![]() |
Orta ikideyken, büyüdügü zaman ne olmak ve ne yapmak istedigi konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası. Çocuk bütün gece oturup günün birinde at çiftligine sahip olmayı hedefledigini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı. Hayalini en ince ayrıntısına kadar anlattı. Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftligin krokisini de çizdi.. Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi. Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.Ertesi gün hocasına sundugu 7 sayfalık ödev, tam anlamıyla kalbinin sesiydi. İki gün sonra ödevini geri aldı. Kagıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir ''0'' ve ''Dersten sonra beni gör'' uyarısı vardı.
''Neden ''0'' aldım?'' diye merakla sordu hocasına, çocuk.. ''Bu senin yaşındaki bir çocuk için gerçekçi olmayan bir hayal'' dedi, hocası.. ''Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun!Kaynagın yok. At çiftligi kurmak büyük para ister. Önce araziyi satın alman gerekir. Bunu başarman imkansız''dedi. ''Eger ödevini gerçekçi hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, notunu yeniden gözden geçiririm! dedi. Çocuuk eve döndü ve uzun uzun düşündü. Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir degişiklik yapmadan geri götürdü hocasına.. ''Siz verdiginiz notu degiştirmeyin''dedi. ''Bende hayallerimi''.... O çocuk bugün 200 dönümlük arazisi üzerindeki 1000 metrekarelik evinde oturuyor. Yıllar önce yazdıgı ödev ise şöminenin üzerinde çerçevelenmiş olarak asılı. Aynı ögretmen geçen yaz 30 ögrencisini bu çiftlige kamp kurmaya getirdi. Ayrılırken eski ögrencisine ''Bak'' dedi, ''Ben senin ögretmeninken, hayal hırsızındım. Ama sen hayalinden vazgeçmeyecek kadar inatçıydın.'' |
2000 yılının 15 kasımında tanışmışlardı.Bir pazar günüydü ve ikisininde tanıdığı arkadaşlarının dogum günüydü.
Parti boyunca gözlerini bu güzel kızdan alamamıştı delikanlı. daha sonralarıda buluşup sinemaya falan gidiyorlardı. Arkadaşlarının sayesinde her hafta sonu dünyalar tatlısı bu güzel kızı görme şansı oluyordu genç delikanlının. Bir hafta sonu bütün cesaretini toplayıp ona karşı boş olmadığını ve ondan çok hoşlandığını söyledi ama beklediği cevabı alamamıştı delikanlı Üzülmüştü. Genç kız ise ne evet bende senden hoşlandım diyor nede ben yalnız degilim hayatımda başka birisi var diyordu hep kaçamak cevaplar vererek delikanlıyı her geçen gün biraz daha kendine baglıyordu. Bu böyle sürüp gitti tam 5 ay 15gün boyunca genç delikanlı bu güzel kızla birlikte olabilmek için herşeyi yapmıştı her yolu denemişti Bir gece genç kızın oturduğu sokağa gelip yola "SENİ SEVİYORUM" yazmıştı.Böyle bir çok gecede uyumayıp gençkızın oturduğu evin önündeki merdivene yolda bahçelerden kopardığı kırmızı gülleri bırakıyordu.14 şubat sevgililer gününü beraber geçirmeyi çok istiyordu ama olmamıştı yinede genç kıza aldığı hediyeleri ulaştırmasını bilmişti delikanlı.1 nisan şakası yapmak için matbaacı bir arkadaşından yardım istedi ve tam tamına 3100 adet beyaz renkli kartvizit aldı arkadaşından hemen eve döndü ve kendi el yazısıyla hepsine önlü arkalı "SENİ SEVİYORUM" yazmıştı 3 gece hiç