www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Edebiyat (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=268)
-   -   Ali Kılıç Kakiz (https://www.cakal.net/showthread.php?t=144494)

GooD aNd EvıL 04-23-2009 10:58 AM

İnan Bana

Derin bir koku alır ötelerden, avını ararken.
Hayvan açlıktan kıvranır, yorulmuş gezmekten.

Bir de ne görsün dalda asılı kocaman bir but et.
Saldırmadı hemen, dedi tuzak olur,ulân sabret.

Şüpheyle etin etrafında döne döne tur atar,
Bir şey göremeyince, uzağa gider yere yatar.

Uzaktan da olsa gelir,koku aldımı bu hayvanlar.
Bak aksiliğe,kurtda gelmez mi, birken iki oldular.

Bu paylaşım oldukça zor, kim kime kancayı takar.
Kurt,tilkiye ne yapıyorsun dostum der,ete göz atar.

Dedi ki, burda bir but et var görmüyormusun?
Haberim var, ama takatım kalmadı biliyorsun.

Açsın geberiyorsun,neden yemedin ne oldu sana?
Kurbanın olayım, bu gün oruçluyum inan bana.

Kurt iştahları kabartan hırsla, hemen ete uzanır.
Uzandı uzanmasına ama,ölümle burun burunadır

Kulakları sağır eden patlamayla ortalık toz duman.
Kurt kanlar içerisinde, yaralı, bitkin ve perişan.

Hile şeytana mahsus, tilki pevkirerek dalga geçer.
İbretle bakarsan,akılsız başın cezasını ayaklar çeker.

Keşke görmeseydim,acılar içinde kurdu kıvanırken.
Ne gelir elimizden, tilki eti parçalayıp yutarken.

Yaralı aç kurt ‘’Hani sen oruçluydun’’ der...
Biraz önce top atıldı duymadın mı birader.

Her yüzüne güleni dost canciğer bilme sakın.
Aman ha kötü insana elverip,bir adım gitme yakın

İki şeyin arasında kalmak kadar melun bir dert yoktur.
Derler ya,deveyi yardan aşağı düşüren bir tutam ottur.

Brüksel/2005

Ali Kılıç Kakiz

GooD aNd EvıL 04-23-2009 10:58 AM

İnanıp Kalmış Sevdiğine

Yanmış tutuşmuş göremediğine.
Şiirler yazmış,onun şirin sözlerine
İnanıp kalmış,gönülden sevdiğine.

Koyun kuzu,gözden çayır almaz,
Gönül nazlansa da,sevdiğinden ayrılmaz.
İnanıp kalmış,gönülden sevdiğine.

Kalb ne ile doluysa,dudaklardan dökülür.
Aşk içini yakar,gözyaşlarını kurutur.
İnanıp kalmış,gönülden sevdiğine.

Bu sevgi büyüktür,kalbe sığmaz.
Sevda ağrılarına çiğer dayanmaz
İnanıp kalmış,gönülden sevdiğine

Gerçek seven kalbe, bu duygular yeter.
Sevgi gizli bir bağdır,demirden beter.
İnanıp kalmış,gönülden sevdiğine.

İstanbul / Kadıköy 1987

Ali Kılıç Kakiz

GooD aNd EvıL 04-23-2009 10:58 AM

İnanmazsan Sor

Her ceninin yaratılışı bir mûcize, her zerresi ibret.
Et kemiğe giydiriliyor, aslonan bir damla su, hayret.
Birbirimize benzemiyoruz, herkese verilmiş ayrı sûret.
İnanmıyorsan semalar üstüne, gayb alemine sor.

İki damla su, et, sinir, kemik, seni insan yapan bunlar.
Mûkâddes ana karnına, Allah'ın izni ile, inen taze ruhlar.
Bu sırrı ilâhidir ancak bunu, valideler hisseder anlar.
Ağrına giden mi var? kaza kaderi yazan meleklere sor.

Bunlar bir iradeyle dağılır,bir iradeyle toplanır.
Her dudak hareketin, şerefli gözeticilerle kopyalanır.
Görünce ölüm meleğini ne el, ne ayak kıpırdanır.
Bunlar beyhûde diyorsan, Beytûl Mamur ötelerine sor.

Mahşerde herkes birbirini rahatlıkla tanıyacak.
Şekil ve endamın da, zerre miktarı farklılık olmayacak.
En ince ayrıntılarıyla, parmak uçların dahi yaratılacak.
Kaygılanıyor musun? 'Orada dişlerini sırıtıp duranlara' sor.

Sor kendine, kimin yüz sene yaşama şansı var.
Seninle giden iman ve amelin, ne mal ne de yar.
O zaman ağlama demenin ne faydası var.
İnanmıyorsan, dört kişinin omuzun da gidenlere sor.

İncelt kendini, yücelt kendini, bu sıfatlarla davetlisin.
Genişliği yer ve gök arası, Cennetül âlaya misafirsin.
Gel ne olur, bu sonsuz mutluluğun erdemindesin.
Bana inanmazsan, gönüllerde ki Tezilül Hâkim’e sor.

İstanbul 27 Temmuz 2004

Ali Kılıç Kakiz

GooD aNd EvıL 04-23-2009 10:59 AM

İnsan

Hırs bitmez, şu uzağa düşen emeldir.
Giden gelmez,bu yakına düşen eceldir.

Niçin söndürür göğsünde ki nuru,
Ölüm her ferdin mukadder sonu.

Yer bir karış elvan,semalar yüksek tavan.
Azametli sorumlulukla, yanyanadır insan.

Gent / 1999

Ali Kılıç Kakiz

GooD aNd EvıL 04-23-2009 10:59 AM

İnsanın Kaderi (Düz Yazı)

Kader, Allah'ın geçmiş ve gelecek bütün olayları ezeli ilmiyle bilmesidir. Yaşanmış ve yaşanacak bütün olaylar zinciri, an an detay detay Allah katında planlanmış ve yaratılmıştır. Kader ilim sıfatına, kaza ise kudret sıfatına dayanmaktadır.Allah'ın ilmi zamana ve mekâna bağlı değildir,Sınırsızdır. Kader 'kalem' ile 'levh-i mahfuz' 'a yazılmıştır. Buna ' alın yazısı' da denir.

İbni Ömer’in r.a. nın rivayet ettiği hadisi şerifte Allah’ın Rasülü s.a.v. şöyle buyuruyor:
‘’Allah, göklerle yeri yaratmadan 50.000 sene önce yaratıkların kaderini yazdı. Arş'ı da su üzerinde idi.’’ S Buhari.

Allahu Teâla, Kamer Suresi:49 ‘ de şöyle buyurmaktadır:

‘’Hiç şüphesiz, Biz her şeyi bir kadere göre yarattık.’’

'OL' emriyle her şeyi bir anda var eden Allah, sadece insanların değil tüm varlıkların kaderini belirlemiştir.
Mutlak kaderi insan değiştiremez. Buna kaderi külliye denir. Allah’a aittir. Her şeyiyle kaderin bir parçası olan insan, o kaderden bağımsız bir şekilde davranamaz.
Kaderi cüz îye’yi de Allah kullarına ait kılmıştır.
İnsan kaderi cüz iyesini kullanmakla hür ve serbesttir. Bu kader çizgisini insan değiştirebilir.
Örneğin, fiili davranışlarını iyiye kullanır. Allah da onu halk eder. Namaz kılacak biri
Bunu yapmayı ister, Allah da bunu yaratır. O da namaz kılar.
Eğer insan kendi iradesiyle kötüye yönelirse örneğin, içki içmek ister, Allah onu halk eder.
İnsan bu kaderiyle tamamen serbest bırakılmış. Bu kader çizgisi değişebilir.
Cenab-ı Hâk şöyle buyurmaktadır:

‘’ Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise kendindendir. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter.’’ Nisa Suresi:79

İnsan kaderi külliyeyi asla değiştiremez. Onda bir değişiklik söz konusu olamaz. Zat-ı Zülcelal kendine mahsus kılmış. Kaderin önüne perdeler koymuştur. Sadece Allah tarafından bilinen hikmetler sebebiyle, kader bilgisi insanların akıl ve irfanlarından uzak tutulmuştur. Kaderi bu sebeple, ne mürsel bir peygamber ne de mukarreb bir melek bilemez.
Kainatta cereyan eden hadiselerin tamamı bir ilme dayandığı gibi, meydana gelmeleride bir kudretle gerçekleşmiştir.
Kalbin çalışması, Allah’ın yarattığı gibi çalışır, kan pompalar, mide çalışır, organlar hareket halinde olur. Kalbin bu seyrine insan müdahale edemez. Allah ona bir vakit ecel koymuş, o vakti saat geldiğinde kalp durur.
Kalbin çalışması insana verilmiş olsaydı, canına bir şey tak dediği an, kalbine müdahale ederek durdurur kendisini öldürürdü. Anlaşılıyor ki külli iradeye, insan itaat etmeye mahkumdur.
İnsanın doğumundan ölümüne kadar karşılaşacağı olumlu ya da olumsuz gibi görünen bütün olaylar, Allah'ın ezeli ve ebedi ilmi dahilinde gerçekleşir.
Cenab-ı Hâk, Fatır Suresi, 11. ayet de:

’’... Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılı) dır. Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır.’’

