www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Adult eski arşiv (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=376)
-   -   Naime Erlaçin (https://www.cakal.net/showthread.php?t=135142)

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:53 PM

...Şikayetname 12 / Taş Ocakları ve Kuşlar*

ayakta uyurdu kuşlar
özgür ve mutlu
ayakta ölen
doğumluya inat

bedenin icrasında mahpus bir çocuk
kanatlanmayı beklerdi en çok
ihbarsız kırılırdı paslanmış emniyet kilitleri
sırça konaklarda saklı duran
paradoksal manifestolar

ruhunu gasp ederdi ebedi özgürlük sesi
ağıtlar yakarken yaşamak ve ölmeye dair
dudağa yapışan bir yangın tutsaklığında
göğe bakar da gülümserdi en çok
düşlere doluşurdu kuşlar!

kan ter ve şiirden ne kaldı geriye
neydi akıbeti kaçınılmaz kavganın
teni dağlayan
upuzun bu tenhalığın

ne uyumayı becerdik düşerken tetik
ne mutlu bir kuş olabildik ayakta

boşuna özendik kanatlara ey çocuk!
yol boyunca bilemedik
göğü yitirmişiz biz
birer ehram taşıymış vicdansız bedeller
sınıfta kalmıştı nazenin düşlerimiz

azgın bir acıyla dinamitlenirken koyaklar
karanlığa açtı kader taş ocaklarını
bu şiir şimdi taş basarak taşlaşmış yüreğine
ocak kapılarında parçalıyor yasını
gözyaşını kederle gezdiriyor bulutlarda sensiz
ki anlamıyor ah neden cansızdır
rahminde büyüttüğü bütün yavrular

şikayetçiyim!

içime serpiyorum külümü
ayakta ölüyor artık kuşlar

………………….


(*) Azim ve cesaret sembolü, şiir çocuğum Sevgili HİLAL LÜLE’nin anısına….

-Nurlu bir göğün cennetine bıraktım seni ey hilal! ....


(3 Mayıs 2005)

('Güldür be Kız...Canım Acıyor' - Pelerin Kitap, 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:55 PM

...Şikayetname 13 / Kemre

dökülsün
kiri açgözlülüğün
sıyrılsın
rastığı kınası

daralıyor zihnim
aczi sırıtıyor
kanlı mintanların kumdan kalelerde

pusuyor dimağ
puslanıyor belagat

ne saçılacak pul kaldı
ne ateşe serpilecek yürek

her yer kemre!


(20 Ağustos 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:55 PM

...Şikayetname 17 / Gelberi...

mürekkebe ilişmeyi tarif ediyor logos
umduğumuz denizlerle kadife ellerimizi
bir o kadar kesifleşiyor başkaldırış
bilgelik zarına eldivenle dokunarak

siz?

siz yalnızca omuz silkiyorsunuz
canınızı sıkıyor uyandırılmak!

söyleyin nasıl bağışlanır şimdi
cıvayı ayar tutan bireyselliğiniz
mizanı kayıp bir izan
gerçeğe sağır anlak

kağıda vuran yalımındandır renksizliğin
ellerim birer gelberi!


(30 Ekim 2006) - Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:55 PM

...Şikayetname 18 / Dördüncü Zaman...

şaibeli kulelerin yıkıldığı tan vakti dirilen
sancılı güneşten sor beni

o ki ateşini dindiremedi hiç!

şer rivayetler sunulduğunda
sırrını arayan yalnızlığa
gıcırdayan kapılarla açılan hikâyenin
omzundaki çukur izlerinden…

ıssız bir şafak vakti
pazarda bedelini soruyordu bezirgânlar
kaç okkaydın kaç dirhem ey şiir!
kaça alınmış
kaça satılmıştın, bilmiyordu kimse

sözün ana rahminden
bir yetimhane garibi kadar diyetsiz
ve borçsuz
bin mihnetle peydahlanmıştın

örtülü alevinle dağlandı soluk kattığın eylem

reddederek suskun teslimiyeti
kitaba el bastın
sadakat adına yürüyüp gittin sonra
üçüncü zaman evvelini sonraya zincirleyen
kemirgen cinnetiyle sevişerek yanık kokulu mısraların

sen söyle pahanı ederini rengini!

hangi tezgâha sürersen sür bu hikâyeyi
geleceği maziden sorgulayan
vakitsiz bir şamardır şimdi!

…yılanın ağrısında yenilenir zar…

ateşe bıraktığım şikâyetimle tanımla
üçüncü zaman duvarlarına sinmiş çığlıklardan bul beni!


(16 Aralık 2006) - 'Şikayetname' Dosyasından...

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:56 PM

...Şikayetname 19 / Kelebeğin Ağıdı...

kırmızı güllerin nerde kelebek
altına özenen sarı tozların?

kozanın sonu kaçınılmaz uçuştur bilirsin
kaderinse akşam vakti tükenen kızıl şafak
ağlayan ilk pırpır değilsin üstelik
kimin ömrü uzun ki!

tırtılın şarkısını dinlerim
kâh yaralı kaplan: haykırır
kâh rüzgârla konuşan
sessizdir oysa gül bahçeleri
büyülü barınağı hayallerin

dağılmasa kanatlar
rüyalar ölmese
kelebek de yaşar belki
kim bilir

şair dediğin ne ki!

düşle gerçeğin kesiştiği yerde
esintiye fısıldayan yorgun sesi
kelebek sarısından üflenen nefesiyle
yarınlara dokunan bir pırpır

faydasız küçük ölümlü
kozalar korumaz adamı!
kuru dallara takılmasın şikayetin
kaybolmasın avazın kıraç boşlukta
cennet bir bahçede yaşamla kol kola
ölümsüzlüğü aramalısın

unutma sen
sözün kanayan yarası
gözüpek
şiire ağlayansın

ağla kelebek
ağla!


(18 Kasım 2004) - Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:56 PM

...Şikayetname 2 / Sır

usta bir meczup yarattı şiiri
tutkulu
korkusuz
isyankar!

çıraklık dönemi ah!
militanlığı ezberletirdi söze
tükenişi sordum yüceltme eylemcilerine
payıma düşen
bilinçten aktı
sorumlulukmuş dilin manifestosu

öyle dediler!

sancılı bir ihtilal arifesinde
ölü bebekler doğururdu meczup
çağdışı tohumlar ekerdi kanadı kırık nehirlere
kırardı içinin içbükey aynasını pul pul
dağlanırdı teni iğdiş edilirken beyinler

avucuma saklardım idam mangalarını
titrerdi yer gök kainat

yılanın koynunda aşkla uyuyan
akrebe teslim olmakta gizliymiş meğer sır
us’a bitişik kaçakçı mezrasında pimler çekilir ve
duygunun sınırları şehvetle mayınlanırken
diken olmakmış kendine

tam deli işi!

