![]() |
Muhammed Ali Clay HAKKINDA YAZILANLAR
Ringlerin Efendisi Muhammed Ali İrfan Özfatura Türkiye19 Mart 2004 Derin Amerikalılar Beyaz, Anglosakson ve Protestanlar) Müslüman olunca Ali�ye fena takarlar. Pentagon bile oyuna alet olur, onu �Y� grubunda olmasına rağmen �A� kategorisine alır ve �ivedi� kaydıyla Vietnam�a yollamaya kalkar. Şampiyon buna karşı çıkar �Vietkonglularla alıp veremediğim yok� der, �hem onlar beni hiç aşağılamadılar!� �Aferin� dediğinizi duyar gibiyim ama adama böylesi çıkışların hesabını sorarlar. Onu apar topar ligten kovar, ünvanına ve lisansına el koyarlar. Ali�yi �vatan haini� ilan eder ve hiçbir eyalette maça çıkarmazlar. Yetmez, ona bir trafik suçu isnat eder, alelacele içeri tıkarlar. Federasyon medarasyon hikâye, garibim bir başına kalır, oturup derdine yanar. Vietnam Savaşını ne hükümetler, ne de ordular bitirebilir, bu kirli kavgaya gazeteciler (özellikle foto muhabirleri) nokta koyar. Amerikan halkı napalm bombaları ile yakılan evlerin önünde ağlaşan bebeleri görünce �bu nasıl hürriyet� diye sormaya başlarlar. Savaş muhabirleri cinayet ve tecavüz vakalarını dökmeye başlar, Hollywood mevzuya el atar. Sivil toplum örgütlerinden �niye savaşıyoruz� sorusu yükselince derin devlet tükürdüğünü yalar. Kelebek gibi uçar... Muhammed Ali, bokstan koptuğu yıllarda üniversite üniversite dolaşıp konferanslar verir, mevzu boks olsa da yeri geldikçe İslâmiyet hakkında birşeyler anlatmaya çabalar. Ağalar bu faaliyetten çok rahatsız olur, �boksla uğraşsa daha iyiydi� demeye başlarlar. Birkaç maç sonra silinip gideceğine inandıkları için Ali�nin lisansını iade eder, ringlerin yolunu açarlar (1967). Ve Ali şovları tekrar başlar. Şampiyon, rakiplerine sürekli lâf atar, basın mensuplarının huzurunda madara etmeye bakar. Bu tavır organizatörlerin de işine gelir çünkü gerginlik arttıkça hasılat �tavan� yapar. Ancak birileri Ali�yle uğraşmaktan caymaz, karşısına dik yokuşlar çıkarırlar. Kâh �komünizm propagandası yapmaktan� soruşturma açar, kâh �ırkçı ve ayrılıkçı� diye yaftalarlar. Bir ara zenci çocukları için (içinde okul ve mescid olan) bir külliye yaptırmaya kalkar ama ona hiçbir banka kefil olmaz. Kimseden teminat mektubu alamaz. Dahası bomba ihbarları ile huzurlarını kaçırırlar. Arı gibi sokar... Ali, baskılara rağmen geri adım atmaz. Aksine �ben bir din savaşçısıyım, gücümü Kur�an-ı kerimden alıyorum� demekten kaçınmaz. Ringteki zaferler zincirine Jerry Quarry�i yenerek başlar. Ancak Joe Frazier ile yaptığı maçı üstün bitirmesine rağmen hakemler rakibinin elini kaldırırlar. Bakın şu aksiliğe ki Ken Norton ile yaptığı maçta çenesi kırılır, maçı bırakmak zorunda kalır. Herkes Ali�nin bittiğini söylerken Frazier�i eze eze yener ve rövanşı alır. Ardından Zaire�de insan azmanı George Foreman�la karşılaşır. Foreman girdiği ormanı baltayla kıymık kıymık edip bitiren bir insan azmanıdır. Ali, maçtan bir ay evvel Kinşasa�ya yerleşir ve halkın sevgisini kazanır. Onları arkasına alır ve boksörlere ders olarak okutulacak bir taktikle Foreman�ı dağıtır. Rakibini 7 raund yorar, 8. raundda saldırır ve zemine uzatır. Ertesi sene Manila�da 25 bin kişinin önünde Frazier�le karşılaşır. Bu ölümüne bir maçtır, 14 raundun sonunda ikisi de perişandır. Ancak Frazier�in şuuru bulanınca Antrenörü Eddie Futch maçtan çekilir unvan Ali�ye kalır. Yeni bir çığır açar... İnsan bu, her zaman mükemmel olamaz ya. İşte hanımı Belinda Boyd�dan ayrılıp Veronica Porsche ile evlendiği bunalımlı dönemde tecrübesiz rakibi Springs�e yenilir ve silbaştan mücadeleye atılır. 1978�de Dünya Şampiyonluğunu geri alır. Profesyonel döneminde sadece 3 kez yenilen, Muhammed Ali, 36 yaşına kadar boks dünyasının efsane ismi olmayı başarır. 56 maçın 53�ünü kazanır, 37�sini nakavtla alır. Ancak boksörleri bekleyen akıbet (parkinson) onu da yakalar. Dindar bir Müslüman olan Lonnie ile evlenir, Michigan�daki çiftlik evinde gözlerden ırak yaşar. Bu arada beyazlar da değişir ya da �değişti� rolüne soyunurlar. Atalanta Olimpiyatları�nda meşaleyi yakma şerefini ona bağışlar ve nehre attığı madalyanın yerine, yenisini takarlar. Ali iyi bir örnek olur. Ekonomi, sanat ve siyaset sahnesinde ağırlıklarınca yer bulamayan zenciler sahalarda boy göstermeye başlar, atletizm, boks ve basketbolda madalyalara el koyarlar� |
Sinan Şamil Sam
HAKKINDA YAZILANLAR Kemer Sinan'ın!... Sinan Şamil Sam, WBC'nin Dünya Şampiyonluğu Kemer'i için Amerikalı Lawrance Clay-bey'le, Alman boksör Max Schmeling'in adını taşıyan salonda girdiği ünvan karşılaşmasında 12 raund üstün oyunuyla rakibini yenmeyi başardı ve ünvanını korudu. Sinan Şamil Sam WBC'de 4. sıraya yükselmeyi başarırken kemerin kendisinde kalmasını sağladı. 16 NAKAVT Şamil Sinan Sam, çıktığı 25 maçın 2'sini sayıyla kaybederken, 16 maçını nakavtla kazandı |
Şenol Güneş Şenol Güneş, Trabzon'lu, 1952 doğumlu. Yıllıklarda, gençliğinde edindiği bir unvan dikkat çekiyor; "bir sezonda kalesinde en az gol gören kaleci" oluyor, 1971-72 sezonunda, Sebat Gençlikspor'da, 30 maçta 11 golle. Ayrıntılar Şenol'un kökenlerini işaretliyor. 15 yaşında, 1967'de Trabzon Erdoğdu Gençlikspor'da başlayan lisanslı futbolculuk hayatında dördüncü yılıdır. Sebat Gençlikspor, ikinci takımıdır, buradan Trabzonspor'a transfer olacak, o Trabzonspor da, Türk futbolunda "Üç Büyükler"in "kısır hâkimiyetine" son veren takım olarak tarihe geçecektir. Böylece 35 yaşında, 1987 yılında, Beşiktaş-Trabzonspor maçıyla jübilesini yaparken, şampiyonluğu ilk kez Anadolu'ya taşıyan takımın kalecisi -ve kaptanı- olarak, künyesinde 6 lig şampiyonluğu, 5 Türkiye Kupası, 4 Başbakanlık, 7 Cumhurbaşkanlığı Kupası yer almaktadır.
