www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Eskiler (Arşiv) (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=188)
-   -   Komik Hikayeler (https://www.cakal.net/showthread.php?t=90437)

BB_Kaulitz 10-07-2007 12:51 PM

Bir bilge kişi, çölde ögrencileriyle otururken demiş ki; ''Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?''
Ögrencilerden biri;'' Uzaktaki sürüye bakarım,'' demiş, ''koyunu keçiden ayıramadıgım zaman akşam olmuş demektir.''
Başka bir ögrenci söz almış ve ''Hocam'' demiş, ''İncir agacını, zeytin agacından ayırdıgım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır.''
Bilge kişi, uzun süre susmuş. Ögrenciler meraklanmışlar ve ''Siz ne düşünüyorsunuz hocam?'' diye sormuşlar.
Bilge kişi şöyle demiş;
''Yürürken karşıma bir kadın çıktıgında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan ona ''bacım'' diyebildigimde ve yine yürürken önüme çıkan erkegi, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına, dinine aldırmadan, kardeşim sayabildigimde anlarım ki; sabah olmuştur, aydınlık başlamıştır...''

BB_Kaulitz 10-07-2007 12:51 PM

Hasret Hanım'la, hemşire olarak çalıştığım hastaneye yattığı gün tanıştım. Hasret Hanım sedyeden alınıp yatağına yatırılırken, eşi de yanındaydı. Yakalandığı ince hastalık olarak adlandırılan vereme karşı amansız bir savaş veriyordu. Hastalığı son safhasında olmasına rağmen; teni bembeyaz, solgun yüzü, biçimli kırmızı dudakları olan, neşeli ve canlı bir hanımdı. Yatağına yerleştirdik. Kullanacağı tüm eşyalarını yerleştirdikten sonra:
"Başka bir ihtiyacınız var mı?" diye sordum.
"Evet" dedi. Çantamdaki kitaplarımı alabileceğim kadar yakınıma koyar mısın? Duygulu, hassas ve romantik bir hanımdı. İlerleyen günlerde ki konuşmalarımızdan pembe dizilere, aşk konulu filmlere ve romantik kitaplara düşkünlüğünü gördüm. Aramızdaki dostluk; her geçen gün ilerliyordu.
Bir ara baş başayken: "Evleneli nerdeyse tam yirmi beş yıl oldu. Yani tam bir çeyrek asır. Kadınları sürekli 'aptal kadın' gözüyle gören bir erkekle evlilikte ne kadar mutlu ve mesut olabilirsiniz? Bunun ne kadar can sıkıcı bir hayat olduğunu bilir misin? Onun beni sevdiğini biliyorum ama bu güne kadar bir defa dahi olsa 'seni seviyorum' demedi. Hakkını inkar edemem. Ne aç koydu, ne açıkta bıraktı. Her insanın karnını doyurabilir, sırtını giydirebilirsiniz. Ama onalrdan daha önemlisi oların kalbini, yüreğini, düşünce ve duygularını da düşünmek, doyurmak gerekmez mi?" Hastanenin bahçesindeki yaprakları dökülmekte olan ağaçlara bakarken; son günlerini yaşamaktaydı. İçini çekerek söyleniyor, gözlerinden sıcak bir damla yanaklarına doğru kayarak düşüyordu. "Bana 'seni seviyorum' demesi için neler vermezdim. Ama bu onun sanki tabiatına aykırı gibi bir insan o..."
Kocası ise her gün Hasret Hanım'ı ziyarete geliyordu. Önceleri, Hasret Hanım yatağında kitabını okurken veya televizyon seyrederken, o da yatağının ayak ucunda oturuyordu. Hasret Hanım, daha sonraki günlerde, uzun saatler uyurken; odanın dışındaki koridorda aşağı yukarı veya hastanenin bahçesinde yürüyerek geçiriyordu. Çok geçmeden, Hasret Hanım hiç kitap okuyamaz oldu. Uyanık olarak geçirdiği süreler, dakikalarla ölçülür olmuştu. Ben ise vaktimin çoğunu onun yanında kocasıyla ile geçiriyordum.
