www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Adult eski arşiv (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=376)
-   -   Naime Erlaçin (https://www.cakal.net/showthread.php?t=135142)

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:07 PM

…Likurga Balıkları…

çünkü sınır komşusuyduk biz
:
iki çılgın nehir
iki balık
vurgunda

kaç kulaçta
kim bilir
çivilendik
suda

ağır çırpınış
yersiz
yurtsuz

kimse bilmez şimdi
sessiz
ve durgun
bir şiir öpecek bizi
pusulasız teknelerin ağında


(Mart 2008) – Likurga Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:07 PM

…Lupus…

bir düşü aramaktı yürümek
sözün tutuştuğu yerde yalınayak
kaldırımlar ateş tuğlası
yol amansız duruşma

dışa vurduğunda acı
zamanı tersten okur gerçek

sorumlusu “hiç kimse” düşsel fırtınanın
tini yalayan çığlık tek umursanan
farklıdır öyküsü yanık tabanların

“homo homini lupus”

fal da biter ey Avigdor!
Beckett’in kaşığına kulak ver
onu diline savur

çünkü
şiirde geçmez zaman
şiirde ölmez masallar

tükenir lupus
sabır ve diken küle beyan
rüzgâr sus pus…


(*) Avigdor Arikha: Samuel Beckett’in dostu. Öldüğünde Arikha’ya bir tek kaşığı kalmıştı. (Sn. Enis Batur’un bir yazısından esinlenerek…)

(12 Ekim 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 9

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:07 PM

…Maya…

toprağa su yürüdü
gönendi ağaç
utandık yaprağından

burası Likurga

zaman ey!
kendine üfleyen
ney
:
bu yüzdendir
marazi bu hal
şiire kekelemesi sözün

tel
tel
ak kâğıda dökülen
ekşi bu maya


Mart 2008 – (Likurga Dosyasından)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:08 PM

…Mistik Karşılama…

yeniden doğmak gerektiğini hatırlatıyor bulutta saklı eskimiş ay
korkuyoruz güneşin yaşlanmasından
:
ruhun kuş sürüsü tedirgin
ağır mirasından ürküyor ebegümeci dudaklar
satır aralarında eğreti bir ağıt
yoncalarla öpüşüyor

mizanı bozuk yolların hülyalı mitosunda
belleğimi mayalıyorum bir çekirge uğruna
akşamın grileştiği sessiz doğumların
ihtiram duruşunda

soğurmak içinmiş acılar bildim
uğurlayanmış hep karşılayan
mistik bir rükuda
mavi çarpıyor tanrıların kalbi
vadesi yetmemiş borçlar ödeniyor
ölü kuşlarla turkuvaza

bin yıllık intiharları atıyorum ey!
eskimemiş ay’lar adına karşıla beni

içerim ışık anası


(24 Ekim 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:08 PM

…MÜLK…(Düz Yazı)

Onca karmaşaya rağmen, bir çiçek bahçesi olduğunu unutmuyor evren. Üzerinden bin yıl geçse dahi tohumun özünde saklıyor kendini. Toprakla sevişmeye koyulduğunda, güneş su ve insandan beslenmeyi çok iyi biliyor. Yaşama sanatının mucidi o…

Çiçek ise kısa ömürlü… Elle tutulur, koklanır; özenle bakılmadığı takdirde kuruyup gider. Aynı zamanda bu kısacık ömründe ruhları şenlendirir. Tıpkı unutkanlığı reddeden evren bahçesi gibi… Bir de tinsel bahçelerimiz var. İnsanoğlunun tüm sırlarını gizlediği bu âlemin renkleri, alacalı tonları, bağbanları, yamakları bizleriz aslında. Şair ise oradaki sesleri duyan, renkleri gören, kalplere aktarabilen biri… Hayatın karanlık yüzünde içlerimizi eşeleyen, tohumlayan ve evrenle birlikte yaşamını sessizce, belki de bir ömür boyu susarak sürdüren... Yalnızca sözcüklerin kadife eldivenleri ile dokunur bizlere. Tepelerde, kıyılarda, ruhun koyaklarında dolaşır durur. Bir gün bakarsınız bir dağ lalesinden esinlenip “gelincik” sözcüğünü armağan eder dizelerinde. Tirşe, yavruağzı, kimyoni, şarabi, ebruli gibi unutulmuş renkleri ve Yuda’dan erguvan’ı getirir gönüllerimize.

“Şairler ses verir, soluk verirler, evren çiçek açar” diyordu Ahmet İnam.

O halde, evrene tılsım üfleyendir şair. Ona gerçeğin ötesinde yepyeni anlamlar kazandıran kişi… Ya şaire üfleyen evren? O şenlendirmez mi şairi? Hüzünlendirmez mi; çiçeğini güldürüp soldurmaz mı? Aşkı ve sevdayı yorgun güzlerden bahar coşkusuna taşıyan değil midir o? Elbette söz’ün müziğine tutkuyla değen her yürek gibi o da kendi çiçeğini açtıracaktır. İnleyen çiçekler, “elem çiçekleri”, “uçurum çiçekleri”, beyazdan tarçıniye, patlıcaniden mora insan ruhunda seyrana çıkmış rengârenk çiçek… Şairin dilinde her nefes alış, her soluk veriş farklı bir kimlik kazandırır kişiye. Böylece adımız konulur bir çiçekten. Neyiz bugün? Gül mü, karanfil mi, mateme gark olmuş bir kasımpatı, yoksa gülün dikeni mi? Söz’le buluşulan o yerde anlamlarız kendimizi. Bu yolculuk bazen bir yonca yaprağından çiğdeme, oradan da Afrika’lı bir menekşeye kadar uzanır. Narçiçeklerinin narında veririz molalarımızı. Nilüferi seyrederken suya akseden yüzümüzle Narcissus’a benzer; zihnimizde bir bataklık nergisinin serüvenlerini yazarız. Krizantemden asalet alır, yaseminden tutkuyu öğreniriz. Sıradan bir reyhan dalı aniden güven veren, kucaklayan bir “sevgi evi”ne dönüşür. Kimi gün alabildiğine mutlu bir kır papatyası yansır aynamıza. Taç yapraklarıyla aşk falları açar, ya da güneşi tutkuyla kovalayan bir günebakan oluveririz.