öyle dediler….


(20 Şubat 2005) – “Şikayetname” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:56 PM

...Şikayetname 20 / Karalama Dosyaları...

uzun bacaklı tayın
ihtişamlı koşusunu banardık tedirgin akşamlara
talandan korurdu çadırlarımızı
taze bir umut muştulardı
erken ayazlara düşen ilk yağmur damlası
pusuda saklı hançer ve yüzümüze sırıtan
kara suratlı mağaraya kişnerdi küheylan
:
her şahlanış
içeriden yağmalanmış bir toprak parçası

arkamızdan kovalardı karalama dosyaları
orada gizlenirdi şiir
insafsız bir iç savaş artığı ganimet adaklar misali
alnımıza sürülürdü harfin kanı
anılar tüterdi bacalardan
ki kırlaşmışlardı
unutmuştuk çünkü insanca yaşlanmayı

ilan tahtalarına yapışırdı suretimiz
takvimleri ağlatırdık biz

b u y ü z d e n “genç” koydular adımızı
“ölümsüz” dedi birileri
biraz alaycı
biraz küçümser bir tavırla!
b u y ü z d e n çözümsüzlük gurbetiydi
yanıtsız soruların tebliğ edildiği
kayıp bütün adresler

başıbozuk isyankar ve çılgın tay
tıslayan gece yılanını b u y ü z d e n
gündüze şikayet ederdi bıkmaksızın

dağlanırdı dudaklar karalama dosyalarında

bıçak-rüzgar-kan
bu kadardı yaşam!
geçmişi geleceğe bağlayan ak kağıttan farklı
sıradan bir zincir halkası

yoktu bir anlayan!

(kutsal aşkın kendisi
ve aşkı bilenden başka...)


(30 Mart 2005) - Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:56 PM

...Şikayetname 21 / Bin Mürg...

(hoyratlık ülkesini kuşkuyla yoklayan
kal-u belâdan beri muhalif ehven-i şer’e;
bin duayla giyinip sözün son hırkasını
aşkın zalim kuyusunda demlendi şair…)


kokusundan tanırdı beyaz ölüleri!

kırk yürekli
kırk yiğitler dergahından süzülüp ak memelere
iki nüfuslu kentin pasavansız yolcusu
yetim kalmış kum tanesine şikâyetlendi sessizce:

seninle bilendik ey!
seninle belledik hangi ağır göçten kaldığımızı
pas tutmamış asil künyenle
dili çekilmiş mezarlarda
hangi çılgın arzunun yatalak mahreminden

ki acılar kürsüsünden vaaz ettin hep
ki cinnetimizdin
ki cennetimizdin sen!

bin sabırla geçtik semaha
neresine dokunduysak bir sabinin
esmer bin ağıt düştü gökten
döşümüzde mızraklar…kaleler böyle indi
otağlar kuruldu sayrılığı nüksetmiş divanına
yıllanmış bin ah’ın mirası durdukça sırtımızda

böyle gitti atlılar
bin atlı daha var evrenin sonsuz yolunda

şimdi
ikiye böl beni
:
bir yarı ele güne
bir yarı kendime

“ol” de ki düşeyim bin mürg’ün kanadından


(30 Eylül 2006) – Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:56 PM

...Şikayetname 22 / Cerih...

bıçakla komşuyuz nicedir
dil yaprak kıyımı
kutsal tuza bağışlandı yaralar
sonsuzun tetrakis hesabı

sus’u sorgulayandır bıçak!

çürümemiş ağrılardan sor beni
kısılan nefesimi mücrim sesi say
ıssızda göveren uğursuz iniltiyi

ruh haylazlığımı asıyorum adak ağaçlarına
beni benden bil ey ben!
üçüncü gözüm bende kalsın
yabanıllığımı sen üstlen

emanetim olsun kesilen gırtlak
hançereme gizlediğin kâhin sözünü bırak!


(13 Ocak 2007) - Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:56 PM

...Şikayetname 23 / Çolaklık! ...

yen içine koy çolaklığını!
ayrı koy
en derine….

hangi ölüyü sakladıysak onurumuzdu bizim

yetti diyorduk ya bu ziyankar hayat
susmadı…hala çalıyor çanlar
tükeniyor zaman
oyun başlamadı bile

hem kim bilebilir son zar atılmadan
kim galip
kim mağlup
kim berabere!

ister saçını okşayayım bugün
kızılcık şerbetine bağışlansın kanın
silinsin yüzündeki izler
bir kırbaç şaklasın ya da sırtında
haykırsın avaz avaz içinin deli sesi
vız gelir ölülerimize!
bırak kahrın kuyusunda demlensin keder

bir sigara içimlik yol kalmış şunun şurası
ne acıdan korkar dağlanmış göğüs kafesi
ne hain kurttan
içindeki ağıttan başka

çolaklığımıza dokunmayın yeter!


(29 Temmuz 2005) - Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:56 PM

...Şikayetname 24 / Ain Sof’a Son Çıkış...

ne söylendi yazıldıysa taşa
geri alındı
tarumar yanına bağışlandı ejderin
rüzgar esti bir yol
rahmet közü biçti
geri döndü hikaye Mu’ya

en son
delirmiş bir kandı toprağı kışkırtan
gülden diken çalan merhaba
çamura bulandı

…uyku bilmez kahin
iz sürer geceleyin rutubetli gözleriyle
kudurmuş bir at sırtında
zamanı tütsüler rüzgar sipahisi
ayarsız takvimlerin göğüs ağrısında
söz keser
üçüncü göz ateşiyle sancılı bir veda’ya...

böyle mağrur verildi yol izni Mu’ya
var’ı yok’a saydırmadı bilici
bağrındaki dövmeyle mühürlendi muska
böyle bir ayinle bağışlandı
zemzem sarnıcının sır dolabına
:
yarın çok geç olacak sin-i-ba!
kireç boyalı ruha canhıraş bir sesleniş bu
____annu-ba tecellisi____
öz'ü içinde gizleyen ölümsüz Ra’ya

ain sof’a son çıkış!
geri dönüş Mu’ya…


…….......

(15 Aralık 2005) – 'Şikayetname' Dosyasından…

***ain: hiçlik
sin-i-ba: öz’ü temsil eder
annu-ba: sevgiyi aktive eden sembol
ain sof: sonsuzluk

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:56 PM

...Şikayetname 25 / Bir Yudum Hüzün...

