![]() |
İşte yine kapağından girdim sevgili günlüğüm ve yine karanlığın
kurşunlarıyla tıka-basa dolu şarjörlerim.Sen yine bana katlanmaya mecbursun.Başka çaren yok,zira senin de bahtın bana bağlı,ben karardıkça,senin pamuk tarlaları gibi beyaz,buğday tarlaları gibi umut dolu olması gereken sayfaların da kararacak. Benim günlerime güneş,*******ime mehtap doğdukça,sen de güneşle gülüp,mehtapla kucaklaşacaksın.Ama hiç şansın yok biliyorsun, benim günlerime ne güneş doğacak ve ne de *******imde mehtap kokacak. Daha önce de söylediğim gibi,bu kadehleri bozkırlar şerefefine kaldırdıkça ben sevgili yerine,dervişin hikayesine daha çoook teslim olacaksın sen.Kaldı ki kurtuluş ihtimalin de yok bundan. Zaten biliyorsun ya,bir kere daha fısıldayayım gecenin ütülenmiş sessizliğini bozmadan. Aşk! Uğramadan geçti benden,ne ayak sesini duydum eşiğimde,ne de ıslık çalan dudaklarının kokusunu hissettim nefesimde,usulcacık gidivermiş işte, ben daha bugün-yarın derken.Şimdi de bugün yarın diyorum ama,aşka ya da,seni seviyorum deme ihtimaline değil de artık,musalla taşının soğuk tenine. Hayır hayır!Haksızlık etmiyorum kendime,aksine o kadar da eminim ki artık geleceğin ellerinden gül koklamayacağıma.Hayata dair olanları yaşayıp öğrendikçe bundan daha fazla emin olunmaz. Söylemiştim sana,bir gariplik var bu işte,bu ben bu dünyadan olamam. Öyle bir yanlış var ki bir yerlerde,nefes almak bile işkence oluyor hücrelerimin ayrı ayrı her birine.Eskiden de mi böyleydi,yoksa sonradan mı oldu çözemedim,çözemiyorum bir türlü.Çözmek için çabaladıkça da ben düğümleniyorum bu defada düğüm-düğüm.Anlıyorum ki ben bu gezegenden değilim. "Mutluluk" denen bir şey gerçekten var mıydı,yoksa sadece laf mıydı bilemiyorum.Daha önceleri merak eder dururdum ama,artık yoruldu ruhum, pes ettim.Yaktım hayata kalkan kırmızı bayrakları.Beyaz bayrak mı? Şaçmalama şimdi,uğruna savaşılacak bayrak mı kaldı ki?Daha demin demedim mi ben bu gezegenden değilim diye?Öyleyse her şey,hiç bir şey demek olmuyor mu? Anlıyorsun değil mi?Ben artık hiç bir şey için yaşıyorum. Hiç bir şey oldu herşeyim.Her şey! ve Hiç bir şey! İşte hayatımın bundan sonraki anlamı.Siyah-beyaz filmler gibi başladı ve siyah-gri olarak sürmeyi sürdürecek bundan sonraki günlerin üçü, ya da beşi. |
Çok zamandır aynı idi değişmezdi *******imiz. Son günlerde, o sarsıla, sarsıla ağlardın ben sigâralar içerdim peş peşe ağlardı , fakat bilmezdin göz yaşlarının, tümü kaderin deki yazının kelimesini bırak harfine dahi silmeyeceğimi.
Dedim Ya : hep aynıydı *******imiz. Buğulu camın ardındaki sokak lambasında teselli bulurduk. Sanki kar,yağarken kimilerine göre garip bir alışkanlıktır belki kim bilir : Bazenda sobanın üzerinde ki çaydanlığın gizemli cızırtılarını dinlerdik. Hiç konuşmadan : bir çocuğun annesinden ninni dinlediğimiz gibi. Ben ona ağlarken katılmazdım. Gerçi niçin ağladığını bilmezdim Çoğu zaman çoğu zaman bahaneler bulurdu kendince; Sudan bahaneler.En ufak bir tartışmada sığınırdı göz yaşlarının ardına . Belki yüreğimin katı olduğunu düşünürdü: neden yalan söyleyip çıkıp ta şimdi yağan karın altında aramak gelmiyor içimden onu Çünkü giderken açık bıraktığı gönlümdeki kapı hala açık . Yine soba üzerindeki çaydanlığın cızırtılarını dinliyorum. Pencereden sokak lambasının altındaki yağan kara bakarak bir musiki gibi ama farklı bir şey var. Ben ağlıyorum... Ama inkâr edemem. gece gibi karanlık saçlarını ve ay gibi parlak yüzünü özlediğimi. Hoyrat bir rüzgâr esiyor sanki. Yağmur damlaları gibi yuvarlanan göz yaşlarımı üşütüyor; boğazıma bir şeyler düğümleniyor taş gibi. Sonra o taş gibi şeyi yutuyorum. Sanki nefes alsam seni kaybedeceğim açsam gözlerimi hayalin silinecek gözlerimden, bilirsin duygular davetsiz misafir gibidir. Giderken açık bıraktığın gönül kapılarımdan girdiler. Ve işte açmıyorum gözlerimi. |
Bu benim ona yazdığım eline geçmeyen, göndermediğim veyahut gönderemediğim bilmem kaçıncı mektubum;her ne hikmetse bilmiyorum ama beynimdeki düşünceler iki noktada birleşiyor.Birincisi mektupları hep gece yazarım camın önünde sokak lambasına bakarak, yarasalar mı ilham getirir sokak lambamsımı bilmiyorum ikincisi gece insan daha cesur oluyor *******i düşündüklerimi sabah ilk iş yapmak olacak diyorum ama yapamıyorum.
Bazen kendi kendime sorular soruyorum acaba diyorum ona olan duylularım körelmiş midir sonra kendi sorularıma kendim cevaplar buluyorum eğer duygularım körelmiş olsa diyorum ona bu mektupları yazarıyım ve bir sanat eseri gibi saklar mıyım .Bir hisse senedi gibi, değerli bir tablo gibi. Tabi bu soruların gerçek cevaplarını bende bilemiyorum.omuzlarımın taşımayacağı yükleri taşıyamamaktan mı korkuyorum onu da bilmiyorum . Zamanla duygularıma gem vuramadığım için şimdi tutup ta zamanı suçlamanın bir anlamı yok suçlamıyorum işte bende zamanı buna hakkımda yok zaten. Şimdi yüklendiğim sorumlulukları bir hamalın sırtındaki yükü devenin sırtındaki kamburu taşımaya mecbur olduğu gibi bende bu sorumlulukları taşımaya mecbur hissediyorum kendimi. Ve işte zaman ilerledi sırf bize inat olsun diye saatin akrebiyle yel kovanı on ikide buluştular.zoraki gözlerimi kapatmak istiyorum ve dahası uyumak . Uyumak öyle kolay iş değil insanın uyuması için kendisiyle barışık olması gerek ben nasıl barışırım kendimle ben benliğimi ona verdim ve o yok işte. Beklenen gün gelir ve beklenen gelmezse intiharın eşiğine gelmişin demektir |
SİL BAŞTAN
bugün hayatıma yeniden başLıyorum. evet bugün benim hayattaki ilk günüm. nefes alıyorum artık istanbul boğmuyor beni. ve ben bir kış mevsimini daha geride bırakıp sıcacık yaz günLerime dönüyorum belkide en iyisi bu. hiç ağlamamak hayal kurmamak ve belkide beklememek birşeyleri. çek git diyorum kendime çek git. bir kez de beklenen ol bekleyen değil birkez de sen ağlat . başla sil baştan herşeye sil baştan hayata . bugün eski hayatıma dönüyorum. bak artık gözlerim ıslak değil. tabikide unutmadım seni ama artık yoksun. yok olduğun için mutluyum artık bu mutluluğu hissetmek çok güzel. hayır ben yalancı değilim elbette çok sevdim seni ve eğer duymak istediğin buysa evet hala seviyorum seni ama bu benim kışları terk edip yazlara dönmeme engel değil yada mutluluğuma engel değil sende mutlu ol. bugün yeni birgün bugün hayatımın ilk günü ve ben bugün yaşıyorum bu kadar bencil olma elbette aşık olacağım başkalarına. onlarda beni terk edip gidecek belki ama senin kadar acı çekmeyeceğim birdaha emin ol . merak etme kimse senin kadar acıtmaz canımı hem sen neden bu kadar beni düşünüyorsunki? sen değilmisin beni bırakıp giden büyülü aşkımla neden sorguluyorsun beni. bir saniye beynim seni algılamada zorluk çekiyor . demek beni seviyorsun. bunun için geç kalmadın mı? gidemez miyim sence. giderim. seni ne kadar sevsemde giderim . çünkü benim hayattaki ilk günüm beni andığın zamanlarda çok sevilmiştim dersin. ama şimdi ben yokum ho$çakal... |
Bir yüzükte saklı sana olan sevgim
Hatirlar misin bilmem ama ben hiç unutmadim o ilk anlarda ki heyacanimizi. Düsünüyorum da; ikimizin arasinda da olsa yüzük takmaya karar verdigimizde ne kadarda mutlu olmustuk.Sanki tüm sevgimiz o yüzüklerde toplanmisti.Senin benim,benim senin oldugunu kanitlayan,baskalari tarafindan algilanabilecek tek görsel nesnelerdi onlar. Daha ilk baslarda bizim için nese kaynagi olmuslardi. Benim yüzük ölçümü tutturamamistin.Ite kaka zor sokmustum parmagima. Birdaha çikmasi gerçekden de zordu. Sende piskin piskin "Ben zor kazanilan bir insanimdir.Kalbine zor girerim,kolay çikmam.Baksana yüzük bile bunu anlatiyor"demistin. Nekadar gülmüstük ozamanlar.Seni her sikistirdigimda ";yüzük" der çikardin öbür taraftan. Böyle olacagini bilemezdik degil mi? Simdi neden diye soruyorum da kendime. Yüzük hala parmagimda ama sen yoksun. Içimde ki hesaplasma hiç bitmiyor. Hersey bana çok banel gelmeye basladi. Hiç çikarmayacagima söz verdigim,bedenimin parçasi olan bir yüzük vardi.Mutluyudum,mutluyduk. Ya simdi?Artik senin taktigin yerde durmuyor.Yüzük parmagimdan çikti inatla serçe parmagima taktim onu. Tamam artik son yerindesin,söz verdim,seni çikarmayacagim dedim.Ancak artik ellerimi yikarken bile düsüyor parmagimdan.Içim sizliyor aliyorum tekrar. Bu öyle olasi bir olay oldu ki benim için çikmadiginda senin beni düsündügünü zannediyorum,içimde sicaklik hissediyorum. Senden ayrildikdan sonra ruhumla beraber bedenimde zayifladi. Senin sevgini tutamamis bir ruhum,senin hediyeni tutamayan bir bedenim var artik. Çikarip atamiyorum ama kaybolsun istiyorum. Habersizce,onu asla bulamayacagim bir sekilde. Tipki onu bana verenin yaptigi gibi,senin yaptigin gibi. Biliyorum üzülecegim,arayacagim günlerce.Ama sonunda alisacagim.Sadece hatiralarimda kalacak. Yüzük! Esin olmadan ne kadar anlamsiz ve degersizsin degil mi?Bunu biliyorsun ve benden kaçmayi diliyorsun.Niye?Bulabilecek misin esini?Bizim canli bedenimizle yapamadigimizi sen cansiz varliginla yapabilecek misin? Beni bu sekilde düsünecek kadar saflastiran sen degil misin?Git artik yüzük seni istemiyorum. Sen git izin kalsin. Tipki sahibin gibi.... |
Bugün kötüydü hem de çok. insanların hayatında dönemeçler oluyo ya aynı öyleydi. yıpranmış ömrümün belki ilk dönemeciydi belki de hiç bitmeyecek dönemeçlerimden sadeece birriydi. hep aynı şarkı çalıyordu uyuyorum uyuorum bu sensizik bitsin diye. niye uyuyordu ki? bu sensizlik zaten hiç bitmeyecekti. nereye kaçsan peşindeydi. uyuyunca günler çabuk geçmyordu ki sadece onu daha çok düşünüyodun, özlüyodun. ama o yoktu. o nerdeydi. sen onun için ağlarken belki de o kahkalarla gülüyordu. seni çok sevdiğini bilmiyordu. oysa sen her anı onu düşünerek onu isteyerek geçiriyodun. ama o istediğini elde etmişti bi kere seni unutmuştu bile. sen onun sevgilisiydin. sorarlarsa gösterebileceği birisiydin. oysa o. o herşeydi. o tektaneydi. o şimarıktı. o alçaktı zalimdi. bunu bi tek sen biliydun başkaları değil. onu seviyordun sevmekte istemiyodun, ağlıyodun ağlıyodun. aama hıçkırıklarını sadece sen duyuyodun. onu sıkıca sarma istiyodun ölesiye ama o gidiyordu kaçıyordu. sen onun belki de oyuncağıydın. ayrılığa yürek dayanmaz diyodun şarkı söylüyodun aptal gibi hayata gülüyodun karşı geliyodun o gülüyordu, kaçıyordu. umursamıyordu. senin bişiler umurundaydı ama onun değildi. sen seviyodun o diğil. oysa sen sevmek istemiyodun ama seviyodun lanet olsun ki seviyodun. bıçaklandığında ağlamaktan geberiyoddun o işin dalgasındaydı. o umursamazdı, bencildi. o senin farkında bile değildi. anlamıyodun lanet ediyodun allaha kaderine. neden ben diyodun neden ben. neden başkası değil işkence diyodun bitsin bu işkence. oysa bilmiyodun ki herkes böyle herkeste aynı dert belki de bilmek istemiyodun. sen seviyodun hemde ölümüne.........
|
SENİN OLMADIĞIN O YERDE
Adına aşk koyduğun o büyük boşluğa ben koca bir hayat sığdırdım... Beni sevmemene isyan edip kaçmak, sende aradıklarımı hayatla doldurmaya çalışmak, ruhumun en büyük yanılgısıydı... Hayat bana en acımasız yüzünü sevgini inkar ettiğim zamanlarda gösterdi... Ve şimdi asıl olmam gereken yerde, hayata başladığım yerde, kalbindeyim... Vazgeçilmez oluşunun sırrı bu işte: Senin olmadığın yerde ne olduğunu biliyorum ... Cezmi ERSÖZ |
Daha Fazla Yabancı Ölmek İstemiyorum Sana
İyilikten, saflıktan ulaşamadım kendime burada… Burası durmadan hızlanan bir kent. Burada sonsuz arzu çarpışır. Sonsuz acı… Sonsuz hırs… En başlarda ne istedim tam bilmiyorum. Ama öyle açık ve duruydu ki gördüğüm herşey, nereye ve kime baksam beni kendisine inandırıyordu. Henüz içimde bir başkası yoktu. İçimde benden ayrı, bana karşı bir ses yoktu. Gidemediğim yerleri mutlu özlerdim, çünkü gitmesem bile bilirdim ki oraları da benden bir parçaydı. Çok az ve usulca konuşulurdu. Çünkü sessizlik vardı ve ve bu sessizlikte en küçük sesler bile çabucak yayılırdı heryere. Sessizlik kutsaldı, çünkü bütün sesleri o saklardı koynunda. Evlerin önünde küçük bahçeler vardı. *******i ışıl ışıl yanan küçük düş ağaçları vardı. Herşey bizim için yaratılmıştı sanki, göründüğü gibi olan ruhumuza göre. ******* gündüzlere usulca sokulurdu. Yavaştı herşey. Çok yavaş… Kutsal ve sonsuz bir aynaydı gökyüzü. Kendisine içtenlikle ve sabırla bakanların ismini sayıklardı… O zaman da vardı kötülük ve şiddet… O zaman da vardı yalan ve sevgisizlik… Ama yavaş dönerdi dünya. Garip, kutsal bir sessizlik vardı heryerde. Utanırdı kötüler yaptıklarından. Pişmanlık duyulurdu her yalandan sonra. Sanki mecbur kalındığı için sevgisizdi insanlar. Top oynardık mezarlıklarda. Ölüler dünyanın en sevecen insanlarıydılar. Hayatı onlar sevdirirdi bize. Aynı güneşin altına uzanırdık birlikte. O zaman bir tek kalbim vardı benim. Gözlerim bana aitti nereye gitsem. İçimde kendi sesimden başka hiçbir ses yoktu. Hayatın o dinmeyen ağrısıyla hatırlardım kendimi. Susar dinlerdim. O ağrıyı incitmemeye çalışırdım. Kaçmazdım ondan. Bilirdim ki istesem de kaçamam ondan. Güneşin doğuşu ya da batışına nasıl saygı duyuyorsam ona da öyle derin bir saygı duyardım… Toprak, içimde sakladığım halde ulaşamadığım sevgiliydi… Kendimle değil, toprağın sırrıyla yarışırdım. Kendimden değil, toprağın sırrından ürkerdim… Bu ürküntüyle barışmak için sık sık toprağa yüz sürerdim. Koklardım onu. Çıplak bir hazla yürürdüm üzerinde. Kalbimin üzerinde yürür gibi… Sonra sular geliyor aklıma. Aktıkça yüzün gibi aydınlanan sular. İlk orada hatırlıyorum seni. İçimde henüz başka bir ses yokken. Kalbim ve gözlerim sadece bana aitken… O suların peşinde, hayatımın peşinde, yüzünün peşinde… İlk orada akıp giden sularda seninle kendimi gördüm. En çok sende sevdim kendimi. Akıp giden sularda. İlk kez sende gördüm özlemlerimi… Akıp giden kalbimi… O parçalanmış ve sadece sana ait benliğimi ilk kez sende gördüm… O yavaşça dönen dünyayı, bütün sesleri içinde saklayan o kutsal sessizliği… Kendisine sabırla ve içtenlikle bakanın adını sayıklayan o sonsuz gökyüzünü… Gökyüzünün el verdiği o küçük düş bahçelerini… Toprakla sular arasındaydı kalbim. Bu yakınlıkta ne varsa, bu sır nereye varacaksa görmek isterdim. Çünkü öyle inanırdım ki kendime, nereye baksam seni görürdüm. Toprakla sular arasında giderek aydınlanan yüzünü. Dalgaların aydınlığı vururdu terkedilmiş evlere. Bir kapı açılır, içeri üşümüş bir ışık girerdi. Dışarıda bir sonsuzluk kimsesiz yanardı. Bir ceset vururdu sahile, ömrüm olurdu yorgun ve ıslak saçları… Sen olurdun yüzünü saklayan herkes… Sonra… Sonra biterdi toprak… Akmaz olurdu sular. Kirlenirdi o kutsal sessizlik… Düş ağaçları kesilirdi… Seni bekleyecek yer bırakmazlardı bana… Sürüklerdi beni peşinden hızlanan dünya, bu durmadan hızlanan kent… Sürüklerdi beni kalbimden ayrılan ikinci kalp, sürüklerdi beni gözümden ayrılan ikinci göz… Ruhumdan ayrılan öbür ruh, sürüklerdi beni… Artık bu kent o kent değil, bu kalp o kalp değil, bu gözler o gözler değil… Seni sevdiğine inandığım o insan bu insan değil… Burada gidilecek hiçbir yer yok. İnsan en fazla o öbür, o yalancı kalbine çarpıyor… Burada insan en fazla o sahte gözünü hissediyor içi acıyarak… Ne kadar sevse de dünyanın bütün sevgisizliğini üzerine alıyor burada insan… Hep başkalarının sahte yasını tutuyor… Burada her sabah, her akşam insan yeniden, hep yeniden başlıyor hayatına. Sanki hiç yaşanmamış gibi, hiç gidilmemiş gibi, hiç ders alınmamış gibi… Burada insanın yalan yüzü değil, o en derinde sakladığı kalbi kararıyor önce… Artık burası herhangi bir kent: Kalabalık, doyumsuz, aceleci, konuşkan, acımasız, telaşlı unutkan, intikam dolu ve hep kaybetmiş… Burada sistem, kirletilmiş arzularla içimize, beynimize sızıyor, o “kurtarılmış beyin hücrelerimize”. İşte sevgiyi, yitirdiğimiz ve özlediğimiz aşkımızı, işte en derinde yatan insanlığımızı aradığımız yer burası… İşte seni aradığım yer burası: Herşey satılık burada, herşey ambalajlı. Sevgi, umut, ütopya, başkaldırı, inanç, ölüm, farklı hayatlar… Herşey, herşey satılık burada.. Burada herşeyin bir fiyatı var… Burası durmadan hızlanan bir kent… Aşk bile burada serbest piyasa kurallarına bağlı… Sahte bir kalple peşinden koştuğum bu dünya seni bana anlatmaz, artık biliyorum… Burası benim önümden koşan bir kent… Burada ikinci kalbimle, ikinci gözümle, ikinci benliğimle yarışıyorum. Burada kendimle amansız kavgalıyım… Seni sevdiğim kadar sevmedim bu hayatı, inan… Ne olur bir tek buna inan… Çünkü sende gökyüzüm var. sende sonsuz yağmurlarım, kutsal sessizliklerim var… Sende o küçük düş ağaçlarım var… Affet bu küçük insanlığımı… Affet peşinden geldiğim bu kenti… Affet o derin doyumsuzluğumu… Göremedim affet, sen bu kentte denizden çıkan bir cesettin. O yorgun ve ıslak saçları ömrüm olan bir ceset… Affet beni… Gidilecek başka bir yer yokmuş bu kentte… Toprakla akan su arasındaki yüzünden başka… İşte bunu öğrettin bana… O sessiz, o kutsal yüzünle bana bunu öğrettin. Bu kentte aşk olamayacağını… Beni kendine çağırdın. Akşamın o ıstıraplı eşiğine… Son bir umutla sana sarılıyorum sevgili. Dünya nereye giderse gitsin, bir tek sen kaldın bu kentte, birtek sen kaldın içimdeki iyilik yüzünden utandırmayan beni… Ben bu dünyadan kaçtım ve gidecek başka yerim yok… Burası içimi kanatarak hızlanan bir kent… Bir yanım ölü, bir yanım sen… Sevgiliysen tanı beni, bil öyleyse… Dediğin gibi sevgili, daha fazla yabancı ölmek istemiyorum sana…. Cezmi Ersöz |
Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını... Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden... Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı... Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor... Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde... Belki aynı gece,belki yıllar boyunca konuştuğumuz yerden bana geldik...susuz ve yorgun...Yaşamaya köpekler gibi aç,ama ölüme dünden razı... Bana geldik...Belki içimizdeki acıyı avutur,koptuğumuz ışığı ikna eder,biraz olsun hiç yaşamamış,hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapar,içimizden bir ömür çalar,yitirdiğimiz ve anlayamadığımız ne varsa uzakta bırakır,buradan,bu hayattan yolumuza devam ederiz,sanmaya geldik... İçtik,şımardık,ağladık,hayatı özledik,çığlık attık;ardımızda bıraktığımız ve bir kez olsun sahiden dönüp bakmadığımız onca kırıl kalp,onca vazgeçiş,onca erteleyiş,onca unutuş bir gecede bağışlanır sandık... Ama olmadı...Bunu ilk ve son kez sevişirken anladık...Birbirimizin çıplak bedenlerine dokunduğumuzda...Aynı anda,belki de peş peşe,derinden,çok derinden öksüz kalan bir çocuk gibi kesik kesik ağlamaya başladık...Engel olmaya çalışsak da,yine de kahredici bir hoşluğu vardı bu ağlayışın içimizde...Bu hayatta sevgili olarak birlikte gidecek bir yerimiz yoktu...Geçmişimiz bizi geri çağırıyordu...Gidecek bir yerimiz yoktu,ama kaybolmamıştık...Bu yüzden kahredici bir boşluğu vardı göz yaşlarımızın... Sonra sabah oldu...Sonra acı ve özlemin yerini utangaç bir boşluk aldı...Bütün o eksik hazların yerini derin bir suçluluk duygusu aldı... Sonra o gitti,yaramda hiç unutamayacağım bir ürperti bırakarak gitti...Yaram ki,kimse onun kadar beni anlayamaz,yaram ki onun kadar kimse beni sevemez...Gözlerimden çok içimdeki yaramı sevdim ben...Çünkü ondan başka kimse bana beni gösteremedi...Herkese,ama herkese yalan söyledim,ama bir tek o biliyordu hepsini...Bir tek o gördü beni kendimi aldatırken...Onu unutmaya çok çalıştım...Yok saymaya...Hayat diye içine girmediğim akvaryum kalmadı...Her mevsim mutluluk modaydı...O akvaryumların içinde mutluymuşum gibi yaptım...Yaramı unutup herkes ne yapıyorsa onu yapmaya çalıştım...Akvaryumun içinde,herkes gibi camların dışında bir yeri özledim...Bana ait olmayan bir hayatta,hiçbir ortak yanım olmayan insanlarla akvaryumun dışını özledim...Yaramı unutup,neyi özlediklerini bilmeyen insanların özleyişlerini sevdim...Bilmiyorum,belki bunu da kendi yaramı unutmak içim yaptım hep...Anladım ki,nereye gitsem sonunda yarama dönüyorum...Ne yapsam,ne etsem döndüğüm tek yer yine o eski kalbim...Bütün o oyunlardan bana kalan o eski yadigar...Ne kadar sevse de insan,tükenip,yorulduğu bir saat var...Herkesin bencil bir ömrü var...İşte en çok o zaman hatırlarım o eski kalbimi,onca insana kendimden öç alırcasına dağıttığım kalbimi,çok sevdiğim bir yabancı gibi hatırlarım...Mahcup bir özlemle çağırırım onu dağıttığım yerlerden;hayatlardan,yorgun ve bencil sevgilerden... Utanarak...Sanki kendi kalbimi geri çağırmak bir suçmuş gibi çağırırım...Güzellik ve soyluluk saklıdır o kalpte...Kalbimdeki kimsesiz kalmış güzelliğe ve soyluluğa vurgunumdur ben...Onu her arzulayışımda karşıma Tanrı çıkar...Beni böyle eksik,böyle yarım,böyle susuz,böyle bir başına O bırakmıştır...Tanrı vardır ve benim bu sonsuz susuzluğum ondandır... Bu susuzluğu hissettiğim andan beridir hayattan korkmamayı öğrendim...Kime dokunsam Tanrı’ya sonsuz bir yakarış;kime dokunsam o büyük kopuşun sancısıydı;kime dokunsam kendimdeki ilk ağrıya dokunuş gibiydi...Kime dokunsam eksik,ve yanlış bir Tanrı’ya dokunmak gibiydi... Tanrı’yı unutmak,içimdeki aşkı unutmak gibidir bazen...Böyle zamanlarda kalkıp giden her şeyin peşine takılırım...Bütün zamanların,bütün trenlerin,bütün vaatlerin ve hızların arkasından giderim...Farklı olmak adına,kendim olmak adına,herkes gibi olmak adına koşarım giden her şeyin ardından...İçimdeki Tanrı’yı,içimdeki aşkı soluksuz,kimsesiz bırakarak koşarak giderim her şeyin ardından...Kendimi hatırlamamak için her anımı,her dakikamı tıka basa bu hayatla doldururum...içimdeki aşkı,içimdeki susuzluğu unutabilmek için bir projeye,bir yaz boz tahtasına dönüştürürüm kendimi...Her yerde ve herkesle olmak için kendimi boşlukta bir yerde yeniden yaratmaya çalışırım...Herkesle ve her yerde olmak için,beni her yere bir an önce yetişmek için,kendime bana ait olmayan bir kalp,bir yüz alıp kimsenin bilmediği,uğramadığı bir boşluğa yerleşirim...Herkes ve her şey olmaz için,beni çağırdıkları her yerde olmak için bu boşlukta yaşadım kimsesiz,bu boşlukta yüzüme çarpan kapılar,bu boşlukta hızlandıkça geciktiğim,bu boşlukta çırpındıkça yitirdiğim her şey bana aşksız geçen yıllarımı hatırlatır...Bana Tanrı’sız ömrümü,yüzümden yoksun geçen anlarımı hatırlatır...Böyle zamanlarda defalarca çiğneyip geçerim kendimi...Verdiğim sözleri,ettiğim yeminleri...Atarım kendimi herkesin ortasına...Gizlerimi atarım hoyrat gözlerin önüne...Önce ben başlarım kendimi yağmalamaya...O güvenmediğim hayatı ve zamanı yanıma alarak gizlediğim ne varsa ortaya dökerek...Öç alırcasına kendimden...Dökerim her şeyi ortaya...Herkesin kendinden kurtulmak için kışkırttığı yurtsuz ve kimsesiz bir gece için... Böylesi *******de herkes o eski yarasına haksızlık etmiştir;böylesi *******in sabahında herkes ezbere ve çabuk çabuk konuşur ve kimse kimsenin gözlerine korkusuzca bakmaz...Herkes bir an önce,eksik ve yanlış da olsa bir gece önceki ömrüne dönmek ister...Herkes susuz bıraktığı o eski kalbine dönmek ister... Bunları bilince,bunları hissederek yaşayınca kimseye kızamıyor insan...Öfke dönüp dolaşıp geliyor yine içte patlıyor...İçimde patlıyor...Çünkü kime kızıp,kimi lanetlesem en sonunda onu içimde buluyorum...Suçladığım herkeste biraz ben varım...Kimi yargılasam elimde kanı var...Kime bağlansam onda haksızlık ettiğim ömrüm ,susuz bıraktığım Tanrı’m var...Kime koşup sarılsam onda kolları bağlı erdemim var...Başkalarını yargıladıkça kendini tutsak eden,başkalarını küçümsedikçe küçülen sevgim var...Oysa ne yapsam o yurtsuz gecem,susuz bıraktığım aşkım beni hiç unutmaz...Sorar hesabını...Defalarca gidip gelerek ömrümden,kimlerdi,diye sorar o kanayan yüz bana,kimdi bütün gece onda yargıladıkların...İtildiğim ve sığındığım yüzümden tek bir yanıt çıkar,tek bir ses...O ses der ki,bütün gece yargıladıkların aslında sensin...Bilirsin ki o ıssız gecede bunu sana söyleyen senin sesindir...Sahibini ancak bu ıssız gecede bulmuştur...İçinde soluksuz bıraktığın Tanrı’nın sesi,içinde öyle kimsesiz,öyle kanlar içinde bıraktığın sahipsiz yüzünün sesidir...Ne olur sus ve öfkelenme der bu ses bana...Boyun eğ bu sese...Kabullen onu...Bir kez olsun kendi sesinin önünde eğil der...Bir kez olsun kulak ver ona...Kulak ver ona,onun neleri yitirdiğini,neleri sonsuza dek kaybettiğini bir kez olsun anların ağzından duy...Yüzünden akan kanı bir kez olsun öp...Sadece gözyaşı değil onlar...Dokun onlara,dokun kendi kanına,yitirdiğin ve özlemini çektiğin her şeyi kendi kanında bulacaksın...Orada bütün yargıladıkların var...Orada reddettiğin bütün ömrün var...Bu hayattan tiksinip lanetlediğin ne varsa,hepsi kanında saklı...Seni terk edip ihmal edenler,seni bir türlü anlamak istemeyenler,seni yargılayıp dışarıda bırakanlar orada...Orada,seni deliler gibi sevenler ve senin içine bir türlü giremeyenler...Ne olur bir kes olsun onca insana dağıttığın kendini geriye çağır...Ne olur bir kez olsun anla,ömründen daha uzağa gidemezsin...Onca yıl susuz bıraktığın Tanrı’ndan daha uzağa gidemezsin...Ne olur anla,onca yıl kimsesiz bıraktığın yüzünden daha uzağa gidemezsin...Ne olur bir kez olsun anla,yarını yok sayarak hiçbir yere gidemezsin... Yaşamak ne ki,hem kendini,hem sevdiklerini durmaksızın kimsesiz bırakmak değil?..Yaşamak yüzünü onca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi?Yaşamak her gittiğin yerde bıraktığın yüzleri kanayarak özlemek değil mi?.. Yaşamak,içindeki o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini bu hayatta aramak değil mi?.. Bu hayatın ne yengisi,ne yenilgisi teselli etti beni...Ne zaman kazandım,ne zaman,artık kurtuldum,desem,daha derin bir boşluk açıldı önüme...Bu hayatın kurallarıyla ne zaman çıksam yola,kazandıkça kaybettim,yükseldikçe alçaldım...Ne aklımdan kurtuldum,ne delirdim... İçimdeki erdem öylesine soluksuz kalmıştı ki,ne zaman aşkın bir güzellik görsem ertelediğim hayatım gelirdi aklıma...İçimdeki erdemi suç ve günahla sınamaya geç başlamıştım çünkü... Çünkü ne zaman yasadışı bir gece yaşasam anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış gelirdi içimden... Ne zaman beni bana hissettiren birine sarılsam;çok uzaktan,çok eski bir duygu bana rağmen,bana inat yanımdan geçip giderdi...Kimi sevsem hiç olmadığı kadar yalnızlaşırdı...Kimi sevsem bütün o yanlış hayatım gizlendiği yerden çıkıp gelirdi...Kimi anlamaya çalışsam hayatımın boşluğu çarpardı yüzüme...Kime elimi uzatsam o unutulmuş ömrümle karşılaşırdım... Kendimi daha fazla ne kadar tüketebilirdim...Kime sarılsam verip de tutamadığım sözler çıkardı karşıma... İnsan her sabah doğan güneşten utanır...İnsan er ya da geç gelen mevsimlerden utanır... İnsan onca yıl susuz bıraktığı Tanrı’sından utanır... İnsan bunca işarete,bunca özleme rağmen bir türlü gidemediği yerden utanır... İnsan yalan bir hayattan onca yıl bir kurtuluş beklediğine utanır... |
'Bu gece sende kalabilir miyim? ...'
Lokalden henüz çıkmış, sokağın köşesindeki küçük büfeden sigara ve bira alıyordum. Eve mi dönecektim? Aslında hiçbir yere gitmek istemiyordum. Eskiden nedense hep benim gibi insanların gittiği yerlerden incinmiş, yaralanmış dönerdim evime. Evim yaralarımı sardığım yerdi. Şimdiyse evim her gün biraz daha yabancılaşıyor bana. Evimde yaralarım iyileşmiyor artık... Beni evine götür ne olur, çok üşüyorum... Dönüp baktım; genç, zenci bir kadın vardı yanımda. Soğuktan titreyen kalın alt dudağını dişleriyle eziyordu. Bütün bedeniyle üşüyordu. Bütün tarihiyle. Sanki bir tek gözleri üşümüyordu. Hesap soran, insanın ta içine saplanan, bütün yalanlara doymuş olan gözlerden kimse kaçamazdı... Omuzunda çuval bezinden yapılmış büyükçe bir çanta vardı... Eski moda çizmeleri çamurlanmıştı. Üzerinde tek göz alıcı ve en yeni şey boynundaki gökkuşağı rengindeki fularıydı... Gözlerinden kendimi zor alıp: 'Daha önce hiç tanıştık mı, kim olduğumu biliyor musunuz? ' diye sordum... Simsiyah yüzünde sıcacık bir gülümseme dolaştı. Gözlerindeki keskin hüzün bir an yumuşadı. Dişleri titreyen alt dudağını serbest bıraktı: 'Hayır tanımıyorum sizi, hiçbir yerde de tanışmadık...' Sesinde sanki bir alay gizliydi. Anlamıştım tanıdığını. 'Peki, neden ben? Neden benim evimde kalmak istiyorsunuz? ' Durdu, o yalana doymuş gözleriyle içime bir kez daha baktı. Omuzundaki çantayı hafifçe düzeltti ve vurgulayarak: 'Çünkü sen diğerlerine göre bana daha az zarar verirsin...' Üşüme sırası bendeydi. 'Daha az zarar öyle mi? ' Sanki şu bugüne dek hayatıma giren bütün kadınları simgeliyordu bu siyah derili kadın. Sanki onlar adına konuşuyordu. Daha az zarar verirsin, derken, onlar adına çok eski ve belki de hiç ödenmeyecek bir sitemi dile getiriyordu. Onlar adına üşüyordu, üşütüyordu. Seni tanımıyorum derken, hayatıma giren bütün kadınlardan sakladığım o karanlık, o gizli yanıma dokunmak istiyordu... Onu yargılıyordu... Sevdiğim, hayatıma giren kadınların neredeyse hiçbiri egemen, burjuva sınıfından değildi. Hiçbiri güçlü, korunaklı, varlıklı olmak istememişti. Hiçbiri bu hayatta iyi ve güçlü bir yer edinmek derdinde değildi. Sevmekti asıl hırsları, asıl dertleri. Sevmekte kaybolmak isterlerdi. Sevildiklerini hissettiklerinde onlar için zaman hep sonsuz şimdiki an'dı... Ruhları ve bedenleri zenciydi... Uyumsuzdular ve derilerini koruyan hiçbir kalkan, hiçbir yapay deri yoktu. Belki de hepimiz zenci doğuyorduk, kimimiz uyum sağlıyor, güçleniyor, kazanıyor, kazandıkça siyah derisinin üzeri beyaz, parlak, güvenli bir deriyle örtülüyordu... Ailesi hakkında hiç bir şey öğrenemedim. Söylemiyordu. Ailesiyle olan bütün bağlarını koparmıştı. 'Merak et, ' diyordu sadece. 'Merak et.' İstanbul'da doğmuştu. Okuduğu üniversiteyi yarım bırakmıştı. Geçinmek için çalışmak zorunda kalmıştı hep. Geçinmek... Bütün tutkularını, arzularını, düşlerini gölgelemişti, bastırmıştı. Geçinmek. Ev kirası ödeyebilmek, karnını doyurmak, ayakkabı almak, mavi kart çıkartabilmek... Geçinmek! .. Bu kelime, kronik bir hastalık; acımasız bir kabus gibi yıllarca başka bir şey düşünmesine izin vermemişti... Apartmanın merdivenlerini çıkarken adımlarına, ayaklarına baktım göz ucuyla. Öyle yavaş, neredeyse ürkek denilebilecek bir şekilde çıkıyordu ki merdivenleri, uzun süre hep yabancı evlerde konakladığı hemen belli oluyordu... Onu sokaklardan kurtarıp, bir gece de olsa misafir eden birine minnetini ödemeye önce merdivenleri olabilecek en sessiz adımlarla çıkarak ödüyordu sanki... Evime girdik. Salona, odalara tedirgin bakışlarla baktı; 'Evde kimse yok, doğru söyledin değil mi? ' diye sordu... Emin olunca salonun duvarındaki fotoğraflara bakmaya başladı. İçi pembe, dışı siyah ve soğuktan şişmiş olan ellerini, bir yere çarparlar, bir şey düşüp kırılır endişesiyle arkadan birbirine kenetlemişti. Mutfağa gidip, bira şişelerini açtım ve tabaklara kuruyemiş doldurdum. Bunları salondaki sehpaya bıraktım sonra da teybe bir kaset koydum... Bütün bunlar benim için çok sıradan şeylerdi. Evimin olması, evimde rahatça içki içebilmem, müzik dinleyebilmem, misafir ağırlamam... O ise beni şefkat dolu hayranlıkla, gizemli bir merakla izliyordu... Bir ara; 'İnsanın kapısını açıp girebildiği bir evi olması nasıl bir şey? ' diye sordu... Ne diyeceğimi bilememiştim o an... Evsiz kaldığım günleri, arkadaş evlerinde gecelediğim *******i, otel odalarını çoktan unutmuştum, öylesine sıkıntılı, çekilmez günlerdi ki, aslında unutmak istemiştim... O ise yıllardır hep başkalarının evinde kalıyor, kendine bir ev tutamıyordu. Çünkü sürekli bir işi olamıyordu hiçbir zaman. Çok kısa sürelerde yayınevlerinde, pazarlama şirketlerinde çalışmıştı. Onun deyişiyle, bu kadar beyaz işsiz genç varken, bir siyaha, bir zenciye bu şehirde kim sürekli iş verirdi... İçine girilmeyecek evlerin kiraları elli milyondan başlıyordu. Depozit, iki, üç aylık peşin para istemeleri de cabası... Üstelik hiç eşyası da yoktu. Bütün her şeyi, dahası evi sırtında taşıdığı o çuval bezinden çantasının içindeydi... Bütün gün gazete ilanlarında iş arıyor, akşam olunca da umutlarını bir sonraki güne erteleyip kafelerde, barlarda, köşebaşlarında kendisine 'az zararı' dokunabilecek birini bulmaya ve onun evine o gecelik davet ettirmeye çalışıyordu... İçinde boğulmuş ıstırapların kanı, içinde sahici acıların kıvılcımları olan gözleri insanın ruhunu ne kadar didik didik edip okumaya çalışsa da sonuçta o da yanılıyordu... 