![]() |
Yağmurda Atlı
Temel sular, sudan duvarlar, yonca ve derisi soyulmuş yulaf, nemli, damlayan, vahşice örülmüş bir gecenin ağında zaten yakalanmış baş kısmı, bir şikayetle geri dönüyor parçalayan damla, gökyüzünü yaran diyagonal hiddetler. Dörtnal gidiyor rayihada yıkanmış atlar altında sağanak yağmurun, kırbaçlıyor su ve evcilleştiriyor deriden, taştan ve sudan kızıl şaşkınlığıyla onların: ve buhar eşlik ediyor çılgın bir süt gibi kaçak üzümlerle birlikte köpüklenen su. Gündüz değildi, sadece o katı yörelerin sarnıç karanlığıydı, o yeşil çalkantı ve o hayvansı at kokusundaki gibi toynaklar birleştiriyor dönen toprakla avlayan yağmurlu zamanı. Battaniyeler, biniş takımları, eyer örtüsü yığılmışlar üst üste kasvetli narlar gibi yabanıl ormanı yenen ve mahmuzlayan o yanan kükürt sırtların üstünde. İleri, ileri, ileri, ileri, ileri, ileri, ileri, ileriiiiii, biçiyor atlılar yağmuru, kekre fındıkların altında kovalıyor atlılar, yağmur büküyor sonsuz tahılını titreyen ışınlarla. Orada, sudan bir ışık, şaşırmış bir şimşek fırlatılmış üzerine yaprağın, ve dörtnalın sesinden bile yükseliyor kanatsız su, yaralanmış toprakla. Kanayıp duran kereste, yaprakla örtülmüş kubbe, adım adım, buz gibi dağılmış ya da ay gibi yıldızlardan gece şarkısı bitkinin, siklonsu at oklarla kaplı donmuş bir hayalet gibi gazaptan doğmuş yeni ayaklarla tamamlanmış ve korkutan sancaklarıyla muhteşem imparatorluğu onun. |
Yağmur (Rapa Nui)
Hayır, bırakma ki tanısın Kraliçe senin yüzünü yeniden, böyle daha tatlı işte, ey sevgilim, uzağında putların, ellerimdeki saçının süsünün ağırlığıyla; anımsar mısın Mangareva ağacının senin saçlarına düşen çiçeklerini? Bu parmaklar benzemiyor o beyaz taçyapraklarına: gözlemle bunları, kökler gibiler kertenkelenin kaçtığı taştan bir sap gibiler. Korkma, biz bekliyoruz, çıplak, ki düşsün diye yağmur, Manu Tara’nın üzerine düşen aynı tarz bir yağmur. Fakat suyun izlerini taşta pekiştirmesi gibi akıyor üzerimizden ve götürüyor bizi uysalca karanlığın içine, Ranu Raraku’nun krater ağzından daha da derine. Bu yüzden görmüyor seni ne balıkçı ne de çömlek. Göm göğüslerinin ikiz korlarını ağzıma ve saçının süsü sunsun kısa bir geceyi üzerime nemli kokusu beni örterek gizleyen bir karanlığı. *******i düşlüyorum ki kökleri birlikte örülmüş ve aynı anda fışkıran iki bitkiyiz sen ve ben, ve ağzım gibi tanıyorsun toprağı ve yağmuru, değil mi ki topraktan ve yağmurdan yaratıldık. Ara sıra düşünüyorum ölümün içinde uyuyacağımızı aşağıda, uçurumun ayakları yanındaki o derin toprakta, ve gözlemleyeceğiz inşa etmek ve sevmek için bizi buraya getiren Okyanus’u. Ellerim demirden değil seni tanıdı tanıyalı, başka bir denizin suyu bir ağın arasından akar gibi akıyor, fakat şimdi barındırıyor su ve taş tohumla gizleri. Sev beni, ey uyuyan, ey çıplak, kıyılarda bu adaya benzeyen: senin sersemleşmiş sevdan, senin ölçümsüz sevdan, saklanmış düşlerin mağarasında, bizi kuşatan denizin devinimi gibi. Ve ben bir zaman uyuduğumda senin sevdanda, çıplak, bırak elim bulsun huzuru göğüslerinin arasında titresin diye yağmurla ıslanmış meme uçlarınla uyumlu olarak. |
Yabancılaştırılmışlar
Yürüyorlar caddede geliyorlar ve gidiyorlar Bilmiyorlar birbirlerine baktıklarını Birlikte yatıyorlar zaman öldürmek için Bilmiyorlar mağazalarda bir şeyler satın aldıklarını Eve gidip kahve içiyorlar hepsi bu işte Çok alçakgönüllüler bilmiyorlar Çok alçakgönüllü bir sayıda çarpı işareti oluşturuyorlar Çok alçakgönüllü bir sayıdaki seçim pusulalarında ekmek-karnelerinde Kendilerine yetiyor bu geliyorlar ve gidiyorlar Torna tezgahlarındalar bir çamaşır ipinin yanındalar Görmüyorlar her gün yapı iskelesininn yanında durduklarını Dilsiz onlar ayrık