![]() |
...Şikayetname 12 / Taş Ocakları ve Kuşlar*
ayakta uyurdu kuşlar özgür ve mutlu ayakta ölen doğumluya inat bedenin icrasında mahpus bir çocuk kanatlanmayı beklerdi en çok ihbarsız kırılırdı paslanmış emniyet kilitleri sırça konaklarda saklı duran paradoksal manifestolar ruhunu gasp ederdi ebedi özgürlük sesi ağıtlar yakarken yaşamak ve ölmeye dair dudağa yapışan bir yangın tutsaklığında göğe bakar da gülümserdi en çok düşlere doluşurdu kuşlar! kan ter ve şiirden ne kaldı geriye neydi akıbeti kaçınılmaz kavganın teni dağlayan upuzun bu tenhalığın ne uyumayı becerdik düşerken tetik ne mutlu bir kuş olabildik ayakta boşuna özendik kanatlara ey çocuk! yol boyunca bilemedik göğü yitirmişiz biz birer ehram taşıymış vicdansız bedeller sınıfta kalmıştı nazenin düşlerimiz azgın bir acıyla dinamitlenirken koyaklar karanlığa açtı kader taş ocaklarını bu şiir şimdi taş basarak taşlaşmış yüreğine ocak kapılarında parçalıyor yasını gözyaşını kederle gezdiriyor bulutlarda sensiz ki anlamıyor ah neden cansızdır rahminde büyüttüğü bütün yavrular şikayetçiyim! içime serpiyorum külümü ayakta ölüyor artık kuşlar …………………. (*) Azim ve cesaret sembolü, şiir çocuğum Sevgili HİLAL LÜLE’nin anısına…. -Nurlu bir göğün cennetine bıraktım seni ey hilal! .... (3 Mayıs 2005) ('Güldür be Kız...Canım Acıyor' - Pelerin Kitap, 2006) Naime Erlaçin |
...Şikayetname 13 / Kemre
dökülsün kiri açgözlülüğün sıyrılsın rastığı kınası daralıyor zihnim aczi sırıtıyor kanlı mintanların kumdan kalelerde pusuyor dimağ puslanıyor belagat ne saçılacak pul kaldı ne ateşe serpilecek yürek her yer kemre! (20 Ağustos 2005) Naime Erlaçin |
...Şikayetname 17 / Gelberi...
mürekkebe ilişmeyi tarif ediyor logos umduğumuz denizlerle kadife ellerimizi bir o kadar kesifleşiyor başkaldırış bilgelik zarına eldivenle dokunarak siz? siz yalnızca omuz silkiyorsunuz canınızı sıkıyor uyandırılmak! söyleyin nasıl bağışlanır şimdi cıvayı ayar tutan bireyselliğiniz mizanı kayıp bir izan gerçeğe sağır anlak kağıda vuran yalımındandır renksizliğin ellerim birer gelberi! (30 Ekim 2006) - Şikayetname Dosyasından Naime Erlaçin |
...Şikayetname 18 / Dördüncü Zaman...
şaibeli kulelerin yıkıldığı tan vakti dirilen sancılı güneşten sor beni o ki ateşini dindiremedi hiç! şer rivayetler sunulduğunda sırrını arayan yalnızlığa gıcırdayan kapılarla açılan hikâyenin omzundaki çukur izlerinden… ıssız bir şafak vakti pazarda bedelini soruyordu bezirgânlar kaç okkaydın kaç dirhem ey şiir! kaça alınmış kaça satılmıştın, bilmiyordu kimse sözün ana rahminden bir yetimhane garibi kadar diyetsiz ve borçsuz bin mihnetle peydahlanmıştın örtülü alevinle dağlandı soluk kattığın eylem reddederek suskun teslimiyeti kitaba el bastın sadakat adına yürüyüp gittin sonra üçüncü zaman evvelini sonraya zincirleyen kemirgen cinnetiyle sevişerek yanık kokulu mısraların sen söyle pahanı ederini rengini! hangi tezgâha sürersen sür bu hikâyeyi geleceği maziden sorgulayan vakitsiz bir şamardır şimdi! …yılanın ağrısında yenilenir zar… ateşe bıraktığım şikâyetimle tanımla üçüncü zaman duvarlarına sinmiş çığlıklardan bul beni! (16 Aralık 2006) - 'Şikayetname' Dosyasından... Naime Erlaçin |
...Şikayetname 19 / Kelebeğin Ağıdı...
kırmızı güllerin nerde kelebek altına özenen sarı tozların? kozanın sonu kaçınılmaz uçuştur bilirsin kaderinse akşam vakti tükenen kızıl şafak ağlayan ilk pırpır değilsin üstelik kimin ömrü uzun ki! tırtılın şarkısını dinlerim kâh yaralı kaplan: haykırır kâh rüzgârla konuşan sessizdir oysa gül bahçeleri büyülü barınağı hayallerin dağılmasa kanatlar rüyalar ölmese kelebek de yaşar belki kim bilir şair dediğin ne ki! düşle gerçeğin kesiştiği yerde esintiye fısıldayan yorgun sesi kelebek sarısından üflenen nefesiyle yarınlara dokunan bir pırpır faydasız küçük ölümlü kozalar korumaz adamı! kuru dallara takılmasın şikayetin kaybolmasın avazın kıraç boşlukta cennet bir bahçede yaşamla kol kola ölümsüzlüğü aramalısın unutma sen sözün kanayan yarası gözüpek şiire ağlayansın ağla kelebek ağla! (18 Kasım 2004) - Şikayetname Dosyasından Naime Erlaçin |
...Şikayetname 2 / Sır
usta bir meczup yarattı şiiri tutkulu korkusuz isyankar! çıraklık dönemi ah! militanlığı ezberletirdi söze tükenişi sordum yüceltme eylemcilerine payıma düşen bilinçten aktı sorumlulukmuş dilin manifestosu öyle dediler! sancılı bir ihtilal arifesinde ölü bebekler doğururdu meczup çağdışı tohumlar ekerdi kanadı kırık nehirlere kırardı içinin içbükey aynasını pul pul dağlanırdı teni iğdiş edilirken beyinler avucuma saklardım idam mangalarını titrerdi yer gök kainat yılanın koynunda aşkla uyuyan akrebe teslim olmakta gizliymiş meğer sır us’a bitişik kaçakçı mezrasında pimler çekilir ve duygunun sınırları şehvetle mayınlanırken diken olmakmış kendine tam deli işi! öyle dediler…. (20 Şubat 2005) – “Şikayetname” Dosyasından… Naime Erlaçin |
...Şikayetname 20 / Karalama Dosyaları...
