![]() |
Ellerin Tutunduğum Dünyamdı
Ellerin tutunduğum dünyamdı. Yağmurlar paslatırken bulutlarımı Kir pas içinde kokardım. Ellerim parmak uçlarına değince Dünyanın çivisi çıkardı yer yerinden oynardı. Her şey ıslak bir masalın derinliğine dalardı. Güneş bulutları pembeleştirerek Denizin kıyısına varırdı. Yaşlı gözlerimle güneşe bakıp Senin sevginle yanardım. Ellerin bütün dünyamı kaplardı. Gökyüzünde bana hayal ülkelerine giden Yollar yapardı. Bulutlara koşardım ve senin ellerinle Gökyüzüne çıkardım. Yerle gök arasında ellerinle yaşardım. Osman Demircan |
En Çok Gözlerini Sevmiştim Oysa
Artık beni bulamazsın kökümü kazıdı mezarcılar upuzun Yağan her yağmur damlası bir iz bırakmadı ki senden Kuru kaldı damarım soldu her yanım yüreğim yanarken Yoksa ayak izlerine birikmiş suyu içecektim kana kana Adım başı ölmeyecektim senden bir iz bulsaydım eğer Sen çekip giderken arkanda cehennem kurulmuştu yar Bir gözyaşı bırakmadın giderken yüreğime su serpecek Nasıl arkana bakmadan gittin üstelik gözyaşı dökmeden En çok gözlerini sevmiştim oysa bakışlarına tutkundum Demek o bakış o göz başkalarının da olabilirmiş meğer Başkasına seviyorum diyebilirmiş öptüğüm dudakların Demek tuttuğum ellerin kaç çiçeği kopardı yüreğimden Ne sevmeye ne sevilmeye açmayacak kan karanfillerim Tüm umutlarımı yerle bir ettin uçurumdan düştüm ben Öldüm bil şimdi beni görmeye gelme gözyaşını dökme Bari mezar çiçeklerimi üzme üzerlerine gölgeni düşürme Yaşamak kanına dokunmakmış ellerinden su içmekmiş Biçtin tüm buğday başaklarını ekmeğe suya muhtaçken Osman Demircan |
Erik
Tutamadım kendimi. Yenemedim nefsimi. Kopardım tatlı eriği Yedim cennete girdim. Tadını sana benzettim. Ben seni çok sevdim. Kendimi ele verdim. Öyle doyumsuzsun ki Seni eriğe benzettim. Osman Demircan |
Esintine Beni Çek
Ağırdır benim sevmelerim yürek ister. Alabildiğine yaşar gönlüm böyle sever. Adalı bir yapım var esintine beni çek. Hafif rüzgarlarla duygularımı alabora et. Ruh derinliğimde okyanus ağırlığı var. Dalgalarınla gözlerime yakamozlar ek. Estikçe dünyanın rengini sahilime ser. Ada kalbimi rüzgarınla kıpır kıpır titret. Osman Demircan |
Eski Dostlar
hayat bir cam kırığı gibi yere düşerken bazı yüzler kan içinde kaldı ve unutuldu çünkü zaten o camı kıranlar da onlardı burnuma gelen çürük beynimin kokuları düşünceye dolan ölüm korkuları onlardı sevdalar gibi ölüm kalım savaşı verdiren buğulu camlara yüz şekillerini çizdiren kalbimi kıran ruhumu da inciten bunlardı hayal kırıklığı yaşatanlar böyle dostlardı Osman Demircan |
Etek ve Pantolon1
-Çok acı çekiyorum. -Neden? -Bir çocuk dünyaya aç gelebilir; hiç doymadan ölebilir. -Lütfen sakinleş! -Senin kadar iğrenç olabilseydim; her yerde sakin olabilirdim! -Ben çirkin olabilirim ama sağır değilim.Duyabiliyorum yüreğindeki ağlayışını, titremelerindeki üşümeleri. -Niçin bu kadar körsün o zaman; gözlerin bu kadar güzelken? Ağlamayı bile beceremiyorsun dünya toz gibi göz bebeklerini incitmişken. -Yanılıyorsun -Gece bile yıldızı yanlış anladı birbirine o kadar aitken. -Allah her şeyi ayrı yaratmış.Her bitki her yerde yaşayabilir mi? Herkesin kendi yeri var. -Peki senin yerin neresi? -Ben çölün ortasında bir kaktüsüm.