’’Allah'ın izni olmaksızın hiçbir nefis için ölmek yoktur. O, süresi belirtilmiş bir yazıdır…’’ Ali imran Suresi: 145 Buyurmaktadır.

Şanı yüce ve büyük olan Rabbimiz Bir diğer ayet de de:
'Gaybın anahtarları yalnızca O'nun katındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı da bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki, onu bilmesin. Yerin karanlıklarında da hiçbir tane, hiçbir yaş, hiçbir kuru şey yoktur ki, apaçık bir kitapta (Allah'ın bilgisi dahilinde, Levh-i Mahfuz'da) olmasın.'
En'am Sûresi: 59

İbni Mes'ud r.a. dan
Bize, doğru söyleyen, doğruluğu tasdik ve kabul edilmiş olan Resülullah s.a.v. haber verdi ve şöyle buyurdu:
'Sizden birinizin yaratılışının başlangıcı, annesinin karnında kırk günde derlenir toplanır. Sonra ikinci kırk günlük süre içinde pıhtı haline döner. Sonra da bir o kadar zaman içinde bir parça et olur. Daha sonra Allah bir melek gönderir ve melek, ona ruh üfler. Bu melek dört şeyle; anne rahmindeki canlının rızkını, ecelini, amelini, iyi biri mi, yoksa kötü biri mi olacağını yazmakla emrolunur.' S. Bûhari.

Resülullah'ın s.a.v. verdiği bir haberi reddetmek insana yakışmaz. Çünkü her akıl her şeyi kavrayamaz. Kavrayamadığı şeyi reddetmek, akıllı bir insanın yapacağı şey değildir. O halde müminin vazifesi tastamam Allah’a ve Resulüne inanmaktır. Bu müminin iman halidir. Peygamber tebliğ eder açıklar, sen anlamaya çalışırsın. sana yakışanda budur.

Allahü teâlâ, herkesin rızkını ezelde takdir etmiş, ayırtmıştır. Rızk değişmez, azalıp çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Allahü Telalânın 99 isminden biri Rezzak’tır, her varlığın rızkını vericidir.
Allahü teâlâ, buyuruyor.ki:

’’Yeryüzündeki her canlının rızkı, Allah’a aittir.’’ Hud suresi: 6
’’Nice canlı vardır, rızkını kendi elde edemez. Sizin de, onların da rızkını Allah verir. ‘’ Ankebut 60
’’Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır.’’ İsra 30

Hadis-i şeriflerde de Buyruldu ki:
* Rızk için üzülmeyiniz, ezelde ayrılan rızk sizi bulur. İsfehani.

* Eceliniz sizi nasıl takip ederse, rızkınız da öylece takip eder. Taberani.

* Rızkı genişleten, daraltan, gönderen yalnız Allahü Teâlâdır. Redd-ül-muhtar.
* Allahü Teâlâdan kork, rızkını güzel yoldan ara, helali al, haramı terk et! İbni Mace.

Oysa kişinin başına ne geleceğini, akıbetinin nasıl olacağını Allah'tan başka kimse bilemez. Kişi, Allah kendisi hakkında öyle yazdığı için bu şekilde hareket ediyor değildir. Bu anlayışın aksine, kişinin nasıl hareket edeceğini Cenab-ı Hak ilm-i ezelisi, sonsuz olan ilmi ile bildiği için öyle yazmıştır. Böyle olmasaydı, kişinin iradesi olmaz, neticede yaptıklarından da sorumlu tutulmazdı. Halbuki insan, her yaptığından sorumludur. Sadece aklı ve idraki olmayanlar sorumlu değildir.

Kader hakkında Allah’ın Rasülü s.a.v. şöyle buyurmaktadır:
‘’ Kader hususunda konuşmayın. Zira kader, Allah’ın sırrıdır. Allah’ın sırrını fasl etmeye kalkmayın’’ Ebu Davud.

Hadisi şerifleriyle bizi uyarmaktadır.Biz görsel alemi göre biliyoruz, birde mana ve hakikat alemi var bunu göremiyoruz, ama inanıyoruz. Mutlak gerçeğe iman etmiş olanlar, gayb alemine, kaza ve kadere inanmakla hâz duyarlar. Allah'ın takdir ettiği kadere gönülden teslim olarak yaşarlar. Aslında kaza ve kadere iman Allah'a imanın sonucudur. Şu bir şaşmaz gerçektir ki, doğru bir itikat insanı, ancak gerçek kurtuluşa eritişirir.

Kaynaklar………………………….

Kur’an-ı Kerim, Muteber Hadis Kaynakları
İbni Hacer Askalani, Kütübü sitte, İ. Canan

Ali Kılıç Kakiz

ONLY 04-23-2009 10:59 AM

süper bir paylaşım cok güzel valla eline sağlık....

GooD aNd EvıL 04-23-2009 10:59 AM

İslam'da Baba Evlat Diyalogları (Düz Yazı)