Sevgiliye sunulandır şiirce bir söz. Sevgiyle alınan ve ona da çiçek açtıran. “Geceleyin gül yanar” dediği gibi şairin:

“gül akar gülüşünde, yanar ışığı yüzünün
harede gözler büyür, ay büyürken sularda”
…(Aydın Afacan)

Gül gider gün gelir ve bir akasya ya da ıhlamur ağacına tutunarak dallarında çiçeğe dururuz. Yalnızlığı paylaşırız onunla. Ruhu dağlayan acılar yakıcı birer goncaya dönüşür. Yitirdiğimiz sevgilinin başucuna hatmi çiçeği bırakırız bazen.

Ne çok şikâyet edilir çiçeksiz saksılar ve saksısız çiçeklerden. Ve ne çok soru sorulur bir sap çiçeğe:

“elimde demin
küçük bir saksı vardı
boş bir saksı

nasıl ağırmış meğer
nasıl kolum ağrıyor
boş
bomboş
çiçeksiz bir saksı”
…(Arif Damar)


“bir sap çiçek mi – saksısız –
kaçışına uğrayan bir çiçek
neden olmasın
yağmurlar
yağmurlar yağdığı zaman…”
…(Edip Cansever)

Bir şair, “her şeyin tadı dağıldığında”, hayatın havı döküldüğünde çiçekle anlatır iç yağmurlarını:

“bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında
aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta”
…(Murathan Mungan)

Sümbüldür, hüzün rüzgârları estirir yüreğimizde. Ve iğde… Tüm yollar bir kez olsun mutlaka iğde'den geçer. Itırlı esansıyla sarhoş ederiz sevgiliyi. Gri bir melankoliye tutuklanmış rengimize isyandır bu kuvvetli koku salış…

An olur, gönlümüz zehirli bir çiçeğe dönüşür. Zakkum ağacıdır mesela o gün mekânımız:

“Aşk, ölümün dudaklarından öptüğü zaman
Yüreğimdeki zehirli çiçeği
Usulca bıraktım dünyanın dışına…”
…(Cezmi Ersöz)

Küskündür gönül. 'Elleme' deriz, 'elleme küserim'…Küstüm!


söz düşer tohum olur
ben düşerim sözden
siz düşersiniz
diri bir nefestir üflenen her dize
çiçek açar
hükmederiz evrene

bugün bir zambak dalına tutunduk
tenimizi döver yarın insafsız bir yosun
evrene böyle düşülür gizemli döşünde tohumun
gül ölümsüzlüğü tomurcuklanır iç bahçelerde

çiçekten gelir
çiçeğe gideriz
aslında
çiçek bizleriz!


Payımıza “şairlik” düşse ne olur, düşmese ne?
Tılsımlı şiirler veren, nefes üfleyen şairler var oldukça solmaz bu âlemin çiçekleri…

Ve şiirden esen her söz, mülk edinilmiş bir çiçektir bu bahçede!


(S’İMGE Dergisi, Temmuz 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:08 PM

…Öteki Yarı...

usandım eskitilmiş sözcüklerden!

sıradan menevişler
bir çarmıh
ve ikinci tekil şahıs hallerden

“y a ş l a n m a z g ü l ” den bir ses ver bana
ölümsüz bir lehçe eprimiş dillerden
taçlandır önce yasemin saraylarımı
bozgunlarına asıldığımız kale burçlarında
şiirler bağışla!
ak düşmemiş hecelerde çimlensin
kendiliğimizin meçhule üfleyen yamaçlarında

bilelim duygunun ateşinde döllendi ey!
aşktan yayılan nefesi ayrılık ve hüzünden

h a n g i kuşun kanadına tutunsa
yeniden yaratır dilim göğünü
gürleyerek hiçliği delen bu sayha
yıpranmadı usanmaktan henüz
iki soluk arasında bekleyen bu gül nida

bağışla dilime söylesin
anlatsın insan yanımın dikende ağlayan öteki yarısını


(5 Nisan 2006) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 79

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:08 PM

…Peçe*…

bir yas peçesiydi yüzüm
eksik
yanık
yapayalnız
eski bir kuda oyunundan kalan

cilası sıyrık tutkuların düşkıran istilasına
arsızca kondu’laşmasına arı-duru sevdaların
gece gündüz yozlaşmasına
mecalsiz bir isyan!

bize zimmetliydi
uçurumlarla intiharların sancılı hazzı
bir biz kalmıştık
düşerken aşka tutunan

“inecek peçe
iniyor peçe
ya sabır! ...”

boşluğu ünlüyordu boyundurukta bir ses
içimiz kızıl isyan!

ey gülüme günışığı gibi değerken dilimi bağışlayan sevgili!
kıyamete dek rızama boyun eğdiren eller
size döndü ey!
çıbanları patlayan sırlı yüzüm
günebakan çiçeğinde sayısız kederlerin çatıldığı
yetim haller

indi peçe!

matemi lal eden bir duygunun sınırsız gücüyle
çoğalmaktan nasıl yorgunuz şimdi
___delice akmaktan
hiç düşündün mü!
:
nasıl da kalabalığız
yatağını bulmuş efsunlu bir masal nehrinde…

………


(*) Yalnızca 14 Şubat’lar değil, tüm sevenlerin her doğan günü kutlu olsun…
Sevgimle

(14 Şubat 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:08 PM

…Sessizliğe İnmek…

- Feride’ye


çekildim kalbimin kısrak yüzüne
öze çekildim

sordum:
ne demekti sessizliğe inmek?

dörtnala giderdim anlamı çözerken
kaçmayı sevmedim
sürati de
yolculuğu bir tek

dirilerek geçti okum yayından

en zoru delmekti ruh çekirdeğini
susmaktı
konuşmaktı derinde durularak
anlamak rüzgârın
rüzgârdan başka bir şey olduğunu

sezdiler
bildiler
bildirdiler

acılı şiirlerden böyle geçtik ey!
kabuğa tutunup
söze çekildim


(25 Aralık 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:09 PM

…Sis…

karanlığa dokununca
avuca sızan
hırsız buğudan söz ediyordum
:
gölgeniz kaçmıştı sizin
kısıktı nefesiniz
sesiniz dağda!

böyle ezber ediliyor sevmek
ruhsatlanıyor böylece dengeli bilgelik
yoktan var ederek yitirilmişi
yolculukta keşfederek bireyliğimizi

…bakmak lazım görmek için...
kamaşmıştık oysa afili benliğimizden
yol ortası aynı uzaklıkta iki yöne
ve “herkes yalnızdı siste yürürken”*…

bu yüzden fark etmedi kimse kimseyi
tanımadı duman
yeşeren kendiliğimizi!

ah bir de omuz silkseydik ne iyi olurdu!
sisi anlatsaydık soyguncu karanlığa
hiç yaşamamış gibi daha önceleri
hiç yaşanmamış gibi…

üstelik kimse yokken!


