![]() |
Gökyüzünde Mahcup Bir Yıldız Geçerken
Gökyüzünde mahcup bir yıldız geçerken Kızoğlankız edasıyla ve hüzünle, Duy uyuşuk akşamın arasından Şakıdığını bir sesin eşiğinde. Çiy’den daha narindir O’nun sesi Ve görmeye gelmiştir seni. Ah ne dalgınlığa bat artık Ne de kafa yor: Kimdir kapımda bu şakıyan acaba? Çağırırken O, akşam vaktinde Düşünme yüreğine ağan türküyü! İşte söylüyorum, dinle aşığının şarkısını, Benden başkası değil kapındaki şarkıcı. |
Göksel Şairler
Neler yaptınız Gide okuyanlar, Entelektüelciler, Rilke hayranları, kutsal gizemlerin yorumcuları, sahte varoluş sihirbazları, bir mezarda alevlenen sürrealist gelincikler, moda gereği Avrupalılaşmış ceset, kapitalist peynirdeki solgun kurtçuk, neler yaptınız kaygının hükümetine karşı, bu karanlık insan hayatı için, bu tekmelenmiş varlık, bu pisliğe zorla bastırılmış baş için bu kötü davranılmış hayat bu dirençli öz için? Kaçmaktı tüm yaptığınız: sattınız yığılmış çöpü, göksel bir saç arıyordunuz, korkak bitkiler, kırılmış tırnaklar, “Mutlak güzel”, “sihrin gücü”, korkutulmuş zavallıların eserleri, gözleri görmemek için, cezbetmek için o hassas göz bebeklerini, hakkınızdan gelmek için sizin efendilerin fırlattığı kirli artıkla dolu kaplarla, ölüm savaşında taşı görmeden, savunmadan, fethetmeden, mezarların kıpırdamaz, çürümüş çiçekleri üzerine düşerken yağmur mezarlıkların sallanan çelenklerinden daha da uysal. |
Göğün Boğulmuş Kızı
Örülmüş kelebek ağaçlarda asılı entari, gökyüzünde boğulmuş, sürüklenmiş rüzgâr ve bulutlar arasında, yalnız, yalnız, yoğun, giysisi ve saçı darmadağın, ve içsel bir hava yemiş bitirmiş. Kımıltısız, karşı koyarsan eğer kışın boğuk sesli iğnesine, kızgın suyun akıntısı ıstırap verir sana. Göksel gölgeler, geceleyin ölü çiçekler arasında kırılmış güvercin dal: duruyorum ve acı çekiyorum soğukla dolu yavaş bir sesle suyun kırbacı gibi dağıtırken kızıl alazını. |
Göğümde Bir Bulut Gibisin
Bu şiir Rabindranath Tagore’un “Bahçıvan”ındaki 30. şiirin başka sözcüklerle tekrarıdır. Göğümde bir bulut gibisin alacakaranlıkta, Ve renginle biçimin tam sevdiğim gibi. Benimsin, benimsin, ey tatlı dudaklı kadın, ve sonsuz düşlerim yaşıyor yaşantında. Ruhumun lambası ayaklarını kızıllaştırıyor, kekre şarabım dudaklarında daha tatlı, ey şarkımın hasadını toplayan kadın, akşam olunca beni hissettiği gibi hisseder seni ıssız düşlerim! Benimsin, benimsin, haykırıyorum akşamın melteminde, ve rüzgâr sürüyüp götürüyor yalnız sesimi. Gözlerimin derininde avlayan sen, avın engelliyor su gibi, gecesel bakışlarını. Müzikten ağımda tutuklusun, ey sevgili, ve müzikten ağımda genişsin gök gibi. Ruhum doğuyor hüzünlü gözlerinin kıyısından. Düşlerin ülkesi başlıyor hüzünlü gözlerinde. |
Göç
Islak kaldırımlarında yürüdük büyük kentin Daracık sokaklarında saçlarımızdan süzüldü yağmur Yel önümüzde yeni doğmuş bir tay Ardımızda yitirilmiş onca umut Üşümüş ellerimizi güneşe doğru uzattık Mosmorlardı / sıcacıktı Irmağı geçtik ter içinde Kadınlar meşeden yapılmış taçlar taktılar Güneşten yanmış alınlarımıza Sonra kutsadılar sıcak öpüşlerle Yola koyulduk yeniden Leş kargaları dönendi durdu tepemizde Ama biz ölmeyecektik! Çakıl taşları topladık nehir boyunca Atları sevdik durduk Yakardık güneşe koyaklarda Ve özledik durduk doru kısrakları Kırlangıç kanatları gördük yamaçları aştıkça Sevindik babaları eve dönen çocuklar gibi Ekmek getirdiler gömütlerimize Titrek bir duyguyla acıdılar bize Ellerini uzattılar boşluğa doğru Çürümüş kemiklerimizi tuttular babacan bir sevinçle Leş kargaları dönendi durdu tepemizde Ama biz ölmeyecektik! İsmail Aksoy |
