![]() |
Yeditepeli boşluk
sonuçsuz bir hipnoz gibi bakar kalırım gözlerimin önünde canlanmaz hiçbir şey ne bir çam ağacından, iğne yapraklı gölge yada eğilip öpmek tutkusu dudaklarından. yeditepeli bir boşluktur bu, beslenir yalnızlığımdan. duyduğum her ses gibi hiçbir şey söylemez. bir vapur dumanı olur, kaybolur gider. kaç bahçe kaldı derim bazen, takılır aklıma. hani ortasında kuyu, suyu çekilmiş. ve kalmamış hiç salıncak ipi ağaç dallarında. şen kahkahalar arkasına takılıp gitmiş, şimdi kimsecikler yok, belli ki terkedilmiş. yerlerden toplarsın bir bir vakit bulursan eğer, gövdelere kazılmış aşkın baş harflerini. hedefinden şaşmaz bir sonuçtur bu, yeditepeli bir boşluktur bu. gemiler; talimsiz bahriyelerle kalkar limandan. telgraf direklerinde konacak tel bulamaz kuşlar katip çırılçıplak, akortsuz bir ut kalmış elinde yeditepeli bir boşluktur bu. adına söylenen her şarkının,nakaratıdır bu. selvi boyalı karanlık yollar gibi bütün yolların son noktasıdır bu. Cevat Çeştepe |
Yelkenlimin direğinden
bir sabah kalkıp en erkenden, tırmanıp diğerine bulduğum ilk yelkenden en üsttekine derken daha yüksektekine tırmanıp yelkenlimin direğine…. bundan sonra 'seni seviyorum' diye başlayan ilk mektubumu en yüksekteki yelkenden göndereceğim sana... az güldüğümü, hep ağladığımı, çok şarap içip, hiç balık avlamadığımı, en yüksekteki yelkenden, gözlerimi kaçırdığım bir fenerden kurtulduğum sandığım son sabahta yazacağım sana. denizden, balıkların yüzgeçlerinden, en yüksekteki fenerden yazacağım “seni seviyorum” diyen ilk mektubumu. körkütük iyot, deniz rengi dalga kokacak elin yüzün aldığın mektubu koklayınca... Cevat Çeştepe |
Yeni gün
başka bir renk istersen ben veremem, veremez de hiç kimseler. gün batıp gitmekte işte görüyorsun, beraber gider tüm renkler artık tek çaren beklemektir yarını, birazdan doğar güneş. yeni bir renk arıyorsan daha ne renkler doğacaktır, neler..... düşler kırılır pencerende yeni bir gün olur, içinden binlerce bulut çıkar. sevdiğin her şeyin resmidir bunlar, kimi tazecik umutlarını yazar. içinde ruhuna dolacak bir başka koku sıcacık sarar birden yüreğini. dolar aldığın ilk nefeste bir sabah yeli gibi içine asla unutma ki sevdiğim, bütün rüzgarlar aynı anadan doğar. Cevat Çeştepe |
Yeniden merhaba diyelim
bakmıyorum zamanın inceltilmiş ayarına, güneş tam tepeden vuruyormuş şimdi on ikiyi umurumda bile değil. saklanacak en küçük bir bahaneden, uzaktayım olabildiğince. yaşıyorum, yaşamaya çalışıyorum becerebildiğimce. ama bir yerlerden kopup gelmiş, o ayyaş dalgalar, hala koparıyorlar fırtınalarını içimde. korkum da işte bu, anlatılmaz bir yürek sıkıntısı şeklinde. kalkıp en olmayacak firarla varsa daha, çok daha uzaklara inceltilmiş ayarın değil zamanın hiç olmadığı o karanlığa gidebilmek göçebe bir çıkının içinde. kendi köklerimi saldığım bir orman olup kendi beynimle oturup karşı karşıya... sil baştanı en baştan yaratmak... sessiz bir çığlık gibi yaşama yeniden başlamak. üstüme sinmiş, kan-ter içinde anamın kokusu. ve sonra ne sevip sevilememenin, ihanet ve yoksullukların korkusu. merhaba yeni hayat Cevat Çeştepe |
Yeniyıl kapısı
işte gene vakit geldi. dünya dönüyor güneşin etrafında dedikleri doğru demek ki. sen, ben ve diğerleri saklandık kapıdan içeri. kapıyı bir görseniz dışından ne numarası okunuyor, ne de rengi belli. işte gene vakit geldi. geçen sene de söz vermişti gelmemişti. bu sene gelirse eğer güneşle beraber gelecek. çalacak kapımızı, ben geldim diyecek. sen, ben ve diğerleri kapıya doğru bir adım ileri. dinleyeceğiz dışarıdan vurulan renkleri ve anlayacağız ki beklediğimiz umut nihayet geldi. geçen senede söz vermişti ama gelmemişti. en güzel renklerle süsleyecek kapımızı sen, ben ve diğerleri yeni aşklarla ve sıcacık karşılayacağız yeni yılımızı. sonra hep beraber ve el ele yan gözle bakıp kapının paslanmış anahtar deliğine taze bir heyecan gibi cesaret dolu yürüyeceğiz hep beraber yarınlara doğru. işte bu kez vakit sahiden geldi. Cevat Çeştepe |