uyumadan yapmıştı bütün bunları 31martı 1nisana baglayan gecede saat 04:25 te genç kızın oturduğu sokağın başından sonuna kadar bu kartvizitleri yola saçtı karanlıkta sokak bembeyazdı ve hepsinin üzerinde kırmızı kalemle "SENİ SEVİYORUM" yazıyordu.Ve evin hemen karşısındaki direğin dibine çöktü delikanlı güneşin doğuşunu bekliyordu sabah onu görmeyi çok istiyordu. Çünkü onu her gördüğü günü büyük bir bahtiyarlıkla geçiyordu genç delikanlının.Sabah dünyalar tatlısı bu gençkız işe gitmek için kapıyı açtığında gördüklerine inanamıyordu şaşırmıştı hemde çok şaşırmıştı birazda utanmıştı. Ve hemen evden çıktı merdivendeki kırmızı gülleri ve 3-5 tanede kartviziti aldı yanına durağa geldiğinde delikanlının arkasından durağa geldiğini fark etti.Gözleriyle sanki birşeyler anlatmak istercesine bakmıştı delikanlıya Ve bundan tam 1ay sonra bir pazartesi günü gençkızın çalıştığı fabrikaya gitmişti delikanlı.İkisininde ortak arkadaşlarının olması harikaydı delikanlı için çalıştığı fabrikaya bile gidebiliyordu onu görmek için akşam iş çıkışında bir yerlere gidip konuşmak istemişti gençkızla.Ama mesai kalacaklarını söyledigençkız Delikanlı ise bunun üzerine arkadaşlarının arasında herkes oradayken genç kızın gözlerine bakarak: Daha ne yapmalıyım bilmiyorum.Ben seni bildim bileli ne ben beni buldum kendimde nede kendim beni buldu bende seviyorum seni işte elimde değil aklım olmaz desede kalbime söz geçmiyor sendende vazgeçilmiyor" demişti İşte delikanlının 5ay15gündür beklediği an bu andı genç kızda delikanlının gözlerine bakarak: "beni sevdiğini biliyorum ve sanırım bende seni seviyorum" diyerek ellerini tuttu delikanlının Ve o günden sonra harika bir birliktelik yaşadılar aşkları çok büyüktü hergün her an beraber olmak istiyorlardı. askerliğine çok azbir zaman kalmıştı delikanlının 5agustos cumartesi akşamı bir arkadaşlarının düğününde genç kız herşeyin bittiğini söylemişti:" böyle olsun istemezdim ama mecburuz devam edersek ikimizde acı çekicez sen çok iyi birisin inşallah mutlu olursun seni seviyorum ama ayrılmalıyız seninle çok iyi bir dost olabiliriz. Beni ne zaman istersen arayabilirsin buluşur sohbet ederiz ama iki arkadaş olarak" genç kız sözlerini tamamladıktan sonra delikanlı hala susuyordu ne söylemesi gerektiğini düşünüyordu belkide hiç beklemediği bir konuşmaydı sevdiğinin söyledikleri.Aglamaklı bir sesle söze başladı: "öncelikle sana çok teşekkür ederim herşey için gitmeden önce son bir defa sarılmak isterim eger hayatında birgün tekrar bana ihtiyacın olursa kalbimde her zaman senin için yer var sakın unutma" genç kız mutlu bir birliktelik yaşarken yüzüstü bırakmak zorunda kaldığım birine asla geri dönmem diyerek cevapladı devam etti delikanlı:" Arkadaş olmamıza gelince bir zamanlar köyün birinde yaşlı hasta bir adam varmış ve bu adamın günlük kazandığı para o güne anca yetiyormuş. yine böyle birgün akşam evine dönerken yolunun üzerindeki kuyunun kenarında oturmuş dinlenmek için tam bu esnada kuyudan bi yılan çıkmış adam biraz korkmuş ama yılanın ona bir zarar vermiyeceğini anlamış yılan aslında bir bilgeymiş ve adamın durumunu bilmekteymiş.Adama 2altın lira vermiş ve demişki