İnsan dünyada yapa yalnız bir varlık değildir. O bir bütünün parçasıdır.Bu bakımdan Sorumlulukların kendisinden öteye taşması, hal ve hareketlerini, toplumun maddi ve manevi bünyesini sarsıcı değil, onu bütünleyici bir şekilde sürdürmesi gerekmektedir.
Allah’ın son dini olan İslâmiyet vasıtasıyla kullarına emrettiği her buyruğun altında sayısız hikmetler ve hudutsuz faydalar vardır.Bu gün psikologların da ispatladığı gibi, rahimdeki bebek anne ve babanın her türlü hareketlerinden etkilendiğinden, anne ve babaya bazı hareketlerden kaçınmalarını ve manevi değerlere yönelmelerini tavsiye etmeyi de unutmuyorlar.
Kur’an-ı Kerim, bu alandaki büyük sorumluluğunu bilmeyen anne ve babaları yer yer ikaz etmiş ve onlara yol göstermiştir. Bu konuda bütün Müslümanlar sorumludurlar. İslam'dan uzaklaşmamız ve daha doğrusu uzaklaştırılmamız neticesinde bugün her şeyi batılı ülkelerden beklemekteyiz. Halbuki eğer İslam'dan biraz haberimiz olsaydı batının ne kadar zayıf olduğunu görürdük.
Batı tasavvurunun cüret edemeyeceği, bütünleşme ve ahenk İslâm’dadır. İnsan oğluna verilen bu büyük imtiyazla, azametli sorumluluk yan yanadır. Düşünen ve inanan insan için, fiziki kıymetinin ötesinde manevi bir değer taşımaktadır. inanan kişi, daima bu şuurla yaşar.
Bütün insanlık bilgisi, ilâhi kelamın büyüklüğünü ve mucizesini teyit etmektedir. Çünkü bu din, ilimle, kitapla ve kalemle başlayan büyük tek dindir. Medeniyetler tarihi şahittir ki, İnsanlığın manevi özü ve varlığı arasında ki dehşet verici çatışmayı çözebilecek, İslâm dışında hiçbir din, Kurân dışında hiçbir kitap yoktur.
Şüphesiz ki her dinin ve içtimâi teşekkülün kendine has bir medeniyeti, dünya ve hayat görüşü vardır ki, milletler arası varlığını ancak o hususi vasfıyla muhafaza eder. Her aklı selime sağ duyusuna bağlı olarak büyük görevler düşmektedir.Gençlik çağı kazanç zamanıdır. Mert olan bu vaktin kıymetini bilir elden kaçırmaz. İhtiyarlık herkese nasip olmaz. Nasip olsa da, rahat elverişli vakit ele geçmez, kuvvetsizlik halsizlik halinde yararlı iş yapılmaz. Bu gün ananın babanın varlığı büyük bir nimet iken, Seni hangi sebep, hangi özür elini kolunu bağlıyor. Senin yaşıtların ordulara komutan, başları dik gözleri istikbalde...
Gençliği yükselten iman ve maneviyattır. Her ikisini de kuvvetlendiren bilimdir.Taşıdığımız bu emanet ağırdır. Tarihi ve şerefli bir yüktür. Allah yolunda fedakarlık yapmadan, Hz Peygamberin s.a.v. takip ettiği usulü benimsemeden başarıya ulaşmak mümkün değildir. Allah Resulünün övdüğü, Türk milletinin sevdiği ve beğendiği iyiliklere ve güzelliklere makyevalist yoldan gitmemiz asla bize kazanç sağlamaz. Hileyle kazanılandan hayır çıkmaz. Gizlilikte fesat vardır.
Kötü insanlar her yoldan gençleri aldatmaya uğraşırken, değişmeden akıntıya karşı durmak kolay değildir.Gençlik zamanıdır para bol, her arzuyu yerine getirmek kolay, helâl olan bu sayısız zevkleri lezzetleri bırakıp da yasaklanan bir kaç zevke sapmak, Allah’a karşı ne kadar çirkin bühtan olur.Biz kuluz başı boş bir deve sürüsü değiliz. İyi düşünelim Mahşer günü utanmaktan pişman olmaktan başka bir şey elimize geçmez. Allah bize Peygamber gönderdi, Kitap gönderdi, bize lütfetti, muhatap saydı,bizi karşısına aldı. Her hatanın bir telafi yolu vardır. Ama terbiyede ki yanlışın bedeli evladı kurban etmektir. Bu kurban Hz. İbrahim’in a.s. İsmail’i kurban etmesi gibi değildir. Genç nesiller, bizim yarınlarımız, bizim olan beyinler avucumuzdan,ocağımızdan kayıp gidiyor. Bizden bu kadar neden uzaklaşıyorlar?
İslam eğitiminden yeteri kadar haberi olmayışından olacak ki, bugün sözde Müslüman aile ocaklarında İslam'la alakası olmayan çocukların yetiştiğine şahit oluyoruz.
İşte bu kesimin çocuklarıyla ebeveynler arasında kalın duvarlar vardır. Baba, ana, ayrı ayrı kaplarda yemek yiyor, çocuklara ayrı sofra kuruluyor.... Birliktelikleri pek nadirdir. Baba namaza gider, oğlu yanında yoktur. Baba Cumaya gider, çocuğu sabahtan itibaren ortalıktan toz olmuştur. Baba düğüne gider, oğlu ise başka bir alemde başka bir toplumun içerisindedir. Baba gezmeye gider, oğlu bir mazeret uydurmuş ve çoktan kaytarmıştır. Yemekte bile beraberlikleri teşehhüd miktarıdır. Oğul ya baştan elini çabuk tutar baba gelinceye kadar yemeğini yer defolur, yada topal köpek gibi ayağını sürüye sürüye sofraya gelir ki baba çoktan sofradan kalkmıştır. Giyimlerinde moda farkı vardır.Bir birlerine benzer yanları yok gibidir. Evliliğe sıra geldi mi her biri ayrı telden çalmaktadır. Baba ile oğul arasında 20-30 gibi bir yaş farkı bulunmasına rağmen baba ile oğul ayrı asırların insanlarıdırlar. Baba ile oğlu, ana ile kızı ancak yakınlarından birinin ölümü bir araya getirebilir. Oda belki. Yakın olmaları lazım gelen bu insanlar, neden birbirlerinden bu kadar uzaktırlar?
Gerçek sebep ise, Müslümanların bilgi seviyelerinin düşük olmasıdır. Eğer Müslümanlar arasında bir anket yapılacak olursa % 80’ ninin sübhaneke Müslüman’ı olduğu anlaşılacaktır. Bu insanların dinleri taklid, terbiye metotları baba mirasıdır. Kur’ana dayalı olmayan taklid, o ne görmüşse yalan yanlış ne duymuşsa hiçbir kritere tabi tutmadan inanmıştır. Bu görgüye dayalı bir takliddir. Zamanla dinin derinliklerine kök salmış bir daha sökülüp atılması imkansız hale gelmiştir ki, gücün varsa gelde çıkar. Öyle bir sarılır ki yanlışlara, onu oradan dozerle bile döndüremezsiniz.
Taklidde ne akıl vardır nede mantık vardır, ne de ilim vardır. Onda şiddet vardır, onda hased vardır, onda küsme vardır, onda selamlaşmama vardır. Onda başkalarını küfürle itham vardır. Menfilik adına ne ararsan onların hepsi vardır.
Terbiye anlayışı, yumruğunun her derde deva olduğunu zannetmektedir. Tek sermayesi yumruğudur. Asıp kesmenin tek çıkar yol olduğunu inanmaktadır. Gözlerinin kırmızısını çevirmenin bütün buzları eriteceği kanaatindedir. İnancına göre sopayı Allah Cennetten çıkarmıştır ki, insanlar onunla terbiye edilsinler. Onun düşüncesine bakarsan, Sopa kapının arakasında öyle bir yere konmalıdır ki, karı ve çocuk her giriş ve çıkışında görsünler. Görsünler de başlarına geleceğe mukayyet olsunlar. Yani mümkün olsa da köyümüzün şehrimizin mezarlığına giderek ölülere bir seslensek:
‘’ Babalarından ve kocalarından dayak yememiş olanlar ayağa kalksın’’ acaba kaç kişi ayağa kalkar ne dersiniz? Bir Şöyle nida etsek:
‘’ Ey babalarından ve kocalarından dayak yiyenler lütfen ayağa kalkın’’ Acaba kaç kişi ayağa kalkmaz dersiniz?
İşte biz bu sistemle büyümüşüzdür. Bildiğimiz tek metod budur.
Türklerin bulunduğu Avrupa ülkelerinde ki durum yürekler acısıdır, hangisini sizlere anlatayım, ayda bir defada olsa camide yapılan düğünlere rastlamak mümkündür. Bir kısım Müslümanlar ‘’İslâmi’dir’’ diyerek düğünlerini camilerde yaparlar. Fakat yapılan düğün cenaze merasiminden pek farklı değildir. Nikahtan önce vaaz yapılır, ilâhiler okunur merasim bitmek üzeredir hâla damat namzedi ortalıkta yoktur. O parklarda arkadaşlarıyla düğünün tadını çıkarmaktadır. Ya Camidekiler?
Hoca, 50’lik 60’lık cemaate evliliğin faziletini anlatıyor anlatılan cemaat evdeki karısının adını unutmuş, hayız ve nifastan kesilmiş cemaat. İçeride şâyet bir çocuk yada iki tane çocuk görürseniz iyi bakın, çocuğun bel kayışı babanın şalvarının uçkuruna bağlıdır. Şimdi bu kesim başlarını avuçlarının arasına alıp düşünmelidirler.
Bütün varlıkların özü olan insan, eğlence ve oyun için yaratılmadı. Bir evlat babasına moruk, anasına koca karı, nasıl söyleye bilir? Bunun sebeplerini Müslümanlar bulmadıkça daha kafalarını çok duvarlara çarparlar. Müslümanlar bu yanlışı bulmalıdırlar, kafa yapılarını değiştirmelidirler. Çocuklarını azarlamadan önce kafa yapılarını ve babadan kalma yanlış mirası terk etmelidirler. Bunu Yapmadıkları müddetçe çocuklarını bulacakları yer, uyuşturucunun kucağıdır.
Anne babaların dini bilgileri yetersiz olabilir ama, temiz ahlakı v e görgü kurallarını da öğretemezler mi? Memleketlerini, tarihlerini anlatamazlar mı? Şayet bunların hiç birisi ailede yoksa evlerine bir gazete, bir iki dergi de mi? Temin edemezler? ‘’ Dini eğitim olmasa da olur, Müslümanız ya! ’’ Diyorsak en kolayı var oda maddi külfet çekmeden çocuklarımızı Hıristiyan misyonerlerin önüne yem diye atalım, veya diskolara, dansinglere gönderelim, sokağa fırlatalım, eroin, kokain sattıralım da daha çok para kazanırız değil mi?
Resulullah s.a.v. evrensel mesajında ‘’Ehlinizi Cehennem ateşinden koruyun ‘’buyuruyor.
Avrupa görmüş bir çok Müslüman aileler var. Onların çocuklarından, heder olmuş birinin kıssasını anlatayım.
Sözünü etmeye çalışacağım şahsın çocuklarından en büyüğü 17 yaşında olmak üzere üç oğlu vardır. Bu zat eski sitil terbiye eski sitil baskı ‘’ Kalksana lan, namazını kılsana soytarı. Kur’an-ı Kerimi okusan geberirmisin haydut. Nerelerde süründün bu gün yine? Bir meyhaneye falan gittiğini duyarsam parçalarım alimallah. Bir yaramazlığın kulağıma gelirse yiyeceğin sopayı sen hesapla. Adam olacağın yok it oğlu it. Eşek adam olurda sen adam olmazsın. ‘’ Vesaire…
Zaman çabuk geçiyor, bir ara bu şahsın oğlunun hastaneye düştüğünü duydum, sebebi malum uyuşturucu kullanıyormuş. Ağlayan bu babaya teselli üstüne teselli verseler de nafile. Yanık yürekli baba diyor ki: Evladımın tedavi ile iyileşeceğini bilsem, Sabahlara kadar namaz kılacağım amma, ben benim sıpamı bilirim, bu iplik boya tutmaz.
Hastaneden çıkıp gelen oğlunu, 17’ lik delikanlıyı evden kovuyor. Şöyle diyor: ‘’Şayet evden kovmamış olsaydım diğer kardeşlerini de **** yapacaktı’’.
Ayırtla pirinççin taşını şimdi. İşte kabahatimiz cehlimizdendir, bilgisizliğimizdendir. Kimimiz asrın manasını bilemiyoruz, kimimiz dünyanın manasından haberdar değiliz, kimimizde dininden haberdar değildir.
Dinimizde bize sunulan öğütlerde, babanın evladına hitap şekli nasıl olmalıdır? Hangi ifadelerle babalar evlatlarına hitap etmelidirler?
Peygamberler Allah tarafından seçilen, yaşantıları vahyin kontrolünde olan ve insanlık âlemine miras bırakabilecekleri güzellikte bir hayat yaşayan elçilerdir, aynı zamanda bir ev reisi babadır. Baba olarak evladına nasihatleri, öğütleri, uyarıları vardır. Bunlar, bazen ikili konuşmalar, bazen de sadece babanın diliyle tüm insanlığa verilen öğütler biçiminde yansıtılır bizlere.