Yerlerde kaldı düşler
bir geminin arka güvertesinde; hem köpükleri izleyecek hem martıları bekleyecektik. geldikleri zaman, onlarla beraber uçacaktık. istanbulun en uzak sahilinin en sessiz köşesinde; bu kez dalgasız denizlere şiir yazacaktık. Işıklar yanacak, beraber kalkacaktık. yani bir bütün yaşam için birbirimize belki çok şey anlatacak ama hiç konuşmayacaktık. bir geminin arka güvertesinde; bir düş gezginliğine hasret giderecektik. umutlarımızı yerlere dökeceğimiz hiç aklımıza gelmemişti bu kadar yakınken yarınlara………. |
Yeşil
ben yeşili gözlerinden tanırım. onun için ormanlarda başka türlü soluk alır, bütün yangınlarımda orman rengi yanarım. ben yeşili iyi tanırım. sigaramdan; son bir nefes çeker gibi, üflerim ciğerlerimi gökyüzüne dökülürüm yapraklanıp sahillerine. yağmur olur yosun rengi yağarım üzerine. ben yeşili iyi tanırım. yeşilde beni çok iyi tanır, kendisini nasıl sevdiğimi gözleriyle anlatır. Cevat Çeştepe |
Yeşil yeşil dalgalanmak - eleştiri notları
İki kekeme konuşuyorlarmış. Biri: - Eee...na...na... nasıl... nasıl...sın... ba... bakalım, diyormuş. Öteki de: - İyi...iyi... iyiyim... sen... sen... na...na... nasılsın... ba...ba... bakalım, diyormuş. Derken adamın biri, kekemelerden birine yolu sormuş. Kekeme, hiç kekelemeden: - Önce biraz ilerden sağa sapın, demiş; sonra da doğru yürüyün... Öteki kekeme, öfkelenmiş dostu kekemeye: - Ulan... ulan... sen... sen... be...be... benimle... dal...dal... dalga... dalga mı, ge...ge... geçiyor... geçiyor... geçiyorsun, demiş. Düzgün konuşmasını da beceren kekeme: - Yo...yo... yok, demiş; ben, ben... yo... yolu... yolu... so...soran... soranla... dal...dal... dalga... geç... geçtim... sa...sadece... Yaşamları boyunca deniz'in mavisinden gelen tuzlu suların estirdiği rüzgarları saçının tellerinde bile hissetmemiş olanlar akılları ve çapları ölçüsünde ama herşeyden öncede kendi beklenti ve hesapları uyarınca toplumun her kesimi ve beklentileri ile dalga geçmeye bayılıyorlar. Bu davranışlar elbette inançların pozitif kapılarını kapatıp, inanmamışlığın inatçı arka kapılarının yolunu tek yön olarak olarak gösteriyor ve elbet başımızdaki çok sayın büyükler ilk sırada olmak üzere hepimiz bir şekilde bu sofradaki kırıntılardan pay alıyoruz. Sonuç işte kaos karşılığına kendi dillerinde yer ayıran sözlüklerin ilgili bölümlerine yeni sayfalar eklemeye kadar varıyor. Kalitenir sırtı, şirazeden yakalanıp yeşil çimenlere vuruluyor . Bu dalga geçme hevesinin kişi egosu ile bütünleşmesi önce konuşma dillerindeki avam ağızları; olmaması, konuşulmaması gereken kürsülere taşıyor ve elbette karşılık görmek içinde anında müşterisini oluşturuveriyor kapı önünde. Tabi dil avam yada bizdeki karşılığı ile mahalle ağzına böyle simultane çeviriyle kulaklarımıza dolacak şekilde yankılanınca 'imam yellenirse, cemaat....' özdeyişide medyanın sayfa ya da ekranlarında ve her kıraathane masasında ayrı ellerin pişti kağıdı olup oda düşürüveriyor sırtını bu kez yeşil çuhaların üstüne. Böylece sırtımızı yeşil çimenlere olsun, yeşil çuhalara olsun yeşile dayamaya başladığımız ve alıştığımız andan itibaren de 'yeşil yeşil' bakmaya başlıyoruz 'yeşil yeşil' otlanırken..... Mesela Gül ve Babacan; AB için yol haritası çiziyorlar ve bunu ortak toplantıda açıklıyorlar. Esas yol haritasının AB'nin kadastro uzmanlarının çizdiğini unutturmaya çalışarak