![]() |
Serviler içinde bir park yeri
Serviler içinde bir park yeri….. Bütün hikayelerini okudum hayatın, Yardanda geçtim, serdende, Bir başıma aldım rengini mavilerin gökten, Yükledim kolestrolu yükselmiş kelimelere, Beyaz yelkenliler geçiyor şimdi saçlarımın üstünden, Tansiyonu yükselmiş korkularla, Hemen şuracıkta, yanı başımda Nefes almayı unutan biri var Fark edilmez Baruttan yapılmış gövdemle giriyorum, Herkesin cehennem diye kaçtığı yere,,, Metabolizması bozulmuş içimde taşıdığım akşamlardan, Kan rengini düşlerimize çeken adamlar düşüyor ağır, ağır Yıldızların tükendiği yerlere… Solukların tükendiği yerde Aceleci çocuklar doğuruyor yüreğim... Ve gürültüleri tuşluyoruz Zulmün kambur otobüslerine.. Keyfine diyecek yok Sabah vakti öten metal kuşların.. Azcıcık sırtını duvara yaslasam Kaf dağı, Ayağımın altında naylon çarık, altı yarık, Sıkılgan aynalara kepenk indiriyorum Utangaç kuşlar duvara çarpıyor düşlerimde, Bıçak saplanıyor gölgeme, Adım başı değişmiyor adresi sevinçlerin, Serviler içinde bir park yeri hazırlıyorlar, Uzun maratonlarıma Lütfi Kireçci |
Sevda kaçakçısı olduk miraç atlarının üstünde
Kaçırıyorum hüzünlerimi, Bir bağ bozumu mevsiminde Ansızın gelen zemheriden, Yollar uzun, yollar büklüm, büklüm, Her yol tek bir adrese çıkıyor beynimin haritasında, Karabasanlar çekilmemiş mezarlarına henüz, Ay ışığı servilere de vuruyor bu gece Düşlerinde bir dev vuruyor kendi geleceğini ehramın, Uyanıp hayra yoracak rüya tabircisi arıyor Sonsuzluk önümde kılavuz, Yakmazsa yakmazmış ateş insanı, Büyüdükçe kamburu sırtımda dağların, Beni öldürecek diye korkmuyorum artık İstanbul türküleri, Son trende kuduz aşısı var içime düşen yakamozların, Ne kadar güneş toplasam bir hayalet ihtişamıyla göklerden, Hummalı bakışlardan hüküm giydim geceye Kendime yabancılığım artarken, Ölü elbisesi giymiş kentlerde Tebessüm beyaz bir kefendir İçimde büyüttüğüm yiğit savaşçılara, Kinimi ebabil kanatlarından dökeceğim elbet Ateşin yakmaya utandığı insanın düşmanlarına Vakit ölümün kıyılarında yapılan bir tavaftır, Hangi yanardağ esmer bir gül açar içimizde bilinmez, Bir Nuh tufanı doğum yaparken içimizdeki sancılardan Sevda kaçakçısı olduk miraç atlarının üstünde İnatla yüzümü sürüyorum kartalları eksiltilmiş geceye İnatla kuzuların düşlerine bırakıyorum Sütten yeni kesilmiş bebeleri Aldanma iklimlerine bağlı damarları kesiyoruz yüreğimizden, Maviyi örümcekliyor şiirler sığındığımız korku evlerine Ciltlere sığmıyor karanfillerle taşıdığımız hüzünler, Haydutlara bayram yok kardelenler açarken, Mahmurluğa bir ölünün dolabında eski elbiseler giydirirken Sıratın üstünden uzaklaştırıldı mola vakti Henüz tanımı yapılmadı kerbela sahiplerinin Çiçeklerin açmasını bekliyorum akşam yorgunluğunu atmak için Irmak gibi akan kala balığın içinde yunusça olmak ister yüreğim, Çıngıraklı yılanlar kentin gürültülerinden beste yaparken Beni öldürecek diye korkmuyorum artık İstanbul türküleri, Lütfi Kireçci |
Seyahat
Karanlık bir geceden Mavi bir deniz kıyısına yürüyorum, Bırakıp içimdeki muzdarip leylaları, Umarsız bakışlarında bir ceylan Mecburuna mecnun arıyor Bir güle çığlıktır diye bakmanın anlamsızlığını, Anlatırken geçen yaz bu sahildeki ayak izlerine, Anı defterini açık bıraktığımız otobüs duraklarında, Dipsiz bir çuvalmış gençliğimiz İstanbul’a kar yağıyor, Yıldız tanelerinde seyahat, Martılar umut topluyor dalgalardan,,, Üsküdar’da bir adam türbe arıyor, İçinde taşıdığı gömülere,. Ve kürtaj gecikmiyor yeşile, En sinsi karanlıklardan, Kendi yalnızlığıma seyahat ediyorum, Evlerin üstünden söküp çatıları, Soğuk bir rüzgar esiyor saçlarımda Eskilere rağbet azalıyor düş pazarında, Ah bir ömür baktığım mavi gökyüzü, Bir mecnun çıkarıyorum kendi efsanelerimden, Balıkçı ağlarına takılan bir balık yüreğimiz, Ucuz pazarlara düşüyor gözyaşı simsarlarından, Anlatı bitmiş yüzyıllık kütüphanelerde, Raflara kaldırılmış tozlu dosyalarda sevgi cinayetleri, Üstü iyice örtülmüş Leyla şirin, Mecnun kerem, hikayeleri, Asılsız bir milat düşüyor Sancılara sanal zamanlardan, Gün elini ayağını keşmiş, Anlamı kalmamış kuş seslerinin, Baharda açan ilk çiçek kaybetmiş sevincini kendi beyazında, Fesleğen kokularını salmıyor artık dağ başlarına, Eşkıya dolu, bulutsuzluk ötesinde Ağaçlar mevsiminde bile yeşil değil, Sevinç getirmiyor uzak seferlerden dönen gemiler, Ağlarına takılan kocaman hüzün yüklü insan yürekleri Lütfi Kireçci |
Sipastik bir öfkeye adres ararken şiirlerim
Sırtımı yasladığım duvar çöktü, Enkazında arıyorum kendi yedek parçalarımı, Bölünmüşlüğüm kendi hücrelerimde bulunan En yeni gen dir, Çoğaltmayın gecenin ağrılarını ağzımda, Ben yeni yüzümle çıkıyorum artık görücüye, Ayaklarımı saplayıp çamurdan adam yüzlerine, Yürümüyorum, Mevsimler topal değil yüreğimde, Kelimeler denizinde oltam, Yasaksız mısralar yakalamaya çalışıyorum,,, Bir çoban sürülerini kaybediyor beynimin içinde, Bir kirpi jimnastik hareketler yapıyor damarlarımda dolaşan kanda, İhtimal ki beklentilerimin seyri seferinde, Sessizce ölmem, sevda türkülerine ihanet olur, Şimdi doğur içimde hırçın çocukları, Gökyüzünün nefes aldığı hırpalanmış mavilerden, Sipastik bir öfkeye adres ararken şiirlerim Hamam böcekleri sınıfında öğrenmek isterim Kendi alfabemi yeniden… Bana ait olan düşlerimi verin yeter, Korkum yok tahtadan bir evi kendime satın almaya, Çatı aksada olur, beyaz elbisem kirlenmesin yeter,,, Aralık bırakıyorum kapıyı, Eşyalarımı almaya geldim düş pazarlarından……….! Lütfi Kireçci |
Son dinozorun hüznünü kuşanıyorum
Şimdi kalkıp gidiyorum, Gitgide yaklaşan sonum Son dinozorun hüznünü kuşanıyorum… Biraz daha eskimiş kendi mekanında maviler, Bir o kadar yansıtmıyor yakamozları denizler. Rezervasyona gerek yok, Gitmesine gideceğim elbet bu yerlerden, Kimsenin davet etmesine gerek duymadan, Yada birileri gidişimi kolaylaştırmadan, İstiridye kabuğunu doldurmamış bir hayatın, Biraz küskün, biraz hırçın dalgalarında, Gün batımına kadar uzayan saçlarımızda Say ki, kafa tutmuşuz birilerine, Say ki çekil git demişiz, güneşimizden, Hepsi bu,,, Ay ışığında bile önünü görmezler, Duyargasızdırlar seslere, Mayın ekilidir tarlasına “girilmez” Tırnağımızı kessek cinayet sayılır, Cemre düşse eylülden, Alnımıza süngüler saplanır…! Şimdi kalkıp gidiyorum, Gitgide yaklaşan sonum Son dinozorun hüznünü kuşanıyorum Lütfi Kireçci |
Son Veda
İlk düşen yağmur taneleri gibiydi Gözlerinden akan yaş Birazdan yerini sağnağa bırakacaktı, Ardımdan döktüğün su Sadece yerleri ıslatacaktı, Vedaya çıkarılan tutuklama kararı Hiç kalkmayacaktı, Ve uzayıp giden zaman Saçlarında martılar doğuracaktı,,,,,,,, Lütfi Kireçci |
Suya inen ceylanlar vurulur şiirimde
Fabrika kokularında boğuyoruz çocukları, Pis bir mürekkeple günlüğümüzü yazarken Zulmün kambur zadeleri. Oturup bir dindarın buruk kanında Uzayan tırnaklarımızı kesiyoruz. Bir demet selvi gölgesi koymuşuz başucumuza İtiraf etmeliyim, Zemheride dirilen Kuş sürülerine sığınak yüreğim. Ah kanımızın aynasına düşen gençliğimiz. Beyaz bir hüzün kararır şimdi, Yüzümüzün günahında. İhtimal ki bu gece, Suya inen ceylanlar vurulur şiirimde. Oysa ben böyle martıların, Tünediği sakallarımdan, Müstesna bir nemrut sürerim pervasızlığıma. Uyumak mesleğini öğrendiğim, Engizisyon çağında, Kumrulara saplıyorum köle silahlarını, Otobüs camlarından, Ağzımızın kıvrımlarında Yosun bağlamış canavarlar. Oysa ne güzel sevmiştik, Gözlerimizden uzaklaştırılan baharları. Acemi bir sevince yüklerken, Siyah beyaz fotoğraflarını mazinin, Ana dili kıymık batan güneşmiş, Ölümü erteleyen sancıların. Gece künyemize defolu bir sürgün hazırlar, Aynalar bir kemancının esaretini saklar yüreğimde, Ucuz pazarlara sürülürken uçurumlar kirletilmiş düşlerden, Kaburgamız üstünde kırılır hırçın bir İstanbul akşamı. Kimsecikler görmez bereketli ölümlerini cellâdın. Bulutlardan kabir düşer muhtelif nemrutlara Bir dervişin duası var, güller açar Kerbela’da Militanlık payidar mıdır? Kıyamete kadar tuttuğum aşk. İnerken göklerden Hıra yalnızlığını kuşanmış zamanlara. Siyah bacaların üstünde konaklar ebabil. İnsanın vitrininden uzaklaştırmak için firavunları. Lütfi Kireçci |
