![]() |
Yaşamak herkese mahsustur
Yaşamak herkese mahsustur. Çilek ağacından kum tanesi toplayanlara Ve kar tanelerine Eldiven, kaşkol örerek Hayatını kazananlara. Yaşamak herkese mahsustur. İmbat akşamlarında, Loş ve ıslak mağara duvarlarına Aşkının adını kazıyanlara, Ve terk edilme saatinin guguk kuşuna Yüreğinin istiridyelerinden İnci tanesi saçanlara, Yaşamak herkese mahsustur. Kurtların puslu havalarında, Derelerin soğuk sularında titreyenlere, Çoban ateşlerinde kaval çalanlara, Ve yağmur sonrası gökyüzünde Kendi güneşinin renklerinden Gökkuşakları yaratanlara, Yaşamak herkese mahsustur Cevat Çeştepe |
Yaşamasına yaşıyoruz işte
aldırma, yaşıyoruz işte. bak gene alnıma düştü bir yağmur damlası. gölgemde hiç bırakmıyor peşimi. bir arkamda kalıyor, bir geçiyor önüme, yaramaz çocukluğum gibi. yaşamasına yaşıyoruz işte. bak bu geçen vapuru tanırım,selamı bana. bunlar da çocukluğumun dalgaları hepsinin ayrı ayrı adı var. birazdan gelip ayaklarımı ıslatacaklar. deniz anası en çapkın dansını yaparken yaşıyoruz işte gelip geçerken. aldırma yaşıyoruz işte. hiç bozmadı ayarını meydanımın saati. elimde solan çiçekler, isyansız. kaldırımlar ayak sesimden tanırlar beni, saygıları ısrarlı sadakatimden. akşama bir bardak demli çay olacağım, ne mutlu bana yaşamasına yaşıyoruz işte, aldırma. Cevat Çeştepe |
Yaşamın ilk koşulu
Çocukluğumuzdan ayrı kaldığımız günlerde Gökyüzünün aynasını kırdık, Yıldızları doğurduk. Karanlıkta mum yaktık Gölgeler sıralandı peşi sıralarımıza Hayatı yanlış tanımaya başlamıştık bir kere. Çıkardık çarıklarımızı, çarlığımızı kurduk. Umduk ki ne kadar rengi varsa aydınlığın Yüreklerimizde izi kalacak bir fırça darbesinde. Üç kulaçlık mesafede her erişilmez olan gibi Hep köşeli bir yıldız arayarak Tükettik gençliğimizi. Doksan dokuzluk kehribar bir olta ile Tükenen zaman balıklarına av tuttuk Karşıyaka’da denize karşı. Ben üşüdükçe üşüyordum, Sen üstüme geliyordun. Gece-gündüz demiyor Ne dediğini anlamaya çalışıyordum. Sevmek en ağır koşulu idi yaşamın. Cevat Çeştepe |
Yaşamın ince ayarı
kaldırıma düşmüş bir yavru serçe, tam iki adım önümde. benden bir adım ileride olanlar var serçe yavrusuna bir adım daha yakınlar. ağlamak istiyorum bir adım önce kalkmadığım için oturduğum yerden. sigaramdan son nefes, çayımdan bir yudum daha derken iki adım sonra kalkıyorum oturduğum yerden. kaldırıma yapışmış küçük kanlı kanatlar. bir göz, bana sanki nerede kaldın der gibi bakar. erken kalkmak, geç kalmaktır. acıyı tatmakta, sevdaya yakalanmakta bir serçe yavrusunu düştüğü yerden kaldıramamak kadar yakındır. Cevat Çeştepe |
Yaşamın renkleri
işçi tulumu renginde; tüter fabrikanın bacaları, aynı renkte dönerdi makinelerin çarkları. alfabemiz başka hiç bir şey bilmez beynimizin pankartına 'grev' yazardı. bir ozan oturur yürek başımızda, türkü söyler,saz çalardı. delikanlıydık; ateşimiz bacayı bu rüzgarla sarmıştı. ve henüz sabah esintisindeydik baharın. şimdi düşen yaprak renginde; tenimiz ve sonra ellerimiz, yürekte bir nefes kaldı sadece. boş gözlerle gezindik yaşam sayfalarında. sevdadan dedik, uzanıp boylu boyunca. artık hüzzamdır, ağır-aksak semaimiz. ve yakalarımıza asılan, dost resimlerimiz. bütün rüzgarlar, perde diyerek çekiliyor sahneden, son izleyicisiyim kendi oyunumun. Cevat Çeştepe |
