![]() |
YAKARIM *******İ
Bu aşkın nüshası rüzgarlarda Aslı bende kalacak Bizi hasret saracak Bulutlar çıldıracak Ayrılık başımı döndürüyor Kavuşmayı özlettin İntiharlar kuşandım Bu aşkı sen kirlettin Geçtim borandan kardan Yitirdim bahçeleri Ellerimi tutmazsan gülüm Yatamam *******i Bu aşkın nüshası rüzgarlarda Kahrı bende duracak Sende ihanet gülüm Bende matem kalacak Bu aşkın efkarı şarkılarda Yüzün bende solacak Bizi zaman yenecek Ve anılar kalacak Geçtim borandan kardan Yitirdim bahçeleri Ellerini tutmazsam gülüm Yatamam *******i |
İDRİS
içindeki çocuğu alıp kaç idris bırak paslı hançerlerle parçalamayı uykularını ihanet torpil yapmaz hasret ardına bakmaz kır kanlı bıçakları içindeki çocuğu alıp gel idris... bir mavi için ağlama idris itme şu duvarları gülümse, sütünü ve içindeki çocuğun bilirim, mağlûbiyet esrik gülüşler ardında paramparça bir perde yeter idris, vakur ol, onur var serde anladım, vazgeçemezsin ondan asla! kardeşim, fazla alkol mevcut şimdi damarlarındaki asil kanda... aldırma demiyorum sana aldırarak aldırma içindeki çocuğu şu kirli hayata uyandırma! içindeki çocuğu alıp gel idris coşkunu parlat ya da birkaç tek at küfürlerine tutunarak geç kaldırımlardan sonra bir kerhaneye git ve oturup ağla kerhaneleri bütün dünyanın aşk kangrenlerinin yıkık çarşılarıdır... aldırma demiyorum aldırarak aldırma içindeki çocuğu idris, çocuğu uyandırma! ve yıllar geçer idris’lerin kalplerindeki çocuklar daha ölüdür /düşleri hâlâ terasta idris’ler ise zemin katta kiracı oturur.../ |
YENİK SERÇE
I yaban ve asi dağlara dağılan taylar gibi ve yangın gençliğinin alazında ışıltılı bıçaklar gibi adana’da yollara dizilmiş garlarda çığlık çığlığa peronlarda çocuklar gibiydi gözleri /adı nevin şarap içer, rüzgâr giyerdi geceleyin.../ II o, kanadı kırık bir kuştu beyaza vurulmuştu kimseler görmnedi bir başka renk sevdiğini kimseler görmedi kimseler kirlendiğini... /adı nevin hüzün kokar ve korkardı geceleyin.../ III “kendini martılarla bir tutma” derdim; “senin kanatların yok. düşersin, yorulursun, beni koyup koyup gitme ne olursun!”* o, kanadı kırık bir kuştu gülümserken vurulmuştu kimseler görmedi uçtuğunu kimseler görmedi kimseler öpüştüğünü... /adı nevin özlem tüter ve ç(ağlardı) geceleyin./ IV “ışığın” diyordu: kırılıp düştüğü yerlerden geliyorum; karanlık kördü ve acımasız... ellerimle kırdım ben de kalan kanatlarımı; kanatlarımı kanatmaktan geliyorum... V o bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı. sonra da çift çıkardık; kar yağardı, biz dinlemez, çıkardık! o kentte bütün sokaklar biz yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı, insanlar dar yapılmıştı, çıkardık! kar durmazdı, üşüşürdü saçlarına ve hep bir şeylere ağlardı o karlı havalarda... avurtlarına çarpan kar taneleri, gözyaşlarının sıcaklığına çarpıp erirdi... erirdi... biz yan yana, yana yana... yana yana! /o bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı ben yürüsem bütün yollar ona çıkardı.../ VI gitti... kanatları yüreğimdeydi kalan, elimde minyatür bir kuş şimdi yitirdim o aşkın kimliğini hükümsüzdür... /adı nevin, ihaneti tutuşturduk bir sabahleyin!/ |
İHTAR
bir ömür düştü payıma tufan! çıldırmak için... düşler besledim güpegündüz dövüşmek için uçurumlar besledim düşmek için! (artık bulduğun her sevgi kırıntısına sımsıkı kenetlen, bırakma sakın, gitmesin; büyüdün artık iyi ört günlerinin üstünü üşütmesin...) |
İKİNİN ŞİİRİ
bugün iki kez yağdı yağmur iki kez eskidim sanki iki ömrü kol kola yaşadım biri nergis bahçesi, diğeri mahşer yeri hep iki şömine yandı yüreğimde birinde ateşti diğerinde kül ve iki kez aşık oldum bundandır iki kez ölmüşlüğüm sonra bir serüvende ikiye böldüm ömrümü şimdi sömestrdeyim ilk iki kitabımdan sonra sıtmaya tutuldu coşkum daha depremlerdeyim ve iki kere iki kitabımda benim ya çok eder ya sıfır... |