Sorgu
Kuşlar gibi çırpındık üç ay sorguda, Yeni bir kimlik sahibi olduk katil, Asıl anlatmak istediğim şey Kime desem, nasıl desem bilmem ki Hiçbir şey…! Kilit vurulur dudaklara KONUŞMAYI ÖĞRENİR İNSAN DUDAKSIZ Yok artık uyanmak ay ışığında Unutmak gerekir acılar faslını Üç ay şafağında…! Bir kez vurulurmuş, Bir güzele, insan ömründe Bahardan önce açan çiçekler varmış Kırmızı Esaret beynimde göçen binlerce evmiş Dün gibi hatırlıyorum o günleri İradede insan, güçlü bir devmiş. Susmanın işareti dudağında kan Kimi unutmuş adını söylemeyi Buzdan bir dağ yüreğim susuyor Eskizlerle bir dev Küçük adamlar çiziyor Nedir bilir misin insana dokunan Ne üç ay sorgu, ne hücreler Askı, ceryan, falaka hiç Nolurdu anama küfretmese Üç beş ***………….. …………………………………………………1981..1991…. Lütfi Kireçci |
Şems’ten Mevlana’ya esen bir rüzgâr hayatımız
Özgürlük güvercinleri dökülür tespih tanelerinden, Sonsuzluğu yudumlarken hıra dağı boyunda adamlardan İplere ilk merhaba diyen Hubeyb’ide an Kuytularda kalmasın yaşadığın zaman, Şimdi geçemiyoruz ırmakları diz boyu kan Kuşlar yağmurları toplarken bir sabah avucumda Şehrin putlarını kovaladım durdum kaybolan anılarda Hiç değişmedi seccadem serdim suların üstüne, Bin kartal başıyla yıldızlar çarparken hüznüme. Gün silkeleyip üstünden denize atarken dağları Hayatımız Şems’ten Mevlana’ya esen bir rüzgâr Kadırgaları geçirirken bir iğne deliğinden kavgamız, Mavi gökyüzünde Ebabil Sırat’a bakan gözlerimiz. Kendi boynumu infaz ederken bir Ulubatlı hasan yalnızlığında Korkaklığın yabancısıyım akrepler büyürken şehrin gözlerinde, Eşkıyadır kendime uykularım akvaryumdan çıkmayan akıllarda Duvarlara yolculuk alnımda çatlayan damarların kıyısından. Sular uyandı, güneşi tartan terazilerde yürek Bayezıd- ı Bistam Sonsuzluk mavi bir tülbent, ölüm gürül, gürül akan bir ırmak, Cemre burcundayız muhabbet otağı düşmek istediğimiz yer Aklın bükülmüş duvarlarından geçiyoruz Mansur adına. Gökte uçan kuş kıskanır elbet burağı, ya üstündeki yolcu. Var mıdır ondan avare dudak, gönülde başka ateş, Heyhat, ondan ayrı kalmak maskaralıktır evvel ve ahir, Yürüyoruz yol Muhammed’e ne varsa aşka dair. 18 EKİM 2007 İSTANBUL |
Şiir güzelliğinde
Dışarıda değilim gülüm İçerdeyim biliyorsun, Yani cezaevinde Ne yapardım biliyor musun Yani ben dışarıda olsam diyorum Giderdim, Ağaçların en çok olduğu yere Elimde çakım Tüm ağaçlara İsmini kazırdım.. Yada gün batımı renklere Dokunup fırçamın ucuyla Resmini çizerdim Gümüş renkli sulara Ama dışarıda değilim gülüm İçerdeyim biliyorsun Yani cezaevinde Böyle gökyüzümün kare, kare bölündüğü Yaşamak denilen o şeyin, Dört çizgide kafeslendiği Tüm düşüncelerimin keskinliğinde Uzak bir yermiş burası ölümlerin eşiğinde Dışarıda değilim gülüm İçerideyim biliyorsun Yani cezaevinde İşte böyle sensiz bir gecede Kurşunladım gözlerimi Mazimin ıslak sularında Bir çift yağmurlu gözün, Militan bakışlarında Okudum eski mektuplarını yeniden Kör bir saatin, hücre yalnızlığında Dışarıda değilim dedim gülüm İçerdeyim biliyorsun Yani cezaevinde Biliyorum benden çok uzaklardasın Hem o kadar uzaksın ki Sesini duyamayacağım kadar Yanına gelemeyeceğim kadar Uzak bir yermiş işte burası senden İşte böyle gün batımı akşamlarımın Zindan duvarlarına düşen kızıllığında Seni düşünüyorum gülüm Yürüdüğüm beş on metrelik yolda Dışarıda değilim işte gülüm, İçerdeyim biliyorsun Yani cezaevinde Ah gelsen diyorum bir Gün ŞİİR GÜZELLİĞİNDE 22 1988 EKİM ÖZGÜRLÜKLERİN TÜM ÇIPLAKLIĞIYLA YAŞANDIĞI YERLER Lütfi Kireçci |
Şimdi evimin çatısında dolaşan filleri arıyorum
Şimdi evimin çatısında dolaşan filleri arıyorum Bir kuşun duvara çarpması gibi olmamalıydı, Tümörlere girişimiz, Protez bir gülüş harmanlamamalıydı yüzümüzün aksesuarına yerleşen Hoşgörülü olmayan çocukları Göğsümdeki saatin sarkaçlarına asılan cellâtlara bayram yok Korkunun alyuvarlarında jimnastik yaparken beynim, Şahdamarımızda gökten boşalan yağmurları selamlayan kuşlar İkamet ediyor. Yarına saldığımız güvercin, dönmedi henüz kadırgaya Dokunduğumuz yer uçurum, Gece kör bir testere, basılan düşlerimiz, ne Leyla var nede mecnun, Çıktım gökyüzüne fırtına topluyorum ay kovalarken. Gözlerimde bir bebek mum yakıyor karanlığa, Irmaklar ekliyorum gülüşüme, kent yağma edilirken yastığımın altında, Çoğalıyor saçlarımda baykuşların intiharı, Karınca ağırlığınca bassak yere, gergedan geçti diyorlar, Şimdi başımın ağrısına sabıkalı şu yorgun yürek, Gece vakti çoban yıldızı üretemiyorum artık dağlara, Sen dur artık Sakarya, ben akıp gideyim uzaklara, Kim fısıldar kulağıma Nil’in Musa’sını Kim çekip alır üstümüzden Kızıldeniz’i bir gece yarısı, Günahları keşfetmeden önce bilemezdik topraktan yaratıldığını Âdem’in Ve bir sivrisineğin sığınacak liman bulması insan burnunda, Arzın merkezine seyahat etmeyi tehir ediyoruz, Martıların kanatlarına emanet edip İstanbul’u Ne varsa söylenmesi gereken aşka dair söylüyoruz, Hatta elimize bir sopa alıp gökte başını kaybeden balıkları dövüyoruz, Uzak doğulu bir ressamın fırçasından tuvale dökülen yüzümde, Ebabil kuşları dolaşıyor taşlarını bırakmak için fil ordusuna, Tuhaf şey değilmi, yazdığım karmaşık şiirler, sanki bir şiir eşkıyası gibiyim, Dağlara vuruyorum şiiri, yol yok, iz yok, örgü yok, kah Fırat kenarında bir yolcu Kah diclede oğlunu kaybetmiş bir ana Bazen kafayı takıyorum Nil’e, Bakır bir leğende annemin beni yıkadığı günleri de unutmuyorum Ağzımı mühürlerken karanlığa, Bir göçebe çadırında göçebeyim bazen hayata, Bazen ısrarla basıyorum ayaklarımı yere Fırtınalar dikiyorum saksılara, betondelen güller açarken yanı başımda, Yatağımın sağ tarafında açan yosunlara takıyorum kafayı, bazen bitlere, pirelere, Ormanın sessizliğinde kendi sesimden korkuyorum, gençliğimi vurup mezar taşlarına, Ne garip şiirler yazıyorum ben, bazen boyumu aşan gürültülü kelimelerle giriyorum şiire, Yaprakların hışırtısında kuşların seslerini dinliyorum, yeşili çalınmış ağaçların Mavisi eskimiş gökyüzünün, tuzu biber olmuş denizin, kavga meydanlarına Taşıdığım çiçeklerim, ezbere bildiğim çoğu türkülerin yakılışını, bir zindanda zamanın Nasıl durduğunu, zamanın durduğunda yaşlanmadığımı fısıldayan duvarların sesini, Kahrolası nemrutları, firavunları, gökyüzünü kamalayan yalnız adamları, Evet, bir yalnız adamız cümle adam içinde, yalnızlar gemisinde oynadığımız tiyatro, Sahne yok, dekor yok, seyirci yok, hiç kimse yok, oynayan ben, seyreden ben, Kendimi alkışlayan ben, Şimdi evimin çatısında dolaşan filleri arıyorum gece görüş mesafesinde, Ayaklarımın altında patlamaya hazır mayın tarlasında ceylanlar geziyor, Unutkanlıklar örüyorum cumartesi, pazarlara, çekilip çocukların parklarına, Benim harcım değil insanın mihrabında kuşların kafasını koparıp atmak, Mansur olmasa da taşlanan yüreğimde simsiyah cesur bir yalnızlıktır boğazıma takılan Unutamadığım boynumun hırgürlerinde, koparılan fırtınada, ölen başsız, başsız adamlar. Lütfi Kireçci |
Tabutumu mehtaba çıkar ya hızır!