(*) Hermann Hesse


(27 Ocak 2007)
(S'İMGE Dergisi, Mart-Nisan 2007, Kedi Şiir Seçkisi)

6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 89

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:09 PM

…Soğuk Parantez…*

sabahlar bilmez yaşlanmayı
kadim bir masalın ayak izlerine gece
kırmızı saatlerin mührünü vurur
:
açılır parantez

cezaya durduğunda tek ayak üstünde
en fazla kendi kökünü söker kişi
eşikten sızan suyudur buz dona çeken akşamın
adresini bulamayan bir mektup yazar sevgiye
:
soğur beden

geçmiş zamanlardan kalan iri sözler
ufalanıp un eler yazgımıza
arsızca kuşanılır sabahın diri vakitleri
tanrısal gücü umulur dağın yalnız bir ağıttan
dişlerini geçirir gerçek etimize
acıtır içimizin çengelleri
:
sessizliği dinleriz

meçhule üflenmiş
mum alevinde kapanır parantez
puhu kuşu sonuncu kez kanat çırpar
ağlar
tüylerini bırakır
kırık bir eylül cübbesine
:
soğur evren
üşürüz böyle...


(*) 13 Eylül 2005 - Sevgili Babam A. Muzaffer Bulgulu anısına.

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:09 PM

…Söz İşçiliği…

mengene kıskacında biri
omuz başlarını görmez hiç
kanatlara dargın bir düş boyu
övgüler düzer “caymak” üstüne

anlamı sarmaladığında gece
alırlar ordan örselenmiş kanatlıları
derinde öten baykuş: bulanık ağıt
ırmak döşer gökyüzüne karasuyumuz
alabildiğine sağır bir kuş kafesinde

ey dirim çığlığı, bilge bakış ey
sezgiden başka ne kaldı uğurlanacak!

“körlüğün aydınlandığı yerde”*
“oyun bitmez ki! ”**

ruh ağrısına açılmış bir dava gibi
“hiçlik”le sorgulanır ”varlık”
:
ölerek bellenir söz işçiliği


(*) (**) Bilge Karasu

(14 Temmuz 2007) - 6.Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 57

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:10 PM

…Sustalı…

artık biliyoruz var!

çağrılı her beden
kendine savrulmuş bir sustalı orada

şiir tersine gidilen yol
aşk manifesto, dirimsel
sözden ağmak sihir
bir av kurguda

geceden başka vaadi olmayan ey
acıdan geçtiler bağışla!
buğday tanesi biriktir çöplüğünde onlar için
safir bir gökten kaçtılar
sırt dönerek boşlukta doğurmaya

kovulmakla
var olmak arası
rüzgârın savrulduğu yerde
masum bir güneş de doğar elbet

bunca yıkıntı
bu darp izi
bu ne bu peki!

bir yolluk hazırla
bir de kovuk
bilelim yerimizi…

(ah kalbim!
kendine bir mektup yazdın şimdi
yüzüne yakıştığı yerden…)


(11 Ekim 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 29

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:10 PM

…Şikayetname 14 / Cüce

…sadakora dönüştüğünde dil…

iç bohçalarımız ağlıyor şimdi
sedef kakmalı sandıklarda soyunduk kainat boyu
giyindik cüce!

soluk bir peyzajın sırat köprüsünde
ürpererek geçiyor içimiz içimizden
indigo maviler uğramaz oraya
esmez rüzgâr tülü yasemin saraylardan
cinnetin kabir taşlarına alâmetifarikadır bedenimiz

kırk kilit altında uyusun ipek eskisi keçe
ısrarcı bir derinliğe gebeyiz biz
gösterişli rükûlar boşa bağışlanmaz artık
ne de anlaklı sözler
gidişler gelişlerden kısa ömürlü hep
bu bapta ecinnilere tuz örsünde bilenmiş
bıçaklar çekeriz

siyaha sulta duran selamım
çılgın nara ey!
çöl kıyısında kıyamete dek
gardiyansız bir esarette avazı kesik
ejderha pusularda fişlendi hallerimiz
son mecnundan yadigar deliduman sayıklamalar
giyindik bilesiniz
:
karanlık cücesiyiz biz!


(25 Ağustos 2006) - “Şikâyetname” dosyasından...

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:10 PM

…Şikayetname 15 / Ceza! …

gerilla güncesinde kâr hanenin
topluca kundaklandık böyle

edilgin şarkı ey
billur köşkte baş otağcı...yurtsuz!
altın renkli kuşun
karın ağrısı insan bedeninde

Nuh tufanından beri yinelenen tek meseldiniz siz
panayır tedhişçisi
durmayın
çözümleyin bizi!

kaç kere taşındınız
yüzsüzce aşındırılan öz'ünüzden
teninize kaç sinsi göç değdi habersiz
her hücre ucu yanık
ketum ve yenik bir ünlem

ahdim ol kutsanmamış akit
soyumuz şahit
öç almaktan yana uyrukluyuz üstelik

yılanın erkinden sorgula celallenmişliğimizi
masumiyetten
öfkeden ah çıdam
ruh ağrısının titrek soluğuyla alazlanmış
militan nefesinden

ver cezayı
düşür suçu!
bellet ki kuyumuzda kendini arayan onlara
cinsiyetsiz şiirlerden sağılarak geldik biz!


(3 Ekim 2006) - Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:10 PM

…Şikayetname 16 / Pencere…

bırakın yüzünüzü seçmesin gözlerim
kimlik yitiminden tutuklanmasın kimse!

sakınılmak ister yürek
kurşun zehirlenmesinden
aksi halde
küstürüyor içe akıtılan asit
tırnaklara sıvaşan insancıl leke

“zaman yüzünü eskitemez, çünkü yüzü yok! ” *

bilirim tekilce gidilendir yol
değmesin teninize ellerim
bırakın şöyle uzak durayım
azat edileyim tanışıklıktan

ki pas tutmasın dışa açılan tek pencere


(*) Nilgün Marmara
(30 Ekim 2006) – Naime Erlaçin © -Şikayetname Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:11 PM

…Tabula Rasa! …

cana geliyor en ağır eskitilen kış
sesine sarılıyor taze cenin

suyu okşadı biri
taşı tuttu
toprakla sınanırdı bahar
bilmiyor nasıl soyunulduğunu

bir başkası var daha
o değil
:
içimizdeki yara küstüren
bayrak açıyor sus’a
veresiye defteri tutuyor
ontik hesaplaşmayla

az şey mi bu!

tam sırasıdır:
tabula rasa!


