![]() |
Helalleşme...
Konuşurken sabırla yüzüme bakarken Gerçekte Arizona çöl bakirliğinde kum tanelerini Ruhunda Habil-Kabil kavgası varken sebebi Nefsinde sabır olmasa olacaksın fırlatan! Beni dinliyor diye keyif alırken Asker karavanası damak tadı ile muhabbet boş vitesteyken Sendeki cehennemi fark etmem bile! İçinden bitsin diye dualar ettiğini Çin işkencesiyle nefes alıp verdiğini Fren patlamasıyla şiddetli infilakı Tahmin edebilir miyim böyle bencilken! Kul hakkıyla gelmeyin der yaradan Helalleşmek sünnet hoşnutluk kardeşlikten Her anıma girer böylesi binlerce elekten İbrahim makamından yükselirken Dünyaya “Hakkınızı helal edin! “ diyesim geliyor. Safet Kuramaz |
Hepimiz Şehidiz...
Hırant Dink ölmüş Millet anlaşmış gibi “Hepimiz Ermeni’yiz! ” i söylemiş... Yıllarca doğuda otuz binde fazla masum ölmüş Cenazelerinde “Hepimiz şehidiz! ” söylenmemiş! Biz tarihiz, Şanlıyız, Hür yaşarız, Şeytanın askerlerinden korkmayız! İmanımla dost ederim Allah’ı Kainat efendisi peygamberim sünnetini... Ecdadım rehberim, al-yıldız bayrağım, İyiyi söylerim kötüden men ederim! Ha bedenimiz ha yurdumuz, Emanetimizi sonuna kadar koruruz! Biliriz ölüm düğün günümüz, Şehit mertebesinde cennete koşarız. Safet Kuramaz |
Her Asıra Hoşgörü…
Hangi İnsan? İlla tenlere dokunmak, Ölesiye sahiplenmek… Kimliksiz ruha gizlenmek, İnsana has şekiller… İlk laf sorgudur tanışı, Güven duvarı tanısı, Affetmez görse yanlışı, Vardır manasız fiiller… Ortak kader sevinçtir, Sevilmek bir kıvançtır, Mahrem deşmek utançtır, Özlemdir, bu çağda diller… Tek bir Allah’a inanırım, Huşu kalple bağlanırım, İki batın hoş anarım, Ne kadar az şu gönüller… Her bakılanda ayna var, Tefekkürde-manada var, Acı veren yarada var, Hoşgörü bekler sebiller! Gezinmek tavafta gibi, Dokunmak sarrafta gibi, Sunmak hak tarafta gibi, Huzura baki deliller… Sabır çok zorlayan nimet, Yokken fakirde bir ziynet… Varlıktayken kordur diyet, Hastalık yaşayan eller… Savaşmak, dalaşmak, kapışmak menfaat yangınında, Benlerim, yanlarım, sanlarım saadet imtihanında, Yargılar, sanılar, bilgiler cehalet kervanında, Mecnun Leylasız yaşamı manasız kılar çöller! Beklenti, mucize, büyüler mekanik harman, Romantik, duygusal, anlayış şematik buhran, Zulümler, zalimler, hainler fanatik akran, Mutsuz, tatsız-tuzsuz insan, Mevlana’lar diler! İşte İnsan: Mevlana! Moğol talanına bir nevi diyet, Horasan’dan başlar Konya’ya hicret… Muhacir ruhunda düşerken suret, İlim dokusuyla süslendi yollar… Savaş ortamında çıkarsız sevgi, Öldürmek yerine yaşattı ezgi, Hoşgörü ruhunda tavizsiz örgü, Kim olursa olsun açıldı kollar… Evrensel İslam gönüllere yar, Cennet-cehennemle sınırlandı kar! Onun yorumunda bitti korku-nar, Her çağa sundu ışık, değişti haller… Her insana ses, Her zikre nefes, Hür cennet heves, Mesnevi okurken yeşerdi güller… Kur’an ve sünnet, Ne yüce davet, Mevlana suret, Huzur yaşadı aşka susayan sefil… Yaşlansa da cürümle, Öğüt verdi zulüme… Düğünüm dedi ölüme, Dinler törende birleşti, insandan seller! Çiçekler razı, Irmakta hazzı, Tükenmez yazı, Yalnız aşk söylenir, eser yelinde… Haktan alıp halka ver, Dünyalık yunar gider, Şeytan azat, seyreder Abasında aka, bürünür şallar! Konya şehri avreti, Gören gözde sureti, Aşarken üç boyutu, Medine’den yansır, kubbesi yeşil… Mevlana’da hislerim, Birikir heveslerim, Aşk-sevgi beslerim, Yunus gibi âşık, şevke dalarım… Sonuç: Eğer hayatta olsaydı, Bu yarışmayı bilseydi, Her bir şiire dalsaydı, Birinci olur muydu bilelim… Hoşgörünün sofrasında, Beklentiler safhasında, Yazar mıydı mahyasında, “Bu şiir birincidir, açıkla tellalım? ” Safet Kuramaz |
Her Gün Bize Bayram Olsun!
Özledim... Özledim... Özledim... Sonbahar yapraları dökülürken Hayal ettim buluştuğumuzu yıldız parkında Bir bayram günü, mesala günlerden Perşembe... Hava soğuk ama Güneş öylesine kavurucu Sen gelene kadar yanaklarımda Küçük benler peydahlanmış buzlu! Bir ayağım Görorland adasında Diğeri ekvator çizgisinde İkisi de yakıyor Beklemekle-kavuşmak arasında! Neyse, uzaklardan yavaş, yavaş geldiğini görüyorum Sislerin arasından el sallıyorsun sanırım Yüzün gülüyor Bedenin sanki heyecanım! Sana doğru koşuyorum Özlemişim Özlemişim Özlemişim Çok özlemişim! Hani şiir ya, Sarılıyorum sana... Dönüyor başımız birlikte Selam söylüyorum biraz sonra yıldızlara Akşam ay dolunay seferinde Biz coşkunun fethinde El ele yürüyoruz! Hem ne bayram... Sallanıyor doğa ve istanbul Ayak izlerimize yetiş ve bizi bul Yalnız Allaha kul Namaz kılıyoruz ortaköyde Okunduktan sonra ezanım! Coşku besteliyor her yol Geçiyoruz bir çok karakol Dertleşiyoruz bol, bol Keyfimize diyecek yok üsküdarda... Bir daha böyle uzak kalmak yok söz mü? Düşsekte ölüm uykusuna ağıt günü Beraber gideceğiz ve çözeceğiz düğümü Yastığa düşen gölgenin sonunda! Özlemek Gözlemek Sözleşmek Yok... Yoklar yok... Çoklar çok Adaklar kesik kesik Her gün bize bayram olsun! Safet Kuramaz |
Her Seçim Bizimdir...
