![]() |
Ellerin
Ellerin ellerime doğru devindiği zaman, ey sevgilim, neler getirir bana kaçışta? Neden ikircikliydi ellerin, ansızın, kenarında ağzımın, neden tekrar tanıyabildim onları, sanki o zamanlar, eskiden, dokunmuş muydum onlara, sanki onlar, bu hayattan evvel, yoklamışlar mıydı alnımı, belimi? Uçarak geldi ellerinin uysallığı zamanın üzerinden, denizin üzerinden, üzerinden dumanın, ilkbaharın üzerinden, ve koyduğunda ellerini bağrıma, tekrar tanıdım o kanatları, o altın güvercin kanatlarını, tanıdım o balçığı yeniden ve buğdaydaki o rengi. Bütün yıllarında hayatımın kendi yolculuğumu aradım. Merdivenler tırmandım, geniş yollara teğet geçtim, bindim trenlere, yelken açtım denizlere, ve üzümlerin tenine dokunmak sana dokunmak gibiydi. Ağaç getirdi beni ansızın dokunuşuna senin, badem ilan etti gizli şirinliğini senin, kendini kapatana dek ellerim bağrımda ve orada iki kanat gibi sonlandı yolculukları. |
Eleştirel Kurbağa
Düzeltiyor aynadaki görüntüsünü ördek özenle gece için. Nihâyet gerçek bir dikkat Saz şarkıcısının yalazlı sedaları için. Sus pus olmuş millet ve dinliyor patikayı, sokuyor sivrisinekler herkesi evde, savarken su-sıçanı özenle gürültücü palazları. Yalnızca tıknaz genç bir kurbağa sakladı heyecanını bir geğirtinin arkasına. |
Ekvator
Tungagua’dan fışkırır kızıl petrol, Sangay döker akışkan balı karın üstüne, İmbabura fırlatır yücelerinden karla kaplı kiliseleri balığı ve bitkileri, ulaşılmaz sonsuzlukların sert daldan ürününü, ve ıssız tarlalara dek, bakırın ayını, gıcırdayan binayı, bırakırsın yara izlerin düşsün damarlar gibi Antisana’nın üzerine, Pumachaca’nın kıvrımlı yalnızlığında, Pambamarca’nın kükürt ekşisi bayramında, volkan ve ay, soğuk ve kuvars, buz soğuğu alevler, felaketin süren içgüdüsü, buharlaşan ve fırtınayla kamçılanan miras. Ekvator, Ekvator, var olmayan bir yıldızdan menekşenin çektiği, süsenleşen halkın kapladığısın meyvelerden sonsuz bir deriyle, aldatmasıyla bir tur daha atıyor ölüm, fakir köylüklerde alazlanıyor humma, açlık bir pulluktur toprağa geçmiş keskin dişleriyle, ve merhamet çarpıyor göğsüne güvenilmez kotraları ve manastırları göz yaşlarının mayalanma süreciyle yıkanmış bir hastalık gibi. |
Eğilerek Fırlatıyorum
Eğilerek fırlatıyorum hüzünlü ağlarımı gözlerinin okyanusunda akşama karşı. Özlemim geriniyor ve ateşin en harlısında yanıyor sallanan kollarıyla kazazede bir adama benziyor. Namevcut gözlerine gönderiyorum kırmızı işaretleri, bir deniz fenerinin temelindeki çalkalanan deniz gibi. Ey kadın, uzaktasın ama benimsin, saklarsın sadece karanlığı, bakışından ortaya çıkar ara sıra yılgının kıyısı. Eğilerek fırlatıyorum akşama karşı hüzünlü ağlarımı o denizde, sallayan gözlerinin okyanuslarını. Seni sevdiğim zaman gagalıyor gecenin kuşları ruhum gibi parıldayan o ilk yıldızları. Gece dörtnala sürüyor karanlık kısraklarını yayıyor tarlalara gök mavisi başaklarını. |
Efkarlı Annenin Türküsü