uzun bacaklı tayın ihtişamlı koşusunu banardık tedirgin akşamlara talandan korurdu çadırlarımızı taze bir umut muştulardı erken ayazlara düşen ilk yağmur damlası pusuda saklı hançer ve yüzümüze sırıtan kara suratlı mağaraya kişnerdi küheylan : her şahlanış içeriden yağmalanmış bir toprak parçası arkamızdan kovalardı karalama dosyaları orada gizlenirdi şiir insafsız bir iç savaş artığı ganimet adaklar misali alnımıza sürülürdü harfin kanı anılar tüterdi bacalardan ki kırlaşmışlardı unutmuştuk çünkü insanca yaşlanmayı ilan tahtalarına yapışırdı suretimiz takvimleri ağlatırdık biz b u y ü z d e n “genç” koydular adımızı “ölümsüz” dedi birileri biraz alaycı biraz küçümser bir tavırla! b u y ü z d e n çözümsüzlük gurbetiydi yanıtsız soruların tebliğ edildiği kayıp bütün adresler başıbozuk isyankar ve çılgın tay tıslayan gece yılanını b u y ü z d e n gündüze şikayet ederdi bıkmaksızın dağlanırdı dudaklar karalama dosyalarında bıçak-rüzgar-kan bu kadardı yaşam! geçmişi geleceğe bağlayan ak kağıttan farklı sıradan bir zincir halkası yoktu bir anlayan! (kutsal aşkın kendisi ve aşkı bilenden başka...) (30 Mart 2005) - Şikayetname Dosyasından Naime Erlaçin |
...Şikayetname 21 / Bin Mürg...
(hoyratlık ülkesini kuşkuyla yoklayan kal-u belâdan beri muhalif ehven-i şer’e; bin duayla giyinip sözün son hırkasını aşkın zalim kuyusunda demlendi şair…) kokusundan tanırdı beyaz ölüleri! kırk yürekli kırk yiğitler dergahından süzülüp ak memelere iki nüfuslu kentin pasavansız yolcusu yetim kalmış kum tanesine şikâyetlendi sessizce: seninle bilendik ey! seninle belledik hangi ağır göçten kaldığımızı pas tutmamış asil künyenle dili çekilmiş mezarlarda hangi çılgın arzunun yatalak mahreminden ki acılar kürsüsünden vaaz ettin hep ki cinnetimizdin ki cennetimizdin sen! bin sabırla geçtik semaha neresine dokunduysak bir sabinin esmer bin ağıt düştü gökten döşümüzde mızraklar…kaleler böyle indi otağlar kuruldu sayrılığı nüksetmiş divanına yıllanmış bin ah’ın mirası durdukça sırtımızda böyle gitti atlılar bin atlı daha var evrenin sonsuz yolunda şimdi ikiye böl beni : bir yarı ele güne bir yarı kendime “ol” de ki düşeyim bin mürg’ün kanadından (30 Eylül 2006) – Şikayetname Dosyasından Naime Erlaçin |
...Şikayetname 22 / Cerih...
bıçakla komşuyuz nicedir dil yaprak kıyımı kutsal tuza bağışlandı yaralar sonsuzun tetrakis hesabı sus’u sorgulayandır bıçak! çürümemiş ağrılardan sor beni kısılan nefesimi mücrim sesi say ıssızda göveren uğursuz iniltiyi ruh haylazlığımı asıyorum adak ağaçlarına beni benden bil ey ben! üçüncü gözüm bende kalsın yabanıllığımı sen üstlen emanetim olsun kesilen gırtlak hançereme gizlediğin kâhin sözünü bırak! (13 Ocak 2007) - Şikayetname Dosyasından Naime Erlaçin |
...Şikayetname 23 / Çolaklık! ...
yen içine koy çolaklığını! ayrı koy en derine…. hangi ölüyü sakladıysak onurumuzdu bizim yetti diyorduk ya bu ziyankar hayat susmadı…hala çalıyor çanlar tükeniyor zaman oyun başlamadı bile hem kim bilebilir son zar atılmadan kim galip kim mağlup kim berabere! ister saçını okşayayım bugün kızılcık şerbetine bağışlansın kanın silinsin yüzündeki izler bir kırbaç şaklasın ya da sırtında haykırsın avaz avaz içinin deli sesi vız gelir ölülerimize! bırak kahrın kuyusunda demlensin keder bir sigara içimlik yol kalmış şunun şurası ne acıdan korkar dağlanmış göğüs kafesi ne hain kurttan içindeki ağıttan başka çolaklığımıza dokunmayın yeter! (29 Temmuz 2005) - Şikayetname Dosyasından Naime Erlaçin |
...Şikayetname 24 / Ain Sof’a Son Çıkış...
ne söylendi yazıldıysa taşa geri alındı tarumar yanına bağışlandı ejderin rüzgar esti bir yol rahmet közü biçti geri döndü hikaye Mu’ya en son delirmiş bir kandı toprağı kışkırtan gülden diken çalan merhaba çamura bulandı …uyku bilmez kahin iz sürer geceleyin rutubetli gözleriyle kudurmuş bir at sırtında zamanı tütsüler rüzgar sipahisi ayarsız takvimlerin göğüs ağrısında söz keser üçüncü göz ateşiyle sancılı bir veda’ya... böyle mağrur verildi yol izni Mu’ya var’ı yok’a saydırmadı bilici bağrındaki dövmeyle mühürlendi muska böyle bir ayinle bağışlandı zemzem sarnıcının sır dolabına : yarın çok geç olacak sin-i-ba! kireç boyalı ruha canhıraş bir sesleniş bu ____annu-ba tecellisi____ öz'ü içinde gizleyen ölümsüz Ra’ya ain sof’a son çıkış! geri dönüş Mu’ya… ……....... (15 Aralık 2005) – 'Şikayetname' Dosyasından… ***ain: hiçlik sin-i-ba: öz’ü temsil eder annu-ba: sevgiyi aktive eden sembol ain sof: sonsuzluk Naime Erlaçin |
...Şikayetname 25 / Bir Yudum Hüzün...