Her dert yaratıldığında, Dermanda yaratılırmış... Çareye giden yola bakıldığında, Tek bir seçime adım atılırmış! Bahtına iyi veya kötü bir son, Yaşamda ağlatan veya güldüren yön, Kadere sığınan zavallı dön-dön, Yaşanan dünyası karartılırmış... Cahili-alimi her şeyi biliyor, Lafa bal karıştırıp seviliyor, Kandırmaca işe heves ediliyor, Kötü son için şerli, azıtılırmış... Yaşarken iyiyi Allah’tan belleyiniz, Kötüyü kendi seçiminizden eleyiniz! Mutluluk meleği sabrı, ertelemeyiniz Kulun dönüşü olmaz dileği, yaratılırmış! Mazluma adalet küllü iradede, Sonunda çıkarmış aheste-aheste! İyi davranış hem sağlıkta hemde hastalıkta, Amellere, sonsuz sevinçle katılırmış... Safet Kuramaz |
Her Yerde Seni Arıyorum Allah’ım
Sevgine muhtaç aczimle ve fakrımla, Dünya araç vuslat amaç geldim sana, Sünnet taç, Kur’ana aç sonsuz imanla, Her yerde seni arıyorum Allah’ım! Yıkasam kiri şeytan şehrinden kalan, İlk önce kul olsam aşkına dalan, Sonra dünyalık ne kaldıysa yaşayan, Her yerde seni arıyorum Allah’ım! Yusuf kuyusunda Musa asasında, Nuh’un gemisinde Yunus balığında, Adem Havva gibi Cebel-i Rahme’de, Her yerde seni arıyorum Allah’ım! Kan damarımı deş temizlensin her leş, Yolunda bulsam eş doğsa nurun güneş, Gözümden akar yaş nefsimde hak savaş, Her yerde seni arıyorum Allah’ım! Karınca işinde arı peteğinde, Gök gürültüsünde karın çiğdeminde, Fakirin düşünde bebeğin sesinde, Her yerde seni arıyorum Allah’ım! Safa’da Merve’de kabe’de tavafla, Zemzemin tadında kılınan namazda, Nur Muhammed’in gölgesinde Mekke’de, Her yerde seni arıyorum Allah’ım! Her böcekte her otta fani sonsuzda, Tükenmez sorgumda beden konağımda, Çiçek solduğunda ölüm gördüğümde, Her yerde seni arıyorum Allah’ım! Yediğim aşımda lokmanın ardında, Her dünya anında nefes aldığımda, Ruku’dan kalkıp da dururken kıyamda, Her yerde seni arıyorum Allah’ım! Tespih eder her yanım imdat ararken, Seni seven bedeni yakmaz ateşin, Ölüm düğün günüm Aşkınla yaşarken, Her yerde seni arıyorum Allah’ım! Ölüm son karakol, yargılanır amel, Ya koklanır gül yada yenir zakkum bol, Cennet aşka sembol cehennem kötü yol, Her yerde seni arıyorum Allah’ım! Safet Kuramaz |
Herkesin Acısı Kendisine...
Gözler karanlıkta yürürken buruk… Dudaklar unutmuş nedir gülücük! Nerden geldiğine, Buralara nasil itildiğine, Inanamaz halde, Şaşkin, şaşkın bakar uçuk! Hayal edemiyor geleceğini, Düşünemiyor ne yiyeceğini, Deli gibi geçiyor sokaklardan yeli, Konusuyor abuk subuk! Bitmiyor tekerlemesi Ahın, hesabın… Açılıyor tiyatro perdesi birden, Kendini görüyor seyredenlerin halinden, Sanatçı gibi eğiliyor, alışkanlıkya o an! Çok sıradan, hem kolay başkasını oynamak! Anlamakta, gülmeye hazır gözlerinden… Afisler boy, boy göründü heykeli dikilen... Her göz şahit oldu şöhreti bilinen! Sandılar sonra öldü, inince vitrinden… Kendisi de inandı bir süre belkide! Kim anlar ki zaten delinin halinden! Gülenlerde ağıt, Konferanslar peşi sıra... Bağırır birden heykel “Yeter ya! ” Der öldügüme getirin kanıt! Gülenler, ağıtlaşanlar olurlar gercek ölü, Görünce heykelin dirilip süzüldüğünü! iki boyut birlesemedi… Aynaları parçalandı, Evrene düştü! Yasatamadılar nefiste yansıyan aynı ölçüyü, “Kader oyununu! ” Herkesin acısı, hastası kendisine… Belki kısa süre üzüntü verir başkasına! Unutur insan bir çırpıda, Görüntüden uzaklaşınca… Yaşayan inler hala yorganın altında! Safet Kuramaz |
Hesaplaşma...
Her hatıra sonbahar yaprakları, Uçuşur döner kafamda hazanları, Şimdi olur mu böyle yalnız yürümek... Yürümek çaresiz, Bezgin ve sensiz, Bağ bozumu yalanları... Pekmez helvasına sürerken narasız, Açlık keser mi domuz talanını! Ey yıldız olma ne olur bu gece sönmüş gezegen! Gözlerim hep sende, uykusuz geceden... Yanmış tenim inler aşk acısı taziyesinden! Rüzgar üfürerek gel, kreminden kalanlarını... Sarhoş der ayıplarlar, Her anımı öğütle ayıklarlar, Bir meçhule klavyemden tıklarlar, Dimağıma sokarlar korku yılanını... Çocuk gibi oynarım öcü böcü, Kafam bin defa karışır yok ölçüsü! Titrek sesim ayazımda yaşar göçü, Deprem, depresyon, tornado, yangınlar, açlık, dokur gibi örgücü! Sarhoş etmeye yeter her birinden kalanı, Her izi silinmez devenin hörgücü... Kendimde unutsam başkasında görürüm, Sahnelerde, odalarda, bahanelerde ölürüm... Mucize gibi bir şey, kırılmaz yaşam kalkanı Birinden kaçsam diğeri yıkar, olsam bile hakanı! Şimdide kene ile yatar, kalkar, solurum... Safet Kuramaz |
Hırlama...
Miskindi, Cahildi, Melüldü, Suya, eğildi... Burnundan titreşen arsız dalgalar, Sömüren köpeklere akıttı salyalar... Ayağa kalktı, etrafına çevrildi formalar! Sonraları Unesco’ya aday olmuş denildi... Silkindi, Dirildi, Bilindi, Otlarla, yenildi... Hazır gıdalarla göbekleri büyüdü, Köpek sesleri her yerde çokça ürüdü, O heybetiyle manken yaptılar yürüdü, Altın madalya ona, milleti ezildi... Dillendi, Eğlendi, Horlandı, Fani, rezildi... Fos başarının yüzü soğuk, Köpekler bakar donuk donuk, Nasibi toprakta, ebedi konuk! Baki sahibine teslim edildi... Safet Kuramaz |
Hicran Yürüyüş…
Gecenin karanlığında, Yürüyordu umutlar dövülmüş sahanda! Dövüyordu dalgalar anlık, Sevgilinin gölgesi önünde! Ah o yalnızlık… Körpe delikanlı böğründe, Saçlara sokuyordu kar gibi aklar… Kumlar ayakta ağırlık, Seslere asabi sağırlık, Yürüyordu mazisi gibi zik zaklar! Pişmandı. Keşkeler hükümrandı. Önünde çarptığı karanlık, Korkular hakimdi… Yalvarmıştı kaç kere, Vuslattı bu yaşanmazdı ezbere! Neler katardı evlilik ömre… Asabi, suçlamalar, tehditler, her an tanık! Konuşuyordu durmadan oynar gibi körebe… Safet Kuramaz |
Hicret Etmeli…
Dostun olursa Allah yolunda… Cennet dökülür yaprakları her sokuluşunda Müptela olur nefes kokusuna Kapısına koyar başım uyku nedir bilmez! Aç işte dünyam böyle yayla havasına, Okuyor yaşamaya mecali yok beslenemiyor! Ruha siner kara dumanlar, Irmağında kirli gruplar, Yukarısında soğuk bulutlar, Yese de, yunsa da, Allah’a kul olsa da huzurda Arabesk döşenir anlara İçinde en kanlı savaşlar, söyleyemiyor! Hicret etmeli gönlüm, Bulamıyor adres özüm, Hayali oldukça sözlüm, Gerçeğim her an sallanıyor depremlerle! Sevgim hapiste kimseye gösteremiyor… Safet Kuramaz |
Hicretim...