YİNE DAĞDIR DAĞ
"bir ölüm uzaklardan vurur yollara bizi bilge bir yalnızlığa serer hikayemizi kırık bir kırlangıcı dağlara çeker beyaz kapanır bir ustura, dindirir öfkemizi..." -Sefa Kaplan- fırlatmıştım kalbimi uzağa, en uzağa denk gelir de rastlar diye bir yıldıza yanılıp susturdum ağrımın çağrısını çağrımın köhnemiş ağrısını "aldırma!" dedim oğlum: yine dağdır dağ konup göçen kurdun kuşun rağmına ayazda da, güneşte de yine dağ! yazılırken ayrılık kentin küskün ağaçlarına tüllerine, pervazlarına ve varoşlarına yazılırken kederlerin pasına yapayalnız yasına yazılırken bazen şarap tadına aşkların büyülü şarkısına ihanetin hiç dinmeyen yasına ve bir ömür bakılırken üç saniyede çekilen fotoğraflara "aldırma!" dedim yumruğum vurup omzuma yine dağdır dağ! ezberinde kaç defnenin, kaç mavzerin masalı kaç kurşunun, kaç çığlığın hüsranı? |
İYİ Kİ BU DÜŞTESİN
I nehirler yarışır, çağıldar gözlerinde o nehirler benim nehirlerimdir aşk ki azar azar benim yerimdir üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam gözlerin ey yâr benim evimdir /vurulup düştükçe, düştükçe seni sevmekten caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım!/ iyi ki bu sestesin dünyayı ısıtan nefestesin bir haydut gibi gezinirim kapında kalbimde tutuşan ateştesin… II rüzgârlar savrulur, uğuldar gözlerinde o rüzgârlar benim rüzgârlarımdır aşk ki azar azar benim yerimdir suskunsam, bozgunsam, bulutsuzsam gözlerin ey yâr benim evimdir iyi ki bu düştesin her sabah ışıyan güneştesin iyi ki yoksuluz bulutlar gibi soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi /vurulup düştükçe, düştükçe sana koşmaktan caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım!/ |
YÜZDE YÜZ/SÜZLÜK YENİ BİR YÜZ ARTIK
götürür uykulu atları onları çarmıhlar çıkmazına" -Lorca- (artıktık artık): uğultuların artığıyız be çocuk spermlerin, rahim kanlarının, eski dolunayların kesilip yakılmış yapanıl ağaçların, susan dağların aldatılmış avuntuların, kirli lavaboların, anlaşılır günahların ezberlerin, "ilk"lerin, dinmeyen şehvetlerin ve kimsesiz özlemlerin, tanıdık kederlerin, zalim yenilgilerin apansız sevinçlerin, gündelik zaferlerin; -zaferler tiner gibi uçucu, yenilgiler kalıcıdır...- * bayat yenilgilerle tükürülmüş hayatların gündüzlerinde ve miyop gözlerinde, yorgun gölgelerinde artık artıkların da artığıyız biz *******i bir yıldız ansızın kayarken gökte düşün ki milatların tortusuyuz biz... * daha yorulur günler, güller anısı, dikeni kalplerimizde hasretim tabutunu da taşır kaç bahar vurulur hırslı, telaşlı günlerimizde? bakabilsek utanacak, duyabilsek ağlayacaktık ne upuzun yaşayacak cesaretimiz ne an'lara, günlere iz bırakacak sabrımız kaldı herkes geldi ve gitti vicdanlarımızda yalan yanlış nice iz kaldı... * çok inançlar: kutsayıp tapınışlar yok! yok inançlar: tükenerek, savrularak kalışlar! çok aşklar : yok aşklar... * yüzde yüz/süzlük yeni bir yüz artık tükürülmüş hayatların gündüzlerinde böyle savrulacaktık! karaya vurmuş yaralı martılar gibi yalnız yaşayacaktık! * yaşayıp yaşamdan çok şey umarak yetişkinler ormanında kaybolacaktık! kaybolacaktık kaybolmakta yeni bir yol var sanarak * iradesiz iştahlarımızla vicdanlar emzirip günleri avutacaktık sanal aşklar, nankör şehvetler arasında ağrıyarak körleşen duyularımızla buruşturup yılları anısız kalacaktık... hayatlarımıza hükmeden dişliler arasında günlerimizi ihanetle kutsayıp özgürlüklerimizi domates gibi satacaktık artıktık artık satacaktık... satacaktık! * saman balyaları gibi oturup yılların sofrasında ağrılarla uyuyup çağrılarla uyanarak zaaflarımızla kol kola dolaşacaktık 1+1+1=0 artık yeni artıklar olacaktı |