çünkü çıplaklıktır en kısa tarifi güz’ün birileri mısraı hançerler bu mevsim sarı hüzünlere soyunur bir başkası envai renkte hangi nehir sevişebilir hemcinsiyle denize varmaksızın hangi şimşek bilir suya dönüşeceğini bir gün usulca başkaldıran sırlar olmalı mutlaka bir yerde güzel bir kadının teninden süzülen rayiha kadar anlaşılmaz isyankar ters akışında suyun yalnız. durgun ve gamlı aynada güz aksi: hüzün ayrı düşülür gölgeden düş kanatlarında mülteci koğuşlarda azar kudurur keder ayrılığa perçinlenmiş kalpçe azmanlaşır düşünce tedirgin sancılı ve ağlamaklı künyemizde “yaprak dökümü” yazar o gün çünkü vurgun yemişizdir hüzünden dışa açılan bir kapı aramalı öyle ki suya karışsın çıplaklığımız kitaplarda böylece alenen “bir yudum hüzün” diye geçsin adımız! (8 kasım 2004) Naime Erlaçin |
...Şikayetname 26 / Kördüğüm...
içimdeki yumağı çözmeye ayırdım gece masallarını yüreğimde çeteleşen ___kelimelere ayarlı saatlerin karanlık yüzüne asmışız hayata paltomuzu bir kez sabaha sağ çıkmaz şimdi zihin kurtları uçsuz kördüğümler vehmeder selamsız atların sabırsız kişneyişinde esir alındığını bilmez bir yumak parça tesirli vuruşların menzilini içtiğimiz acı su aynı döktüğümüz kan ve cerahat nabız atışlarımız ___birbirine ayarlı ihtilalim var bu gece! kalkışacak körelmiş tüm dizeler bir dağ yankısı olacak bu masal keskin bir törpülenme dışa bakan ___iç yüzümüze feshedecek aksi halde kördüğüm hepimizi kapsama alanı içindeyiz zalim bir şebekenin (25 Ocak 2006) Naime Erlaçin |
...Şikayetname 3 / Bıçak! ...
hayalet kentler onarıyorum bozkırda kanımın deryası oluyor aynalar yeşilin özlendiği maviye sığınılan kara bir gün bu gün düş imgeler tutuşuyor ellerimde dağlık bir yaylada kalmıştı küheylanım uçamıyoruz ah! yüzleşmesi bitmedi ulu dağ başıyla habersizdir son keşişten ünlenen duaya kişnerken atlas divanlara çığlık derleyen harem ağasından tunçtan heykeller yontarak göğün ak yüzüne şimdi talan ediyorum belleğimde ne varsa lanet olsun! bedbaht bir gonca düşüyor bağbozumuna ne tartıyor terazim ah bilsen! nasıl tartıyor şirazesi yırtık şu hayatta bir kefe ağır çekerken her şeyin tükendiği o kentte bir çocuk ağlıyor derinleşiyor atardamarımdaki uçurum çürüyor lal dilim ey yar! karanfil kokulu şiirler çakıyorum alnına yüreğim çatlıyor sonrası anarşi : aşk gibi bir şey! dahası ne ola böğrümdeki bıçaktan gayri… (23 Şubat 2005) – “Şikayetname” Dosyasından… Naime Erlaçin |
...Şikayetname 4 / Kilit
bir vakitte çekilir mandalı açılmayan kapıdır yürek kilitler kendini öyle susarım sonra acıya giderim yoldaş olur gözyaşım bir yudum kahve gibi hatırlı küller savrulur ateşimden sessiz bir infilakı izlerim hangi mayın tarlasıdır bu hangi uçurum! nerede yitirilir en hayati organımız söylenmez hiç taşa kilit vurur dil kilit üstüne kaçmak çözüm değil ne zamandır yok edemez kimse izlerini (23 Şubat 2005) – “Şikayetname” Dosyasından… Naime Erlaçin |
...Şikayetname 5 / Kesikler
az gittim dolaştım yundum yıkadım uz döndüm nereden bileceksiniz ne denli kırıktı içim kaç hançer yaraladı habersiz “sevgi emektir” dediler yalandan sevgi olur mu hiç! ihaneti kazıdım önce belleğimden :kırmızı çizgiye dinamit koyanları sabırla saygıyı çamura bulayanları tuttu şimdi hesap ön bahçem gövermekte arkası güya gülistan uçurumda cesetler elde var eskilerden birkaç beni sorarsan iyiyim reçine salıyor gövdem kesiklerimden! ... (23 Mart 2005) Naime Erlaçin |
...Şikayetname 6 / Taş
aynada mayalanacak an ödeşmek üzre kırk başlı ejderimizle kınayla çıkacağım yağmur duasına siyahtan ırak sürmelenmiş tül bir duruşa kimse görmedi içimin ayinlerini dilim kilit taşı dilimin önü ardı taş! hangi kapıdan eylemsiz cansız çıkılır hangi kapı cefa hangisi secde içindir bilinmedi bildirilmedi hiç! kudurmuş akışında suya köpürecek infial ve sessizlik çıldırtan bu nefessizlik adaklar sunacağım dilsizliğime keseceğim sonra! durulmak için değil miydi denizler durulsun öyleyse durulsun ah! bu yol bitti biter bir sabır taşı düşürdüm suya su suskun şimdi şikayetli su en keskin ayna! (23 Mart 2005) Naime Erlaçin |
...Şikayetname 7 / Ünsüz…
derin denizde trol ağlarına takıldım şahdamarımı dinamitliyor sessizlik ses ses ses! ki anası sessizliğin yeterince ünlersem dönüşür mü ünleme? unutur belki bağırmayı susmayı bildiği kadar ündeki anlam yalan yalan uçurumdaki can Şahmeran’ım oluyor denizdeki yılan iniyor kaderin sessiz ağı bir yol açılıyor derinde dilimden yürüyen : kesiyorum dilimi ünsüz mak****** geçiyoruz sonra! (25 Mart 2005) Naime Erlaçin |
...Şikayetname 8 / Öfke! ...