Asırlar birden geriler Orman cahilce çölleşir Deve sahibi güzeldir Nur’unu tanır hicretim... Öğretilen modelleşir Ezber öz ruha dönüşür Nefes kalp ile söyleşir Resul evinde-haramda Sahabeden son gölgeler Kimisi derin uykuda Kimi cepten konuşmakta Kimi kur’an okumakta... Bu şekillerde özlemler Ninnisiyle güldürmekte Uysallaşırım kundakta... Safet Kuramaz |
Hiç Böylesi Doğum Gördün mü?
İnsana o seher kaç kez doğar? Güneşin ilk ışıkları tene değer, Rüzgarın cılız esintisi başı eğer, Resul’un doğuşuna tanık olur yürek... Böylesine özlem yaşadın mı yavrum? Her doğan çocuğa bu yüzden sokulurum! Can resul doğmuş gibi değişir tavrım, Yaklaşmaya korkarım, bakarım ürkek! Ey ona şahit güneş, taş duvar, çöl kumları... Saklamadınız mı kokusunu, sır gamlarını! Ne Kabe ne Mekke ona bakar gibi sevinçten fişek, Nede ayak bastığı yer göstermiyor adımlarını... Nur sakalında olsaydım gölge, Bakarken doyulmaz gözlerine, Dalsaydım alem dinlerken sözlerine, Rüyamda dahi göremiyorum, uyanırım üzülerek! Ben günahkar, ben fani, ben aciz... “Benden” kurtulamayan, belli değil neyiz? Allah habibim demiş, bende görmek dilek... Öylesine özlerim, cılız imanım ona çeyiz! Kalbim bozulmuş nasıl temizlerim? Alsam elime kaç tane kazma kürek... Her gün binlerce fitne, saklanır gizlerim Cahillik mi-sapkınlık mı, onsuz gezerim... Safet Kuramaz |
Hisset Sevgili...
Sanki seninle çağlayanım Ve akıyorum... Her gören o güzelliğimi seyrediyor zevkle, Sen bekliyorsun en yakın yerde, Ve el salladıkça, aklanıyorum! : Ne olur hisset... Akar gibi damarlarımda, Ve ısımı, sanki benzer denizde hissettiğin coşkuya! Her dalga, Sana aşkımı anlatır gibi yavaşça! Huzur vererek, Her yenisini aştığında, Aşkla ileriye gitmek iste, yine düşünmeden! Sen sevgi dolu ve zevkli hanımsın! Doğalsın, Huzur vericisin, Öyle bir başka dünyada yaşıyorsun ki! Bıkmışlık yok, Kötülük yok, Huzursuzluk yok... Sadece sevgi, Sadece heyecan, Sadece aşkın var... Sanki bu dünyada zalim orada alim! “Z” harfini silmişsin başından, Kurtulmuşsun alfabenin son harfinden... Sadece coşku yaşanıyor, Sadece içinde biriken hasret yaşlanıyor! Lütfen ak içimde, Ruhunu gönder bana sen gelmesen bile! İstediğini hisset! İçinden ne geliyorsa, Kuralları at... Özgürlük zincirini bağla yüreğine! Hapsettiğin... Kırıntıları hala acı olan Ön yargılarını sil! İstikbalde sevgili, Sanalımda neden kavgalı, Birbirimizi duymayız... Nereden istersen, övgülü Beş yıldızlı otelde kalalım! Kuş tüyü ipek yastıkları da alalım, Yeter ki küsmeden kalalım... Bakarsın hiç uyumayız, Şehrin yollarını turlarız... Canım ya, biz yetişkiniz, Her şeyi bilir pişkiniz Ve olması gereken yere bağlarız! Zaten eğer paylaşmak...içimizde bir coşkuysa Diğer her şey kalır birer istisna! Safet Kuramaz |
Hoş Geldin…
Şu soğuk kış *******inde meltem gibi esiyorsun! Aklım cennetinde, cehennem uzağımda! Lale bahçeleri serdim ayaklarına, Tüm İstanbul fethini konuşuyor, Yüreğinin ruhumda! Beşiktaş’tan yıldız parkına doğru yürüyoruz, Tarihin içinde atlı arabayla süzülüyoruz, Elinde şemsiye gözlerin zar zor görünüyor, Dudaklarında çıkan sesler bir müzik parçası kadar harika! Bir İstanbul bir seni izliyorum aynanda… Edison’un elektriği keşfi, Arşimet’le buldum diye çınlıyor! Sevgin, kefenimden sıyrılmış dünyana nüfuz ediyor… Eminönü’ndeki kalabalığın telaşı şaka gibi geliyor, Amerika’yı keşfetmiş kadar heyecanlıyım Macellan’ın gözlerinde! Sen varsın artık, hoş geldin... Fersah, fersah yükseliyor özgürlük anıtın! Safet Kuramaz |
Hoşgeldin...
Neler biter, Yollar, Ömürler, Hasret biter... Zaman insan için yaratılmış, Uzayda ondan eser kalmamış, Her şey dünya boyutuna gizlenmiş, Hayaller bir bir sıralanır Ahlar, keşkeler, daha neler ruhlarda sıvanır... İşte böyle insanız, devamlı sızlanır Hep daha fazlasını istemeye programlanmış... Çok soğuk bir gün, hala içim sızlıyor Ayaklarımdaki buzlar çözülüyor Gözlerimde neşen parıldıyor Sen geldin yaa... Burdasın yaaa... Ondandır, çok şükür elhamdulillah! Aslında görmeyeli, uzun zaman oldu, Özlemin diz boyuydu, Ruhumda her an varlığın hüküm sürdü Sendin, hayat mektebinde okuduğum her konu... Seni her saniye merak ettim. sorularımı beynime kaydettim. Derler ya, ölümden gayrısına çözüm yok! Biliyorum vuslat varsa, bana sokulacak. o gün, bir bayram günümüz olacak. Bu yüzden çoktu tesellim, Her an kar taneleriyle sana selam gönderdim... Hoşgeldin muhabbet trenime güzelim. Sunduğun kavuşma şerbetinden içeyim. Ağzımda aşkımızın tadı yenilensin, Haydi, yalancı cennetin yoluna düşelim... Safet Kuramaz |
Höyük...