Tabutumu mehtaba çıkar ya Hızır Gözlerimde yangın şehirler, Külü bir başka, dumanı bir başka, Kundaklayan bir başka. Sinsice gökkuşağını kesiyorlar üstümüzden Her sabah göğsüme tığlarla yazılan talimat, “Su taşı Kerbela mahsurlarına” Kanserli akşamlara giriyorum Kendimi içimden fırlatarak, Geride ayaklarımı bırakıyorum Bir ilkokul kitabından düşüyorum bütün ırmaklara, Gençliği neşter gibi vurmuşum duvarlara Taksit, taksit öpüyorum intiharları İri memelerinden, Güle kangren, Karanlığın resmini fırçalıyorum sulara, Kırlangıçlara ütopya artık mavi gökyüzü Birde uçurumların ucuna rehin bıraktığım bedenim. Bileklerime sarılı cesetlerle giriyorum düşlere Çığ düşüyor ceylanların gözyaşlarından üzerime, Her sabah göğsüme tığlarla yazılan talimat “Su taşı Kerbela mahsurlarına” Kulağımdan içeri giriyor baltasıyla İbrahim, Mansur kabrine hazırlık yapıyor peygamber sofrasında Yastık altında cennet aramayı bırakıyor sofi Kalbimin haritasına bir tur dağı bırakıyor yıldırımlar Bir Ulubatlı hasan yalnızlığı dökülüyor mahpusluğuma Asr-ı Saadetten göğsüme iliklediğim esmer bir gül Dört mevsim kanayan kuşlarıma bahar sevinci Karantinaya alıyorum korkularımı Gece dünyaya yürümekten Gece dünyaya yürümekten Adım düşüyor sağır kayıtlara Kaygılı günde abdal yüreğim bir ötekine sansar edasıyla Hayret gecenin dudakları kesilmiş ustura ağzı sözcüklerde Kayıp laboratuarında bir akrep kendini sokmaya hazırlanıyor Bir gün yezitlere tekin olmayacak elbet sokaklar, Tabutumu mehtaba çıkar ya Hızır, deymesin namahrem eli, Her sabah göğsüme tığlarla yazılan talimat “Su taşı Kerbela mahsurlarına” Şimdi Mevlana iklimlerinde tanıyoruz âdemi yeniden, Ay kapkara, nazar deymiş güneşe, Yangın yeri şehirler, Bakarsın kıyameti kopmuş deccalın, Fil ordusu, tepesinde ebabiller, Kayıp ilanında ebrehe, Güneş silkinmiş kuyulardan Olması gereken yerde olduğu zaman Spastik bir tablodan çıkan hayatımızın kıblesi Yıldızlarla yan yana yazıldığında Kendimi ürperti haritasında rasathane gibi hissetmediğimde, Bir hazan mevsiminden ayakkabılarımı bırakıp kaçmadığımda Bana aşkı öğreten Hira’yı tutmak geliyor avuçlarımın içinde Ve bir ömür beklemek kutlu yolcuyu Sevr dağında Her sabah göğsüme tığlarla yazılan talimat “Su taşı Kerbela mahsurlarına” Gözlerimde yangın şehirler, Her gece gökyüzünü yeniden boyamak geliyor içimden Bütün beyaz bulutlara pencere açıyorum, Bırak ay girsin göğsümden içeri Bırak her sabah göğsüme tığlarla yazılsın talimat “SU TAŞI KERBELA MAHSURLARINA” Lütfi Kireçci |
Tabutlara nasıl sığar bu kocaman adamlar.
Tabutlara nasıl sığar bu kocaman adamlar Bir şiir yazarken yüreği ağzında bir şair, Yangına düşmüş Tüm kelimeleri sıralarken beyaz kâğıda, Anılar yalnızlığa Mukaddime olurken her defasında Zulüm göğüs kemiklerini kırmıştır Ölü kuşlar süpürülürken Ayaklarının altına. Kocaman yıldızlar düşmüş Bahtı kapalı balıkçıların ağına, Ölü kokan bir fırtına Firar edip çıkarken mezarından Eski İstanbul çarmıhta bekler Omuzlardan düşen cenazelerde Ve anne şefkati kaybolmuş Manzaralarla uyanırız öldürülüşümüze, Ne bir mağara var sığınacak, Ne akıp gidecek bir ırmak. Uzadıkça boyu engerek gölgelerin, Çekilir damarlarımızdan kan. Ölünecek bir sevdayı kanun yaparız yüreğimize İlmeği boynunda Yangın yerinde günler Çoğalırken mevsimlerde. Çilenin hevenginde Taptuk kapısında Yunus emre Musa”nın elindeki kor Dudağımızı yakan elmas Karanlık bir gökyüzüne sürüyoruz atları, Heybemizde emektar mavi boncuklu kuşlar Üzülmeyi unutmuş ölüler tarlasından geçiyoruz Ölmezlik suyu kılavuz. Gökyüzü harmanlanmış Yer budanmış dağlardan, Irmak küsmüş mecrasına akmaz Kuş konacak dal bulamaz, Hava ateş, yer buz, Mıknatıs gibi çekiyor içine bizi her kâbus Gece gördüğüm ay değil, gündüz gördüğüm güneş Tur dağı yerle bir aşk ateşinden, Nasıl birdenbire kördüğüm, İçeride özgürlük düşleri Dışarıda esaret gördüğüm Her ölenle öldüğüm, Yalınayak geçirildiğim kirpi cesetleri bırakılmış yollar Dicle de korku Diyar-ı Bekir de kıyam Dönüşümüz mutlak sona, dudaklarda tekbir. Başkaldırı mühürlemiş karanlık odaları Başuçlarında nurdan halkalar, Tabutlara nasıl sığar bu kocaman adamlar. Lütfi Kireçci |
Takılmasa boyunlara katil urganlar
Kalbimin Dileği İçimde sana gelme isteği Birlikte gezebilmek bir yerleri Elele tutuşabilmek belki Belki ziyaret edebilmek hayvanat bahçelerini Gerçi dokunur bana öyle yerleri gezmek İşte demek sana göstermek Bizden başkada yaşayanlar varmış, Şu kafeslerde Sakın gözlerin dolmasın güzelim Diken, diken olmasın yüreğin En iyisi gel açalım şu kilitleri BİR ÇILGINLIK YAPALIM İŞTE HIRÇIN KIZ Serbest bırakıp aslanları, kaplanları, filleri Yürüsünler İstanbul sokaklarında Ellerinde yazılı pankartlar olsun Ey insanlar, ey vurdum duymazlar Senelerce seyrettiniz bu kafeste biz hayvanları Eylendiniz, güldünüz, tepindiniz Ne zevk aldınız Bir gün bile titremedi yürekleriniz Bir gün bile biçmediniz zamandan Demediniz bize şu gün serbestsiniz Ey insanlar memnun musunuz halinizden Bizleri kafes içinde görmenizden Hiç yüreğiniz sıkılmadı mı Hiç mi utanmadınız Aksine güldünüz Şen kahkahalar attınız VE VAPURLARA BİNDİRSEK FİLLERİ Zürafalar geçse köprülerden Banliyö trenlerini işgal etse maymunlar En lüks otomobillere yılanlar binse Tramvaylarda otursa aslanlar Kaplanlar pençelese şu gökyüzünü İndirseler en parlak yıldızları Masa başlarında otursa domuzlar Kargalar hüküm verse bet sesleriyle, gak, gak, gak Kurbağalar vırak, vırak vıraklasa Kulak kabartsa denizde balıklar Üsküdar’a uçsa tavus kuşları Gazinolarda otursa goriller, geyikler İçki içip eylenseler, Pişpirik oynasalar yahut Lağımlardan çıksa fareler Dost olsalar miyav, miyavlarla İnat edip uçmasa martılar Şöyle daha da şişmanlasalar VE GÜVERCİNLER UÇSA DERİN MAVİLERE Şöyle süzülseler enginlere Gelip ellerimize konsalar Kırabilsek şu zincirleri Prangalar olmasa TAKILMASA BOYUNLARA KATİL URGANLAR Hür olsa sevdalar Sevdamız hür olsa Elele tutuşsak seninle Şöyle mavilere, mavilere açılsak Kuytu bir köşesinde evrenin Her şeylerden uzakta Bir dünya kursak Dedim ya güzelim İçimde sana gelme isteği Diş, diş koparmak kökünden Her çirkinliği İÇİMDE SANA GELME İSTEĞİ KALBİMİN DİLEĞİ Lütfi Kireçci |
Tedirgin yolcu
Neydi ki o kuyruklu yıldızın hikayesini dinlemek Nerelerden gelip, nerelere giderdi kim bilir, Hareket halindeydi otobüs, Tedirgin bir yolcu vardı içinde Dağlardan aşağı iniyordu şaha kalkmış atlar, Kurtlar özgürlüğü haykırıyordu yıldızlara Tedirgin yolcu Göz kapaklarının üstüne oturmuş Haydutları kovalıyordu Bıçaklı bir saldırıya uğramış Yaralı bir dev oturuyordu yüreğinde Gök gürültülü sağanak yağmurlarda Bir ırmak ta yüzen çocuk kaygılarından Kurtulmaya çalışıyordu. Neydi ki o kuyruklu yıldızın hikayesini dinlemek Tedirgin bir yolcu vardı otobüste Bir intihar sabahını bekler gibiydi elleri Kendi adı yoktu kimliğinde, yasaktı Yol kesen haydutlara o gün bayramdı Bir, bir girdiler otobüsten içeri, Tedirgin yolcu belli etmedi,tedirginliğini Hiç renkte vermedi,,oralı bile olmadı Ve bir oh…. Çekti..hem de ne oh……… Durdurdu ilerde otobüsü,,,herkes indi aşağı Herkes gibi oda derin bir nefes çekti sigaradan Oturdu bir köşeye, bağları çözülmüştü ayakkabısının Şehre adım attı, Şöyle bir baktı, Tedirgin oldu yine, Yürüdü şehrin karanlıklarına, Ertesi günü düşünüp daldı derin bir uykuya Sabah erkenden uyanıp çıktı,,,evden dışarı Sırtında parkası Son bir kez daha görmek istedi kız arkadaşını Önce uzaktan baktı, sonra yaklaştı… Biraz daha yaklaştı..tam konuşacaktı…………….. Hayır dedi olmaz….konuşmamalıyım………. Gözlerini yatırıp derin akan ırmaklara Kafasına dolayıp siyah atkısını Tekrar döndü geldiği yere, Yollar bu kez dokunaklıydı, otobüste fazla yolcu yoktu En arka koltuklara gidip uzandı, Çaktırmadan bir sigara yaktı, Biraz ağladı,,, Hiç kimseye anlatmadı bu olanları O gün kuyruklu yıldızın gelişini bekledi, Kim bilir ne zaman geçerdi kuyruklu yıldız………. Kafasını yaslayıp otobüsün camına Malu hülyalara daldı tedirgin yolcu Omzuna bir el dokununca uyandı Haydi arkadaş geldik, dedi muavin Ağır aksak adımlarla indi otobüsten yolcu Şehrin çıkmaz karanlıklarına dalıp gitti Kayboldu……….. Elbet bir diploma töreni değildi bu…… Aranıyordu….. Dağ gibi hüzünleri sırtlamıştı sırtına, Gidiyordu… Akşam nerde, ne zaman olur Bilmiyordu…….. Lütfi Kireçci |