Çünkü bana dikeni bu hayat öğretti.Bir de yığınla derdi. İnsan anca başkalarının hayatıyla eğlenebilir; kendi hayatı mabettir. Sinirlendi.Aşkın fazlalıklarını yaşamaktan sıkıldı.Bu konuşma ona fazla ağır gelmişti.Karşısındaki aşk adına manevi baskıya giriştikçe girişiyor dudaklarından kanlı pusuları döküyordu.Her sözle üzerine yağmacılarını salıyordu. Çayını yudumladı kalkmak için doğruldu. Murat bir hışımla bakışlarını Derya'ya fırtına gibi gönderdi.Derya'nın yüreği kabardı.Bütün deniz kabukları yaralarından düştü.Dalga dalga yayılan aşksızlığı yüreğine tuz bastı. -Bak murat bana sert sert bakma.Pantolon giyebilirsin ama kılların her yanını sarmış.Ben artık mağara karanlığında yaşamak istemiyorum.Sen git medeniyetini başkalarına göster.Ben artık senin coğrafyandan çıkmak istiyorum. -Yo böyle çekip gidemezsin.Etekliğinin her kıvrımında dolanbaçlı şeytani yollar.Şeytanlarını sallaya sallaya burdan gidemezsin.Zaten bin türlü günaha girdim eteğindeki bir gülü öpmek için.Bu kadar kolay tövbe edemezsin. -Sen beni suçlama Murat.Günah çıkartamazsın böyle.Benim eteğimin altına da saklanma.Ben artık senin ütülü gömleğinden sıkıldım.Düzgün kişilik rollerinden sıkıldım.Bu aşk kasvetli yarınlara gebe.Bense güneşin doğmasını istiyorum geleceğime. -Tamam sana yetmediysem git! Önce kendine yetmesini bil.Sen arızalıysan hiçbir aşk seni tamir etmez bunu bil. Derya arkasına bakmadan kafeden uzaklaştı.Yürümek istiyordu kimsenin koluna girmeden.Adımlarının sesini duymak istiyordu.Postal seslerini işitmeden.Ne güzel kendini çoğaltabilmek.Yalnızken bir orman olabilmek.Bir roman olabilmek. Roman kelimesi de yalnızdır ama ciltlerce kelimenin anlamını saklar kendi içinde. Akşama kadar dolaşmıştı Trabzon'un caddelerinde.Yorulmuştu Derya.Evine doğru yol alırken ayakkabıları daha güzeldi eskisinden. Evine vardığında banyoya koştu.Aşkın köpeklerine yedirilmiş etlerini yıkamak istedi arınmak istedi salyalı duygulardan.Dudaklarını ovaladı suyun altında önce makyajı aktı ardından gözyaşları.Oysa öpüşlerinde saklıydı gece mavisi.Kararmıştı şimdi gecenin sisli havası.Tüllerini sıyırdı tenini yıkarken dudak izlerinin.Rahatlamıştı bedeninin her karesi. Durulandı aktı saçlarından kurtulmuşluğun billur bahçeleri.Her saçında büyüdü kök salmış özgür çiçeklerin envaisi. Aynada tarandı yansıdı yüzüne temizliğin ak gölgesi. Uyumak istedi.Rüyasız uykular diledi pempe tozlar serpiştirilmemiş.Göz kapaklarını kapadı kapandı yatağına tertemiz. Rüyasında fırtına vadisini gördü.Kırılmıştı dalları bütün lalerin.Gökyüzünden bir şelale akıyordu vadinin içlerine.Lalelerin kadehlerini dolduruyordu özünden.Bir yudum içti çiy düşmüş kaderine kadehinden.Ter içinde uyandı susamıştı bir bardak suyu akıttı kuru dileklerine. Televizyonu açtı.Uykusu dağılmıştı.Filmlere baktı.Ne kolaydı ekranda ölmek ve sevmek.Hiçbir şey olmamış aşklara benziyordu senaryodakiler. Canı sıkıldı balkona çıktı.Gözleri dalgalara ilişti.Annesini hatırladı dalgalı saçlarıyla. 'Kadınlardan en kötüsü hayat kadını olur; erkeklerden ise her şey olur' derdi annesi. Ne akıllı bir kadındı; adam gibi adama yakışandı. Annesi adını Derya vermişti.Çünkü Sürmene'nin balıkçı ailesiydiler. Evin tek kızıydı.Ağabeyleri okumuş kaptan olmuşlardı.Kendisi iç mimardı.