www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Edebiyat (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=268)
-   -   İsmail Aksoy (https://www.cakal.net/showthread.php?t=145334)

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:37 PM

Yağmurda Atlı

Temel sular, sudan duvarlar, yonca
ve derisi soyulmuş yulaf,
nemli, damlayan, vahşice örülmüş bir gecenin
ağında zaten yakalanmış baş kısmı,
bir şikayetle geri dönüyor parçalayan damla,
gökyüzünü yaran diyagonal hiddetler.
Dörtnal gidiyor rayihada yıkanmış atlar
altında sağanak yağmurun, kırbaçlıyor su ve evcilleştiriyor
deriden, taştan ve sudan kızıl şaşkınlığıyla onların:
ve buhar eşlik ediyor çılgın bir süt gibi
kaçak üzümlerle birlikte köpüklenen su.
Gündüz değildi, sadece o katı yörelerin
sarnıç karanlığıydı, o yeşil çalkantı
ve o hayvansı at kokusundaki gibi toynaklar
birleştiriyor dönen toprakla avlayan yağmurlu zamanı.
Battaniyeler, biniş takımları, eyer örtüsü yığılmışlar üst üste
kasvetli narlar gibi
yabanıl ormanı yenen ve mahmuzlayan
o yanan kükürt sırtların üstünde.
İleri, ileri, ileri, ileri,
ileri, ileri, ileri, ileriiiiii,
biçiyor atlılar yağmuru, kekre
fındıkların altında kovalıyor atlılar, yağmur
büküyor sonsuz tahılını titreyen ışınlarla.
Orada, sudan bir ışık, şaşırmış bir şimşek
fırlatılmış üzerine yaprağın, ve dörtnalın sesinden bile
yükseliyor kanatsız su, yaralanmış toprakla.
Kanayıp duran kereste, yaprakla örtülmüş kubbe,
adım adım, buz gibi dağılmış ya da ay gibi
yıldızlardan gece şarkısı bitkinin,
siklonsu at oklarla kaplı donmuş bir hayalet gibi
gazaptan doğmuş yeni ayaklarla tamamlanmış
ve korkutan sancaklarıyla muhteşem imparatorluğu onun.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:37 PM

Yağmur (Rapa Nui)

Hayır, bırakma ki tanısın Kraliçe
senin yüzünü yeniden, böyle daha tatlı
işte, ey sevgilim, uzağında putların, ellerimdeki saçının
süsünün ağırlığıyla; anımsar mısın
Mangareva ağacının senin saçlarına düşen
çiçeklerini? Bu parmaklar benzemiyor
o beyaz taçyapraklarına: gözlemle bunları, kökler gibiler
kertenkelenin kaçtığı taştan bir sap gibiler.
Korkma, biz bekliyoruz, çıplak, ki düşsün
diye yağmur,
Manu Tara’nın üzerine düşen aynı tarz bir yağmur.

Fakat suyun izlerini taşta pekiştirmesi gibi
akıyor üzerimizden ve götürüyor bizi uysalca
karanlığın içine, Ranu Raraku’nun krater ağzından
daha da derine. Bu yüzden
görmüyor seni ne balıkçı ne de çömlek.

Göm göğüslerinin ikiz korlarını ağzıma
ve saçının süsü sunsun kısa bir geceyi üzerime
nemli kokusu beni örterek gizleyen bir karanlığı.

*******i düşlüyorum ki kökleri birlikte örülmüş
ve aynı anda fışkıran iki bitkiyiz sen ve ben,
ve ağzım gibi tanıyorsun toprağı ve yağmuru,
değil mi ki topraktan ve yağmurdan yaratıldık. Ara sıra
düşünüyorum ölümün içinde uyuyacağımızı aşağıda,
uçurumun ayakları yanındaki o derin toprakta, ve gözlemleyeceğiz
inşa etmek ve sevmek için bizi buraya getiren Okyanus’u.

