![]() |
İnsanlık için küçük ama benim için büyük bir adım...
peşisıra hükmolunan cezai takibim ayaklarımda kara sular tek kişilik ve atlantik bir oyuncağın trans haliyim ceplerimde çıkartmaları var ağzına sakız olan aşkın gidişin insanlık için küçük ama benim için büyük bir adım... Kürşat Uçar |
İstanbul
İstanbul bu Bir savaş düşün Olmayacak düşlerin ortasında, bir düş Boğazın sularına takılan… İçindeki kimsenin kaçamayacağı bir savaş ve düş Kalabalıkların ortasında Fark edilmeyen bir şehrin Fark edilmeyen mavisi Gözlerini… Kaçırarak her sevdadan Yiten bir şehir düşün Tüm savaşların ortasında Olur olmaz aklına takılan bir uğultu mesela İstanbul içinde Bir şehirden Başka bir şehre süren yolculuğun esnasında. Şimdi bir sorgu sual telaşı düşün Beyoğlu’ndan Dolmabahçe’ye uzanan bir kış akşamında Bu bir merkez Attığın her adım(hani o yiten) Bir medeniyetler savaşı, o eski Constantine’ in Kanatlarının altına aldığın Milyonca sevda düşün Dününü düşün yarınken… Bir savaş… Doğu Roma tadında Ve zafer, lise kitaplarının arasında Osmanlı adında. Her âşık olunana ithaf edilen “Fethi zor fatihi tek” tabirinin asıl sahibi… Ve asil bir bin yıl hikâyesi Bir kısa Asya Avrupa yolculuğunda… Sarayın yabancı repliklerinin yankılanması En genç zamanlarda… Bir kadın düşün En güzel yanı Biraz İstanbul olmasıydı Boğazın ıslak koridorlarında… Bir İstanbul düşün İçinde binlerce şehir Bir ülke düşün Onun içinde bambaşka bir ülkedir… İstanbul… Söylenen her yalan Bizans’tan kalma Her ayrılık bir siyaseten katl’di en aşk zamanda. Yine Bizans’tan kalan ayrılık acıları ve anıları Yarım kalan her yalanı yılanı dolanı… Belki de bu sebepten asırlık ağaçların Kalın gövdelerinde yazılı ağıtları… Bu yüzden asırlardır ağlayan bir şehir… Ve yağmurun en çok yakıştığı… Tanıdığın bildiğin İstanbul’una bir perde çek bir an Sana hemşerim diyen bir millet düşün Bu topraklarda yaşayan ve senin İstanbul’un için savaşan zamanında. Ama istiklalde yürümemiş hiç Boğazın kokusunu nefes etmemiş kendine Henüz hiçbir vapurda kahvaltısı olan simidi martılarla paylaşmamış Ve hiçbir iftarda Sultanahmet’e yüzün sürmemiş Hemşerin… Bir türkü düşün İstanbul’a uzak bir bozkırdan, Bir türkü düşün Karacaoğlan’dan… “Nice sultanları tahttan indirir Nicesinin gül benzini soldurur Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm…” der ustam ama Bir de İstanbul var… Nice sultanları tahttan indiren Nicesinin gül benzini solduran… Ve hatta Nicesini dönmez yola gönderen… İstanbul, Kanatlarının altında… Milyonlarca umut… İstanbul, Taşın toprağın altın olması bahanedir Tüm göç yollarına… Ki aslında umudun altındır En yalın sofralarda… Sonra… İstanbul’u düşün Hiç düşünmediğin şekilde Denize kıyısı olmayan bir limanda… Ve aslında herkes gibi Sen de biraz “İstanbul”sun Çocuk yüzün denize bakar İçinde bir tarih yatmakta… Tüm kalabalıkların ortasında İstanbul’sun… İstanbul gibi bir başına… Bir şehir düşün Takvim yapraklarına hükmeden Bir film düşün adı İstanbul ve Yüzyıllardır süren… Kürşat Uçar |
İsyan renkli bukalemun
Bu beşik kertmesi Bu kertilen insan… Gökkuşağı tadında Bukalemun misali… Lisansız ayrılık tümceleri… Kertilen kelleler var Kelle koltukta aşklar ara sıra Bir koltukta iki karpuz İlk defa Yanan mum gibi Kokar ca Lar var aynalarda solar... Dolar gözleri Yanardöner dönmez sevgiliye döker yaşları Pek de ıslak olmayanlardan… Harem sefası süren kertenkelleler var Kertilen insanlar Beşikte… Bu kalem… İsyan rengidir şimdi… Kürşat Uçar |
İşte bütün mucize...
bahar yalanı gün güneş bahane bir sevmek için yine sevilmemek ve uykubozan saatler için bu çiçek bahane yüreğim delil resmi bir kışın adınla esen rüzgarın en yaşanabilir,en yalın haline... hasret açan gözlerde tomurcuklanan bir küçük yaş bir yalan sevda bir bahar yalan gün güneş bahane... şimdi,en saf halimle sana bileşen ruhumun en günahkar vaktiyle yersiz yurtsuz aklımın orta yerine konuşlanan olur olmaz bir ihtiyacın en sarhoş haliyle atmosfere karışman... en yalan aşk sözler kuşanandır bahar,gün güneş en yemin yalandır tarihin uçsuz bucaklı defterinde... sen o hep güzel bakan güneşyakan acılarım bahane ben yine hükümsüz bir suçun tek sanığı her yanımla iştirak ve yolsuz bahar yalan gün güneş tufan olur bu mucizeler yaratan halimle... ben bahane... Kürşat Uçar |
Kalem Kılıçtan Bitkin...