çünkü çıplaklıktır en kısa tarifi güz’ün
birileri mısraı hançerler bu mevsim
sarı hüzünlere soyunur bir başkası envai renkte

hangi nehir sevişebilir hemcinsiyle denize varmaksızın
hangi şimşek bilir suya dönüşeceğini bir gün

usulca başkaldıran sırlar olmalı mutlaka bir yerde
güzel bir kadının
teninden süzülen rayiha kadar anlaşılmaz
isyankar ters akışında suyun
yalnız.
durgun
ve gamlı

aynada güz
aksi: hüzün

ayrı düşülür gölgeden düş kanatlarında
mülteci koğuşlarda azar kudurur keder
ayrılığa perçinlenmiş
kalpçe azmanlaşır düşünce
tedirgin
sancılı
ve ağlamaklı

künyemizde “yaprak dökümü” yazar o gün
çünkü vurgun yemişizdir hüzünden
dışa açılan bir kapı aramalı
öyle ki suya karışsın çıplaklığımız
kitaplarda böylece alenen
“bir yudum hüzün” diye geçsin adımız!


(8 kasım 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:56 PM

...Şikayetname 26 / Kördüğüm...

içimdeki yumağı
çözmeye ayırdım gece masallarını
yüreğimde çeteleşen
___kelimelere

ayarlı saatlerin karanlık yüzüne

asmışız hayata paltomuzu bir kez
sabaha sağ çıkmaz şimdi zihin kurtları
uçsuz kördüğümler vehmeder
selamsız atların sabırsız kişneyişinde

esir alındığını bilmez bir yumak
parça tesirli vuruşların menzilini
içtiğimiz acı su aynı
döktüğümüz kan ve cerahat
nabız atışlarımız
___birbirine ayarlı

ihtilalim var bu gece!

kalkışacak körelmiş tüm dizeler
bir dağ yankısı olacak bu masal
keskin bir törpülenme
dışa bakan
___iç yüzümüze

feshedecek aksi halde kördüğüm hepimizi
kapsama alanı içindeyiz zalim bir şebekenin


(25 Ocak 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:56 PM

...Şikayetname 3 / Bıçak! ...

hayalet kentler onarıyorum bozkırda
kanımın deryası oluyor aynalar
yeşilin özlendiği
maviye sığınılan kara bir gün bu gün

düş imgeler tutuşuyor ellerimde

dağlık bir yaylada kalmıştı küheylanım
uçamıyoruz ah!
yüzleşmesi bitmedi ulu dağ başıyla
habersizdir son keşişten ünlenen duaya kişnerken
atlas divanlara çığlık derleyen harem ağasından

tunçtan heykeller yontarak göğün ak yüzüne şimdi
talan ediyorum belleğimde ne varsa
lanet olsun!
bedbaht bir gonca düşüyor bağbozumuna

ne tartıyor terazim ah bilsen!
nasıl tartıyor şirazesi yırtık şu hayatta
bir kefe ağır çekerken
her şeyin tükendiği o kentte bir çocuk ağlıyor
derinleşiyor atardamarımdaki uçurum

çürüyor lal dilim ey yar!
karanfil kokulu şiirler çakıyorum alnına
yüreğim çatlıyor

sonrası anarşi
:
aşk gibi bir şey!

dahası ne ola
böğrümdeki bıçaktan gayri…


(23 Şubat 2005) – “Şikayetname” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:57 PM

...Şikayetname 4 / Kilit

bir vakitte çekilir mandalı
açılmayan kapıdır yürek

kilitler kendini öyle

susarım sonra
acıya giderim
yoldaş olur gözyaşım
bir yudum kahve gibi hatırlı
küller savrulur ateşimden
sessiz bir infilakı izlerim

hangi mayın tarlasıdır bu
hangi uçurum!
nerede yitirilir en hayati organımız
söylenmez hiç

taşa kilit vurur dil
kilit üstüne

kaçmak çözüm değil ne zamandır
yok edemez kimse izlerini


(23 Şubat 2005) – “Şikayetname” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:57 PM

...Şikayetname 5 / Kesikler

az gittim dolaştım
yundum yıkadım
uz döndüm

nereden bileceksiniz
ne denli kırıktı içim
kaç hançer yaraladı habersiz

“sevgi emektir” dediler
yalandan sevgi olur mu hiç!

ihaneti kazıdım önce belleğimden

:kırmızı çizgiye dinamit koyanları
sabırla saygıyı çamura bulayanları

tuttu şimdi hesap
ön bahçem gövermekte
arkası güya gülistan
uçurumda cesetler
elde var
eskilerden birkaç

beni sorarsan iyiyim
reçine salıyor gövdem

kesiklerimden! ...


(23 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:57 PM

...Şikayetname 6 / Taş

aynada mayalanacak an
ödeşmek üzre kırk başlı ejderimizle
kınayla çıkacağım yağmur duasına
siyahtan ırak
sürmelenmiş tül bir duruşa

kimse görmedi içimin ayinlerini
dilim kilit taşı
dilimin önü ardı taş!

hangi kapıdan eylemsiz
cansız çıkılır
hangi kapı cefa
hangisi secde içindir
bilinmedi
bildirilmedi hiç!

kudurmuş akışında
suya köpürecek infial ve sessizlik
çıldırtan bu nefessizlik

adaklar sunacağım dilsizliğime
keseceğim sonra!

durulmak için değil miydi denizler
durulsun öyleyse
durulsun ah!
bu yol bitti biter

bir sabır taşı düşürdüm suya
su suskun şimdi
şikayetli
su en keskin ayna!


(23 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:57 PM

...Şikayetname 7 / Ünsüz…

derin denizde
trol ağlarına takıldım
şahdamarımı dinamitliyor sessizlik

ses
ses
ses!
ki anası sessizliğin

yeterince ünlersem
dönüşür mü ünleme?

unutur belki bağırmayı
susmayı bildiği kadar

ündeki anlam yalan
yalan uçurumdaki can
Şahmeran’ım oluyor denizdeki yılan

iniyor kaderin sessiz ağı
bir yol açılıyor derinde
dilimden yürüyen
:
kesiyorum dilimi

ünsüz mak****** geçiyoruz sonra!