(22 Ağustos 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 81

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:12 PM

…Temyiz ve Kerbela…

zamandan bilinir sanıklığımız
tanıklık
hüküm ve beraat

böyleyken neyin izdüşümüdür darağacı
hangi yangından kalma
cama sıvaşan bu kalıcı iz

s o r a r ı z!

mülteci kamplarında içimizin
iskana açılır öznel muhaceret
zulümden sorgulanır sorum ve sorumsuzluk
nehirler yılgın akar tuza
ekmeğe utançla

küskün bir ay dokunur harfleri kırık elifba’ya
meşakkat bebeleri birikir nesebimizde
sabi’den inen
kıpkızıl bir tokattır yanağımızda tüten

vakitsiz ecellerden o sıra
istimlak bedelleri tahsil eder inatçı bir melek

hangi tebaası şiirin
s o r a r ı z!
vareste tutulur kan ve is’ten?

en iyi çağ tanır ölüm bandıralı sessizliği
bir dilekçe yazılır kapı kulluğunu andırır suskuya
etimizden düşen
nafile ve çaresiz bir çığlıktır t e m y i z!
sur’dur
üflenir soysuz sükuta
sanık el pençe divan
kızarır arifin anlayan yüzü haysiyet divanında

içim ağrır iğdiş edildikçe sutur
ki yağmalanmıştı dünden
yarından mesul

bir yudum suya hasretliktir bu mana
:
söz
K e r b e l a…


(16 Şubat 2006) – “ 6. Dekad “ Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:12 PM

…Yana Yana…

-Zehra’ya*


gülü kuşattık
giryanı öptük
“dün” müydü aheste o yolculuktan sonraki
yorgun ve gamlı iz
dil’in yasemin tülünde tüten

bu iklimden suyun ipeği geçti ey!
hızlı bir ölüm seçti ensemizdeki kuğu
“gün”müydü kâinatın yas tutan sessizliği?
__hayli perişan
____hayli aksak / tedirgin
ay’ın öteki yüzünde etimizi tütsüleyen

göz süzdü bir vaveylâ ile kararan büyü
gececil bir işaret, onulmaz yara
___ki yanıyordu yıldızlar
büyüdü gök
sığmadı hiçbir diyara

ölümle denendi şiir
geceye sıralandık
gül’den yay’a
yana yana sözün buğusunu
dirhem dirhem kuşandık…


(*) Dün aramızdan ebediyen ayrılan sevgili çocuğa…

(28 Mart 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:12 PM

…Yâran…

herkese lazımdı aşk!

dinmedi
kırlangıç fırtınası
tül mevsimine sulta duran kemirgen saatlerde

duymadı kimse!

dil ısıran gölgesinde urağan sislerin
durağan nefeslere terk edildik
kimdi
kimin karavanasında kırbaçlanan
____bilmedik hiç!

tarçın tenli
telkari hüzünler
kor bir asit üflerdi göğümüze
'artı' eksik… 'eksi' yenik
siz
biz
mesuldük hepimiz
____jurnalci bu sınavdan

hükmümüzde kayıp incelen siyahlık
çentik atıyordu fersiz gözlerimize
“geç”i tarif ediyordu bütün saatler
intihara fişleniyorduk düpedüz

“aşkla yıkıldı yâran”*

görmedi kimse!

…………..

(*) Ayşe Keskin


(19 Eylül 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:14 PM

…Zar…

anla beni çocuk

kav değiştiriyor coğrafya
kırılan dallara astığım aynadır
bedeninde eskittiğim zaman

içim kıyamet!
taş kırma cehennemi
nereden sürgündük
unuttuk
hangi çöldü eğiren bizi
__hangi tufan

küldür ateşin yazgısı
yandık
küstük
küldük an be an
siz
__biz
___onlar
______kumla sınandık


bir sabinin gözbebeğinde kaldı
yılanın unuttuğu zar

ağla beni çocuk!


(27 Temmuz 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:14 PM

2 TEMMUZ – Madımak Anısına

Giden can’lara Allah’tan rahmet diliyorum. Bu gün bizlere hatırlamak düşer….


“ben yaşama da, ölüme de inandım;
tamamlarlar sanırdım eksiklerimi.
çarşıları hep birlikte gezerdik;
biri dostumsa, sevgilimdi öteki.
ikisinin adını yan yana andım.

bir soluk alayım izin verin de…”

(“İzin Verin De”den bir bölüm - Metin Altıok)


“ey benim umudumu
bölük bölük
eden hızarlar
oluklu hançer
güle narh koyanlar
Şahmaran’ın başı için
payınıza düşen ne?

bir gün sorarlar…”

(“Hançerin Sapı”ndan bir bölüm – M. Altıok)


“ne zaman bir dosta gitsem
evde yoklar! ...”

(“Evde Yoklar” dan dizeler – M.Altıok)

DEDİ ve DOSTLARA GİTTİ.
Onu yaktılar! ...Dostlarını da….

DEDİM ve SUSTUM! ! !
Saygıyla…


(2 Temmuz 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:14 PM

3/4'lük Yıkımdirim

'yaptılar yıktılar
yeniden yaptılar...'


hüzün 3/4'lük bir ezgi
uzaktan duyulan
ha batının sevdalı valsi
ha doğunun gizemli semaisi

tempo çok hızlı başım dönüyor!

gönül imgeler raksında
sürüyor bitimsiz tırmanış
yorgun ebedi yokuşsa hem önümde
hem ardımda

sorumlusu varmış sadakatin
ihbarlısı elbet ihanetin
aşk ise kah sinede yaban kumrusu
kah yavru bir atmaca uykuda

tarih kadar suç da gerçek
ayağa kalk ey suçlu
ne beklersin!
kılıç kadar keskin bu ritimler
yakıyor 3/4'lük isyankar ölçü
yağarken farklı bedenlerde tekleşen ruha

geceye ses yükler sevda çıtırdayarak
köklere benzer
usulca büyür koynunda sessizliğin
sezgiler tanık olur sükut ve sükuna
kader elleşmesi geç saatlerin
yıkıcı nefesi başka bir yerde

duyulan sadece 3/4'lük bir ezgi
taptaze bir ulu çınar gölgesinde!