Tuzlu bir heykelmiş hayat sürülerin yalandığı
Tuzlu bir heykelmiş hayat sürülerin yalandığı Cesaretim kalmamış Bakamıyorum defolu aynalara, Duvar diplerinde mavi bir sancı sevincim Tuzlu bir heykelmiş hayat sürülerin yalandığı, Şimdi bir intihar mevsimini prova ediyorum Akbabaların gagasına düşmüş kanımın pırıltısında Bir ağaç kuşlara balta uzatıyor hüzün ormanında Bir maymun başına şapka takmış en yüksek dalda, Bir kravat takmış boynuna fil gözlerinde bir gözlük miyop, Bir karınca mayın döşüyor toprağa, Kırk düşmanı uçurmak için havaya, Kabuğundan kurtulmak isteyen bir kaplumbağa, Marangoz dükkânını erken açmış bir zürafa arıyor Evlerin önü hamama yakın farelerin, Sırtlarına kese yapacak bir kedi arıyor. Sürünmekten emekli olmuş yılanlar, Plajda oturmuş nü resimleri yapıyor Kuşlar seslerinin örgüsünden bir CD çıkarıyor Davul zurna ile eşlik ediyor tembel ayılar, Sabaha kaç var diyor bir gececil yarasa, Güneşin doğmasından kuşkulanıyor. Bir dağ kalkıp gidiyor yerinden Dur diyor bir kurt sen dur ben gideyim, Zor olur dağların yerinden hareket etmesi, Kocaman bir bulut kaplıyor ormanın üstünü, Mavi yıldırımlar imza atıyor yaşlı ağaçlara Gergedanlar yorgun anarşist kesiliyor çamurun içinde Bir timsah yavrusunu yemenin gözyaşlarını salıyor ırmağa Saklambaç oynamayı bırakıyor bir balık hayra yorup düşlerini, Her ne hikmetse aslanlar vejetaryenlik sınavlarına hazırlanıyor, Kendini Beşiktaşlı zanneden bir zempra antraman yapmaya başlıyor Aslanlarla sahra maçına. Domuzların geçtiği yerden ısrarla geçmiyor tavus kuşları Uzun bir kuraklık dönemini atlatamıyor kimileri, Mavi bir sevinç kundaklanıyor yeşilin içinde Gökyüzü karanlığın ortasında ürkek bir hayal, Kubbesi yıkılmış mahzun bir camii. Dağ kokularından nakil bekliyor kentler Cesaretim kalmamış Bakamıyorum baruttan yapılmış aynalara Düşlere yolculuk telaşlı çocukların koynunda Ufkumuzu şiirliyoruz İstanbul akşamlarında Bir değirmen kuralım çamlıca sırtlarında Her gece hüzün öğütelim ay ışığında. Lütfi Kireçci |
Unuttuk tükürükle beslenen adamlar masalını
Aklıma değdikçe Şehrin gürültülerini kulaklarına Kama yapmış adamlar Yırtılan erguvan ağaçları yeniden açar, Lanetli kışlara Ankalar çekilse, Gökyüzünde yıkımtım, Uykuların vitrininden çıksa ebabil, Kan kurusa baltasında kabilin, Ey hayat ikliminde, Bileklerime takılan intihar. Saçlarımda uzayan bayat yangınlar, Kan çanağı Marmara, Savurdum terli yanlarımı martılara, Telaşlı bir yalnızlık üstüne ünlem koyarken, Kimler kanattı dağların sevincini bulutlara, Unuttuk tükürükle beslenen adamlar masalını Hiçliğe hazırlanan kargalar tiyatrosunda final, Peynirden yapılmış düşler İkram edilirken farelere, Yağmurlar boşa yıkıyorlardı Dişlerini gıcırdatmayı unutan çocukların yüzlerini. Esmer zamanlara park ediyordu bedenini Taze bir ölü Vuslatını martılara bir kez daha anlatmak için. Türkçe bildiğim Bütün kelimeleri çalacaklardı düşlerimden, Aşkı öğrenemeyen kuşların flört etmesi ölü güllerle, Gökyüzü utancını geri alırken şizofren zamandan. Sonrası malum, Cinnetimi yoksullaştıran Sabahın sağır saatlerine dökülen, Beyaz güvercin ölüleri. Yaşamak kar yağdırmalı artık titrek yangınlar üstüne. Lütfi Kireçci |
Uzandım güneşin kıyılarına vakit çok geç…
Uzandım güneşin kıyılarına vakit çok geç… Uyandım gecenin kör bir vaktinde Kör bir akrep soktu düşlerimi, Tutundum bir güvercin kanadı umutlara, Yağız atlar yığıldı yangın soluklarıma… Uzandım güneşin kıyılarına vakit çok geç… Ayrılık vakti gelmiş veda limanlarından… Hoş çakalın sevdiklerim Hoşça kal dünya, ve de ay… Önce mavilerini sildiler gökyüzünün Güneşe gölge oldu, birileri,,, Nereye gitsem kızıl, kıyamet, Nereye gitsem bıçak sırtında cinnet, İyi şeyler eklemek isterdim repertuarıma Kaldırım taşlarından albümlere doldurduğumuz Siyah beyaz cinayet fotoğrafları… Kimse yokmuş aşinalığımıza kutup yıldızı… Esir kamplarındayız Kuramsal aşkların gıyabındayız… Yıldız topluyoruz göklerden Boş zamanlarda misket oynamaya… Bir avuç kekik kokusu da gelmiyor dağlardan.. İyi bir haberde düşmüyor mektuplardan… Sağ kaldığımıza canlı şahit bile yok.. Bir tel örgü, bir süngülü bay,, ve de süngülenmiş gökyüzü.. Vay anam vay… ülkem kimlere emanet yav.. Bunlar mı koruyacak beni bir yunan harbinden… Kırk engerek düğümüyle kuşatıyoruz Göktürk soyundan geldiğimizi anlatmaya gerek yok Nüfus kimliğinde kendini Türk sanan bıyıksız zatlara.. Yada kertenkele suratlı… yada suratsızlara… Sen mi kimlik sorgulaması yapacaksın bana, Fikir den yoksun… et kafalı ahtapot yanaklı.sevimsiz adam… Kimsin sen ulan.. Hadi git işine… Beni hücrem de benimle bırak… gölgen bile düşmesin içeri… Sonra kafana düşer dokuz şafakta..dokuz zemheri… Bekle şafaklara ne getirir hele… Çekil git köşene..kiş, kiş… nü resimleri yap sen annene… Annende göstersin babana.. Baban peh ne güzel desin..rahatlasın… Geçmesine geçti ya o yıllar, Çatla Selimiye, çatla Bayrampaşa, Uzun Maltalarınızdan bir yolcu aktarımı Yapamadınız ya derin çukurlara, Noel barış ödülü de alamazsınız artık… Biraz daha beslenin kargaların artıklarıyla,,, Geriye dönüp bakmayın, Lanetlenir bir gün Sadom ve gamoranız Taş kesilirsiniz….bir sahil kenarında.. Belki bir senaryo olursunuz korku filmlerine Belki rakip çıkarsınız Adolf Hitler..dizilerine.. Utanç duvarlarına yazılır adınız.. Belki şeytan niyetine taşlanırsınız… Lütfi Kireçci |
Uzuneşek oynuyoruz servilerin gölgesinde
Karanlıkta çekilmiş bir fotoğraf yüzüm, Çılgın dalgalara savuruyorum küllerini düşlerimin, Sabaha geç uyandığım saatlerde, Yüzüme dokunuyorum varmıyım, bedenimde Nerden inilir arzın merkezine, Hangi merdiven çıkar gökyüzüne, Çıkmaz sokak yazıp hüzünlerin perdesine, Bu son bestedir deyip kentin gürültülerine, Göçmen kuşların rotasına çeviriyorum yönümü, Saçlarını örüyor bir çocuk gözlerimin kirli sularında, Ruhum bir çelik çomak oyunun da anarşist, Kafa tutuyorum tarla ortasında bir korkuluğa, Bir oyuncak yapıyorum martıların çığlığından Uzatıyorum geceye Bildiğim şiirler dökülüyor cebimden yerlere Ver yansın ediyorum şairliğime Tüm saatlerin sorguçlarına asılıyorum, Tedirginlik üstüne bastığım bir mayın Çekemiyorum ayaklarımı Ürkek kuşlar çoğalıyor yüreğimde, Korkuyorum, rüzgârlı bir bayırda, Hüzün mü yazılıdır boynumuzda Taşıdığımız muskada. Ölü bir balina ağzımızın kıvrımlarına Yerleştirilen şehir, Tuzla pansuman yapıyoruz yaraları, Kardan adamlar yapıyoruz çöllere, Köstebekler dahada derinleştirirken uykularımızı, Şah damarımızda oturan hamurdan yapılmış hüzün kuşları Yüreğimiz bir böğürtlen gibi açılırken putperestlerin sofrasına, Bütün karaları elime bulaştırdım, yağmur toplarken düşlerimde, Çingene fallarından daha efsunkâr değil miydi? Bir cezaevi arabasının deliklerinden seyrettiğimiz hayat Şimdi o hayatın içindeyiz, oltaya takılmış şapşal bir balık gibi, Her sabah yüzümü arıyorum, nerdeyim Boynunu gıcırdatıyorum mavi firarların ömrünce, Nereye baksam önüme düşen ahşap bir tabut Uzuneşek oynuyoruz servilerin gölgesinde Ve skoru ilan ediyor melek, toprağa kocaman bir sobe Sobeleniyoruz. Lütfi Kireçci |