başın ne zaman sıkışırsa gel ben sana yardım ederim adam altınları alıp tamam gelirim diyerek altınları bozdurmuş ve o gün çok güzel yemekler yiyerek iyi giyinerek ilaçlarını alarak evine dönmüş. adamın başı ne zaman sıkışsa hep kuyuya gidermiş yılan dostunun yanına bu böyle sürüp gitmiş taki adam hastalanıp yatağa düşene kadar.Yaşlı adamın birde küçük 13-14 yaşlarında oğlu varmış adam oğlunu çağırmış ve kuyuyu tarif etmiş git kuyunun başına ve yılan kardeş yılan kardeş diye seslen korkma yılan sana bir zarar vermez o benim dostum benim gönderdiğimi söyle ve sana verdiği altınlarla evimize yiyecek ilaç alda gel ben gidemiyorum demiş. Çocukta babasının dediği gibi kuyuya gelmiş seslenmiş ve yılan çıkmış çocuğa 2altın lira vermiş çocuk altınları almış ve kafasından hemen kurnazlık geçmiş kuyunun içi altın dolu ben bu yılanı öldürürsem iner altınların hepsini alırım diyerek başlamış yılanı taşlamaya yılan kendini taşlardan korumaya çalışırken taşın biri yılanın kuyruğuna isabet etmiş ve kuyruğu kopmuş yılanda can havliyle çocuğu ısırmış ve çocuk oracıkta ölmüş.Aradan biraz zaman geçmiş ve yaşlı adam tekrar gelmiş dostunun yanına olanlar için çok üzgünüm benim oğlan bir hata yapmış ve cezasınıda bulmuş biz dostuz yılan kardeş demiş.Yılanda yaşlı adama demişki bende bu kuyruk acısı sendede bu evlat acısı olduktan sonra biz artık dost olamayız demiş.Genç delikanlı bunları anlattıktan sonra daha sözünü bitirmeden genç kız "anladım seni çok iyi anladım " demiş ve delikanlıya sımsıkı sarılmış son defa.Delikanlı gözleri dolu dolu gidişini seyretmiş genç kızın sokakta karanlığa karışmış genç kız delikanlının gözünün önündeki hayali gözyaşlarına gözyaşlarıda hıçkırıklarına karışmış... Aradan yıllar geçti ve şu an o ayrılık kararının ne kadar doğru nekadar isabetli bir karar olduğunu çok iyi anlıyorum.Devam etseydik bu kadar tatlı bir hatıramız olmayacaktı.Birbirimizi kin öfke ve nefretle anacaktık belkide Herşeye rağman çok teşekkürler " BAHRİYE " HEP MUTLU OL BÜTÜN HAYATIN BOYUNCA.... |
Bir keşiş araştırma yapmak için bir köye gitmişti. Önce o köyün mezarlıgına girdi; çünkü kültürlerin, yaşam felsefesinin böyle yerlerde gizli olduguna inanıyordu.
Gözleri birden mezar taşlarının üzerindeki rakamlara takıldı. Mezar taşlarında 5, 867, 900, 20003, 4979, 7, 421 gibi birbiriyle hiç baglantısı olmayan rakamlar vardı. Uzun uzun düşündü; fakat bu rakamların anlamını çözemedi. Köyün en bilge kişisine gitti ve ona sordu: ''Nedir bu rakamlar Tanrı aşkına? Bu rakamların gösterdikleri ay mıdır, yıl mıdır, saat midir?'' Bilge kişi gülümseyerek yanıtladı: ''Bizler bebeklerimiz dogdugu zaman bellerine bir ip baglarız. Yaşamı boyunca her güldügü an, o ipe bir dügüm atarız. Öldükten sonra ise bellerindeki dügümleri sayar, dügümün sayısını mezar taşına yazarız.'' Bilge kişi, karşısındaki keşişin birşey anlamadıgını görünce açıklamasını sürdürdü: ''Böylece onun ne kadar 'Yaşamış' oldugunu anlarız!'' |
Bu olay, Marmara Universitesi Ingiliz Dili ve Edebiyatı