İş için merkeze taşınmış ailesi ilçede kalmıştı.Hafta sonları yanlarına giderdi. Babası ona erkek mantığını öğretmişti.Yirmi beş yaşına kadar çok erkekle bağ kurmuştu.Bütün aklına rağmen, zekasına rağmen sadece erkeklere yenilmişti.Yenilgisi neşesiz günlerin anlamsız gülüşüydü dudaklarında.Sözcükler bulamıyordu sıkıntısını anlatmay****endi kendine horozlanmaya bayılıyorlar, tüyü yolunmuş gibi bağırıyorlar ve kendi pisliklerinin üzerinde de iyi ötüyorlar.Her yeri kan ve sperm kokutmak istiyorlar dedi. Balkonda nefrete yetecek kadar malzeme topladı kendince.Yüreği yaşama sevinciyle attı.Yaşamak sevgiye açık, kapalı nefrete her yanda.Eğer güçlülerin dünyası olsaydı bu dünya yaşar mıydı bu zamana kadar ceylanlar? Ve erkekler bir zincirin halkalarıdır ancak. Salona geçip kanepeye uzandı.Uykuya daldı. Osman Demircan |
Etek ve Pantolon10
'Ehli keyfe keyif verir; kahvenin kaynaması.Koca eşeği yoldan çıkarır sıpanın oynaşması.' Arpa yemiş eşeğe dönüştüğünde erkek, kadın onun için bir sıpa mıdır? Bu oyunu yutmayacaktı.Hazmedemezdi içine doldurulan bunca ölü çocuğu.Bir çocuk mezarlığı olamazdı başında imam kesilen erkeğe inat. Herkes her şeyin en iyisini istiyordu.Derya, çok güzeldi.En iyisinden biriydi.Ömer Emel'i aptal buluyordu.Çocuklarına iyi bakamazdı.Zaten çocuklarını kocasını bırakıp Ahmet'in peşinden gelmişti.Delik teşikti Emel. Bir kadın anne değilse, eş değilse; yanında babası, kocası, abisi, akrabası yoksa; tek başına kadın bir delikti.Bütün sokak yağmurlarının taşıdığı ayak izlerinin, ezikliklerin, çamurların, aktığı bir delik.Her yol ona akardı.Çirkin, yaşlı, kokuşmuş, iğrenç, yakışıklı, genç, kıllı, kıllısız erkeklerin spermlerinin buluştuğu döl çöplüğüydü. ******ydu. Böyle düşünüyordu Ömer ve 'Vesikalı Yarım' adlı şiir yazmayı düşünmüyordu.Derya akıllı, güzel ve teni pürüzsüz bir kadındı. O erkeğin içindeki ceketli mektep talebesini çıkarabilecek bir hatundu.Derya okul olabilirdi onun için.En çok şiir sıralara yazılırdı. Erkeğe lazım olan şey kerteceği birisini bulmaktı.Derya kertilmek için idealdı. Emel dişiliğinin iç çamaşırlarını ofisin manevi havasında gezdirirken,kadın olmanın avantajını kullandığını sandı.Oysa yanıldı. Bütün kadınlar tehlikedeydi. En çok çocuk pornosunun izlendiği ülkede yaşamasından dolayı tehlikedeydi. Önce kız çocuğu olarak, anne olarak sonra kadın olarak riskteydi.Sanki kara tren gelirken ayakları buzlu raylar üzerindeydi.Her an ölebilirdi. Her adım ne ileri ne geriydi. Dünya erkeklerin donlarının içindeydi.Nereye el atsa şekerle kandırılan çocuk gibiydi. Emel, işe girerken Ömer için hayal kurmuştu. Oysa kazanan gerçeklerdi. Emel, bunca itilmiş kakılmış bakışlardan sonra Ömer'le ileriyi görebilmişti.Onunla geleceğe dönük bir ilişkisi olamayacağını anladı.Odasına giderek son kez göz göze geldi ve ona şiir yazdığı kağıdı verdi.Ömer şaşkınlık içinde şiiri okudu: Yalancı Sevişmeler Kanlı bıçaklı gecenin ardından umutla uyanır kadın Her rüyada bekler özlenip de sevilemeyecek birini Çünkü aşk yoktur; her gece yatak erkekle doludur. Ve bir gece ansızın korkuyla kalkar yerinden kadın Kanlı çarşaflara değerken ayakları bir şey bitmiştir. Antredeki danışmada oturan Emel kendisinden daha çok emindir.Artık en iyi intikamı en iyi olarak almıştır ve almaya da yeminlidir.İki makam odasının dışında çalışmaya layık görülse de. Akşam eve geldiğinde Derya hırçındı.Ömer olanları ona anlatmıştı ve Emel'in kendisine yazdığı mektupu ve şiiri Derya'ya okumuştu.Neden sır tutamazdı erkekler neden...Ertesi gün İstanbul yolunda bir tutam kızıl saç güneşin battığı yere doğru dağılıyordu ama mavi gözler ağlamıyordu. Osman Demircan |