Yaşanmışlık say bu öyküyü
parmağınla işaret ettiğin yerde kapının eşiğinde olmalıyım çoktan akşamı beklemeli ocakta saklı ateşimizin sıcaklığı yanımıza almadan gün boyu ve el ele hiçbir yalnızlığı parmağınla işaret ettiğin yerde bir deniz atı görmeliyim. deniz; mavili, lacivertli, yosun yeşili bir turkuvaz gibi olmalı yada yüzüne savrulan saçların gibi kömür karası kokmalı. ayaklarımızı uzatmalıyız, ne bileyim küpeşteye işte bir yerlere kılçıkları savurmalıyız rüzgar gibi, geldikleri derin denizlere. parmağınla işaret ettiğin yerde bir martı çığlığı duymalıyım. dönüş saatinde güneş saklamalı kızıllarını derin labirentlerine bir yol bulup sığınacakları yeniden alev olup ocağın ateşine parmağınla işaret ettiğin yerde gecenin sıcağını yakalamalıyım Cevat Çeştepe |
Yaz sıcağı senfonik şiiri
yaylı sazlar için: gökyüzünün bulutsuzluğunda her mavi ateş kırmızı. ellerim yanıyor, yüreğime bakmıyorum bile bir kuş konuyor birden gözlerimin önüne daha önce hiç görmediğim, sesini duymadığım … adını soruyorum kanatları rüzgarsız bu kuşun haydi söyle, adın yoksa bile var mı içecek suyun. “asılsız bir ihbar, çöle saklanmış ağustos böcekleri” ben ağlıyorum, ötesi olmayan iki damla gözyaşı kuş gözyaşımı içiyor gözlerimden, dayayıp gagasını … sonra; gel diyor, kanatlarına sarılıyorum ellerimle çöllere uçuyoruz ağustos böceklerine, uçuyoruz beraberce nefesli sazlar için: sarıya boyadığı kağıdı sallıyor çocuk çabuk kurusun diye. uzanıp yatıyorum son çınarın gölgesi üzerimde bir kuş konuyor birden gözlerimin önüne tanıyorum bir yerlerden, kanadında kum taneleri … sarı saçlı bir çocuk kelebeğin renklerini toplamakta ter damlarken alnından, kurumuş otlar arasında. “ana para, çalmış bütün buzdağlarını ana karanın” nefesimle ciğerlerini dolduruyorum ölü kelebeklerin ama ne renkler geliyor geri ne de yiten sevdası çiçeklerin … bir başka travma, yoğun bakıma alıyorum beynimi ve hiç bilmiyorum ne haldedir, çoktan bıraktım yüreğimi vurmalı sazlar için: yanlarındaki çocukları bile unutup dağılıyor kalabalıklar. meydanlar sessizliğin yalnızlığına boşalmaktalar ölüm işte bu, yeryüzünün kendine yaktığı ağıtla başlar bir yanda ben gibi, öte yanda omzumdan havalanan kuş … simetrik kanatlar, ölü çiçekler fırlar namlulardan hiçbir damla gözyaşı dökülmez arkalarından. “denizler nereye saklandı, hangi iskelede gömülü gemiler” çöktüm dizlerimin üstüne, yumrukluyorum göğsümü görmüyor musun konacağın son dalın çürüdüğünü kuş neredesin, sarılayım kanatlarına bu kez yüreğimle terk eden bari sen olma, öleceksek beraber ölelim seninle son kuşlar için: kelebekleri de alın yanınıza, yüreğimi de yolunuz açık olsun, öyle gidin gideceğiniz yere ….. Cevat Çeştepe |
Yazılmamış mektuplar