(06 Haziran 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:14 PM

90 YIL Önce, 90 BİN Kişi! (Bir SARIKAMIŞ TÜRKÜSÜ)

Onu ilk olarak “Kara Tren” türküsüyle tanımıştım. Sonra birbirinden güzel ve anlamlı diğer türküleri geldi. Bizleri köklerimize doğru, uzun ve kimi zaman da çileli bir yolculuğa çıkaran içli bir sesi vardı.

Özhan Eren’den söz ediyorum. Sarıkamış Türküsü’nü anımsayanlar olacaktır mutlaka.

'Sarıkamış üstünde kar
kar altında Mehmet yatar
gülüm donmuş, kara dönmüş
gören sanmış yarini sarar

kimi Yemen kimi Harput
üzerinde ince çaput
avut yiğit, gönlün avut
yar sarmazsa Mevla’m sarar'

diyen biri…


Nereden geldim şimdi Sarıkamış’a?
Birkaç gün önce Sarıkamış yöresinin Milli Park ilan edildiğini okudum. Sonra Çanakkale düştü aklıma. Hani şu iyileştirme ve düzenleme çalışmalarının, AB ülkeleriyle yaptığımız anlaşmalar(!) gereği aniden durdurulduğu Çanakkale şehitliği…

Tarihi miraslarıymış. Biz dokunamazmışız!
Sakın ola Sarıkamış’ı da kuzeydeki dostlarımız özel ilgi alanlarına dahil etmeye kalkışmasınlar!
Herhalde ben yine anlamadım. “Gözlerim kör oldu, basiretim bağlandı” desem bile, belagatim yerli yerinde duruyor halen. İyi-kötü meramımı anlatırım zahir!

İşgalci kuvvetlerin tarihi mirası mı olurmuş?

Biz de bir tarihte Viyana kapılarına dayanmıştık diye hatırlıyorum. Yeryüzünün bu yanında kapısına dayanmadığımız öyle az yer kalmıştı ki… Az şehit bırakmadık oralarda.
Anzak’lardan, şundan bundan ne eksiğimiz var? “Ölüm hak, miras helal” diyor atalarımız. Oralar da bizim karar verme alanımız olmalı o halde…

Neyse sadede dönelim. Tarihe biraz daha yakından bakmak lazım diye düşünüyorum. Hani bize Sarıkamış’ı anlatırken, “bir gecede, tek kurşun atmaksızın, donarak ölen 90 bin asker”den söz etmişlerdi ya, aslında hiç de öyle değilmiş. Aslanlar gibi dövüşmüşler. Hem de incecik kılıklarıyla; mühimmatsız, teçhizatsız, gıdasız, sağlık hizmetlerinden yoksun ama kocaman yürekleriyle göz kırpmadan vatan için ölüme yürümüşler. Karşılarında güçlü Rus ordusu ve içeride onun arkadan vuran işbirlikçileri varken…

Sarıkamış’ı anlamak, bunu izleyen tarihi gelişmelere de ışık tutacaktır.

“külli cümleleri hayatın
ölümden geçer
ölürüz biz kendimiz için...”

demiştim hatırlarsanız….

Nitekim ölmüşüz de!

Özhan Eren, bu konuda epeyce bir emek vererek “Sarıkamış’a Giden Yol” adlı bir kitap yazmış. Sarıkamış’la ilgili başka kitaplar da buldum. İşte tam orada; Sarıkamış ve Allahüekber Dağlarında yazılmış bir destanımız var bizim. Bundan 90 yıl önce, dondurucu bir Aralık gününde başlayan ve bugün bin rahmetle andığımız 90 bin askerimizin şahadete ermesiyle son bulan acıklı bir destan.

Defin merkezi ise KAR!

KAR hikayeleri hep birbirine benzemez! Bu da böylesi işte...
Kar’ın da kendine göre, ruha yansıyan bir rengi vardır.

Özhan Eren’in kar hikayesinin rengi ise vatan toprağına benziyor!



(22 Aralık 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:14 PM

A TRACE – (Abir Zaki’den Sürpriz Bir Armağan)

Bu sabah sevgili arkadaşım Abir Zaki’den sürpriz bir armağan aldım. “İz” şiirimin altında şöyle bir not vardı:

'http://allpoetry.com/poem/1116031....... sevgiyle....'
Rumuz: abir

Abir ve ben, genellikle birbirimizden habersiz olarak benzer duyguları dile getirirdik. Hatta zaman zaman aramızda anlaşılmaz bir tür telepati olduğunu bile düşünmüşüzdür. “Yine böyle bir şey olmalı” diyerek verdiği adrese gittiğimde, İngilizce’ye çevrilmiş ve o dilde bir o kadar da güzel yazılmış olan kendi şiirimle karşılaştım. Duygu ve düşüncelerimi ifade etmek amacıyla yorum göndermeye çalıştığımda ise siteye üye olmadığım için sistem beni kabul etmedi. Şiirsever dostların izniyle o yorumu ve Abir’in emeğini burada sergilemek ve sizlerle paylaşmak istiyorum.
Abir şiirlerini pasifleyip gitti ama gördüğünüz gibi ben izin vermiyorum! ! ! ...
Sevgi ve saygılarımla…


“Abir Zaki, you are unbelievable! ! ! ...It is not only a perfect translation, you also have re-written the poem beautifully. Only a poet can understand the deep inside world and language of another one. And we certainly do my friend!
I really don’t know how to express my feelings of appreciation. Thank you very much rosebud….
With all my heart ))

Naime Erlacin”


A TRACE

who could live someone else’s death

unless it’s a loving heart
because of this
I left behind my dreams
sparing no effort
so much for nothing…

thus;
the birth of my nascence
is from my first outcry
into this world
rekindling nonstop
continuously
childbearing myself

and so says an apprehender:

for so much effort
is to be printed in a loving heart


even if it is
solely one!
……….


Written by: Naime Erlacin, a Turkish Poetess
translated by: rosebud

Comment? All rights reserved, © rosebud. Copying without permission for non-personal use is forbidden.