Bana müteahhitlik yaptığını ve sık sık avlanmaktan zevk aldığını anlatmış. İki kız çocukları olmuş, birini yıllar önce yuvadan uçurmuşlar diğeri ise başka bir şehirde üniversitede okuyormuş. Hasret Hanım, bu amansız hastalığa yakalanana kadar, birlikte baş başa geçen, hayatın tadını çıkarmak adına bir çok seyahat ve gezi yapmışlar. Mesut Bey, eşinin yavaş yavaş ölüme yaklaştığı gerçeği karşısında, duygularını bir türlü dile getiremiyordu. Bir gün kafeteryada birlikte kahve içtikten, konuyu kadınlara ve biz kadınların yaşamlarında romantizme ne denli gereksinim duyduğumuza, eşimizden romantik sözler, mesajlar, kartlar ve aşk mektupları almaktan ne kadar hoşlandığımıza getirdim.
"Hasret Hanım'a kendisini hiç sevdiğini söylediniz mi?" diye sorduğumda, bana tuaf bir şey söylemişim gibi garip garip bakmıştı.
"Söylememe gerek var mı?" dedi.
"Kendisini sevdiğimi zaten o biliyor!"
"Elbette biliyor." Dedim ve uzanıp elini tuttum.
Elleri sıradan bir erkeğin ellerinden daha sertti. Bir kazma kürekle çalışan birinin ellerinin olması gerektiği gibiydi... O anda tutunabileceği tek şeyin elindeki fincanmış gibi sıkı sıkıya ona yapışmıştı.
"Mesut Bey, Her kadın sevildiğini, seven için 'ne anlama geldiğini bilmek' ister. Bunları hiç düşündüğünüz oldu mu?"
Birlikte Hasret Hanım'ın odasına doğru yürüdük. Mesut Bey, odaya girdi. Ben ise diğer hastaları ziyarete gittim. Daha sonra, Mesut Bey'i Hasret Hanım'ın yatağının kenarında oturduğunu, onun elini tuttuğunu gördüm.
İki gün sonraydı. Sabah hastaneye gitmiştim. Mesut Bey, koridorun duvarına yaslanmış, gözlerini yere dikmişti. Hasret Hanım'ın güneşin yeni bir gün için doğmakta olduğu; sabah 05:45'de öldüğünü; baş hemşireden öğrendim. Mesut Bey beni görünce yanıma geldi. Gayri ihtiyari bana sarıldığında; bütün bedeni titriyordu. Gözleri kızarmıştı ve yanakları gözyaşlarının izleri vardı. Sonra, sırtını duvara yasladı ve derin bir nefes aldı.
"Sana bir şey söylemeliyim" dedi.
"Ona sevdiğimi söyledikten sonra kendimi çok iyi hissettim." Sustu ve başını kaldırdı. "Söylediklerinizi uzun uzun düşündüm. Bu sabaha karşı ona: 'kendisini ne kadar çok sevdiğimi, onunla evli olmaktan ne kadar mutlu olduğumu' söyledim. Onun ne kadar güzel gülümsediğini görmeliydiniz!"
Hastaneden götürülmek üzere; hazırlıkları yapılan Hasret Hanım'a veda etmek için odasına girdim. Hasret hanım'ın yüzü asudelik içindeydi. Bir ömür boyu beklediği sözü, yeni bir hayata başlamak üzere giderken; alabilmiş olmanın rahatlığı ve huzuru içinde gibiydi. Başucundaki komodinin üzerinde Mesut Bey'in yazmış olduğu bir Sevgililer Günü kartı duruyordu. Üzerinde:
"Sevgili Karıma... Seni Seviyorum" diye yazıyordu.
Daha sonraki günlerdeydi. Mesut Bey'le yolda karşılaşmıştım. "Onun değerini, onu kaybettikten sonra çok daha iyi anladım. Geçen gün bir yazı okudum. Keşke onu yıllar önce okusaymışım. İnsanlığın yüce rehberinin bir hadisi şerifinde:
"Erkek hanımının yüzüne güler yüzle bakarsa 'bir köle azat etmiş sevabı', tebessüm ederse 'haç ve umre etmiş sevabı' kucaklar ve severse 'sıddıklar' sevabı yazılır" diyordu. "Bu hadisi şerifi okuduktan sonra daha da iyi anladım ki' Söyleyenin kendisinden hiç bir şey eksilmediği halde; 'Seni seviyorum' dememekle; biz erkekler ne kadar da cimriymişiz meğer!..." diyordu.