(I.) -Bırakılmış- Babam evden kovacağını söyledi beni. Bağırıp çağırdı anneme, dedi ki bu geceden sonra ben O'nun babası değilim artık. Gece sakin; yıldızların ışığında gidebiliyorum en yakın köye doğru; ama ya şimdi doğurursam çocuğumu? Hıçkırığım çağırıyor belki de O'nu; belki de yüzümün nasıl olduğunu görmek için bir an önce doğmak isteyebilir. Ve titrer durur gece havasında soğuktan, örtsem bile O'nu bedenimle. (II.) -Niçin geldin sen? ! - Niçin geldin sen? Kimse sevmeyecek seni, güzel olmana rağmen çocuğum. Bütün diğer çocuklar gibi, dünya güzeli gülüşüne rağmen, öpmeyecek kimse seni benden başka, çocuğum. Ve küçücük ellerin oyuncak bulmak için uzansa bile, bulup bulacağı göğsüm ve gözyaşlarımın ince teli olacak, çocuğum. Niçin geldin sen, seni dölleyen nefret ederken senden, öğrendiğinde dölyatağımda olduğunu? Ama hayır! Sen benim için geldin, yalnız olan benim için yalnızca, ta ki sarmalayana dek beni Tanrı kollarında, çocuğum! (III.) -Belirtmeler- Temuco'nun yoksul bir sokağından, bir öğle sonrası geçerken, halktan bir kadının kulübesinin eşiğinde oturmakta olduğunu gördüm. Neredeyse doğurmak üzereydi ve yüzü derin bir acıyla kaplıydı. Bir adam yanından geçti ve hayasızca bir şeyler söylemiş olmalı ki, kadın kıpkırmızı kesildi. O anda, cinsiyetimin olanca dayanışmasını duyumsadım, bir kadının bir başka kadına duyabileceği sonsuz merhameti, ve yürürken düşündüm ki: - İçimizden birileri söylemeli bunu, (madem ki erkekler söylemiyor) : bu acı dolu ve kutsal duruma saygı duyulmalı. Eğer sanatın görevi herşeyi sonsuz bir şefkatle güzelleştirmek ise, neden şimdiye değin bu nefretli gözleri temizleyemedik? Ve sonra yukarıdaki şiiri neredeyse dinsel bir amaçla yazdım. Ne ki, bu zalim ve doğal gerçeğe gözlerini yuman bazı kadınlar, iffetli görünmek amacıyla, acımasız bir yargı verdiler bu şiir için. Bu kadınlar adına çok üzüldüm. Üstelik benden istedikleri bu şiirin üzerine sünger çekmemdi. Bu kendi kendisine avunan kitapta, ki benim gözümde bu kendisiyle avunuş azaldı, bu insancıl düzyazı parçaları, belki de önyargısız hayatın şarkısını söylemek için birleşmişlerdir. Üstüne sünger çekip de onları unutmak mı? ! Hayır! Bu şiir bu kitapta kalacaktır, değil mi ki hayatın kutsallığının analıktan fışkırdığını görebilen bir şiirdir bu, bu şiir bu yüzden kutsaldır da. Eğer bu şiir şefkat uyandırıyorsa, bu bir kadının başkalarının çocuklarına bakmaya kendisini adaması ve anaları dünyanın bütün çocuklarının anaları olarak algılamasındandır. |
Ebemkuşağı
En sıcak günlerdeki yağmur dolu bir gecede gördüm ender bir görüntüyü: ebemkuşaklarının titreyen göksel ışığını buluttan süzülürken - ve ölümden hemen önceki en son kızgın bakışını düşündüm kirpiklerinin! Korunak yoktu kuşlar ve sürü için ve korunak yoktu benim için - ama bu aptal ışıkta o zamandan beri düşündüm de - nedense en sonunda, kavrayabildim en sonunda bakışının anlamını! |
Düşüncemde Yakalıyorum