Bolumu'nu 1993 yilinda bitiren Dilek isimli bir kizin basindan gecmis. (Boyle anlatiliyor, soyadi yok) Dilek bir gun okuldan cikmis, durakta minibus bekliyomus. Yalniz korkunc yagmur yagiyormus bu arada. kizin onune bir araba yanasmis. Iyi giyimli, temiz yuzlu bir genc,"Yanlis anlamayin n'olur. Ben de yakin zamana kadar ogrenciydim. Islanmayin, gelin ben sizi uygun bi yere kadar birakayim" demis.Dilek, basta biraz tereddut etmis ama cocugun iyi niyetine inanmis ve arabaya binmis.Yolda sohbet filan etmisler.Hoslanmislar birbirlerinden.Cocuk, lutfen izin verin sizi evinize birakayim. Bakin yagmur da iyice hizlandi" demis, Dilek kabul etmis tabii. Sohbet iyice koyulasmis. Kizin evine gelmisler, bu arada telefon degis tokusu yapmayi da ihmal etmemisler.Dilek cok etkilenmis cocuktan. O hafta her telefon caldiginda yuregi hop etmis, "Ay benimki mi ariyor?" diye telefona kosmus. Ama arayan olmamis maalesef. Dilek yuzunu kizartip cocugu aramaya karar vermis, "Belki numarami kaybetmistir, n'olucak ki ben arasam" deyip kandirmis kendini. Telefonu aglamakli bi kadin sesi acmis. Meger teyze, bizim cocugun annesiymis ve hickira hickira, oglunun trafik kazasinda öldüğünü soylemis. Anlattiklarindan Dilek anlamis ki, cocuk onu biraktiktan 5 dakika sonra yapmis kazayi. "Keske eve birakmasaydi. Benim bunun sorumlusu" diyerek hemen kendini suclamaya baslamis. Sucluluk duygusundan kurtulmak icin teyzeden adresi almis, "En azindan bassagligina gideyim bari" diye dusunmus. Ziyaret aglamakli ve de yasli gecmis.Ayrilma vakti geldiginde iyice havaya giren kiz, "Bana oglunuzdan bi hatira verir misiniz? Onu gercekten cok sevmistim" demis. Bunun uzerine anne iceriye gitmis, dondugunde elinde cocugun kaza gunu uzerinde olan gomlek varmis. ustelik de hala kanlar icindeymis gomlek.Dilek cok kotu olmus, gomlegin niye saklandigi ! ve niye ona verildigi anlamsizligina ragmen yine de kadini kiramayip almis kanli gomlegi. Ama eve gelir gelmez ilk isi gomlegi yikayip utulemek olmus.Butun gece gomlege baka baka, aglamis.Surekli de, "Onu ben oldurdum, onu ben oldurdum" diye tekrar ediyomus kendi kendine.Artik aglamaktan bitap dustugunde gomlegi yastiginin altina koymus ve yatmis. Sabah uyandiginda kendini daha iyi hissediyomus. Ama yastigi kaldirdiginda bir de gormus ki gomlek yine kanlar icinde. Inanamamis bu duruma. "Herhalde dun o kafayla iyi yikayamadim" diyerek yeniden yikamis gomlegi.Ama ertesi sabah da hic bi degisiklik yokmus gomlekte, yine kanlar icindeymis. Bunun uzerine Dilek girdigi ruhsal cokuntunun de etkisiyle bir hocaya gitmeye karar vermis.Cunku basina gelen olayi mantiksal olarak bir turlu aciklayamiyormus.Cevresinden edindigi bilgiyle degerli bir insan olan Riza hocayi bulup olayi basindan sonuna anlatmis. Riza hoca uzun uzun dualar okuduktan sonra Dilek' e gomlegi neyle yikadigini sormus. Dilek de tam iki kez deterjanla yikadigini, ilk basta gomlegin temizlendigini fakat sabah tekrar kanlar icinde oldugunu aglayarak anlatmis.Bunu duyan Riza hocanin gozleri faltasi gibi acilmis ve ellerini Dilegin kafasina dokundurarak sorunun cozumunu soylemis: "A benim salak kizim, hic normal deterjanla kan lekesi çıkar mi? Hem renkli hem de renksiz camasirlarinda ARİEL kullanmalisin!" |
Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır.
Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini salık verirler. Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından, Şakir in bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında bir başka çiftlik sahibidir. Derviş, Şakir in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer, içer, dinlenir. Şakir de ailesi de hem misafirperver hem gönlü geniş insanlardır... Yola koyulma zamanı gelip, derviş Şakir e teşekkür ederken, "Böyle zengin olduğun için hep şükret" der. Şakir ise söyle cevap verir: "Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer..." Derviş, Şakir in çiftliğinden ayrıldıktan sonra, bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra, dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir den söz eder. "Haa o Şakir mi" der köylüler, "O iyice fakirledi, şimdi Haddad ın yanında çalışıyor." Derviş hemen Haddad ın çiftliğine gider, Şakir i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felâketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Topraklan da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad ın hizmetkârıdır. Şakir bu kez dervişi son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır... Derviş vedalaşırken Şakir e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir den şu cevabı alır: "Üzülme... Unutma, bu da geçer..." Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir e bırakmıştır. Şakir Haddad ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığın ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: "Bu da geçer..." Bir zaman sonra derviş yine Şakir i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: "Bu da geçer." Derviş, "Ölümün nesi geçecek" diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir in mezarını ziyaret etmek için geri döner, ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir den geriye bir iz dahi almamıştır... O aralar ülkenin Sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın... Hiç kimse Sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultan ın adamları da bilge dervişi bulup, yardım isterler. Derviş, Sultan ın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük Sultan a sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz, çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: "Bu da geçer" yazmaktadır. |
Kadiköy camiinde vaaz vermekte olan O. Demirci hocaya
* Hocam diye sormuslar. At nalini evimizin kapisina asarsak ugur getirir mi? Demirci hoca : * Zannetmiyorum, diye cevap vermis. O nallardan her atta dört tane var amma, bütün gün kamçi yiyip duruyorlar... Mevlana, müridlerinden biriyle giderken, birkaç köpegin sarmas dolas uyuduklarini görür. Müridi: Güzel bir kardeslik örnegi der. Keske insanlar da bunlardan ibret alsa. Mevlana, tebessüm ederek karsilik verir. Aralarina bir kemik ativer de gör kardesliklerini.... Amerikali is adami, Çinliyle alay ederek sormus: * Mezarlarina koydugunuz pirinçleri ölüleriniz ne zaman yiyecek? Çinli basini kaldirmadan cevap vermis: * Sizin ölüleriniz koydugunuz çiçekleri kokladigi zaman... Ingiliz garson Türk müsteriye: * Çanakkale de çok askerimizi öldürdügünüz için sizleri pek sevmeyiz,deyince. Bizimkinden gayet soguk kanli su cevabi almis: * Orada ne isiniz vardi? Lafi uzatanlara ne yapmak lazim diye Farabi'ye sormuslar, söyle demis: * Uzun konusani kisa dinlemeli. Materyalist ögretmen ögrencisine: * Söyle bakalim Allah nerede? Eger bilirsen bir portakal verecegim. Ögrenci: * Siz bana O'nun olmadigi yeri gösterin, ben size bir bahçe dolusu portakal vereyim. |
Japonya'da bir çocuk 10 yaslarindayken bir trafik kazasi geçirmis ve sol kolunu kaybetmis. Oysa çocugun büyük bir ideali varmis . Büyüyünce iyi bir judo ustasi olmak istiyormus. Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yikilan çocugunun büyük bir depresyona girdigini gören babasi, Japonya'nin ünlü bir Judo ustasina gidip yapilacak bir seyin olup olmadigini sormus..