'Az zararı' dokunur diye kendisini davet ettirdiği ya da çağrıldığı erkeklerin evlerindeki kadınların çoğunlukla kendilerine ait bir evleri olmuyordu, sandığından daha büyük, daha derin zararları oluyordu ona... Tahmin ettiğim gibi 'az zararı' dokunmak sözü onun dilinde gizli bir alayla çıkıyordu... Böyle insanlar derisinin rengi yüzünden onu ruhu olan bir insan olarak görmüyorlardı: Yarı hayvandı, ya da ruhsuz bir cinsel objeydi onların gözünde... Bir kere hemen hepsi onunla zorla da olsa yatmak istiyorlardı... O da içini acıtsa da, bedeni buz kesse de bu tekliflere çok da direnmiyordu zaten. Sokaklarda tecavüz edilirken öldürülmekle kıyasladığında bunu artık daha katlanılır bulmaya başlamıştı... Sevişmeyi çaresiz kabul ettiğini anladıkları anda kimi erkeklerin inanılması güç, akıldışı, iyilikleriyle, jestleriyle karşılaşıyordu... Ama çoğu boşaldıktan, işini bitirdikten sonra birdenbire garip bir acımasızlığa, gaddarlığa bürünüyordu... Aynı insanda bu iki zıt duygunun nasıl olup bir arada bulunduğuna her defasında ürpererek şaşırıyordu... Bazıları onu ruhu olan, iğrenme duygusu olan bir insan olarak görmediği için tuvalete kapısını örtmeden giriyor, bazısı yakın bir erkek arkadaşını; 'Şu an evimde zenci bir kız var, istersen gel, hep söyler dururdun, bir de sen dene, ' diye telefonla evine çağırıyordu... Çoğu kez uğradığı aşağılanmalar o çok derin olan tahammül sınırını bile aştığında, sırtında taşıdığı evi olan çantasını alıp o evi terk etmek istediğinde derisi siyah olan birinin kanayan gururundan kendisine hakaret payı çıkartan kimileri tarafından kıyasıya dövülüyordu... Derisi siyah olduğu için evine gittiği, yatağına girdiği erkekler içlerinde taşıdıkları hastalıklı, iğrenç, zayıf, sapkın, ahlakdışı, sakat saydıkları ve taşımaktan korktukları bütün duygularını, her eğilimlerini ona yansıtıyor, onda görüyor bu yüzden kişiliğini ve gururunu biraz olsun korumak için yaptığı davranış bu insanlarda akıldışı bir vahşete, inanılması güç bir gaddarlığa neden oluyordu... Bunları uzun zamandır kimseyle paylaşmamıştı. Beni biraz olsun tanıdığı için adeta zincirlerinden boşanmışcasına, bir duygu patlaması halinde, hatta zaman zaman benim varlığımı bile unuturcasına anlatıyordu... Bazen kendisine benim yerime soru soruyor, benim yerime kendi yanıtlıyordu... Yaşadığı eziyetler onu bu dünyadan kopartıyordu. Kendisine, içindeki o çok gizli yuvasına gizleniyordu... Artık bencilleştiğinden ya da kendine kilitlenmiş olduğundan değil, acıların durmaksızın üzerine yağmasından bazen her şey onda başlıyor yine onda bitiyordu... Böylesi anlarda yanındakini bir an unutup kendisiyle konuşması bu yüzdendi... O kendisiyle gözyaşlarıyla konuşurken bir ara kalkıp yatağını hazırlamaya başladım, ayrı yatak hazırladığımı görünce çok şaşırmıştı, o insanın içini acıtan kocaman gözleriyle beni bir süre izledikten sonra; 'Birlikte yatmayacak mıyız, içime girmeyecek misin? ' diye merak, öfke ve düş kırıklığıyla harmanlanmış, kırık bir ses tonuyla sordu... Evet, bana bütün yaşadıklarını, acılarını, uğradığı aşağılanmaları geçirebiliyordu bu an. Başarmak istediği buysa başarıyordu işte... Bütün sevdiğim kadınlardan gizlediğim ve garip bir korkuyla savunduğum karanlık yanıma dokunabiliyor, onun kapısını öfkeyle zorluyordu... Vahşetim, çaresizliğim, köleliğim ismimin arkasına sakladığım ve görülmesinden korktuğum, utandığım bütün duygularım, bütün korkularım, bütün saplantılarım o gizli yerdeydi işte... Ve o bunu çok iyi biliyordu. Beni bu hayatta, şu birkaç saat önce tanıdığım kimsesiz, işsiz, evsiz, bu itilmiş siyah derili kadın kadar gerçekten tanımak isteyen kimse çıkmamıştı karşıma... O bugüne dek sevip bağlandığım ve hep 'az zarar' verdiğini düşündüğüm ve bununla kendimi avuttuğum bütün kadınların ortak ruhu, ruhlarının toplamıydı sanki... Kendisini kaybetmişcesine ve yıllar öncesinden, bütün geçmişimi bilircesine bakıyordu bana... Birden fermuarını çözdü, pantolonunu aşağıya indirdi. Sonra da külodunu çıkarttı. Beni nasıl aşağılayacağını biliyordu, ama öfkesini kontrol edemiyordu da: 'Hadi gel, gir içime, hadi hakkındır, beni evine aldın ya, beni o soğuk sokaklardan kurtarıp getirdin ya buraya, gir içime hadi...' diye bağırmaya başladı... Karanlık yerimin bu denli zorlanması öfkeden deliye döndürmüştü beni. Ona tam, 'Yeter artık, yeter, bitir bu oyunu, ' diye bağırırken, cinsel organının çevresinde, kasıklarında, karnının altında derin sigara yanıklarını fark ettim... İşte o an da öfkem gülünç geldi bana, gülünç ve acınası... O ise adeta acıyla kıvranarak ve soluk soluğa, kendiyle konuşmaya devam ediyordu. 'Gir içime, ama sigara söndürme oramda, duyarlı yazarsın ya sen de içime gir, hadi...' Yıllardır biriktirdikleri dökülüyordu ağzından. Yavaşça koluna girdim. Yatağına kadar götürdüm. Hatırladığı her şey onu bitkin düşürmüştü. Pijamasını giydirdim. Üzerini örttüm, gözyaşlarını sildim... 'Hadi içime gir, içime girmiyorsan, gömleklerini ütülerim, bulaşıklarını yıkarım istersen, ' diyen dudaklarını susturdum. Yüzünü hiçbir zaman unutmamak için ona bütün benliğimle, ruhumla baktım. Sevdiğim kadınlara verdiğim bütün o 'az zarar'lar onun yüzünde kaskatı, tesellisi imkânsız bir acıya, acının gerçek, sahici imgesine dönüşmüştü. Eğildim ve o acıyı öptüm, dudaklarım parçalansın, bu acı beni ne yapacaksa yapsın ve ben artık böyle kalmalıyım, diye öptüm... Odama çekildim sonra. Ben de onun kadar bitkin düşmüştüm. Sıkıntılı bir uykuya daldım. Sabah uyandığımda ilk fark ettiğim yanımdaki yastığın üzerindeki en yeni ve en gözalıcı şeyi olan fularıydı... Yastığa boylu boyunca uzatmıştı gökkuşağı rengindeki fularını. Yanımda küçük bir de not vardı: 'Her şey için sağ ol. Giderken uyandırmaya kıyamadım. Seni daha fazla rahatsız etmek istemiyorum. Hem yazarların herkesten daha çok yalnızlığa ihtiyacı vardır. Senden ricam, biraz daha umutlu, iyimser şeyler yaz. Benim gibi insanların buna çok ihtiyacı var... |
Hava güneşliydi,ama ılık bir kan gibi yağıyordu
yağmur yine de... İki büklüm olmuştuk,başımızın üzerinde incecik, bembeyaz ve yorgun bir tülbent vardı... Kimdin sen,annem miydin,sevgilim mi, o an tanıştığım birimiydin, yoksa hepsi birden mi,bilmiyordum. Bildiğim,hava güneşliydi,iki büklüm olmuştuk, başımızın üzerinde bembeyaz,sevinçli bir tülbent vardı ve bize amansızca vuruyorlardı. Yüzünde anlamlı bir korku ve çok sevdiğim bir koku vardı...Çünkü bize vurdukça onlar,gerçek kokumuz çıkıyordu ortaya ve bu koku bizi birbirimize daha çok bağlıyordu... Hava güneşliydi,ılık bir kan gibi yağıyordu yağmur ve amansızca vuruyorlardı bize. Bense bu anı çok uzun yıllar öncesinden hatırlar gibiydim. Zaten ben bu ülkede ne yaşadıysam onu uzun yıllar öncesinden hissetmiş gibi yaşardım. Ne yaşadıysam çok uzak yerlerden görür gibi yaşardım. Bana benzemeyenlere yakında buralardan gideceğimi kanıtlamakla geçmişti ömrüm... Hava güneşliydi,ama ılık bir kan gibi yağıyordu yağmur yine de... Ve onlar vurdukça bize alışkanlıklarımız çözülüyordu böylelikle. Küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde. Çiçeklerin dudaklarındaki sıcak rüya korkularımızı dolduruyordu... Çünkü saf hiçbir şey yoktu bu dünyada. Kötülükler bile terkederken bir kalbi geride buruk bir üşüme bırakıyordu. Zulüm bile saf değildi,bize vuranlar yitirdikleri masala vuruyorlardı aslında...Hiç bilmedikleri sırlara,hissetmekten korktukları sevgilerine... İnsan ancak kendi cesedine bu kadar acımasız olurdu, ve biz onların hiç yaşamadıkları masallarda,hiç bilmedikleri sırlarıyla ve hissetmekten korktukları sevgileriyle birlikte ölmüş cesetleriydik aslında... Çünkü saf hiçbir şey yoktu bu dünyada... Bir ara yüzüne baktım,acıya dayanamayacak gibiydin, aşk gibiydin,saf bir güzellik gibiydin,olmayacak birşeydin. Sonra geçti,gülmeye başladın,bana mutluluklar, sonsuz mutluluklar diledin,sonra gözlerimden öptün,şükür dedin,şükür bu hayat bizim değil, bizim değil bu dünya...Bizim değil bu sınırları kayıp cesetlerle dolu ülke... Bize vuranlara hiçbir borcumuz yoktu artık, çünkü ancak zulüm altındakiler barışabilirdi cesetleriyle. Kimdin sen,annem mi,sevgilim mi,o an tanıştığım biri mi,yoksa hepsi birden mi,bilmiyordum... Önce kendimle kucaklaştım,sonra senle,çünkü kendini hiç bulamayan,kayıp insanların eseriydi bu ülke,bu dünya,bu sınırları kayıp cesetlerle dolu hayat... Dışındaydık artık cam fanusun ve başındaydık henüz fanusun içindeyken küçümsediğimiz yolların... Kimsem kalmamıştı artık uzağımda. Kimsem kalmamıştı artık kendisine benzemeyenlere birgün mutlaka buralardan çıkıp gideceğini kanıtlamaya çalışan... Senden başka kimsem kalmamıştı... Çünkü zulme borçluyduk bizi birbirimize bağlayan gerçek kokumuzu... |
Gidiyor musun diye sorma bana.
Gönderen sensin. Ne terk etmeyi istedim seni, Ne de daha yaşamadığımız bu aşkı toprağa gömmeyi. Senin kadar öfkeliyim ben de. Senin kadar endişeli... Bir dokunuşunla bin kenti yıkacak güç verirdin bana Ama inandıramadım seni. Sen, sorgularken beni kafanda Ben, gözlerinin içine bakıyordum kuşkuyla. Bir tek sözün bağlardı beni sana, Oysa sen hep susmanın koynunda. Aşkın içine bir kez girdi mi kuşku, Teslim alır bedenleri de. Sütten çıkmış ak kaşık değildim Ama yalanı sokmadım iki kişilik dünyamıza. O dünya ki bazen minicik bir odada Bazen kentin ortasında şekillendi. Nasıl da güzeldi... Zaten varsın diye her şey güzeldi ama Sen buna inanmadın. Ah bu sorular... Yaşamak varken sevdayı delice, Niye boğarız sorularla? Nasıl ikna edebilirdim seni? Ben, aşk dedikçe sen, dur dedin. Ben, seninleyim dedikçe Sen, hayır dedin. Zaten az konuşan sen Olumsuz ne kadar sözcük varsa Bulup çıkardın ortaya. Bense hiç bir şey diyemedim. Ne kadar zarar vermişim sana meğer. Nasıl değiştirmişim seni. Oysa hiç böyle düşünmemiştim. Kimseye zarar vermek istemem ben. Kimseyi olduğundan farklı bir hale getirmek istemem. Ama öyle oldu işte. Demek ki; gitmelerin zamanı şimdi. Çocukluğuna sığınır atlatırsın bu acıyı. Ne sevişmelerimiz kalır aklında, ne sevda sözlerimiz. Rahat değilim diyordun ya, rahat ol artık. Gülüşlerini saklaman için bir neden kalmadı. Tedirginliğinin sebebi de kalktı ortadan. Biliyor musun bir tanem! Gidişim yürekten değil, zorunluluktan. Sanma ki, bu toy sevdayı başka kimliklere taşırım. Sanma ki, benden sakladığın gülüşleri yalancı yüzlerde ararım. Seni de götürürüm yüreğimde. Her zaman yokluğunu taşırım. Bulup, bulup kaybettim seni bebeğim. Ne yazık ki, tozduman edemedim kuşkularını. Ne yazık ki, kalamadın bana. Öpücüğümün kokusu kalacak kapının eşiğinde. Kokladıkça; bizi bir yanlışa mahkum ettiğini anlayacaksın |
Kadın sevdiği adama sorar: ' Neden Ağlıyorsun? ' Adam cevap verir: ' Seni sevemediğim için.'
İşte bu yüzden bir kez daha iyi ki varsın diyorum sana. Senin de beni sevmeni elbette çok isterim. Belki de inanmayacaksın ama, olmasa da olur. Çünkü yıllarca sevgimin öyle çok düşmanı, öyle çok muhafızı vardı ki, ben seninle onları aştım, inan varolman bile yeterli ve seni seviyor olmak bile büyük bir nimet benim için. Ve şunu bil ki bu sevgime asla çoklarının yaptığı gibi yeteneksizliklerimi, kusurlarımı, yalnızlık korkumu, başarısızlıklarımı yüklemiyorum. Eğer öyle olsaydı, yitirmekten ölesiye korkar, seni kör bir tutkuyla sahiplenirdim. Oysa seni bir dine bağlanır gibi değil, kendi özgürlüğümü sever gibi seviyorum. |
Gölgem düşmüyor Artık Evinin Duvarlarına
Hadi gir içeri. Ama gözlerindeki o kanayan suçluluk bırak kapıda kalsın. Ona ihtiyacımız yok artık. O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını, ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu kapıda bırak. Tutkunu olduğum neyin varsa hepsini bırak kapıda. Yoksa ne kadar istesem de konuşamam seninle. Konuşamam, yalnızca ağlarım. Ne olur gir içeri. Ama girerken tut elinden sevdanın. Yıllar sonra seni yeniden uzağıma düşüren, seni o geri dönüşü olmayan yollara düşüren, yüreğinden aşkımı, dudaklarından adımı, evinden gölgemi silip götüren, o adını kimselere söylemeden ölmek istediğin, o, hiç kimseyi bu kadar sevmedim ki, dediğin sevdanı al yanına ve gir içeri. İlk aşkının yüzünü yanına al. Utanma benden n'olur. Kalbindeki o sızının halinden en çok aşkınla kavrulmuş yüreğim anlar benim... Kapat kapıyı. Kapat, içeri hayat girmesin. İçeri yalanlar girmesin. İhanetler, ihtiraslar, oyunlar, maskeler girmesin içeri. Çünkü burada yalnızca sevdan oturuyor. Hayatın içinde soluk alamayan, kendine kalbinde bir yer bulamayan sevdan oturuyor bu evde. Bak, bu ev benim yüreğim. Ne zaman kalbinden kovulsam, ne zaman hayatın ortasında öyle hazırlıksız, öyle savunmasız, öyle yapayalnız kalakalsam gelip sığındığım bu dört duvar benim yüreğim. Burası aşkımın mabedi. Burası sensizliğimin kalesi. Burası deliliğim... Burası baştan ayağa sensin, sevgilim. Sana sevgilim diyorum hala, bağışla beni. Sen artık bir başkasının sevgilisisin. Yalnızca bu cümleyi kurmamak için bile ölmek isterdim. Seni sonsuza dek kaybettiğim bu günleri hiç yaşamadan ölmek isterdim. Adım dudaklarında yok olmadan, tenim teninde henüz solmadan, daha böylesi yabancın olmadan... Gözlerine baktığımda kendimin değil, bir başka aşkın aksini görmeden önce ölmek isterdim. Ama yapamadım. Nice kaybedişlerden, nice savruluşlardan sonra, artık bu aşkı hayatın pençesinden kurtardık, o dünyevi ihtiraslardan, oyunlardan sıyrıldık ve şimdi artık Tanrı'ya yaklaştık dediğim anda, hayatı, dünyayı ve kaderi yendik dediğim anda, kalbin kalbimin yanında atarken, çocukluğum çocukluğunun ellerinden tutarken, içinde o annemin rahmi kadar huzurlu kokunu soluyarak nefes aldığım yüreğini bırakıp gidemedim. Çünkü zaten hayattan kopmuştum ve cennetteydim. Aşkınla öylesine sarhoştum ki birgün cennetimden kovulacağıma hiç inanmak istemedim. Evimin, şu talan olmuş yüreğimin dağınıklığını bağışla. Sensizliğe benimle beraber ağladı bu duvarlar. Rutubetleri ondan, aldırma. Otur şöyle, bir sigara yak. Konuşalım. Sözcüklerle değil, sevdamızla konuşalım. Anlatalım herşeyi. Sonra söz bitsin. Ölüme kadar yalnızca susalım. Anlatalım ki bu sevda kanatlarından kırgınlıklarla bağlı kalmasın bu çirkef hayata. Kurtulsun yüklerinden, bağışlasın hayatı ve sonsuzluğa uçabilsin huzurla. Biliyorum. Seni böylesi sonsuz bir aşkla severek çok büyük bir günah işledim ben. Hayatın girdaplarında savrulup duran ruhuna o yarım ruhumun ağırlığını yükleyerek çok büyük günah işledim. Ne yaptıysan sevdim seni, ne yaşadıysan sevdim. Aşkın o bulup bulup kaybetme oyunlarından yaptığın zırhın içine sakladığın kalbini ne yaparsan yap yıkılmayarak, vazgeçmeyerek ve hep affederek savunmasız bıraktım. Hiç solmayan bir sevda çiçeği olup bozdum ezberini. Direncini kırdım, kalbine girdim. Seni bir kalbi fethetmenin, ona her an kaybedebilme ihtimaliyle bağlanmanın, bir aşk için çırpınmanın o karanlık hazzından mahrum bıraktım. Affet beni, seni aşkın o dünyevi oyunlarından mahrum bıraktım. Belki de bunun için gözyaşlarıyla kazandığın ve yitirmekten çok korktuğun bir sevgiliyi sever gibi değil, sesini birtürlü susturamadığın vicdanını ya da o kusursuz ve daimi sevgisinden bunaldığın ve bu yüzden incitmekten asla çekinmediğin anneni sever gibi sevdin beni. Ama hiç aşık olmadın. Bu yüzden suçlama kendini. Asıl suçlu, bu hayatta kendine yer bulamayan, nereye gitse ya eksik ya fazla kalan, hayatı bir oyun gibi görmeyi ve kurallarına göre oynamayı hep reddeden benim o isyankar, o yaralı ve yabancı ruhum... Sen değilsin sevgilim. Hayatında önce bir sığıntı gibi yaşamaya, sonra seni kaybetmeye, ardından seni paylaşmaya, sonunda tam da sana kavuştum sanırken aşkın değil vicdanın olmaya, senin için aklına ne gelirse ona dönüşmeye razı oldum hep, katlandım. Hiç pişman olmadım seni sevmekten. Sana hiç kırılmadım. Hep anladım seni. Hayatın içinde soluk alan ve hayat kadar acımasızlaşan o karanlık yanını, buralara ait olmayan, annenin kırgın ömrünün kıyılarında unutulmuş, o yaralı, o sevgiye hasret çocukluğunun, hayatla uzlaşamamış aşk kırgını, yitik ilk gençliğinin ve herşeyin farkında olmanın çaresizliğiyle derinleşen yüzündeki çizgilerin aşkına bağışladım. Sevdim seni sevgili, sevdim... Seni o birtürlü kucaklayamadığım, ama başımı kaldırıp bakmasam bile hep orada, yukarda olduğunu bildiğim gökyüzüne duyduğum hasret gibi... Seni o suyundan hiç içmediğim, toprağına hiç basmadığım, insanlarını hiç tanımadığım, ama herşeyden kaçıp sığınmak istediğim o uzak ülkelerin hayali gibi... Seni aşkın için gözümü hiç kırpmadan arkamda bıraktığım, gözyaşlarını ve o yaralı ömrünü vicdanım gibi hep içimde sakladığım annemin karşılığı bu hayatta mümkün olmayan duaları gibi... Seni o rahmimden kanaya kanaya söküp atmak zorunda kaldığım, ama kalbimde aşkınla besleyerek büyüttüğüm sevdamızın o masum çekirdeğini tarifsiz bir hasretle özler gibi... Seni öylece, seni çırılçıplak, seni kadere isyan eder gibi, seni Tanrı'ya eş koşar gibi... Sevdim seni sevgili, sevdim... Beni bir kez öldürüp sensizliğe gömdüğün o yıllarda, o yabancısı olduğum hayatın ıssızlığında soluk almadan ömrümü yalnızca Tanrı'dan gözyaşlarıyla dilediğim o mucize için bekletirken... Sonra Tanrı sesimi duyup o mucizeyi, yani seni, yani o hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını ve ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu yeniden bana verdiğinde... Kalbim kalbinde atarken, çocukluğum çocukluğunun ellerinden tutarken... Mutluluğa dokunarak, mutluluğumun farkında olarak, mutluluktan ağlayarak... Ama bir yanım seni her an yeniden kaybedecek gibi hep tetikte... Sensizliğin o dipsiz uçurumunun kıyılarında korkusuzca dans ederek, seni benden çalan hayatın o acımasız pençesini her an arkamda hissederek... Her gece yüzümü masumiyetinin o benzersiz yurdu olan boynuna gömüp uykuya dalmadan önce bu huzuru bana bağışlayan Tanrı'ya minnetle gülümseyerek... Ve işte tam da o anda ölmeye, sonsuzluğa karışmaya hazır