Ellerim demirden değil seni tanıdı tanıyalı,
başka bir denizin suyu bir ağın arasından akar gibi akıyor,
fakat şimdi barındırıyor su ve taş tohumla gizleri.

Sev beni, ey uyuyan, ey çıplak, kıyılarda
bu adaya benzeyen: senin sersemleşmiş sevdan, senin
ölçümsüz sevdan, saklanmış düşlerin mağarasında,
bizi kuşatan denizin devinimi gibi.

Ve ben bir zaman uyuduğumda
senin sevdanda, çıplak,
bırak elim bulsun huzuru göğüslerinin arasında
titresin diye
yağmurla ıslanmış meme uçlarınla uyumlu olarak.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:37 PM

Yabancılaştırılmışlar

Yürüyorlar caddede geliyorlar ve gidiyorlar
Bilmiyorlar birbirlerine baktıklarını
Birlikte yatıyorlar zaman öldürmek için
Bilmiyorlar mağazalarda bir şeyler satın aldıklarını
Eve gidip kahve içiyorlar hepsi bu işte
Çok alçakgönüllüler bilmiyorlar
Çok alçakgönüllü bir sayıda çarpı işareti oluşturuyorlar
Çok alçakgönüllü bir sayıdaki seçim pusulalarında ekmek-karnelerinde
Kendilerine yetiyor bu geliyorlar ve gidiyorlar
Torna tezgahlarındalar bir çamaşır ipinin yanındalar
Görmüyorlar her gün yapı iskelesininn yanında durduklarını
Dilsiz onlar ayrık bakıyorlar gökyüzüne
Giysileri içinde oldukça şıklar yürüyorlar caddede
Nerdeyse her şeyleri var açıklar her bir şeye
Geliyorlar ve gidiyorlar bir öyküleri yok onların
İz bırakmıyorlar yok gölgeleri
Renkleri orman toprağına düşen kurumuş yaprakların renkleri
Kumun ya da küçük kumul hayvanların renkleri gibi
Düşünürler düşünmesine ne ki çoğunlukla yanlış
Duyumsadıkları çoğunlukla başkalarının istedikleridir
Kendilerine ve başkalarına yabancılaşmışlar
Nerdeyse yaşamıyorlar geliyorlar ve gidiyorlar
Birbirlerine satıp alıyorlar alıp satıyorlar birbirlerini
Birbirlerini öldürebilirler zaman öldürmek için
Her şey için kullanılabilirler bu onların suçu
Ne ki birileri suçsuz bulunacaksa gene de onlardır
Dilsizler onlar bilmiyorlar ki sürekli konuştuklarını
Yürüyorlar caddede yakışıyor giyitleri onlara
Geliyorlar ve gidiyorlar çok az çıkıyorlar gazetelere
”Bir çeyrek milyon düştü bugün” dendiğinde onlardır bu
Bilmiyorlar birbirlerine çok yakın yürüdüklerini
Seçim ya da Pazar isimleri altında yürüyorlar
Ne ki bilmiyorum haddinden çok fazla mı yoksa yeterinceler mi
Oltaya takılmış yemle besleniyorlar
Bak şuradaki bakkalda duran şeye görmüyorlar kancayı
Bak şuradaki mağazalarda duran şeylere yetiyor bu onlara
Bilmiyorlar eve gidip kahve içtiklerini
Kimse düşlemiyor onlara karışmaya
Çok uzaktalar başka bir dünya emmiş onları
Ayrılmışlar ne ki kim tarafından bilmek isterdim
Geliyorlar ve gidiyorlar düşündüklerinden daha güçlüler
Her halikârda onlardır koruyan ölüm sıcaklığını ve leş kokusunu
Belki hiç duymamışlardır bunu ne ki işte böyle bu
İz bırakmıyorlar gölgeleri yok
Her bir şey için doğabilirler
Her bir şey için kullanılabilirler bir şeyler yanlış bunda
Dünyaya getirilirler yürürler bir zaman caddede
Pencere pervazında otururlar bir zaman sonra çokca uyurlar
Yakılırlar ya da gömülürler
Ya da boğulurlar suda bir kazada
İşte bütün bunlar kast edilmiştir
Yaşayıp ölürler bir hayat yaşamadan
Geberirler gezip görmeden
Harzen Malmö Mallorca belki yeterlidir onlara
Düşüneceklerine ve duyumsayacaklarına kendileri karar veremiyor