(25 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:57 PM

...Şikayetname 8 / Öfke! ...

melankolik bir şarkı takılıyor örümceğime
piyano-piyano o balada çarpıyor akrebim

öfkeliyim!

bu saatler zulmü hapsediyor
hayata indirilmiş şalterin kuytusuna

ezeli iki kara delikten geçmiştik anımsa
deliklerin ucundan
kehkeşana çıkarken
kalaysız bir tepsiydi dünya

kışkırtıcı bir kapı bağışla şimdi
adı 'çakır gözlü masumiyet' olsun
anlamı düzgün öyküleri açsın anahtar
mizanı doğru aritmetik hesaplar gizle zulanda

dipsiz kuyulardan bin beter bu ketumiyette can çekişirken
pıtrak tarlasına forzando bir arya ısmarlayacağım!
koca memeli sopranonun gırtlağında patlayacak ses
detone baslarda tepinecek şarkımın küheylanı

anlamadın öyle mi
olsun!
öfke kusuyor yükselen yıldızım
nüksediyor örümcek

durma ötele!

çalsın diyorum çanlar
sıyrılsın kemik çürümüş etinden
gül oyalı bir mendil düşsün yere
dişi-erkek
tüm kağıt tasvirler renkli camlarda kalsın

terk edilsin müptezelliği çağın

bir giyotin tıslıyor ensemizde bak
saatlerden şimdi
ihtilali vuruyor saat!

böyle bir anda düşürülsün mendil
alsın öfkeyi böyle

günahı alır gibi! ...


(23 Mart 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:57 PM

...Şikayetname 9 / Çaresiz! ...

intihar kuşları ötüyor beynimde
ense kökümde migrene dönüşecek
o ağrı yuvalanıyor yine

neden böyle acıyor gözlerim

evsiz bir çocuğun
sessiz çığlıklarına takıldım şimdi
ondandır

kar etmiyor zırvalama
ve delilik

ah çaresizlik
ah çare-sizlik! ...


(9 Nisan 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:57 PM

...Taşra Hikayesi...

-zarfı belirleyen mazruf; mazrufu belirleyen ise zaman…N.E.


sevemedim merkezi
katrana bulanıyor çeperler...

sığılmazdı böyle yerküreye
taştım taşraya
çağırıyordu gökler
kilitler pas...kan revan
söküldü cehennem kapısı
bulutlar tebliğ edildi usuma
rezil bir kıyamete döküldü duvarlar

gayrı durulmaz buralarda...

ipi çekildi emanet mazbatanın
sözcük imla ve anlamın
kabuğum bağama yük
vurdum taşkınıma
vurdum taşraya

bir içime yenildim
eksilir ve çoğalırken
bir de içimin taşrasına

bu kaçıncı yol...kaçıncı serüven
denize baktı Musa
yarıldı su
ana rahmi paramparça
sustu dünya

gurbet sevdalısı şiir ey!
doğurgan ağrılarımsın araf sırtlarında
hükmümden cinnetli
hükmedenim

ne kaldı geriye!

aslıma rücu edip bir pagan otağında
göçün son durağında Altay’dan tetiklenen
sözün memesinde mazruf belirlerken
“geleceğe bir mektup”* yazmaktan başka

bir içime yenildim ah!
bir de…

……

(*) “Şiir, geleceğe yazılmış bir mektuptur....Mektup, ‘iki’nin eksilerek ‘bir’ olmasıdır.” - Hüseyin Ferhad

(10 Ağustos 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:57 PM

...Tut Ki Kurudu Bütün Nehirler! ...*

-“ Bir kimse bir şeyi beklemezse, beklenmeyen şeyi bulamayacaktır” – Heraklit


boyutum kadar düşünce
boyum kadar tufanım ben
yok sayılmış bir eğride akan
doğduğum gün bana armağan
ölümden çalıntıdır yaşam

tut ki kurudu bütün nehirler
yataklar yine de akmak içindir
onlar bekler!

hani diyorum ki
soluğu tükenmiş su teninde bile yeşerse
her ölümlünün bir yarını olmalı
dur
dinle çığlığımı!
yaralı teleklerin çıtırtısı bu

bir avaz bırakıyorum
dar ötüşlü kış serçelerine
‘şer’e karşı ‘hayırlar’ serpiyorum son ötüşlere
yarınlar unutulmasın diye

dil anlama kavuşursa ortaktır ancak
nefesim yırtılıyor sözcüğün sinesinde
uyuyan bir kelebekten çaldım düşleri
göğe asılan şimşeğin ucunda sesim
yılgınlığın talanıdır çarparken sesine

tut ki kurudu bütün nehirler
rüyalar yine de inanmak içindir

her ölümlünün bir yarını olmalı!


(10 Ocak 2004 – 22 Mart 2004)

(*) Uzun sürede yazılmış bir şiirdir bu. Manevi kızım S’nin acılarını paylaşırken; bir taraftan gitmemesi için dua eder ve diğer taraftan neden gitmesi gerektiğini anlamaya çalışırken; son olarak da çıktığı yolculukta onun kucağına bir yudum umut bırakmaya çabalarken yazıldı. İç içe geçmiş pek çok duygunun ifadesidir. Gitmeye karar verdiğini ilk günden beri biliyordum. Bu yüzden son dize, daha öyküye başlarken düştü kağıda. Şimdi o, albatroslar diyarında…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:57 PM

...Tutulma...

tutulmak üzere
dağın ardına çekilen güneşten geliyoruz
__soluyor renkler
___soğuyor evren
bar tutan yalnızlıklara adanmış saatler
ezber ediyor
kimsesizlik derbentlerini

var elbet bir teselli!

-hiçbir yasak kuşatamaz aşıkları-
yıldızların belleğine çakılır sevenler
geleceğe mıhlanır çünkü her biri
yeter ki
avını kovalayan bir alacakaranlık olsun
___terk edilmişliği kazıyan neşter

ışığı alabilirsiniz artık!

bizi vuran bu deli nabız
ve gökyüzüne çivilenmiş sevda

“eriğin
çekirdeğini kucaklayışı gibi”*

sarılır o siyahlığa…



(*) Özkan Mert: “Bir Aşk Şiiri Sana – 4” ten…

(29 Mart 2006) – Tüm tutulmaları belgelemek adına…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:57 PM

...Uçurum...

uçurum anlatıyor

suç yok
suçlu yok
ne tuhaf!
cezalandırılmaktan söz ediyor durmaksızın

safi kulak kesiliyoruz kınından çekilmiş bu intihara
delik deşik oluyor aklımız
sabrın isyana durduğu yerde
esvaplar dikiyorum imlasızlığa

dış yüzüm nisan tomurcukları
geceye perdahlanmış bir güz ağrısı içim
suç hikayeleri uçuruyor
aşk pervazındaki kumru kanatları
:
kendimi dağlıyorum!

döşümüze çakılan ünlem
ve kıyasıya teslimiyet
ve kıldan ince boyun eğiş hayata
anlaşılmasın diye
suya yazılan onca öksüz eylem
avucumda kalıyor
:
ipin yere düşen gölgesini anlatıyor hayat darağacına
sözünden caymamışlığını
uçurum kenarında bir ölüm taziyesinin
:
suçlu yok!