Aczimi eledim höyük toprağında, Asırlar dirildi insan konağında! Gençleri yaşlısı, zengini fakiri, Kopyalanmış aynı mühür şakağında... Akılla övünen her asrın yiğidi, Mumyayı keşfetti, yaptı piramidi! Ders almak yerine taşıdı eş kiri, Öldürdü ruhunda aşk alametini... Kıyımda toplumlar, kıyamda yeniler! Gizlenmiş örtüyü marifet eştiler... Para veren gördü sanatsal eseri, Kah üzüntü dolu kah matrak geçtiler... Aczim kıyameti bekler sonsuz ruhta, Binme umuduyla gemisinde Nuh’ta! Rüzgarda toprakta mayasında diri, Höyükler açılır kapanır berzahta... Safet Kuramaz |
Huzur bahçesi…
Keskin hayat kılıcımda kan, Yakıyor sürüldükçe dudaklarımı! Ne dokunsa ne sokulsa hazan… Olmuyor çare, sahte gülücük kalkan! Savaştan nefret ediyorum, Barış meclisine gidiyorum, Ne kin var nede nefret seyrediyorum… Herkes kendine hâkim kendine hakan! Huzur bahçesi diyorlar manevi adına, Ne rüya gibi nede tozpembe tadında… Bir nefes al, çıkar dilden zikir anında Dökülür ne varsa mendil, paran, varsa kalan! Safet Kuramaz |
Hücre…
Demir parmaklıklar ve loş ışık, Deşer acıları her adım batak… Gelecek karanlık, geçmiş bir yatak Dolanır hücrede masum mahkume! Eşi-çocukları taş duvar perde, Masum hıçkırıklar çaresiz derde, Hala anlayamaz niçin bu yerde? Dolanır hücrede masum mahkume! Kendini savunmuştu taciz halinde, Doktoruydu birde “Soyun…” dilinde, Namus her şeyiydi yaşam dalında, Dolanır hücrede masum mahkume! Eşi inanmadı, çocuklar ağlar… Safi kadınıydı, on sene dağlar! Ölmüştü doktoru, müebbet bağlar Dolanır hücrede masum mahkume! Aşk yalan insanda, Mevla’dan başka Kaderi yaşanmış, dese de keşke Sınav çetin elbet, son bulur kuşku Dolanır hücrede masum mahkume! Safet Kuramaz |
Hüzün Adası…
Özlem geçmişe de var... Yitirilen değerlere, Karşılıksız sevgilere, Geleneklere de! Sakın üzülme hayallerim özlüyorum sizi elbette, Senden başka yakaran sonsuz özlemler var... Aslında insanlarla konuşunca anlarsın, Herkes ayaklı gezer kütüphane… Azıcık yedin mi? İçtin mi? Seyahat ettin mi? Uçmuş o güzelim sözler, nafile! Bu yüzden yok umutlarım, Sahiplenmeyi unuttum, Güzelliği içimde sakladım durdum, Son vedayla dostum hüzün adasında! Bu ada hüzün adası, Çileyle cilalanır her yanı, Tuzlu su yakar çıplak ayağımı! Gökyüzü bu yüzden sevimli... Sevimli yıldızlar Esen rüzgâr, duyduğum ses, dalgalar! Konuşur dilim, Sarılır bedenim, Ne dokunmaz ki... Bitmez insanda safralar! *******i hıçkıra, hıçkıra ağlar Her anda yalnız yaşar ruh kafesim! Safet Kuramaz |
Hz. Muhammed (SAV) -Naat...
Beş yüz yetmiş bir pazartesi sabahı Seher başka aydınlandı, nurla canlandı Her yeri sardı sevinç, müjde ve rahmetin! Aminenin yetimi kâinat efendisi, Âlemlere rahmet, Allah’ın sevgilisi Müslüman ümmete kutlu olsun doğumun… yaratılan canlı-cansız her şey bayram etti, Doğumuna bir tek şeytan sevinmedi, Her yere rahmet, yayıldı ışığın-nurun… Altı yaşına geldiğinde ne ana, ne baba nede deden vardı, Yetimlerin en küçüğüydün açıldı sana Ebu Talip şefkati, Ya resullah! Allah sevgisiyle korundun, büyüdün... Emin bilinirdin, müşrikler güvenirlerdi Otuz beşinde hacer-ül Evsed’i yerine seninle taşındı Kâbe’nin inşasına dokundu parmakların… Cebel-i Nur’da “Oku! ” diyordu Cebrail Kırkında peygamberlik verildi asıl Yirmi üç sene tebliğ, bize Kuran’ı verdin… İslam’ın yaşanan Mekki yılları şerliydi, Hatice anamız şefkatle teselli ederdi, Müşrikler azgın olsa da, esastı sabrın... Ömer’in biatiyle sayı kırklara erişince, Yürüdüler Kâbe’ye tekbir sesleriyle, Artık sokaklar tanık, sahabeleri görecektin… Hüzünlüydü o gece Ali’ye yatağını verirken, Yasin okuyarak evden çıktılar kimseye görünmeden, Anılarını akrabalarını bırakıp gitmekte ne zorlandın... Ebu Bekir dostluk örneği her şeyini feda ederdi ona, Paylaşacak nesi varsa vermek için arardı bin bahane, Sevr mağarası sakladı hicret konağı, güvercinler örümcekler, sırdı yerin… Ensar bölmüştü her şeyini muhacire, Tanımak değildi derdi iman girmişti kalbine, “Ver…” diyordu can resul akıyordu infak maidelerden! Çölün kimse yaşamaz yerinde, İslam devletini kurdun ihlâs ve iman yâriyle, Yıkıldı karanlık çağ- yakıldı cahil perdeden… Tebessümle sessizce gülerdin, Ağzını her defasında kapatırdın, Cemaline bakan cennet gölgesine düşerdi. Cemaatin sohbetini dinlerdin, Yanlış söze müdahale ederdin, Doğru konuşulursa tebessüm gösterirdin. Sakalın vardı, Ne uzun nede kısa, saflık akardı, Bakımlıydı, iki cihan içinde ne hoş seyirdin... At ve deve yarışlarını severdin, Yarışmayı heyecanla seyrederdin, Birinci olana ödül verirdin. Cebinde koku ayna tarak taşırdın, Temizliğe güzel görünmeye itina ederdin, Manevi huzur bulurdu yanına oturan misafirlerin… Kötü söz bilmezdin, Sabırlıydın, affediciydin Kimseye kin gütmez, rahmet ederdin… Çocukları çok severdin, Hasan Hüseyin omzunda secdedeydin, Onlar üzerinden inene kadar secdeden kalkmazdın! Yirmi yıllık İslam düşmanı Ebu Cehil oğlu İkrime’yi, Param parça eden Hamza’nın ciğerini Süfyan eşi, kayınvalideni, Ne kurtuluştu o... Biat ettiklerinde affetmiştin! Emindin, Ağzın yalan bilmezdi, Doğruyu tavsiye eder çirkinden men ederdin! Uhud’ta dişlerin kırılmış, Miğferin yüzünde parçalanmış, Yinede müşriklere beddua etmemiş beşerdin… Her yıl Uhud dağına gelir, Mübarek dilinle, “Uhud bizi sever bizde Uhud’u” söylerdin! Amcan Ebu Talip’e defalarca İslam’ı tavsiye ettin, Ne çok üzerdi onun reddedişi, Onu ne çok severdin… Çöllerde, bulutlar üzerinde yarışır Atlar develer kurban olurcasına taşır, Yediğinden içtiğinden bereket akardı… Hıra mağarası küçücük in… Kâbe’yi seyrederdin oradan sakin sakin Eğimlerini kıvrımlarını uçarak çıkardın. Günahkâr nefsimiz oraya çıkarken şaşkın, Hala mağara duvarında misk kokun yaygın, Gözlerim dolu kala kalıyorum oracıkta, hissediyorum! Ordaydın sen! Aşkın eriştiği zirveydi evliliklerin- kadına değer verirdin - Her işi kendin yapardın kılıbık tabirinde tasvirin… Kalmadıkça çok zorda kimseye muhtaç olmazdın... Her şeyde ölüm varken sahiplenmeyin diyordun, Çok çalışın çok verin mal biriktirmeyin diyordun, Amel maneviydi ruha işlenen gerçek mücevherat-kanun... Savaş meydanında aman dileyeni öldürmeyin, Dinsiz bile olsa insanı yaşatmaya çaba gösterin, Kendi canınıza asla kıymayın derdin! Mekke fethinde İslam ordusu ne görkemliydi, Müşrikler şaşkın dağlardan seyrediyorlardı… Can resul hüzünlüydü yıllardan sonra nefesini Mekke’de alıp verirken! Sevgili eşi Hatice’nin amcası Talip’in mezarı Cennet-i Mualla’daydı, Oda bir insandı nasıl sevdikleri için gözyaşı dökmezdi, Bıraktığı Mekke- Mekke değildi artık - güle oynaya yetim büyüdüğün… Mekke’de kalmadın kim bilir neydi sebebin, Medine’ydi İslam’ın ilk göz ağrısı şehrin, Ölene kadar nerdeyse orada yaşadın, hayat'ı maneviyeydi gördüğün... Ölüm zor sınav can resulden ayrılmak daha zor, Kimse kabullenemedi Ebu Bekir’in konuşmasına kadar… Grup grup cenaze namazı kılındı, evin oldu kabrin! Medine’de kaldı kabri Mescit’i Nebevi, Az ileride sahabeler kabri Cennet-i Baki, Yan yana toprak altında birbirine komşu-yarsın… Sen ölmedin ya Muhammed(SAV) efendim, Sünnetinle yaşarsın her anım son andım, Görmeyi dilerim aciz ve ben fakir seni her an... Safet Kuramaz |
İhlas'a Davet....