HAKKINDA YAZILANLAR Boy Aynası / Sinan Hıncal Türk futbolundaki yükseliş Şenol Güneş'e bir şans verilmesini gerektiriyor Kader ağlarını beklerken Aktüel 22.11.2001 Şenol Güneş'in, henüz cevherini sergilemesine sıra gelmemiş bir Fatih Terim olmadığını düşünmek için sebebimiz var mı?.. Fatih kendi hayatından bir "Imparatore" efsanesi çıkarabilmişse, Şenol'un da kendi kaderini ören iplerden bir başka efsane dokuması muhtemeldir... Futbol damarları kurumuş küçük bir Avrupa ülkesine karşı da olsa, şenlikli bir futbolla 5-0 galip gelmek; kendini ucundan da olsa Alman ekolüne bağlayan bir ülke futbolunun temsilcilerini sahada "sürklase" etmek, gülünç duruma düşürmek, bunlar, bir gelişim sürecini sergilemek bakımından azımsanacak göstergeler değildir. Plansız, programsız, çok az manipule edilebilmiş bir "doğal evrim" sürecinin mucizevi sonucuyla karşı karşıyayız: "Türk futbol patlaması..." Herkesin farkında olduğu ama bir türlü ifade edilmeyen olgu. Türk futbol kamuoyu, futbol düşünürleri, büyük bir ihtimalle kendi kavramsal teçhizatlanmalarında bulunmadığı, kendi plan, program, şiar-motto çerçevelerinde yer almadığı için gözlerinin önündekini ifade etmekten geri duruyor. Oysa sözkonusu olan gerçek bir "patlama;" bu toplumun futbola yaptığı tüm sosyo-ekonomik, maddi-manevi "yatırımların" bir neticesi olarak Türk futbol kültür ve pratiğinde yaşanan muazzam bir gelişme. Öyle ki, Avrupa futbol "establishment"inin, futbol aleminin efendilerinin, bu gelişmeyi egemenliklerine yönelik güçlü bir tehdit olarak algıladıklarını düşünmek için sebepler var. (Kodamanların "önlem" mahiyetinde girişimlerde bulunmaları da sürpriz olmaz. Patlamanın sivri ucu, "gurbetçi" futbolcularımızın -ve hatta Terim'in- uğradığı neredeyse sistematik dışlanma ve istiskalin kaynaklarını da muhtemelen burada aramak gerekiyor.) 5-0'lık galibiyetin körüklediği, "Şenol Güneş'le tamam mı, devam mı?" tartışması da bu olguyu dikkate almamaktan doğuyor. Türk futbolundaki başarıları, bir kerelik, tekrarı, eşi benzeri olmayan zuhur edişler olarak değerlendiren zihniyet, yetersiz bulduğu Şenol Güneş'in yerinde Fatih Terim'i görmek istiyor. Bu kadar basit. O kadar laf döndürülmesine rağmen, esasında bir "Şenol Güneş mi - Fatih Terim mi" tartışması bu. Öyle ya, başka kim sözkonusu olabilir? Mustafa Denizli'nin kondüsyon-performansı Şenol Güneş'i bertaraf etmeyi gerektirecek düzeyde değil ve namlı bir yabancı antrenör seçeneğinin de, sadece futbolcuların tepkisi gözönüne alınsa bile, pratikte gerçekleşme şansı bulunmuyor. * * * Karizma'yı bir tür "Beyaztürk cakası" sananların beklentilerinin aksine, bu geçmişin Şenol'a yüklediği bir "karizma" var. Şenol'un futbolculuk hayatında katkıda bulunduğu "Üç Büyükler"in hâkimiyetine son verilmesi hamlesi, kuşkusuz bir "kalkınma dinamiği" içeriyordu. Bu kalkınma dinamiğinin Türk futbolunu bugünlere taşıyan süreçte rolü olduğu da kesindir. Her halikarda Üç Büyükler'in o yıllardaki kısır egemenliğinin yıkılması, Türk futbolunu ataletten sıyırmıştır. Türk futbolundaki yerli damarı vurgulayan bir kariyerin kahramanı olarak Şenol Güneş'in, Türk futbolundaki bugünlerin yükselişini taçlandıracak bir Dünya Kupası başarısına imza atması, sanki bir kader döngüsünün tamamlanması olacaktır. Bir ulusun futboldaki yükselişine endeksli bir futbolculuk ve teknik adamlık öyküsü... "Karizma" yaklaşık böyle bir şeydir... * * * Türk futbolundaki yükselişe dönersek... Eğer patlama denilebilecek türden bir ilerleme gösterildiğinden yola çıkarsak, o zaman her an yeni bir çıkış, başarı, isim vb.'ine hazır olmamız gerekir. O zaman Şenol Güneş, henüz cevherini sergilemesine sıra gelmemiş bir Fatih Terim'dir. Taçlanan baş akıllanacak, Şenol, kaderin kendisini karşı karşıya bıraktığı vazifeyi, ötesine geçerek çözmeyi başaracaktır. Fatih Terim'in öyküsünde, "Bitirim bozuntusu, yarı mafyozi bir futbolcu emeklisi"nden öteye geçeceğini işaret eden pek ipucu yoktu. Terim, oradan bir "Imparatore" efsanesi çıkarabilmişse, Şenol'un da kendi kaderinin ağlarını ören iplerden bir başka "efsane" dokumaması için sebep yoktur. * * * Son olarak; kaleciden iyi teknik direktör olur mu? Bu geçerli bir sorudur ve kendine cevap arar. Uğur Vardan'ın temsil ettiği bir görüşe göre, kalecinin futbol vizyonu, bütün sporculuk ömrü boyunca "kendisine saldırılıyor" olmasıyla biçimlenmiş, dolayısıyla sakattır. Oysa, diyor bu düşüncedekiler, "bugün futbol tam da bu görüşün tersi bir yaklaşım, bakış açısı gerektirmektedir." Bu görüşte esaslı bir taraf olduğunu kabul etsek bile, kalecinin futbolda oynadığı rolün teknik adamlığını nasıl belirleyeceği üzerine söylenecek daha pekçok şey olduğu da inkar edilemez. Öyle ya, bütün futbol ömrü boyunca yapayalnız, tek başına savunduğu bir "kale"den, kendi müdahale ve katkısının son derece kısıtlandığı bir oyunun gelişmesini izlemek, kalecinin görüşünü mutlaka farklılaştıracaktır. Kalecilik bu takım oyunundaki en bireysel roldür, kaleci bir takım oyununda en tek başına kişidir. Öte yandan "kaleci" futbolun sorumluluğu ve sonucuyla en dolaysız bağlantısı olan futbolcu kimliğidir. Futbolun amacı olan ve sonucunu belirleyen gol, ancak onun sahibi olduğu alanda -kale- ve onun -kalecinin- aşılmasıyla gerçekleşebilir. Bütün bunların kalecinin görüşüne farklı bir derinlik ve daha ileri vadelerde sağlıklı bir tevekkül ile uygun dozda hikmet katması beklenir... Daha ne? |
Abdülaziz Han ( 08.02.1830)- (04.06.1876)