melankolik bir şarkı takılıyor örümceğime piyano-piyano o balada çarpıyor akrebim öfkeliyim! bu saatler zulmü hapsediyor hayata indirilmiş şalterin kuytusuna ezeli iki kara delikten geçmiştik anımsa deliklerin ucundan kehkeşana çıkarken kalaysız bir tepsiydi dünya kışkırtıcı bir kapı bağışla şimdi adı 'çakır gözlü masumiyet' olsun anlamı düzgün öyküleri açsın anahtar mizanı doğru aritmetik hesaplar gizle zulanda dipsiz kuyulardan bin beter bu ketumiyette can çekişirken pıtrak tarlasına forzando bir arya ısmarlayacağım! koca memeli sopranonun gırtlağında patlayacak ses detone baslarda tepinecek şarkımın küheylanı anlamadın öyle mi olsun! öfke kusuyor yükselen yıldızım nüksediyor örümcek durma ötele! çalsın diyorum çanlar sıyrılsın kemik çürümüş etinden gül oyalı bir mendil düşsün yere dişi-erkek tüm kağıt tasvirler renkli camlarda kalsın terk edilsin müptezelliği çağın bir giyotin tıslıyor ensemizde bak saatlerden şimdi ihtilali vuruyor saat! böyle bir anda düşürülsün mendil alsın öfkeyi böyle günahı alır gibi! ... (23 Mart 2005) Naime Erlaçin |
...Şikayetname 9 / Çaresiz! ...
intihar kuşları ötüyor beynimde ense kökümde migrene dönüşecek o ağrı yuvalanıyor yine neden böyle acıyor gözlerim evsiz bir çocuğun sessiz çığlıklarına takıldım şimdi ondandır kar etmiyor zırvalama ve delilik ah çaresizlik ah çare-sizlik! ... (9 Nisan 2005) Naime Erlaçin |
...Taşra Hikayesi...
-zarfı belirleyen mazruf; mazrufu belirleyen ise zaman…N.E. sevemedim merkezi katrana bulanıyor çeperler... sığılmazdı böyle yerküreye taştım taşraya çağırıyordu gökler kilitler pas...kan revan söküldü cehennem kapısı bulutlar tebliğ edildi usuma rezil bir kıyamete döküldü duvarlar gayrı durulmaz buralarda... ipi çekildi emanet mazbatanın sözcük imla ve anlamın kabuğum bağama yük vurdum taşkınıma vurdum taşraya bir içime yenildim eksilir ve çoğalırken bir de içimin taşrasına bu kaçıncı yol...kaçıncı serüven denize baktı Musa yarıldı su ana rahmi paramparça sustu dünya gurbet sevdalısı şiir ey! doğurgan ağrılarımsın araf sırtlarında hükmümden cinnetli hükmedenim ne kaldı geriye! aslıma rücu edip bir pagan otağında göçün son durağında Altay’dan tetiklenen sözün memesinde mazruf belirlerken “geleceğe bir mektup”* yazmaktan başka bir içime yenildim ah! bir de… …… (*) “Şiir, geleceğe yazılmış bir mektuptur....Mektup, ‘iki’nin eksilerek ‘bir’ olmasıdır.” - Hüseyin Ferhad (10 Ağustos 2004) Naime Erlaçin |
...Tut Ki Kurudu Bütün Nehirler! ...*
-“ Bir kimse bir şeyi beklemezse, beklenmeyen şeyi bulamayacaktır” – Heraklit boyutum kadar düşünce boyum kadar tufanım ben yok sayılmış bir eğride akan doğduğum gün bana armağan ölümden çalıntıdır yaşam tut ki kurudu bütün nehirler yataklar yine de akmak içindir onlar bekler! hani diyorum ki soluğu tükenmiş su teninde bile yeşerse her ölümlünün bir yarını olmalı dur dinle çığlığımı! yaralı teleklerin çıtırtısı bu bir avaz bırakıyorum dar ötüşlü kış serçelerine ‘şer’e karşı ‘hayırlar’ serpiyorum son ötüşlere yarınlar unutulmasın diye dil anlama kavuşursa ortaktır ancak nefesim yırtılıyor sözcüğün sinesinde uyuyan bir kelebekten çaldım düşleri göğe asılan şimşeğin ucunda sesim yılgınlığın talanıdır çarparken sesine tut ki kurudu bütün nehirler rüyalar yine de inanmak içindir her ölümlünün bir yarını olmalı! (10 Ocak 2004 – 22 Mart 2004) (*) Uzun sürede yazılmış bir şiirdir bu. Manevi kızım S’nin acılarını paylaşırken; bir taraftan gitmemesi için dua eder ve diğer taraftan neden gitmesi gerektiğini anlamaya çalışırken; son olarak da çıktığı yolculukta onun kucağına bir yudum umut bırakmaya çabalarken yazıldı. İç içe geçmiş pek çok duygunun ifadesidir. Gitmeye karar verdiğini ilk günden beri biliyordum. Bu yüzden son dize, daha öyküye başlarken düştü kağıda. Şimdi o, albatroslar diyarında… Naime Erlaçin |
...Tutulma...
tutulmak üzere dağın ardına çekilen güneşten geliyoruz __soluyor renkler ___soğuyor evren bar tutan yalnızlıklara adanmış saatler ezber ediyor kimsesizlik derbentlerini var elbet bir teselli! -hiçbir yasak kuşatamaz aşıkları- yıldızların belleğine çakılır sevenler geleceğe mıhlanır çünkü her biri yeter ki avını kovalayan bir alacakaranlık olsun ___terk edilmişliği kazıyan neşter ışığı alabilirsiniz artık! bizi vuran bu deli nabız ve gökyüzüne çivilenmiş sevda “eriğin çekirdeğini kucaklayışı gibi”* sarılır o siyahlığa… (*) Özkan Mert: “Bir Aşk Şiiri Sana – 4” ten… (29 Mart 2006) – Tüm tutulmaları belgelemek adına… Naime Erlaçin |
...Uçurum...
uçurum anlatıyor suç yok suçlu yok ne tuhaf! cezalandırılmaktan söz ediyor durmaksızın safi kulak kesiliyoruz kınından çekilmiş bu intihara delik deşik oluyor aklımız sabrın isyana durduğu yerde esvaplar dikiyorum imlasızlığa dış yüzüm nisan tomurcukları geceye perdahlanmış bir güz ağrısı içim suç hikayeleri uçuruyor aşk pervazındaki kumru kanatları : kendimi dağlıyorum! döşümüze çakılan ünlem ve kıyasıya teslimiyet ve kıldan ince boyun eğiş hayata anlaşılmasın diye suya yazılan onca öksüz eylem avucumda kalıyor : ipin yere düşen gölgesini anlatıyor hayat darağacına sözünden caymamışlığını uçurum kenarında bir ölüm taziyesinin : suçlu yok! (6 Mart 2006) Naime Erlaçin |
...Unutmuşum! ...