Suç ne mermide, nede asi çanda! Akıtırken kan, çalarken her yanda… İman yarım dil, olursa isyanda Asr-ı Saadet son, yol felaket… Medine mahzun Kâbe’de gözyaşı, Çok az insanda dua, dilde yası Her memlekette küfrün, hâkim başı Devri cehalet sanır ki safahat… Kim ne götürmüş öbür dünyasına, Kefenden başka nasibiyse güya, Sonsuz mutluluk varken nedir riya? Sevr-i alamet sanki bir zanaat… Saffet şok yaşar, günah her yanımda! Nefsim azarken huzur yok canımda... Sela depremdir, ölüm dert başımda! Keyfi saltanat değil ki marifet… Mekana hapis yada dağ başında, Ahmet Yesevi gibi yer arşında, Yaşanmaz İslam sessiz, tek başına Bizli keyfiyet sarar ki saadet… Hoşgörü adım doğar ilkbaharım, Çiçekler aşkım Mevla’mı ararım, Duasız geçen her ana yanarım, İman ki safi, yapılmalı davet… Safet Kuramaz |
İki Yol...
İki yol vardır! Birincisi yükseklere gider, Meşakkatli ve zor geçitlere sahiptir... Onu geçmek için insan: Nefsine, Heveslerine, Şeytanın vesveselerine, Karşı mücadele etmelidir... İkincisi uçuruma götürür, Boşlukta sürtünmesiz yoldur, Ve bu yol kolaylıklar doludur, Çünkü ona düşen meşakkati öldürür! Kendisini serbest bırakması sonudur! Böylesi nefsinin bağlarını gevşeterek delalete düşer... Tıpkı Moğol istilasına benzer, Ahlaki bozgunluğa uğrayan insanı fakirleştirecektir! Kibir, haset, gösteriş uçurumda panzer Dokundukça hızla felakete götürecektir... Böylesi insan ruhuna çöl bile küser! Sonsuz cehennem sevdası eser! Fakirlik meşakkattir, Sınavı çetin ve ızdıraptır, Kul nasibinde zor izdivaçtır... Eğer gaye dünya, Zenginlik huzurmuş gibi güya, Cezbederse bu rüya, Meşakkat saracaktır... Eğer içindeki Karun’u öldürür, Sabır gönülde padişah gibi oturur, Manevi hava nefsi doldurur: İşte yükselen, Huzura kavuşan, Cennete alışan, Birinci yolda, adımlar atacaktır... Yol iki... gece ve gündüz gibi! Ya aydınlık yada karanlık sahibi... Ya müşrik ya sahabe! Ya güneş gibi yakacaktır, Yada ay gibi aydınlatacaktır... Safet Kuramaz |
İlahi Aşk…
Bermuda üçgeni gibi minicik aşk, heyecan Kırıntıları güvercin ağzında hayat verir! Martı özgürlüğünde semadan hızla inerken mazi Her dalışında balık tadında anlık belirir… İt dalaşı kavgalar, Kıskanç ön yargılar, Harmanında elde embel-kargılar, Sızlatır acıdan, hatırlanan her anıda! Dürt-dürt artar tembel arzular, Anlamsız kuruntular, İn-çık teleferikte, körü körüne deli Telef olur kaderime uykular… Ah bir yüreğime yapışsa, Ne olursa razıyım bana alışsa, Kâbus dolu ******* olsa sızı Yanarım cehenneminde kışsa! Düşer kırılan cam aynalar, Her parçasında yaşlanır manalar, Doğmak ister güneşi batıdan Umudu anlık koklanır, tezek hummasında! Sürüsüne bereket kadın hücreleri, Her giren anlık doyar, biter süzmeleri, Hangi aşk ölmez ki sarsa beni Heves bitmiyor, alışkanlık üzmeleri… Arı gibi gezdikçe çiçekleri, Her toplanan hayat suyu, toplar dilekleri! Hep yakacaklar İbrahim’in ateşini, İlahi aşk sarmazsa, nefsin ereklerini… Gelme üzerime ateşten mayası, Çöllere döndüm yağmursuz tarlası, Dilimde düğümlendi iyilik safhası, Kütüphaneden çıksın beden ilmi… Duadan başka bu vahşeti kim göğüsleyebilir? Sabır silahını beynime üfleyebilir? Kalbime inen her kanda dolaşan ezgiyi, Hayalin-ümidin içinde canla süsleyebilir? Aslında dokunduğum iman, Dünya her an ölen mekân, Vesveseye hapseden zalim zaman, Unutturan sevgiyi… Evrenin her parçası mucize, Mimarını keşfetmek, düşmekte peşine… Bermudada manyetik döngü, iman kalpte kırıntı Aşk-heyecan başlamıştı, Kalu Bela’da yeminle! Ey ruh sen şahitsin, Neden üzersin bedeni, sürekli ağıtsın Dürtükle bizi, en büyük kanıtsın! La ilahe illallah… Demiştik aşkla gani-gani! Safet Kuramaz |
İman Çıkmazı...