Osmanlı padişahlarının otuzikincisi ve İslam halifelerinin doksanyedincisi. Saltanatı: 1861-1876 Babası: II. Mahmud Han- Annesi Pertevniyal Sultan Doğumu: 8 Şubat 1830 Vefatı: 4 Haziran 1876 Küçük yaşta din ve fen ilimlerini tahsile başladı. Kısa zamanda Arapça, Farsça ve dini bilgileri çok iyi bir şekilde öğrendi. Ayrıca boş zamanlarını değerlendirerek ata binmek, kılıç kullanma, güreş tutmak, cirit atmak gibi zamanın bütün spor dallarında pek mahir oldu. Ağabeyi Abdülmecid zamanında veliaht ilan edilen Abdülaziz bundan sonra devlet idaresi ve Avrupa'nın siyasetini iyi bir şekilde takibe çalıştı. Abdülmecid Han'ın 25 Haziran 1861'de ölümü üzerine tahta çıktı. Bu sırada devletin durumu son derece karışıktı. Malî sıkıntı son haddinde idi. Karadağ, Hersek ve Girit'te büyük bir karışıklık hüküm sürüyordu. Avrupa devletlerinin müdahalede bulunacaklarını anlayan Abdülaziz Han yayınladığı bir fermanla onların Tanzimat konusundaki endişelerini, nispeten, ortadan kaldırdı. Malî konulardaki sıkıntının önüne geçebilmek için israf ve gereksiz harcamaların önlenmesine çalıştı. Rüşvet ve irtikab işine karışanları şiddetle cezalandırdı. 1862'de Karadağ bölgesinde çıkan isyanı serdar-ı ekrem Ömer Paşa kumandasında gönderdiği bir ordu ile anında bastırdı. Mısır'da son yıllarda Osmanlı Devleti'ne karşı bağlılığın azaldığının farkında olan Abdülaziz Han, bu bölgeye bir seyahat düzenledi. Mısır valisi İsmail Paşa'ya Hidiv ünvanını verdi. Gittiği her yerde muhteşem merasimler ve halkın sevgi gösterileri ile karşılaşan Sultan, Mısır'ın payitahta olan bağlılığını güçlendirdi. Osmanlı Devleti'ndeki müspet gelişmelerin önüne geçmek isteyen batılı devletler Girit'te büyük bir isyan çıkardılar ve adanın beynelmilel bir komisyon tarafından idaresini istediler. Bunu şiddetle reddeden Abdülaziz Han, bazı imtiyazlarla meseleyi bir müddet için halletti. Abdülaziz Han 21 Haziran 1867'de Fransa, İngiltere, Belçika, Prusya ve Avusturya'yı içine alan bir geziye çıktı. Sultan'ın bu gezisi genel barışın sağlanmasında önemli rol oynadı. Avrupa devletleri ile olan münasebetler iyileşti. Abdülaziz Han, devlet ve milletin bekası ve huzuru için gece gündüz çalışırken içte batı hayranı ve mason devlet adamları her türlü siyasi desiselerle nizam ve intizamın bozulmasına gayret sarf ediyorlardı. Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Süavi gibi yazarlar halkı Padişah'a karşı düşmanlığa teşvik ederken, Mütercim Rüştü, Hüseyin Avni ve Mithat paşalar da Padişah'ı devirmenin hesapları içerisindeydiler. Nitekim gözlerini iktidar hırsı bürümüş bu devlet adamları, 1875'te patlak veren Bosna-Hersek isyanı ile ardından çıkan Rus harbini fırsat bildiler. Abdülaziz Han, sıkıntılar içinde olmasına rağmen Sırbistan'ı kısa sürede mağlup etti. Bulgaristan'daki karışıklıkları mahalli kuvvetlerle bastırdı. Ancak Hüseyin Avni, Mithat, Redif ve Süleyman paşalar 30 Mayıs 1876 günü Dolmabahçe Sarayı'nı kuşatarak Sultan'ı tahttan indirdiler. Abdülaziz Han efradıyla birlikte çeşitli hakaret ve işkencelere maruz bırakıldıktan sonra 1 Haziran 1876'da Fer'iye Sarayı'na nakledildi. Avni Paşa üç gün sonra, güvenlik gerekçesiyle saray bahçesine yerleştirdiği adamlarına verdiği emirle, Kur'an-ı Kerim okumakta olan Sultan'ın bileklerini kestirerek şehit ettirdi. Hadiseye intihar süsü verilmeye çalışıldı. Ancak pehlivan yapılı Abdülaziz Han'ın zorbalarla boğuşması sırasında vücudunda meydana gelen çürükler ile iki dişinin kırık olduğunu görgü şahitleri ifade etmişlerdir. Zaten tıp ilmi, intihar edecek bir şahsın iki bileğinin damarlarını kesemeyeceğini belirtmektedir. Şehit Sultan'ın cenazesi 5 Haziran 1876 günü pederi Sultan II. Mahmud Han'ın Çemberlitaş'taki türbesine defnedildi. Abdülaziz Han iyi niyetli, dindar, her sabah Kur'an-ı Kerim okuyan, son derece vakar sahibi bir kimse idi. Devrin alimlerini sayarak toplar münazaralar yaptırır, kendisi de bazan bu münazaralara iştirak ederdi. Devlet işlerini bilfiil kendisi idare etmeye çalışırdı. Onun en büyük gayesi Devlet-i Aliyye'nin istiklalinin devam etmesi ve halkının refah içinde yaşaması idi. Bu sebeple ilim ve teknikte ilerlemeye ve imar faaliyetlerine büyük önem verdi. 1863'te sahillere deniz fenerleri yapıldı ve devlet şurası kuruldu. 1867'de Sultanî mektepleri (liseleri), 1868'de sanayi mektepleri, 1869'da Süveyş kanalı açıldı. 1870'de şark demiryolları yapıldı, tıbbiye, orman ve maden mektepleri açıldı. 1875'te Galata tüneli yapıldı ve askerî rüştiye mektepleri açıldı. Donanmaya büyük önem verdi. Hint Okyanusu'na kadar donanmamızı göndererek, Osmanlı deniz gücünü İngilizlere kabul ettirdi. Osmanlı donanmasının I. Dünya ve Kurtuluş harpleri sırasındaki muvaffakiyeti, Sultan Abdülaziz'in donanmaya kazandırdığı bu kudretle mümkün olmuştur. HAKKINDA YAZILANLAR Sultan Abdülaziz'in Avrupa Seyahati Cemal Kutay Boğaziçi Yayınları / Cemal Kutay'ın Eserleri |
Abdülmecid Han ( 25.04.1823)- (25.06.1861)