hiç gelmeyeceğini bildiğin mektupları beklediğin oldu mu? üzerine adım izi düşmemiş üstünü karlar örtmüş, sokaklarında…. dayayıp alnını; pencerenin buz tutmuş camına hiç gelmeyeceğini bildiğin mektupları okuduğun oldu mu? aklına bile getirmeden saksındaki çiçeğin suyunu. sararmış sayfaları gül kokulu sandığının en derin köşesinde, solmayacak bir sevda gibi yaşadığın her an seninle dolu, yaşadığın her an seninle yeniden açan bir eski defteri basarak göğsüne uyuduğun oldu mu hiç. ve kapatıp düşlerinin kapısını, sıkıca örtüp perdelerini hasretini bir düş gibi dindirdiğin? çırılçıplak dikip gözlerini tavana üstünü bile örtmeden, üşümeden. sen sana hiç gelmeyecek mektubu yazabildin mi? yaşamadan….. Cevat Çeştepe |
Yazlık sinema aşkları
üzerinde yazlık sinema yazan bir beyaz perdeyim. gazı alınmış sade gazoz ve sakız leblebisiyim. şimdi kar yağıyor, onun için yanmaz ışıklarım boyası döküldükçe daha da yoksullaşır tahta sıralarım. ama siz beni otuz belki kırk, elli sene önce görün. bakın hangi gizli sevdaların buluşma yerindeyim. sıranın bir başında sen otururken diğer başında ben. aramızda halan, teyzen belki kuzenlerin ve yengen . elimizde kağıttan külahlar içinde kabak çekirdekleri. boyunlarımız tutulurdu bir yandan soluksuz çitlenirken diğer yandan da aralardan görebilmek için birbirimizi. makinist her zaman filme en az on kere makas atarken bırakırdı dizginleri elinden nedense biz oradayken. ne güzel şarkılar söylerdi iki yana dizili kavaklar. film biter, ışıklar yanardı, pencerelerde ve iplere dizili inci taneleri gibi ağaç dallarında. o sabah radyoda dinlediğimiz şarkı çalardı gene sonuna kadar sesi açılmış bozuk ayarlı hoparlörde. ikimiz, hiç izlenmemiş bir filmin son izleyicisiydik. sorsalar adı ne, baş rolde kim, inanın bilemezdik. bugün ne kadar yabancı isek kendimize böylesine o günden sonra hiçbir filmin oynamamasındandır yazlık bahçe sinemalarının beyaz perdesinde. Cevat Çeştepe |
Yedi yaşında bir çocuktu
sordum kaç yaşındasın diye yedi, dedi saçları kıvırcık ve gözleri maviydi. yumuşak g’yi söyleyemiyordu ama öğrenmişti pek güzel, alfabeyi a dan başlayıp z de bittiğini. çarpım tablosu sadece biraz karıştırmıştı kafasını. zor kavramıştı iki ayrı işlemle aynı sonuca ulaşılacağını. iki artı iki nasıl dört ederdi iki çarpı iki gibi. ama attığı topu ayşe tutmuş, babası da ona bal almıştı annesinin verdiği süte karıştırsın diye. ayşe yi çok seviyordu. yönleri öğrenmesi çok kolay olmuştu. sarımsak, soğan asmadan kolayca öğreniverdi sağını, solunu. güneşin doğuşunu sol elinin işaret parmağı ile gösterince sağında batı kalıyordu. önü güney olunca da arka tarafa kuzey deniyordu. denizlerle gökyüzünü kardeş sanıyordu. çiçekleri ise ağaçların çocukları. denizlerle gökyüzünü de çok seviyordu renkleri gözlerine benziyordu. çiçekleri ve ağaçları da. kendisinde olmayan bütün renkleri onlar taşıyordu. sordum kaç yaşındasın diye yedi, dedi. her şeyi öğrenmiş, öğrendiklerini sevmişti. yalnız nefret etmesini bilmiyordu henüz. onu da bizlerden öğrenecekti. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 06:29 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.