Ninni kelamında anne feryadı, Boğazında düğüm şer evlat hasreti, Harama karışmış damak tatları, Hançer mi kılıç mı kurşun mu kader! Kur’andan inciler Japon’u bilir, Sünnet öksüz kalmış günah dirilir, Bedene şeytan kafesler giyilir, Hançer mi kılıç mı kurşun mu geçer! Vakti yoktur kazançtan namazlara, Hanımı çocuğu başlar duaya, Mal birikir faizler muştusunda, Hançer mi kılıç mı kurşun mu yeter! Boşuna yaratılmış gibi canlılar, Kulluk unutulmuş ölüm hesaplar... Kanda kumar nikotin alkol esrar, Hançer mi kılıç mı kurşun mu keser! Her gün sabah akşam aynı sıkıntı, Neler ölür güler üç gün sonrası, Çabuk tükenir ömür sermayesi... Hançer mi kılıç mı kurşun mu sever! Safet Kuramaz |
İman Senfonisi
Her sabah uyandığımda şükürle Seni arıyorum Rabbim hüzünle... Namazsız, Zekâtsız, Ezansız, Acıyorum manasız Geçmişte eğlendiğim duraklara... Artık aşk ile dua ediyorum günlerce Senden gayrı yer yok kalbimde üzüntülere... Mekke’de, Medine’de, Mescidi Aksa’da, Miracım ezberimde Kırklara ererken eriştim huzura… Safet Kuramaz |
İnan Yok…
Yaz, meyvenin olgunlaştığı, Yaşadığımız ömürde son gençlik gibi… Dalından alırken meyveyi, Yerken hissedersin sonsuz damak hazzını, Biraz önce gel dediğim gibi... Hissettin değil mi yakarışımı, Yakan kan damarlarımı! Çılgınca bir olgunluktur bu, yüreğin yerinden oynadığı heyecan Her an istediğimiz, beklediğimiz olmasını! Eğer yaşanmıyorsa içimizden geçen şey, Dinlesek ne zevk verir çalınsa davul zurna ney! Başkasının yaşamıyla kafeslenen, başka ölüm tadar ruh Sıkıntıları bitmez sonra say, say… Sigaranın sıcak külü düşer halıya, Hevesler istekler kaldırılır arka rafa, Bedenimiz hissetmez bastığı ortamı Gebedir yaşadıklarımız başlayacak böyle ne yangınlara… Pisliğinin, tozunun kokusu benzer hasta adama, İçilir elde sigara, Hala külü halıda Kokusu burunda... Ciğer iflas eder kimin umurunda! İçine çekilir ya, Tıpkı bir gün bırakırım der gibi vicdanda İçe atılır acılar, böyle neler... Bir reyhan kokusuna hasret Yayla havası özlenen... İstek sadece dilde heyhat! Tembel ayaklar değişimde tökezleyen, Yaşar her yerde gürünen hayalet! Veryansınlara sözlenen... Çırpın ey ruhum, çılgın ol ama çırpın Ne yıpratmadı ki seni kaldın hep kırgın, Sana vermeye yüzüm yok hesabın, Çırpınır evren, keşfet bana benzeyenleri... Boyun bükme, kimseye olmasın eyvallahın! Mutluluk seninde hakkın, elinde anahtarın... Döndür, korkmadan... Değişmekten olmayacak kaybın! Bir sen kalsan da koca dünyada korkma, Bedeni ruhundan kovma! Dünya ikisi varsa var, yaşar... Sabret ama sakın sorma! Dirilsin sende gerçek heyecanlar... Tadı damağında meyve misali! Ya varsa kafanda şimdi yaşayacaksın Yada kafandan silip atacaksın.. Güzelim inan, bunun ortası yok... İnan yok! Safet Kuramaz |
İnciler...
Ahlak, çalışkanlık, birleşen eller, Vatanını sevme, harbi itaat... Dinimde olsada hoş böyle kabuller! Ruhuma inciler Japonya'dan gelir... İnci hem çok güzel hemde pahalı, kainat kadar nur doğa sanatı... ahlaktır temeli yansır sefahat insan aydınlanır, mesaj manalı! Perde arkasına saklanır gibi, insan oyun oynar memnunlar gibi Bir ömür harcanır ölür kanaat... Hayr'ı anlatırım mecnunlar gibi! Ne inciler gelmiş Orta Asya'dan, Bel altına inmiş şer Avrupa'dan, Maddeye kul insan, deseler bayat Cenneti arzular haram metadan! Yusuf'un kuyusu taşlarla doldu, İbrahim odunu ateşle öldü, İnci değişildi beleşe hayat Lut kavminin sosu aşla yenildi... Sünnet yönetmelik Kur'an kanundur, İnciler bağlantı, ilahi sondur... aşkın bedeli var ister icraat Beden-ruh birlikte teslim olandır! Safet Kuramaz |
İnsan Yanıyor...
Camiler garip ve cemaatsiz, Üç beş ihtiyar ya var ya yok! Kahve, kafe, sinema... Saatsiz, Tıklım tıklım neden genç çok? Bir tek cuma yada bayramlarda, Coşkulu kalabalık durur kıyamda! Oda bir an önce bitsin diyen selamla, Gitmeye hazır sanki, ilahi huzura tok? Ayıplanacak dese beş vakit secdedeyim! Yuhalanır dese her sene Kabe’deyim! Daha gençsin der görse, eğlenmeliyim! Derine dalma üşütürsün, al beni örnek... Sigara, eksoz, toz dumanı... Her ortamda öksürten harmanı! Eğlence işte adı batsın kül samanı, Şeytana aldanır sayısız denek! Fikirde, sağlıkta, geçimde aranırken adalet, Ceza verilir yinede olursa kurala ihanet. Kim mahkum olmak ister, yasaya muhalefet Dünyada bile yok böyle özgürlük, nerde görsek? Sanma hep bahar mevsim, enerji dolusun! Acısız, çilesiz, özgür Allah’ın şanslı kulusun! Hazıra dağ dayanmaz, ne kötüdür çok gülüşün! Üstelik ölüm ve hesap varken yaşamak bilerek... Boğuluyorum yok mu bir kul benim gibi? Bakınca yüzünde nur, zikirle titrer kalbi... Ne olursa olsun ister medeni ister bedevi Gölgesine razıyım, yeter ki var olsun o yürek! Safet Kuramaz |
İnsan…
İnsan dünya sergisidir, Yansıtılan bedenidir… Bir emanete tapulu Mimarı sevgilisidir! Ölüm her sahnenin sonu, Anlar hatırlatır bunu, Kefenden perde kapanır Alkıştır amele konu… Safet Kuramaz |
İnsanlık...
Allah dostu deyip sığındım yüreğinize, İmdat ederim safi gülücüklerinize... Beni unutmayın dostlar, henüz ölmedim Makberimde değil sözlerim, güzelliğinizde! Allah’ın izleri bedeninizde, Sizi seyrederim tefekkürle, Dönerken başım Kâbe’de, Selam veriyorum içtenlikle! Gül kırmızıydı, renkten renge girdi, Toprak suyu severdi kuraklık geldi, Güvensizlik sardı kapılar kilitlendi, Bu nasıl kıyamet geçmişi özlüyorum… Allah’ın izleri bedeninizde, Sizi seyrederim tefekkürle, Dönerken başım Kâbe’de, Selam veriyorum içtenlikle! Fakirdi sofralar, varlık gümrükteydi, Parası olan karaborsaya düşmekteydi, Komşuluk vardı zenginlik yürekteydi Neşter vurulmuş gibi insanı tanıyamıyorum… Safet Kuramaz |
İnternet Flörtü...
Hey güzel kadın her yazılana cevap verseydin İnternet çiçeği olur bir anda yeşerirdin Kelebekler kadar kısa ömür yaşar, Sonra bir hayli zayıflar Ve nihayet kısa sürede yaşama yenilirdin... İnternet sanal bir alan, gerçekçi olmalıyız! Hani yaz desem, kim bilir katıla katıla güler... Okuduklarımdan oldukça keyif alır Birde çocuksu dudaklarında müphemce'...' bir şeyler söylerdin! Ne kadar kadın varsa o kadar da erkek var. Çok şekersin ya... İllaki ben seni beğendim yar. Önemli olan burada yazışmaktan, Zevk almak paylaşmaktan... Eğer ruhlar aktifleşirse gerisi kolay zaten... Sen tereyağı olursun bende bal her an Ekmek üzerine böyle karışır acıktıkça yeriz! Yazmayı severim, paylaşmayı da tadında... Senin gibi eceler-sanal eserler var her yerde Ama bence sen çok özelsin ve doğalsın da... Hissediyorum! Yıkalım kemikleşmiş ön yargıları, Doğu bloğu toplum kurallarını, Gerçek Mahrem âlemde edelim duaları! Güven anahtarı neymiş geçelim bu ağızları Gerçeğimiz teke insin güle güle! Olur mu? Safet Kuramaz |
İnternet Geldi…
Küçükken masal derdik, Merakla gerçek dışını dinlerdik… Şimdi sanal âlem interneti, Gönül sofrasında misafir ettik ikindi, Demli çayı da, sohbeti de bitirdik! Ne arkadaş, ne ejder nede canavar Umutlar sindi, düşler sardı sevinci! Uzaklar kısaldı, anlar tembelleşti… Televizyon derken internet de geldi, *******e düştü derdi elemi, sevgisi… Karanlık düşerken son uykuya, Yalnızlık üzerken suskunlukla, Sıkıntısı bedeni sardı kullukta… Ayaklarım çamuru, gözlerim suyu Özler yinede, dost hasret ruhumda! Baharın evrimi doğanın verdikleri, Sanatın incelikleri şimşek ürperten şevki, Tabut elde kabir yolundaki hisleri… Yaşamak isterim konuşmak paylaşmak! Penceremin önünde güvercinleri, Yağmurun çatıyı delen eğlencesini, Uçurtmalarım delsin isterim göğü… Her yarışta sporda ararım hislerimi! Aşkta sevgide sanal ekranda, Ömrümü kısaltırım abartıyla, İnternet girdi masallar kızgın… Sanal oyunlar çocuksu elde! Kulaklıkla dinlerim müzik, Gazino kızgın şarkıcı kızgın… Eller boş cepte kalır metelik, Gazete kızgın kokusu kızgın… Köroğlu gibi derim mertlik bozuldu, Atlar sanal, silah, savaş dedikodusu… Tarih sanala yazılır, dağları öksüz Açlık olmasa kalkmaz ayağa yolcusu… Küçükken masal derdik, Merakla gerçek dışını dinlerdik… Şimdi sanal âlem interneti, Gönül sofrasında misafir ettik ikindi, Demli çayı da, sohbeti de bitirdik! Safet Kuramaz |
İslam Kardeşliği...