BB_Kaulitz 10-07-2007 12:51 PM

Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından firlayarak önlerini kesti..
Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?
Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı..
Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu..
Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı..
Nasıl olsa bir sure sonra gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi. Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı.
Anlaşılan çare yoktu..
Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıstı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu? Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.
Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard´da okuyan ogullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki onun anısına okul sınırları içinde bir yere bir anıt dikmek istiyorlardı.
Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi.
"Madam" dedi sert bir sesle, "Biz Harvard´da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner..."
"Hayır, hayır" diyerek haykırdı, yaşlı kadın.. "Anıt değil.. Belki, Harvard´a bir bina yaptırabiliriz". Rektör yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak "Bina mı?" diyerek tekrarladı. "Siz bir binanın kaça mâl olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptıgımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı.."
Tartışmayı noktaladıgını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi...
Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü :
"Üniversite inşaatına başlamak için gereken para buymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?"
Rektor´un yüzü karmakarısıktı.. Yaslı adam başıyla onayladı. Bay ve bayan Leland Stanford, dışarı çıktılar. Doğru Californiaya´ya, Palo Alto´ya geldiler. Ve Harvard´ın artık umursamadıgı oğulları için onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular.
Amerika´nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD´u.

BB_Kaulitz 10-07-2007 12:52 PM

Bir gün Avrupa'nın ünlü sanat merkezi kentlerinden birin de gezen çocuğun biri bir vitrinde çok hoş bir tablo görür. Tablo bedeli oldukça pahalıdır. Çocuk bu tabloyu bir sonra ki sene abisinin doğum gününe almayı ister ve bir iş bulup kıt kanaat geçinerek biriktirdiği tüm para ile mağazaya gider.

Şanslıdır tablo hala satılmamıştır. İçeri girer ve tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve "Abimin doğum günü için bu resmi satın almak istiyorum, tüm paramda bu kadar" der. Ressam bir süre düşündükten sonra. Resmi paketler ve resmi satar. Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar.

Mağazada ressamın arkadaşları da vardır ve şaşkın şaşkın sorarlar:

"Sen ne yaptın o resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar cüzi bir rakama sattın?"

Ressam cevap verir:

"Evet ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim, ancak tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim?..."

BB_Kaulitz 10-07-2007 12:53 PM

Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, köle birgün Sultan Mahmud'un kölesi olmuş. Sultan köleyi taşıdıgı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş. Derken Sultan'ın öylesine itimadını kazanmış ki, bütüb sultanlıgın haznedarı tayin edilmiş ve en kıymetli ve zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş. Bu gelişmeyi görensaraylılar ise durumdan pek rahatsız olmuşlar. Hasretleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit köleye böyle bir mevki verilmesini vekendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler. Bu duygular içinde, özellikle Sultan yakınlarındaysa ondan gün geçtikçe daha çok şikayet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar. Bir gün Sultan'ın huzurunda bir saraylının digerine şöyle dedigi duyulmuş; "Köle Ayaz'ın sık sık hazineye gittigini biliyor musun? Onun mücevherlerimizi çaldıgından adım gibi eminim" Sultan buna inanmamış. "İşin aslını kendi gözlerimle görmeliyim" demiş. Duvara küçük bir delik yaptırıp, içeride olanları seyretmeye hazırlanmış. Kölenin sessizce içeri girdigini, kapıyı kapattıgını ve sandıga gittigini görmüş. Orada sakladıgı küçük bir bohçaymış bu. Bohçayı öpmüş alnına koymuş ve sonra da açmış. İçinden çıkan, köleyken giydigi yırtık pırtık bir elbise! Aynanın karşısına geçmiş. Kendi kendine, "Dahaönceleri bu elbiseyi giydigin zamanlar kim oldugunu hatırlıyor musun?" diye sormuş. "Bir hiçtin sen... Hepsi hepsi satılacak bir köleydin ve Allah, Sultan'ın eliyle sana rahmetinden belki de hiç haketmedigin nimetler lütfetti. Asla nereden geldigini unutma! Çünkü mal mülk insanın hafızasını uçurur,unutuluşlara sürükler. Şimdi sen de, nimetçe sende aşagıda olanlara kibirle bakma ve daima hatırla Ayaz, hatırla!" Sandıgı kapatmış, kilitlemiş ve sessizce kapıya dogru yürümüş. Hazine dairesinden çıkarken birden Sultan'la yüz yüze gelmiş. Sultan gözlerini Ayaz'ın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşagıya yaşlar süzülüyormuş ve bogazı öyle dügümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş. "Bugüne kadar mücevherlerimin haznedarıydın, ama şimdi... kalbimin haznedarısın. Bana benim de önümde bir hiç oldugum kendi Sultanımın huzurunda nasıl davranmam gerektigi dersini verdin...."