sarı bir hüzne ekilmiş kekre pişmanlıklar yasından kalmaydı gün söküldükçe uzuyordu tırnaklar aniden ucuzladı yaşamak aniden kısa kirpikler isli sağır bir yangından kıyasıya kaçan nasıl toplardık parçaları unutmuşum! bir adım öteye gitmezdi yüzümüze sıvaşan acı gerçek kurşunlaştı solumak bir harf daha düştü : içimdeki çocuğun yandığını unutmuşum! (14 Kasım 2005) - Naime Erlaçin |
...Üçüncü Yıl 1 / Na! ...
işte böyle! az mı gittim bilemem uz mu bir arpa boyuydu yol iki yıl doldu kah eksildi kanım soğudu natamam kürtajlarda prematür bir bebeğe can verirken kah çoğaldı sımsıcak tam da bugün bu çocuk üçüncü kez doğacak... (27 Ocak 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından… Naime Erlaçin |
...Üçüncü Yıl 2 / İm! …
kim bilir kim olduğunu düşmedikçe sureti bir aynaya yankılanmadıkça kuyudan sesi şiirin leylekleri durmaz uçar yalnızca acılı yürekler mola verir orada mısraın ipek kaftanına bürünmedikçe sevişerek sözle inleyip tende imlenmedikçe ruh sesten sayılmaz vahşi çığlık ki yanıltır sessizlik işaretlenmemiş imge ve imgesizlik beni benden soran bensizlik o diyar orası bu diyar susuz kuyusuz Kerbela şiir tanrısı ey! başka yer yok sür izimi yalnızlığa uluyan kurtların rahminde gizliyim ruhsatsız doğur beni şimdi! (27 Ocak 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından… Naime Erlaçin |
...Üçüncü Yıl 3 / Ma! ...
dizekıran imge celladı sancılar da var katil barikatlar kurulur kör menzillere emreder zemherinin anaforu; -cebbar bir acıya yataklık et sus ve em! kırlangıç küskün / yol yitik / rüzgar kırık küf ve külü anımsatırcasına soğur evren say ki gittin git…tin…in…n yoksun yokuz…uz...z acı ve sevdadan uzağız tımarhaneye dönüşür düş evim kafesim derbeder rahlem cenaze duasında ok ve yayızdır artık kendimize -fırla! der yürek ah yüreğim! ala bir taysın hala ebemkuşağından köpürür harflerin yeni sökülmüş tırnak acısı kadar sinsi o ağrının koynunda dünden bugünden farksız yarın da bilirim yazılmıştır düşmek çaresiz bir rehine gibi şiir tanrısının avuçlarına buyruğa boyun eğerek tez deşifre ederim gen haritamı öyle ki mayalanmasın ahrazlığım lal dil’imin gün sayan divan kapısında sürgün heceler incelsin sisli bir an’a -ak kağıttan doğ! vaktidir kaleme rücu etmenin öksür kekele ve kus! karanlığa kandiller adar sonra güneş zebanilerden uzak ışığa döneriz yüzümüzü dokunurum sana işvebaz bir gökadada el yordamıyla dizelere abanarak ki kurtuluştur uluyan kurtlarla büyüyen gecenin paydasından böyle böyle su serpilir acıya dudaklarını sevdayla ıslat şimdi serin bir su tut kendini şiir tanrım her mevsim çünkü dağ ateşi tutuşur şair kanında -doğur ve kus! sus/ma! su(s) ma! ... (27 Ocak 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından… Naime Erlaçin |
...Ünlem! ...
anlamlı bir adı yok! 'sabahı idam eden kadın' diyorlar ona uyandırılmayan tüm sabahları uyanılmayan... : ağlıyordunuz siz çılgın şiirler söylüyordunuz siyahi bir güneşe doğru kara büyünüzden kalmıştı is kokan çığlıklar bir ihtimal lav kusan dağın eteklerinde 'geceyi katleden adam'a terk edilmişti rüyalar : ‘yangına giden’ ‘ateşten gelen’i süzdü böyle geceye hesabını veremedi gün iri birer ünlemdi gözlerdeki bakışlar ve ağlıyorduk biz... (7 Ocak 2006) Naime Erlaçin |
...Üşürsün Ozanım…Üşürsün….
tanrıların arabası* ile yasemin sarayların buluştuğu gün aşılacak denizler yetim sığırcık sürülerinin çığlığında duyacağız kurumaya durmuş mümbit ırmakların fısıltısını acıyla gülümseyeceğim çağımın sızısına yabancılaşmaya! : erken vakitler ağıt yakarken suyun uykusuna... mahmur bir gölgede susacak yaşam nehir yataklarını ıskalayan yağmurun ben olduğumu kimse bilmeyecek! vakitsiz bir rüzgarın çarpıp durduğunu kayalıklara akrebi korkutan suyun ağrısına ağladığımı sessizce : izimi yürüyeceğim! enlemler boylamları götürecek kadını sorgulayacak titrek bir dağ yeller eserken tepede habersiz imler ırlayacak sevda güllerine hava hüzünlü bir ezgi : 'üşürsün ozanım….üşürsün”.... hiçbir türkü yüreğe bu denli neşter olmamıştı sevdanın keskin bakışı bileniyor gözlerde ah ateş tanrısı! ah volkanın dölü acılı kentlerin tümünü yakacağım kuyulara gömeceğim haritaları tersyüz olacak yerküre kör karanlıkta anlama düşmek boynumun borcu olsun ödeyeceğim! sesimden geldim pusula sesimin yaslı yüzüne vade doluyor bak en hakçası gülen yüzüm sesime yürümek nasır tutmaz acılar tohumlanmış yüreğimle... ne desem ki nasıl anlatsam! kimse görmeyecek kimse bilmeyecek! (*) Zodyak’taki 3. burç olan İkizler, antik zamanlarda “Tanrıların Arabası” olarak nitelendirilirdi. (17 Şubat 2004) Naime Erlaçin |
...Villa Grimaldi...*
- Augusto Pinochet'ye unuttun bir kış gecesi denizden geldiğini suyun sesini unuttun! korku kustu yorumsuz karanfil üstüne öfkeli dudaklar titreyen karanlığın öç almasıdır şimdi çağrılı gidişin kimdin sen acılar kuyusuna buğulu şarkılarıyla gömülen onlar kimdi ölür müydü emekli tiranlar sorular sus’a bağışlandı yanıtlar hecenin sürgün hali (17 Aralık 2006) - 6. Dekad Naime Erlaçin |
...Vurgun...