Düşüncemde yakalıyorum gölgeleri ağımda derin yalnızlığımda sen de ne uzaksın, ah, herkesten daha da uzak. Düşüncemde uçuruyorum kuşları, siliyorum resimleri, gömüyorum aşkın yeşil dallarını. Sislerin çan kulesi, ne uzaksın, ne yükseksin yukarda! Sen suskun değirmenler gibi, boğarken iç çekişini, eziyorsun karanlık umudunu el değirmeninde, geliyor gece sana yüzü koyun, uzağında şehrin. Yanımda olsan bile uzaktasın benden, nesnel olarak yabancısın bana. Düşüncemde dolaşıyorum yaşantım boyunca, karşılaşmamızdan önce. Başka birinden önceki o acımasız hayatım. Deniz kıyısında çığlık, taşlar arasında, koştuğum yerdi orası, özgür ve çılgın, buğusunda deniz havasının. Karasevdalı, yabanıllık, çığlık, o ıssız deniz. Kaba, şiddetli, gökyüzüne karşı hırslı. Sen, kadın, neydin orada, hangi ışın, hangi değnek bu görkemli yelpazede? Şimdi gibi uzaktın. Yangın içinde orman. Yanıyor gök mavisi haçta. Yanıyor, yanıyor, alevler, pırıldıyor ışıktan ağaçlarda. Düşüyor, gıcırdıyor. Yangın. Yangın. Ve dans ediyor ruhum, yaralanmış ateş parçalarından. Çağıran kim? Neyin nesi yankıların yankısından bu sessizlik? Özlemin saati, sevincin saati, yalnızlığın saati, benim saatim hepsinin arasında. Şarkısı rüzgâr tarafından söylenen boru. Gözyaşı dolu muhteşem bir arzu, bedenimle eş. Sallanmış bütün kökleri, surunda bütün dalgaların! Şen, hüzünlü, sonsuzca yuvarlanmış ruhumla. Düşüncemde gömüyorum yeşil dalları derin yalnızlığımda. Sen, sen kimsin, kimsin sen? |
Düşmanlar
Geldiler barut dolu tüfekleriyle, verdiler acımasız kıyım emrini, burada şarkı söyleyen bir halk bulmuşlardı, sevda ve yükümlülükle birleşmiş bir halk, ve düştü incecik kız bayrağıyla birlikte, ve yanına düştü O'nun gülümseyen genç adam, öfke ve acı içinde gördü halkın korkusu ölülerin düşüşünü. Ama burada ölülerin düştüğü burada yere düştü bayraklar kanda yıkanmak için ve yeniden kaldırıldı canilerin çehresine doğru. Bu ölülerin, bizim ölülerimizin adına, intikam almak istiyorum. Memleketi kanla lekeleyenlerden intikam almak istiyorum. Bu ölüm emrini veren cellattan intikam almak istiyorum. Böylesi bir cürümle yükselen hainden intikam almak istiyorum. Bu ölüm savaşı için emir verenden intikam almak istiyorum. Bu cürmü savunanlardan intikam almak istiyorum. Onların bana, kanlarımızı emmiş ellerini uzatmalarını istemiyorum. İntikam almak istiyorum. Onları evlerinde güven içinde otururken ya da Büyükelçi olarak görmek istemiyorum, burada görmek istiyorum onları, bu meydanda, bu yerde, yargılanmışlarken. İntikam almak istiyorum. |
Düşlerin Atı
Anlamsız, baktığımda kendime aynalarda, haftalara, hayat hikayelerine, kağıtlara bir zaafla birlikte, söküp atıyorum yüreğimden cehennem bir kaptanı, ve buluyorum en hüzünlü şartları. Bir yerden bir yere seğirtiyorum, soğuruyorum yanılsamaları, konuşuyorum terzilerle kuş yuvalarında onların: çok sık olarak soğuk ölümcül seslerle şakıyorlar ve avlıyorlar lanetlemeleri kaçışta. Yayılmış bir ülke var gökyüzünde gökkuşağının batıl inanışlı battaniyesiyle ve akşamsı bitkileriyle: gidiyorum oraya, birazcık zahmet dahi çekmeden – çiğniyorum neredeyse taze mezarlardan toprağı ve düşlüyorum yeşil bitkilerden bu yabansılığın ortasında. Geçiyorum kullanılmış belgelerin ve kaynakların arasından özgün ve cesaretsiz bir varlık