Etek ve Pantolon12
Anne ve çocuk Tarlabaşı'na doğru yürümeye koyuldular.Anne arkada çocuk önde.Kırmızı neonlu otel panolarının birinin altında büyükçe bir naylonun altında titreşerek uyuyan üç çift göz yakalayıncaya kadar yürüdüler.İçlerinden en genç olanı: -Baba getirdin mi? Ortancası: -Tabi ya getirmiştir baba En küçüğü: -Getirmemiştir gene Çocuk annesine döndü. -Duydun mu lan! Bak ne lazım bize. Emel anlayamaz önce çocuğu kendisine arzulu ve hırslı gözlerle iki tane cümlecik fırlatıverdi. -Tiner ulan! Tiner lazım bize. Emel cebinde ne var ne yok verdi oğluna.Oğlu Okan karanlıklarda bir kayboldu bir çıkıverdi.Gazete kağıdına özentisiz sarılıverilmiş alelacele paketlenmiş bir şişe tinerle geri döndü.Üç çift göze onu attı. -Baba büyüksün.Bu akşamın karanlıklarını yırttık deyip kendilerinden geçmeye başladılar.Oğlum der Emel gözyaşlarıyla. Okan bir kağıt çıkardı cebinden annesine uzattı.Bir tane daha sonra bir tane daha sonra bir tane daha. -Para etmedi bunlar -Ne oğlum bunlar -Biliyorsun şiir yazmaya başlamıştım evdeyken.Gidiyorum şair kahvesine buluyorum Küçük İskender'i bir bira ısmarlıyor sonra sabah ayıldığım zaman bütün şiirlerim Küçük İskender'le beraber kayıplara karışıyor.Son darbeyi de barmen vuruyor bir kova suyu üzerime boca ederek. -Peki ben niçin bunların hiçbirini bilmiyorum. -Aslında son iki yıldır yaptığım gibi kendinden başkasını düşünmüyor ki bu moruk.Acı insanı bencilleştiriyor besbelli. Peki anne şimdi barışacak mıyız? Emel oğlunun koluna girdi; bir taksi çevirdi beraber Kurtuluş'taki evlerine gittiler.Oğlunu hemen banyoya, elbiselerini çamaşır makinesine soktu.İki yıldır hiç dokunmadığı gardolabından temizlerini ona verdi.Sonra çalan telefona koştu.Telefonun ucunda bu dünyanın ağır toplarından bir iki gemisi Karadeniz'de batan eski Milliyet dergisi sanat yönetmeni duruyordu. -Ay Özkan Bey nasılsınız? Ben de sizi aramayı düşünüyordum. -Hayırdır Emel, bir şey mi var? Emel oğlunun hayat hikayesini ona anlattı sonra sana önemli bir haberim var dedi. Özkan Bey heyecanlanmıştı.Bilirdi ki Emel çevresi geniş bir insandı. -Küçük İskender meğerse oğlumun şiirlerini sahipleniyormuş. -Emel bu olayı ispatlayabilecek miyiz? -Özkan Bey yarın şairler kahvesinde buluşalım. Bir gün sonra Özkan'ın ofisinde bugün mü yarın mı bombayı patlatalım konuşması yapıldı. -Bienal'i bekleyelim ne dersin hani şu Feshane'de yapılanı Emel -Olur Özkan Emel nihayet çocukları için bir şeyler yapmaya başladığını ve hayatındaki bir çok şeyin onun için anlam kazandığını, neden yaşaması gerektiğini öğrenmeye başlıyordu.Zekileşiyordu. Osman Demircan |
Etek ve Pantolon13
Trabzon ve Bodrum o kadar uzak o kadar yakındı.Ortaköy'ü düşündü o gece. Ahmet'i hatırladı.Bir mum ışığına benziyordu hayatı.Ne yeterince ısınabilmişti ne de yeterince aydınlık görmüştü.Her şey bir anda sönüp gitmişti.Karanlık günler kalmıştı geride yaşanılanlardan.Emel yaşam sevinciyle toprağı çatlatıp çıkan tohum gibi hayatı zorlamıştı.Gün yüzü görmek istiyordu artık. Seyahat acentasını bıraktı.Kendisi sanat galerisi kurdu.