Osmanlı sultanlarının otuzbirincisi ve İslam halifelerinin doksanaltıncısı Saltanatı: 1839-1861 Babası: II. Mahmud Han - Annesi:Bezm-i alem Sultan Doğumu: 25 Nisan 1823 Vefatı: 25 Haziran 1861 Küçük yaştan itibaren mükemmel bir tahsil gördü ve iyi derecede Fransızca öğrendi. Avrupa neşriyatını yakından takip eder, onların ilmî çalışmalarını ve siyasî fikirlerini öğrenmeye çalışırdı. Babası II. Mahmut Han'ın 1 Temmuz 1839'da vefatı üzerine henüz 16 yaşında iken Osmanlı tahtına çıktı. Abdülmecid Han, tahta çıktığında Osmanlı Devleti iç ve dış buhranlarla karşı karşıyaydı. Osmanlı ordusu Nizip'te Kavalalı Mehmet Ali Paşa kuvvetlerine mağlup olmuştu. İki gün sonra da Kaptan-ı derya hain Fevzi Ahmet Paşa Osmanlı donanmasını Mısır'a götürüp teslim etti. İngilizler bu sırada Osmanlı tahtında devlet idaresinde tecrübesiz bir padişahın bulunmasını fırsat bilerek harekete geçtiler. Osmanlı Devleti'ne tam destek olmak vadiyle Mustafa Reşit Paşa'yı sadrazamlığa getirttiler. Paris ve Londra'da sefirlik yapan Reşit Paşa, bu müddet içerisinde aldatılarak mason yapılmıştı. Nitekim iktidara gelir gelmez ilk işi Tanzimat Fermanı'nı ilan etmek oldu (3 Kasım 1839). Osmanlı Devleti'nin yıkılma ve yok olma devrine açılmış bir gedik olan Tanzimat Fermanı devlete ve millete çok pahalıya mal oldu. Sultan Mahmut Han'ın açtığı ileri medeniyet yolu üzerine engel olarak oturan Tanzimat adamları, Avrupa ilmini ve tekniğini almak yerine sathî taklitler üzerinde durdular. Böylece ilim ve teknikte ilerleme durdu. Avrupa'nın yaşayışına hayran olarak yetişen yeni nesiller taklit modasına kurban gittiler. Memleket şartlarını ve ihtiyaçlarını anlamadan rejim davasına kapılan tanzimat devri adamları, daha sonra ihtilalci olarak gayr-i müslimlerle birleşmişler ve buhranları artırarak, devleti sarsmaktan başka bir işe yaramamışlardır. Mustafa Reşit Paşa ve yetiştirmelerinin Osmanlı Devleti içinde kendilerinin yıllardır yapamadığı tahribatı kısa zamanda gerçekleştirdiğini gören İngilizler, Mısır meselesinin hallinden sonra Osmanlı Devleti'nin başına yeni gaileler açtırmakta gecikmediler. Mustafa Reşit Paşa, İngiliz ve Fransız desteğini alarak 4 Ekim 1953'te Rusya'ya harp ilan etti. Ancak Osmanlı Devleti, Rusya ile savaş yaparken İngilizler, dünyadaki ikinci büyük İslam devleti olan Gürganiye Devleti'ni yıktılar. Hindistan, İngilizlerin sömürgesi durumuna geldi. Abdülmecid Han, batılıların yaldızlı reklamlar ve sahte dostluklarla örtbas etmeye çalıştıkları İslamiyet'i imha hareketini çok geç anladı. Reşit Paşa'yı görevinden aldı. 1853-55 Rusya ile olan Kırım harbi başarı ile neticelenmesine rağmen, savaş harcamaları dış borçlanma yolunu açtı. Osmanlı Devleti'nin savaşı kazanmasında rol oynayan İngiltere ve Fransa, devlet içinde yeni ıslahatlar istediler. Reşit Paşa'nın yetiştirmesi Ali Paşa'nın İngiliz ve Fransız elçileri ile ortaklaşa hazırladıklar Islahat Fermanı 1856'da ilan edildi. Bu ferman da Osmanlıların hristiyanlara verdiği büyük bir tavizdi. Nitekim fermanın uygulaması pek çok yerde büyük tepki gördü. 1858'de Cidde'de ayaklanma baş gösterdi. Eflak, Boğdan ve Karadağ'da bağımsızlık hareketleri başladı. Devletin içine düştüğü feci durum sebebiyle, üzüntüsünden tüberküloza yakalanan Sultan Abdülmecid Han, 25 Haziran 1861'de vefat etti. Yavuz Sultan Selim Han'ın türbesinin yanına defnedildi. "Atam Yavuz Sultan Selim Han'a hürmetten türbemi onunkinden daha aşağı yapın." şekildeki vasiyeti üzerine türbesi Sultan Selim'inkinden daha alçak ve kısa olarak yapıldı. Abdülmecid Han devri, Sultan II. Mahmud Han'ın açtığı yenileşme yolunun, Mason Reşit Paşa ve yetiştirmeleri eliyle bozulduğu ve Avrupa'nın her bakımdan taklide başlandığı bir devir olarak göze çarpmaktadır. Abdülmecid Han hatasını anladıktan sonra memleketi, milleti kemiren iç ve dış düşmanlara karşı tedbirler arar ve bu iş için gece gündüz Allahü tealaya yalvarırdı. Ancak Osmanlı Devleti'nin içte isyanlar ve dışta Rusya ile harplerini fırsat bilen İngilizler, yetiştirdikleri ve işbaşına getirmeye muvaffak oldukları devlet adamları sayesinde ona bu fırsatı tanımadılar. Abdülmecid Han, bu karışık devrede memleket içinde çok başarılı işler de yaptı. 1844'te bugünkü Galata Köprüsü olarak bilinen Mecidiye Köprüsü'nü, 1848'de Küçük ve Büyük Mecidiye (ortaköy) camilerini yaptırdı. 1853'te İstanbul-Varna-Kırım arasında ilk telgraf hattı döşendi. Bu harekete hız verilerek, 1870'te 36000 kilometrelik telgraf hattı ile Osmanlı Devleti dünya devletleri arasında en ön sıralarda yer aldı. 1860'da İzmir-Turgutlu arasında demiryolu yapıldı. Ayrıca İstanbul'un her yerinde pek çok cami, mescit, mektep, hastane ve çeşmeler de yaptırmıştır. Hakkında Yazılanlar 1.Mümin ve Müsrif Bir Padişah Kızı Refia Sultan Ali Akyıldız Tarih Vakfı Yurt Yayınları / Osmanlı Araştırmaları Dizisi Sultan Abdülmecid'in kızı Refia Sultan 1842'de Beşiktaş Sarayı'nda doğdu, 1880'de öldü. İyi bir eğitim gördü, müzik dersleri aldı. Zamanı gelince de evlendirildi. Doğrusu pek de mutlu bir hayat sürdüğü söylenemezdi. Bir yandan ağır bir hastalıkla mücadele edip üst üste ameliyat olurken; öte yandan kocasıyla da anlaşamıyordu. Ama o bir padişah kızıydı, bütün bunlara tevekkülle katlanırken büyük bir debdebe içinde yaşamayı da seviyor, arabasını bile Paris'ten getirtiyordu. Refia Sultan mektup yazmayı severdi, hem mektuplarını hem de en küçük sipariş pusulasını bile saklamıştı. Doç. Dr. Ali Akyıldız, işte bu belgelere dayanarak Refia Sultan'ın hazin hayat hikayesini anlatırken dönemin zengin ve ilginç bir panoramasını da sunuyor. |
Beyazid(2.) ( 19.09.1447)- (27.06.1512)