olduğumu ona sessizce fısıldayarak... Sevdim seni sevgili, hep sevdim... Otur karşıma hadi, bir sigara yak. Konuşalım. Anlat bana sevdanı... İlk aşkının yüzünü anlat... O, hiçkimseyi bu kadar sevmedim ki, dediğin, o adını kimselere söylemeden ölmek istediğin sevdanı anlat bana. Kalbindeki o sızının dilinden en çok aşkınla kavrulmuş bu yüreğim, sevdanın uğruna solup giden şu çocuk ömrüm anlar. Anlat hadi ne olur. Ama sakın bana hayattan söz etme. Sakın bana, hayat böyle bir yer, herşey bitip tükeniyor, her aşk hayata yenik düşüyor, deme... Hayatın içinde soluk alan ve hayat kadar acımasızlaşan o karanlık yanınla değil, buralara ait olmayan, annenin kırgın ömrünün kıyılarında unutulmuş, o yaralı, o sevgiye hasret çocukluğunla, hayatla birtürlü uzlaşamayan o aşk kırgını, yitik ilkgençliğinle ve herşeyin farkında olmanın çaresizliğiyle gün geçtikçe daha da derinleşen yüzündeki çizgilerle konuş benimle. Hayat dışarda kaldı, bak. Burada yalnızca sevdan oturuyor. Sevdanın dilinden konuş benimle. Ben hayatın dilinden anlayamam. Biz bu sevdayı hayatın içinde yaşamadık. Biz bu sevdayı hayatın diliyle yaşamadık. Biliyorum bu şizofren aşkım hep korkuttu seni. Bu uyumsuz varlığım, gerçekliğin içinde yaşayan ve en az hayat kadar acımasız olan o yanını çok korkuttu. Benimle hayata yabancılaşmaktan korktun. Bu yüzden yalnızca öykülerinde ağladın o uyumsuz varlığıma. Yalnızca öykülerinde eğildin bu sevdanın önünde. Sen beni yalnızca öykülerinde sevdin... Şimdi ilk aşkımın yüzü diye sarıldığın ve uğruna adımı dudaklarından, kalbimi kalbinden, gölgemi evinin duvarlarından söküp attığın o sevdanın, yaralı yüreğine rağmen hayatın ortasında dimdik ayakta duruyor olması bir tesadüf mü sence? Hayatla yaralanmış iki kırgın yürekten, onun içinde varolmayı reddederek yalnızca aşkı kendine vatan bileni ve bu yüzden çırılçıplak, savunmasız ve güçsüz kalarak yıkılmış olanı değil, hayatın tam da ortasında ona meydan okuyarak yaşayanı, sevgiye duyduğu güvensizliği yaralı yüreğine kalkan yaparak ayakta kalmayı başarmış olanı seçmen bir tesadüf mü? Hayattan kopmuş bir roman kahramanından sıkılıp, hayatın içinde mücadele eden bir gerçeklik kahramanını tercih etmen bir tesadüf mü? Anlat bana ne olur... Kaybedecek birşeyimiz yok artık. Birazdan şu kapıdan çıkıp gideceksin. Aramıza hayat girecek... Aramıza başka bir sevdayla anlamlanan sayısız anlar, sayısız mekanlar, geri dönüşü olmayan anılar, sözler ve koca bir yaşam girecek. Gittiğin o sonsuzluk yolculuğundan seni bir daha geri çağırmayacağım. Duvarları gözyaşlarımla rutubetlenen bu dört duvar yüreğimde geçireceğim karanlık *******de bana o mucizeyi yeniden göndermesi için Tanrı'ya yeniden yalvarmayacağım. O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerinin, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunun, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarının ve ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunun özlemiyle çıldırsam bile, merhametin için yalvarıp sana bir kez daha aynı acımasızlığı yapmayacağım. Kimi ******* başka bir sevdaya sarılıp uyuduğun yatağından ansızın uyanıp doğrulduğunda, o koyu sevdasıyla boşlukta kanayan gözlerimin hayali 'nereye gidiyorsun sevgilim' demeyecek sana... Korkma benden artık. Aşkına rakip değilim. Ömrüne rakip değilim. Seni kadere emanet ettim. Seni ilk aşkının yüzüne emanet ettim. Kırgın değilim ne sana, ne de seni elimden alan bu acımasız hayata... Beni onca kaybedişten ve gözyaşından sonra bu dünyadaki cennetine çağıran, sonra annemin rahmi gibi huzur kokan uykularımızı sonsuza kadar yeniden elimden alan Tanrı'ya bile kırgın değilim ben... Şimdi git artık sevgilim. Sana sevgilim diyorum hala, bağışla beni. Sen artık bir başkasının sevgilisisin. Yalnızca bu cümleyi kurmamak için bile ölmek isterdim. Seni sonsuza dek kaybettiğim bu günleri hiç yaşamadan ölmek isterdim. Adım dudaklarında yok olmadan, tenim teninde henüz solmadan, daha böylesi yabancın olmadan... Gözlerindeki o çocuksu suçluluğu giderken denize at. Ona ihtiyacın yok artık. Affet kendini... Beni affet... Affet bu yaralı sevdamı... O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını, ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu yanına al giderken... Tutkunu olduğum neyin varsa hepsini alıp git... Şizofren aşkının son mektubu bu sana... Şimdi söz bitti artık. Konuşamam artık seninle... Konuşamam, yalnızca ağlarım... Uçurumun dibinde nasıl göründüğümü Merak ederdim hep. Yüzümün aynadaki boşluğuna hep bakmak isterdim. İnançlarımın kırılıp döküldüğü yeri anlamak için kalabalıklar içindeki yalnızlığıma dokunmak isterdim... Aşktı adın uçurumda, yanı başımda aynadaki suretimdi yüzüm, aykırı kanardı bana. İnançlarımın çoğu yalanmış alay ederdi benimle. Çok geç anladım, kalabalıklar arasındaki senmişsin dokunamadığım... Yalnızlığım diye küçümsediğim senin sevginmiş, *******i ansızın uyanıp İncitip durduğum senin yokluğunmuş... Onca sevişmeden sonra değişmemişsem, sihirli bir aydınlıkta, içimde bir yer sana sonsuz hasret kaldığı içinmiş... İşte onca yalan geçen hayatımda buymuş tek gerçekliğim... Cezmi Ersöz |
yüreğim nasılda çarpıyordu.Sanki yüreğimin içinde onlarca kuş kanat çırpıyordu.Oradaydın. tam karşımda
ve içimdeki kuşlar sakinledi.Bir film karesi gibi dondu herşey.Sadece sen vardın,sadece sen.Düşler ülkesine uğramayalı ne kadar uzun zaman olmuş.ne zaman küsmüştü kalbim aşka.Ne zaman susturmuştum yüreğimin sesini.Ama gerçek şu ki gözlerimizi kapattığımız aşka yüreğimizi kapatamıyoruz. Ah aşk sen düşlerimde ki gerçek.gerçek hayatımda ise bir yalansın.Ama kalbim delicesene çoşabiliyorsa sebebi sensin.Oradaydın işte,tam karşımda,gökkuşağının tam altında.Hani derler ya gökkuşağının altından geçebilirsen ve o anda bir dilek dilersen gerçekleşirmiş.Ben seni dilerim"Aşk benimle gelirmisin,sadece benim olurmusun?" Karşımdaydın ve ellerinde papatya tarlasından topladığın bembeyaz papatyalarla beni karşılıyordun.Yeşilliğin ortasında iki tedirgin çocuktuk biz.Yaramazlık yapmayı isteyen ama çekinen iki küçük yürek. Karşımdaydın işte,avuçlarınla denizden aldığın suyu,avuçlarıma bıraktın sessizce.Rüzgarımın saçlarını karıştırmasını seyrettim,dalgaların kıyıya çarpışlarını seyrettik ve hiç konuşmadık seninle,ama gerek varmıydı ki kelimelere biz zaten gözlerimizle anlaştık. Karşımdaydın ve bir dağın zirvesinde sonsuzluğa bakıyorduk özgürce.Tüm sesler silinmişti,yürek atışlarımızdan başka bir ses duyulmuyordu o zirvede. Karşımdaydın ve dünyamı aydınlatan güneşimdin,tüm aydığınla karşımdaydın. Ve gözlerimi kapatabildiğim aşka yüreğimi kapatamadım,özür mü dilemeliyim ne dersin.. |
O duman rengi gözlerine hüzün çökmesin neolur.Tek gerçeğimiz tutkularımız,tek gerçeğimiz özlemimizdir.Rüzgarın fırtınaya dönüşürken, içimde tayfunlar koparken ben sensiz bunlarıda aşarım.Yeterki yüreğinin bir yerinde olayım,seninle kalayım.Seni sensiz bu kadar dolu dolu yaşarken mutlu olabiliyorsam eğer,seninde beni bensiz yaşamaya çalıştığını bildiğimdendir.
Pervaneleri bilirmisin?Bir ışık hüzmesine nasıl uçarlar,aslında sonlarına uçtuklarını bilmeden,düşünmeden.İstedikleri sadece ışıktır. Ben pervaneysem sende benim ışık demetimsin. Seni sensiz yaşamak baze beni tüketiyor.Vazgeçmek,seni unutmak istiyorum.Ama olmuyor be gülüm,o zaman da korkaklık bana yakışmaz diyorum.Sonsuzluğunda kaybolup gitmek,seninle yok olmak istiyorum. Biliyormusun eskiden şarkılar bu kadar güzel çalınmazdı kulağıma,onlardan fal tutuyorum,o şarkıyı sen bana söylüyorsun.Eskiden içki de içmezdim ben,şimdi içiyorum,efkarımdan değil.Başım hafifce dönerken seni daha yoğun yaşıyorum.Eskiden hayal kırıklığı yaşamaktan korkardım.Ama biliyorum ki biz her duygumuzu çıkarsız,yalansız içimizden geldiği gibi yaşıyoruz. hayal bile olamıyacak kadar güzel bu yaşananlar.Sanki başka bir zaman diliminde başkasıyım seninleyken ben. Şu anda odamın penceresinden hafif bir rüzgar girmekte,sanki beni çağıran ,ismimi fısıldayan sesini getirmekte. |
Konuşmuyorsam,susmuşsam,susturulmuşsam,kelimele rim tutulmuş cümleler kuramıyorsam,bu kelimelerin konuşmaya başlamasından korktuğumdandır.Kelimeler konuşmaya başladığında,ya duramazsam çağlayan gibi çağlarken sel olursam,önüme ne var ne yok katıp götürürsem.Kelimeler bazen anlamlı olur,yürekleri okşar,kelimeler bazen de herşeyi yerle bir eder.Ama dilsiz değilim ben.Mutsuzken mutluymuş gibi yapmayı,sevmediğim şeyleri severmiş gibi göstermeyi,ağlarken gülermiş gibi davranmayı ben seçmedim.Secimler mi bizi hayatı yaşamaya zorlayan,yoksa hayat seçimlerimizden mi oluşur?
Konuşmalıyım biliyorum,susturulan her ne varsa bir bir konuşturulmalı..... Gözyaşlarımdan başlamalıyım önce,ağlamalı gözlerim, akmalı yanaklarımdan içimde biriktirdiğim tüm acılarım.Artık çözüldü kelimeler,şimdi kelimelerin zamanı,inanın bana ne olur dilsiz değilim ben! Ya kırarsam konuşurken karşımdakini ye incinirse,sevmez mi ki beni bir daha eskisi gibi,küsermi,gider mi kızıp kelimelere.O da benim gibi ağlayabilir mi?Ağlarken bir omuz ararmı benim gibi.Ben kendi omzumda ağlamaya alışığım,ya o ne yapar ağlarsa kimin omzuna dayar başını yokki kimsesi benden başka. Susmak yok artık çözüldü kelimeler,bir kuş olmalıyım bu akşam bilmediğim diyarlarda, bilmediğim rüzgarlarla yarışmalıyım.Bir dalga olmalıyım,bilmediğim sahillerin kıyılarına vurmalıyım.Evrende ne varsa o olmalıyım şimdi şu an.Senden uzak,senden ırak.Sende ben olabilmeyi bu kadar dilerken ,şimdi yorgun yüreğimde birtek bende ben olabilmeyi diliyorum ve ne yazıkki seni kalbimin sonsuzluğuna gömüyorum.. alıntı |
Bana sevgiyi anlatsana. Belki inanmayacaksın ama inan hiç tatmadım o toz pembe düşleri. Hani insanın ayakları yere basmıyormuş, kötülük kalmıyormuş dünyasında, onsuz bir an bile yapamıyormuş, ekmeğin tuzun havan suyun oluyormuş, en pısırık adam bile ona zarar geleceğini anlasa dikilirmiş koca dünyanın karşısına, en hırçın ve azgın sular durulurmuş kalbin bir kuş gibi atarmış onun yanında, ölüm bile korkutmuyormuş artık onları diyorlar. Sen sevdinmi hiç. Ne olur banada anlat. Neyimi ? Beni sevmedinmi ? onu anlat. Peki yalan söyledim, Tabiki bende seni sevdim hemde çok hemde delicesine herşeyden çok çılgınlar gibi. Bu anlatılmaz ancak yaşanır cinsinden. Sadece senden de duymak istedim. Aşkım ssevgilim bebeğim birtanem goncam dünyanın bütün güzellikleri yanında sönük kalıyor. Ah, okadar güzelsinki kıyamıyorum sana bakmaya. Benimle evlenirmisin? Ama korkuyorum aşk biter diyorlar. Alışkanlık başlar diyorlar. Gülerim. Hiç bitermi bir garip bir meleğe nasıl alışır. O bir melek. Garip onu ölene kadar sevmezmi söylesene. Meleğim, seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Kim derdi bir gün ayrı düşeceğiz diye. Hemde ikimizde deliler gibi severken. Şimdi bütün hüzünlü şarkılarda ağlıyorum. Dinlemiyorum şimdi hiçbir şey. Ama nereye baksam seni görüyorum seni yaşıyorum avuçlarıma alıyorum ellerini sıkıyorum sıkıyorum sanki gideceğinden korkuyormuş gibi. Içim boşaldı sanki bedenim yok oldu acılı bir ruhum şimdi. Nefsim yok oldu heveslerim ümitlerim tatlarım, neyim ben şimdi hadi onu söyle şimdi bana. Sen nasılsın merak etmeden duramıyorum. Umarım iyisindir iyi ol mutlu ol bütün güzellikleri hakediyorsun. Eğer acı çekmem kefaret olacaksa senin mutluluğuna tüm kalbimle ben en büyüğüne razıyım acıların, ölümlerin. Seni seviyorum meleğim. Hep seveceğim. Beni sevme ama unutmada. Ben seni asla unutmayacağım ve hep seveceğim.
tskler kankalarhttp://www.cakal.net/images/smilies/88.gif |
5.yılımıza giriyoruz aşkım...seni kaybettiğimin üstünden tam beş yıl geçti...ne kadar kendime söz versemde unutmak için,beceremedim,tutamadım verdiğim sözlerin hiçbirini...başkalarında aradım hep seni...yalancı aşklar oldu hepsi...daha kötüsü,acımı kamçıladı,daha çok öldürdüler bendeki beni...hep söylüyorum,keşke yanına gelecek cesaret olsa bende...keşke kavuşsak...sana bir tek şey için verdiğim sözü tutmaya kararlıyım...ama yarın,ama 10 yıl,ama 60 yıl sonra kavuşacağız...şimdilik seni meleklere emanet ettim...ben ise yaşarken cehennem azabı çekiyorum...sana şimdi öyle çok ihtiyacım var ki...sana kızamıyorum bırakıp gittiğin için...bu senin seçimin değildi...kader denilen lanet olası bir olgu ve üstüne yıkılan 6 katlı bir apartman sebep oldu buna...nereden bilebilirdinki böyle olacağını?nereden bilebilirdinki ardında seni unutamayacak yaralı bir kalp bırakacağını...biliyorum,imkansız...keşke bir mucize olsa ve sen ölmemiş olsan...benimle olmasanda yinede yaşasan...ben yinede uzaktan uzağa severdim seni...sabah çok daha doluydum aslında...biraz sakinleştim...sanırım içtiğim 5 bardak koyu kahveninde etkisi var bunda...seni çok özledim aşkım...sen gideli 5 yıl oluyor...sensiz bu 5. yılbaşı...ama ben seni hala dün gibi hatırlıyorum...hala ilk günkü gibi seviyorum...seni unutmak için yaşadığım yalan aşklardan biri değil bu...ben seni gerçekten,cesaret edebilsem bir an önce yanına gelebilecek kadar çok seviyorum...hiç gelememiştim kabrine daha önce...bu bayram geldim memleketten dönerken...ilk ve son kez...belki görmüşsündür,bilmiyorum...üzülme benim için oralarda...üzülme mezar taşına sarılmama...üzülme soğuk toprağını avuç avuç ceplerime doldurmama,öpmeme...ben seninim ömür boyu...bekle beni aşkım...bir gün yine beraber olacağız...bu lanet dünyanın pisliklerinden,savaşlarından,günahlarından uzakta,isterse cehennem olsun,ki seninle cennet olur benim için,beraber olacağız mahşer gününden sonra...unutmadım seni,unutamam aşkım...hep seni sevdim,daima seni seveceğim...MUTLU YILLAR AŞKIM... http://www.cakal.net/images/smilies/mecry.gif http://www.cakal.net/images/smilies/mecry.gif http://www.cakal.net/images/smilies/mecry.gif
|
SENİNLE BİTEN SENSİZLİĞİM!!!
Ne çabuk geçti yıllar; ne güzeldi geçirdiğimiz o güzel günler. Hiç bitmeyecek zannettiğim yıllar ve gidişin. Senden çok şey kaldı bana, en önemlisi sevgin sonra derin bakışların ve teninin kokusu...... Sen bir rüyaydın benim için , gerçekleşmeyecek bir hayal..... Çok mutluyduk; deli gibi seviyorduk birbirimizi, gözgöze geldiğimizde ilk tanıştığımız gün gibi,heyecan duyuyoduk birbirimizden. Aradan 6 yıl geçmesine rağmen hiç bir şey kaybetmemiştik kendimizden ve sevgimizden. Rüyadan uyanma zamanı geldiğinde ikimizde yıkılmıştık. Ç****iz bir kabullenişti bu.... Zorunlu ama severek ayrılanlardandık..... Aslında biliyorduk baştan hikayemizin sonunu!!! Bilerek yaşamak istedik bu sonu. Güzeldi her şeye rağmen yaşadıklarımız,yaşayamadıklarımız ise yaşadıklarımızdan çok fazlaydı ve bu fazlalık hep benim canımı acıtmıştı. Verilen sözler, yarım kalmış kırık hayaller................. Hani birlikte,yağmurlarda yüreyecektik? Hani, güneşin doğuşunu bekleyecektik? Çok uzaklara gidecektik.... Sabahlara kadar bizim şarkımızla dans edecektik... İlkbaharda papatya tarlalarının üzerine yatıp el ele gökyüzünü seyredecektik... Hani, haniler yarım kalmış sözler, kırık hayaller.... Senden ayrı kaç gün geçti hatırlamıyorum. Ama yine seninleyim, sen varkende sensizdim ve sensizliğimde yaşadım tüm senleri.............................. Gülay ERGÜN |
Alnımın yazısı sensiz kalmakmış bir ömür...
Ararken bekleyip, beklerken arayıp da buldum seni. Her bir günü bir asrı bulan bekleyişlere karıştım yine, yine üşengeç zaman dilimlerine misafir oldum ve hep bir yerde son bulan sabır tükenmek bilmedi bu kez, karşı koyuşuyla umudumun. İnanmadım sevdamı ödünç verdiğimi sana. Çok uzaklardan kulağıma gelen sesin güç verdi, eşlik ettim türküne. Güç kattı ay yüzüne konan zeytin gözlerin gönlüme. Üşümez oldum ve *******i ürkütmedi karanlık. Gülen gündüzleri kovaladı sayende huzurla uyuduğum *******. Alnımın yazısı sensiz kalmakmış bir ömür... Zaman zaman ellerime anlattığım bir gerçekti yokluğun. Kaçarak bu gerçeği hatırlamayı hep ertelerken ben, alnımın yazısıymış diye geçiverirdi içimden. İyimser olmazdım daha fazla yazık ki ve bir damla kanım daha akardı acıtarak değdiği yerleri ve şafak rengine bürünürdü ortalık, kan kara bir şafak. Alnımın yazısı sensiz kalmakmış bir ömür... Sabahları çağırdığım o insafsız *******de odamın şampanya rengi duvarlarına çizdiğim resimlerini görsen sen, son verirdin bu zulme. Geri al bu uykusuz *******i gözlerimden. Kırsam da kalemi bir çırpıda, korkma, göz bebeklerimde taşırım seni ben. Ellerime oturtup hiç yummam avuçlarımı, üzülme sen. Alnımın yazısı sensiz kalmakmış bir ömür... Muhtemel bir yalnızlıktı bu içine düştüğüm. Uzan da çek kurtar beni n’olur! |
Sonu olmayan bir yolda gidiyordum bilinmezliğe doğru,o yolun sonunda beni ne bekliyor düşünmeden gidiyordum. Düşünmek korkutuyordu belki de beni. Ama bu yol bitmişti ve bu yolun sonu görünmüştü artık...