Giymiş Sevdiğim İncecik Bir Entari
Giymiş sevdiğim incecik bir entari Elma ağaçlarının arasında, Şen şakrak rüzgârlar esmeyi Arzular topluca orada. Hoyrat rüzgârların taze yapraklara Giderayak kur yaptıkları yerde Yürümekte sevdiceğim usulca Ve kıvrılmakta gölgesi çimde. Ve gökyüzü gülümseyen toprağın üstünde Dururken soluk mavi bir fincan gibi, Yürümekte sevdiceğim sessizce Kavrarken narin eliyle eteğini. |
Git Bul O’nu Ve Geleceğimi Söyle
Git bul O’nu ve geleceğimi söyle Bütün nezaketinle, Ey her daim bir düğün şarkısı şakıyan Baharatların yeli. Ah, tezcek es kara topraklardan Ve koş denizin üstünden Ne denizler ne de karalar ayırsın Sevdiğimi benden Haydi, yel, senin merhametine Sığınıyorum, Es haydi ve O’nun küçük bahçesine var Ve şakı penceresinde; Şakı: Düğünlük yel esiyor Değil mi ki Eros böyle istiyor; Ve yakındır sevdalının sana kavuşması, Yakındır, ah yakın. |
Gezegenler Arası Öpüşleri Yasaklamak
Gezegenler arası öpüşleri yasaklamak en iyi durum olmaz mıydı? Niçin incelememeli bu tür şeyleri donatmadan önce diğer gezegenleri? Ve niçin uzay için süslenmesin palazlar? Aydaki atlar için yapılmamış mıydı ki nallar? |
Geri Dönüyor Sonbahar
Düşüyor çanlardan hüzünle giyimli bir gün huzursuz bir dulun titreyen peçesi gibi, bir renk bu, toprağa batmış kiraz ağacından bir düş, suyun ve kıyıların rengini değiştirmek için durmaksızın gelen dumandan bir kuyruk bu. Anlaşılıyor muyum bilmiyorum: gece yaklaştığında yücelerden, yalnız şair penceresinde işittiğinde dörtnaldaki adımları ve teperek ezen korkunun yaprakları hışırdadığında damarlarında, bir şey vardır gökyüzünde, şişman bir öküzün dili gibi, gökyüzünün ve havanın belirsizliği gibi. Yerine oturuyor şeyler yeniden, olmazsa olmaz avukat, eller, zeytinyağı, şişeler, hayatın bütün izleri: yataklar, her şeyden önce, kanlı bir sıvıyla dolu, sırlarını kirli kulaklara teslim ediyor insanlar, merdivenden iniyor katiller, fakat bu değil, o eski dörtnaldır bu, titreyen ve dayanan atıdır o eski sonbaharın. O eski sonbaharın atı kızıl sakallıdır ve korkunun köpüğü örter yanaklarını ve onu izleyen hava bir deniz biçimdedir ve kokar gömülmüş uçucu çürümeyle. Güvercinlerin yeryüzü üzerinde paylaştırması gereken kül grisi bir renk düşer her gün gökten gözyaşları ve unutuş gibi örülmüş halatlar, uzun yıllar çanlarda uyumuş gibi zaman, her şey, eski paçavra giysiler, karın geldiğini gören kadınlar, ölmeden önce kimsenin göremeyeceği o siyah gelincikler, her şey düşüyor yağmurun ortasında kaldırdığım ellere. |
Gerekçe
Çünkü yaşamak eskimiş bir şarkıdır Çatlamış dudaklarımızda. Her şarkının bir sonu varsa eğer Yaşamak en sabırlı intihar. Çok sonraları öğrendik Duvar kağıtlarının üzerinde akreplerin yürüyemediklerini. Bu yüzden çağıldattık çığlıkları, Şebboyları kanlarımızla sulamıştık çünkü. İsmail Aksoy |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 04:43 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.