zımbalıyorum şiirleri üst üste hedef tahtasındalar şimdi vuruyorum on iki'den düşüyorlar vurgun yerken şiirler sinsice iniyor gece geceye idam mangaları diziyorum yetmiyor barut! bir daha yeniliyorum dili benden içre suskun çığlık çığlığa benden öte boydan boya bedenimle örtüyorum geceyi delice koşuyorum sağrımda bir it delişmenliği kanımda diz boyu itlik : boynunu ilk büküşte hani vurmuştum yüreği ona emanetim oldu mahşer yollarında emaneti oldum bir tutam zehrin ucunda gece aksak dokunsam hırlayacak gece it azmanı sıcak yanıyor delifişek kalbim : “ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini”* gömeyim kendimi vurgun sesine gecenin oyduğu mezar sessizliğine gürlesin şiir ey gönül çağlasın selama dursun alem! bekle saba gölgesi düşecek güne ardı sıra izler bırakan hiraman sam yeli ateşinde çek geceyi kınından! ….. (*) İsmet Özel – “Geceleyin Bir Korku”dan... (29 Temmuz 2004) Naime Erlaçin |
...Yaban Kumrusu... Düz yazı
Sisli bir yalnızlık gibidir ölüm... Bilinmeyenin içinde tek başına yitmek, kaybolmak... Ve yeniden doğmak şairin dilinde... Pir-ü pak, taptaze, dipdiri… Ölmek hangi hesabı sonuçlandırıyor, düşündün mü hiç? O ki doğumdan önce de vardı. Ondan geldik; ona gideriz hepimiz. Ah bu korkularımız! İntihardan ne sık söz ederiz. Yaşamaktan ürktüğümüz için midir dersin? Yenilgiler cehenneminde yanmaktan korktuğumuzdandır belki. Birileri gerçekleştirmiş diye ne çok kıskanırız onları. Ama yapılmaz... Yapamayız. Bu yüzden de söze ve sözün anası şiire dokunur ellerimiz. Sen kırık ötüşler bırakırsın evrene... Bizler, 'söz'lenir ve söyleriz... Bu kış yaşamdan yine ayrı düştün. Ne kadar da benzemiyoruz birbirimize. Benim bir eşim var; senin yok. Onu arıyorsun sabahları balkona astığın çığlıklarla... Bense suskunluğumda, yaradılış anında vaat edilmiş olan sözümü... Susmak da bir tür konuşmaktır, biliyor musun? Şakımayı öğrenemedin lakin bağırarak bir ün bırakıyorsun sonsuza. Ben, içimin boşluğuna saldığım sözcüklerle anlatıyorum meramımı... Ölümü, hayatı, aşkı ve sevda karası hüzünleri “söz”lüyorum oradaki 'ben'lerle. İpine tutunduğum bir uçurum var. Sen görmüyorsun. İniyor çıkıyorum durmadan. İniyor, çıkıyorum… İnan ellerim kanıyor ama yılmıyorum. Kimi gün bir dağ ateşinde yanmayı seçiyorum. Küllerden yine yaratmak için kendimi... Anlamazsın sen. Sana ölüm, kalbin durması demek... Açlıktan, sayrılıktan; belki de vicdansız bir kedinin pençelerinde inleyerek... Hayattan kopardığın anlam, yalnızca eylem ile sınırlı. Veya eylemsizlikle... Hâlbuki yazan kişi eylemsiz de anlamlayabilir, özüyle anlamlandığı gibi... Gördün mü, ne kadar farklıyız! En fazla kaç boyutta yolculuk edebilirsin? Üç, dört, beş? Ruhumun koyaklarında dolaşırken, “ödünç alınmış büyülü âlemlerde, ‘n’ sayıda boyuta hükmediyorum” diye övünsem şimdi, darılır mısın? Gidilmemiş göç yolların var senin, sıcak ülkelere uzanan katar katar özlemlerin... Beni sorma hiç. Asırlarca önce evcilleştim. Evcilleştirdiler ve sözü keşfettim böylece. Diğer kuşlardan farklıyız biz. Göçemediğimiz sürece mekânsal kısıtlanmalar, iç yolculuklar aracılığıyla özlemlerin patlamasına neden olur. Sen haykırırsın, ben söylerim… Biraz dert yansam, dinler misin? Âdemoğlu sözün değerini bilmiyor artık. Yaşam ve ölümün iç içe’liğini… Neden içimizde intihar ettiğimizi bıkmaksızın ve neden her satır ve mısra ile ana rahmine geri dönüp, orada bir kez daha yunup yıkanmak istediğimizi… Dışa vurdular çünkü. Hemen hepsi dışa vurdu. O denli berbat evcilleştiler ki, safi “dış” oldular! Hasreti, ayrılığı, sevdayı unutmuş gibi görünüyorlar. Şairin ölüm özlemini de bilmiyor onlar. İnsana dair ne varsa külliyen unutuldu… Üzülüyorum yaban kumrusu. Zarf ile mazruf birbirine karıştı epeydir. İzlediklerinden utanır oldu sözüm. Ve sol yanım budanıyor gün geçtikçe. Hiç değilse bunu anlayabilirsin. Evrensel bir duygudur. Eşini kaybettiğinde hissettiğin acıdan farkı yok inan. Örselenmiş yüreğimi sana bağışladım. Anlat bana şimdi, bu yarayı nasıl kanayacağım? .............................. -(S’İMGE Kültür Edebiyat Seçkisi: Mart – Nisan Sayısı – 2006) -(http://borgesdefteri.blogspot.com/) -(http://blogcu.com/nimo/) Naime Erlaçin |
...Yağmur Kokusu...
duygunun üleşilmez bütünlüğünde bir yol hikayesiyim kah üzgün kah deli bir tay yüreğim sormasın kimse beni ilkyazı beklemekteyim bilmece bir armağanla avuçlarında ikizim gülümsüyor aynadan can çekişircesine yabanlık bir entari biçiyoruz kışa yoldaşım dilsiz alfabesi ciğerim suskun ve yanık ateşten icazetli zirve sis zirve çamur zirve kayalık toprak içe dönüyor hıçkırık kış ağaçları kadar yalnız ve çıplak havada yağmur kokusu sormasın kimse beni ben böyleyim! (18 Şubat 2005) Naime Erlaçin |
...Yaşam ve Ölüm Uymacıları! ...