BB_Kaulitz 10-07-2007 12:53 PM

Bir gün ülkenin küçük kasabalarından olan Yitan'da şöyle bir haber yayılmış:
- Güzel başkentimizde bir Akıl Okulu varmış. Her kim o okula giderse orada akıl öğretiliyormuş.Herkes bu haberi şaşkınlıkla birbirine anlatıyormuş. Kasabanın en zenginlerinden olan bir adam da bu haberi duyunca kahkahalarla gülmeye başlamış:- Efendim, hayatımda hiç bu kadar komik bir şey duymamıştım. Bir insan akıllıysa akıllıdır. Sonradan akıl kazanılır mı hiç? Olacak şey midir? Duyulmuş mudur? Görülmüş müdür?Bu adam çok zengin olduğu için çocuklarının hiçbirisini okutmamış. Öyle çok parası varmış ki, istese kasabanın tamamını satın alabilirmiş. Fakat çocuklarına devamlı şöyle diyormuş:- Şükürler olsun çok paramız var. Yine de paramıza para katmalıyız. Ne kadar çok kazanırsak o kadar güçlü oluruz.Çocuklarından biri ise, babasının bu düşüncesine katılmıyormuş. Devamlı:- Babacığım, okumak gibisi var mıdır? diyormuş. Bak ne çok paramız var. Ama bu parayla bilgi satın alamayız. Buna kimsenin de gücü yetmez. Neden okumayı kötü görüyorsun? Adam, çocuğunun bu sözlerini günlerce, *******ce düşünmüş durmuş. Sabahlara kadar sayıklar olmuş: 'Akıl okulu? Akıl okulu?' Bir sabah dayanamamış ve kararını vermiş:- Böyle olmayacak. Şu Akıl Okulu neymiş gidip göreceğim.Adam yolculuk için hazırlanmış. Atına binmiş ve yola koyulmuş.

Günler geçmiş. ******* geçmiş. Memleketinden ayrılalı tam otuziki gün olmuş. Günün birinde, yolda ağır ağır yürüyen bir ihtiyara rastlamış. İhtiyarın gözleri görmüyormuş. Adam bu ihtiyarın haline acımış. Yanına yaklaşarak:- Ey yolcu, nereye gidiyorsun? diye sormuş.İhtiyar da başkente gitmek istediğini söylemiş. Bunun üzerine adam atından inmiş ve ihtiyarı atına bindirmiş:- Ben de başkente gidiyorum. demiş. Bir günlük yolum kaldı. Birlikte konuşa konuşa gideriz. İhtiyar atın üzerinde, adam yaya yolculuklarına devam etmişler. Şehre vardıkları zaman adam ihtiyara:- İşte başkente geldik, demiş. Burada inebilirsin. Fakat ihtiyar, adama şunları söylemiş:- Madem bir iyilik yaptın, bunun gerisini de getir. Beni şehrin meydanına kadar götür. Ondan sonra var git nereye gideceksen.Adam hiç karşı çıkmamış ve tamam demiş. Beş-on dakika sonra şehrin meydanına gelmişler. Tam bu sırada ihtiyar bağırmaya başlamış:- İmdat!.. Yardım edin. Bu adam atımı çalmak istiyor. Bu garibana yardım elini uzatacak yok mu? İmdat!..Meydandaki insanlar koşa koşa gelmişler onların yanına. İhtiyar kör olduğu için ona acımışlar ve adamı suçlamışlar:- Utanmıyor musun bu yaşta hırsızlık yapmaya! Hem de kör bir adamın atını çalmaya çalışıyorsun. Adam haykırıyormuş:- Hayır yalan söylüyor. Bu at benim. Onu yoldan ben aldım. İhtiyardır, yorulmasın, bir iyilik yapmış olayım, dedim. Bu at benim. Ben hayatımda hırsızlık yapmadım. O yalancıdır.