Osmanlı padişahlarının sekizincisi. Saltanatı: 1481-1512 Babası: Fatih Sultan Mehmed Han - Annesi: Sitti Mükrime Hatun Doğumu: 3 Aralık 1447 Vefatı: 26 Ağustos 1512 Küçük yaştan itibaren tam bir ihtimamla yetiştirilen şehzade Bayezid, devrin en mümtaz alimleri elinde tahsil gördü. Yedi yaşında iken, Amasya valisi oldu. 1473 Otlukbeli Savaşı'na sağ kol kumandanı olarak katıldı. Babası Fatih Sultan Mehmet'in ölümü üzerine, 20 Mayıs 1481'de tahta geçti. Ancak Bayezid, kardeşi Cem Sultan'ın muhalefeti ile karşılaştı. Bursa'yı alan ve adına hutbe okutan Cem'e karşı, Yenişehir savaşını kazanan Bayezid duruma hakim oldu. Fakat Cem meselesi sona ermedi. Tersine olarak bu iş, doğu ve batı devletlerinin en çok ilgilendikleri bir problem halini aldı ve imparatorluk bu yüzden daimi bir tehdit altına girdi. Çünkü Papa, Cem vasıtasıyla Avrupa'da Osmanlılara karşı büyük bir ittifak kurabilmek için faaliyete girmişti. Ona göre Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması için en müsait vakit gelmişti. İşlerin tehlikeli bir yola girdiğini gören Bayezid Han, bu sebeple 16 Ocak 1482'de Venediklilerle bir anlaşma imzalayarak hristiyanlığın en kuvvetli uzuvlarından birini felce uğrattı ve zahiren de olsa onların dostluğunu temin ederek, 17 yıl Osmanlılar aleyhindeki teşebbüslere seyirci kalmalarını sağladı. Boğdan voyvodasının yıllık vergisini ödememesi ve aleyhte faaliyetleri üzerine 1484 yılında sefere çıkan Bayezid, 15 Temmuz'da Kili ve 11 Ağustos'da Akkerman kalelerini fethetti. Bu sırada Sultan Bayezid'in Dulkadir Beyliği üzerindeki hakimiyet meselesi yüzünden, Mısır-Memlük sultanı ile arası açıktı. Daha sonra Memlüklülerin, Cem Sultan'a sahip çıkarak onu Bayezid'e karşı kışkırtmaları ve Osmanlı hacılarına karşı güçlük çıkartmaları iki devlet arasında bir harbe sebebiyet verdi. Belirli aralıklarla altı sene süren savaş, küçük birliklerin vuruşmaları şeklinde cereyan etmiş ve kesin bir netice elde edilememiştir. Sultan Bayezid, kardeşi Cem'in 1495'te Napoli'de vefat etmesinden sonra , Osmanlı Devleti'nin dış politikasına başka bir yön verdi. 1498 senesi ilk ve sonbaharında Silistre sancakbeyi Bali Bey kumandasında 40 bin kişilik akıncı birliği, Lehistan'a Osmanlı tarihinin en büyük akın hareketlerini gerçekleştirdiler. Bu arada Venediklilerin Mora üzerine tecavüzî hareketlerde bulunması üzerine de Sultan, 1499'da Mora seferine çıktı. 25 Ağustos'ta İnebahtı, 9 Ağustos 1500'de Modon ve 16 Ağustos'ta Koron Venediklilerden alındı. Bayezid Han batıda daha önemli fetihlere başlama noktasında iken, doğuda büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldı. Bu sebepten dolayı, 1502'den sonra zamanını Safevi hükümdarı Şah İsmail'in türlü entrikalarını karşılamaya hasretti. Memlüklülerle birlikte ona karşı askeri tedbirler aldı. Fakat bilhassa onunla bir ihtilafa düşmemeye çalıştı. Çünkü Anadolu'da kalabalık bir halk kütlesi, Şah İsmail tarafını tutuyordu. Nitekim 1511'de patlak veren Şahkulu Baba Tekeli isyanında Kütahya'yı ele geçiren ayaklanmalar güçlükle bastırılabildi. Sultan Bayezid'in son yılları saltanatı ele geçirmek isteyen oğullarının mücadelesine de sahne oldu. Neticede kardeşlerine karşı daha dirayetli olan ve yeniçeriler tarafından da desteklenen oğlu Selim'e, Allahü teala mübarek etmesi dileğiyle saltanatı teslim etti (25 Nisan 1512). Bayezid Han daha sonra Dimetoka'daki saraya giderken Abalar köyü mevkiinde hastalanarak 26 Ağustos 1512 günü vefat etti. İlim sahibi, takva, adalet ve merhametten ayrılmayan, vakarlı ve hilmiyle meşhur bir padişah olduğu için "Veli Bayezid" olarak da bilinir. Bayezid meydanında kendi külliyesi ile birlikte caminin inşası bitince padişah olduğu için; "Her kim ömrü boyunca ikinde ve akşam namazlarının sünnetlerini terk etmemiş ise, ilk Cuma namazında o imam olsun" buyurmuştu. Bu hususta kendisinden başka kimse çıkmamış, sulhde ve seferde hiçbir sünneti bırakmadığı için namazı kendisi kılmıştır. Sultan Bayezid'in mührünü taşıyan sayısız yazma eserin Türkiye ve Avrupa kütüphanelerinde bulunması onun kültür faaliyetleri arasında dikkati çekmektedir. Memleketin her tarafında imar faaliyetlerini devam ettirdi. Yaptırdığı en önemli eserler arasında, Amasya'da medrese, cami ve zaviye, Edirne'de bir darüşşifa ve İstanbul'da Bayezid Camii, medrese ve imareti başta gelmektedir. |
İbrahim Paşa ( 1789)- (1848)
İbrahim Paşa, 1789'da Kavala'da doğdu. Babası Kavalalı Mehmed Ali Paşa'dır. Babası Mısır'da yarı bağımsız bir idare kurduğu sırada İbrahim İstanbul'daydı. İbrahim, buradan Mısır defterdarlığına tayin edildi. Kölemen ve Vahhabilerin isyanlarını bastırmak üzere Said'e (Yukarı Mısır) gönderildi. Burada Bedevilerle mücadele etti. Vahhabi hareketi Suriye ve Irak'ı tehdit etmeye başlayınca, babası tarafından bu sorunu çözmekle görevlendirildi. İbrahim, bunun üzerine 1816 yılında Hicaz'a hareket etti. Bir süre Medine'de kaldı. Halka iyi davranarak kendine taraftar topladı. Bu sırada kendisine "Paşa" ünvanı verildi. El-Reis ve El-Şekre gibi önemli yerleri ele geçiren İbrahim Paşa, isyanı bastırdı. Mora isyanı başlayınca, Osmanlı devleti tarafından yardımı istenen Kavalalı Mehmed Ali Paşa, isyanın bastırılması işini oğlu İbrahim Paşa'ya verdi. İbrahim Paşa, Osmanlı donanması ile birleşmek üzere Rodos'a gitti. Sonra Mora'ya geçti. Modon'a girdi. Navarin'i kuşattı ve teslim olmaya zorladı. Yunanlılara yardıma gelen İngiltere, Fransa ve Rusya, Navarin'de Osmanlı donanmasını yaktı. Bu sırada Yunanistan bağımsızlığını ilan etti. İstediği Suriye valiliğini alamayan Kavalalı Mehmed Ali Paşa, İbrahim Paşa'yı Suriye'ye gönderdi. Kısa sürede Kudüs ve Nablus'u aldı. Sur, Sayda, Beyrut ve Trablus gibi şehirleri ele