(6 Mart 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:58 PM

...Unutmuşum! ...

sarı bir hüzne ekilmiş
kekre pişmanlıklar yasından kalmaydı gün
söküldükçe uzuyordu tırnaklar
aniden ucuzladı yaşamak
aniden kısa
kirpikler isli
sağır bir yangından kıyasıya kaçan

nasıl toplardık parçaları
unutmuşum!

bir adım öteye gitmezdi
yüzümüze sıvaşan acı gerçek
kurşunlaştı solumak

bir harf daha düştü
:
içimdeki çocuğun yandığını
unutmuşum!


(14 Kasım 2005) -

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:58 PM

...Üçüncü Yıl 1 / Na! ...

işte böyle!

az mı gittim
bilemem
uz mu

bir arpa boyuydu yol
iki yıl doldu

kah eksildi kanım
soğudu natamam kürtajlarda
prematür bir bebeğe can verirken kah
çoğaldı sımsıcak

tam da bugün
bu çocuk
üçüncü kez doğacak...


(27 Ocak 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:58 PM

...Üçüncü Yıl 2 / İm! …

kim bilir kim olduğunu
düşmedikçe sureti bir aynaya
yankılanmadıkça kuyudan sesi

şiirin leylekleri durmaz uçar
yalnızca acılı yürekler mola verir orada

mısraın ipek kaftanına bürünmedikçe
sevişerek sözle inleyip
tende imlenmedikçe ruh
sesten sayılmaz vahşi çığlık
ki yanıltır sessizlik
işaretlenmemiş imge
ve imgesizlik
beni benden soran bensizlik

o diyar
orası
bu diyar
susuz kuyusuz Kerbela

şiir tanrısı ey!
başka yer yok
sür izimi

yalnızlığa uluyan kurtların rahminde gizliyim
ruhsatsız doğur beni

şimdi!


(27 Ocak 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:58 PM

...Üçüncü Yıl 3 / Ma! ...

dizekıran
imge celladı sancılar da var
katil barikatlar kurulur kör menzillere
emreder zemherinin anaforu;

-cebbar bir acıya yataklık et
sus ve em!

kırlangıç küskün / yol yitik / rüzgar kırık
küf ve külü anımsatırcasına soğur evren

say ki gittin
git…tin…in…n
yoksun
yokuz…uz...z
acı ve sevdadan
uzağız
tımarhaneye dönüşür düş evim
kafesim derbeder
rahlem cenaze duasında
ok ve yayızdır artık kendimize

-fırla!
der yürek

ah yüreğim!
ala bir taysın hala
ebemkuşağından köpürür harflerin
yeni sökülmüş tırnak acısı kadar sinsi o ağrının koynunda
dünden bugünden farksız
yarın da bilirim yazılmıştır düşmek
çaresiz bir rehine gibi
şiir tanrısının avuçlarına

buyruğa boyun eğerek
tez deşifre ederim gen haritamı
öyle ki mayalanmasın ahrazlığım
lal dil’imin gün sayan divan kapısında
sürgün heceler incelsin sisli bir an’a

-ak kağıttan doğ!
vaktidir kaleme rücu etmenin
öksür kekele ve kus!

karanlığa kandiller adar sonra güneş
zebanilerden uzak
ışığa döneriz yüzümüzü
dokunurum sana işvebaz bir gökadada
el yordamıyla dizelere abanarak

ki kurtuluştur
uluyan kurtlarla büyüyen gecenin paydasından
böyle böyle
su serpilir acıya

dudaklarını sevdayla ıslat şimdi
serin bir su tut kendini şiir tanrım
her mevsim çünkü
dağ ateşi tutuşur şair kanında

-doğur ve kus!

sus/ma!

su(s)
ma! ...


(27 Ocak 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:58 PM

...Ünlem! ...

anlamlı bir adı yok!

'sabahı idam eden kadın' diyorlar ona
uyandırılmayan tüm sabahları
uyanılmayan...
:
ağlıyordunuz siz

çılgın şiirler söylüyordunuz siyahi bir güneşe doğru
kara büyünüzden kalmıştı is kokan çığlıklar

bir ihtimal
lav kusan dağın eteklerinde
'geceyi katleden adam'a terk edilmişti rüyalar
:
‘yangına giden’ ‘ateşten gelen’i süzdü böyle
geceye hesabını veremedi gün
iri birer ünlemdi gözlerdeki bakışlar

ve ağlıyorduk biz...


(7 Ocak 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:58 PM

...Üşürsün Ozanım…Üşürsün….

tanrıların arabası* ile yasemin sarayların
buluştuğu gün aşılacak denizler
yetim sığırcık sürülerinin
çığlığında duyacağız
kurumaya durmuş mümbit ırmakların fısıltısını

acıyla gülümseyeceğim çağımın sızısına
yabancılaşmaya!
:
erken vakitler
ağıt yakarken suyun uykusuna...

mahmur bir gölgede susacak yaşam
nehir yataklarını ıskalayan yağmurun ben olduğumu kimse bilmeyecek!
vakitsiz bir rüzgarın çarpıp durduğunu kayalıklara
akrebi korkutan suyun ağrısına ağladığımı sessizce
:
izimi yürüyeceğim!

enlemler boylamları götürecek
kadını sorgulayacak titrek bir dağ
yeller eserken tepede habersiz
imler ırlayacak sevda güllerine

hava hüzünlü bir ezgi
:
'üşürsün ozanım….üşürsün”....

hiçbir türkü yüreğe bu denli neşter olmamıştı
sevdanın keskin bakışı bileniyor gözlerde
ah ateş tanrısı! ah volkanın dölü
acılı kentlerin tümünü yakacağım
kuyulara gömeceğim haritaları
tersyüz olacak yerküre

kör karanlıkta anlama düşmek boynumun borcu olsun
ödeyeceğim!

sesimden geldim
pusula sesimin yaslı yüzüne
vade doluyor bak
en hakçası gülen yüzüm sesime yürümek
nasır tutmaz acılar tohumlanmış yüreğimle...

ne desem ki nasıl anlatsam!

kimse görmeyecek
kimse bilmeyecek!