Üç dakika sonrası ölümle bitecek bir finalin öncesinde yıldız topluyorum göklerden
Üç dakika sonrası ölümle bitecek bir finalin Öncesinde yıldız topluyorum göklerden Yürüyorum, Cesaretliyim Korkmuyorum öyle olur olmaz şeylerden, Önce korkunun evlerini çiziyorlar düşlerime Milatsız kuşlara açıyorum yalnız kapımı Dışarıda bekleyen fırtına İçeride ben Mutlak karşılaşacağız Üç dakika sonrası ölümle bitecek bir final Buna hazırlıyorum kendimi Hayır korkmuyorum Yürekliyim Abur, cubur adamlar dökülüyor Kırk güvercin kanadında taşıdığım Kan damlayan dudaklarımdan Kayıp giden dağ masalı Ellerine kınalar yakan kız Kartpostaldan çıkaramadığım yabancılar Elbet bu yangın yerinde yalnız değilim Çıkartın beni okyanusların mavi atlasından Hece, hece okusun beni Saçlarına ilkokul kurdelası takan kız Korkmuyorum, Üstelik rüyalarımı talan etmiyor kargalar Anlatacaklarımız var daha Dur hele lan gardaşım dur hele Şöyle azıcık bir soluklanalım Kordon boyunca gezmiyoruz herhalde Hadi bu gün okuldan kaçıp Şöyle bir sinemaya gidelim Dalıp gidelim bir macera filmine En güzel yerinde kopsun film Kavuşmasın kıznan oğlan Ne diye not defterine hep iki düşsün matematikçi Hiç birdirbir oynamamış mı şu fenci Doktorlar gibi beyaz önlüğü üstünde hep Ne zaman kopya çekebileceğiz şu derslerden Asık suratlı şu müdürün yüzünü görmekten iyidir elbet Okuldan kaçmak yada tahteravana binmek Uzaktan geçen gemilere el sallamak gibi bir huyumda yoktur Haramilerin limanlarını basıyordu kalın kirpikli kadınlar Sabah ezanı yüreğimize kuşlar serpiştiriyordu ötelerden Elif,lam, ra Kaf dağından aşırıyordu sırtımıza vurduğumuz Dağların bile kabul etmediği yükü Yürüyorum Korkmuyorum Yürürken yeni doğmuş bir tay gibi titremiyor bacaklarım Su içerken vuruyorlar ceylanları Zulüm şehre inmiş eşkıya gözlüklerinde dolaşıyor Yürü sevdiğim dağ başları kandır, pusattır bize Fırtınadan biçtik gemileri Maviye boyadık çocukların düşlerini Bir desti su getir ırmaktan Ayşe bacı Gün sokaklara yazdığımız destanı anlatsın kalabalıklara Yürüyorum üstüne gecenin Korkmuyorum Eli yılan tutan *******in işgali altındaki kentlerden Dışarıda lodos Bir başka bahara erteliyoruz Tabutlarla randevumuzu İşte buna üzülüyor gecenin yıldızlarını omzumuz dan sökmeye çalışan birileri apoletleri sökülmüş bir gün düşüyor takvimlerden herkes güneş tutulmasını izliyor sokak aralarında bir kasap dükkanını kaybediyor camiye giden bir imam yolunu Filistin’deki çocuk kolunu Oysa şehrin duvarlarına şiir yazmamıştı Halil Halil köyden yeni gelmişti elinde bavul Çantasından çıkardığı ekmeğinin içine yeşil soğanı yatırdı Ah.. ulan dedi Halil birde şunun yanında yayık ayranı olsaydı NEYSE DEDİ HALİL TIKA BASA DOYURDU KARNINI SONRA CEKETİNİN CEBİNDEN TABAKASINI ÇIKARDI BİR CİGARA SARDI HALİL, BIYIKLARI İYİCE SARARDI AH..DEDİ KEŞKE, ŞÖYLE BİRDE DEMLİ ÇAY OLSAYDI Bu şehrin halini hiç beğenmedim dedi Halil Hani nerde kaldı aşağı köyden gelen Bekir Gürültüleri boynuna bir atkı gibi takıp ta Halil Geldiği yere geri döndü erkenden Halil Bil ki kırk yerinden düğümledim fırtınayı bu gece Halil hiç gelmemişti halbuki bu şehre Sivrisinekleri kanatlarından tutup ta geriye Kırık cam parçalarına atmak geldi içimden Dalgasız bir denizin kıyısına uzanıp Yatmak geldi içimden Kim tutabilir içimdeki şehir görmemiş çobanları Kınından çıkmaya görsün o iri palaları Lütfi Kireçci |
Üzüm budamaya kalktık ay' dan
Ağrıyan bir mutluluk olmasın Ağrıyan yanlarımızı ikmal eden tabutlar Soğukta üşüyen ceset olmasın Mavi bir tülbent karanlığa. Başım dik, vazgeçilmez aşk, Tozlu raflar arasında menzil Beyhude dolaşır kelebekler hekim yok, Kurşun sıksan karanlığa, Bezirgân çarşısından yükselir mızraklar, Safkan atlar geçer düşlerimizden, Bırakıp nallarını vefazıslığa Leyla karanlıkta bir şehir olur ulaşılmaz, Mecnun vurgun yer göklerden, Düşer tarlasına belanın. Güneş fermanı hazırlar Darağacında yükselen çığlıklara, İstanbul ve ben, Şehrayin yapıştırılmış sırtına balıkların Düşmesin diye göklerden. Mehtabı kolluyorum, Sır vermesin sulara Kafes içinde mahşer, Dinamit fıçısı yaşamak, Güvercinler emanet, Öfkeli kalabalıklara, Parmaklarımın ucunda Kurt sesleri sonsuzluk. Hangi diyara gitsem kalemi kırık şair, Fareler uçarken göklerde, Kuşlara seyahat bavul içinde, Böylece kovuluyoruz Çocukların geniş parklarından. Ne diyordum sahi, Kar altında ikamet ederken kardelen, Gökyüzü iri memelerinden Süt emzirirken özgürlüğe, Bir bak savaşarak eskiyen gözlerimize, Bir tarafı Filistin, Bir taraf çeçenya, Bir taraf hala ırak, Fil ordusu çıkmaz oldu Aşkı savunan çocukların dünyasından. Ve hala sarhoşum İnatla içtiğim, Kirli sulardan, Tütünden, Fare ölülerinden, Kulağıma indirdiğim paslı Kepenklerden. Bir duvarın dibine bıraktığım ağzım, Bir tamirci çantasında beynim, Hafızamın mağrur sikkeleri düşer kulaklarımdan, Mahsustan yaşadığımızı anlamadan Ayaklarımıza bağlı bulutlar, Dövücülerini ayartan adamları ararken Sokak ortasında bir hayvan Şaşkınlık uyumaz Fotoğraflarını kaybetmiş ölülerin saçlarında, Yağmurlar ayaklanır Kırbaçlarıyla düşlerime girmiş mevsimlerde, Adresim açık, Boğulmuş kuşlar teninde gezerken gece, Tek vardiyam, Korkusuzluk, Ne tunçtan, Ne demirden, Bir kahkaha, Bir okyanusu övmekten korktuğumda, Başucumda yastık, sıra sıra lahitler. Son ufukta kervan, İstanbul yüklü gemilerle açılsan Maveranın tahtına. Naylon ayakkabıyla geçtik çağları, Üzüm budamaya kalktık aydan, Huysuz yıldız topladık avuçlarımıza, Usulca girerken koynumuza mahmurluk. Lütfi Kireçci |
Ve benzin döküp yaktım, sahildeki tüm kayıkları
Bu yalnızlık farklı bir şey olmalı İnsanın gurbetine yazılı Sen gittiğin günden beri Sahildeki o çay bahçesine hiç gitmedim Hiç el sallamadım o günden sonra gemilere Martıları fark etmedim, Gece sokak lambasının etrafında gezinen kuşları Yokuştan aşağı iniş kolayda Çıkarken fark ettim yanımda sen olmadığını O eski konağın da önünden geçmiyorum artık Alış veriş yapmayı da bıraktım köşedeki bakkaldan Kınalı tepede uçurtma uçurtmayı Dilenciye de para vermez oldum Geçen gün kovaladım falcı kadını Ve benzin döküp yaktım Sahildeki tüm kayıkları Kıskandım sen olmayan sensiz kıyıları Sen giderken Mahmur besteler dökülmüştü dudaklarımdan Ve içimdeki sancılardan ipe sapa gelmez kahramanlar doğmuştu Gece gördüğüm her sarhoşu dövdüm Her meyhaneyi taşa tuttum Senin oturduğun banklara Hiç kimseyi oturtmadım Uçurumlara koştum En yüksek yerden balıklama atladım dalgalara En derin yerlerde yüzdüm Meydan okudum köpek balıklarına Vardım evinizin karşısına her gece Oturup sabaha kadar seyrettim yıldızları Hiçbir yıldız iştirak etmedi sensizliğime Alay edecek cesaretleri yoktu belki de Her sabah namazı ezanını dinlerken Oturup taşların üstünde Ötelerden bir ses geldi, Haydi camiye Gidip kıldım sabah namazını camide Bir garip oldum, uçtum derin dehlizlere Okyanuslar geçtim, Kıtalar atladım Beynimde deprem Ah ulan ah dedim Bir faninin ardından gittin de bunca yıl Bak ne geçti eline Vah bana vah bana Aha bunu yaz artık buraya Ölümsüzlük te uçmak var artık nice uçurumları Sen gittin İyi ki gittin Yani iyi ki yoksun Artık deli dana gibi bağırmıyorum Varıp evinizin kapısını yumruklamıyorum Ne çok sevinmiştir şimdi o zilli anan Vede yel değirmenlerine saldıran don kişot baban Ulan iyi ki çekip gitmişsim hani Sana benim gözümle bakan Karganın bile gözünü oyacaktım Vurmadığım adam kalmayacaktı mahallede Her gün girip çıkardım içeri Üstelik birde sana kızıp Neron gibi YAKACAKTIM bu şehri İyi ki gitmişsin İyi babanın tayini çıkmış Verilmiş sadakamız varmış Hadi git güle,güle Lütfi Kireçci |