geçiren İbrahim Paşa, burada sükuneti sağlamaya çalıştı. Müslüman olmayanlara bazı imtiyazlar verdi. Halkın ve Avrupalıların takdirini kazandı. Üzerine yollanan Osmanlı kuvvetlerinin hepsini yenen İbrahim Paşa, Adana'ya kadar ilerledi. Daha sonra da Osmanlıların kendisini durdurmak için atadıkları Mehmed Reşid Paşa ile karşılaşmak üzere Konya'ya gitti. Yapılan savaşta İbrahim Paşa, Osmanlı Ordusunu yendi ve Kütahya'ya kadar ilerledi. Yapılan Kütahya antlaşması gereği Suriye, Filistin ve Adana Mısır'a bırakıldı. İbrahim Paşa Suriye genel valiliğine getirildi. Bir süre sonra, Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve Osmanlılar arasındaki antlaşmazlık, Mısır valiliğinin veraset usulü ile (hidivlik) Mehmed Ali Paşa ailesine bırakılması ile son buldu. İbrahim Paşa, bu gelişmelerden sonra Suriye'yi terk etti ve Mısır'ın içişleri ile uğraşmaya başladı. Babasının yaşı ilerleyince Mısır idaresini eline aldı. İstanbul'a çağrılarak valiliği tasdik edilen İbrahim Paşa, Mısır'a dönüşünden kısa bir süre sonra, 1848 yılında Kahire'de öldü. |
Mahmud(2.) ( 20.07.1786)- (01.07.1839)
Osmanlı sultanlarının otuzuncusu ve İslam halifelerinin doksanbeşincisi. Saltanatı: 1808-1839 Babası: I. Abdülhamid Han - Annesi: Nakş-i Dil Sultan Doğumu: 20 Temmuz 1786 Vefatı: 1 Temmuz 1839 Küçük yaştan itibaren yüksek din ve fen ilimlerini devrin kıymetli alimlerinden öğrendi. Amcası III. Selim Han onun yetişmesine çok itina göstererek, modern askerî ve teknik bilgilerle devlet idaresini iyi bir şekilde öğrenmesini sağladı. Tahttan indirildikten sonra da yeğeni Mahmut'la sık sık görüşerek, ona tavsiyelerde bulundu. 28 Temmuz 1808'de Alemdar Mustafa Paşa vakası üzerine Osmanlı tahtına çıktı. Alemdar Mustafa Paşa'yı sadrazamlığa getiren Mahmut Han, Öncelikle asileri ortadan kaldırdı. Sekbanı Cedit adıyla yeni ve modern bir ordu kurdu. Yeniçerileri itaat ve disiplin altına almak için kanunlar koydu. Ancak bu gelişmelere karşı çıkan yeniçeriler, 15 Kasım 1808'de büyük bir isyan çıkararak, Alemdar'ı öldürdüler. Mahmut Han, yenilikleri durdurmak zorunda kaldı. Sultan Mahmut, içişlerle uğraşırken, Eflak ve Boğdan'a sahip olmak isteyen Ruslar, Osmanlı Devleti'ne savaş açarak Eflak, Boğdan, Besarabya ve Dobruca'yı kısa sürede işgal ettiler. Balkanlarda Sırp ve Hicaz'da Vehhabi isyanları çıkarak süratle genişledi. Bu isyanlar üzerine Mahmut Han 1812'de Ruslarla Bükreş antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı. Serasker Hurşid Paşa, kısa sürede Sırp isyanını bastırdı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa da Vehhabi ayaklanmasını önlemek üzere görevlendirildi. Hicaz'ı istila eden Vehhabiler, Ehl-i Sünnet müslümanlara akıl almaz işkence ve zulümler yaptıkları gibi, dine hakaretleri de dayanılamayacak mertebeye gelmişti. Mehmet Ali Paşa, yaptığı silahlı mücadelelerden sonra, mübarek beldeleri Vehhabilerden temizledi. Zafer haberine çok sevinin Mahmut Han, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'ya ihsanlarda bulundu. Mahmut Han 1821'de ortaya çıkan Mora isyanını kısa sürede bastırırken, ayaklanmanın ele başısı olarak gördüğü Patrik Gregorios'u patrikhanenin orta kapısında astırdı. Sultan Mahmut bu olaylar sırasında yeniçeri ve sipahilerin tecavüz ve zorbalıklarının önüne geçilemeyecek bir hal aldığını gördü. Aynı zamanda yeni talim ve eğitim kurallarını da reddeden bu fesat ocağının ortadan kaldırılması emrini verdi. Sancak-ı şerîf çıkarılıp dinine ve padişaha bağlı olanların onun altında toplanarak mücadeleye girişmesi istendi. Böylece Türk tarihinde eşine ilk defa rastlanan bir olayla Padişah'a bağlı birlikler halkla bütünleşerek, fitne ve fesat yuvası yeniçeri ve sipahi ocaklarını ortadan kaldırdılar. Yeniçeri ocağının kaldırılması hayırlı bir olay kabul edilerek, tarihe "Vaka-i Hayriye" adıyla geçti. Mahmut Han büyük bir gayret ve çalışmayla kısa sürede Asakir-i Mansure-i Muhammediyye adıyla yeni ve Avrupaî tarzda sistemli bir orduya sahip oldu. Topçu, lağımcı ve humbaracı ocaklarını ıslah etti. Mekteb-i Bahriye'yi kurdu. Eğitim ve öğretimi en üst seviyeye çıkarmak için Avrupa'dan hocalar getirtti. Ancak Osmanlı Devleti'ndeki bu süratli ve olumlu gelişme, Avrupa devletlerini hoşnut etmedi. İngiliz ve Fransızlar Osmanlı Devleti içerisindeki Mustafa Reşit Paşa gibi adamlarını yardım vaadiyle aldatarak, Rusya ile harbe sebebiyet verdikleri gibi, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'yı da devletine karşı kışkırttılar. Sultan Mahmut Han bu durumda bir yandan devlete yeni nizam verirken, bir yandan da buhran çıkaran iç ve dış düşmanlarla uğraşarak isyanları bastırmaya ve imparatorluğu kurtarmaya çalışıyordu. Bunlar arasında en kötüsü Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'nın çıkardığı isyan olup, hadise milletlerarası ağır bir mesele halini aldı. Nitekim bütün buhranlar karşısında, iradesi, sabrı ve cesareti kırılmayan Hakan, bu hadisenin ıstırabı içinde 1 Temmuz 1839'da hayata gözlerini yumdu. Cenazesi Çemberlitaş'taki türbesine defnedildi. İkinci Mahmut Han, askerî, idarî ve sanat sahalarında kendini çok iyi yetiştirmiş, dindar, akıllı, zeki, çalışkan ve azim sahibi bir padişahtı. İlim ve sanat adamlarına ve eserlerine ziyadesiyle alaka gösterir, kıymet verip himaye ederdi. Osmanlı Devleti'nin ilerlemesini, teknik ve sanayide devrin seviyesine ulaşılmasında görüyordu. Gayret ve sebat sahibi bir padişahtı. Devrindeki bütün hadiseler karşısında asla ümitsizlik ve gevşeklik göstermedi. Düşmanlara ve asilere karşı aciz, fakat devlet nizamına ve yeniliklere engel olan yeniçeri ocağını ve başına buyruk kimseleri ortadan kaldırmakla en büyük inkılabı gerçekleştirdi. Lakin iş başında iktidar sahibi ve dinine bağlı devlet adamlarının bulunamayışı, onun yalnız kalmasına sebep olduğu gibi yeniliklerde kesin bir neticeye varmasını da önledi. Ayrıca şair olan ve şiirlerinde Adlî mahlasını kullanan Mahmut Han, bu buhran devresinde, yaptırdığı ilim, sanat eserleri, hayır kurumları ve sosyal müesseseleri ile de ülkeyi imar etti. |