Tufanda kendi öz evladını kurtarma çabasında olan, Hz. Nuh’un çağrısıdır:
* Gemi dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken, Nuh bir kenarda kalmış oğluna, “Ey oğulcuğum! … Gel bizimle sen de gemiye bin. İnkârcılarla beraber olma.” diye seslendi. Hûd,sur: 42
Oğlu İsmail, kendisinin yanısıra yürüyebilecek bir yaşa ulaşınca babası (Hz. İbrahim) şöyle dedi:
* Oğulcuğum! Rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün, ne dersin bu işe… Saffat,sur: 102
Yakub oğlu Yusuf’a şöyle dedi:
* Oğulcuğum! Rüyanı kardeşlerine sakın anlatma. Yoksa sana tuzak kurarlar. Yusuf, sur:5
Lokman oğluna öğüt vererek,
* Ey oğulcuğum! Allah’a eş koşma. Doğrusu şirk büyük bir zulümdür.” demişti. Ey oğulcuğum! İşlediğin bir hardal tanesi de olsa ve bir kayanın içinde veya göklerde ya da yerin derinliklerinde bulunsa, Allah onu getirip ortaya kor. Doğrusu Allah Latif’tir, her şeyden haberdardır. Ey oğulcuğum! Namazını kıl, iyiliği emredip kötülükten sakındır. Başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir. Lokman, sur: 13-17
Ayetlerde, baba-evlat arasındaki hitap tarzının hepsinde bir şey dikkat çekicidir. Bu ayetlerde daima “Yâ Büneyye! ” kelimesi kullanılmıştır. Bunun dilimizdeki karşılığı ise, “Ey oğulcuğum/Yavrucuğum” demektir. Ayetlerde yer alan bu ortak ifadede, baba-evlat ilişkilerinde olması gereken sevgi ve şefkat ortamına dikkat çekildiğini söyleyebiliriz.
Evlatlar güle, büyükler bahçıvana benzer. Gül, bahçıvanın elinde canlanır, hayat bulur.
Peygamberimiz s.a.v.
* 'Hiçbir baba evladına güzel edepten daha üstün bir bağışta bulunamaz' buyurarak çocuğumuzun dört başı mamur yetiştirildiği takdirde, anlam bulabileceğini ifade etmiştir.

Diğer bir hadis-i şeriflerinde Peygamberimiz s.a.v.
* 'çocuklarınıza ve aile halkınıza hayır öğretin ve onları edepli yetiştirin'. Buyurarak bilhassa aile reisi babayı ev halkının eğitiminden mesul tutmuştur.
Diğer bir hadislerinde:
* ‘’Evlat kokusu, cennet kokusudur. Ey insanlar! Allah’a tövbe ve istiğfar ediniz, ben günde yüz kere tövbe ediyorum. ‘’

* Resûlullah s.a.v. çocukları sevmeye teşvik ettiği gibi, çocukları sevmemeyi kalp katılığının, merhametsizliğin bir alâmeti, Allah'ın rahmetinden mahrum kalmanın bir sebebi olarak ifâde etmiştir.
Çocuk terbiyesinde onların sevilmesi mühim bir yer tutar.Yuvanın mutluluğuna katkıda bulunmayı kendi istek ve tutkularının üstünde tutan fedakar baba ve ana tipinin buluştuğu yerdir. Ancak sevgi, hoşgörü ve samimiyetin bulunmadığı bir yuvada, maddi ihtiyaçlar karşılansa bile huzura kavuşulamazlar.
Bazı ebeveynler, daha küçükken uykusunu alamaz diye çocuğunu namaza uyandırmayan, soğukta üşür diye abdest aldırmayan, acıkır diye oruç tutturmayan, gününü gün etsin diye gayri İslam’i eğlenceler gönderen, serbest yetişsin diye ahlak mefhumu nedir tanımayan ebeveyn, çok sevdikleri çocuklarına kıymaktadırlar.
Hatta hassas davranmayan ana baba da günaha girer.... -Çocuklara helâl süt emzirecek, koruyacak ve iyi terbiye edecektir. Ana imajını verecektir.
* Hz. Peygamber s.a.v. 'Müminler arasında imanı en kusursuz olan, ahlakı en güzel olandır. Ahlak bakımından en iyiniz de, ailesine karşı en iyi olandır” buyurmaktadır. Tirmizi Ebi Davud.
Ailede eğitimin önemini şu hadis pek güzel anlatır:
* 'Kişi ehlinin cehaletinden daha büyük günahla Allah'a kavuşmaz'.
Kız çocuklarının eğitimine ve yetiştirilmesine İslam büyük bir önem vermiştir.
* Resul-i Ekrem şöyle buyurur: 'Üç kızı olup, ihtiyaçtan kurtarıncaya kadar onlara iyi bakan, yedirip giydiren kimse elbette cenneti kazanır'.
İşte gün günde beter olmakta, gurbette insanımızın iffeti hayası, ırz namus telakkileri hoyratça sömürülmektedir.Çocuklarımız uyuşturucu ve bir avuç seks simsarının karşısında yapa yalnız kalmışlardır. Genç neslin mükemmel bağları göz göre göre ölüm makineleriyle kırılmaktadır. Yabancıların uğursuzların iştahına yavrularımızı terk etmeyelim. Ama sürüden bir koyun olursan güdülmeye mahkum ve müsait isen tehlikesizsin, zararsızsın sana bir şey olmaz. Bir şey yapmazlar. Hiç olmazsa kalplerimizle kötülüklere buğz edelim. İmanın en zayıf noktası olan bu seviden daha aşağıda başka bir mertebe yok artık müminler için. Doğru olanı da kimseden saklamayalım. Ancak her gecen günün kötüye gittiğini söylemek bir borç olmaktadır. Huzuru mahşerde bildiklerini söylemeyenlerin ağzına, ateşten gem vurulacak denmiştir.
* İşte o gün ağızlarını mühürleriz, Bizimle elleri konuşur, ayakları da yaptıklarına şahidlik eder.Yasin sur ayet:65
Resulü Zişan efendimiz s.a.v. şöyle buyurmaktadır:
* ‘’ …Siz o kitabın akıllara hayret verici hükümlerine itaat ediniz. Saydığı örneklerden ibret alınız. Çoluk ve Çocuğunuza ilim öğretiniz. Topluluktan doğruluktan ayrılmayınız….’’
Peygamberimizden, Sahabesinden, Tabiinden, büyük liderlerimizden, düşünürlerimizden daha iyi Müslüman olmak iddiasında bulunursak yanılırız. Hz. Peygambere s.a.v. yönelelim, Onu rehber bilelim, O bizim iki cihan güneşimizdir. Peygamberimizin s.a.v. metodu, misyonu mesajı evrenseldir. Kim Ona sarılırsa bu onu kurtuluşa götürecektir. Bu duygular içerisinde kırılmadan darılmadan vicdan muhasebemizi yapalım.Nefislerimizi hesaba çekelim. Evlatlarınıza daha sevecen müşfik davranalım.Ülkemizi düşünelim.Bu dilek ve duâ ile kurtuluşa mutluluğa yönelelim.