Valizleri hazırlayın kaçıyoruz………
Valizleri hazırlayın kaçıyoruz……… Valizleri hazırlayın Elbiselerinizi de Ha unutmadan..pusatlarınızı da alın.. Çok yemek yeyip ağır olmayın Az sonra paket servise verileceksiniz Şişşşşt,,,sessiz olun, Sizi taşıyanlara yardımcı olun, Nefes almayın, Titremeyin, Haydi rasgele Birazdan tarihi gün başlayacak Ya gines rekorlar kitabına gireceksiniz Yada Tekrar yanımıza geleceksiniz hepsi bu Kimse dokunamaz size, Ardınızdayız……. Beş paket hazır, Haydi iş başına Yükleme işi başlıyor “ulan amma da ağırmış ha.. tüh ALLAH kahretmesin, adam biraz zayıflar lan dört tekerlekli arabada mı gideceksin iki ayaklı el arabasında gideceksin dış kapıya kadar dur şuna iki tekme atim hele yükleme tamam, birazdan ya kızıl kıyamet kopacak, yada kargo arabası paketleri üstünde yazılı adreslere teslim edecek, uzaktan seyrediyoruz, giriş kapısını kalplerimiz de ritim bozukluğu, ne o heyecan mı bastı, ulan o sandık ta olsam bu kadar heyecanlanmazdım herhalde ya sabır hacı, tren kalkıyor, ne treni lan, kargo arabası, baksana eski model bir külüstür gelmiş bugün kontak açılıyor, araba çalışıp duruyor, kontak açılıyor, araba çalışıp duruyor ve bir mezardan dışarı çıkan bir kemik gibi birinin kolu çıkıyor sandıktan, eyvah.. boşa gitti bir kilo incir, gelde ayıkla pirincin taşını sandıklar iniyor aşağı bizimkiler baş aşağı önce Mustafa çıkıyor sandıktan biz diyor demokratik insanlarız böyle çıkarız sandıktan havada dipçik, kalıyor, yıkılıyor mahpushane, durun lannnnnnnnnnnnnnnnn….isyan başlıyor… yakın burada özede tipide evide, çağır gelsin idafaile de ………… havada bulut yok bu ne dumandır.. şu bizim mahkumlar gardaş, nede yamandır. Burası hapishanedir,,,her yanım zincir…….. Kaçık gidek dedik, nasıl tuttular bizi, Amanın da lan gardaşım her yanım incir, Ammada girdik ha gines rekorlarına, Alıp götürdüler onları hemen yan tarafa Amanın da eh…te,,turikeymiş ,,,yani iyiymiş Arkadaşlar…..bir hata yapıp dokunmamışlar…. Yani yat,yat uyu, dese de kravatlı biri Öyle yatılıp uyulmuyor mahpushanede Bak nelerde düşünüyoruz böyle insanın zihnini açan Ve bedenini zinde tutan, dört kamyon toprağı Saklayıp, arayanlarla saklambaç oynayan Kafaya taktık bir kere tek düşünce kaçmak Sahi nasıl kaçınılırmış bu hapisten Herkes ufak harflerle düşüne dursun Kimin fikri uygunsa kabul buyursun Günlerden bayram, ya ramazan, ya kurban Damlar içeriye ziyaretçiler bir, bir, Kollarına basılıdır ziyaretçi mührü,, İçerisi kalabalık, ana, baba, günü dayı, çoluk, çocuk hep orda Uzun bir koridor, sohbet koyu, Dayı oğlu gelmiş ziyaretime, hanımı, kızı, oğlu Derki aha buradan kaçmak mümkün değildir, Dayı oğlu dur hele hemen karar verme Uzat şu elindeki mühür bas elime Uzatır elindeki mührü basar elime Azda olsa çıkar elime..ziyaretçi… a..gerçekten çıktı der, çocuklarda buraya kadar tamamda ya sonrası amanın durun acele etmeyin,,, tebdili kıyafet edip,,,hazırlanır bir sahte kimlik, sonra bak gidiyor, ziyaretçilerin arasına karışıp hatta gider gardiyanla, askerle de tokalaşır işte o sırada biride gidenin saatini alır, ve ben anlatırken bak sen adam gitti işte, Akşam olur yoklamayı yaparlar bir, bir Firar çıkmaz ortaya ertesi güne kadar, Tipini iyi değiştiremeyen yedi idamlık biri Kapıdan çıkarken dur nereye gidiyorsun derler, Tekrar kaçıp gelir içeriye, iş patlar Sayım var haydı maltada hizaya dizil Yeşil elbiseliler, mavi elbiseliler, hep içerde Mahkumlar derler, falan filan kaçmış yok hiçbir yerde adam gideli yirmi dört saati geçmiş çok sonra öğrendik sınır dışına çıkmış,,, Tüh ne aksilik, bizde hazırlık yapmıştık ne güzel Bir kilo sakalı verdik gitti yele Akşamda hazırlandık saatlerce, Bir çuval şiiri de sakladık kasetlere, Hani nolur nolmaz..ölmez vede sağ kalırsak Anlatacak bir şeylerimiz olsun..istedik Yeter artık kafanızı ütüledik..kalın sağlıcakla……… Onaltı sene geçmiş aradan,,,, Şimdi şiir yazıyoruz..şuradan, buradan……. YIKILASIN MAHPUSHANE O yıl mahpushanenin duvarını yapan usta, Yada her kimse, duvarın altında kalmış,,,,,,,, Rahmet mi dilersin,,bilemem, ben bilemem.. Neden yaptın sen o duvarı, hadi gör şimdi mezarı.. Lütfi Kireçci |
Ver yansın edeceğim yarasaların düşlerini,
Ver yansın edeceğim yarasaların düşlerini, Zemheride açan çiçeklere şahit olacak mevsimler, Damarlarımda şaha kalkmış atlar zindan uğultularından, İnce bir sevda türküsüdür bileklerimize konan kelebek, Bütün kuşlar bizi selamlar pusuya yatırılmış korkularımızda, Öksüzler yurdunda mı oturuyorum bütün şairler susmuş, Dalında bülbül ötmeyen gülü neylesin vatan, Beklemekten çürüyecek yüzümüz uçurumların ucunda, Altı üstü bir kafa kâğıdı bırakıp gideceğiz uzaklara, Ellerini yakıyor içimde huysuz çocuklar güneşe koşarken, Sokakta dolaşan korkulukların hikâyesi olmaz yarınlara, Ninem elinde tespih ruhanilere karışıyor, Dedem Süleyman çavuş anlatırken Maraş harbini, Eğilmeye gücümüz yetmiyor bunca yıl ehramların önünde, Ve düğmelerini kırıyoruz ceketlerimizin önümüzü iliklememeye Gökten deve düşmesini bekliyor umutsuzlar akrep üstüne, Gergedan boynuzlarına takılıyor kırk yamalı uykularımız, Gözlerimizin karalığından içeri süzülen karayılanları tutamıyoruz, Gülerken linç edilmekte varmış ayıların kutsal postuna, Her akşam yasal bir ölüm konaklıyor yüreğimize, Hazırlıklı değiliz boynumuzu iplerde kırdırmaya, Bütün sabahlara bir yunus karnında uyanmak istiyoruz, Gecenin örtüsünü yırtıp yüzümüzün duvarından… Boynum yasak kitaplarda kuşların uçuşuna eğiliyor “zavallı işkencede ölmüş” düşüncesi beni utandıran şey Piranhaların boğulduğu yüreğimizin dalgalı denizlerinde, Köpek balıkları bile unutuyor iyi bir yüzücü olduklarını Lütfi Kireçci |
Vurdum Duymazlığımıza Park Edecek Kargalar,
Gün daralır, yere geç iner çığ, Benim gönlüm virane baykuşlara ikametgah Olur mu bilmem her eylül sonrası Vurdum duymazlığımıza park eden kargalarda. Çıkagelir, Bir sabah uyanırım, Akşamdan kalma kuşlar, Dökülür kirpiklerimin ucundan, uzanır cennetten bir salkım üzüm alır Cebrail, Verir Hasan, Hüseyin’e, Veyl olsun Kerbela sahiplerine, Veyl olsun Hasan Hüseyin’e kıyanlara, Antikorsuz bir çağ dolaşır, Kabilin baltasında tepemize düşen kanda Ve Habil’in soyundan gelenlere, kanlı gömlek, Yakup’un koklamaya kıyamadığı, an gelir, Sancılar dökülür yüreğimize Bilal-i Habeş’in göğsüne bırakılan taştan, Altaylarda kopan fırtına, Mola vermez Estergon’da, Bir dağ başında vurulur firari türküler, Tabutluklara düşer genç ömrümüz, Bakışları en son uçurummuş gördüğümüz sevgilinin, Gidiyor musun, Bir veda bile etmeden, Elbiseni bile değiştirmeden, Öylece elbiselerinle gidiyorsun Huzuru mahşere, Git dostum, Ardına bile bakma, Üzülmüyoruz, Üstelik kıskanıyoruz da, Bir selamımızı ilet, Alemler sultanına, Bir selam ilet, Şehitler sultanına, Git, Geriye bakma, Ardındayız, Sıradayız, Bir avuç al cennet sularından, Uzatıver bize, Sizin için yanan yüreklerimize serpiştir, Hasretliğimizi gider, Dar ağaçlarında yaktık size gelen gemileri, Karanlığa yapıştırdık sizden aldığımız güneşleri, Ve boyunlarından vurup tüm eylülleri, Bir yafta asmalarına izin vermeden kara zindanlarda, Biraz daha barut, biraz daha fırtına biriktirip akasyalar gölgesinde, Kırmızı renkli yılları, eskitip dipsiz kuyularda prangaları, Yeniden vuracağız aşklara uzak diyarları, Bırakın mahcup bir eda ile kirpiklerimin üstünden Düşerse, düşsün dünya, Biz diyetini ödedik bitsin artık bu rüya,,, 15 EYLÜL 2006 İSTANBUL…….. Lütfi Kireçci |