Sevinç tükenmek bilmez doğru değil mi
Hiç bir şansları yok başka birini tanımalarının
Belki ağlarlar ne ki asla sevinçten değil
En acılı sevinçlerinden koparılmışlar
Ne de şıklar giysileri içinde yürüyorlar caddede
Nerdeyse yaşamıyorlar geliyorlar ve gidiyorlar
Ve kimsenin yok onlara güveni.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:37 PM

Ya da Uyusun Diye

Ya da uyusun diye
yatırırlar mı Hitler’i dikenli tellere?

Ya da dövme mi yapıyorlar derisine
cehennemdeki abajurlar için?

Ya da ateşin siyah mastı köpekleri
ısırır mı O’nu acımasızca?

Ya da ölmek zorunda mı O ölmeksizin
sonsuzca gaz altında kalarak?

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:37 PM

Walking Around

Ara sıra beziyorum insan olmaktan.
Ara sıra giriyorum terzilere ve sinemalara,
durgun ve esrarlı, başlangıçlardan ve küllerden
bir suda yüzen keçe bir kuğu gibi.

Berber salonlarının kokusu ağlatıyor beni hüngür hüngür.
Sadece taşların ve yünün huzurunu istiyorum ben,
sadece müesseseleri ya da bahçeleri görmek istemiyorum,
ya da malları, ya da gözlükleri, ya da asansörleri.

Ara sıra beziyorum ayaklarımdan ve tırnaklarımdan
ve saçımdan ve gölgemden.
Ara sıra beziyorum insan olmaktan.

Fakat nefis olurdu
kesik bir zambakla bir noteri korkutmak
ya da canını almak bir rahibenin bir kulak fiskesiyle.
Güzel olurdu
caddeler boyunca yürümek yeşil bir bıçakla
ve ben soğuktan ölene dek bağırmak.

Karanlıkta bir kök olarak kalmak istiyorum,
sendeleyerek, yayılarak, uykudan titreyerek,
aşağıya doğru, toprağın ıslak bağırsaklarında,
soğurarak beni içinde ve düşünerek, yiyerek her gün.

Çok fazla da felaket istemem ben.
Kök ve mezar olmakta ayak diremek istemem,
yer altına ait yalnızca, ölülerle dolu bir bodrum
kaskatı soğuktan, ölmekte üzüntüden.

Bu yüzden yanıyor Pazartesi petrol gibi
gördüğünde geldiğimi hapishane suratımla,
ve yaralı bir teker gibi inilderken yolda
ve alırken sıcak kanlı adımları geceye doğru.

Ve itiyor beni bu köşelere, bu küf kokulu evlere,
kemiklerin pencerelerden taştığı hastanelere,
sirke kokan kunduracı atölyelerine,
uçurum gibi korkutucu olan sokaklara.

Kükürt renkli kuşlar ve ürkünç bağırsaklar var
asılı duran nefret ettiğim evlerde,
sahte dişler unutulmuş bir kahve sürahisinde,
aynalar var
utançtan ve korkudan ağlaması gereken,
şemsiyeler var her tarafta, ve zehir, ve göbek bağları.

Aklım başımda gidiyorum, gözlerimle, ayakkabılarımla,
hiddetliyim, unutkanlıkla,
gidiyorum ofislerin ve ortopedik kunduracıların arasından
ve iplerdeki çamaşırlarla avlular:
külotlar, havlular ve yavaş, kirli gözyaşlarla
ağlayan gömlekler.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:37 PM

Viltava Şarkısı

Fakat yuvarlanır taşlar ırmağın dibinde.
Üç imparator gömülü Prag'da
Her şey zamanında, değişmedik şey yok dünyada
Gece on iki saat çeker ve sonra da sabah olur.

