlerin kara korkusu ve işte muhteşem becerisiyle denizi cam göbeği boyayan kaos sus suus suuuss (mart ’06) Fuat Eriçok |
Lütfen Şiir Biraz Yalnız Bırak Beni
bak yine kaçtım senden bloknotun boş yaprakları arasında bekle biraz çıktım bile evden hava umurumda değil yelkovan isterse yarının gonglarını vursun aşiyan bebek arnavutköy lodos istediği kadar savursun yürüyorum savaşa savaşa karanlık uğultulu sularda ışıl ışıl anadoluhisarı kandilli her köşesini ezbere bildiğim kırk yıllık temâşa fakat o ne nasıl da gelmişsin peşimden mırıl mırıl yine dudaklarımda bana bunu yapma be şiir biraz rahat bırak ne olur git ali erdinç beyi uykusundan et metin şekerci’ye uğra dokuzuncu köyü bilir misin ilknur hanım var boş dönmezsin korkma tacettin bey de uyumamıştır dişi şişmiş zira istersen bir azerbeycan’a uzan aliyar kızı oralarda bul onu yolda doğu reis’e rastlarsan selam söyle istanbul’dan iyi bildiğin adresleri dolaş işte sebahat mayda hanım gülden ışık hanım kaş’dan geçersen dilek hanım var oralarda yorum yazsın sana hiç biri yoksa nöbetçi şair mutlaka ayaktadır insaf caner insaflıdır geri çevirmez bütün yorumların altına bak kesin göreceğin isim hüseyin anmak hadi sevgili dostum biraz rahat bırak canım beni nankör filan değilim yanlış anlama yorgunum biraz kafamı dinlemek istiyorum sonra gel gene ne zaman istersen kapım açık ama git şimdi ne dinleyecek ne yazacak haldeyim lütfen anla be şiir seninle uğraşamayacağım melâldeyim (15 mart '06) Fuat Eriçok |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 10:39 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.