Yakamozlar balıksırtına muska olmuş ay ışığından
Bir hüzün nehri akar gözlerimin altından Kabilin murdar baltasından çıkmış ölüler mezar ararken düşlerimde Can evimde morg, hakikat ağzıma bırakılan sessiz çığlık. Savaştıkça sakallarımıza erken düşen kar Kibirli yalnızlığın penceresinden çıkardığımız, Yangınları ağzıyla ölü askerin matarasına dolduran adamlar. Kafalarında taşıdıkları şehrin misafirhanelerini yıkarak, Tetik zamanlara park ettiler tüm öfkelerini Üstelik hala karlar yağıyordu kuşların çarptıkları duvara Beyaz ve kırmızı, alnımda bir damar adres ararken ötelere. Bütün korkuları kırk masal odalarına atmıştık, İnsanın kıyısından uzaklaştırılan tüm güvercinlerdi bize hamal. Cellâtlar kükreyerek geliyordu göğsümde bir kıl serbestliğini ilan ederken. Devlerin tenhalarına çekilmiş esrarlı korkusuzluğa Vehmin törpüsü düşerken ıslık çalsın yağmurda ıslanan adamlar tabutuma Ve yüreğimi rehin tutan ebabiller havalansın gökyüzüne. Gülüşlerim firarda, Eşyalarım küçülüp büyürken gözbebeklerimde, Ağzımın kıvrımlarına yaklaşan tüm gemiler alabora, Kan yıldızı akar umutların darağacına çekildiği yerde Sonsuzluğun türküsü mızrap olur dilimde Hıra dağı fırlatır yüzüme gerçeği bir ateş bestesinden Çöl Leylalaşır, Aşkı tanır bir soylu savaşçı İçinden çıkardığı tutsak adamlarla. Zaman cümbüşünü imtiyazlar üzerine bakir kılar Bulutlara göz kırpar dağlar bir barut kokusundan, Şehir kalbine gömülür minyatür korkuların, Nevrozlu bir yalnızlık kahkaha atıp durur evlerin içinde, Mavilikler çoktan çekilmiştir şiirsizliğe Direnç omzuma yük olmuştur mavzer gölgesinden Masal dağlarında kiralık konut ararken uğultuların en gıcırtılı sessizliği, Şiirlerimizi imge istasyonuna park ediyoruz Otopsiye düşmüş kambur şairliğimizden. Bin bir yerimden bıçaklıyor beni topal bir fırtına Kiraz ağacının renklerinden uzaklaşırken yunmuş arınmış bir yunus bahçesine, Gemiden atılan adam ben miyim cinnet denizine bu ne yaman kıyamet, Bundan böyle erik ağaçları dikili kalsın gökyüzünde, Dostluk atları vurulmuş, dişlerimizle çiğnerken İstanbul akşamlarını Yakamozlar balıksırtına muska olmuş ay ışığından. Lütfi Kireçci |
Yeryüzünün tüm kamburları öpüşürken dudaklarımla
Vazgeçmek yok Dirilt ademi yüreğinde yeniden Eylem sür sabahın kuruyan dudaklarına Bak gelincik tarlalarına, Kepenk indirmiş kuşlar eleğim sağmalardan. Yolum dağlara, Bıktım kentlerin sevinçlere kemer sıkmasından. Mor bir inilti salgılarken oksijensiz çığlıklar Nezaketen öldü diye yazılmasın mezar taşına adım. Vazgeçemem, Hüzün indekslerine yolculuk bu gece Çizilmiş bir tebessümün seyrinde. Bu gece korsan gösteri yapacağım sokaklarda Birinci şubede oturan müdavimlerden bahsedeceğim, Marmara’da kolu bacağı kırılan martılardan, Sıkılgan aynalardan, kefen giydirilmiş uykulardan, Vazgeçemem Beni bu gece yıldızlara götürün, Fırat Kerbela akıtır yüreğime Alın sizin olsun Sadom ve Gamora Alın sizin olsun Kabil Dicle’nin bulanık sularında göz kırparken bana Habil. Düşlerime düşen kandil hıra’dayım. Bahira’nın gözleri dolu Şam’a giden kervandayım. Mavi bir ay giriyor göğsümden içeri Hubeyb’i katlediyorlar hala düşlerimde, Düşlerimde düşlerimi vuruyor Kureyş Vazgeçemem Cibril kanatlarındayım kuşandım semaları, Yol Sidretül Münteha Aşkın ateşiyle kamp kurmuş yüreğime Ebabil, Ah kim durdurabilir beni Hızır’la randevum. Kalkın ey dostlar! Suları ıslatma vaktidir mum alevinde dinlenip. Vazgeçemem Ağaçların sessizliği koğuşları ısıtacak kadar Ve gecenin derisini yüzecek kadar sarışın çocuklar Her kıyameti ay ışığına astığım günden beri, Jimnastik hareketlerine başlar damarlarımda bir kirpi. Vazgeçemem, Kararlıyım ters akmaya nehirleri. Yeryüzünün tüm kamburları öpüşürken dudaklarımla Lütfi Kireçci |
Yontulmamış taştan yapılı şu heykelin suratı,
Yontulmamış taştan yapılı şu heykelin suratı, Tepeden geçen kuşlar açılışını yapacak, Gestapo dökülecek belki kirli ellerinden Ve üstünden bir sümüklü böcek geçecek, Gümüş rengi vererek kirli siyahına Henüz yapım aşamasına geçmemiş bu heykel Siparişte verilmemiş henüz boş gezen berberlere, Belirli bir dönemin hatırasını ayakta tutacakmış, Okuldan kaçan çocuklara korku heykeli olarak Gösterilecekmiş…vay be..nelere şahit oluyoruz… Kelbin biri ayağını kaldırıveriyormuş bu adamın Yanından geçerken…. Pis kokulu adamlar tünemiş bir zaman bu heykelin altına, İçip, içip boş şişeleri atıyorlarmış suratına, En son kargalar meclisinden bir hüküm çıkmış, Gözümüze hoş görünmeyen bu heykel hemen yıkıla denmiş, Daha henüz heykel, mimari çizimlere düşmemiş Ve damdan bir eşek düşmüş,,, Kehribar taşından yapılmış bir tespih bulmuş Yolda giden adamın biri, Usulca cebe indirmiş hemen Sonra gittiği camide tespih çekmek için Atmış elini cebine, soğuk bir şey Bir çıkarmış ki ne görsün..bir kara yılan… haram malından olur mu dua’n….. Çıkmış adam camiden..almış eline yılanı Yolda bekleyen bir taşın üstüne atmış Taş yontulmamış bir adam suratı Yılanlı adamın heykeli kalmış adı, Aslolan heykel kafalarda yıkılması gereken Şekilde sorguç katipliği damdan düşmüştür, Yılanlı adam heykeli bir deniz kenarına düşmüş Eşek arıları üstüne üşüşmüş,,Seyirciler üşümüş… Lütfi Kireçci |
Yıldızların masallarında kırılsın baktığımız bütün aynalar
Ferhat’a özendim dün gece, deldim dağı taşı Bir çuval şiirimi çıkaracak yer bulamadım mapustan Gökkuşağı elimde, yıldırımlar düşüyorum keyfimce Kimse anlamıyor halimden, ne zencefil, ne de karanfil Ağır takılan hasretleri takıyorum oltamın ucuna Tembel bir baykuşun keyfini bozmak için değil elbette Mayıs akşamlarına atıyorum oltamı, eylül çıkıyor Bitsin diyorum prangaların türküsü MANSUR adına Çoban aldatanlarla geçiyoruz, kahrımıza gurbet düşen diyarları Çakallar park ediyor sessizliğimize, çiçekler adımıza Uygun bir adres bırakıyor kayıtlara, hüzün çağrısına salıncak kurmuş bülbüller Açtım sevgi çıkınımı pusulasız haritalarda Zamanı yürüyen yolculara menzil düştüm, kutup yıldızı adına Çıksın artık saklambaç oynayan çocuklar, güneşe sobe Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Kendini dev sanan bir cüce varmış Sonra kalkmış bu cüce dağa yürümüş,kibirlenmiş, gururlanmış Kızmış dağın büyüklüğüne, almış eline bir iğne, varmış dağa Dağ yerinden kımıldamış / cüce altında kalmış Şimdi çekilmiş bir resmimizde yok dağ adına Sevgiler konuşurken yaralı devin dilinden Yağmacılar hükmeder bir korkuya, eski kitabelerden Nüfus kayıtlarından gizlerlerde başlarını Kumun içinden çıkartmayı akıl edemezler işte Kalk bire ceylan gözlüm cephane yüklenelim Bir türkü yakalım düşlerin en kötüsüne, sonra oturup hayra yoralım Irmakta balık tutan çocukları almayı da unutmayalım Güneş batımına kalmayalım erken dönelim köye Mavi gözlü çocuklar bekler yolumuzu, baba hani balıklar Akşam erken telaşını taşırken evlerin içine Bu gece misafir olalım köydeki evlerin her birisine Şöyle oturup gelmişten, geçmişten sohbet edelim Yıldızların masallarında kırılsın baktığımız bütün aynalar diyelim Lütfi Kireçci |
Yüzümün böğürtleninde bir eşkıya dağılırken.