Fakat gel gelelim insanlar adamı dinlememişler. Atı, kör ihtiyarı ve adamı doğruca şehrin hakimine götürmüşler. Hakim önce kör ihtiyarı, sonra adamı dinlemiş. Ardından da şöyle demiş:- Bana bir baytar, bir nalbant, bir de saraç çağırın. Hemen gelsinler. Bekliyoruz.Adam bu üç kişinin neden çağrıldığını bir türlü anlayamamış. Kimseye de soramamış. Mecburen çağrılanların gelmesini beklemiş. Kısa bir zaman sonra da hep beraber gelmişler. Hakim gelenleri tek tek huzuruna kabul etmiş. Önce baytar alınmış odaya. Hakim ona sormuş:- Ata bak. Bu at hangi memlekete aittir? Baytar şöyle karşılık vermiş:- Çok fazla incelemeye gerek yok. Bu at bu şehirden alınmamış. Yitan yöresine ait bir attır.Adam kendi memleketinin ismini duyunca hayretler içinde kalmış. Bu sefer de hakim nalbantı çağırmış ve ona:- Sen de bu atın nerede nallandığına bak, demiş. Nalbant biraz inceledikten sonra şunları söylemiş:- Bu at burada nallanmamış. Yitan yöresinde atlar böyle nallanır. Bizimkine benzemez.Adam yine şaşırmış. Kendi kendine, 'Nasıl bilebilirler?' diye sorup duruyormuş. Hakim son olarak saraca:- Bu atın koşumlarını incele, demiş. Nasıl eyerlenmiş? Saraç hiç beklemeden cevap vermiş:- Efendim, ilk bakışta bizim yöremize ait olmadığı anlaşılıyor. Yitan yöresinin koşum şeklidir.Hakim cevapları aldıktan sonra atın sahibine dönerek:- Evet, sen doğru söylüyordun, demiş. Bu at senin. Artık atını alıp gidebilirsin. İhtiyara da gereken ceza verilecektir. Hiç meraklanma. Fakat adam dayanamayarak hakime sormuş:- Siz böyle bir şey yapmayı nasıl düşündünüz? Bu adamlar, bu atın Yitan yöresine ait olduğunu nereden anladılar? Lütfen bana söyler misiniz bütün bunlar nasıl olabiliyor?Hakim adamın sorusuna gülerek cevap vermiş:- Ben ve bu gördüğün herkes, bu şehirdeki Akıl Okulunu bitirdik. Her şeyi o okulda öğrendik. Orada doğrunun nerede ve nasıl bulunacağı öğretilir.Adam böylece Akıl Okulunun ne anlama geldiğini yaşayarak öğrenmiş. Heyecanla memleketi olan Yitan'a dönmüş. Bütün olanları ailesine ve arkadaşlarına anlatmış. Sonra da bütün çocuklarını bu Akıl Okuluna göndermiş. Anlamış ki, herkeste akıl var, ama onu kullanabilmek için eğitim gerekiyor.

BB_Kaulitz 10-07-2007 12:53 PM

Ben doğalı çok oldu anne.
Bunu en iyi bilen sensin..
Bu mektubu da senin hatırına bu özel günde tüm meleklere yazıyorum..

Beni adam olsun diye doğurduğunu ve binbir türlü çileyi benim yüzümden laf olsun diye çekmediğini anlayabiliyorum. Hayat o kadar kısa geliyor ki artık bana, seni çocukluğumda hatırlar gibi görüyorum. Yanına gelipte boyumu senle ölçtüğümü, pazara giderken arkandan yürüdüğümü, beni ilk okula yazdırırken o gülüşünü ve babam öldüğünde o ağlamanı asla unutamam.

Seni kırdığımda bile o şefkat dolu yüreğin bana kızmadı, karşına gelip ağlamaklı durduğumda yine aynı sevgiyle sarılıp öptün yanaklarımdan. Nasıl bir sevgiyle seversiniz ki, bu ne efsane bir aşk, ne kadar fedakar bir sevgi, bu Allah'tan bir lütuf ve eşsiz bir armağan.

Ne kadar çok yazsam, ne kadar güzel söz söylesem, bu dünya sözleri yetmez bilirim, çünkü sen annesin.

Evladınım; mektubu yazılmamış tüm annelere yazıyorum çünkü böyle öğrettin, paylaşmayı, bu mektubu da çat pat okumanla okuyacağını ve gözünden pırlantalar akıtacağını biliyorum..

Adam oldum mu bilmem, buna sen karar vereceksin çünkü senin yanında hep çocuğum. Gönderdiğim hediyemi kabul et, yanında olsaydım daha güzelini ve değerlisini almaya çalışırdım. Gül yapraklarını kendim kuruttum ve senin için bir dikenini alıp yüreğime batırdım ve kanıyla adını yazdım. Günün kutlu olsun, hakkın ödenmez ama yinede hakkını helal et.

Yüreğinde huzur ve mutluluk; gözlerinde ve yüzünde gülücük eksik olmasın hiçbir annenin.

Hayat yaşandığı kadar vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra yada hayallerdeki ümittir.

Hüsran ise, bir tek yerde kabullenebiliyorum,

Yaşamak mümkünken yaşayamamış olmakta.

Seninle yaşayamadığımız tüm güzel günler adına....

Oğlun: Seyit KİRİŞ


NOT: Bu yazıyı Gelibolu'da askerlik yaparken anneler gününde anneme yazmıştım.