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:14 PM

Acı Hasat!

bağırdelen sağanaklar da iner bir gün
kırılır kaburgalar kasırga şiddetinde
eksiğinize çoğalır
bir’e geçersiniz

adı:aşk!

yarına döner yanıtsız dünler
zaman durur
kavşaklar uçurum
bin'e bölünür bedeniniz

ruh gezgin
ruh mülteci
ufuk tek

hikaye böyle!

vız geldiğinde yargılar
tutanaklar
siygalar
son baskı olmanın sıradanlığını reddedip
kendinizi yadsıyıp üstelik
özgün bir taşbaskıya özendiniz mi siz
iliklerinize değin ıslandınız mı kanınızda
acımasız bir giyotine gönüllüce uzandı mı başınız hiç

demek ki ehil ellerde açmış çiçeğiniz!

böyle bulunur yaşamın hazzı
acı hasatla

iki’de tek
ya da hiçsiniz siz!


(27 Aralık 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:14 PM

Acı Yüklü Kent

gök yollarında bir kent yürüyor pek tanımadığım
kokusu çarpıyor tenime
insafsız idamların yorgun akşamlarında

el ayak çekilmiş
caddeler ıssız
park ışıkları değiyor yüreğime
baygın kıyısında yalnızlığın
darağacı kuruyor haramiler
gözler çaresiz
uykuya diken
sessiz yakarışların yükselen feryadında

beynime saplanıyor acı yüklü kent
her binişimde buluta
kırılıyor yaşam kilidi

yolculuklarda epridi ömrüm
öyküm
tarih kadar kadim
ölümsüz gençlik ise nöbette
kent kapılarında gardiyan

esrik bu büyüde paralanarak
uçuruyorum kendimi kent sokaklarına
kalbimde çöreklenen hayalin sureti
yitirilmiş geçmişten zalim bir tetik sesi

vurulmanın bir anlamı olmalı
darağacında sallanan beden 'zaman'
kuşanmış beni üzerine yalnızca kendine ağlar
masum
kara mizah gibi bir intihardan

dinle bu çığlığı ey kalbim
dinle ve vurul!

benimle ölüyor zaman...


(28 Ağustos 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:15 PM

Acılar Diyarından

çat orada
çat burada
çat kapı arkasında

geceye “biz”i katar
kendi aşımızdan doyarız
gönlümüz pek nazenin
hüzündür otağımız
kah susar
kah bağırır
kah isyanda ağlarız

aşkın adı emektir
sevgi “unutulmayan”
ebedi gül dikeninde sevda bekçileriyiz
gözler şahin gözleri
pençeler atmaca
acılar diyarında hayalete döneriz ışıkta

tutulmuşsa yol bir kez
yoktur bunun dönüşü
tam yol ileri!
yürümeli meçhule doğru
meçhul bir akıbettir
bekler bizleri…


(17 temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:15 PM

Acının Sesi

...acıya var mıydık?

suskundum ben
sendin isteyen acıyı
sapladın böğrüne yağlı bir hançercesine
olabildiğince derin
bizi ertelemeyi seçtin

sustum!
nöbetine durdum acının
yıkıldı yüreğimin kapısı penceresi
yoktu bir köprüaltı sığınacak
ayazda bıraktık kendimizi

acının sesiydi haykıran
açığa alındık hepsi bu işte!
kim anlatacaktı aşkı, kim yazacaktı bundan böyle
biz biterken acının içinde

bir yolu vardı öğrenmenin
sınamanın kendimizi
adı yaşamak!

biliyoruz şimdi
acıya varmışız demek ki!


(21 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:15 PM

Acıya Şahit Gerekmez

- kızıma

aralama gizli kapılarımı
uzatma başını bakma içeri!
görülmedi böyle hasret
yangın yeridir yüreğim
cehennem nöbetindeyim

yeni doğmuş bir noktürnün kanatlarında uçtum dün gece
alevdim ateşlere düştüm
harman sonu firez yandı notalarda
sakladım kromatik yürüyüşleri gömerek ruhuma
yanıyordu gözlerim, “özlem”dim artık ben
hasret geçti vurarak içimden
lavlarımda kükredim

bakma yüzümün içine
ateşim üşütür buz kesersin donar kirpiklerin
sessizce dökeceğim göz yaşlarımı

acıya şahit gerekmez!
yüreğin ölümcül nöbetindeyim


(23 Ağustos 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:15 PM

Acıyı Yok Say!

yeşermelisin!
taze sürgünler fışkırmalı bedeninden

yok say acıyı
izin ver damara yürüsün ateş

kartal kanadına koydum da seni
göğü karış karış dolaştırıyorum
rüzgarın ruhunu kuşan
hiç durma buluta ak!
içine daldıkça
beyazlaştır griyi

vadesiz yaşamlar doğurmak üzre yeşermelisin!
yüreğin son kez tohuma vursun
sedef yuvalardan fışkırsın inciler
can suyun
benden olsun

gümrah bir aşk
ve ne varsa daha
sevdayı öğreteceğim yeniden

yok say acıyı
inkar et güzü hemen!


(24 Ağustos 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:15 PM

Adagio Akşamlarda Majörden Minöre

sancılardan geldim... majörlerden!
adagio akşamlarda soyunarak
sıyrılarak benliğimden...

bir çizgi var biliyorum güzelle çirkin arası
ötesinde duruyor düşlerim
içimden geçiriyorum yırtarak kendimi
ruhsuzluğu bırakıyorum bir tarafa
öbür tarafa inceliklerle hayallerimi

yitirmenin sonu yok güzelliği
ve hoyratlaşmanın ve sığlaşmanın
ah güvercin yüreğim! dağları sarıyor feryadın
çıtırdıyorsun yine

atmaca gözlerim yangın yerlerim
doğruluyor kirpiklerim kendi yüreğime

can çekişirse kalp
ot bitmez o iklimde
nasıl yapıştırılsın kırık fanus
nasıl üretilsin anlamlı sözler!

çizgi ötesine yürümekteyim
uzun soluklu bir misafirliğedir gidişim

adagio akşamlarda taptaze minörlere...


(25 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:15 PM

Adak

paylaşımsız mekanlar gıyabında ağladık
atışlarda ıskalanan hedefe biçildi kefen
yoktu bir yurt yuva
zamanı meçhul iğfallerin resmiydi ayrılık

mızrak çekerken yangınlar göğe
yetimdi çocuklar... sürgünler öksüz
eksiği olduk bütünleşmenin
paramparça bir ağıt sindi kafiyeye

yarımlar ortasında kaldık

kalk gidelim Anadolum! gidelim ata ocağımıza
örteriz başımıza azgın bir rüzgar, yakarız bir çubuk
buluta kesince kurt boğazı yağmur dileriz el ele

bu kez kargısı senden olur kutsal duanın
gönlüne göçerlik değene hazandan sayılmaz yaprak dökümü
ne de yol

hala sözü geçer orda adağın


(20 Eylül 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:15 PM

Adamım!

bir rüya gördüm dün gece
adamımla el ele yürüyorduk
salt sevgi
salt tutku vardı gözlerinde

kuyudan çıkarıyordu beni
koparıyordu bütün çekişmelerden
koruyor sarmalıyor
“benimsin” diyordu “seninim” derken

kolay değil dedim
seninle koşmak seninle tökezlemek
sevildiğince sevmek seni
:
“adam gibi bir adam”ın “kadın gibi kadın”ı olmak

tükendim artık yaşlandım
bir tek aşkım kaldı yorgun yüreğimde

uyandım ki uykudan
sözümün efendisinin elleri yine ellerimde!