50 derecede kış! Ölüme de yaşam kadar yakın durmak gerektiğini düşünmüşümdür hep. Ölüm zamanla kabullenilebiliyor ama kanıksamayı ve vurdumduymazlığı anlayamıyorum bir türlü. Ölümü renkli camlardan bir Hollywood yapımı gibi izleyip sonra da hiç bir şey yokmuşçasına 'hayattan keyif almayı' anlayamıyorum. Baudrillard 'ın 'hipergerçek'i bu olsa gerek... Telefonları açmak istemiyorum artık; posta kutularını da... İnsanoğlu bir tuhaf olmuş. Sınırlı sayıda sözcükle konuştukları yetmezmiş gibi sınırlı sayıda düşünce, sınırlı sayıda duyguyla yaşıyorlar. İlk duyduğum cümle 'tatile gitmediniz mi? ' sorusu. Gitmedim lanet olsun! Yanı başımda masum siviller ve bebekler ölüyor, anlamıyor musun? İçim kaldırmıyor, havuza bile gidemiyorum. Yeni aldığı evin dekorasyonundan söz edeni mi ararsınız; köpeğini denize sokarken yaşadığı mutluluğu anlatanı mı? Oysa dört ayaklı dostlarımız için hayatını verecek kadar seven biriyim onları, ama sırası değil şimdi. Havuz başında yediği balığı dillendiren, mangalda et, yanında rakı hayalleri kuranları mı; alışveriş şehvetiyle kendini ve çağını yitirenleri, her şey yolundaymış gibi okumam ve değerlendirmem için aşk şiirleri gönderenleri mi, hangisini saysam ki… Bu ölümler sıradan değil, anlasana! Planlanmış katliam, duyumsamayı unutmamış olanların yaşam sevincini çalıyor. Olan biten budur işte! Ekranlar ise ölümün kanı donduran soluk yüzü kadar soğuk. Oysaki içine girdiğimde kokusunu duyabiliyorum. İnlemeleri, çığlıkları, o derin acıyı, 45–50 derecelik sıcaklıktaki açlığı, ilaçsızlığı, giderek bir istatistiğe dönüşen ölüm raporlarının gerçek yüzünü; kalplerimize kocaman bir “neden? ” sorusu bırakan dipsiz çaresizlik ve isyanı… İmha eden, yok edendir ölüm. Ve acıyı durduran… Hâlbuki ölüm bu coğrafyada acıyı çoğaltıyor. Katlıyor, büyütüyor, öyle ki kıyılarıma vuruyor dalgası. “Öncelikler”le “incelikler”in değerini kavrayamayan insanoğlu ey, teknem sallanıyor anlasana! Günün dertlerine hiç de denk düşmeyen, dahası şu sıra “baş kadın” olan ben”imle hiç uyuşmayan abuk sabuk bir konuda yazı istiyor bir dergi. Yok canım! O kadar ucuz mu bu ruh! Aslında yazabilirim. Kafama koyduğum her şeyi yazabilirim fakat istemiyorum. İnsancıl sorumluluğum dik durmamı ve bu duyarsızlığa başkaldırmamı emrediyor. Şu sıra Ortadoğu üzerine yazıyorum. İsteyen alır basar; istemeyenle ise hiç işim olmaz. Gazeteleri, “köşe yazıları”nı, tüm kanallardaki haber saatlerini izliyorum. “Ivır-zıvır ve gündeme getirilmeyecek konularda birbiri ardına dakikalarca süren oturumlar düzenleyen programcılar nereye gittiler? ” diye soruyorum kendime. Yanıt bulamıyorum. Belki de tatildedirler! Böylece onlar da önceliklerini yitiriyor. İngiltere ve Londra üzerinden ABD’ye uçmak üzere olanlar dün çok korktular, çünkü gerçekleşmesini asla arzulamayacağımız olası bir El Kaide saldırısı ile korkutuldular. Çünkü üstlerine Batılı bir paranoya, post-modern bir dehşet duygusu salındı. Dondular. Sırada bekleyen yolcuların yüz ifadelerini dikkatle izledim. Koyun sürüsü gibiydiler. Parfümleri, sıvı ilaçları ve hatta su şişeleri ellerinden alınırken en ufak bir tepki gösterene rastlamadım. Oysa üzerlerine sıcak kahve suyu döküldüğünde bile tazminat almak için mahkeme kapılarını aşındıran insanlardı bunlar. Neden böyle suskundular? Ruhları da davranışları gibi güdülüyordu da ondan! Ortadoğu için kaygılandıklarını da görmedim. İçlerindeki “bukalemun” böyle buyuruyordu. Otorite karşısında boyun eğmeye, sorgulamamaya ve yalnızca kendilerini düşünmeye alışmışlardı. “Kırmızıçizgi”yi geçmemeye gayret eden, tarih bilincinden yoksun, geleceğe dair zerre kadar sorumluluk taşımayan konformistlere (uymacı) dönüşmüşlerdi. Lübnan’da 30 günü bulan şiddet, acımasızlık, onca haksızlık, yüzlerce ölü ve binlerce yaralı; Birleşmiş Milletlerin iktidarsızlığı, ibret olsun diye tarihe kanla kazınacak olan beceriksizlik; Akdeniz’e sızıp doğa katli****** da neden olan tonlarca petrol; geleceğimizin dünya çapında giderek kararıyor olması umurlarında bile değildi. Yepyeni bir maske takınarak hortlayan çağcıl ve küresel bir faşizmin dayanılmaz tehdidi altında olduğumuzu önemsemiyor, utanç duymuyorlardı. Ne yazık ki bazı değerleri unutmuşlardı. İnsanlığın son duası okunuyordu uyandığımda, çünkü bu gezegeni yönetenler(!) “İslami Faşizm”den söz ediyordu o sıra. “İnsanlık”tan başka hiçbir ölçütü, özellikle dinsel ayırımcılığı kıstas almayan benim gibi birini bile çıldırttı bu söylem. Üste çıkmayı nasıl da beceriyorlardı! Altmış yaşındayım. Ve sabahın er saatlerinde, bedeli ne olursa olsun, asla bir “yaşam ve ölüm uymacısı” olmayacağıma dair bir kez daha yemin ettim. Bir belge düşürdüm kişisel defterime… Aksi halde kendimle yaşayamazdım. Ve beni büyüten bunca acıyla! (11 Ağustos 2006) - 'Gençler İçin Denemeler' Dosyasından Naime Erlaçin |
...Yeni Dünya Düzeni (Novus Ordo Seclorum) ...