bakıyorlar gökyüzüne Giysileri içinde oldukça şıklar yürüyorlar caddede Nerdeyse her şeyleri var açıklar her bir şeye Geliyorlar ve gidiyorlar bir öyküleri yok onların İz bırakmıyorlar yok gölgeleri Renkleri orman toprağına düşen kurumuş yaprakların renkleri Kumun ya da küçük kumul hayvanların renkleri gibi Düşünürler düşünmesine ne ki çoğunlukla yanlış Duyumsadıkları çoğunlukla başkalarının istedikleridir Kendilerine ve başkalarına yabancılaşmışlar Nerdeyse yaşamıyorlar geliyorlar ve gidiyorlar Birbirlerine satıp alıyorlar alıp satıyorlar birbirlerini Birbirlerini öldürebilirler zaman öldürmek için Her şey için kullanılabilirler bu onların suçu Ne ki birileri suçsuz bulunacaksa gene de onlardır Dilsizler onlar bilmiyorlar ki sürekli konuştuklarını Yürüyorlar caddede yakışıyor giyitleri onlara Geliyorlar ve gidiyorlar çok az çıkıyorlar gazetelere ”Bir çeyrek milyon düştü bugün” dendiğinde onlardır bu Bilmiyorlar birbirlerine çok yakın yürüdüklerini Seçim ya da Pazar isimleri altında yürüyorlar Ne ki bilmiyorum haddinden çok fazla mı yoksa yeterinceler mi Oltaya takılmış yemle besleniyorlar Bak şuradaki bakkalda duran şeye görmüyorlar kancayı Bak şuradaki mağazalarda duran şeylere yetiyor bu onlara Bilmiyorlar eve gidip kahve içtiklerini Kimse düşlemiyor onlara karışmaya Çok uzaktalar başka bir dünya emmiş onları Ayrılmışlar ne ki kim tarafından bilmek isterdim Geliyorlar ve gidiyorlar düşündüklerinden daha güçlüler Her halikârda onlardır koruyan ölüm sıcaklığını ve leş kokusunu Belki hiç duymamışlardır bunu ne ki işte böyle bu İz bırakmıyorlar gölgeleri yok Her bir şey için doğabilirler Her bir şey için kullanılabilirler bir şeyler yanlış bunda Dünyaya getirilirler yürürler bir zaman caddede Pencere pervazında otururlar bir zaman sonra çokca uyurlar Yakılırlar ya da gömülürler Ya da boğulurlar suda bir kazada İşte bütün bunlar kast edilmiştir Yaşayıp ölürler bir hayat yaşamadan Geberirler gezip görmeden Harzen Malmö Mallorca belki yeterlidir onlara Düşüneceklerine ve duyumsayacaklarına kendileri karar veremiyor Sevinç tükenmek bilmez doğru değil mi Hiç bir şansları yok başka birini tanımalarının Belki ağlarlar ne ki asla sevinçten değil En acılı sevinçlerinden koparılmışlar Ne de şıklar giysileri içinde yürüyorlar caddede Nerdeyse yaşamıyorlar geliyorlar ve gidiyorlar Ve kimsenin yok onlara güveni. |
Ya da Uyusun Diye
Ya da uyusun diye yatırırlar mı Hitler’i dikenli tellere? Ya da dövme mi yapıyorlar derisine cehennemdeki abajurlar için? Ya da ateşin siyah mastı köpekleri ısırır mı O’nu acımasızca? Ya da ölmek zorunda mı O ölmeksizin sonsuzca gaz altında kalarak? |
Walking Around
Ara sıra beziyorum insan olmaktan. Ara sıra giriyorum terzilere ve sinemalara, durgun ve esrarlı, başlangıçlardan ve küllerden bir suda yüzen keçe bir kuğu gibi. Berber salonlarının kokusu ağlatıyor beni hüngür hüngür. Sadece taşların ve yünün huzurunu istiyorum ben, sadece müesseseleri ya da bahçeleri görmek istemiyorum, ya da malları, ya da gözlükleri, ya da asansörleri. Ara sıra beziyorum ayaklarımdan ve tırnaklarımdan ve saçımdan ve gölgemden. Ara sıra beziyorum insan olmaktan. Fakat nefis olurdu kesik bir zambakla bir noteri korkutmak ya da canını almak bir rahibenin bir kulak fiskesiyle. Güzel olurdu caddeler boyunca yürümek yeşil bir bıçakla ve ben soğuktan ölene dek bağırmak. Karanlıkta bir kök olarak kalmak istiyorum, sendeleyerek, yayılarak, uykudan titreyerek, aşağıya doğru, toprağın ıslak bağırsaklarında, soğurarak beni içinde ve düşünerek, yiyerek her gün. Çok fazla da felaket istemem ben. Kök ve mezar olmakta ayak diremek istemem, yer altına ait yalnızca, ölülerle dolu bir bodrum kaskatı soğuktan, ölmekte