Özkan arkadaşıyla birlikte bienalda bombayı patlatınca, reklamını da otomatikmen yapmış oldu. Günlerden Yalçın'dı.Galerinin önüne kırmızı, üstü açık arabayla Yalçın ve uzatmalı sevgilisi geldi.Kapıda duran Emel'in karşısına zafer anıtı gibi duruverdi. -Nerden haber aldın beni? -Alay mı ediyorsun anne? Herkes senden bahsediyor. -Okan ile görüştün mü bak sana bakıyor Yalçın. -Bırak şu bozma herifi.Bana sen lazımsın sevgili anneciğim. Okan yanlarına geldi: -Merhaba Yalçın nasılsın? -Eh işte İçeri geçtiler.Uzun uzun cümleler kurdular.Sevgisizliği incinmişliği kentin çıkar ilişkilerini konuştular. Bu sırada dışarda yağmur yağıyordu.Sultanahmet'ten Aksaray'a sanki kubbeler yerinden çıkmışcasına şehrin üstüne vurup vurup geri dönüyorlardı.Kapıda upuzun bir araba durdu.İçinden Emel'in içki küpünde unuttuğu biraz tadı ekşimiş, şişko domuz kel tipli salkım saçak küfür dolu kocası indi. Emel onu görür görmez kendine arkalarda yer aramaya başladı.Öyle ya duyan gelmişti.Bu adam şimdi bir puntunu bulur gelir sataşırdı.Korkulan olmadı kel domuz adam bütün çamurunu alarak çekip gitti. Osman Demircan |
Etek ve Pantolon14
İlkbahar o sene İstanbul'a o kadar geç geldi ki birkaç kavak ve çınar ağacı dallarını mayıs ayı gelmiş olmasına rağmen yeşillendirememişti. Sarıyer'de ve Beykoz'da durum daha kötüydü. Ordaki ağaçların bırakın dallarını yeşil yanlarından bile geçmemişti. Emel arada sırada kendini İstanbul'un kollarına atıyor sonra perişan bir şekilde galerisine bile uğramadan evine geri geliyordu. Çocukları Okan ve Yalçın eve hiç gelmiyordu. İpler gerilmiş; canlar, dostluklar,sevgiler kurban edilmişti. Anne ve çocuklar arasında bağ tekrar kopmuştu. Emel'in oturduğu Kurtuluş'taki apartmanın sokağında çocukların bağrışmaları, komşuların didişmeleri,travestilerin pazarlıkları Kurtuluş'un göbeğindeki bu son durak çıkmazına vurup geri yansıyordu. İstanbul yine kalpsizdi üstüne üstüne geliyordu Emel'in. Takatsizce düştü kanepeye.Birdenbire hıçkırık boğazında düğümlendi adını çözemedi. Trabzon'u Bodrum'u Kos'u ve küçük simitçiyi düşündü.Ali'nin ne kadar da büyük kalbi vardı. Acaba bir gün görür müydü onu. Bakırdan yapılma şamdanlardaki dayanılmaz mum kokusu tüm benliğini sarmışken odanın sessizliğini dışardan gelen cam tıkırtısı bozdu. Kafasını uzatıp baktığında gecenin karanlığında sabahın aydınlığında bir çift göz elleri buz gibi simit tablasının altında Ali'yi gördü. _Simitlerim sıcak Bu sesi sadece kendisi duydu sonra çocuk olduğu yere yığılı verdi. _Uyanacak mısın? Yoo hayır Emel Ali'nin ağzından gelen kanı gördü ve gözlerinin ferinin söndüğünü...onu hemen hastaneye götürdü sabahleyin hastanede doktorla konuştu Emel _Yapacak bir şey yok ciğerleri iflas etmiş.Anne Babasına haber vermek lazım _ Ailesi yok Dedesinden sonra yalnız kaldı çocuk ileri derecede zature olmuştu tıp elinden geleni şuanda yaptı artık yapacak tek şey dua bence onu alın eve götürün _Lanet olsun bir şey olmalı her zaman bir şey olmalı bir şey mutlaka vardır! üç ay sonra Yazın sonları Trabzon yakınlarında bir köy arka tarafta Doğu Karadeniz Dağları'nın zirvesi. Buz gibi bir su. Masmavi bir çağlayan. Dereyi eve bağlayan küçük patikanın sağ ve sol yanını ısırgan otları sarmıştı. Emel'in her geçişinde ayaklarına sarılıyorlardı. Kan ve gözyaşı dileniyorlardı. Emel kan ter içinde eve varıyordu. Osman Demircan |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 12:49 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.