Murad(2.) ( 07.10.1403)- (21.11.1450)
Osmanlı padişahlarının altıncısı Saltanatı: 1421-1451 Babası:Çelebi Mehmet Han - Annesi: Emine Hatun Doğumu: 1404 Vefatı: 3 Şubat 1451 1404 senesinde Amasya'da doğdu. Küçüklüğünden itibaren devrin en büyük alimlerinden dersler alarak yetişti. 1415 yılında idari ve askeri bilgileri öğrenip tecrübe kazanması ve devlet yönetimine hazırlanması gayesiyle Amasya sancakbeyliğine gönderildi. Bu görevde iken 1420'de vezir-i azam Bayezid Paşa ile birlikte Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarını bastırdı. Babasının 1421'de vefatı üzerine 25 Haziran 1421'de Bursa'da tahta çıktı. Murat Han'ın ilk yılları isyanları bastırmakla geçti. Bizans imparatoru Manuel'in tahriki ile amcası Mustafa (düzmece) Çelebi saltanatını ilan etti. Yine Anadolu beyliklerinden Germiyanoğulları, Ramazanoğulları ve Menteşoğulları da Osmanlı tabiiyetini tanımayarak ayaklandılar. Murat Han, amcasının kuvvetlerini Ulubat çayı kenarında bozguna uğrattıktan ve kendisini de yakalatıp öldürttükten sonra İstanbul'u kuşattı. Ancak bu defa da Karamanoğullarının teşviki ile kardeşi küçük Mustafa Çelebi'nin isyanı ile karşılaştı. O'nun İznik'i alarak, Bursa üzerine yürümesi ile İstanbul kuşatmasını kaldıran Murat Han, 1423'te İznik'i geri alarak kardeşini idam ettirdi. Sonra da süratle harekete geçerek Anadolu beyliklerini itaat altına aldı. 29 Mart 1430'da Venediklilerden Selanik kalesini zaptetti. Fetihten sonra yeni muhacirlerle iskan edilen şehir, çok geçmeden bir Türk-müslüman şehri hüviyetini aldı. 1432'de Osmanlı aleyhine Karamanoğulları, Macaristan krallığı ve Sırp despotu anlaştılar. İki ateş arasında kalmak istemeyen Murat Han, Rumeli beylerbeyi Sinan Paşa'yı Macarlar üzerine gönderdi. Bu kuvvetler Macarları Tuna Nehri kenarında perişan ettiler. Bundan sonra Karamanoğulları üzerine yürüyen Sultan, Konya ve Seydişehir'i aldı. İbrahim Bey'in özür dilemesi üzerine sulh yapıldı. Murat Han, 1437'de büyük biri kuvvetle Tuna'yı geçerek Transilvanya'ya girdi. Zibin şehrine kadar pek çok kale fethedildi. 1439'de Belgrad kalesi muhasara altına alındı ise de bir netice elde edilemedi. 1444'te Macarlarla yapılan Segedin antlaşmasından sonra, saltanatı, geleceğin Fatih'i oğlu Mehmet'e terkeden Murat Han, Manisa'ya çekildi. Fakat bu taht değişikliğinden istifade eden Avrupalılar, Türkleri Rumeli'den çıkarmak için yeni bir haçlı ittfakına giriştiler. Bunun üzerine tekrar ordusunun başına geçen Murat Han, Bizans İmparatorluğu ile Macar, Leh, İtalyan, Çek, Litvanya, Hırvat, Fransız, Alman ve Venediklilerin katıldığı bir büyük haçlı ordusunu Varna'da ağır bir yenilgiye uğrattı. 1448'de Kosova'da haçlıları ikinci defa bozguna uğratarak Osmanlıların bu topraklardan atılamıyacağını gösterdi. Murat Han 47 yaşında iken 3 Şubat 1451 günü vefat etti. İnce ruhlu, hassas lütufkar, adil, merhametli, sözüne sadık, cesur ve tedbir sahibi, kumanda kabiliyeti yüksek bir devlet adamı idi. On iki yaşında şehzade iken başlayan muharebe hayatı vefatına kadar devam etti. Devlet işleri ile yakından ilgilenen Murat Han İslamiyet'in yayılması için her şeyini fedaya hazırdı. Bu halini Varna fetihnamesindeki sözleri açık olarak göstermektedir. "Bizler Allahü tealanın ihsanlarının, şükrünü yerine getirebilmek için bütün günlerimizi, senelerimizi, İslam dinine hizmete, Allahü tealanın bize emaneti olan insanları ruh, düşünce, beden ve dünyalık bakımından saadet ve selamete kavuşturmaya adadık. İnsanlığın dünyevi ve uhrevi huzur ve saadeti, yalnız İslam dinine uymakla tahakkuk edebileceğinden, biz de bütün ömrümüzü, her şeyimizi Muhammet aleyhisselamın dininin sancağını yüceltmeye, O'nun dinini bütün insanlara ulaştırmaya gayret ettik. Dünyada yegane gayemiz ve maksadımız halisane olarak budur..." İmar işlerine de ehemmiyet veren II. Murat Han, çok eser bıraktığı için Ebü'l-Hayrat diye anıldı. Bursa, Edirne ve başka şehirlerde yolcular için imaret ve ulema için medreseler yaptırdı. Bu faaliyetler neticesinde doğudan pek çok alim ve sanat erbabı Osmanlı ülkesine gelerek ilim hayatına yeni bir canlılık kazandırmıştır. Hakkında Yazılanlar 2. Murad Hayatı / Mefkuresi / Mücadelesi Yavuz Bahadıroğlu Yeni Asya Yayınları / Biyografiler Dizisi Hz. Ebu Eyyub el-Ensari'den Fatih Sultan Mehmed'e uzanan çizgide sondan bir önceki halka: Sultan II. Murad. Onun vazifesi, oğluna yol açmak, asırların rüyasını gerçekleştirmesine imkan ve zemin hazırlamaktı. Ve bunu layıkıyla başardı. Geleceğin Fatih'ine baba oldu, onu gerçekten "fatih" olacak liyakatte yetiştirdi ve kendi döneminde ülke sınırlarını emniyete alarak Kostantiniye'nin fethine uzanan köprüyü genişletti. Artık Fatih Sultan Mehmed, Peygamber müjdesini tahakkuk ettirebilirdi. |
Osmanlı Sultanlarının otuzüçüncüsü ve İslam halifelerinin doksansekizincisi.