Kırk esrar perdesinde, Kaf dağının arafesinde Göğün dili ölü. Sefere mi çıkmış bedenler Ahsen-i Takvimde Bir bahar hikâyesinde Uzakların dilinde. Bela, Kâğıttan hışırtı Sonsuzluk türküsünde misafir. Avuçlarıma tebessümle kazılan zindan Yıkanır saçlarımın güneşiz terinde, Köklerini yere salmış Bir deli ağacım uçurum gölgesinde Meyvem kan. Hüzün serdim hıralı yollara. İkametgâhım, Mavi bir ağ örmek Mağara önlerine. Kırılsın çocukların düşlerine bırakılan mezar Bir yıldız bozsun gecenin katranını semadan Ah ey engizisyon çağ, Gıcırdatma dişlerimi varoşlarda. Cehennem doğuracağım Ahdim var totemleri yıkmaya, Çoraplarını çıkart yalnızlık Homurtularınla kal baş başa. Hangi istasyona girsem, Boynumun ağrısında mızıka çalan çocuklardan Bana ayaklarımı verin anamın emzirdiği kuşlardan. Uzatma sürgünümü sonbaharlara, Aşiyan’da kalsın bir yanım, Eski yataklara serilmiş Kırılmaz bir şarkı diğer yanım. Uzak diyarları sevdikçe yaşlanıyorum, Sökülüp ağaçların yeşil renklerinden. Savaş görmüş kentler gibi tarumar olmadan Bir bebek olmalıyım kelebek kanatlarında dağlara uçan. Biz bu bedeli ödedik eskimiş tüfeklerin anısından. Beni böyle vurdular aynalara Yüzümün böğürtleninde bir eşkıya dağılırken. Lütfi Kireçci |
Yüzünün tuvaline tarih AŞKI GRAVÜRLESİN
Bulutsuzluk öncesini yaşa Alnında büyüsün özgürlüğün coğrafyası, Mavinin en keskin çizgisinde yüreğin Kahramanca türküler söylesin Yüzünün tuvaline tarih, Aşkı gravürlesin. İnsanın kopyası olma bir minyatüre, Mavzer dinlensin gözlerinde Taşısın seni siperlere, Gökten maviler taşsın Bileğindeki kelepçede Gökyüzü mavi bir tas, Yeryüzü gri bir leğen, Martılar dök saçlarına, Birazda fesleğen, Uzaklara uzan, Kalkıp gider sonsuzluk, Elinde mavi boncuk.. İstiridye kabuğuna sığmamış bir hayatı Doğmatik kamplarında yaşa Sınırsızlığı al düşlerinden Ki ömrün bir kelebeğin Düşmesin anılarına, Şizofren bir çağın topal ayaklarında Kalk bir merdiven daya, güneşe aya, Uç ruhunun en yüksek uçurtmalarında, Kal..öylece… Lütfi Kireçci |
Zindan ejderha ağzında bir çürük diş imiş
Zindan ejderha ağzında bir çürük diş imiş Ölümün alnımızdan öptüğü bir zaman geçmiş, Dışarıda erguvan ağaçları, içerde yazılan şiirmiş, Mülteci bir yalnızlıkmış namluya sürdüğümüz fişek, Böyle mi olmalıydı mavilerin gökyüzünde bıraktığı iz, Bu kadar masum olmamalıydı gölge kuşlarını boğan deniz, Düşlerime bıçak saplayan leyleklerin göçlerinde ertelediniz, Kara tabutların gıyabında okunmamış ezanları, Aşklarım yanıyorken kaygılar denizinde olmamam gerek, Evet bunu biliyorken parmaklarımın ucunda bir engerek, Kulaklarımda akrep çığlığı, gövdem isyanlara mendirek, Ve didaktik şiirleri bilinmedik kuşlarla örüyoruz şafaklara Hangi koyaklarda zulalanır kurt bakışlarımızda ki öfke, Ne zaman Kaf dağına yürüsem tüm cesaretimi tapulayıp yüreğimde Adını, sanını bilmediğim korsan gemiler toplanır gözlerimde Aydınlık ırak, güneş tutsak, tebessüm vurulur, topladığım düşlerde, Bir damla sonsuzluğu yağarken taşıdığım umut yüklü gemiler, Soluğu tükenmiş sözcükler postal seslerinde daha da tükendiler, Unutmak mı nasıl, ölümün kanatsız çırpınan kışlarına paraşütsüz indiler, Şafak kül, akşamlar ateş, gün balina sırtında zıpkın, saatler ateşlenmiş dinamit fitili, Bu kara düşler, yaraları dişler, kişnedikçe kişner içimizde yılgı atları, Belki uzun bir maraton koşumu hayat, tecrit edilmeden akıl gövdemden, Yükseklik korkusuyla yaşadığımız sevinçlerde türbülans, duvarın yüzü kan sıvalı, Çamura saplı ayaklarımızla kaçıyoruz, yeşil rütbeli çizgili dekorlardan, evrensel maviye Sonbahar, camları kırılmış bir gökyüzü haritasında adresini bulamayan Kuşlar, bir korkuluğun gözlerinden düşerken korkularına rastlantıları, Usul, usul unutmuşlar fesleğen kokularını kentin gürültülerinden beslenerek, Şehir yoksul çocuklarını bir dam kenarına bırakıp büyümüş,,, göğüs kafeslerimizde birikirken bir ölünün yalnızlıkları, Suçlu sandalyesine oturtulan hayalin depremi düşmüş telaşlarına, Gökyüzü rüzgarlarını anlatırken içinde yaşadığımız evlerin çatılarına, Erguvan ağaçları şiirsiz, şiiri anlatan yürek, kalemsiz kalmış bir zaman, Dönenler olmamış değil elbet Mapus damlarından geriye, mecburi tecrit, Zindan ejderha ağzında da olsa çürük bir diş imiş koparılan, Şimdi mayınlarla yüklü ayağımın altındaki yer, sonrası belki mahşer, Tabutlardan bir yolculuk başlar sessiz sedasız vedalara, kimse yok… Lütfi Kireçci |
Ziyaret
Hüzünle yürüyorum üstüne duvarın Bir kuş sessizliği öncesi Şekilde estetik yok, esrarımı kucaklamıyor Çeyiz sandıklarında bile açılmıyor Bedenimi kuşatması gereken yerde gün Ah ne acı Hasretli bir motif işliyor yüzümün kumaşına Betonda açan bir çiçek Merhaba pusulasız gün Ziyaretçiler kimliksiz giriyor içeri Bileklerinde ‘ziyaretçi’ yazıyor Uzatmalı bir gün dökülüyor Süngü uçlarından mahpushaneye Ziyaret başlıyor Bitmeyecek gibi süren gün bitiyor Hasretten mezun olmadık henüz Henüz çocuk sesleri park ettiğimiz yerde bizi bekliyor Komşunun köpeği bobi de ölmüş diyorlardı bir mektupta Ali evlenmiş güllü gelin olmuş, bazıları göçmüş gitmiş mahalleden Gecenin bir yarısı işte, başka ne düşünür insan mahpushanede Ya bitseydi şu açılışını bir kurdele keserek yapmayacağımız tünel Geçen gün meydana gelen hafif şiddetli depremde Hasar görmüş galiba bazı yerleri, Bayram sonrası tadilat var anlaşılan Hadi lan durmuş bir çay demle de içeğin şöyle Daha çok işimiz var anlaşılan Lan durmuş ne gadarda saksılarda çiçek ektin öylemi Ulan oğlum ne çiçek ekmesi o saksıdaki toprak ne bilonmu Nedir lan durmuş Tünelden çıkardığımız toprak oğlum onlar Hadi lan ordan, essahmı deyin lan Essah deyim ya yakında çiçekci,dükkanı aç veremde gör sen Hadi garı yeter çayın demlendiği durmuş Ne zaman arzın merkezine yolculuk Yakındır, yakındır Kocaman bir kaya varmış orda onu kırabilirlerse tamamdır deyiler Hadi hayırlısı lan durmuş, sende gelecen mi bari Eh gidenlerin hasretin dayanamam herhalde Napcam bu yerlerde Köyümü özledin lan durmuş, netcen hapisten kaçıp Anan kız mı bulmuş yoksa, varıp onu mu görcen Kaç seneden beri anam gız arar, durur işte Artık gidipte bir görim şu gızı garı Eyi lan durmuş hadi getde gör garı Eyi ******* Yani şu hapislik, eskiden düşlerimize girerdi ayrıldığımız yerler Çıktık şimdide ayrıldığımız yerler girer düşlerimize Öylesine zor, ölesiye zor muş meğer,yıldızsız bir gökyüzü düşünmek Şimdi Beyoğlu sokaklarında dolaşırken orası hatırlanmaz oldu Kısacık bir ömürden zamana pay düştük bir on yıl Tembel kuşlar çoğaldı gölgemin düştüğü yerlerde Ve silip atamıyorsun bir kalemle Çıksan da bulutların üstüne, insen de yeryüzüne İlle de çarpar kafana bir şeyler Durmuş şimdi neyler Sahi o delikten çıkmış mıdır kimse Evet bir çamurdan adam çıkmış ordan kafasını uzatmış yukarı Hoş geldin demiş kafasına dayanan bir namlu Sonra usulcacık indirmiş yelkenleri Buraya kadar demiş arkadaşlar çekilin geri Daha sonra yılmazı kapıdan salmışlar dışarı Şartlı bir tahliye den dolayı Şöyle kapıdan dışarı atmış adımını yılmaz Vay canına yandığım dünya demiş Varmış tutmuş Adana’nın yolunu Arkasında hiç kimsecikler yokmuş yılmazın Doğrusu bir hoş olmuş Bir tuvalete gitmiş, ilk kez yanında kimse olmadan Süngülerin karşısında poz vermeden oturmuş kenefe Üstelik birde cigara yakmış, derin, derin çekmiş içine Ne zor şeymiş böyle mahpusluk Oramı hapislik, yoksa buramı bilinmez Ama bilinen bir şey vardır elbet Asla bazı şeyler silinmez Öylesine gençtir, öylesine diri Kalır gider sende topal bir güne başlayan kentlerde Eksik kelimelerle yaşamaya başlarsın hayatı Üç beş kelimeyle anlatırsın bunca şeyleri Mahpusluk işte koy ver gitsin! Lütfi Kireçci |
Zulüm adam öldürmez
Zulüm adam öldürmez Zulüm adam öldürmez Yani yavaş, yavaş öldürür diyorum, Önce hoş geldin der, hücreler sana, Cellatlarla tanışırsın, Kara bir çarşaf çekerler yüzüne Yatırırlar ölümü gözbebeklerine Ve böylece başlar işkence Coplarla tanışır ayak tabanların, Dayağa alışırsın, Ceryan takarlar bir yerlerine Askıya alınırsın her gece gündüz, Hiç şansın yok arkadaş, Doksan gün sorguya takılırsın, Zulüm adam öldürmez Yani bir kez öldürmez diyorum. Her gece öldürürler seni, Ensende ölümün soğuk nefesi, Sağır kulaklara hükmün geçmez, Duymamaklar asılıdır kahpe kulaklara, Tırmıklar beynini insan çığlıkları, cop sesleri, Kolay mı unutmak, Unutmak kolay mı gülüm, Kendini tanrı sanan o alçak köpekleri, Sorguda adam öldüren katilleri, Dedim ya zulüm adam öldürmez, Yani yavaş, yavaş öldürür diyorum, Önce bedenini sonra ruhunu çürütürler, Kazara gitsen bir yerlere, Kaçıyordu vurduk derler Yarım kalır intihar teşebbüslerin, Birileri tutar seni içinden hep Küfürlere maruz kalırsın, Utanırsın insan olmaktan, Bunları da atlatırsın arkadaş Zindanlara çıkar bir gece yolun Düzmece mahkemelerde Yapılır sorgun, Şahide ne gerek Sen adam mısın? Sorgusuz, sualsiz, İlk celsede asılırsın… İŞTE BÖYLE ASTILAR SEVDALILARI. Lütfi Kireçci |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 06:15 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.