(*) Zodyak’taki 3. burç olan İkizler, antik zamanlarda “Tanrıların Arabası” olarak nitelendirilirdi.

(17 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:58 PM

...Villa Grimaldi...*

- Augusto Pinochet'ye

unuttun
bir kış gecesi denizden geldiğini

suyun sesini unuttun!

korku kustu
yorumsuz karanfil üstüne
öfkeli dudaklar

titreyen karanlığın
öç almasıdır
şimdi çağrılı gidişin

kimdin sen
acılar kuyusuna
buğulu şarkılarıyla gömülen
onlar kimdi

ölür müydü emekli tiranlar

sorular sus’a bağışlandı
yanıtlar
hecenin sürgün hali


(17 Aralık 2006) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:59 PM

...Vurgun...

zımbalıyorum şiirleri üst üste
hedef tahtasındalar şimdi
vuruyorum on iki'den
düşüyorlar

vurgun yerken şiirler
sinsice iniyor gece
geceye idam mangaları diziyorum
yetmiyor barut!
bir daha yeniliyorum dili
benden içre suskun
çığlık çığlığa benden öte
boydan boya bedenimle örtüyorum geceyi

delice koşuyorum
sağrımda bir it delişmenliği
kanımda diz boyu itlik
:
boynunu ilk büküşte hani
vurmuştum yüreği ona
emanetim oldu mahşer yollarında
emaneti oldum bir tutam zehrin ucunda

gece aksak
dokunsam hırlayacak
gece it azmanı sıcak

yanıyor delifişek kalbim
:
“ceketimle örteyim gecenin bütün itliğini”*
gömeyim kendimi vurgun sesine
gecenin oyduğu mezar sessizliğine
gürlesin şiir ey gönül
çağlasın
selama dursun alem!

bekle
saba gölgesi düşecek güne
ardı sıra izler bırakan
hiraman sam yeli ateşinde

çek geceyi kınından!

…..

(*) İsmet Özel – “Geceleyin Bir Korku”dan...


(29 Temmuz 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:59 PM

...Yaban Kumrusu... Düz yazı

Sisli bir yalnızlık gibidir ölüm...
Bilinmeyenin içinde tek başına yitmek, kaybolmak...
Ve yeniden doğmak şairin dilinde...
Pir-ü pak, taptaze, dipdiri…

Ölmek hangi hesabı sonuçlandırıyor, düşündün mü hiç? O ki doğumdan önce de vardı. Ondan geldik; ona gideriz hepimiz. Ah bu korkularımız! İntihardan ne sık söz ederiz. Yaşamaktan ürktüğümüz için midir dersin? Yenilgiler cehenneminde yanmaktan korktuğumuzdandır belki. Birileri gerçekleştirmiş diye ne çok kıskanırız onları. Ama yapılmaz... Yapamayız. Bu yüzden de söze ve sözün anası şiire dokunur ellerimiz.

Sen kırık ötüşler bırakırsın evrene...
Bizler, 'söz'lenir ve söyleriz...

Bu kış yaşamdan yine ayrı düştün. Ne kadar da benzemiyoruz birbirimize. Benim bir eşim var; senin yok. Onu arıyorsun sabahları balkona astığın çığlıklarla... Bense suskunluğumda, yaradılış anında vaat edilmiş olan sözümü... Susmak da bir tür konuşmaktır, biliyor musun? Şakımayı öğrenemedin lakin bağırarak bir ün bırakıyorsun sonsuza. Ben, içimin boşluğuna saldığım sözcüklerle anlatıyorum meramımı... Ölümü, hayatı, aşkı ve sevda karası hüzünleri “söz”lüyorum oradaki 'ben'lerle. İpine tutunduğum bir uçurum var. Sen görmüyorsun. İniyor çıkıyorum durmadan. İniyor, çıkıyorum… İnan ellerim kanıyor ama yılmıyorum. Kimi gün bir dağ ateşinde yanmayı seçiyorum. Küllerden yine yaratmak için kendimi...

Anlamazsın sen. Sana ölüm, kalbin durması demek... Açlıktan, sayrılıktan; belki de vicdansız bir kedinin pençelerinde inleyerek... Hayattan kopardığın anlam, yalnızca eylem ile sınırlı. Veya eylemsizlikle... Hâlbuki yazan kişi eylemsiz de anlamlayabilir, özüyle anlamlandığı gibi... Gördün mü, ne kadar farklıyız!

En fazla kaç boyutta yolculuk edebilirsin? Üç, dört, beş? Ruhumun koyaklarında dolaşırken, “ödünç alınmış büyülü âlemlerde, ‘n’ sayıda boyuta hükmediyorum” diye övünsem şimdi, darılır mısın? Gidilmemiş göç yolların var senin, sıcak ülkelere uzanan katar katar özlemlerin... Beni sorma hiç. Asırlarca önce evcilleştim. Evcilleştirdiler ve sözü keşfettim böylece. Diğer kuşlardan farklıyız biz. Göçemediğimiz sürece mekânsal kısıtlanmalar, iç yolculuklar aracılığıyla özlemlerin patlamasına neden olur.

Sen haykırırsın, ben söylerim…

Biraz dert yansam, dinler misin? Âdemoğlu sözün değerini bilmiyor artık. Yaşam ve ölümün iç içe’liğini… Neden içimizde intihar ettiğimizi bıkmaksızın ve neden her satır ve mısra ile ana rahmine geri dönüp, orada bir kez daha yunup yıkanmak istediğimizi… Dışa vurdular çünkü. Hemen hepsi dışa vurdu. O denli berbat evcilleştiler ki, safi “dış” oldular! Hasreti, ayrılığı, sevdayı unutmuş gibi görünüyorlar. Şairin ölüm özlemini de bilmiyor onlar. İnsana dair ne varsa külliyen unutuldu…

Üzülüyorum yaban kumrusu. Zarf ile mazruf birbirine karıştı epeydir. İzlediklerinden utanır oldu sözüm. Ve sol yanım budanıyor gün geçtikçe. Hiç değilse bunu anlayabilirsin. Evrensel bir duygudur. Eşini kaybettiğinde hissettiğin acıdan farkı yok inan.

Örselenmiş yüreğimi sana bağışladım. Anlat bana şimdi, bu yarayı nasıl kanayacağım?

..............................