Saltanatı: 30 Mayıs- 31 Ağustos 1876 Babası: Sultan Abdülmecid Han - Annesi:Şevkefza Kadın Efendi Doğumu: 21 Eylül 1840 Vefatı: 28 Ağustos 1905 Küçük yaştan itibaren özel bir eğitim ve öğretimle yetiştirildi. İnce ruhlu olup, güzel sanatlara karşı büyük ilgisi vardı. Türkçe yazı ve inşanın yanında Arapça, Farsça ve Fransızca'yı çok iyi bilirdi. Babasının 25 Haziran 1861'de vefatından sonra Abdülaziz Han padişah olunca, veliaht oldu. Nezaketi, kibarlığı, çağına göre bilgisi ve yumuşak huyluluğu ile sevildi. Amcası Abdülaziz Han'ın 1863 Mısır ve 1867 Avrupa seyahatlerine katıldı. Bu gezilerde davranışları ile Osmanlı hanedanının asaletini temsil ederek taktir topladı. Yurda döndükten sonra ikamet ettiği Kurbağalıdere köşkünde dış dünya ile temaslarını devam ettirdi. 30 Mayıs 1876 tarihinde Sultan Abdülaziz Han'ın tahttan indirilmesiyle Osmanlı sultanı ilan edildi. Ancak devlet işlerindeki bütün yetkiler Hüseyin Avni, Kayserili Ahmet, Mithat ve Reşit paşaların elindeydi. Abdülaziz Han'a aşırı derecede kin besleyen bu paşaların, amcasına karşı yaptıkları edepsizlikler Murat Han'ı çok üzdü. Saltanatının beşinci gününde, yine bu paşaların tertibiyle, Abdülaziz Han'ın feci şekilde şehit edildiğini ve annesi Pertevniyal Sultan'a hakaretler yapıldığını öğrenince iyice sarsıldı ve bu felaket yolunun sonunu düşünmekten aklî dengesi bozuldu. Bilhassa hadiseler karşısında çaresizliği devletin sultanı olduğu halde amcası ve annesine yardım elini uzatamaması Murat Han'ı perişan ediyordu. Zaman zaman derin bir sükuta dalar kimse ile konuşmazdı. Ayrıca doktorların yanlış teşhis ve tedavisi de hastalığının artmasına sebep oldu. Diğer taraftan ihtilali gerçekleştiren paşalar, 15 Haziran 1876'da Mithat Paşa'nın evinde toplantı halinde iken, odaya girin erkan-ı harp kolağası Çerkez Hasan Bey, Hüseyin Avni Paşa ile Hariciye nazırı Reşit Paşa'yı öldürdü. Yaralı olarak yakalanan Hasan Bey ertesi gün Bayezid meydanında asılarak şehit edildi. Padişahın devlet işleriyle meşgul olacak şuura malik olmaması iktidarı ele geçiren devlet adamlarının işine geliyordu. Sadrazam mütercim Rüşdi Paşa kimseye hesap vermeden devleti yönetiyordu. Kanun-i Esasî'nin ilanını isteyen Mithat Paşa ise anayasa taslağı ile uğraşıyordu. Bu sırada başlayan Sırp-Karadağ muharebesi ve mali zorluklar, başsız kalan devletin büsbütün perişan olmasına; anarşı ve isyanların artmasına sebep oldu. Ulema arasında ise şuuru yerinde olmayan bir padişahın ülkenin başında duramayacağı ile ilgili sözler dolaşmaya başladı. Şehzade Abdülhamid ise Sultan Murat'ın hastalığının tedavi edilemez olduğunu tıbben belirtilmesi durumunda hükümdarlığı kabul edebileceğini bildirdi. Nihayet 31 Ağustos'ta toplanan kabine, Sultan Murat'ın tahttan indirilmesine karar verdi. Şeyhülislam, Padişah'ın şuurunun yerinde olmadığından hal için buna cevaz (izin) veren bir fetva hazırladı. Doktorlar Sultan'ın iyileşmesinin imkansız olduğuna dair rapor verdiler. Ertesi gün devlet ileri gelenleri Topkapı Sarayı Divan-ı hümayun salonunda toplanarak Sultan Murat'ı tahttan indirdiler (31 Ağustos 1876). Aynı gün Osmanlı tahtına geçen Sultan II. Abdülhamid Han'a herkes biat etti. Murat Han, saltanattan hal'inden sonra ailesiyle beraber kendisine ayrılan Çırağan Sarayı'na yerleşti. Abdülhamid Han'ın bizzat ilgilenip, zamanın meşhur doktorlarını göndererek tedavi ettirmesi üzerine bir müddet tamamen iyileşti. Vefat edinceye kadar yirmi sekiz yıl idare ettiği Çırağan Sarayı'nda vaktini okumak ve torunlarını okutmakla geçiren Murat Han, Abdülhamid Han'ın nazikane hatır sormasını, daima teşekkürle cevaplandırırdı. 1905'te şiddetini artıran şeker hastalığı bildirilince, Abdülhamid Han doktor Ali Rıza Paşa ile Etfal hastanesi başhekimi İbrahim Paşa'yı tedavisi için görevlendirdi. Fakat bütün uğraşmalara rağmen kurtarılamadı ve 28 Ağustos 1905 Pazartesi gecesi vefat etti. Cenazesi hanedana mahsus merasimle kaldırılıp Hidayet Camii'nde namazı kılınarak Yeni Camii türbesinde annesi Şevkefza Kadın Efendi'nin yanına defnedildi. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 08:24 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.