Kaynaklar………..
Kuran-ı Kerim
Muteber Hadis Kaynakları..Üç B. Bela. N: Yazar, İslam da Aile hayatı. Veda hutbesi..

Lessines /2003

Ali Kılıç Kakiz

GooD aNd EvıL 04-23-2009 10:59 AM

İsra ve Miracın Keyfiyeti (Düz Yazı)

Cenab-ı Hâk şöyle buyurmaktadır:
Bismillahirrahmanirrahim
‘Bir gece kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, kulunu Mescid-î Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, gözetendir’. İsra sur. Ayet:1
Bir diğer surede de şöyle buyruluyor:
'Şimdi siz onun gördüğü üzerinde kendisiyle tartışıyor musunuz? Andolsun ki, Onu bir başka kez daha inişte gördü. Sidretu'l-Münteha’nın yanında. Barınma (Me'va) cenneti onun yanındadır. O zaman O gördüğünde Sidre'yi kaplayan kaplıyordu. Göz kaymadı ve (sınırı) aşmadı da. Andolsun ki o Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü.' Necm, 53/12-18

Miraç Ne Şekilde Vuku Bulmuştur?
Peygamberimiz s.a.v. şöyle buyurmuşlardır:
‘ Bir gece halam Ümmühanın evinde, diğer bir rivayete göre Kâbe’de iken Cebrâil a.s. geldi. ‘Ey muhterem nebi Yargılayıcı olan Rabbinin huzuruna varmak için kalk, melekler seni bekliyorlar dedi.
Göğsümü göbeğime kadar yardı, kalbimi çıkarıp iman dolu bir altın tasta yıkadı. Tekrar yerine koydu. Bundan sonra katırdan küçük merkepten büyük beyaz renkte ve Burak isminde bir hayvana bindirildim. Bu hayvan her adımını, gözün görebildiği son noktaya atıyordu. Bir anda Mescid’i Aksa’ya geldik. Cebrail Burak’ı bütün peygamberlerin hayvanlarını bağladıkları bir halkaya bağladı. Mescid’de Peygamberlerin ruhları temessül etti. Bize selam verdiler. Bende selamlarına karşılık verdim. Cebrail bana öne geç nebilere iki rekat namaz kıldır dedi. Bende imam olup namazı kıldırdım. Cebrail bana biri süt, biri şarap dolu iki kap getirdi. Ben sütü içince, yaratılışına uygun olanı seçtin dedi. ‘ Ebû Said-i Hudri’nin rivayetine göre, Peygamber efendimiz s.a.v. şöyle devam ettiler:
‘ Bundan sonra bir Miraç (Merdiven) getirildi ki, ben ondan güzel bir şey görmedim. O miraç ölülerinizin ölürken gözlerini diktikleri şeydir. Ölülerin ruhları, bu merdivenden yukarı çıkar. Cebrail beni bu merdivenden Hafaza kapısına kadar çıkardı. Yani dünya semasına kadar bir anda geldik. Burada Cebrail, semanın açılmasını istedi ve orada şöyle bir muhavere geçti. İçerden soruldu:
- Sen kimsin?
- Ben Cebrail’im.
- Yanında ki kim?
- Muhammed s.a.v.
- Ya O Resûl olarak gönderildi mi?
- Evet.
‘ Hemen kapıyı açtılar ve beni selamladılar. Bir de ne göreyim, semayı muhafaza eden İsmail isminde müvekkil bir melek, yanında yetmiş bin melek o meleklerden her birinin yanında yüz bin melek var’. ‘Bunlardan ayrılınca bünyesi yaratılışından beri hiç değişmemiş bir adamın yanına geldim. Kendisine zürriyetinin ruhları arz edilince Mümin ruhu ise, ne güzel, ne hoştur. Bunun kitabını İlliyyin’de kılın diyor. Kafir ruhu ise, ne kötü ruh, ne fena rayiha.. Bunun kitabını Siccil’den kılın diyor. ‘
- Ya Cebrail bu kim? diye sorduğumda,
- Bana Adem’dir diye cevap verdi. O bana selam verdi ve hoş geldin ey salih nebi, ey salih evlat diye karşıladı.
Burada bana cehennem gösterildi. Orada, çeşitli şekillerde azap gören kavimler gördüm. Dudakları deve dudağı gibi bir kavim gördüm ki, başlarına bir takım memurlar konmuş dudaklarını kesiyorlar. Bunların kim olduklarını sorunca, Cebrail, yetim malı yiyenler olduklarını söyledi. Yine orada pislik yiyen zinakarlar, kendi etlerini yiyen gıybetçiler, yerlerde ve Firavun hanedanının ayakları altında çiğnenen faizciler, baş aşağı ayaklarından asılmış zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlar gördüm.
‘ Sonra ikinci semaya çıktık.Orada Yusuf a.s. ile buluştuk. Yanında ümmetinden kendisine tabi olanlarda vardı. Yüzü, ondördüncü gecede ki ay gibi idi. Onunla da selamlaştık.
Peygamber efendimiz üçüncü semada iki teyze zade Yahya ve İsa a.s. ile, dördüncü semada İdris a.s. ile, beşinci semada Harun a.s. ile ve altıncı semada Musa ile görüştü. Onlarında hepsi, ‘ Hoş geldin ey salih kardeş, salih nebi’ dediler’.
Resûlü Ekrem anlatmaya devam ediyor:
‘ Daha sonra yedinci semaya geçtik. Orada İbrahim a.s. ile buluştum. Sırtını Beytül Mamur’a dayamış, beni selamladı ‘ Hoş geldin ey salih nebi! .. Hoş geldin ey salih evlat dedi. Burada bana denildi ki,’İşte senin ve ümmetinin mekanı’. Sonra Beytül Mamur’a girdim. İçinde namaz kıldım. Bu beyti her gün yetmiş bin melek tavaf eder, ve bir daha kıyamete kadar tavaf için sıra gelmez.’
Peygamber efendimiz, burayı anlatırken, şu ayeti kelimeyi okudular: ‘Rabbinin askerlerinin adedini ancak Rabbin bilir.’ El-Müddesir sur: ayet:31
Peygamberimiz, yedinci semada gördüklerini anlatmaya devam ediyor:
‘ Burayı gezerken bir ağaç gördüm ki bir yaprağı bu ümmeti bürür. Ağacın kökünden bir menba akıyor ve ikiye ayrılıyordu. Cebrail’e bunu sorduğumda dedi ki, ‘Şu rahmet nehri, şu da Allah’ın sana verdiği Kevser Havzıdır.’ Rahmet nehrinde yıkandım. Geçmiş günahlarım affedildi. Sonra Kevser yolunu tutarak cennete girdim. Orada göz görmedik, kulak işitmedik, beşerin hayal ve hatırına gelmeyecek olan şeyler gördüm.
‘Bundan sonra Sidretül Münteha’ya kadar çıktık. Sidre’den yükselince Cebrail durakladı ve’ Ya Muhammed, yemin ederim ki, ben buradan bir karış ileriye geçersem yanarım. Benim buradan ileriye geçmeye takatim yoktur’ dedi.
Resulü Ekrem, lâhut âleminin bu en yüksek yerinde REFREF denilen bir vasıtayla, Allah’ın dilediği yere geldi. Bir rivayette, Peygamberimiz şöyle buyuruyorlar:
‘Sidre’den sonra öyle bir yere yükseldim ki, kaza ve kaderi yazan kalemlerin çıkardıkları sesleri duydum. Arşın altına geldiğimde, Arşın üstüne baktım, ne zaman var ne mekan, ne de cihet. Rabbimin şu lâhuti sesini işittim:
‘Yaklaş ey Muhammed. Ben de Kabe Kavseyn miktarı yaklaştım. Rabbimin ilhamı ile şunları okudum: ‘Ettehiyyatü lillahi, vessalevâtü, vettayyibatü.’ (En güzel tahiyye Allah’a mahsustur. Bedeni ve mali ibadetler de O’na layık ve mahsustur.) Bunun üzerine Allah C.C. şu mukabelede bulundu:
‘ Es-selâmü aleyke eyyühen-nebiyyü ve rahmetüllahi ve berekâtühû.’ (Ey nebi, selâm sana olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi de sana olsun.) Ben tekrar, Es-selâmü aleynâ ve alâ ibadillahissalihine. Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammed en abdühu ve resulü hu.’(Selâm, bizim ve Allah’ın salih kullarının üzerlerine olsun. Ben şahadet ederim ki, Allah birdir. Ondan başka ilâh yoktur. Yine şahadet ederim ki, Muhammed, Allah’ın kulu ve elçisidir.) dedim.’
Bir diğer rivayette:
Artık Allah bana vahyettiğini vahyetti. Üzerime her gündüz ve gece içinde elli namaz farz kıldı. Musa'nın a.s. yanına indim. Rabbin ümmetin üzerine neyi farz kıldı? diye sordu. Elli namaz farz etti, dedim. Rabbine dön ve ondan azaltmasını iste. Çünkü ümmetin buna güç yetiremez. Ben İsrail oğullarını imtihana tabi tutmuş ve onları tecrübe etmişimdir, dedi. Ben de Rabbime döndüm ve: Ey Rabbim! Ümmetim üzerine hafiflet, diye niyaz ettim. Benden beşini indirdi. Musa'ya döndüm. Benden beş namazı indirdi, dedim. Muhakkak ümmetin buna güç yetiremez. Binaenaleyh Rabbine dön ve hafifletmesini iste, dedi. Böylece Rabbim Tebareke ve Teala ile Musa a.s. arasında gidip gelmeye devam ettim. Nihayet (Rabbim bana) şöyle buyurdu: 'Ey Muhammed! Onlar her gündüz ve gece içinde beş namazdır. Her bir namaz için on (sevap) vardır. İşte böylece elli namaz olur. Her kim bir iyilik yapmaya niyetlenirde yapamazsa, onun lehine bir iyilik yazılır. Eğer yaparsa on iyilik yazılır. Her kim bir kötülük yapmaya niyetlenir de yapmazsa onun aleyhine hiç bir şey yazılmaz. Eğer yaparsa, bir tek kötülük yazılır.' Sonra indim ve Musa'nın (a.s.) yanına vardım. Kendisine haber verdim. Rabbine dön ve ondan hafifletmesini iste, dedi. Allah Resulü s.a.v.: 'Rabbime çok döndüm, nihayet artık ondan utandım, cevabında bulundum' buyurdu. S. Müslim
Miraç vakıasını Hz.Muhammed’den 45 sahabe rivayet etmiştir.İbni Kesir’in ifadeleri bu meyandadır. Sözü edilen sahabelerin bazıları şunlardır: Enes b.Mâlik,Ebu Hureyre, Ebu Zer, Mâlik b.Sa’Saa, İbni Abbas, Cabir b.Abdullah, İbnu Mesud …. Bu rivayetler, S. Bûhari, S.Müslim, Sünen Nesaî, gibi meşhur kütübi site kitaplarında mevcuttur.
Miracın Sübut Delilleri:
İsra ve Miraç olayının meydana geldiği, hem Kuran’la Hem Resulullah’ın sünneti yani hadisleriyle hemde İslâm ümmetinin icma’sı ile sabittir. İhtilaf İslâm ümmeti arasında mevcut değildir. sadece oluş biçimi özerinde bazı farklı görüşler olmuştur. Farklı görüş sahiplerinin, delilleri zayıftır.
- Miracın Mekke’den Mescidi Aksa’ya kadarki kısmı kitapla sabittir. Bunu İnkar eden kâfir olur.
- Mescidi Aksa’dan semalara kadar ki kısmı meşhur hadislerle sabittir.bunu inkar eden kimse fasıktır.
- Semadan Mâverâyı aleme çıkışı ise Haber-i âhad ile sabittir. Bunu inkar eden ise Muhti (hata etmiş) olur.
İsra ve Miraç nedir?