Sisler ardında birini arayan gözler gibi arar olmuştum seni.Evet şimdi karşımdaydın ama yapmalıydım söylemeliydim bunu... İşte tam bunu düşünürken seni seviyorum diyen bir ses yankılanıyordu sadece sessizlikte. Artık hiç bakamıyordum gözlerine korkuyordum bakışlarının ''neden'' derce olmasından. İşte o anda elimi elinin içine aldığında anlıyordum bu ayrılığın işaretiydi. Teselli sözcüklerinin yerini alan bir simgeydi belki de. Şimdi ayrılık anı gelmişti bakamıyordum ardıma ama hala gitme kal diyen bir ses arıyordum o sesi bekliyordum ama ne o ses geldi ne de sen işte herşey böyle BİTTİ... |
Şimdi şu an ağlamalıyım.gözlerimden sağnak sağnak yağmalı içimde ki hüzün.Sana ait ne varsa içimde biriktirdiğim akmalı.Sana değil aslında bu hüzün,gözyaşlarımda sana ait değil.Ama başka bir isim koyamıyorum ki sebesiz fırtınama.Ben galiba seni özlemekten de vaz geçtim.Yoruldum mu ne?
Şimdi seni ilk gördüğüm yerde olmak vardı diyorum ama düşününce neden heyecan duymuyorum.Galiba yaralarımızı sardık artık.ihtiyacımız kalmadı birbirimize.Mutlu olmam lazım değilmi.neden içimde onlarca kuş kanat çırpmıyor peki.Acılarımı tüketmişim,bende sana ait bir şey bırakmamışım.Neden yolda yürürken şarkılar söyleyemiyorum.neden yıldızlar gözüme farklı gözükmüyor.sana ağıtlar yakarken yıldızlara bile bakamazdım içim acırdı seni hatırlattıkları için.Oysa şimdi hiç bir şey hatırlatmıyolar.Tek sevdiğim deniz kaldı oda senden önce de sevdiğimdi.Hay allah mutlu olmam gerekirken neden kalbim sönmüş bir yanardağ gibi.Sorular gene sorular.cevapsız sorular. Neyse sen boş ver beni.Ben nasılsa düzelirim. sen benden habersizsin nasılsa,hani seni seven biri var bu şehirde demiştim ya.Aldırma sen bana.Seni seven biri hala var bu şehirde. |
Size acı veren her şeye dayanma gücünü yüzleşme cesaretini ve her şeyden önce yaşamın ta kendisini veren yine sevgidir, aşktır. Aşkın size uzanan ellerine bir bakın. Kendinizi görün o ellerde kendinizi dipsiz kuyulara terk etmeyin. Kendinizi yargılamaktan kaçmayın. Kaçmak hiçbir şeye çözüm değil. Her kaçışınız yeni yeni acılar biriktirerek dönüyor ruhunuza. Acılarınız vücudunuzla sınırlı kalsaydı her şey daha kolay olurdu. Oysa içinize işliyor. Bu tahribatın vücudunuza yarattığı fırtınayı dindirebilir misiniz?
Küsmeyin içinizdeki sevgiyi küstürmeyin. Küskünlükler değil mi sizi asıl yaralayan.? Yüzlerinize yalan kokan gülücükler saklamayın. Sevgi yanı başınıza kadar gelmişse ve aldırmamışsanız işte o zaman yalnızsınız. Ne kötüdür yalnız kalmak. İçinizden birikerek artan yalnızlığın acısını eksik heyecanlarla gidermeye başlarsınız. Bir türlü anlayamazsınız neyin eksik olduğunu. Eksikliğin ürkütücü yüzleşmesinden kaçmak için daha değişik tatlar arar bedeniniz. Ruhunuza yaşattığınızı sandığınız her yeni heyecan bir öncekini aratır olur. Bir gece vakti çıkmaz bir sokakta , devrilmiş çöp bidonlarının arasında bulursunuz kendinizi günün birinde. Ne zamanın, ne yerin önemi kalır. Kaybettiğiniz gülleri çöplerin arasında bulursunuz. |
Seni hayal ediyorum. Hiç konuşamadığım seni. Sesin aynı köpüklü dalgalar gibi. Sen konuşunca dalgalar susacak, sadece seni duyacağım. Gülüşün aynı güneşler gibi, sen güldüğünde güneş sönecek. Sadece sen ısıtacaksın beni...
Öyle bir kalbin var ki, en az benim ki kadar büyük, öyle bir aşık olacak ki, en az benim ona aşık oldugum kadar. "Gel" diyecegim. "Karşıma otur". Gözlerine dikecegim gözlerimi. O güzel, bakınca kendimi kaybettiğim gözlerine. Onu ne kadar sevdiğimi söyleyecegim. Karşısına geçtiğimde ayaklarımın titrediğini, boğazımın kurudugunu, bir merhaba bile diyemedigimi söyleyecegim. O gülecek. Güldüğünde yanaklarında güller açtıran gamzeleri ile gülecek. Ve hayalim bitecek. Karşımda yine sen olacaksın. Ama sadece yüzüme garip garip bakacaksın. Çünkü son üç denememde olduğu gibi karşına geçip sana aval aval bakan biri karşındaki. Normal olarak sinirleneceksin ama bir bilsen söylemek istediklerimi... Ben böyle değilim bir bilsen. Sadece seni görünce, sadece karşında olunca öyle olduğumu hiç bir zaman bilemeyeceksin. Ben senin için herzaman arada bir karşına çıkıp, buram buram terleyen biri olarak kalacağım.. |
Seninle yaşlanmak istiyorum.
Seneler geçsin,sen beni bil,ben seni bileyim istiyorum. Benim olduğun kadar dostlarının,dostlarının olduğu kadar benim ol istiyorum. Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım. Yaşayalım ki, öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı. Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız. Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız. Öyleki, yalnız "sıkılmak", sıkmalı bizi. Yaşayalım ki,paramız olunca sevinelim. Güzel günlerimizi,evimizde,bir şişe cola vepijamalarımızla kutlamalıyız. Ya da bazen dostlarla. Böylece yaşamalıyız işte. Sonra bir çocuğumuz olmalı, Düşünsene,senin ve benim olan bir canlı. *******i ağladıkça sırayla susturmalıyız. Sen arada mızıkçılık yapmalısın. Ve ben söylenerek sıranı almalıyım. Yorgun yada hasta olduğum için yemek yapmamalıyım, Anlayışla yumurta kırmalısın. Her fırsatta birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız. Zaman su gibi akıp giderken,herşeyi yaşamış bir hayatımız olmalı. Herşeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden. Mutlu da olsa,kötü de olsa,yaşadığımız günler bizim günler olmalı. Birbirimizin değerini ve kıymetini bilmeliyiz. Saçlara düşünce aklar,ya da gidince aklar, Çocukları güvence altına alıp gitmeli bu şehirden. Kavgasız,her sabah cinayetle uyanılmayan,sessiz bir yere gitmeliyiz. *******i balkonda denizi seyredip,sandalyemizde sallanmalıyız. Eve gelip,benden kahve istemelisin. Çocuklar gelmeli ziyaretimize, Geçmişteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız. Ben , "BEY" demeliyim sana,sen de "HANIM". Öyle sevmelisin ki beni bu yazdıklarım korkutmamalı seni. Tebessümler açtırmalı yüzünde. Birgün bu hayatı bırakıp giderken, Sadece mutluluk olmalı yüzümüzde, Birbirimizi sevmenin gururu olmalı "HERŞEYDE"... |
Sevmek dedim, yoluna ölmek dedi..yol dedim, alıp başını gitmek dedi..gitmek dedim, bir ahh çekip dostlardan ayrılmak dedi..dost dedim, durdu.bana baktı..dost diye mırıldandı..yüreğime nasıl koysam
bilemediğim dedi..yürek dedim, dünyaları içine sığdıramadığım dedi.. dünya dedim, hayatın bir yüzü dedi..yüz dedim, ardında ne gizli bilemediğim dedi..giz dedim, hep çözmeye çalıştığım dedi..çalışmak dedim, bitmeyecek öykü dedi..öykü dedim, binlercesini içimde gizliyorum dedi..gizlemek dedim, işte herşeyin bitimi dedi..şey dedim, sevda dedi..sevda dedim, peşinden koştuğum dedi..koşmak dedim, hayat bir maraton dedi..hayat dedim, öyle kısa ki ! dedi..niçin kısa ? diye sordum,yaşanacak çok şey var, zaman yok dedi..yaşanması gereken ne var ? diye sordum,aşk dedi..kaç kere ? diye sordum,bin kere dedi, milyon kere..neden bir kere değil ? diye sordum,bütün aşkların toplamı en yüce ve tek aşk dedi..önce ona varsan olmaz mı ? diye sordum,keşke olsa dedi, ama önce yoğrulmak gerek..acı çekmek mi ? diye sordum,evet, aşk acısında yok olmak dedi..yok olunca ! dedim,işte gerçek aşkta o zaman yaşamaya başlarsın dedi.. gerçek aşk ! dedim , büyük o! dedi.. durdum durdum ve sustum..neden sustun ? diye sordu.yüreğim titredi sanki dedim.. neden ? diye sordu, bilmiyorum dedim..büyük o ! evet dedi..büyük o ! nerede ? diye sordum, her yerde dedi..nasıl diye sordum, yüreğini aç dedi..yüreğimi açmak ! dedim, bir tebessümle bak herşeye dedi.. tebessüm dedim, her kapının anahtarı dedi..kapı dedim, girmeden bilemezsin dedi.. ya korku ! dedim, bilinmeyenden korkar insan dedi..ben bilmiyorum dedim.. neyi ? diye sordu. ben ` i dedim.. sen kimsin ? diye sordu, ben kimim ? diye sordum. sevgiyle beslenensin dedi..kimin sevgisiyle ? diye sordum, büyük o ` nun dedi..durdum durdum yine sustum..kimsin ? diye sordum, sen` im dedi.... alıntıdır |
Henüz üç yaşlarında bir çocuğum. Babaannemi anımsıyorum, bakışlarıyla büyük bir boşluğa bakan gözleri hala gözlerimde öylece durur. Sonrası, ölü bedeninin yıkandığı an… “Soğuk su, sıcak su” seslenişleri arasında yıkanarak kefenlenmesi… Ne zaman bir kıvılcım ateş karşında görsem kendimi, daima onun sevgisinin boşluğunu, yalnızlığımın üşüdüğü hissettim. Ve hayatımda ilk kez o on, sevdiklerimi kaybetmenin o tarifi imkansız boşluğunu yaşadım…
Ama işte böyledir hayat. Şimdi masamın üzerindeki fotoğraflara bakıyordum da aklıma nedense sevdiklerimin bıraktığı o ilk boşluğu hissedişim geliyor. Sonuçta nedir yaşamın gerekçesi?... Hayat bazen yürekten vuruyor insanı; hiç beklenilmeyen bir an’da… Bazı anlarda yaşama gücü bulamıyor insan... Öylece oturmuş, kalakalmışken bugüne kadar yaşadığım acı-tatlı tüm an’lar gözlerimin önüne geliyor. Ben hayata biraz kırıkça tutunanlardanım; her an vazgeçmeye hazır olanlardan. Ama yine de her şeye rağmen tutunduğum zamanlarda da tutunanlardan. Belki bunca didinme, bunca emek, bu koşuşturmaca hep bu hayata kırıkça tutunmama karşı kendimin kendime açtığı bir meydan savaşı. Biraz kırık da olsa hep o “tutunma” telaşı. Çünkü bazen yaşamın kendisi ölümle denk olabiliyor. İplerini elinde tutamadığımız “hayat” denilen bir garip yarışın içinde savrulurken başka hayatları da tanıyıp, kırılabiliyor insan. Bir anda kendini böyle derin düşüncelerde bulabiliyor insan. Ça resizlikten belki… Belki de biraz yoğunlaşan özlemlerden… Ama işte böyledir hayat. Hayat oyununu oynar bize... Kimi zaman kendinizi sarılıp sarmalanmış hissedebilirsiniz; eliniz kolunuz bağlanabiliyor. Bunu bilirsiniz; ama bilmek demek, kabul etmek midir? Ama işte böyledir hayat. Bazı anlarda bir boşluğa düşer gibi hissedebiliyor insan kendini; en büyük korkusu bir yandan da o boşluğa düşmek oysa. Çünkü o boşluğun derinliklerinde gördüğü kendi yansıması. Sonra? Sonra kendini oraya bırakırken buluyor. Sonu olmayan bir boşluk, bir hiçlik. Bazen ayakta durabilmek o kadar zor ki. O boşluğun derinliklerine düşüvermek daha kolay. Ama işte böyledir hayat. Onca insan, onca para, onca hırs, onca çapsızlık belki de kimilerinin hayatına ayrı bir anlam katıyor, oysa o derinliklerde varılan nokta hep aynı. Sonuçta boylu boyunca uzanılan toprak altı. Hepsi o kadar… |
Asla! Hoşçakal..... Ümit!
Asla! Hoşçakal..... Ümit! Birbirlerini görmeden seven dostlar varmışş... Öyle çok severlermişki birbirlerini ne kadar mesafe varsa aralarında o kadar da sıkısıkıya bağlıymış bu dostlar.. Görünmeyen,hissedilen beyaz ışıktan yapılmış bağlılık senfonisinin dinletisinde, Yaradanın armağanı olarak Melekler, canlıların yüreklerine üfleyivermiş doğduklarında... Sevgi bağlarıyla bağlı, birbirlerine yansıttıkları ışık hüzmeleriyle süzülen halatları varmış... Ruhlarının sıkısıkıya sarıldığı düşmesinler, kopmasınlar diye birbirlerinden.... Dünya pislendikçe gerilir, sinirlenir yakıp,yağıp,esip yerle bir olup kıyametle uzaklaşmak istermiş evrenin sonsuzluğunda... Uzaklaştıkça bütün canlılar birbirlerinin gölgelerinden görünmeyen kirlerinden... Daha da uzarmış mesafeler ve mesafelerden uzak kalan yürekler... Uzaklık ne kadar kilometrelerce uzaklaşsada kendi halinden.. Halatlar ne kadar gerilsede, kuş uçuşuyla yükselsede gökyüzüne, bir balık dalışıyla ne kadar derinine de inilse denizin.. Canları acırmış canların, gerilince halatlar birbirlerinden... Görünmeyen hüzünler, yakarmış ciğerleri... Bazen nefessiz ölümler beklermiş.. Her gerilişin köşebaşında sinsi, puslu o bilinmez yollarında... Halatlar gerildikçe acır,kan sızarmış yüreklerden... Çıkan sesler hüznün nefesiyle daralır kırmızıya,griye,karaya boyanırmış düşler.. Ama asla kopmazmış...... Düşler güçlenir,gülüşlenir,Yepyeni bir beyaz sayfa açılırmış, halatın çatırdayan ortasından... Ve...... Bembeyaz Düşler Güneşlenirmiş.... Birbirlerini seven insanların kalpleri arasında,gözle görülmeyen ipler olurmuş; insanlar uzaklaştıkça ipler gerilir insanın canını acıtırmış ama asla kopmazmış...... Asla! Hoşçakal.... Sevgimi çok hakkettin... Seni seviyorum Ümit..! Sabiha Rana |
. '..ve bir şiir gibiydi herşey hiç akşam olmuyordu..'
Bize kalan gülümsemeler ve şiirler olmasaydı çok yalnız kalacağımı hep düşünürdüm.. ve ne güzeldir ki; Edebiyat ile ilgili dostlarım hep çok özel insanlar olmuştur.. Edebiyat'ın, bir okyanus olduğunu anladığım zamandı ki; kendimce de bir damla olduğumu farketmem ise hiç de güç olmamıştı.. ...ve Edebiyat okyanusunda benimde 'bir damla-ihtimal' olma riskim ise, beni en çok sevindiren tarafım olmuştu.. Bir damla-ihtimal'se doyasıya sevmek olurdu adı olsa -olsa, ve hayatı nedensiz yaşamadan, ve sonbahar'ın sıcak müjdecisi olurdum belki de bir Ekim ayı ortasında sessizce güne karışan.. Ve bu sihirin bozulmaması umuduyla bu düşsel gerçekliğin bir uzantısı olur, savaşırdım gölgesinde yalnızlıkların.. şu bizi koşulsuz güzelliklere taşıyan dostluk çemberinde koşulsuz kalır, hiç ama hiç ayrılmazdım/ayrılmadım da.. -Hayat bazen güzelse ve acıları çıkardığımızda bize kalan gülümsemelerimizse.. diye söyleyip avunduğum zamanlar vardı yaşadığım.. oysa.. ...'kimi kez acılar hep kanatmamışmıydı bizleri' ve herşeye inat hayata inat; tutunacak bir yürek aramamışmıydık bazen; ve ne kadar zordu ki; hayata yeniden gülümseyebilmek/tutunabilmek.. ve çoğu kez hayal kırıklıkları ile başlamadı mı dost yalnızlıklarımız.. ve en güzel zamanlarımızın birer resmini çekip yüreğe kazımadık mı bazen.. ya da çıkarmadık mı bizi derinden sarsan olayları yüreğimizden.. ya da en azından denemedik mi çoğu kereler.. imkansızlıklarını da bilerek.. ..kolayda olmadı unutmak ve unutamadıkta değil mi.. ve çoğu kez en zor zamanlarımızda aslında ne kadarda büyüdüğümüzün farkına varmadan geçtiğinde hayat.. ve bi şekilde yaşamadık mı bir döngü gibi gerçeği.. ve hep sormadık mı.. güzel ve mutlu günlerin çok mu gerilerde kaldığını her defasında binlerce kez sorgulayıp, kanatmadık mı acılarımızı defalarca.. Ve bazen sözde özgürlükleri de bi şekilde arayıp, kazanmanın bazen kaybetmekten çok daha iyi olduğunu düşünmedik mi.. haksız yenilgilerde sesimizi duyuramadığımız zamanlarda, bölünmedik mi.. ya yüreğimiz, binbir parça ve kan revan içinde kalmadı mı.. Ve bir gün; aynı paydada buluşmak; belki bi şiirde veya bir yerlerde, ve o denli anlamlı değil miydi güzelliği, ve tarifsiz sevinci.. ve yalnızlıkların bazen en güzel dostta olabilme ihtimalini görmedik mi.. ve oturduğunda zamanla taşların yerli-yerine; Hiç korkmadan gönül muhasebesi yapabilmedik mi her insan gibi.. ve sevgiyi koşulsuz taşımadıkmı ihtiyacı olanlarla paylaşmayı bilerek.. ve aşkı bulmadık mı herdefasında aynı hatalarla defalarca kaybedip... |
Bir şey var sende bir şey,bulamıyorum.Beni nasıl bu hale getirdin,anlamıyorum.Yüzümde bir gülücük,içimde sonsuz enerji,güne keyifle başlayıp,keyifle bitiriyorum.Aşka küskün yüreğimde yeniden kelebekler uçuyor.Neredeyse ya bitecek;ama,ben sanki baharı daha yeni yaşamaya başlıyorum.
Bir şey var sende bir şey,bulamıyorum.Beni nasıl bu hale getirdin,anlamıyorum.Yüzümde bir gülücük,içimde sonsuz enerji,güne keyifle başlayıp,keyifle bitiriyorum.Aşka küskün yüreğimde yeniden kelebekler uçuyor.Neredeyse ya bitecek;ama,ben sanki baharı daha yeni yaşamaya başlıyorum. Bir şey var sende,nedir bilemiyorum.Seninleyken bile seni özlüyorum.Yollarım hep sana çıkıyor,ben sana yürüyorum.En güzel çiçekleri toplayıp demet demet sana vermek istiyorum.Gök kubbenin en hoş sedası olup dünyaya sadece senin adını haykırmak,sadece sana duyduğum hayranlığı anlatmak istiyorum. Bir şey var sende,bir türlü anlayamıyorum.Uçsuz bucaksız,masmavi bir deryasın sanki ve ben yüzlerce fırtınayla savaşmış geminin yorgun kaptanı gibi senin kıyılarına vuruyorum.Maviyi bir tek sana yakıştırıyorum.Sen mavi oluyorsun,ben sana bakarken kendimi kaybediyorum.Sessizlik dağılıyor,sesin kulaklarımda yüreğime akıyor,bütün şarkıları sana armağan ediyorum. Bir şey var sende,dilimin ucunda,söyleyemiyorum.Yalnız *******ime inat ,şimdi karanlığı milyonlarca yıldızla aydınlatıyorum.Her yıldız sensin.gecemin yıldızı,kalbimin yıldızı,sevdamın yıldızı,ömrümün yıldızı oluyorsun.Yoksan kaldırıyorum başımı göğe,senden milyonlarcasını görüyorum.Her gece yıldızlarla sevişiyorum. Bir şey var sende, soramıyorum.Seni kimse görmesin,kimse bilmesin istiyorum."Bana kal,benim ol" diye adaklar adıyorum.Yalancı aşkları,tükenmiş sevdaları kendi tarihimin sayfalarına gömüp yeni bir defter açıyorum,bir tek seni yazıyorum.Yaz yaz bitmez öykülerin kahramanı oluyorsun,senin maceralarını anlatıyorum. Ah sevgilim.. seni bekliyorum.. |
Bir daha yaşayamayacağımız anları ebedileştirmek, anlar öğütülse de zamanın çarklarında, yazının kalıcılığında korumak yaşananları..