BB_Kaulitz 10-07-2007 12:53 PM

Eniştem; kızkardeşimin tuvaletinin en alt gözünü açtı ve
ince kağıda sarılmış bir paket çıkardı. "Bu" dedi, "sıradan
bir çamaşır değil." Kağıdı açtı ve çamaşırı bana uzattı.
Zarif ve ipekliydi. Kenarları elişi dantelle süslenmişti .
Astronomik bir fiyat taşıyan etiketi hala üstündeydi.

"Jan bunu New York'a ilk gittiğimizde almıştı. Nereden
baksan sekiz, dokuz yıl olmuştur. Hiç giymedi.
Özel bir gün için saklıyordu." Çamaşırı benden aldı ve
cenaze evine götürmek üzere ayırdığımız diğer giysilerle
birlikte yatağın üzerine koydu. Bırakırken eli bir an
yumuşak kumaşı okşar gibi oyalandı. Tuvaletin gözünü hızla
kapattı ve bana döndü ve dedi ki : " Hiçbir şeyini özel
bir gün için saklama. Yaşadığın her gün özeldir."

Cenazeyi izleyen günlerde enişteme ve yeğenime
beklenmeyen bir ölümün arkasından yapılması gereken
tüm üzücü işlerde yardımcı olurken sık sık bu sözleri
hatırladım. Kardeşimin ailesinin yaşadığı şehirden
California'ya dönerken uçakta yine bu sözleri düşündüm.
Kardeşimin göremediği, duyamadığı veya yapamadığı
bütün şeyleri düşündüm. Hala eniştemin sözlerini
düşünüyorum ve hayatım değişti.

Artık daha çok okuyor, daha az toz alıyorum.
Balkonda oturup bahçemi seyrediyorum, uzayan çimlere
aldırmadan. Ailem ve dostlarımla daha çok vakit geçiriyorum ,
iş toplantılarında daha az. Mümkün olduğu kadar sık
"hayatın katlanılması gereken bir dertler zinciri yerine zevk
alınacak olaylar silsilesi olarak görülmesi" gerektiğini
hatırlatıyorum kendime. Her anın güzelliğini duyumsayarak
yaşamak istiyorum. Hiçbir şeyimi özel günler için saklamıyorum.

Kıymetli tabak çanağımı her "özel" olayda kullanıyorum.
Birkaç kilo vermek, tıkanan lavaboyu açmak, bahçemde ilk
açan çiçek gibi özel olaylarda.. En pahalı ceketimi canım
isterse süpermarkete giderken giyiyorum. Teorime göre eğer
zengin görünürsem, küçük bir torba erzak için o kadar parayı
daha rahat ödeyebilirim. Pahalı parfümü özel partiler
için saklamıyorum. Mağazalardaki tezgahların ve banka
memurlarının burunları da, en az parti parti gezen
arkadaşlarımınkiler kadar iyi koku alır.

"Birgün" kelimesi dağarcığımdaki yerini kaybetti.
Bir şey, eğer görmeye, duymaya veya yapmaya değerse, onu
şimdi görmek , duymak ve yapmak istiyorum.

Hepimizin "Yaşayacağımıza garanti gözüyle baktığımız
yarını görmeyeceğini" bilseydi eğer kızkardeşim, neler
yapardı kimbilir ? Sanırım aile fertlerini veya yakın
arkadaşlarını arardı. Belki eski birkaç arkadaşını arayıp
aralarında geçen sürtüşmeler için özür dilerdi.

Belki bir lokantaya en sevdiği çin yemeğini ısmarlardı.
Bunların hepsi birer tahmin. Kardeşimin neler yapamadan
öldüğünü hiçbir zaman bilemeyeceğim. Ya ben ?..
Eğer sayılı saatimin kaldığını bilseydim, yapamadığım şeyler
olduğu için kızardım. Yazmayı ertelediğim mektupları yazmadığım
için kızardım. "Bir gün ararım" dediğim dostları görmediğim
için kızardım. Eşime ve kızıma onları ne kadar çok sevdiğimi
yeterince sık söylemediğim için kızardım. Artık hayatlarımıza
kahkaha ve renk katacak hiçbir şeyi yarına ertelememeye,
duygularımı dizginlememeye çalışıyorum.

Ve her sabah gözlerimi açtığımda kendime o günün
"Özel bir gün" olduğunu söylüyorum. Her gün,
her dakika, her nefes gerçekten Allah'tan bize bir armağan.