Hicretten bir buçuk yıl kadar önce Peygamber s.a.v. efendimizin hayatında meydana gelen bu çok önemli olay, geceleyin O’nun uyanık bir halde ruh ve bedeniyle Mescidi Aksa’dan yüce makamlara çıkması demektir.
İsrâ: Resûllah’ın s.a.v. Mescidi-i Haram'dan Beytü'l-Makdis'e kadar olan gece yolculuğunu belirtir ki bu, âyetle sabit olmuştur. O bakımdan inkârı küfrü gerektirir.
Miraç: İsrâ gecesi Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz'in Beytü'l-Makdis'ten Melek Cebrail'in eşliğinde madde âleminin son sınırı olan Sidretü'l-Münteha'ya, oradan da mâna âlemine yükselmesi ve esrar perdelerinin kaldırılarak en kutsal huzura kabul edilmesidir. Bu olay da sahîh hadîslerle sabit olmuştur.

Bazı Terimler:
Mescidi Haram: Kâbe’yi çevreleyen ve Haremi şerif denilen mesciddir. Yer yüzünde ilk defa inşa edilen mabet budur.
Mescidi Aksa: Kudüs’teki beytül Makdistir. Kâbe’den sonra yer yüzünde yapılan ikinci mabeddir. Aksa denilmesi, Kâbe’ye bir aylık mesafede bulunmasıdır.
Evet, Müslümanların ilk kıblesi ve haram mescidlerin üçüncüsü olan Mescidi Aksa'yı bağrında barındıran bu topraklar Allah tarafından mübarek kılınmıştır. Çünkü bu kutsal topraklar peygamberlerin yurtlarıdır. Buralarda onlara vahiy inmiştir. Hepsinden de önemlisi bu topraklar son peygamber, Hz. Muhammed s.a.v. İsra ve Miraç mucizesine şahit olmuştur.