-(S’İMGE Kültür Edebiyat Seçkisi: Mart – Nisan Sayısı – 2006)

-(http://borgesdefteri.blogspot.com/)
-(http://blogcu.com/nimo/)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:59 PM

...Yağmur Kokusu...

duygunun üleşilmez bütünlüğünde
bir yol hikayesiyim
kah üzgün
kah deli bir tay yüreğim

sormasın kimse beni
ilkyazı beklemekteyim

bilmece bir armağanla avuçlarında
ikizim gülümsüyor aynadan
can çekişircesine
yabanlık bir entari biçiyoruz kışa

yoldaşım dilsiz alfabesi
ciğerim suskun ve yanık
ateşten icazetli

zirve sis
zirve çamur
zirve kayalık toprak
içe dönüyor hıçkırık
kış ağaçları kadar yalnız ve çıplak

havada yağmur kokusu

sormasın kimse beni
ben böyleyim!


(18 Şubat 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:59 PM

...Yaşam ve Ölüm Uymacıları! ...

50 derecede kış!

Ölüme de yaşam kadar yakın durmak gerektiğini düşünmüşümdür hep. Ölüm zamanla kabullenilebiliyor ama kanıksamayı ve vurdumduymazlığı anlayamıyorum bir türlü. Ölümü renkli camlardan bir Hollywood yapımı gibi izleyip sonra da hiç bir şey yokmuşçasına 'hayattan keyif almayı' anlayamıyorum. Baudrillard 'ın 'hipergerçek'i bu olsa gerek... Telefonları açmak istemiyorum artık; posta kutularını da... İnsanoğlu bir tuhaf olmuş. Sınırlı sayıda sözcükle konuştukları yetmezmiş gibi sınırlı sayıda düşünce, sınırlı sayıda duyguyla yaşıyorlar. İlk duyduğum cümle 'tatile gitmediniz mi? ' sorusu. Gitmedim lanet olsun!

Yanı başımda masum siviller ve bebekler ölüyor, anlamıyor musun?

İçim kaldırmıyor, havuza bile gidemiyorum. Yeni aldığı evin dekorasyonundan söz edeni mi ararsınız; köpeğini denize sokarken yaşadığı mutluluğu anlatanı mı? Oysa dört ayaklı dostlarımız için hayatını verecek kadar seven biriyim onları, ama sırası değil şimdi. Havuz başında yediği balığı dillendiren, mangalda et, yanında rakı hayalleri kuranları mı; alışveriş şehvetiyle kendini ve çağını yitirenleri, her şey yolundaymış gibi okumam ve değerlendirmem için aşk şiirleri gönderenleri mi, hangisini saysam ki…

Bu ölümler sıradan değil, anlasana!

Planlanmış katliam, duyumsamayı unutmamış olanların yaşam sevincini çalıyor. Olan biten budur işte! Ekranlar ise ölümün kanı donduran soluk yüzü kadar soğuk. Oysaki içine girdiğimde kokusunu duyabiliyorum. İnlemeleri, çığlıkları, o derin acıyı, 45–50 derecelik sıcaklıktaki açlığı, ilaçsızlığı, giderek bir istatistiğe dönüşen ölüm raporlarının gerçek yüzünü; kalplerimize kocaman bir “neden? ” sorusu bırakan dipsiz çaresizlik ve isyanı… İmha eden, yok edendir ölüm. Ve acıyı durduran… Hâlbuki ölüm bu coğrafyada acıyı çoğaltıyor. Katlıyor, büyütüyor, öyle ki kıyılarıma vuruyor dalgası.

“Öncelikler”le “incelikler”in değerini kavrayamayan insanoğlu ey, teknem sallanıyor anlasana!

Günün dertlerine hiç de denk düşmeyen, dahası şu sıra “baş kadın” olan ben”imle hiç uyuşmayan abuk sabuk bir konuda yazı istiyor bir dergi. Yok canım! O kadar ucuz mu bu ruh! Aslında yazabilirim. Kafama koyduğum her şeyi yazabilirim fakat istemiyorum. İnsancıl sorumluluğum dik durmamı ve bu duyarsızlığa başkaldırmamı emrediyor. Şu sıra Ortadoğu üzerine yazıyorum. İsteyen alır basar; istemeyenle ise hiç işim olmaz. Gazeteleri, “köşe yazıları”nı, tüm kanallardaki haber saatlerini izliyorum. “Ivır-zıvır ve gündeme getirilmeyecek konularda birbiri ardına dakikalarca süren oturumlar düzenleyen programcılar nereye gittiler? ” diye soruyorum kendime. Yanıt bulamıyorum. Belki de tatildedirler! Böylece onlar da önceliklerini yitiriyor.

İngiltere ve Londra üzerinden ABD’ye uçmak üzere olanlar dün çok korktular, çünkü gerçekleşmesini asla arzulamayacağımız olası bir El Kaide saldırısı ile korkutuldular. Çünkü üstlerine Batılı bir paranoya, post-modern bir dehşet duygusu salındı. Dondular. Sırada bekleyen yolcuların yüz ifadelerini dikkatle izledim. Koyun sürüsü gibiydiler. Parfümleri, sıvı ilaçları ve hatta su şişeleri ellerinden alınırken en ufak bir tepki gösterene rastlamadım. Oysa üzerlerine sıcak kahve suyu döküldüğünde bile tazminat almak için mahkeme kapılarını aşındıran insanlardı bunlar. Neden böyle suskundular? Ruhları da davranışları gibi güdülüyordu da ondan! Ortadoğu için kaygılandıklarını da görmedim. İçlerindeki “bukalemun” böyle buyuruyordu. Otorite karşısında boyun eğmeye, sorgulamamaya ve yalnızca kendilerini düşünmeye alışmışlardı. “Kırmızıçizgi”yi geçmemeye gayret eden, tarih bilincinden yoksun, geleceğe dair zerre kadar sorumluluk taşımayan konformistlere (uymacı) dönüşmüşlerdi. Lübnan’da 30 günü bulan şiddet, acımasızlık, onca haksızlık, yüzlerce ölü ve binlerce yaralı; Birleşmiş Milletlerin iktidarsızlığı, ibret olsun diye tarihe kanla kazınacak olan beceriksizlik; Akdeniz’e sızıp doğa katli****** da neden olan tonlarca petrol; geleceğimizin dünya çapında giderek kararıyor olması umurlarında bile değildi. Yepyeni bir maske takınarak hortlayan çağcıl ve küresel bir faşizmin dayanılmaz tehdidi altında olduğumuzu önemsemiyor, utanç duymuyorlardı. Ne yazık ki bazı değerleri unutmuşlardı.