(24 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:16 PM

Adana'dan Bir Haber ve Suya Yansıyanlar

I. ULUSLAR ARASI ADANA EDEBİYAT FESTİVALİ
5-6-7 Nisan 2007

Çağımızın Edebiyatına Bakışlar;
Adana’dan Dünyaya, Dünyadan Adana’ya

Düzenleyenler:
Adana Altın Koza ve Adana Edebiyat Girişimi

Yer: ADANA TARİHİ KIZ LİSESİ KÜLTÜR MERKEZİ

……………….


Çok duygulandım!

'tarih kadar eski
doğan gün kadar yeniyim'

dediğimi anımsıyorum bir yazımda...
Bunu kuşkusuz Adana'ya ve Çukurova toprağına borçluydum.

“Yer: Adana Tarihi Kız Lisesi Kültür Merkezi”

Böyle diyordu gelen mesajda. Olsa olsa benim lisem (AKL) olabilirdi bu. Yıllardır Seyhan nehrinin ihtişamlı akışına sessizce tanıklık eden tarihi eğitim yuvası…

Umarım orasıdır, çünkü sınıflarına, koridorlarına, yatakhanelerine sinmiş edebiyat kokusundan bir şeyler kalmıştır mutlaka. Bir ihtimal, idare katındaki siyah-beyaz seramikler ve ana salonun ortasındaki çinili soba yerinde durmuyordur. Bahçenin dip köşesindeki mandalina ağaçları; rayihalı gölgesinde kitaplar, şiirler okunup şarkıların söylendiği okaliptüsler; yemekhaneye doğru uzanan taşlık yoldaki asma ve ön bahçedeki süs havuzunu çevreleyen erik ağaçları da kesilmiştir belki. Ama hissediyorum, bizden bir kalıntı var orada… Bu bir edebiyat esintisidir ki günümüzün edebiyatseverlerini yeniden çağırıyor yanına!

AKL’den 1963’te mezun oldum. Neredeyse yarım yüzyıl evvel… Şimdi orada bir edebiyat festivalinin filizleniyor olduğunu duymak hem çok duygulandırıyor, hem de mutlandırıyor beni. Söz konusu olan mekân orası değilse bile, Adana Kız Lisesi’nin adının bu şekilde anılması büyük sevinç kaynağı… Çünkü biliyorum ki o lisenin mezunları, taş binadan ayrılırken Türkiye’nin dört bir yanına ceplerinde edebiyat tohumları taşıdılar. Ve elbette plastik sanat ve müzik tohumlarını da… Sergilere çıkan ilk resimlerimizi orada, bodrumda yaptık, Adana Şehir Tiyatrosu’nda düzenlenen ******* orada planlandı, Verdi’nin aryalarını orada ezberledik; J.S.Bach ile çağdaşı olan bestecilerin farkını, Mozart ve Beethoven dinlemeyi orada öğrendik.
Tam anlamıyla tarihe mal olmuş bir kültür merkezidir AKL. Ve hepsinden önemlisi, Türkçeyi belletti bize. Doğulu bekçimiz “simitler geldiler! ” diye bağırdığında, “Türkçe bu değil! ” diye feryat eden; “inkilap” dediğimizde “inkılâp olacak, inkılâp! ” diye azarlayan değerli hocalarımız sayesinde!

Festivali düzenleyen, emeği geçen ve katılan tüm dostlara başarılar dilerken sonsuz sevgilerimi sunuyorum…

Bilinsin ki ruhum orada olacak!

Sevgi ve saygılarımla…

(28 Mart 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:16 PM

ADI HER NEYSE...(Düz Yazı)

Gitmek var, kalmak var...
Gitmeye karar vermek, kalmaya mahkum olmak var....
Dünyanın bin bir türlü hali var yani....
En kötüsü de sonuçta ayrı düşmek iki gözüm. Yalandan yanlıştan, beceriksizlikten, sorumluluktan, sorumsuzluktan, kaçıştan, gurbetin çağırışından, mecburiyetten, velhasıl pek çok nedenden dolayı ayrı düşüyoruz…

Dilimizden koptuk. Dilimiz döndüğünce de anlatmaya çalışıyoruz. Kökümüzden, kültürümüzden kopup iki arada bir derede sıkışıp kaldık. Ruhen göçebe insanlarız biz. Göçebeliğin tüm şartlarını sonuna dek zorlayarak evimiz, köyümüz, kentimiz ve hatta ülkemizden koptuk. Yaban ellerde, değersiz ayrık otları gibi dikilmiş duruyoruz. Ayrık otu ne kadar dikse, o kadar işte! Demem o ki, yaşamaya devam ediyoruz. Yaşamak ise önce ayrı düşüp, sonra da ayrı düşmenin çilesini çekmek değil midir zaten...

Ne tür bir kısır döngü bu; kaç üstü kaç oluyor cezamız!

Bana kalırsa uzun süre dert çekmez insanoğlu. Onarılır bir biçimde. Doğa onarır onu. Aslında kahır çeken gönüldür. Gönül bir kez darbe yemeye görsün, iflah olmaz artık. İflah da etmez... Bazı felaketlerin alameti yoktur! Ayrı düşmek de öyle bir şey. Bir bakarsınız aniden, uyarılmaksızın ayrı düşüvermişsiniz.

En ağır ceza ise sevdadan ayrı düşene kesilir. Sevdası kaçmış gönül ne işe yarar ki! Gönüle heyecan, telaş ve hüznü veren sevda olmayınca, at o gönül’ü çöpe; sonra da kutuyu ebediyen boşalt gitsin!

Ne yapmalı o halde?