Beytül Mamur: Yedinci semada melekler tarafından tavaf edilen mabeddir.
Sidretül Münteha: Arşın sağında bir ağaçtı ki, ne bir melek ne saire ondan ötesine asla gecemezler. Sidretül Münteha semavat ile cihanı gölgesine altına alan bir ağaçtır. Kökü sema-î sadisede kendisi sabiadadır. Sidretül Münteha diye isimlendirilmesi ise: Melâikei Kiram ile Enbiyayı azamın müntehayı ilmi olması itibariyledir.Yalınız Resûlü Ekrem s.a.v. O’ndan öte Kabe Kavseyn desturu urûc verilmiştir. Allah’tan başka hiçbir kimsenin daire-i ilmine giremez.
Refref: Mahiyetini aklımızın kavrıyamıyacağı bir vasıtadır.
Kabe Kavseyn: İki yay miktarı kadar bir mesafedir.
Miraç Ne Zaman Vuku Buldu?
Bu büyük hadisenin tarihi üzerinde ehli siyer ve büyük İslam tarihçilerin görüşleri şöyledir:
- Bazılarına göre: Tâif seferinden altı ay sonra Miraç hadisesi olmuştur.
- Diğerlerine göre: Bu hadise Bi’setin on ikinci senesi Rebiül evvel ayının onüçüncü gecesi ceryan etmiştir.
- Çoğunluğun (Cumhurun) görüşü ise: Hicretten bir buçuk sene evvel Recep ayının 27. gecesi olmuştur. Tercih edilen görüş cumhurun görüşüdür. Olay Mekke’de vuku bulmuş, Medine-i Münevvere’de değil.
Resûlullahın s.a.v. Miraçta Binitleri:
1- Burak: Mescidi Haram’dan Mescidi Aksa’ya kadar.
2- Miraç (Merdiven) : Mescidi Aksa’dan semayı dünyaya kadar.
3- Meleklerin Kanadı: Semayı dünyadan yedinci semaya kadar.
4- Cibril: Yedinci semadan, Sidre-i Münteha’ya kadar.
5- Refref: Sidre-i Münteha’dan, Kabe Kavseyn’e kadar.
Peygamberimize Miraç’ta Verilen İhsanlar:
Müslim’in rivayetine göre, Miraçta Resûlullah’a 3 şey verildi:
- Her gün, 50 vakit sevabına denk, 5 vakit namaz.
- Bakara suresinin son ayetleri.
- Ümmetinden, hiç bir şeyi Allah’a şirk koşmayanlara cennet.
Miraç Olayı Ruhen mi? Bedenen mi Oldu?
İsra ve miraç uyanık halde, hem ruhen hemde bedenen gerçekleştiği muhakkaktır. Şayet bu büyük olay rüya yoluyla meydana gelmiş olsaydı, şaşılacak bir cihet söz konusu olmazdı. Kureyş müşrikleri onu yalan sayma ihtiyacını bile duymazlardı.
Melek Cebrail'e gelince: Dokunduğu yerde hayat ve kudret başlar. Son derece nuranîdir. Peygamberlerin kalplerine vahyi bu nur ile ilka eder ve kalbe inen bu nur, ruha üstün bir kudret verir ve sırası gelince bedenin ruhlaşmasına imkân tanır. Bu ruh muazzam bir hayat ve enerji kaynağıdır.
Gerçek bu olunca, gerek ilâhî vahiy indiğinde, gerekse Melek Cebrail geldiğinde, Resûlüllah s.a.v. Efendimizin, bedeni kendi faaliyetlerini durdurup bütünüyle ruha tabi olur ve dünyadan ilgisi kesilmiş bulunurdu.
Nitekim O bu inceliğe işaretle şöyle buyurmuştur: «Ben sizin gibi değilim. Allah beni yedirir ve içirir.» Diğer rivayette: ' Ben sizin görmediğinizi görür, duymadığınızı duyarım ‘’ Ebu Hureyre,S.Müslim.
Bir de büyük ruh olan melek Cebrail'in Peygamberimize eşlik etmesini düşünürsek, yüce ruhların nasıl bir araya gelip zaman ve mekân kavramlarını aştıklarını anlamakta gecikmeyiz.
İsa Peygamberin de göğe yükselme olayı böyle olmuş; İbrahim Peygamber, ateşe atılırken maddî yapısı ruhî yapısına dönüşmüş ve o sebeple ateş ruhu yakamamıştır ki, bütün bunlar zahirî sebep ve ilet kanunlarının iptal edildiğine, ruhî sebeplerin nâzım rol oynadığına ve sonuç olarak mucizelerin gerçekleştiğine delâlet etmektedirler.
Ayette «abd» tabiri bilhassa her türlü ihtimali ortadan kaldırmakta, Peygamber'in s.a.v. sözü edilen olayı her iki yapısıyla birlikte yaşadığı ifade edilmektedir. Çünkü «abd» ruhla bedenin tamamına delâlet eden bir kelimedir.
Zira Resûlüllah efendimizin sık sık «rüyamda Cennet bana gösterildi, Cennet ile Cehennem bana arzolun-du..» şeklinde gördüklerini arkadaşlarına anlatması hususunda, itiraz ve yalanlamaya hiçbir zaman maruz kalmamış ve kimse bunu reddetmeyi düşünmemiştir.
Sonuç olarak, muhakkik alimler şöyle demişlerdir: 'Cenâb-ı Hakk'ın, Hz. Muhammed’i s.a.v. hem ruhu hem de bedeni ile Mekke'den Mescid'i Aksa'ya geceleyin götürdüğüne, oradan da Miraca yükseldiğine hem Kur'ân, hem de hadisler delalet etmektedir.

Peygamberimiz Miraç Gecesi Rabbini Gördü mü?
«Kuluna vahyettiğini vahyetti..»
Cebrail aradan çekildi. Ha-bîb mahbubuna kavuştu. Vahiy vasıtasız cereyan etti. tarifi mümkün olmayan bir zevk içinde ilâhî cemal sıfatının tecellisine mazhar oluyordu. Kur’an-ı Kerimde ki, bütün sure ve ayetler Cebrail vasıtasıyla, Peygamberimize gelmiştir. Ancak, Bakara suresinin son iki ayeti, Resulullah s.a.v. vasıtasız verildi.
«Gözünün gördüğünü kalbi yalanlamadı..»
Kalbi, basireti, gözlerinin gördüğünü doğruluyor ve birlikte aynı lütuflara mazhar kılındıklarını tasdik ediyordu. Artık bu konuda Hz. Peygamber ile tartışmak veya doğruluğunu inatla inkâr etmek büyük bir küstahlık olur.
Gerek Sidretül Münteha'da, gerekse onun ötesinde Cenâb-ı Hakk'ın en büyük âyetlerini görme bahtiyarlığına erişti. Mirac gecesi, gidiş ve dönüşte; çıkış ve inişte; maddeden mânaya intikal sağlayışta ilâhî kudretin yüceliğine, sanatının eşsizliğine delâlet eden birçok belgeler ve âyetleri, temsili anlamda öğüt ve ibret alınacak görüntüleriyle müşahede etti. Melek Cebrail'i aslî suretinde altı yüz kanadıyla birlikte görmesi; gaybi bir vasıta olan Refref'e binmesi bunlardan sadece iki tanesidir. Bunlardan başka bizim bilmediğimiz birçok sır ve hikmetler Efendimiz'e bildirilmiştir.
“Göz,ne kaydı,ne de şaştı.” Necm sur, 10-11,17
Sidretül Münteha'ya yükselen Resûlüllah s.a.v.Efendimiz, belli bir makama gelip orada ilâhî hitaba mazhar oldu. O makamda gözü başka bir yana kaymadı ve şaşkınlık da geçirmedi. Vasıtasız, gelen vahyi kalbiyle telakki etti.
Bu bahiste ki görüşler:
1- Hz. Ayşe r.a.:
- ‘Her kim Muhammed s.a.v. Rabbini baş gözüyle gördü diye iddia ederse, Allah'a karşı büyük iftira etmiş olur dedi’.
2-Abbas r.a. sorulduğunda, Muhammed Rabbini gördü mü?
- ‘Evet Muhammed Rabbini kalb gözü ile gördü’.
3 - Tabiînden Abdullah b. Şakik diyor ki: Râvî Ebû Zerr'e r.a. dedim ki: «Peygamber s.a.v. Efendimizi görmüş olsaydım, herhalde O'ndan bir şey sorardım.» Ebû Zer r.a.: «Ne sorardın? » deyince, «Rabbini gördün mü? » diye sorardım» dedim. Bunun üzerine Ebû Zer r.a. şu cevabı verdi: «Bu hususu ben Resûlüllah s.a.v. Efendimiz'den sordum. Buyurdu ki: «Şüphesiz Rabbimi bir nur olarak gördüm; artık O'nu nasıl görebilirim! »
S.Müslim, İbni Mâce, Ahmed İbni Hanbel
Miraç gecesi Peygamber efendimize s.a.v. bir çok hakikatler gösterilmiş. Bu büyük olay insanlar için ciddi bir imtihan, ayıklama ve süzülme olmuştu.