Ben sussam da, yüreğim konuşuyor, kalemim yazıyor durmaksızın; tam herşey yolunda yakaladım mutluluğu derken, kocaman bir yalan olduğunu anladığınızda, nasıl bir düşüştür o uçurumdan aşağı, bu duyguyu bileniniz var mı? Acır her yanın güven duvarların yıkıldığında, göçük altında kalır yarınların ürkersin zamanın dörtnala gidişinden, panik yok dersin haykırırsın tüm gücünle, duyan olmaz sesini tükenir yavaş yavaş yaşamak için nedenlerin, tutunmalardasındır yine de ötelediğin güzelliklere; aslında kızlığı bozulmamış küfürler sıralaman gerekir bu ihanete ama, nankörlük edersin geçmişe geçmişteki güzelliklere, hani bir kefeye yanlışlar bir kefeye de doğruları koyarsın, darası vardır güzelliklerin, sevmek gibi ağır basar her seferinde, hissettiklerini söylemektense susarsın. Her dilde aynıdır bir bebeğin ağlaması diye, şiir yazarsın gökyüzüne; yıldızlar harflerin olur, her dilde aynıdır ayrılığın matemi, hangi ülkenin penceresinden bakarsan bak, karanlığını görürsün gecenin. Şakaklarında zonklamasını duyarsın yüreğinin, haykırıyor durmadan çocuk gülüşlerinin çalınmışlığına, öksüz bir aşkın nasıl kahpece kurşunlandığını sakat kaldığını ama ölmeyeceğini, gösterirsin usanmadan. Kanarsın, kanında ıslanıyordur bedenin, sağlam binaları bile çökerten rutubet her yanında ama yine de dökmez boyalarını sevgiye boyanmış duvarları yüreğinin. Zaman neye gebe ve ne doğracak beklersin göçük altındaki kanayan yalnızlığında... |
Hayat hep kendini tekrarlayan yapayalnız bir hıçkırıktırherkesin yüreği kendine yanılsama ve filler mezarlığıdırsöz çoğu zaman çentik atar kanatır yüreklerive zamanla yüzler sözlerin mezar taşları olurişte bu, çokça ölümdür ama ölümlerden hayat bulmak gerektirgerçek olan dolanan dildir, sarhoşluk değilbazen de gerçek olan sarhoşluktur, dolanan dil değilgünler çok uzadı ömürlerse çok kısaöpüşerek buluşmalar, öpüşerek ayrılmalar nedense çok sıkıcıartık insanlar kendilerini kanatarak arasın ve bulsunçünkü artık eller, yüzler, gözler, yürekler gibi mevsimler de bitiyorçünkü artık parça parça ve yavaş yavaş insan bitiyorinsan o gizli ve kirli yanlarını ortaya çıkartsın ve kanatsın artıkkanayan yüzlerde yanılsama değil, gerçek insan vardır çünküoysa üstümüze yapışan hiçbir şey kendimizin değilaslında hiçbir insan kendisi değil, hiçkimse gerçek insan değilartık insanlar birbirlerinin gözlerinin içine ne kadar baksalar dagerçeği ve içtenliği göremezlerama yine de herkes duymak istediği şarkıyı dinler kendini aldatarakçünkü her sahte buluş gerçek bir yitiriştir, zamanla anlaşılırKordon'da sefa yaşayanlar her gece veremdir aslındaalkolle büyütülen yalan ve yanlışları, en büyük mutsuzluklarıdır aslındaher gece yaşanan yavşaklık, ertesi güne aktarılan büyük doyumsuzluklarıdır aslındane yazık ki herkes herkese küllerini bağışlayabiliyor artıkherkes herkese iğreti bir emanet artıkherkes herkese yakınlaştıkça uzaklaşıyor artıkkimse kimseyi aradığı yerde bulamaz artıkherkes birşeylerini birilerinde unutur ya da yitirir artıkherkes birilerine sarılırken korkuyor artıkher söz inceliksizlik, her dokunuş içtensizliktir artıkherkesin çığlığı korkunç bir yalnızlık artıkkimsenin sesi kimsenin sesine değmiyor artıkbu yüzden oturup alkol akşamlarında gizli gizli ağlıyorlarherkesin her konuda bilge olduğu bir zamanda hiçkimse mutlu değildir aslındasoytarı bilgelik hiçbir zaman mutluluk getirmez çünküartık herkes gizlice bir iç kanama yaşar usulcagözler artık sadece göz, diller sadece dil, eller sadece eldir artıkher şey sentetik, her şey plastik, her şey metaliktir artıkişte bu yüzden mutsuz ve yalnızdır insanişte bu yüzden bitmiştir... bitmiştir insan.
|
SEN BENIM GULUMSUN
BIRTANEMSIN Seni Seviyorum Bebegim " Ve yine gece çökmüstü üstüme. Sensiz çok uzaklarda çig gibi büyüyor yalnizligim. Ben ise *******le avunuyorum. Göremedigim karanliklarda senin oldugunu hayal ederek yasiyorum. Biliyorum birgün çikip geleceksin o karanliktan. Beni sensiz birakmiyacaksin bebegim. Sarildigim zaman aski duyacaksin dudaklarimda, sana olan o sonsuz askimi. Gelecegime seni ben yazacagim, senin olacagim daima. Olmuyor bebegim inan olmuyor o gülüsünü görmeden dokunmadan sen kokan tenine. Olmuyor bebegim bu ******* geçmiyor sensiz. Seni seviyorum çiçegim. Esen her rüzgarin ardindan sen gelirsin diye bekliyorum. Çünkü biliyorum ki sen bir gün benim için geleceksin. Ask yildiz olacak uzaklarda, çok uzaklarda, bizim için parlayacak geceye. Ve seni bana getirecek yollari aydinlatacak. Hani olur ya gece kirmizi görünür, esen rüzgar durur, sevgim gül yapragi olur dudaklarimda, sen kokmaya baslar her taraf. Iste öyle bir gecede seni bekleyecegim. Çünkü seni deliler gibi seviyorum. Bu çirpinislarim bu çabalarim senin için bebegim. Ne umutlar ektim o yollara, ne dileklerde bulundum. Sensiz her sey anlamsiz, sensiz gece uyuyor, sensiz gün dogmak bilmiyor. aciyi tüketiyorum yavas yavas,kalbim gelsin artik diyor. Kimse o güzel gelsin artik. Gel mahkum oldum ben *******de zindan oldu bu gölgeler. Kalbimin atislari ölümün titreyisini hatirlatiyor bana. Biliyorum sensiz bitmek üzereyim. Seni ölesiye seviyorum çiçegim. Seni sensiz uzakta yasadigimi bilirmisin, senin sesinin kalbimin yasama sebebi oldugunu bilirmisin. Bilirmisin seni sevdigimi, asik oldugumu. Mutsuz olan ne varsa seninle güzel oldugunu, haykirdigimi tüm dünyaya " o sadece benim ya da ben ölüyüm" . Bilirsin bebegim, hissedersin sana asik oldugumu. Cesaretim kalmadi artik bebegim, bakamiyorum artik, duyamiyorum. Sönüyorum rüzgarda kalmis mum gibi sensizken. Seni baskasinda bulamiyorum, sorsamda geceye sakliyor seni sanki. Bebegim neden ? neden bebegim. Hasret degil bu beni öldüren, nasil olmali ne yapmaliyim. Yarim kaldim bebegim, sensizken yarinsiz kaldim. Yasamak degil bu küstüm tüm hayata. Yari yoldan dönmek varsa ben burda durmak istiyorum. Dönmek istiyorum senin oldugun anlara. Sevilmez böyle kalpten çilginca, istenmez böylesi bir ask, bu kalp bana düsman biliyorum. Bu kalp senin biliyorum. Sen yinede çiçegimsin, yinede sevdicegimsin. Daglara meydan okuyorum sana gelmek için. Korkuyorum gelipte seni bulamam diye. Kuslara selam söyledim sana götürsenler diye, topraga göz yasimi biraktim duyarda anlarsin diye. Dudaklarimda ismin titriyor yavas yavas. Gelir ya öyle bir an kizarsin yasama, kör olursun seni seven gönüllere. Susuyorum yine, söyleyemem baska sözü. Gece konussun artik, gece anlatsin beni sana. Belki ona inanirsin, belki onun için dönersin bana. Aglayiyim mi kirilan kalbime, utanmadan tüm anilarima. Çözülmüyor bu ask bilmecesi, anlamadilar neden sensiz oldugumu. Deli dediler bana. O yüzden seni *******de ariyorum ben. Sen o insanlarin oldugu yerde olmazsin, sen bir meleksin. Seni fisildadigimi ayisigina kimse görmesin diye geceyi bekliyorum. Biliyorum sen bana gecede döneceksin. Duy artik sesimi, dinle artik beni, paylasalim bu geceyi. Senin olacagim, sadece senin. Bir teselli gönder yildizlardan, biliyim senin oldugunu, seviyorum diye cevap veriyim. Bos kucagimda senin kokun, omzumda bir tel saçin. Unutuyum diyorum içiyim diyorum, sarhos olup siliyim birazda olsa. Bardaktaki sen oluyorsun. Saatime bakiyorum belki az kalmistir günesin dogusuna, saatimde gülümsemen yansiyor. Sen dag basinda kimsenin ulasamadgi yerde bir narin çiçeksin. Esen her rüzgarda incineceksin diye korkuyorum. Sen denizde dalga oluyorsun. Rüzgar kesilince gideceksin diye korkuyorum. Sen kus oluyorsun en yükseklerde uçan, dönmemek üzere gideceksin diye korkuyorum. Yalnizim bebegim inan yalnizim. Gün bitiminde inkar etsemde bunu, yalnizim ben sensiz. Inatla seni seviyorum çiçegim. Her dakika beni tüketiyor damla damla. Bende sensizlik kadar damla kalmadi bebegim. Çarem ol, sebebim ol yasamam için. Yarali gönlüm senin mutlu olman için dua ediyor. Umutlarim bitecekse eger senden, seni mutlu birakiyim bu dünyada. Kimse üzmesin bu çiçegi, kimse sevmesin gönülden. Yine yalniz kaderim, göz yasimi bilmiyor artik, her zaman seni sevdim güzelim, gönlüme merhem olmayan çiçegimsin. Dön geri ne yaptim sana, istemiyorum sensizligi, yapamam ben böyle, üsüyorsa ellerim sensiz, gözlerim islaniyorsa, bir bosluksan içimde, yasayamam ben böyle bebegim. Yalan degil,bu sevgi kendi geldi bana. Ruhumu bir pas kapladi sevgiden degil güzelim. Vazgeçmem ben senden bilsem ki öldürecek bu dert beni yinede vazgeçmem çiçegimden. Seni seviyorum. Hayalinle yasiyorum bu günlerde. Aklimdan çikartamiyorum kaç asir geçsede seni. Mutlumusun sen bebegim mutlumusun uzaklarda. Sen benim tek gerçegimsin, suyumsun, ekmegimsin, tuzumsun, zehirimsin. Gel benimle kal, gözlerinin bakisini , saçlarinin dalgalanisini görüyüm. Dokunuyum yanaklarina, kiraz rengi dudaklarinin adimi söyledigini duyuyum. Ah bu hayaller, daliyorum gecenin içine zaman aktikca üstümden. Ben bu kadar güçlü degilim, sensizlige dayanacak kadar. Söz verdim kendime, yildizlar sahidim olsun. Yemin ettim ki ölsemde asla asla sevemem bir daha senin üstüne senden sonra. Ates olsanda bir gün beni yakip kül etsende söz verdim sevemem baska güzeli. Senin disinda aska inamiyorum güzelim, ask yoktur, ask masaldir sen yoksan. Bu korkular gerçek oluyorsa inanmis oldugumdandir. Üzgünüm bir hata olduysam senin için, üzgünüm seni üzdüysem. Sonu olmayan bu ******* elbet bitecek son nefesimle. Ama bilki o an bile sana olan bu sevgim bitmeyecek. Gözlerim son nefesimde döneceksin diye seni ariyor olacak. Göz yaslarim adini yazacak yanaklarima. Bir gece daha sensiz yasaniyor, her yanim aci dolu sanki. Bana bunu yapma, bu aciyla yalniz birakma çiçegim. Seni seviyorum ebediyen, anla artik asiginim. Gecenin, yalnizlikla bulustugu karanlikta aski aramak varsa, ben o karanlikta kaybolmak için degil, ben o karanligi senin adinla aydinlatmak için yürüyorum gözüm kapali. Seni seviyorum çig tanem. Bir sen anlamazsin bu sevgiyi biliyorum biliyorum bu aska taslar bile sahit. Mecnun’un olmak istiyorum sonunda çöllerde ölmek varsa. Ama seni severek senin beni sevdigini bilerek. Bir seyler hissediyorum içimde, bir bosluk, sen aklima geldikce büyüyen, fakat sana söyleyemedigim için beni öldüren bir bosluk. Sana asigimmmm. Çarem sensin o koskoca boslugu bir sen doldurursun ya da o bosluk beni öldürür. Aci gözyaslarim sensizlikte kayniyor, bir alev gibi çöllenmis dudaklarimi, sen diye çatlayan tenimi yakiyor. Ben buna askimin sonbahari diyorum çiçegim. Elbet bitecek bu soguk günler ve ilkbaharla açan çiçekler gibi bana döneceksin. Gidisini unutacagim gelisinle bizim için zaman duracak o an. Bir sonbahari daha kaldiramaz bu yüregim. Sabret derdi kalbim, simdi artik oda sustu, biliyormusun sana çilginlar gibi asik oldugumu. Geçici olsun bu sevgi, unutuyum seni diye her gece dileklerde bulunur oldum. Bir rüya olsun bu sevgi diye uyanmak istedim. Inci tanemsin, bilirsin varliginin gözlerimdeki hayat oldugunu. Döneceksin diye bekledigim her yerde senin için biraktigim gözyaslarimi. Ben bir hercai olmusum sanki. Dönüp dolasip yine seni seviyorum. Bulamiyorum baskasinda sende ne bulduysam. Ben ölümümü kabüllendim, yeterki bir kez olsun bak bana. Dön bana bebegim dön artik bu sonsuz gurbetten. Sevgilin olmayan ben sevgilim olmani istedigim seni bekliyorum birakip gittigin yerde.her gece en sevdigin parçayi dinlerken senin için akan gözyaslarima üzülüyorum sabah olunca. Ufukta senin gözlerindeki aci elveda görünüyor. Kederlerimsin sen, mutlusundur. Ben bu yüregi ugrunda yaktim.kül oldu sana olan askim. Gülme öyle, yalan oldugunu anladin. Sensiz ne olabilirki. Yasam sadece iskence. Beni sensizlik degil, beni askimin esiri olmak degil, beni senin baskalarinin olman öldürecek. sana söyleyemedigim o kadar çok sey var ki. Belki söylemedigim için mutlu olmaliyim. Seni seviyorum askim, sana çilginca asigim. Bu gönlüm senin için yasiyor. Hata nerde ? hata kimde. Deli bu gönül anlamaz ki aci çekmekten, anlamazki zorla sevgi olmayacagini. O sadece ister, ister ama seni benden ister. Benim olsaydin vermezdim seni kimselere. Hiç gidilmemis denizlerde senin adini haykiriyorum. Hiç çikilmamis daglara senin adini yaziyorum. Hiç aci yasanmamis yerlerde senin gözlerinle doluyorum. Yollara muhtacim, seni benden ayirsinlar beni senden koparsinlar diye. Bilmektense senin beni sevmiyecegini geleceksin diye seni beklemeyi tercih ederim. Geçmisim her anini sorgulamaliyim, bir yerde bir noktada seni tandigim yeri bulup o ani silmeliyim. Sensiz hayatin tadi olmasada acisini bilmem ask denen sicak kirbacin. Her vurusunda yaralanan kalbime çok borcum var. saymakla bitmez ki bu günler, söylemekle bitmezki sana olan sevgim. Alin beni bu dünyadan onunla olup olup onsuz olmayim. Çatlak kalbimin her bir kösesinden kan akarcasina ömrüm akip gidiyor. Dudaklarim demir gibi oldu, ne konusuyor ne kimseyi öpüyor. Hiç ellerini kaldirip kollarini yanlara dogru açarak "asigim sana nankör dilber " derken beni gördünmü ? bir görsen nasil titredigimi bir görsen yikilip yerlere, agladigimi belki dönersin, sevgilim derim sana, askim derim. Soguk suda kalmis gibi tüylerim ürperiyor. Belki en yakin yankilardan sen çikip gelirsin diye, her gece yatmadan ellerimi gittigin yere dogru açiyorum. Belki bir sabah gelirde tutarsin diye. Askim ,inci tanem, bebegim, güzelim, bal damlam, gülbebegim, canim, hayatim, bitanem, ömrümün sultani, kalbimin prensesi, yasama nedenim, canözüm, tatlim, ates parçam, gönlüm, çiçegim, sevgilim, melegim, sevdicegim, herseyim su an nerdeysen Seni seviyorum. Kabül etmek istemesende anla artik. Seni seviyorum çiçegim. Bu yoldan gelmezsin belki, belki yildizlardan damlarsin kucagima, belki isiksindir sen beni aydinlatan. Bana cesaret verin kuslar. Uçup buluyum onu. Her kimin yanindaysa aliyim götürüyüm uzaklara. Insan elinin degmedigi, gözlerin görmedigi bir çiçek gibi saklayim onu gönlümün bahçesinde. Teninin sicakligi sensizlikte çogalan buzlarimi eritsin. Çözülsün dudaklarim ki her dakika fisildayim güzelligini, sevgimi. Gitmeyin kuslar siz dinleyin beni, siz