dalga geçercesine.... Mesela Arınç, sivil ve dindar cumhurbaşkanından neden rahatsız olunuyor, anlamıyorum diyebiliyor. Sanki esas rahatsız olunanın sivillik ve dindarlık olduğunu herkesin gönlünden üniformalı bir ateistin geçtiğini söylemek ister gibi dalga geçercesine.... Mesela Başbakan; Cumhuriyet tarihinin en büyük sivil gösterisi için; onlar 81 vilayettin bindirilmiş kıt'alarıdır diyor, gülüp geçiyor (bunun için bir benzetme yapamadım, çok düşünmeme rağmen aklıma gelmedi) .... Şubat'tan bu yana; sekiz tane vatan evladı kanalizasyon çukurunda can vermiş ve vermeye devam edecek... Kırk kişi kapasiteli otobüs, içindeki altmış yolcusu ile sabahın köründe kör gibi bir kamyonla kafa kafaya tokuşuyor, içindeki yolculardan yarısının cansız bedenleri yollara seriliyor. Evinin balkonunda oturan yaşlı bir kadın; aslanlar aslanı bir babayiğitin kutlama heyecanını taşıyamayan silahından çıkan mermilerle orasından, burasından vuruluyor. Bir milletvekili bayanımızın çantası, kendisinde olduğu sırada arabasının içinden gasp ediliyor kapkaçcı maratoncularımız tarafından. Hüsnü Şenlendirici bey kardeşimiz (ki kendisi yeni ilahlarımızdan olur) kayınbiraderi tarafından evinde dövülüp, ağzı burnu kırılıyor.... İnternet sitelerinin mahkeme kararlarıyla erişim özgürlüğü engelleniyor. Ve (lafı fazla uzatmamak adına) son olarak mesela bu günkü bir haber: Adıyaman'ın Kahta İlçesi'nden türbe ziyaretinden dönenleri taşıyan yolcu otobüsü, akli dengesi bozuk bir kişinin şoföre müdahale etmesi sonucu kontroldan çıkarak, TIR ile çarpıştıktan sonra şarampole yuvarlandı. Kazada biri kadın 2 kişi hayatını kaybederken, 10'u ağır 44 kişi yaralandı..... Hadi, bunlarlada dalga geçelim, hazır güneş üstümüze doğmuşken... Allah cümlemizi korusun...Dalga geçilmeyecek kadar denizlerden uzak bu yaşam içinde dalgalarla boğuşa boğuşa telef olmaktan..... Cevat Çeştepe |
Yeşilçam'lı veremli çocuk
kristal ruhlu şamdanlarımdan bütün kafiyelerim düşmüş ama ben ayaktayım. sapasağlam. toleranslarımın adı vurdum-duymazlık. tüberkülozum; soluğumdan çığlıklar kaçırıyor yangın of yangın. hepsini ellerimle kan rengine buladığım. ……. “sanma ki şimdi bir hastanenin bembeyaz koğuşunda ve ölüm sessizliğimdeyim. penceremden çam ağaçları gene de görünüyor ama ben hala sensizliğin derdindeyim.” …….. çare yok, kapanmadan gözlerim düşecek; kendini bilmeden beyaz çarşaf üstüne ellerim. bir hemşire görecek önce, buğulu gözlerimi kapatıp benim yerime başını ellerinin arasına alacak. sana yazılmış mektuplarımı da senden önce o bulup, okuyacak. ……… “bak işte en içli romanın kahramanı yaptım kendimi. belki anlarsın en sonunda ruh halimi, vazgeçerek inadından döner gelirsin geri.” Cevat Çeştepe |
Yeşili seven yapraklar
“yeşili sevenler bir adım öne çıksın” diye bağıracak gök gürültüsü sesli bir adam. yüksek perdeden… birkaç tane yaprak sessizce ses verecekler, canları acıyarak, ağaç dalları arasından; “biz buradayız bekliyoruz işte” diyecekler. kış gene borusunu öttürmeye, devam edecek bahar gelmeden. sonra kendi halinde güzel huylu bir fırtına, kıyametleri kopartma rolünde esecek. inci taneli yağmurlar sel olup akar gibi alkış tutturacaklar çorak ve susuz ellere. belki bembeyaz güllere sarılacak tüm doğa. ve bir gece olacak, ay doğacak en sonunda. sabahı kucaklayan uyku kokulu çocuklar, güneşle birlikte görecekler bir sabah, taze bahar açmış dalları. soracaklar annelerine küçücük parmaklarıyla işaret edip “anne, yeşil yapraklara neler olmuş” diye. olan bir şey yoktu oysa. yeşil yapraklar yeşili seviyorlardı sadece. Cevat Çeştepe |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:55 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.