Aynı kandan, Aynı ana-babadan, Kardeş bile geçinemiyor günümüzde, Evlendiklerinde değişiyor aleni, gün dönümünde... Öyle bir devirdeyiz ki, bedir savaşının ahlakı üzerimizde! Baba-oğul, kardeş-bacı, amca-dayı savaşıyor, ne uğruna? “Çıkar ve miras” Sen layık değilsin, Ben layığım uğruna... İster dindar olsun, ister kafir, ister zındık; bu kural değişmiyor... Demek ki gönüle girmeyen Allah'a iman! Din yoksa böyle emretmiyor aman... Demek ki, alnı secdeye gelende bir geleneksel baş koyuş var o an, İşin ruhundan çok vazife süt liman! Demek ki, yangın var Ama el her şey bittikten sonra yanıyor. Zaten doğanında kanunu bu, ateşe ilk önce gölgesi banıyor! Kardeş olalım olmasına da, Bu nasıl olacak...yazarak mı? Ölüsün de, Mutluluğunda, Açlığında, Hani fakirliğinde... Dahası her ameli anlam ifade eden olayda neredesiniz? Lafla kardeş olunmuyor maalesef, ayıp edersiniz! Atalarımız, bir insanı tanımak istersen yola çık, yemek ye, yat kalk derlermiş. Boşuna dememişler! Aynı beşikte lafta sallanıyor... Haydi kardeş olalım olmasına da, Nerede buluşacağız, Nerede yer içeriz? Nihayet seni nerede bulurum? Desem ki, ben senin kardeşinim, Yok geçimim! Evinde bir oda ver, iş bulana kadar kalayım... El cevap ' Oh....hemen bir odamı veriyorum...' diyen kaç kişi olacak! Güldürmeyin ya, Komşu komşunun kapısını bile aşındırmıyor bu devirde. Hele ki büyük şehirlerde... Adam ölüyor üç ay sonra öldüğünü anlıyorlar! Bir apartmana gireni de çıkanı da yıllarca otursalar tanımıyorlar... Bizler yazarken keyif alıyoruz, Okurken göz yaşı döküyoruz... Bunları harcarsak ne olacak ki, Bankada paramız mı eksilecek... Dök gözyaşını o zaman! Teselli et adamı ve hatta içindende zilleri tak oyna... Adam, gerçek sanıp dinliyor ya! Yahu adamın içi kaynıyor sen mide derdindesin! Göz yaşı dökerken sen açım diye ağlıyorsun... Bedava bulduğumuz her yerden kafamızı uzatıyoruz. Heyhat ne diyecekler ki, oku, yine oku, teselli bul...bulabiliyorsan! Kardeşlik lafla olmaz, Derdiyle gerçekten dertlenecek yürek ister, lafla karın doymaz! Ensarlar gibi paylaşacak ve Allah rızası güdecek yiğitler lazım! Her şeyi emanet gören, Maddeden sıyrılmış, Mala tamah etmeyen Dervişler lazım... Ve örnekler! sömürülmeyen hisler! Tastamam aranıyor.... Varsanız böyle kardeşlikte, Kusur aramayan, Olduğu gibi kabul eden, Veren-istemeyen... Ne yaparsa Allah rızası için yapan! Haydi meydana dökülün, Şimdi dökülen olabiliyorsan! Safet Kuramaz |
İslam mı yaşadığımız?
Kur’anı herkes okuyor, Sünneti gözler dokuyor, Beş vakit secde kokluyor... Huzur izleri yok, neden? Reçeteden biri “ezber” Aynı malı diken rençper, Ne gübre atar ne sular, Aldığına yükler kader... İkincisi “şekil” hali, Özü ölmüş spor hayli... En hızlı koşulan kulvar, Bitsinde gideyim sahi! Üçüncüsü “boş geçen an”, Ne tefekkür ne okuyan, Nede kul hakkı kollayan... Öyle durur sanki duvar! Dördüncüsü “bil, yaşama” Oku öğüt ver, sen sallama! İlme bürünmüş gitmiş ar Sömürü hakim adamda... Medet ve kıyamet “Bende”, Kusur kabahat nefsimde! Düzelmezsem benliğimde... Suçta cezada sonsuz yar! Safet Kuramaz |
İstanbul Yalnız, Ben Yalnızım!
Son vapura bindim dün gece, Gitmek için Beşiktaş'dan-Kadıköy'e Hayran, hayran baktım gecenin gizemine, bir süre Esen sert ve soğuk rüzgara dayanamadım, Yeni restore edilmiş mini kafede, Oturdum çay içtim benim gibilerle! kafamda tarihi canlandı... sıcacık bir iziydi, yaşadığım osmanlı! sağımda solumda sevgililer, hoş arkadaşlıklar gördüm. İçenler ayakta duramıyordu, Ama ben yalnızdım, İstanbul yalnızdı... bu yalnızlık ruhumu soğuttu. 16 milyonluk şehirde yalnızdım. Nereye baksam ben vardım, Mevlananın mesnevisinde sanki geçtim mana alemine! Başım döndü boğazın sularında, Yoktu sırdaşım deniz dalgasından başka, O kadar bunaldım ki… Dün erkek arkadaşım vardı yanımda oysa, Telefon ettim ne yap, yap gel diye elbette Kırmadı geldi gecenin bir saatinde! Gece yarısı Nişantaşı’na gittik. kıyamıyordu arabasına bir türlü. Nereye park edeceğini şaşırdı. İstanbul’da varmış park mafyası ve dahası! Öyle bir yer buldu ki, gideceğimiz yere epey yürüdük. Arkadaşım vardı ama yine yalnızdım. İstanbul unutulmuştu benim gibi, Onu yaşatıyordu cazibesi, O ve ben yalnızdım! Sevgilim, vedalar hep buruktur bilirsin Ayrılık hep hüzündür bilirsin senden ayrılmak acıya sürgündür bilirsin İstanbul sensiz olmuyor, sensiz İstanbul! Biraz önce, uçak biletimi aldım. Diğer yalnızlığıma gideceğim. Yine yoğun bir çalışma hayatına gireceğim. Emin ol! sensizliği her an hissedeceğim. Ankara'nın bana yabancı dünyasında nefesleneceğim! Kafamda kalan İstanbul kırıntıları daima olacak: Hislerim, denizde düşündüklerim, seni görmeden yaşadığım İstanbul! Emin ol bunu yaşamak sanal alem kadar sanal! Gel beni kurtar, gerçeğinle tanıştır. Sen gelmesen de resimlerini gönder, güzel şeyler yaz, Beni yalnızlıktan kurtar! İnan ki, hissediyorum bendeki sende, o kadar yalnız... İstanbul’um sessiz, heyecansız, macera bilmez sensiz! Safet Kuramaz |
İstanbul’da Bir Gece...