İnsanlığın son duası okunuyordu uyandığımda, çünkü bu gezegeni yönetenler(!) “İslami Faşizm”den söz ediyordu o sıra. “İnsanlık”tan başka hiçbir ölçütü, özellikle dinsel ayırımcılığı kıstas almayan benim gibi birini bile çıldırttı bu söylem. Üste çıkmayı nasıl da beceriyorlardı!

Altmış yaşındayım. Ve sabahın er saatlerinde, bedeli ne olursa olsun, asla bir “yaşam ve ölüm uymacısı” olmayacağıma dair bir kez daha yemin ettim. Bir belge düşürdüm kişisel defterime…

Aksi halde kendimle yaşayamazdım. Ve beni büyüten bunca acıyla!


(11 Ağustos 2006) - 'Gençler İçin Denemeler' Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:59 PM

...Yeni Dünya Düzeni (Novus Ordo Seclorum) ...

- Uzar gider bu şiir....Nefes aldıkça serpilen çocuklar gibi!


Whitman’ın* kuzu postunda kükreyen kurt
takdis ediyor sübyan ağıtlarını
post-modern çağın yalancı mezelerle donatılmış
işkence zanlısı sofralarında ağırlanıyor bin izzetle(!)
doğrulanıyor Huntington savaşları**

karşıtını şehvetle emziriyor
geleneksel “novus ordo seclorum”***
zamansız kederler çatıyor güvensizliğimde yapay teoriler
kulpu çatlak küp gibi devrilirken kalesi kadim uygarlıkların
farkındalığım ağlıyor
:
ağlıyor insan yanım

geleceğe kurulmuş adaletsiz bir masa bu
yara derin kozmopolit yüreğim ah!
iç ben’lerim
çok uluslu şirketleri işaret ediyor
boğuyor kalleşliği kahpe entrikanın

yırtılıyor suratlar / dökülüyor şiddete
parça tesirli!
:
kan revan içinde ürkmüş
eski bir dost yeryüzü şimdi
hangi dilimle gülümsemeliyim ona
hangi yangından kalmış dudaklarla

utanıyorum çocuk!

…………..
(*) Whitman: İlerleme, demokrasi ve geleceği yücelten şair…
(**) Samuel P. Huntington: “Medeniyetler Çatışması” tezini ileri süren yazar.
(***) ”Novus Ordo Seclorum”: “Yeni dünya düzeni - yeni seküler düzen” anlamında.

...................

'çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek
acılardır paylaşan çocukları
gün geldi paylaşıldı acılar
çocuklar paylaşıldı....'
(İsmet Özel)
.............

'bana bir şeyler söylediniz, anlamadım
bir cümle, iyi bir söz, gene anlamadım
doğrusu hiç anlamadım, siz ne demiştiniz?
ben ne demiştim, ve çekip gitmiştim sonra
öyle ya, niye hiç değişmedi bakışlarınız?
BİTMEDİ DİYORUM, BİTMEDİ ŞAŞKINLIĞIMIZ....'
(Edip Cansever)
...........

'size bir şeyler söyledim, anlamadınız
öyle ya, neden hiç değişmedi ahrazlığınız
bitmedi diyorum:
bitmedi şaşkınlığınız! '
(Naime Erlaçin)
...........

'kurtulmak için çırpındığım çocukluğu
yeniden öğreniyorum çocuklardan şaşarak...'
(Şükrü Erbaş)
.............

'sokaklarda güpegündüz düş kuruyor çocuklar...
geleceklerini yazıyorlar kaldırımlara....'
(Doğan Özcan)
.......

Ve ben
üşüyorum anne!
(N.E.)


(11 Ağustos 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:59 PM

...Yetmedi...

dünyayı yaktım dün gece
önce okyanusları attım ateşe
sonra anakaraları tek tek
ateş tozunun mağrur yüzünde ağlayan
zümrüdüanka’yı

yetmedi!

çiçek tozlarına bulanmış kitapları yaktım
buluttan çaldığım sevdaya yapışan telkari anıları
geride bıraktığım yılları
gelecek olanları
insana dair bütün yalanları

yetmedi!

yıldızlarda tutuştu evren
esin perilerinin çığlıkları yuttu geceyi
kızıl bir alemde can çekişen canımla ödeşirken
ellerimi kaybettim
gözlerim ve dolunayı

yetmedi!

külleri unutmuşum...


(29 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:59 PM

...Yol...

yılana terk ettim yaban sesimi
yolum iniş
yol yokuş

yol taşa köle
taş küle

kim yarattı acıyı ve aşkı
toplasın elmaları

-kurtlar bizim! -

ikiyle sevsin zamanı
biri beni çınlasın
biri sizi

sabra nişandır dayancın yolu
koyaklara meydan okur içimdeki Mâr
dağ kişnerse gül sevinci
küserse değişir zar


(25 Aralık 2007)

6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 85

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:01 PM

...Yolcu...

efkârın gergefinde dokunur düşünce nakışları
mistik bir rüzgar eser buralarda
billurlaşır söz suyun yorgun teninde

“gönle ulaşmanın tarihidir insanınki”
der feylesof*
hınzırca gülümser
bir dağ ateşi yakar gözlerine

satırlarda buluşulur sonra
hayal aleminde dolaşılır
düşler kurulur gönül eri olmak üzre
bütünleşir ruh ve akıl
durulur nöbetlere

-aşk düşünüp
ölüm konuşmaktan gelmiş
ne geldiyse başına!

böyle hikâye eder serüvenini...

kendine özgü bir sestir aranan
özgür ve özgül olan
kalıplar dökeriz bedenlerimize
sil baştan libaslar biçeriz

o bir garip
bir derviş
ben çilekeş yoldaş
açarız evrenin ‘la’ sesine penceremizi

tutunur kenara dolgun başaklar
dökülür dizeye nakış
mistik bir rüzgar eser buralarda
sessizliğe bürünür yol apansızın
kokusundan tanınır yolcu
yel sürükler

yol sürer izimizi


(*) Ahmet İnam


(28 Haziran 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:01 PM

...Yorgunluk...

boşluğa terk edilmiş bir nida artık sesim
savunmasız bıraktım savunma kalkanlarını
sonsuza açılan son kapıdan
hiç gelmemiş gibi süzülmek son hevesim

hiç selam durmamış gibi söze

toparlanmak anlamsız
harf öldü hece dağınık
yerebatan gibi bir şey oldu söz
uğraşlar kanamalar ter akıtmalar
kuma saçılan inci taneleri

yakılacak kaç darağacı kaldı daha?

ah emek!
son reddin olsun bu
son inkarın

affet beni yorgunum!


(1 Kasım 2004)

Naime Erlaçin


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 02:33 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.