- Uzar gider bu şiir....Nefes aldıkça serpilen çocuklar gibi! Whitman’ın* kuzu postunda kükreyen kurt takdis ediyor sübyan ağıtlarını post-modern çağın yalancı mezelerle donatılmış işkence zanlısı sofralarında ağırlanıyor bin izzetle(!) doğrulanıyor Huntington savaşları** karşıtını şehvetle emziriyor geleneksel “novus ordo seclorum”*** zamansız kederler çatıyor güvensizliğimde yapay teoriler kulpu çatlak küp gibi devrilirken kalesi kadim uygarlıkların farkındalığım ağlıyor : ağlıyor insan yanım geleceğe kurulmuş adaletsiz bir masa bu yara derin kozmopolit yüreğim ah! iç ben’lerim çok uluslu şirketleri işaret ediyor boğuyor kalleşliği kahpe entrikanın yırtılıyor suratlar / dökülüyor şiddete parça tesirli! : kan revan içinde ürkmüş eski bir dost yeryüzü şimdi hangi dilimle gülümsemeliyim ona hangi yangından kalmış dudaklarla utanıyorum çocuk! ………….. (*) Whitman: İlerleme, demokrasi ve geleceği yücelten şair… (**) Samuel P. Huntington: “Medeniyetler Çatışması” tezini ileri süren yazar. (***) ”Novus Ordo Seclorum”: “Yeni dünya düzeni - yeni seküler düzen” anlamında. ................... 'çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek acılardır paylaşan çocukları gün geldi paylaşıldı acılar çocuklar paylaşıldı....' (İsmet Özel) ............. 'bana bir şeyler söylediniz, anlamadım bir cümle, iyi bir söz, gene anlamadım doğrusu hiç anlamadım, siz ne demiştiniz? ben ne demiştim, ve çekip gitmiştim sonra öyle ya, niye hiç değişmedi bakışlarınız? BİTMEDİ DİYORUM, BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ....' (Edip Cansever) ........... 'size bir şeyler söyledim, anlamadınız öyle ya, neden hiç değişmedi ahrazlığınız bitmedi diyorum: bitmedi şaşkınlığınız! ' (Naime Erlaçin) ........... 'kurtulmak için çırpındığım çocukluğu yeniden öğreniyorum çocuklardan şaşarak...' (Şükrü Erbaş) ............. 'sokaklarda güpegündüz düş kuruyor çocuklar... geleceklerini yazıyorlar kaldırımlara....' (Doğan Özcan) ....... Ve ben üşüyorum anne! (N.E.) (11 Ağustos 2005) Naime Erlaçin |
...Yetmedi...
dünyayı yaktım dün gece önce okyanusları attım ateşe sonra anakaraları tek tek ateş tozunun mağrur yüzünde ağlayan zümrüdüanka’yı yetmedi! çiçek tozlarına bulanmış kitapları yaktım buluttan çaldığım sevdaya yapışan telkari anıları geride bıraktığım yılları gelecek olanları insana dair bütün yalanları yetmedi! yıldızlarda tutuştu evren esin perilerinin çığlıkları yuttu geceyi kızıl bir alemde can çekişen canımla ödeşirken ellerimi kaybettim gözlerim ve dolunayı yetmedi! külleri unutmuşum... (29 Şubat 2004) Naime Erlaçin |
...Yol...
yılana terk ettim yaban sesimi yolum iniş yol yokuş yol taşa köle taş küle kim yarattı acıyı ve aşkı toplasın elmaları -kurtlar bizim! - ikiyle sevsin zamanı biri beni çınlasın biri sizi sabra nişandır dayancın yolu koyaklara meydan okur içimdeki Mâr dağ kişnerse gül sevinci küserse değişir zar (25 Aralık 2007) 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 85 Naime Erlaçin |
...Yolcu...
efkârın gergefinde dokunur düşünce nakışları mistik bir rüzgar eser buralarda billurlaşır söz suyun yorgun teninde “gönle ulaşmanın tarihidir insanınki” der feylesof* hınzırca gülümser bir dağ ateşi yakar gözlerine satırlarda buluşulur sonra hayal aleminde dolaşılır düşler kurulur gönül eri olmak üzre bütünleşir ruh ve akıl durulur nöbetlere -aşk düşünüp ölüm konuşmaktan gelmiş ne geldiyse başına! böyle hikâye eder serüvenini... kendine özgü bir sestir aranan özgür ve özgül olan kalıplar dökeriz bedenlerimize sil baştan libaslar biçeriz o bir garip bir derviş ben çilekeş yoldaş açarız evrenin ‘la’ sesine penceremizi tutunur kenara dolgun başaklar dökülür dizeye nakış mistik bir rüzgar eser buralarda sessizliğe bürünür yol apansızın kokusundan tanınır yolcu yel sürükler yol sürer izimizi (*) Ahmet İnam (28 Haziran 2004) Naime Erlaçin |
...Yorgunluk...
boşluğa terk edilmiş bir nida artık sesim savunmasız bıraktım savunma kalkanlarını sonsuza açılan son kapıdan hiç gelmemiş gibi süzülmek son hevesim hiç selam durmamış gibi söze toparlanmak anlamsız harf öldü hece dağınık yerebatan gibi bir şey oldu söz uğraşlar kanamalar ter akıtmalar kuma saçılan inci taneleri yakılacak kaç darağacı kaldı daha? ah emek! son reddin olsun bu son inkarın affet beni yorgunum! (1 Kasım 2004) Naime Erlaçin |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 02:33 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.