İstanbul sevgisi dilime dolanan Galata köprüsünden atılır oltası Çıkar üç beş balık kovada olan İçimde sızı soğuktan ötesi... Yürürüm rüzgarında Sirkeci’ye doğru Üç beş işportacı toplamakta mallarını Hala ekmek arası balık çığırtkan korosu Son vapura doğru gece bekler yarını Seyrediyorum dalgaları ve boğazı Arkamda Yeni Camii’nin vakarı Beden israfı yerlerde çöp ormanı Süleymaniye Camii saklar karşımda asırları! Metro durağında üç beş kişi Gideceğim Topkapı’ya birazdan Üşüyorum aslında sarıyorum ceketimi Ağrıyan diş etim ediyor canımdan Yürümeye karar verdik arkadaşla Sultan Ahmet’te durduk akşam namazına Amatör çalgıcıları dinledik bir ara Beyazıt’ta yağmur çiselemeye başladı Birkaç adım geçince başladı sağanak Bir çırpıda sığındık tarihi oluk altına Sonra zevk verdi koşanlara bakmak Islanmayı göze aldık koştuk metro durağına Durmadı yağmur yürümek yarım kaldı Kısa süre sonra göründü otel odası Gecenin son demi kapladı yorganımı Araba sesleri uykuma ninni söylediler! Safet Kuramaz |
İsterim…
Insanım, akar gözyaşım, Doğayım, yağmurum! Gözyaşları bulutlara benzer, Doğarken koyudan ak renge döner, Beyaz çoğaldıkça ruh gözü açılır! Neşe dudaklarda, gözde bahar Sevmeyi öğrenirsin katıksız, Yaşamak istersin anı, yarınsız... Şimşekler çaktıkça içte başlar korku, Renkler bu sefer kararır, umut yaşlanır! İstekler mide bulantısına karışır, Ölüm şiddetlenir, her şeyde sancı vardır Düşmanlığı öğrenirsin, huzursuz! Kaşlar çatık, dudaklar duramaz küfürsüz... Ne olursa olsun her şeyin ortası, Güzel olanı... Ağlamalı, yağmalı, özlemeli sabahı, Böyleymiş doğalı… Umut gerçeğine yakınlaşmalı Ezberlemeden yokluğu… Bilmek değil elbet marifet, İsterim muhabbet! Sözler yaşanmalı, Aşkla yaşlanmalı! Safet Kuramaz |
İtiraf...
Bir yanım Süleyman gibi uçuyor Diğer yanım Yusuf gibi saçıyor Ocağım Mevlana, güller açıyor Kainat dolunay, başım dönüyor! Zerreden sonsuza her canda ibret Okumakta gönlüm ölmüş keyfiyet Öğrendikçe ruhum yaşar sefalet Boşa geçen ömrüm ahla yanıyor! O kadar çok insan kaldı geçmişte O kadar çok tarih soldu yavaşça O kadar çok mevsim öldü savaşla Yaşanan olmadı ders, söyleniyor! Bir yanım gencecik nefsim azıyor Diğer yanım gerçeklik korku kazıyor Son seans sevgisiz roman yazıyor Daracık duvarlar son gözleniyor! Affet beni baba seni unuttum Affet beni anne seni uyuttum Affet beni evlat seni büyüttüm Olgun yaşlarda ne çok özleniyor! Bir yanım Süleyman gibi uçuyor Diğer yanım Yusuf gibi saçıyor Ocağım Mevlana, güller açıyor Kainat dolunay, başım dönüyor! Safet Kuramaz |
Japonya...
Buranın incisi hem meşhur hem pahalı… Sözlerinde hissettim inci alıntılar, Duygularımda nedenleri çok hazan, Suzuka şehrinde okyanusa uzanır Sonsuz merakım ve acılar! Hiroşima’da hala atom bombası paniği, Okul hala o günkü gibi canlı, Nehir hatırlatır gibi akar yanında, içinde sanki insandan başka bir şey görünmez... Müzesinde animasyonlar yaşatır o gün hissini, Gözlerden dökülür bir iki damla gözyaşı... Hatıra defterine yorumlar, o günkü gibi canlı! İşin garibi Amerika seviliyor devasa, Her genç kızın hayali evlenip yaşamak orada, Önyargım yerini bıraktı şaşkınlığa... Meğersem, alt yapı ve yatırım akmış bombadan sonra Japonya'yı imal etmiş Amerikan elması... Tokyo’da insan her metre karede pirinç gibi, Metroda kaybolur tarih ve cinsiyet rehberi… Robotlaşan mekanik yaşam silinmez, Yüzlere yansır uykulu izleri… Her yerde telaş, Her yerde alış veriş, Mukavva kutuda yatan seksenlik ihtiyarlar eve alınmaz Sanki çiçek gibiler mukavvalar saksı Merhamet özlemleri, saklanır utangaç bakış... Boyun kıracak kadar yükselen gökdelenler, Depreme meydan okur mimariyi planlayanlar, Çalışmayı nesillere aktaran şaşırtıcı bilinmezleri! Dinledim, çalışmaktan başka çaremiz yok diyenleri Öyle utangaçlar ki... iki laftan sonra gördüm yüzde pancar desenleri, karışır sarıyla! İncecikler, sanki kalas gibi sergileri, Kadın-erkek tek model beden çizgileri, Başları her an ruku’ya hazır, selam yazgıları… Ruh aynalarında gördüm şer barınmaz: Konuşurken, Tokalaşırken, Yolcuyken, Dinlerken... Gülücüklerinde gerçek müzik konserini, Seyrettim, bilmem kaçıncı baskı! Ya yeşil çay ya da içki içtikleri, Partiler, eğlencelerinin taçları... Müzik tutku, Sanat aranan kutu, Okumak büyüsü, Kucaklar saygıyla her görüşü, Adım, adım şahane yaşam zinciri birbirine eklenmiş... keşfettim sanki, yaşam modeli sanatını! Şinto ve Budist tapınakları yan yana, İçinde ağaçlara bez-dilek bağlama, Güvercinden-tavşandan şans arama, Bağışta bulunanların isimleri alt alta, İnanç simgesi Nara Parkında, özgürce dolaşır ceylanlar! Yılbaşı Hiristiyan gibi kutlanır, Oteller sunar beyaz gelinlikli reklamlar, Yanmış ölü külleri mezarlıklarda sütun sütun Din olmuş dinsizlik vesselam… Kimone içine sinmiş ruh, sarı sarı! Uçak havalandığında, Düşündüğüm ve yaşadığım anlar, Acı bir hüzün verdi Müslüman ruhuma, Yoktu içlerinde, bir tek tevhidi arayanlar! Eğer okusalar, Ya da ruhta dokusalar, Otellerinde üçüncü kutsal kitab, Kur'an olsa! Seherin en kızıl seyrinde sona erer korkular, Güneş başka parlayacak batıl aynasından yazgılar! Dua ettim ışık hızıyla o anda... Buluttan süzülürken yağmurdan tortular! Safet Kuramaz |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:30 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.