Hoca: - Getir çocugu ..bir bakalim, demis. Ertesi gün baba-ogul varmislar hocanin yanina.. Hoca çocugu süzmüs ve: -Tamam demis..yarin esyalarini getir, çalismalara basliyoruz. Ertesi gün çocuk geldiginde hocasi ona bir hareket göstermis ve bu hareketi çalis demis. Çocuk bir hafta ayni hareketi çalismis.. Sonra hocasinin yanina gitmis. "Bu hareketi ögrendim baska hareket göstermeyecek misiniz?" diye sormus.Hocanin cevabi: -Çalismaya devam et olmus... 2 ay,3 ay,6 ay derken çocuk okuldaki bir yilini doldurmus.. Çocuk bu bir yil boyunca hep o ayni hareketi tekrarlamis. .Hocanin yanina tekrar gitmis: Hocam bir yildir ayni hareketi yapiyorum bana baska hareket göstermeyecek misiniz? - Sen ayni hareketi çalis oglum . Zamani gelince yeni harekete geçeriz.. 2 yil ,3 yil, 5 yil derken çocuk judodaki 10. yilini doldurmus. Bir gün hocasi yanina gelip. .."Hazir ol ! " demis.. "Seni büyük turnuvaya yazdirdim.Yarin maça çikacaksin!"..Delikanli sok olmus.. Hem sol kolu yok hem de judo da bildigi tek hareket var. Ünlü judocularin katildigi turnuvada hiçbir sansinin olmayacagi düsünmüs; ama hocasina saygisindan ses çikarmamis. Turnuvanin ilk günü delikanli ilk müsabakasina çikmis. Rakibine bildigi tek hareketi yapmis ve kazanmis. Derken.. ikinci ,üçüncü maç....çeyrek, yari final ve final...Finalde delikanlinin karsisina ülkenin son on yilin yenilmeyen sampiyonu çikmis. ..Tam bir üstat delikanli dayanamayip hocasini yanina kosmus.. -Hocam hasbelkader buraya kadar geldik ama rakibime bir bakin hele.. Bende ise bir kol eksik ve bildigim tekbir hareket var..bu kadar bana yeter.. bari çikip ta rezil olmayayim izin verin turnuvadan çekileyim.. -Olmaz demis hocasi. Kendine güven,çik dövüs. Yenilirsen de namusunla yenil. Çaresiz çikmis müsabakaya. Maç baslamis. Delikanli yine bildigi o tek hareketi yapmis ve tak.! Yenmis rakibini sampiyon olmus. Kupayi aldiktan sonra hocasinin yanina kosmus: -Hocam nasil oldu bu is? Benim bir kolum yok ve bildigim tek bir hareket var. Nasil oldu da ben kazandim.? -Bak oglum 10 yildir o hareketi çalisiyordun. O kadar çok çalistin ki , artik yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse yok. Bu bir, ikincisi de o hareketin tek bir karsi hareketi vardir. Onun için de rakibinin senin sol kolundan tutmasi gerekir.! Bunu anlatan dostumuz bir de sunu ekledi: Insanlarin eksiklikleri bazen , ayni zamanda en güçlü taraflari olabilir: Ama yeter ki bu eksiklik kafalarinda olmasin..!! |
Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur.
Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır. Bu iki genç birbirlerine aşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen bu macerayı Leyla'nın annesi öğrenir. Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez. Kays okulda Leyla' yı göremeyince üzüntüden çılgına döner, başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar. Mecnun' un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla'yı isterse de Mecnun (deli, çılgın) oldu diye Leyla' yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun' u çölde bulur. Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ' yı tanımaz. Babası Mecnûn' u iyileşmesi için Kâbe' ye götürür. Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn, kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealâya duâ eder: "Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni." Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar. Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir. Bir zaman sonra âilesi, Leylâ' yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir. Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm' ı vuslatından uzak tutmayı başarır. Mecnûn, çölde, Leylâ' nın evlendiğini arkadaşı Zeyd' den işitince çok üzülür. Leylâ' ya acı bir sitem mektubu gönderir. Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn' a anlatır. Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder. Bir müddet sonra Mecnûn' un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner. Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn' u çölde aramaya başlar. Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ'nın maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn' u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz. Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer. Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ' nın ölüm haberini öğrenir. Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler; "Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez Cânânsuz cihân gerekmez." Der, kabri kucaklayarak ölür. Bir müddet sonra Mecnûn' un sâdık arkadaşı Zeyd rüyasında, Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki: "Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ' dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular." LEYLA ve MECNUN Ey Rabbim! Aşk belasıyla beni tanıştır Beni bir an bile olsa; aşk belasından ayırma! Detlilerden yardımını uzak tutma. Yani beni daha çok belalara müptela eyle! Ben var oldukça, beladan, isteğimi uzaklaştırma! Ben belayı isterim, çünkü bela da beni ister. Sevgi belasıyla ağırbaşlılığımı gevşetme! Ta ki dostlar beni kınayıp vefasız demesinler! Gidip geldikçe, sevgilimin güzelliğini arttır, Sevgilimin derdine beni daha çok mübtela et. Ben nerede, mevki ve itibar kazanma nerede? Bana yoksulluk ve yokluk ulaşma kabiliyeti ver Senden ayrıyken, bedenimi öyle zayıf kıl ki, Bahar yeli beni sana kavuştursun. Fuzûlî' nin nasibi gibi beni gururlandırıp, Ey Rabbim, asla beni bana bağlı kılma! Sonunda yar, ağlayıp inlememize acıdı ve Bugün hüzünler evimize ayak bastı. Gözyaşı yağmurum, demek, öyle tesir etti ki, Gül bahçemizde taze bir gül dalı düşürdü. Ah ateşinin bizi yaktığı, Ayrılık gecesini aydınlatan meş' aleden bellidir. Eğer ağlayan gözümüzde uyku olsaydı, Bu kavuşma uyku halinde görülen bir rüya demek mümkün olurdu. Gördüğümüz bir hayal mi? Yoksa sevgilinin yanımıza geleceği aklımıza bile gelmezdi. Ey can ve gönül! Sevgili, misafirimiz oldu! Neyimiz varsa, misafirimizin ayaklarına dökelim. Ey Fuzûlî! Sevgilinin kasdı, canımızı almakmış. Gel.. Güzel uğruna can vermeyi kendimize bir borç bilelim. |
Karımı 1998'in sonbaharında kaybettim... Yedi senelik evliligimizin iki senesini kanser tedavisi için hastanelerde geçirmiştik. Karım her evlilik yıldönümümüzde ikimizin fotografını çerçeveler, ''Bunlar hayatımızın gölgeleri'' derdi.. Öldügünde yedi tane resmimiz vardı.
97'in bir gecesinde onu aldattım. Oysa ona sürekli onu ne kadar çok sevdigimi ve sonsuza kadar sadık kalacagımı söylerdim. Ölmeden iki hafta önce yine aynı şeyi tekrarladım. Tuhaf bir gülümsemeyle bana baktı ve sadece: ''Biliyorum'' dedi. İzmir'e kar yagdıgı gün, yani bir ay önce, evdeydim. Fotograflarımıza bakıyordum yine... Her çerçevenin altında bir harf oldugunu ilk kez o gün fark ettim. -A -R -K -A -S -I -N Gerisi için yıllar yetmemişti. Ama sanırım ''Arkasına bak'' yazmaya filan niyetlenmişti. Hemen çerçevelerin arkasına baktım. Hiç birşey yoktu. Sonra birşey dürttü beni, hepsini teker teker söktüm. Her birinin arkasından bir mektup çıktı! Geçirdigimiz her sene için sevgi dolu sözler yazmıştı. 1997'deki resmimizin içinden çıkan zarf ise simsiyahtı. Ve içinden şu sözler çıktı: ''14 Mart 1997/ Gözlerin bana başka birine dokunmuş gibi baktı/ Söylemene gerek yok biliyorum...'' 2002' deyiz. Onu kaybedeli 4, aldatalı 5 yıl oluyor... İçim acıyor şimdi. Çünkü kadınlar biliyor, hissediyor... Seni seviyorum diyenin sevgisinden şüphe et, çünkü; aşk sessiz, dilsizdir... |
Savaşın en kanlı günlerinden biri..
Asker, en iyi arkadaşının biraz ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu ve "Teğmenim, fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?.." Delirdin mi der gibi baktı teğmen... "Gitmeye değer mi?. Arkadaşın delik deşik olmuş... Büyük olasılıkla ölmüştür bile.. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın." Asker ısrar etti ve teğmen "Peki " dedi. "Git o zaman..." İnanılması güç bir mucize... Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü... Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen kanlar içindeki askeri muayene etti... Sonra onu sipere taşıyan arkadaşına döndü: "Sana değmez, hayatını tehlikeye atmana değmez demiştim. Bu zaten ölmüş..." "Değdi teğmenim" dedi asker... "Nasıl değdi?" dedi teğmen... "Bu adam ölmüş görmüyor musun?.." "Yine de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için." Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı: " Jim!.. Geleceğini biliyordum!.." demişti arkadaşı, "GELECEĞİNİ BİLİYORDUM..." |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:55 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.