Yaşamanın, ayrı düşüp eksilmek olduğu bir dünyada bizleri yeniden yaratmayı beceren sevgi, sevda, aşk, bağlılık, umut veya adı her neyse ona sahip çıkmalı sanırım. O “adı her neyse” var ya, işte insanı yaşama bağlayan ve hayatta tutan köklerin ta kendisidir o.

Gönül, sevda, çile çekmek, ayrı düşmek, ayrılık...
Karatahtamda bunlar var bugün...
Yaşamı çoğaltan ve tenhalığı yok eden o “adı her neyse”ye mutlaka sahip çıkın dostlar.

Belki bugün UMUT'tur adı...
Ve sahip çıkın tüm sevgilere!


(29 Mayıs 2003) - 'Gençler İçin Denemeler' Dosyasından...

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:16 PM

Adım Kadın

bir yıl
yüz yıl
bin yıl geçse de
değişmem ben
ne isem
o'yum!

kafamın dikine gitmişim bazen
bazen uysal olmuşum
sevgiden yana yüreğim zengin
kimi zaman
mantığımdan yorulmuşum
hırsıma tutsak değil
gönlümün efendisi olmuşum

Havva ile yaratmışlar beni
ilkçağda 'adın kadın' demişler
ortaçağda yakmışlar
sonra da hakkımı aramışlar!

yavruma kanat olmuş
çevreme özveri sunmuşum
çok doğurmuş
çok yorulmuş
daha çok da susmuşum

ne olmuşsam olmuş
bazen dilime tutsak
ama
hep gönlümün efendisi olmuşum!

milyar yaşımda mıyım neyim
bir milyar yıl daha geçse
değişemem

adım 'kadın' benim
ben ne ise o'yum!

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:16 PM

Adın Masumiyet

kelebek ürpertisiydi yazgın
bilemezdin gülün ömrünü
gözlerin ürkek...ruh kalkansız
kozasında canlanan ipek böceği idin

pamuklara sardım da korudum
unutmamıştı tanrı kanatlarını
aklımdan hüznün çıkmadı hiç
gözlerine bakamadım giderken
kandı tutan beni içimde

uyku yoktu o gece hatırlar mısın
kolay değil elbet baba evinden kopmak
gurbete av olmak... kurban olmak
ölesiye korkarken meçhulden
ruhun üşürken
donarken hatta ah can çiçeğim!
ne kadar da güzeldin

adını “masumiyet” koydum
dalında kuruyan kiraza döndüm özlemekten
ama uzaklık nedir sevenlere
biliyorsun adresi...şiirlerde beklerim

gözyaşı resmi var kapısında!


(05 Temmuz 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:16 PM

Adını Ölümcül İsyan Koyun!

şu andan başlayarak
ısırgan valse son veriyorum
felsefi kuyularda boğulmak yok!

göğsünüze çivileyeceğim güneşi
hava - su - toprak
ve ateşten geldiğimi unutmayarak

yoksa 'civitas solis' hayalcisi misiniz
Campanella’nın ahkam kesicisi
nehrinizi izler yolunuza düşerim bilesiniz
bir adım ötesi ekvator çizgisi
evrenin anayasasında tersyüz olmaya ne dersiniz

susturun haydi hodri meydan! vurun beni
dizin bütün idam mangalarınızı

vız gelir savaş arabalarınız
isterseniz buza yatırın cesedimi
yitik düşler adanmışlığında yaşamınızın
göktaşı olur gene binerim gırtlağınıza

kapıyı her çalışında belanın
dansım özümde canlanır
gaflete düşmeyin hafife almayın beni
aldanmayın yumuşaklığıma
acıklı bir intiharca yalnızlığa terk ederim sizi

biraz büyümeye ne dersiniz
kırk fırın ekmekli bir sofraya buyursanıza!
antik taşlara sıvar bedeninizi
ölümcül valsin hacamatlamışlığında
ah ne yazık ki ağulu dilimle
öyküler yapıştırırım gafil ve nahif alnınıza!

köpük beyazı sınanıyor bugün
güneşe sakladığım cesareti ışık gücünün
'civilizasyon' sona erdi!
ilkele dönüştür bu haberiniz olsun
topraktan icazetli yaprağın tek kişilik ihtilal sırıtışında

siz bilirsiniz neler olduğunu...iyi bilirsiniz!
şahin bakışlar bunun için değil miydi
“yemedi kadın bu pisliği” deyin
başka kapının mandalını çekin

endazesi bozulursa mertliğin
bize de söz düşer elbet
adını ölümcül isyan koyun isterseniz
olsun bitsin!

olsun olacaklar
ve bitirilsin!


(27 Mart 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:18 PM

Adres: Düşler Ülkesi

bakmayın siz benim
iç karartıcı şiirler yazdığıma
öyle gülerim ki bazen
kasılır kalırım gülmekten
inanamazsınız

hem deli
hem dolu
deli-dolu olurum da
tutamazsınız

hüzün kan kardeşim
onca yüzümden oysa
sadece biridir hüznüm
aldanmayınız!

bin yüzü olmalı insanın
-yazacağım bunu
anlatacağım bir gün-
bırakınız çocuklaşmayı
yaprakla bile oynaşırım ben
yolunuz düşerse bana bir gün
sakın şaşırmayınız

ölüdeniz ruhumda açan
nilüferlere bakın siz
sıkmayınız beni yeter
son şiir yazılmasa da olur
sadece bir “hayal”im ben
görmeye uğraşmayınız!

adresim: düşler ülkesi
yazınız dostlar
yazınız…


(26 Haziran 2003)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 02:18 PM

Adresim Hüzün

bugün günlerden hüzün
yer hüzün ülkesi
intiharda bileniyor duygular hüzünlü bir karanlığa

dolaşıyorum gelişigüzel
ayağımın altında dallar eziliyor
hüzün kırılıyor yalnızca

hüzün alıp hüzün satıyorum
kazancım hüzün
kaybım da

gül uzatıyor küçük bir kız
:
“al bunlar en güzelleri
adları hüzün çiçeği
hüzün kokarlar aynen hüzünlü gönlün gibi...”

ağaç olsam hüzün dökülüyor yapraklarımdan
yağmura koşsam hüzün boşanıyor üstüme
bıraksam kendimi kaçsam oradan
yok olası hüzün koşuyor ardımdan!

ben: hüzün
ikametgah: hüzün sokağı
adresim bu işte!

beni ararsan eğer hüzn'ü sorman yeter

bir köpek uluyor sokakta
hüzünlü bir ölümdür buralar!


(2 Haziran 2003)

Naime Erlaçin


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 04:41 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.