dinleyin ki anlayip onu bulun bana. Selam söyleyin o yare. Iyi baksin kendine bir gece gelecegimi söyleyin. Ama beni istemezse, kizarsa size, izin vermezse onu sevmeme. Unut derse. Unuturmuyum gönlüm, söyle unuturmuyum o çiçegi. Ben onun suyu olmak istiyorum. Kurusun tüm irmaklar. Ben onun isigi olmak istiyorum söndürün günesi. Kurtulamadim bu sevdadan. Zor degil sevmek aci versede, sen mi en güzelisin yoksa sen mi tek benim diger yarimsin. Bir anlik sensizlik degil. Hani senin olmak bir ayricalikti. Bana aciyorsun belki, belkide o tas kalbin daha çok sevmem için bana gülümseyecek ufukta. Ve ben daha çok sevecegim seni, daha çok. Damla damla tasarcasina biraz daha sevgi biraz daha ask. Bitmezki bendeki bu sevgi. Sana yetmedi biliyorum, sen baska birsey ariyorsun. Ama benden bu kadar canim. Senin olurdum ama dokunulmamis tenimi sözlerinle yakarsin. Aci soguyor bana yaklasinca, söndürüyor korlasmis çöl kokulu dudaklarimdaki ismini, yakiyor kalbimi. Özlemim bitiyor sevdamin baharinda. Yeni baslamistim sevmeye. Basi olmayan bu akan nehir sevgimi tasiyordu sana yigin yigin. En kötü anlarimi yanimda olusundaki ihtirasla en mutlu anim yaparim. Söyledigim sarkilar bile yarali senden kalan son söz gibi. Hissediyorum kimse söylemesin, ben eskisi gibi degilim. Solgun yüzüm, titriyor tenim, agardi saçlarim. Belkide baskasina gittin çoktan, beklemedin belki severim diye. Sen gidersinde yasarmiyim ben, yasarmiyim sonraki saatleri. Kabüllenemem ben bu düsünceyi sen onu bedenine sararken, kabül ederken kalbinin en gizli yerlerine ben alev alev yanarim. Sen onu öperken, benim buselerim aglamazmi çatlamis dudaklarimda. Düsünmezmisin, üzülmezmisin, yanmazmisin beni düsününce onun kollarinda. Ben düsündükce çildiriyorum, saçlarimdaki aklara kadar hissediyorum o aciyi. Bende bulurum belki, benide biri sarar, çöl olmus dudaklarimi yine canlandirir, beni siki siki sarip titreyen vücudumdaki yalnizligi sicakligi ile söndürür. Neden kandiriyim ki kendimi ben sadece seni seviyorum, istesede baskasi beni ölümüne ben senin olmaya yeminliyim gidemem ona. Bu ellerimi sadece sen tutmalisin, sadece sen bakmalisin sen diye parlayan gözlerime, sadece sen öpmelisin senin hasretinle kokan dudaklarimi. Gel artik bebegim, dön bana. Çürüyor yavas yavas, toprak oluyorum. Içimdeki sen kalacak geriye , dön onu al bari. Yalniz kalmasin bu dünyada. Bu kötülüklerde birakma onu. Bir buse olup dudaklarinda kalsin. Koru onu, çünkü o bu dünyada rastliyacagin en saf duygu, en temiz bakis. O askin ta kendisi. Söz vermistim kendime gittigin gecenin ilk parlayan yildizini sahit tutarak sevmeyecegim kim olursa olsun, ne kadar güzel olursa olsun. Kendimi sana sakliyorum bir emanet gibi, kapatiyorum gözlerimi,tikiyorum kulaklarimi. Delirmek üzereyim yalniz anlarimda, bu hasret kanla bitecek. Dayanamayacagim adini sensiz anmaya. Sevgime seni bulacagimi mirildanip gün doguumunu sensiz yasamaya. Bak sagimda sen varsin, solumda sen varsin, ellerimi tutan sensin, arkamdan sarilan senin kollarin. Her taraftasin, hep yanimdasin. Baktigim her yerde tebbessümle bana bakiyorsun ve adini anip seni çagirinca kayboluyorsun. Ne oluyor sevgilim, neden bu insanlar bana acircasina bakiyorlar. Sen ordasin iste, seslen onlara inansinlar bana. Deli demesinler askima, dert yanmak isteyince acimasinlar sensizligime. Her yanima gelen unut demesin, unut diyip sevgimi yalanlamasin. Ben sevdim mi gerçekten severim. Bende bilmiyordum ama seninle ögrendim. Ilk seni sevdim bebegim, ilk sana sakliyorum benligimi. Kabüllenme vakti gelince senin yoklugunu, solugum son kez kesilecek. Ve kapanmadan bu gözlerim kalbim senin isminle duracak. Içimde benimde bilmedigim bir yerde bir deniz akiyor benden sana, ve her dalgasinda sen diyen parçalarimi koparip aliyor. Dalga dalga dövüyor kalbimi, anla artik gerçegi der gibi yaralimi tuzluyor. Ben yasamadim ki senden önce, simdi ölsem ne olur, aci çeksem ne olur sanki. Bir kez senin sevgini tatmisim. Ask olsun isterdim aci dostum oldum. Kollarim seninle dolsun isterdim kucakladigim sadece sensiz oldukca bübüyen hayellerim oldu. O hayaller ki sen dolu, bir gülümsemen günesi doguruyor, gül bahçesi her taraf, renk renk senin sevgin, senin kokun. Hayaller bitince geri hiç kaliyor. Ne yana baksam karanlik görüyorum, karanligin ugultusunu duyuyorum. Gözlerim kaziyor her yeri seni bulmak için. Bir umut olsun bir parçani yakalamak. Gerçege ne zaman dönsem bir kan gölü çekiyor beni dibine. Bagirmak istemiyorum, sesim çikmaz agizimi açsamda. Çünkü ben bu dili sadece seni seviyorum demek için kullandim. Elimi uzatiyor o karanliga ve kendimi bu ölüm denen suya birakiyorum. Eger seveceksen beni uzatir tutarsin, ama yoksan benim sevgimde, yavas yavas son nefesimle sende bitersin. Bu ilk ve son askim oluyor, biraz daha geç kalacak olursan bebegim gelme sakin, görme beni sen diyemezken. Birak gözlerimi baskasi kapatsin, tabi seni görmeden kapanirsa bu gözler. Bu bir kabus olmali. Seni sevmek senin olamamak. Seni baskalarinda bilmek. Uyanma vakti geldiyse uyandirin beni. çünkü bu öyle bir aci ki ya gerçek olursa. Ben yine seni seviyorum siirlerimi yaziyim, yine asigim diyip acima aci katiyim. Senin baskalarinda mutlu gördükce kabuslarimin sonunu yasayim. Bunlari biryere yazin, son sözlerim olsun sana, ve yasadikca unutma, unutursan sende yasama. Ben seni gidecegim yerde bekleyecegim. Sözerim seni ugurlar, yolunu bana çekerler. Unutma bu sözleri ki sevenler anlasinlar neymis asik olmak. ; " seni seviyorum çiçegim, ilk gördügüm anda kalbimde çakan simsekten bu yana sana çilginca asigim. Yillarca aradigim kiz senmissin. Gönlümün gizli duvarlarinda senin adin yaziyormus. Bir etiket olup bende kaldin. Seni seviyorum, Sana asigim, Sevgilim olurmusun ? inan artik ne olursun, bu bir saka degil, bir hikaye degil. Seni seviyorum askim. Senin için yasiyorum ve senin için ölecegim. Seni seviyorum çiçegim, seni çilginca seviyorum. Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, Seni seviyorum, noktalarin bittigi yerde seni bekleyecegim. Beni çok bekletirsen ne sen ne bir baskasi artik bulamaz. Kazi kalbine benim gibi bu gerçegi, Seni seviyorum bebegim, sana asigim. Inanmaz bu yalan dünya. Ama ben seni gerçek anlamda seviyorum, asigim sana. Bu mektup dillere destan olacak ve tüm dünyaya sana olan askimi anlatacak. Seni seviyorum canim. Seni seviyorummmmmmmm |
Sevgiliye Mektup
Önümde duran boş beyaz bir kağıtla ne yapsam diye düşünüyorum Kağıttan bir gemi yapıp denizleri mi fethetsem? Yada Masanın bir bacağı kısa, onun altına mı koysam? Yoksa sık sık seninle ilgili unuttuğum şeyleri yazıp duvaramı assam? Yok en iyisi oturup sana bir mektup yazıyım. Sana olan sevgimi yazıyorum; Seni nasıl sevdiğimi anlaman için. Hayallerimi yazıyorum; Senli yarınlarımız için. Sonra sana bakışımı yazıyorum; Sonsuzluğu görmen için. Ve birde yıldızları yazıyorum; Oradan bana baktığında görmen için. Yanına gelmek istiyorum. Ellerini tutmak, gözlerine bakmak, Tenini tenime deydirmek, Saçlarını okşamak, Yüreğini hissetmek, Nefesini içime çekmek istiyorum. Ve sana şunu söylemek; Hem de haykırırcasına “seni seviyorum” demek istiyorum. Eğer senin de önünde boş beyaz bir kağıt varsa Otur sende bana bir mektup yaz. Unutma burada senin gibi hisseden, Senin gibi seven biri var. İşte mektubumun sonuna geldim Sana göz yaşlarımla ıslanmış bir mektup yolluyorum Çünkü sen benim binlerce göz yaşımdan oluşandın Sakın sen ağlama, üzülme Çünkü bana sen lazımsın… Ferhat Şişginoğlu |
Aşk Kağıda Dökülmüyor
Nasıl bir yazgıydı bu, yazanı yazdıranı belli olmayan? Hangi kader çizgisiydi yollarını kesiştiren? Hangi rüzgarlardı o güzel kadını, onun sakin küçük dünyasına getiren? Onu sakin denizlerden sürükleyip fırtınalı okyanuslara atan? Sırası mıydı bu aşkın, o ununu elemiş eleğini asmış, tüm sevdaları sürgünlere göndermişken? Hangi acımasız yazgıydı, onu yeniden aynalara baktıran. O aynalar ki, hiç yalan söylemeyi bilmezlerdi. Geçen yılların bırktığı izleri insanın yüzüne acımasızca vururlardı. Azaltamazdı ki kalan saçlarındaki akları, yüzündeki çizgileri. Küçülüp, eriyordu, o güzel kadının belleğine kazınmış resminin yanında. Utanıyordu sevdasından, aşkından. Ona giden yollardaki uçurumlar, engeller büyüyordu. O, giderek uzak ve erişilmez bir tanrıça oluyordu. Kâr etmiyordu hiçbir şey; bilge teselliler, kitaplarda okudukları. İster itiraf etsin, ister etmesin, düştüğü durumun bir tek tanımı vardı ve o da aşktı, sevdaydı. Ve o ömrümde hiç böyle sevdalanmamıştı. Bu sevda, platonik, romantik gibi klişelere sığmayan bir sevginin ürünüydü. Sözcüklerle tanımlanamayan, gece gündüz her saat, her an onu düşündüren, ona özge bir sevdaydı. Ah, bu yürek değil miydi onu yakan, bu onulmaz sevdalara düşüren. Sevginin o mütiş gücünü bu sevda ile öğrenmişti yeniden. Sevdiğiyle sadece aynı mekanlarda olabilmenin bile ne büyük bir mutluluk olduğunu, onun sadece telefondan duyulan sesinin bile tüm gökyüzünü maviye çevirebileceğini, karanlıkları aydınlatabileceğini bu sevda ile yaşamıştı. Ve aşkın insana çılgınlıklar yaptırabileceğini yeniden ta kanında hissediyordu. Aşık olduğu kadınla olan en kısa ayrılıklar bile ona dayanılmaz geliyordu. Şimdi o yine uzaklardaydı. Ve ona olan hasreti aralarındaki mesafeler artıkça artıyordu. Üstelik günlerdir ondan haber alamamak kendisini deli ediyordu. Ona merhaba diyebilmek, bir tek sözcük de olsa sesini duyabilmek için her yolu deniyordu. Ama tüm çabaları sonuçsuz kalıyordu. Gece gündüz, her an onu düşünüp ona ulaşamamak, korkunç bir ızdıraptı. Kahrolmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu, elinden. Bu griler grisi, mavi yoksunu gökyüzünün altında çıldırasıya özlüyordu o kadını, onun gözlerini, gözlerinin rengini, gülüşünü. Ayrılık acısıydı bu, kolay değildi üstesinden gelmek. Haykırsaydı sevgisini pencerelerden, bağırsaydı adını sokalara, diner miydi acıları? Yılın son günde yağan karın beyazına dökseydi karanlıklarını, aydınlanır mıydı içi? Batmakta olan güneşin kızıllığına, sütmavisi kesilen gökyüzüne çizseydi aşkını, azalır mıydı o kadına olan özlemi? Kalemini kanına batırıp ak kağıtlara yazsa bu aşkı, biter miydi hasret? Bu son ayrılık, onu genç kadına olan sevgisini sorgulamaya zorluyordu. Aklı, bu sevdanın, hiçbir gerçekliğinin ve geleceğinin olmadığını söylüyor; kendisi için hiçbir şey ifade etmediğin, senin sevdana gereksinimi olmayan o kadını neden seviyorsun? diye soruyordu. O ve kalbi akılına karşı inatla direniyorlardı. "Evet, değer", diyordu, "yüz kere, bin kere değer!". Çünkü o kadın yaşamından çıktığında kendisini tekrar ölü hayatların, mavisi ve güneşi olmayan günlerin beklediğini biliyordu. "Değer" diyordu, "herşeye değer! Uğruna ölmeye, çılgınlıklar yapmaya, deli divane olmaya, Kerem gibi yanmaya değer!" Niçin mi? Sadece o kadını görebilmek için, sadece sesini duyabilmek için, sadece güzel gözlerine bakabilmek için, o sıcak, o çocuksu gülüşünü yaşayabilmek için. Onu görünce heycanlanmak, onunla konuşurken toy bir delikanlı gibi ne söyleyeceğini, ne diyeceğini şaşırmak için. Onunla birlikteyken, onu düşünürken tüm dünyayı, tüm kaygıları unutabilmek için. Tektaraflı sevdaların seveni acılara boğabileceğini ta başından biliyordu ve o acıları ak kağıtlara dökerek, şiirleştirip, öyküleştirerek yenebileceğini düşünmüştü. Ama bunun olanaksız olduğunu kısa zamanda anlamıştı: Gerçek aşk kendini yazdırmıyor, kağıda dökülemiyordu. Ve o aşka tutsak, aşık olduğu kadın ona yasak olsa da, aşka ihanet etmemek için; insanı insan yapan o yüce duygudan yana olmak için; belki de sadece "onu seviyorum, o halde yaşıyorum!", diyebilmek için, sonuna kadar direnecekti. Mevlüt Asar |
Seni kıskanıyorum. İçimde gururdan eser yok artık.
Kıskançlığımın başladığı yerde yüreğim tertemiz oldu, aydınlandı, pırıl pırıl şimdi. Gururum, zaman zaman benliğimi saran kendini beğenmişliğim, güvenim ve inançlarım; hep seninle yaptığım savaşta yenildiler. Bir kıskançlık hissi kaldı içimde dipdiri ve her zamankinden daha güçlü. Kazandığın savaş onu da yenebildiğin anda bir zafer olacak, ancak o zaman "Kazandım" diyebileceksin. Fakat ben o duygunun, bende fethedemediği son kalenin o son kalenin asla düşmeyeceğine inanıyorum. Bütün çabaların boşa gidecek, seni sevdikçe kıskanacağım. Bir gün beni sevmemen bile bu savaşa tesir etmeyecek. O zaman asıl büyük yenilgiye doğru sen gideceksin. Sevgimi karşılıksız bırakman bana attığın son kurşun olacak. Açacağın büyük yaraya rağmen yıkılmayacağım, ölmeyeceğim anlıyor musun? Yine seni sevmeye, yine seni kıskanmaya devam edeceğim. Beni tanımadan önce yaşadığın yıllar var ya; onları da kıskanıyorum. Düşün bensiz yaşayacağın bir dakikaya bile tahammülüm yok artık. Bir gün güzel bileğindeki küçük saati parçalayabilirim, bensiz bir zamanı sana bildirdiği için. Mümkün olsa bütün o dakikaları, o günleri sana yeniden yaşatmak isterdim. Sana kıskanılmış zamanlar, mesafeler ötesinden seslenmek ne acı bilemezsin. Seni gören, güzelliğini arzulu bakışlarla seyreden insanların da bu dünyada yaşadığını düşünmek ne korkunç bir şey anlayamazsın. Hele seni başkalarının da sevdiğini ve seveceğini bilmek ne türlü bir ölümdür düşünemezsin. Kıskançlığım bir hayvanın dişisini kıskanması değil. Mayamızda olan arzunun ötesinde bir şey bu. Ebediyyen sahip olmak hissinin çok üzerinde bir ölümsüzlük çabası, bir sonsuzluk duygusu... Seni kıskanıyorum. Verdiğin huzursuzluğa rağmen bir kadını kıskanmanın büyük huzuru içindeyim. Oysa ben seni tanıyıncaya kadar kıskançlığı daima ilkel bir duygu olarak düşünür, reddederdim. Bu davranış belki de o güne kadar kıskanılmaya senin kadar değer bir insanı tanımamış olmanın verdiği eziklikten gelirdi. Şimdi o ezikliğin yerine bir kabına sığamamak var içimde, taşmak var. Sevginle tamamlandımsa verdiğin kıskançlıkla bütünlendim. Hep böyle kıskançlığımı besleyecek kadar güzel kal... Ü.Y.O. |
Gülüşün,Hiç kimsede olmadığı kadar içten,hiç olmadığı kadar yumuşak.