YÜZÜN BENDE SOLACAK
bu aşkın nüshası şarkılarda aslı bende kalacak bizi hasret saracak bulutlar çıldıracak ayrılık başımı döndürüyor kavuşmayı özlettin intiharlar kuşandım bu aşkı sen kirlettin geçtim borandan, kardan yitirdim bahçeleri ellerini tutmazsam yatamam *******i… bu aşkın nüshası rüzgârlarda kahrı bende duracak sende ihanet canım bende matem olacak bu aşkın efkârı şarkılarda yüzün bende solacak bizi zaman yenecek ve anılar kalacak geçtim borandan, kardan yitirdim bahçeleri ellerini tutmazsam yakarım *******i! |
YÜZÜNÜ ARADIM, GEÇTİM
(yitirdiğin her şeyde kazandığın bir şey var; kazandığın her şeyde biraz yitirdiklerin. bu yüzden birileri hep ısınıp dururken dinmez üşümelerin...) ben de benim olmayan şeylerle varım; benim olan zaten benimse, olmayan şeylerle... varsam, buradaysam belki de onlar için... yüzün için belki de, yüzün nerede? birbirini tekrarlayan günlerin yaslı boğuntusunda nedir aradıkları insanların? bu koşuşturmada, bin telaşla! herkes birileriyle bir mutluluk düşü kuruyor; o düşle ıslanıyor, o düşle uyuyup uyanıyorlar; sonra düşleri de yakıyor günler. bu kez yeni bir düş daha kuruyorlar; sonra bir daha, bir daha! bütün düşleri yakıyor günler. yaşam yanıltmanın, insanlar yanılmanın ustası oldukça yine yeni düşler deniyor ve deneniyorlar... işte her düşün peşine bir şarkıyı takıyorlar. düş gidiyor, peşisıra şarkı da. bir de(n) paramparça oluşunu görüyorlar düşlerin. her düşle bir şarkıyı yakıyorlar... şarkılar yakıyorlar; şarkılar onları yakıyor sonra. /İnsan, insanın diyalektiğine tükürüyor; insanı yakıyorlar!/ bunları düşünüyorum ve akıp gidiyor günler siyah beyaz resimler hırçınlığında. sormuştun ya, işte her şey ortada, her şey! önce kuşları vurdular orada, paramparça parçaları bir yana; bir bir savruldu yangınların ortasına kanatları da! ben soluk soluğa dışarıdayım, seni buldum... seni buldum ya, bu kez seni vurdular orada, seni! her şey sürdü yine, her şey! baktım daha durmuş da uzayın rengini demliyor asalak dünya; baktım ki dağlar ve güller yine akraba; daha bembeyaz uyuyordu kadınlar o esmer uykularda. oysa seni vurmuşlardı, seni, orada! sonra gelip geçen her sabahla öyle susadım ki yüzüne yokluğunda... yüzünü özledim, yüzünü, anlasana! “anlasana” diye yazdım ve üç nokta koydum yanına, ama boşuna, boşuna; “boşuna!” diye yazdım ve kalkıp dışarı çıktım. saat 0.5’i birkaç dakika ve bir miktar saniye geçiyordu; ağaran günün teninden sağanak dökülüyordu. yüzünü aradım... yüzünü aradım: kalan kuşlar sen bu kentteymişsin gibi uçuyorlardı. insanlar kalabalık ve kabarıktı; silahları ellerine, tetikleri parmaklarına göre seçiyorlardı. uçaklar pike yaparken bu kentin göklerinde, bak dedim, bakacak bir göğümüz bile kalmadı işte! yüzünü aradım gökyüzünde... yüzünü aradım: sabahın tenine birer birer dağılırken işçiler; yüzünü aradım rastgele atılırken kahve önlerine iskemleler. günler siyah beyaz resimler hırçınlığında ve ben burada bir eski çağ enkazında! kızlar, boyanıp kuşanıp kız kıza dansederken düğünlerde, yüzünü aradım, kendi olan yüzünü düğünlerde... sonra gelinler korkularını atmışlardı eşiklere; yorgunluktu sonrası işte, yüzünü aradım gelinlerde... yüzünü aradım, geçtim... geçtim: şarkıları paramparça görmekten, bu satırları yazmaktan geçtim! oysa hep kalemimle değil, bir gün kanımla kıpkızıl yazmak istedikleri vardı benim de; onları henüz yazmamış olmaktan geçtim... çalışma masamdan kalkarak elimdeki fincanı duvara çarpıp paramparça etmekten geçtim! geçtim: sabahla birlikte kaynayan çorba kazanlarının kokularından, yol boyu uykularını alamamış köpeklerin korkularından; siyah ışıklardan, çoğalan çocuklardan, azalan ağaçlardan, arabesk feryatlardan