kılığıyla: seviyorum saygınlığın dökülmüş balını, sayfaları arasında solgun eski menekşelerin uyuduğu o nefis ilmihal, ve yardımlarında dokunaklı saplı süpürgeler: kuşkusuz sahibidir onlar üzüncün ve katiyetin. Mahvediyorum ıslık çalan gülü ve albenili kaygıyı, büküyorum sevgili aşırılıkları birbirinden, evet, bekliyorum o sonsuz tekdüze zamanı: ruhumdaki bir tat sıkıyor canımı. Amma da gün bu gelen! Hangi sütten o yoğun ışık, kesif ve sayısal, şımartıyor beni! Çıplak, ayakkabısız ve parlak işittim kişnemesini günün kızıl atlarının. Kiliselere doğru sürüyorum atı, askersiz kışlalardan geçiyorum hızla, ve pasaklı bir ordu izliyor beni. Okaliptüs gözleri onun çalıyor gölgeleri, çan bedeni onun gidiyor dörtnala ve vuruyor. Daimi ışıltısıyla bir şimşeğe ihtiyacım var, ancak neşeli bir akraba mirasçım olabilir. |
Düş
Tanrı dedi ki bana: - Sana bıraktığım tek şey bir kandil gece için. Ötekiler aceleyle gittiler, sevda ve arzu içinde. Sana Düşlerin Kandili'ni bıraktım, ve yaşayacaksın böylece ılık ışığında bu kandilin. Ne sevdanın onu seçenlerin yüreklerini kavurduğu gibi kavuracak bu lamba yüreğini, ne de arzu çanağının başka ellerde çatladığı gibi çatlayacak kandilin. Alazı huzur saçacak. Eğiteceğin zaman insan-oğullarını, bu ışıkta eğit ve böylece derslerin tatlılık olacak. İplik eğireceğin ya da yün ve keten dokuyacağın zaman, püskül bu ışığın hâlesiyle büyüyecek. Konuştuğun zaman sözlerin daha yumuşak olacaktır onları katı gün ışığında düşündüğünden. Ateşi besleyen yağ yüreğinden akacak ve bazan acı verecek yüreğin, ezildiğinde bal ve yağla dolan yemiş gibi. Hiç önemi yok bunun! Gözlerinden yansıyacak uysal hâlesi kandilin, ve gözleri şaraptan ya da ihtirastan yanan herkes soracak: Neyin nesidir bu alaz, ki ne hummalı bir ateşle kavurur ne de yakar yok eder O'nu? Ne ki sevecekler seni, çünkü senin acınacak biri olduğunu sanacaklar; evet, sana merhamet gösterdiklerini sanacaklar. Ama gerçekte merhamet gösteren sensin, bakışınla avuturken onları tam ortasındayken onların. Bu kandilin hâlesinde insanın çektiği acılar gibi doğmuş olan ateşli şiirleri okuyacaksın, ve açıklayacak onlar kendi gizlerini sana. Kemanlardan yükselen müziği duyacaksın, ve bakarken dinleyen yüzlere bileceksin ki, sen daha derinden inciniyorsun ve daha fazla zevk alıyorsun müzikten. İnancıyla sarhoş rahip seninle konuşmaya geldiğinde, uysal ve kalıcı bir Tanrı sarhoşluğu görecek gözlerinde, ve diyecek ki sana: - Bu inanmışlık sende her zaman için varolacaktır, ne ki ben ancak kendimden geçtiğimde yanabilirim Tanrı aşkıyla. Ve büyük âfetlerde, insanlar yitirirken altınlarını, kadınlarını ya da sevdiklerini - ki kabul ettikleri ne varsa kandilin yerine - anlayacaklar ki, gerçekte en zengin olan sensin, çünkü senin boş ellerin, kısır dölyatağınla birlikte, avutulmaz evinde, yundu arındı lambanın parıltılı ışıltısında. Ve utanacak onlar sana kendi mutluluklarını sunmak istediklerinden ötürü. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 11:54 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.