Gülüşün, gözlerine yansıyan ışık. Sen gülüyorsun, ben bir yardan diğerine Ben sürüklenen serüvenci oluyorum. Gülüşün çocuk, haylaz, yaramaz,umursamaz.Ve bir o kadar uslu, söz dinleyen, huzur veren... Gülüşün damarlarıma işliyor, bağımlılık yaratıyor. Bir tutku, vazgeçmesi mümkün olmayan. Bir hayat senfonisi, her notasında aşkı saklayan. Sevmeyi bilen gülüşün, sevdikçe sevdiren gülüşün... Özlemin en koyusu senin gülüşüne konaklanmış. O gülüşü görmeden yaşamak öyle zor ki... Sınırsız okyanusların, en mavi denizlerin beyaz yelkenlisi... Umudun ta kendisi... Menzili olmayan bir uçuş, sonsuzlukta kayboluş...Güven veren gülüşün, cesaret veren... Hayatın bütün kaypaklığına, ikiyüzlülüğüne ve acımasızlığına direnme gücü veren. Yaşama sevincini her gördüğümde yeniden yüreğime yerleştiren gülüşün... Sen güldükçe gülüyor çevremde kim varsa, ne varsa. Sen güldükçe ışıl ışıl yanıyor yıldızlar, her birine senin adını verdiğim yıldızlar. Şimdi sadece senin gülüşünle anıyorum onları. Gülüşün, ayazı ısıtan bahar, sarı sıcağı serinleten rüzgar. Alabileceğim en değerli armağan gülüşün, içinde her sevinci barındıran bir hazine. En beklenmeyen sürpriz, hep beklenen mutluluk. Gülüşün kötüye karşı en soylu başkaldırış. İyinin en kadim dostu. Mücadele eden, yenilmeyen ve aşkın zaferini ilan eden... Sevdiklerine alçakgönüllü, zarar vereceklere kalkan. Soran sorgulayan ama asla yargılamayan gülüşün... Bedenimi saran ateş, içimdeki ürperiş, ellerimdeki titreyiş gülüşün. Tükenmeyecek heyecan, sonu gelmeyecek öykü, anlatılmaz bir duygu seli... Seni anlatan en iyi tarif gülüşün, içinde ne varsa dışına yansıtan. Saklamayı bilen ama gizemden hoşlanmayan. Baktıkça, 'İyi ki yaşıyorum' dedirten... Var oluşuma anlam katan gülüşün... Baktıkça Tanrıya şükrettiren ve 'Hayatımdan hiç çıkmasın' diye dua ettiren gülüşün. Damla damla yağan yağmur, yanımdan hiç ayırmayacağım uğur... Gecenin dinginliği, gündüzün hareketi. Renklerin en güzeli, çiçeklerin en tazesi...ve bu sevdanın sebebi... Gülüşün |
SENİNLE ÖLMEYE BİLE HAZIRDIM
Bu gece konuğumsun. Karanlık, yırtıcı düşler ve küçük ölümlerle dolu bir ormandan geldin bana... Perdenin aralığından sızan mahcup ay ışığı yorgun bedenini okşuyor... Yanımda uyuyorsun. Kollarındaki, bacaklarındaki izleri, yaraları seyrediyorum. Alımlı, uçumlu bedenine, diriliğine, büyülü gençliğine tutkuyla bağlı olduğun adamdan geliyorsun bana... Dilsiz sevişmelerinden... Onu başından beri hiç saklamadın benden. Zaten ben yüzündeki solgunluktan, düş kırıklığından, gözlerinin sık sık boşluğa düşmesinden anlamıştım hemen. Zaten yalanlarla yaşayamazsın sen... Ama gerçeği anlayınca içimdeki resim darmadağın olmuştu bir anda. Resimdeki kırmızı ev yıkılmış, çiçekler ezilmiş, resimdeki bahçenin kapısı kırılmıştı... Neden, demiştim sana, son bir umutla ve belki bir mucize olur, bana hiç beklemediğim bir gerekçe söylersin diye, tıpkı ölüm mahkumlarının son anda bir kurtuluş haberi beklemeleri gibi... Gözlerime baktın. Evladını terk etmeye hazırlanan bir anne gibi baktın bana. Bir yalan aradın, buldun belki, ama söyleyemedin. Yalanlarla yaşayamazsın sen... İçimdeki resim tutuşmaya başlamıştı. Resimdeki küçük çelimsiz, siyah önlüklü çocuk ağlıyordu umutsuzca... İçimdeki resim yanıyordu. Çocukluk sevinçleri, düşler inançlar yanıyordu. Resimdeki siyah önlüklü çocuk nereye kaçacağını bilmiyordu... Yakana sarıldım ve neden? diye bağırdım seni sarsarak: Neden seviştin onunla? .. Seni sarsmam, yakana sarılmam, sana bağırmam senden güçlü olduğum için değildi. Tam aksine uçuruma düşüyordum, elimi tutup, bırakmaman içindi... Gözlerin yine bilinmeyen bir boşluğa takılmıştı. Bir süre sustun. Sonra konuştun. Sesin hayat kadar yabancıydı, hayat kadar acımasız, hayat kadar gerçekti... İçimde tanıyamadığım bir başka kadın daha var, dedin. Ve o kadın onun çekiciliğine karşı koyamıyor... Öylesine büyülü bir yakışıklığı, öylesine küstah bir kendini beğenmişliği var ki kendime engel olamıyorum... Bu gece konuğumsun... Karanlık, yırtıcı düşler, küçük ölümlerle dolu bir ormandan geldin yanıma... Perdenin aralığından sızan mahcup ay ışığı yorgun bedenini okşuyor... Kollarındaki, bacaklarındaki yaraları, izleri seyrediyorum... Yanımda, öylesine masum uyuyorsun ki... Bu masumiyetinin arkasında nelerin saklı olduğunu, içinde, sana da yabancı olan o kadını bilmeyi öyle çok isterdim ki... Sahi, kimdi o kadın? Güçlü, yakışıklı, kıskanç, sahiplenen, hatta küstah, seni inciten, üzen ve kendini beğenmiş erkeklere bu denli çeken neydi onu... O kadını bu parçalanmışlığa sürükleyen kirli ve hastalıklı merak neydi? .. İçindeki o bin yıllık ezilmişlik bu ezilmişliğin hastalıklı hazzı mıydı karşı koyamadığı... Kişiliğini parçalayan, iradeni felce uğratan, gururunu tamamen teslim alan bu ruhsuz sevişmelere onu hangi derin eksiklik çağırıyordu... Sahi, kimdi o içindeki senin bile tanıyamadığın kadın? ... Bana çekiciliğine karşı koyamadığın bir başkasıyla seviştiğini söylediğin günden sonra haftalarca görüşmemiştik. Aşkınla çok derinlere gömdüğümü sandığım güvensizliklerim, komplekslerim, korkularım gömüldükleri yerden hiç olmadıkları kadar güçlenmiş ve acımasız inatlarıyla ortaya çıkmışlardı yeniden... Haklı olmanın, bir suçlu bulup yargılamanın rahatlığını hiç tatmamıştım ki... Ortada bir yıkım, bir ihanet, bir suç varsa kimsede değil, hep kendimde arardım ben... Günlerce seni değil, kendimi yargılayıp durmuştum. Bedenimi aşağılamıştım acımasızca. Neden ben de içindeki kadını büyüleyen o adam gibi yakışıklı, güçlü, gösterişli bir bedene sahip değildim? ... Neden bağlandığın o genç adam gibi seni sınırlayıp sahiplenmiyor, üzüp incitmiyor, içindeki o bin yıllık ezilmişliği tahrik etmiyordum? ... Neden benim de dudaklarımın kenarında kendini beğenmiş ve küstâh bir gülümseyiş yoktu onun gibi... O görmüştü de, neden ben seninle onca yıl beraber olduğum halde içindeki sana yabancı olduğunu söylediğin kadını görmemiştim... Saçma, rezil, karanlık düşüncelerdi, ama ne yazık ki gerçekti... Ama en çok neyini kıskandım biliyor musun? Onun önünde elbiselerini çıkartıp soyunmanı, sevişirken adeta sayıklar gibi söylediğin ve bana dünyanın en masum sözleri gibi gelen o ayıp sözcükleri ona da söylüyor olmanı ve bir de onun yanında uykuya dalışını kıskandım... Ama asıl acı olan bir gün ansızın seni kıskanmaktan vazgeçişimdi... Bir gün ansızın öyle büyük bir yokluğa düşmüştüm ki, bu yoklukta her şeye olan inancımı yitirmiştim... İnsan ancak birine inanıyorsa onu kıskanırdı... Sen yokken her sabah dünyaya gözlerimi açıp, etrafıma baktığımda, burası neresi, diyordum, kimim ben, kim bu insanlar, şimdi ben bu koca gün ne yapacağım? diye düşünüyordum. Sanki bu hayatla ilgili bildiğim her şeyi unutmuştum... Ta ki sen bir gece vakti gözyaşlarıyla kapımı çalıncaya kadar... Öylesine bağlılıkla, öylesine susamışlıkla sarılıyordun ki bana, sanki birden rollerimiz değişmişti, şimdi sen uçurumun kenarındaydın, seni tutması, koruması gereken annen bendim senin... Sana, senin bana sarıldığın gibi sarılmasam senin resmin dağılacaktı... İçindeki kadın sana büyük bir tuzak hazırlamıştı. Bedenin, ezilmişliğin, karanlık önyargılarla koşullanmış güdülerin doyuyordu, ama ruhun öylesine susuz kalmış, kişiliğin öylesine parçalanmıştı ki... Çünkü yakışıklı bedenine vurulduğun, dudağının kenarındaki o küstah ve kendini beğenmiş gülüşüne hayran olduğun genç adamla ruhunla, duygularınla ilgili konuşacak, paylaşacak hiçbir şeyin yoktu... Bedeninin onu özlüyordu, ruhun beni... İçindeki, o yabancın olan kadın, arzuladığında genç adama, onun iri, gösterişli bedenine, ipeksi, gergin kaslarına, bitip tükenmek bilmeyen cinsel enerjisine, seni küçümseyen, acıtan o küstah yakışıklılığına gidiyor, susuz kalan ruhun içinse bana geliyordun... Peki, beni seninle birlikte olmaya iten neydi? Neden bırakıp gidemiyordum seni? .. Aşkta yasak olana, imkansızlığa, mutsuzluğa duyduğum merak mı çekiyordu şimdi seni bana... Yoksa ne ondan, ne de benden vazgeçemediğin için yaşadığın acıya, parçalanmışlığa duyduğum merhamet için mi bırakamıyordum seni... Artık benimle o bir zamanlar tutkuyla bağlandığım bedenini paylaşamıyordun. Artık sevişmiyorduk seninle. En azından dürüsttük bu kadar kendimize ve bir başkasına... Ama çıplak bedeninden çok daha mahrem ve sahici olan düşlerini, duygularını, acılarını paylaşıyordun benimle... Çok küçükken, dayının sana yaptığı cinsel tacizi mesela. Bugüne dek kimselere anlatamamıştın bunu... Aramızda cinsellik olmayınca artık ben de seninle her şeyimi korusuzca konuşabiliyordum... Düşlerimi, annemi nasıl derin bir sevgiyle sevdiğimi, rüyalarımda onunla nasıl seviştiğimi, o büyük utancımı, karanlık iç dünyamı, doyumsuzluklarımı hasta, yaralı ruhumu... Aramızda cinsellik olmayınca artık üzerinde iktidar kurmayı asla düşünmüyor, seni denetlemiyor, seninle gizliden gizliye rekabet etmiyordum... Olmadığımız gibi görünmeye çalışmıyor, güvensizlikten kaynaklanan sahte üstünlük duygularımızı tatmin etmek için birbirimize kapris yapmıyorduk. Sıradanlığın o büyülü içtenliğini yakalamıştık... Kendimizle, hayatla, her şeyle alay ediyorduk... Karanlık ormanından bana geldiğin bir geceydi, hiç unutmuyorum. Yatak odasına girecektim ki, içerden, çocuksu ve adeta mahcup bir sesle: Soyunuyorum, içeri gelme, demiştin... Önce, böyle deyişine çok şaşırmıştım. Sen benim yıllardır birlikte olduğum bir insandın. İlk anda mahcubiyetine bir anlam verememiştim. İçeri salona geçtim. Sonra bir sigara yakıp düşündüm... Düşündüm... Bu mahcubiyetin, soyunuyorum, içeri gelme deyişin, bana çok anlamlı geldi birden... İçim sevinçle, umutla doldu... Ve o an seninle her şeye yeniden başlamaya karar verdim... Buna hazırdım... Seninle ölmeye bile hazırdım... Soyunuyorum, içeri gelme, deyişin, bir kez daha aşık etmişti beni sana... İlk kez gibi... Ve bütün ilkler gibi sonsuz bir arzuyla... cezmi ersöz |
GÖLGEM DÜŞMÜYOR ARTIK EVİNİN DUVARLARINA
Hadi gir içeri. Ama gözlerindeki o kanayan suçluluk bırak kapıda kalsın. Ona ihtiyacımız yok artık. O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını, ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu kapıda bırak. Tutkunu olduğum neyin varsa hepsini bırak kapıda. Yoksa ne kadar istesem de konuşamam seninle. Konuşamam, yalnızca ağlarım. Ne olur gir içeri. Ama girerken tut elinden sevdanın. Yıllar sonra seni yeniden uzağıma düşüren, seni o geri dönüşü olmayan yollara düşüren, yüreğinden aşkımı, dudaklarından adımı, evinden gölgemi silip götüren, o adını kimselere söylemeden ölmek istediğin, o, hiç kimseyi bu kadar sevmedim ki, dediğin sevdanı al yanına ve gir içeri. İlk aşkının yüzünü yanına al. Utanma benden n'olur. Kalbindeki o sızının halinden en çok aşkınla kavrulmuş yüreğim anlar benim... Kapat kapıyı. Kapat, içeri hayat girmesin. İçeri yalanlar girmesin. İhanetler, ihtiraslar, oyunlar, maskeler girmesin içeri. Çünkü burada yalnızca sevdan oturuyor. Hayatın içinde soluk alamayan, kendine kalbinde bir yer bulamayan sevdan oturuyor bu evde. Bak, bu ev benim yüreğim. Ne zaman kalbinden kovulsam, ne zaman hayatın ortasında öyle hazırlıksız, öyle savunmasız, öyle yapayalnız kalakalsam gelip sığındığım bu dört duvar benim yüreğim. Burası aşkımın mabedi. Burası sensizliğimin kalesi. Burası deliliğim... Burası baştan ayağa sensin, sevgilim. Sana sevgilim diyorum hala, bağışla beni. Sen artık bir başkasının sevgilisisin. Yalnızca bu cümleyi kurmamak için bile ölmek isterdim. Seni sonsuza dek kaybettiğim bu günleri hiç yaşamadan ölmek isterdim. Adım dudaklarında yok olmadan, tenim teninde henüz solmadan, daha böylesi yabancın olmadan... Gözlerine baktığımda kendimin değil, bir başka aşkın aksini görmeden önce ölmek isterdim. Ama yapamadım. Nice kaybedişlerden, nice savruluşlardan sonra, artık bu aşkı hayatın pençesinden kurtardık, o dünyevi ihtiraslardan, oyunlardan sıyrıldık ve şimdi artık Tanrı'ya yaklaştık dediğim anda, hayatı, dünyayı ve kaderi yendik dediğim anda, kalbin kalbimin yanında atarken, çocukluğum çocukluğunun ellerinden tutarken, içinde o annemin rahmi kadar huzurlu kokunu soluyarak nefes aldığım yüreğini bırakıp gidemedim. Çünkü zaten hayattan kopmuştum ve cennetteydim. Aşkınla öylesine sarhoştum ki birgün cennetimden kovulacağıma hiç inanmak istemedim. Evimin, şu talan olmuş yüreğimin dağınıklığını bağışla. Sensizliğe benimle beraber ağladı bu duvarlar. Rutubetleri ondan, aldırma. Otur şöyle, bir sigara yak. Konuşalım. Sözcüklerle değil, sevdamızla konuşalım. Anlatalım herşeyi. Sonra söz bitsin. Ölüme kadar yalnızca susalım. Anlatalım ki bu sevda kanatlarından kırgınlıklarla bağlı kalmasın bu çirkef hayata. Kurtulsun yüklerinden, bağışlasın hayatı ve sonsuzluğa uçabilsin huzurla. Biliyorum. Seni böylesi sonsuz bir aşkla severek çok büyük bir günah işledim ben. Hayatın girdaplarında savrulup duran ruhuna o yarım ruhumun ağırlığını yükleyerek çok büyük günah işledim. Ne yaptıysan sevdim seni, ne yaşadıysan sevdim. Aşkın o bulup bulup kaybetme oyunlarından yaptığın zırhın içine sakladığın kalbini ne yaparsan yap yıkılmayarak, vazgeçmeyerek ve hep affederek savunmasız bıraktım. Hiç solmayan bir sevda çiçeği olup bozdum ezberini. Direncini kırdım, kalbine girdim. Seni bir kalbi fethetmenin, ona her an kaybedebilme ihtimaliyle bağlanmanın, bir aşk için çırpınmanın o karanlık hazzından mahrum bıraktım. Affet beni, seni aşkın o dünyevi oyunlarından mahrum bıraktım. Belki de bunun için gözyaşlarıyla kazandığın ve yitirmekten çok korktuğun bir sevgiliyi sever gibi değil, sesini birtürlü susturamadığın vicdanını ya da o kusursuz ve daimi sevgisinden bunaldığın ve bu yüzden incitmekten asla çekinmediğin anneni sever gibi sevdin beni. Ama hiç aşık olmadın. Bu yüzden suçlama kendini. Asıl suçlu, bu hayatta kendine yer bulamayan, nereye gitse ya eksik ya fazla kalan, hayatı bir oyun gibi görmeyi ve kurallarına göre oynamayı hep reddeden benim o isyankar, o yaralı ve yabancı ruhum... Sen değilsin sevgilim. Hayatında önce bir sığıntı gibi yaşamaya, sonra seni kaybetmeye, ardından seni paylaşmaya, sonunda tam da sana kavuştum sanırken aşkın değil vicdanın olmaya, senin için aklına ne gelirse ona dönüşmeye razı oldum hep, katlandım. Hiç pişman olmadım seni sevmekten. Sana hiç kırılmadım. Hep anladım seni. Hayatın içinde soluk alan ve hayat kadar acımasızlaşan o karanlık yanını, buralara ait olmayan, annenin kırgın ömrünün kıyılarında unutulmuş, o yaralı, o sevgiye hasret çocukluğunun, hayatla uzlaşamamış aşk kırgını, yitik ilk gençliğinin ve herşeyin farkında olmanın ç****izliğiyle derinleşen yüzündeki çizgilerin aşkına bağışladım. Sevdim seni sevgili, sevdim... Seni o birtürlü kucaklayamadığım, ama başımı kaldırıp bakmasam bile hep orada, yukarda olduğunu bildiğim gökyüzüne duyduğum hasret gibi... Seni o suyundan hiç içmediğim, toprağına hiç basmadığım, insanlarını hiç tanımadığım, ama herşeyden kaçıp sığınmak istediğim o uzak ülkelerin hayali gibi... Seni aşkın için gözümü hiç kırpmadan arkamda bıraktığım, gözyaşlarını ve o yaralı ömrünü vicdanım gibi hep içimde sakladığım annemin karşılığı bu hayatta mümkün olmayan duaları gibi... Seni o rahmimden kanaya kanaya söküp atmak zorunda kaldığım, ama kalbimde aşkınla besleyerek büyüttüğüm sevdamızın o masum çekirdeğini tarifsiz bir hasretle özler gibi... Seni öylece, seni çırılçıplak, seni kadere isyan eder gibi, seni Tanrı'ya eş koşar gibi... Sevdim seni sevgili, sevdim... Beni bir kez öldürüp sensizliğe gömdüğün o yıllarda, o yabancısı olduğum hayatın ıssızlığında soluk almadan ömrümü yalnızca Tanrı'dan gözyaşlarıyla dilediğim o mucize için bekletirken... Sonra Tanrı sesimi duyup o mucizeyi, yani seni, yani o hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını ve ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu yeniden bana verdiğinde... Kalbim kalbinde atarken, çocukluğum çocukluğunun ellerinden tutarken... Mutluluğa dokunarak, mutluluğumun farkında olarak, mutluluktan ağlayarak... Ama bir yanım seni her an yeniden kaybedecek gibi hep tetikte... Sensizliğin o dipsiz uçurumunun kıyılarında korkusuzca dans ederek, seni benden çalan hayatın o acımasız pençesini her an arkamda hissederek... Her gece yüzümü masumiyetinin o benzersiz yurdu olan boynuna gömüp uykuya dalmadan önce bu huzuru bana bağışlayan Tanrı'ya minnetle gülümseyerek... Ve işte tam da o anda ölmeye, sonsuzluğa karışmaya hazır olduğumu ona sessizce fısıldayarak... Sevdim seni sevgili, hep sevdim... Otur karşıma hadi, bir sigara yak. Konuşalım. Anlat bana sevdanı... İlk aşkının yüzünü anlat... O, hiçkimseyi bu kadar sevmedim ki, dediğin, o adını kimselere söylemeden ölmek istediğin sevdanı anlat bana. Kalbindeki o sızının dilinden en çok aşkınla kavrulmuş bu yüreğim, sevdanın uğruna solup giden şu çocuk ömrüm anlar. Anlat hadi ne olur. Ama sakın bana hayattan söz etme. Sakın bana, hayat böyle bir yer, herşey bitip tükeniyor, her aşk hayata yenik düşüyor, deme... Hayatın içinde soluk alan ve hayat kadar acımasızlaşan o karanlık yanınla değil, buralara ait olmayan, annenin kırgın ömrünün kıyılarında unutulmuş, o yaralı, o sevgiye hasret çocukluğunla, hayatla birtürlü uzlaşamayan o aşk kırgını, yitik ilkgençliğinle ve herşeyin farkında olmanın ç****izliğiyle gün geçtikçe daha da derinleşen yüzündeki çizgilerle konuş benimle. Hayat dışarda kaldı, bak. Burada yalnızca sevdan oturuyor. Sevdanın dilinden konuş benimle. Ben hayatın dilinden anlayamam. Biz bu sevdayı hayatın içinde yaşamadık. Biz bu sevdayı hayatın diliyle yaşamadık. Biliyorum bu şizofren aşkım hep korkuttu seni. Bu uyumsuz varlığım, gerçekliğin içinde yaşayan ve en az hayat kadar acımasız olan o yanını çok korkuttu. Benimle hayata yabancılaşmaktan korktun. Bu yüzden yalnızca öykülerinde ağladın o uyumsuz varlığıma. Yalnızca öykülerinde eğildin bu sevdanın önünde. Sen beni yalnızca öykülerinde sevdin... Şimdi ilk aşkımın yüzü diye sarıldığın ve uğruna adımı dudaklarından, kalbimi kalbinden, gölgemi evinin duvarlarından söküp attığın o sevdanın, yaralı yüreğine rağmen hayatın ortasında dimdik ayakta duruyor olması bir tesadüf mü sence? Hayatla yaralanmış iki kırgın yürekten, onun içinde varolmayı reddederek yalnızca aşkı kendine vatan bileni ve bu yüzden çırılçıplak, savunmasız ve güçsüz kalarak yıkılmış olanı değil, hayatın tam da ortasında ona meydan okuyarak yaşayanı, sevgiye duyduğu güvensizliği yaralı yüreğine kalkan yaparak ayakta kalmayı başarmış olanı seçmen bir tesadüf mü? Hayattan kopmuş bir roman kahramanından sıkılıp, hayatın içinde mücadele eden bir gerçeklik kahramanını tercih etmen bir tesadüf mü? Anlat bana ne olur... Kaybedecek birşeyimiz yok artık. Birazdan şu kapıdan çıkıp gideceksin. Aramıza hayat girecek... Aramıza başka bir sevdayla anlamlanan sayısız anlar, sayısız mekanlar, geri dönüşü olmayan anılar, sözler ve koca bir yaşam girecek. Gittiğin o sonsuzluk yolculuğundan seni bir daha geri çağırmayacağım. Duvarları gözyaşlarımla rutubetlenen bu dört duvar yüreğimde geçireceğim karanlık *******de bana o mucizeyi yeniden göndermesi için Tanrı'ya yeniden yalvarmayacağım. O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerinin, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunun, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarının ve ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunun özlemiyle çıldırsam bile, merhametin için yalvarıp sana bir kez daha aynı acımasızlığı yapmayacağım. Kimi ******* başka bir sevdaya sarılıp uyuduğun yatağından ansızın uyanıp doğrulduğunda, o koyu sevdasıyla boşlukta kanayan gözlerimin hayali 'nereye gidiyorsun sevgilim' demeyecek sana... Korkma benden artık. Aşkına rakip değilim. Ömrüne rakip değilim. Seni kadere emanet ettim. Seni ilk aşkının yüzüne emanet ettim. Kırgın değilim ne sana, ne de seni elimden alan bu acımasız hayata... Beni onca kaybedişten ve gözyaşından sonra bu dünyadaki cennetine çağıran, sonra annemin rahmi gibi huzur kokan uykularımızı sonsuza kadar yeniden elimden alan Tanrı'ya bile kırgın değilim ben... Şimdi git artık sevgilim. Sana sevgilim diyorum hala, bağışla beni. Sen artık bir başkasının sevgilisisin. Yalnızca bu cümleyi kurmamak için bile ölmek isterdim. Seni sonsuza dek kaybettiğim bu günleri hiç yaşamadan ölmek isterdim. Adım dudaklarında yok olmadan, tenim teninde henüz solmadan, daha böylesi yabancın olmadan... Gözlerindeki o çocuksu suçluluğu giderken denize at. Ona ihtiyacın yok artık. Affet kendini... Beni affet... Affet bu yaralı sevdamı... O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını, ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu yanına al giderken... Tutkunu olduğum neyin varsa hepsini alıp git... Şizofren aşkının son mektubu bu sana... Şimdi söz bitti artık. Konuşamam artık seninle... Konuşamam, yalnızca ağlarım... Uçurumun dibinde nasıl göründüğümü Merak ederdim hep. Yüzümün aynadaki boşluğuna hep bakmak isterdim. İnançlarımın kırılıp döküldüğü yeri anlamak için kalabalıklar içindeki yalnızlığıma dokunmak isterdim... Aşktı adın uçurumda, yanı başımda aynadaki suretimdi yüzüm, aykırı kanardı bana. İnançlarımın çoğu yalanmış alay ederdi benimle. Çok geç anladım, kalabalıklar arasındaki senmişsin dokunamadığım... Yalnızlığım diye küçümsediğim senin sevginmiş, *******i ansızın uyanıp İncitip durduğum senin yokluğunmuş... Onca sevişmeden sonra değişmemişsem, sihirli bir aydınlıkta, içimde bir yer sana sonsuz hasret kaldığı içinmiş... İşte onca yalan geçen hayatımda buymuş tek gerçekliğim... Cezmi Ersöz |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 05:55 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.