ve ucuz umutlardan... “iyiyim, sağol, sen nasılsın”lı merhabalardan; ağır ağır yayılan çöp kokularından, farlarını kapamayı unutmuş taşıtlardan, feodal şatolardan ve yasalara yelkovanlık yapıp, kendinin saniyesi bile olamayanlardan! hızla kirlenen bir dünyadan hızla geçtim... geçtim: sensizliğin tahriş olmuş sızılarından, eksoz homurtularından, cami avlularından, düşleri iğdiş ******lardan, yasadışı iş yapan yasa memrularından... ellerini çaldırmış ellerime bakmaktan geçtim; sensizliğe inanmamaktan... sis kaplamıştı kenti; dağılsa sanki bir ..k varmış gibi! sisleri yarıp geçtim... yoktun, kendimden geçtim; kızdım, dağıttım, sana küfürler ettim... bir bilsen sana ne güzel küfürler ettim; yoksa kederden geberecektim! gökyüzü tümünü de ağır ağız izledi; gökyüzünün renginden geçtim... sonra yeni kuşlar üşüştü gökyüzüne. bir sevindim, bir sevindim; gökyüzü yüzlerce kanattı işte! ama sen, sen orada bir serçe gibi üşüyor muydun yine? üşüyordun ve bunu biliyordum; çünkü her şey ortada, her şey! bak, kimin temiz bir göğü varsa kirletip bırakmışlar avuçlarına... bu yüzden insanlar elleri ceplerde çıkıyorlar sabahlara. coşkular deprem, sevinçler sıtma... söyle senin yüzün nerede, yüzün? nerede başlar bir aşk ve biter, nerede? nerelere gömerim seni ben, nerelerde ölürsün oysa sen! nerede, yüzün nerede? sonra çıkıp bu kentin uğultusuna çarpıyorum; bu kent de uğultusunu bana çarpıyor, çarpışıyoruz, kimseler görmüyor... bir sorudur: “kurtarıcılar işgâlci olabilir mi? ya da işgâlciler kurtarıcı?” sonra oturup yüreklerden damlayan terin hesabını tutuyorum... hesabını kimselerin bilmediği bahçelerin dudağında kanayan uzak güllerin. sevgiye bütün misillemelerin, *******in, seslerin, kederlerin... karacadağlı bir çocuğun kan çıbanının, şemdinlili bir ağıdın, kasrik’ten esen poyrazın, peru’da bir balıkçının ve botan’da yakılan köy evlerinin... öyle acı ki her şey unutmak istiyorum! kendimi bir menekşenin rengine, bir gülüşe k(atıp) unutmak! unutma düşüncesini bile unutmak! yitirmiştim o aşkın kimliğini, hükümsüzdü... hükümsüze hükümlü bir aşkı unutmak istiyorum... sonra asker çocukları, mapus çocukları, ayyaş babalara sitemsiz çocukları, yitirilmiş çocukları... uçarı bir çocukluğu yitirmiş benim de yüzüm; yüzüm, zamansız ihtilallerde. ihtilalleri tutun çocuklar erken yaşlanmasınlar! yarayı tutun, yarayı! güçleri öpüştürün, gökyüzünü dönüştürün; yoksa ölünür alnında günün! ölmeleri hani sessiz, hani genç, unutmak istiyorum! eski yoldaşların gözbebeklerinde kaynayan bir düşün düşüşünü unutmak! unutmasam, ben de kalemimi kendim için kıracağım! biz kapkara *******in göğünde küçük, ak noktalardık; bir düşünün, ne aklıklar gizler gece; ne aklıklar öyle susar gecede, ama öyle öyle çok gecedir ki gece, aklığımızı büsbütün örtecek kadar... örtülüşünü usulca aklığımızın unutmak istiyorum... işte bundan, coşkuyu sevmiyorum artık öyle kabara köpüre nehirler gibi; siz orada kalabalık ve kabarık kalın, sağolun, yalnızlık iyi, yalnızlık iyi... yalnızdım, üşüyordum ey özlem! beni bir gün belki bu özlem öldürecekti. ölecektim bir gün erken, belki kederden. yakın o gün! beni yakın! savrulup aksın küllerim dicle nehrinden... akıp geçerken günler siyah beyaz resimler hırçınlığında, sormuştum ya, işte her şey ortada, her şey! /ben ölürüm; dağlar ve güller yine akraba.../ artık gün doğunca bütün darağaçlarını kursunlar, kursunlar, kur-sun-laar! her şey bu kadar güzelken, böyle bir yanıyla sığ yaşanana, boğulana, savrulana, kirlenene dalkavukluk, çirkinliğe figüranlık etmekten bık-tıııııııım! ya kuşlar? sahi, ne demek ister kalan kuşlar? |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 04:26 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.