BB_Kaulitz 10-07-2007 12:53 PM

Her gün bir bardak çay içmek için oturdugum o güzel parkta bir hafta önce tanistigim ve çok güzel sohbetler ettigimiz yasli adamla yine birlikte günesli piril piril bir havada, yemyesil çimenler, agaçlar, rengarenk çiçekler ve kus sesleri içinde çaylarimizi yudumlayip sohbet ederken bizi bu güzel ortamin büyüsünden uzaklastiran bir sesle sohbetimiz bölündü.

-''Merhaba baba, nasilsin?''

-''Tesekkürler kizim, sen nasilsin?, bizde sohbet ediyorduk, bak seni arkadasimla tanistirayim...''

Daha sözü bitmeden kiz elini uzatarak o simsicak gülebilen gözleri, tebessüm dolu dudaklari, nese dolu sesiyle
-''Merhaba ben ASLIHAN''

Onu ilk gördügüm anda beynimde simsekler çakmis, gözlerim birer volkan krateri gibi siddetli patlamalarla sarsilmis, bedenimin her zerresi isteri krizine tutulmus gibi titremeye baslamisti, etrafimizi saran güzellikler ve güzel sohbetimiz uçup gitmis, sanki bir çölün ortasinda serap gören biri gibi olmustum, elini sikmak ve selamlamak için ayaga kalkmaya çalistigimda sendeledim, ayakta zor durarak normalde çok akici konusabilen ben kekeleyerek
-''Merhaba ben ADNAN'' diyebildim.

Elini tuttugumda ise bu sözleri elini tutmadan önce söyleyebilmis olduguma sevindim, çünkü vücudunun elektrigi bedenimi sarmis ve ben ben olmaktan çikmistim. Bir rüya görür gibiydim o babasina
-''Bir haftadir evde anlattigin kisi degil mi, hani sohbetini çok sevdigini ve her gün onunla bulusmak istedigin kisi bu degil mi?''

Bana dönerek
-''Sizi kiskanmaya baslamistik, babam hep sizden bahsediyor, ona anlattiklarinizi bize anlatiyor ne güzel sözler buluyorsunuz. Sanki sizi bizden çok seviyor diye düsünmeye hatta kiskanmaya baslamistik.''

Tekrar babasina döndü
-''Bu gün yapacak bir isim yoktu seni görmeye geldim, birazda arkadasini merak ettim bahane ile tanismak istedim...''

Sözler fazla sürmedi kisa bir süre oturduktan sonra müsade isteyip gitti, gitti ama ruhumuda beraberinde götürdü. Ben artik iki kisiyim bedenim her yerde olabilecek ama ruhum hep onunla kalacakti. Neydi beni ona baglayan, düsündüm durdum zaten tüm düsüncelerim onunla dolmustu, onun gülen gözleri, tebessüm eden dudaklari, kivir kivir dalga dalga saçlari, nese dolu sözleri hiç aklimdan çikmiyordu. Onunla birlikte oturmak, ellerini ellerime alip, gözlerinin içine bakarak ona gözlerimle anlatmak istiyordum kalbimdekileri.

Içimi kaplayan heyecan firtinasindan biraz olsun siyrilip gerçek dünyama döndügümde her gün zehir içer gibi yasadigim monoton hayatim beni kahretmeye
baslamisti. O ana kadar geçen günlerim aylarim yillarim heba olmuslardi. Ben insanlari dogar büyür is sahibi olur evlenir çocuklari olur belki torunlari bile olur diye bilirdim. Sevdalari asklari okumustum ama hiç yasamamistim. Asklardan sevdalardan uzak siradan hayatim birden degisti, renklendi, neselendi, galiba ben asik olmustum. Tekrar kendime baktim; hayir olamaz böyle bir seye hakkim yok böyle güzel duygulara kapilmaya, ben evliyim, çocuklarim var, sonra bu kiz bir arkadasimin kizi, duygularimi bilseler bana ne derler, çevremdeki insanlar, akrabalarim, dostlarim neler söylerler, esim çocuklarim ne der diye düsünürken ben ben olmaktan çikmistim. Çok farkli davranislar sergileyen biri olmustum. Bir tarafta hayatimizin gerçekleri, bir tarafta duygularim hislerim kalmisti.

Kararsiz geçen günlerin birinde yine arkadasimla ayni yerde oturmus sohbet ederken bana
-''Sende bir haller var, eskisi gibi degilsin, durgunsun, kelimeler
agzinda dügümleniyor, sanki büyük bir siri yasiyorsun sirlar karli daglarin
tepelerinden atilan bir kartopu gibi her geçen gün büyürler ve içimize sigmaz
olduklarinda patlarlar, anlatacak bir arkadasa ihtiyacin varsa ben seni
dinlemeye hazirim, senin için yapabilecegim bir sey varsa söyle yapayim''dedi.