kalem kılıçtan bitkindi. çünkü binkaç yıldır seninle savaşan o'ydu... neler söyletmedin ki ona,neler susturmadın ki... beni alıp götürüyor bazen.bilmediğim ülkelere.sırf senden kaçmak için,sırf ateşkes için giriyor tanımadığım kadınların,kendilerinden yabancı yatak odalarına... yardım istiyor bazen.çünkü aç...sevgiye... senin adının altında birikiyor,kim varsa senden kaçtığım... sığındığım... birer birer itiraf ediyorlar yardım ve 'yatak'lıklarını bozuyorlar ittifakı... kalemim kara çalıyor gök yüzüne... nereye gitsem benimlesin sanıyordum...bir gün 'yoksun' dedi içime. yoktun... o ne derse o oluyor...mesela yazıklar oluyor sana dair savaştığı her şeye... artık nereye gitsem yoksun.kalemimdir esaretimi senden çalan. ara sıra oksijen takviyesi ve büyülü cümlelerin ince işçisi. o olmasa savaşamazdım senle. o olmasa yoktum... 'çehrenden hayat yayılır toprağa gözlerin cemrelerini bırakır baharın aklım kıskanır en çok hücrelerimdeki hakimiyetini kalem kılıçtan bitkin kalır...' Kürşat Uçar |
Kanre Van Gölü
kanrevangölücanavarlayoksulhtüarananveangeliyordul birkadınmisalizamansızılarnamuszekamıydıkaçcanakıy dışardangeleniboyuvehiçsonuyokgibiresimdirhem... Kürşat Uçar |
Karma
bahar düştü dalından güzün ve yüzündü hatırlatan hesapsız ayları hüzündü eylül armağan sevinçleri sayfalara saran kıyıları yoktu denizlerin arınmak isterken ne gözyaşı ne bir yağmur damlası kendinden çıkarttıkça gerçeği bende bir senle sıfır ve yalanı dolanından çok yılandan daha çok korkan bir aşığa yer vermez büyük ve de eski şairler antolojisi... özüm sende gizli birkaç asırdır sus bildiklerini adımbaşı cinayet zaten bu yokluk delilleri yüzümde gizli... (bu şiir tüm şiirlerin toplamı niteliğindedir) Kürşat Uçar |
Karmaloji
kalabalık bir belediye otobüsünde,cama yansıyan görüntüme soruyorum,nereye? yorgunum.sadece yorgun...hiçbir yere gidiyorum.müsait olmayan yerlerde iniyorum.olur olmaz kayboluyorum yabancı vücutlarda.hiç bilmediğim seni özlüyorum bazı.yetmeyen her neyse,bu bitmeyen aramalar, aranmalar niyeyse, yorgunum. yansımaya gücüm yok, bu benden yorgun yaşlı otobüsün camlarına, yanmaya gücüm yok.buz kesiyor gözlerim, adını çağırıyor bileklerim oluk oluk,sen kokuyorum bizzat, varsın ve yokluğun nedir henüz bilmiyorum... ............... ......................... daha ne kadar aldanırız,kaç beden bu sonsuz yanlışların bedeli... yolsuz yolcuyuz ortada kalan,uykusuz kaldık hiç uyanmadan...sargısız sualsiz kapattık yaraları,düzenbaz kayıplara yenildik en çok, ama yok yok bu aşkta mesela bu yarım yamalak yalnızlığın yarını yok... ..... ............. ..... ................ sensizlikten arınmak birkaç bin yıl adının altında ıslandıktan sonra bile geçmeyen o koca leke saçlarınla paylaşılan,birlikte kocanılan bir yastıkta bile izi kalan o hiç çıkmayan hazin düşman sensizlik... Kürşat Uçar |
Kendi Halinde Şeyler
sakın konusma bildiklerini özüm sende birkaç asırdır asil bir yakarışın ayak izleri var ay yüzeyinde olmayan her seye rağmen belirgin yer çekimi dahil bu rüzgarsız dalgalanmanın baska adı yok aşk bu aslında yok ve yalan bu şiir kadar. ederi nedir bilinmez kaçarı yok oluru bile pahalı sancılı zor bir sabaha uzanmak parmak izlerin cesedine yapışmış ki yüzündeki izler seri bir katilin... suç unsuru bir kadin kırmızı bültenle aranıyor her gece bu evde... Kürşat Uçar |
Kilise
kilis'e gitmez hiçbir hristiyan ama kiliseden çıkmaz pazarlar kil ise boyamaktadır toprakları barışa ki lise bunu öğretir tarih kitaplarında... Kürşat Uçar |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:51 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.