Ve devran döner.
...

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:37 PM

Venezüella’da mı Olmuştu

Venezüella’da mı olmuştu
ışığın yaratılması?

Nerededir denizin merkezi?
Niçin koşuşturmuyor dalgalar oraya?

Bu meteor taşının bir zamanlar
ametistten bir güvercin olduğu doğru mudur?

Sorabilir miyim kitabıma, bu kitabı
benim yazdığım doğru mudur?

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:38 PM

Veda Et, Elveda, Elveda

Veda et, elveda, elveda,
Veda et kızlık günlerine.
Mutlu Eros kur yapmaya gelmiş
Sana ve bakireliğine –
Bu kemer güzelleştirsin seni
Ve sarı saçlarını kuşatan bu saç filesi.

Duyduğunda adını O’nun
Üzerinde melek borularının
Başla çözmeye kemerini ki çekesin O’nu
Üzerine taze göğsünün
Ve usulca çöz bakireliğin sembolü
Bu saç örgüsünü.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:38 PM

Ve Nedir Gecede Dövülen Şey?

Ve nedir gecede dövülen şey?
Gezegenler mi yoksa nallar mı?

Seçmek zorunda mıyım bu sabah
ya çıplak denizi ya da gökyüzünü?

Ve niçin sisiyle giyinmiş
erkenden gökyüzü?

Bekleyen nedir beni İsla Negra’da?
Yeşil gerçek mi yoksa vakar mı?

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:38 PM

Ve Ne Kadar Yaşar?

Ve ne kadar yaşar insan topu topu?

Bin gün mü yaşar, yoksa bir gün mü?

Bir hafta mı ya da birkaç yüzyıl mı?

Ne kadar zamanda ölür insan?

“Sonsuzca” derken ne demek istenir?

Bu uğraşlarla yitip gitmişken
bazı şeyleri aydınlatmaya koyuldum.

Aradım bilgili rahipleri,
bekledim onları ayinlerinden sonra,
Tanrı’yı ya da İblis’i görmeye giderlerken
izledim onları yollarında.

Yüzlerini çevirdiler sorularıma.
Kendi paylarına çok az şey biliyorlardı;
memurlardan daha fazla şey bildikleri de yoktu.

Tıp adamları kabul ettiler beni
iki muayene arasında,
her bir elinde bir neşterle,
doymuşlar aureomycin kokusuyla,
her gün daha meşguller.
Konuşmalarından anladığım kadarıyla,
sorun şu:
bir mikrobun ölümü çok bir şey değil-
tonla ölür zaten onlar-
fakat hayatta kalan çok azı
sapkınlık belirtisi gösterir.

İrkilme içinde bıraktılar beni,
aradım mezar kazıcılarını.
Gittim muazzam boyalı cesetleri
yaktıkları ırmaklara,
ince kemikli bedenler,
korkunç ilenmelerden
ışıltılarıyla imparatorlar,
kolera dalgasının
bir vuruşla öldürdüğü kadınlar.
Ölümün tekmil kolları vardı
ve külsü uzmanları.

Fırsatını bulunca
bir hayli soru sordum onlara,
önerdiler beni yakmayı:
bildikleri tek şey buydu zaten onların.

Memleketimde yanıtladı beni
girişimciler, içkilerin arasında:
“Kendine iyisinden bir kadın bul,
ve bu tür saçmalıkları bırak”.

Bunca mutlu olduklarını hiç görmedim insanların.

Kaldırarak kadehlerini şarkı söylüyorlardı,
şerefine içiyorlardı sağlığın ve ölümün.
Muazzam fuhuşçulardı onlar.

Eve döndüm, yaşlanmış olarak
dünyayı dolandıktan sonra.

Şimdi kimseye soru sormuyorum.

Fakat her gün daha az şey biliyorum.


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 08:26 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.