Birden
-''Kizin'' diyecektim kelime agzimda dügümlendi.

-''Kizma ama bunu kimseye anlatamam içimde bir sir var ve bu sir bir gün benimle birlikte gömülecek.'' dedim.

-''Seni hülyalara daldiran seni kendinden geçiren baska dünyalara götüren
sir gibi bir sirra sahip olmak isterdim'' dedi.

-''Kimi insan vardir kendinden geçmek ve anlatamadiklarini unutmak için içer sarhos olur sizar, kimi insan vardir anlatamadiklarini resim yapar çizer, kimi insan vardir anlatmak istediklerini siir yapar yazar, kimi insan ise zaten kendinden geçmistir düsledigi an sizar, uyandigi an kalemi olmadan siirini kalbine yazar, firçasi olmadan resmini yapar görebildigi her yere..''
-''Sevdalar asklar hayatimiza renk katan, heyecan veren, yasama sevincimizi yücelten ve bize biz oldugumuzu ifade eden en güzel seylerdir. Sende sevdalan, askla saril görebildigin, koklayabildigin, duyabildigin, tadabildigin, temas edebildigin her güzel seye.''

Lafimin arasina girdi ve
-''Nerde o günler benden geçti asklar sevdalar'' dedi.

Konuyu biraz dagitmaliydim sözlerime devam ettim.
-''Önünde duran çay bardagini ince belinden sikica kavra, gözlerini iyice aç ve gör rengini, demini, bununa götür kokla iyice çek nefesini içine tüm hücrelerin duysun o güzel kokuyu, simdi gözlerini kapa ve dudaklarina götür bardagi, dudaklarindaki sicakligi hisset, bir yudum iç ve dilindeki lezzeti düsün, artik söyle çaya güzelligini, söyle onu sevdigini ve dinle yüreginle dinle çayin sana verdigi cevabi, mutlaka duyacaksin çünkü hiç bir sevgi sözü cevapsiz kalmaz kulaklarini aç ve dinle duydugun an bil
ki yasiyorsun sevdalari aski...''


Günler aylar hatta yillar böyle geçti, içimdeki sevda ve ask beni eritiyordu, itiraf edememenin büyüttügü sirrim artik zaptedilmez hale geldi. Simdi ben bir baska sehirde yasiyorum. Fakat hala ruhum onunla birlikte ve bana dönmüyor. Bir zamanlar yaptigim bir hatanin cezasini yillardir çekiyorum ve hala çekmeye devam ediyorum...

Son günlerde bende bir seyler degismeye basladi. Kendimi affetmeyi ögrenmeliyim diyorum. Yillar önce yaptigim o hatadan dolayi kendimi affedip bir sans daha tanimaliyim. Belkide hatada israr etmek yanlisti ve ben bu yanlisla yillarimi geçirdim. Artik kararliyim hatami affedip kendime bir sans daha taniyacagim. Iste o gün içimi dolduran sirrimi disa vurup anlatacagim ve sana haykiracagim '' SENI SEVIYORUM '' diye...

BB_Kaulitz 10-07-2007 12:54 PM

İnsanoğlu mutluluğu hep hor kullanıyormuş...
Hep şikayetçi hep bıkkınmış...
Birgün melekler mutluluğu saklamaya karar vermişler.
'' Saklayalım, zor bulsunlar .Zor buldukları için belki kıymetini
bilirler'' diyerek başlamışlar tartışmaya.Sorun büyükmüş.Mutluluğu saklamak kolay
değilmiş çünkü.Kimisi '' Everest'in tepesine saklayalım '' demiş, kimisi '' Atlas Okyanusu'nun dibine'' demiş. Tac Mahal'in kubbesi,Mekke sokakları, İtalyan sofrası,bir hastanenin yeni
doğan odası,dondurma külahı,şarap şişesi,sigara paketi,lale bahçesi...
Pek çok yer düşünmüşler ama hiçbiri yeterince zor gelmemiş...
Derken meleklerden biri '' İÇLERİNE SAKLAYALIM '' demiş. '' Kimsenin aklına gelmez içine bakmak''
İşte o gün bugündür mutluluk insanın kendi içinde saklıymış... Hiçbir mutluluk kolay gelmiyor.Kolay kolay gülmüyor insanın yüzü...
Emekte ve insanın içinde saklı mutluluk.Ne başkasının ekmeğinde ,ne başkasının evinde, ne de başka bir şeyde......
Bu yüzden gözünüz hep içeride olsun
Siz dışını boşverin , içine bakın...


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 12:01 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.