üzüntüden. Bu yüzden yanıyor Pazartesi petrol gibi gördüğünde geldiğimi hapishane suratımla, ve yaralı bir teker gibi inilderken yolda ve alırken sıcak kanlı adımları geceye doğru. Ve itiyor beni bu köşelere, bu küf kokulu evlere, kemiklerin pencerelerden taştığı hastanelere, sirke kokan kunduracı atölyelerine, uçurum gibi korkutucu olan sokaklara. Kükürt renkli kuşlar ve ürkünç bağırsaklar var asılı duran nefret ettiğim evlerde, sahte dişler unutulmuş bir kahve sürahisinde, aynalar var utançtan ve korkudan ağlaması gereken, şemsiyeler var her tarafta, ve zehir, ve göbek bağları. Aklım başımda gidiyorum, gözlerimle, ayakkabılarımla, hiddetliyim, unutkanlıkla, gidiyorum ofislerin ve ortopedik kunduracıların arasından ve iplerdeki çamaşırlarla avlular: külotlar, havlular ve yavaş, kirli gözyaşlarla ağlayan gömlekler. |
Viltava Şarkısı
Fakat yuvarlanır taşlar ırmağın dibinde. Üç imparator gömülü Prag'da Her şey zamanında, değişmedik şey yok dünyada Gece on iki saat çeker ve sonra da sabah olur. Ve devran döner. ... |
Venezüella’da mı Olmuştu
Venezüella’da mı olmuştu ışığın yaratılması? Nerededir denizin merkezi? Niçin koşuşturmuyor dalgalar oraya? Bu meteor taşının bir zamanlar ametistten bir güvercin olduğu doğru mudur? Sorabilir miyim kitabıma, bu kitabı benim yazdığım doğru mudur? |
Veda Et, Elveda, Elveda
Veda et, elveda, elveda, Veda et kızlık günlerine. Mutlu Eros kur yapmaya gelmiş Sana ve bakireliğine – Bu kemer güzelleştirsin seni Ve sarı saçlarını kuşatan bu saç filesi. Duyduğunda adını O’nun Üzerinde melek borularının Başla çözmeye kemerini ki çekesin O’nu Üzerine taze göğsünün Ve usulca çöz bakireliğin sembolü Bu saç örgüsünü. |
Ve Nedir Gecede Dövülen Şey?
Ve nedir gecede dövülen şey? Gezegenler mi yoksa nallar mı? Seçmek zorunda mıyım bu sabah ya çıplak denizi ya da gökyüzünü? Ve niçin sisiyle giyinmiş erkenden gökyüzü? Bekleyen nedir beni İsla Negra’da? Yeşil gerçek mi yoksa vakar mı? |
Ve Ne Kadar Yaşar?
Ve ne kadar yaşar insan topu topu? Bin gün mü yaşar, yoksa bir gün mü? Bir hafta mı ya da birkaç yüzyıl mı? Ne kadar zamanda ölür insan? “Sonsuzca” derken ne demek istenir? Bu uğraşlarla yitip gitmişken bazı şeyleri aydınlatmaya koyuldum. Aradım bilgili rahipleri, bekledim onları ayinlerinden sonra, Tanrı’yı ya da İblis’i görmeye giderlerken izledim onları yollarında. Yüzlerini çevirdiler sorularıma. Kendi paylarına çok az şey biliyorlardı; memurlardan daha fazla şey bildikleri de yoktu. Tıp adamları kabul ettiler beni iki muayene arasında, her bir elinde bir neşterle, doymuşlar aureomycin kokusuyla, her gün daha meşguller. Konuşmalarından anladığım kadarıyla, sorun şu: bir mikrobun ölümü çok bir şey değil- tonla ölür zaten onlar- fakat hayatta kalan çok azı sapkınlık belirtisi gösterir. İrkilme içinde bıraktılar beni, aradım mezar kazıcılarını. Gittim muazzam boyalı cesetleri yaktıkları ırmaklara, ince kemikli bedenler, korkunç ilenmelerden ışıltılarıyla imparatorlar, kolera dalgasının bir vuruşla öldürdüğü kadınlar. Ölümün tekmil kolları vardı ve külsü uzmanları. Fırsatını bulunca bir hayli soru sordum onlara, önerdiler beni yakmayı: bildikleri tek şey buydu zaten onların. Memleketimde yanıtladı beni girişimciler, içkilerin arasında: “Kendine iyisinden bir kadın bul, ve bu tür saçmalıkları bırak”. Bunca mutlu olduklarını hiç görmedim insanların. Kaldırarak kadehlerini şarkı söylüyorlardı, şerefine içiyorlardı sağlığın ve ölümün. Muazzam fuhuşçulardı onlar. Eve döndüm, yaşlanmış olarak dünyayı dolandıktan sonra. Şimdi kimseye soru sormuyorum. Fakat her gün daha az şey biliyorum. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 08:26 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.