Bu muazzam hadise hakkında ki ihtilafların menşei şudur:
- Bu hadise Müslümanların sayıca az ve dağınık oldukları bir sırada vuku bulmuştu.
- Bu hadisenin ravileri, miracın vukuğu zamanında ya henüz doğmamışlar yahut ta küçük yaşta idiler.
- Hadise Mekke’de vuku bulmuştu, Medineli olan raviler miraç hadisesini hicretten sonra başkalarından dinlemişler esasta birleşmişlerdir.
- Bu gibi sebeplerden dolayı hadisenin tafsilatı hakkında ihtilafa düşmüşlerdir.
Miracın Özellikleri:
1- Miraç yüce peygamberin şahsında insanlığın yükselmesidir.
2- Yüce yaratıcı Cebraillide aradan çıkararak, doğrudan Resulünü muhatap almış, Cebrail’e gizlenen pek çok sır Hz. peygambere miraçta açıklanmıştır.
3- Çobanı olduğu insanoğluna Namaz denen eşsiz zevk tefekkür miracını yani yüce yaratıcı ile, doğrudan konuşma imkanını miras bırakmasıdır.
4- O bütün çağların efendisi Namaz armağanı ile insanı meleklerin bile kıskanacağı yüce bir tahta oturtmuştur.
5- Miraç insanın sorumluluğuna eş değer bir ödüldür, güçtür,ve enerjidir.
6- Miraç kendini insanlığın acılarına dertlerine adamış yüce peygamberin, sıkıntılarının doruğa çıktığı bir zamanda gerçekleşmiştir.
7- Apaçık görülmektedir ki, Miraçtan sonra İslam hızla zafere doğru yürümüştür.
8- Peygamber efendimizin s.a.v. şeref ve itibarının, Allah indinde ki yüceliğinden bahsedilir. Böylece kâfirlerin hiçbir azgınlığının bu şerefe leke süremeyeceğine işaret edilir.
Miracın Esrarı:
Mescid’i Haram’dan Mescidi Aksa’ya yapılan bu yolculuk her şeyden haberi olan, her şeyi güzel şekilde düzenleyen yüce Allah’ın yapılmasını istediği bir yolculuktur. Bütün tevhide dayalı dinlerin kutsal saydıkları yerleri birbirine bağlıyor. Baştan sona kadar Hâkka olan bu yolculuk.Allah’tan bir lütuf ve büyük bir mucizedir. O gece bekleyiş gecesidir.O gece normal bir gece değildi. Bunlar tümü ile sadece yüce Allah’ın bilgisine açık gayb konularıdır. Cenabı Hâkkın ilâhi davetçisi olan peygamberimizi s.a.v. yer ve semalar ehli beklemekte, o gece tamamen teyakkuzda, o gece mucizelerle geçti. Ezel esrar perdesi kaldırıldı. Miracı sebepler üstüdür. Dolayısıyla Onun hızı, hayalin, ışığın ve ruhun süratiyle kıyas edilemeyecek ölçüdedir. Mübarek göğsünün açılması, yıkanmasının hikmeti:
Bu ilâhi yolculuğa hazır hale getirilmesidir. Bu temizleme ve ameliyat, gelecek yüz binlerce kuvvette ki, ilâhi nûru hafifleterek, peygamberin kalbine indirmek ve fizik ötesine dayanabilmek için göğsü açıldı, zemzemle yıkandı…… Peygamberimizin Ruh ve bedeni, çok faal hale getirildi. Daha sonra Cebrail a.s. sohbetinde Kutsiyet aleminin ilhamlarına mahzar oldu.
Peygamber Efendimiz nurdan mahluk meleklerden ibaret semalardan, huzuru ilâhiye ye çıkarken Beytü’l-Mamur’u gördü Daha sora Sidretül- Münteha’ya Cibril’le a.s. geldiler Orası ilahi nurlarla aydınlatılmıştı, renk renk nurlar her tarafı kaplamış. Orası nur içinde ışıldıyordu, orada Cebrail’i hakiki suretinde biz kez daha gördü.
Allah Resulü buyurdu ki: 'O, Cebrail'dir. Onu gerçek yaratılışı üzere bu iki kereden başka görmedim. Gökten inerken gördüm. Hilkatinin büyüklüğü, sema ile arz arasını örtmüştü' S. Müslim.
Sahih olan bir diğer rivayette:
Resulullah’ın Miraç dönüşünde “ Cebrail’i gördüm, altı yüz kanadı ile bütün ufku kaplamıştı ” S. Buhari
Meleklerin kanatlarının gerçek yüzünü ve nasıl olduğunu ise Allah bilir. Melek Cebrail, hiçbir peygambere asıl suretiyle tecelli edip görünmemiştir.Gerektiğinde insan suretine girip öylece zahiri mülakatta bulunmuştur. Sadece Resulü Zişan efendimize hakiki suretinde görünmüştür.
Allah’ın yaratmasından hikmetler, kanunlar çıkar, İzzetinin sınırına yanaşılmaz, yani İzzet ve rahmetiyle peygamber, kitap gönderir. Hikmetiyle din ve ilim öğretir.
Tirmizî'nin Hz. Aişe'den rivayetine göre de Resulullah Cebrail'i kendi şekliyle ancak iki kez görmüştür. Bir kere Sidre-i Münteha'nın yanında, bir kez de Mekke’de görmüştü.
Cabir b. Abdullah Ensari r.a. şöyle nakletmiştir:
Allah Resulü s.a.v. vahyin kesildiği dönemi anlatırken söz arasında şöyle buyurdu: 'Ben yürürken birdenbire gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırdım, bir de baktım ki Hira'da bana gelen melek gök ile yer arasında bir kürsi üzerine oturmuş. Pek çok korktum, hemen (evime) döndüm ve: Beni örtün, beni örtün! dedim. Beni örttüler.' S. Müslim.
Miraç konusuyla ilgili Kuran'da haber verilen bilgilerden biri de, Peygamber Efendimiz s.a.v. 'in Sidretü'l-Münteha'ya yükselmesidir. Necm Suresi'nde bu mucize şu şekilde bildirilmektedir: ‘Andolsun, onu bir de diğer inişte görmüştü. Sidretü'l-Münteha'nın yanında. Cennetü'l-Me'va onun yanındadır. Sidreyi örten örtmekte iken, göz kayıp-şaşmadı ve (sınırı) aşmadı. Andolsun, O, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü. Necm Suresi, 13-18
Sidretül-Müntehâ', 'Allahu Teâlâ'nın zât âlemi demektir ki, buraya ne meleklerin büyükleri, ne de Peygamberlerin büyükleri dâhil olabilir. Nitekim hadis-i şerifte de Hz. Peygambere refakat eden Cebrâil a.s. da Peygamberimizi buraya kadar götürmüş, buradan ileriye geçmeye izinli olmadığını ifade ederek, bundan sonra Cenâb-ı Hakk'ın daveti sebebiyle Hz. Peygamberin yalnızca gideceğini bildirmiştir. İşte bu yüzden bu terkib 'son sınır, son hudut veya sınırın sonu' diye anlaşılmıştır. Resulullah’ın s.a.v. anlattığına göre:
‘..Beytü'l-Mamur'u gördüm. Ona günde yetmiş bin melek girer ve bir daha ona dönmezler. Sonra Cebrail beni Sidretü'l-Münteha'ya götürdü. Bir de gördüm ki Sidr ağacının yaprakları fillerin kulakları gibidir. Onun yemişleri ise (Yemen'in Hecer kasabası) testilerine benzer. Allah'ın emrinden, her şeyi bürümekte olan şey Sidreyi tamamıyla bürüyünce bana başka bir hâl oldu. Anladım ki Allah'ın yarattıklarından, onun güzelliğinin bir kısmını bile tavsif ve tarif etmeye gücü yetebilecek hiç bir kimse yoktur. Artık Allah bana vahyettiğini vahyetti. Enes r.a. rivayet etmiş. S.Müslim.
Sidretül Münteha, semaları ve Cennetleri kucaklayan ulu bir varlık ağacıdır.Sidre Arşı Alânın altındadır. Sidretül müntehâ'nın göz ve gönül alıcı bir görünüm arz ettiği ve ilâhî tecellilerin aralıksız o sınıra yöneldiği anlaşılıyor.Sidre’den ilerisine ne bir melek nede bir peygamber yaklaşamaz. İlerisi gayb alemidir.
Allah dan başka hiçbir kimsenin ilmi oraya dahil olmaz. Akılların durduğu son had olan Sidretül Münteha’dan ilerisi sadece Peygamberimize 'Kabe Kavseyn' kadar yaklaşmasına müsaade edilmiştir. Mi'rac gecesinde bu mevkiye vardıklarında Cibril geride kalmış; Resulullah s.a.v. geri kalmasının sebebini sormuş, Cibril şöyle cevap vermiştir: 'Bu makam dostun dostta kalacağı bir makamdır. Eğer kıl kadar ileri gidersem yanar kül olurum. Bundan sonrasını geçmek sadece sana bahşedilmiştir. Bu ilâhi yolculuğun azameti,esrarı beşer idrakinin üstünde bir olay oluşudur.O gece yer ve gökler birleşmekte, gayb aleminin seyrü ve müşahedesi söz konusudur. Fahri kainat efendimizin s.a.v. zihni ile ruhu karşısında zaman ve mekan perdeleriyle diğer perdeler yırtılmış. Resulullah’ın mübarek gözü önünde, zaman ve mekan mefhumları kalkmış. Cenab-ı Hakkın kelamına ve sohbetine muhatap olmuş, Cemal’ini görmekle şereflenmiştir. Ne büyük mazhariyettir bu? Dünyada iken baş gözüyle kâinatın Yaratıcımsını görmek, peygamberler de dahil hiç kimseye nasip olmamıştır. Onun içindir ki O göklerin, fizik ve metafiziğin yolcusuna, O Hakk’ın misafirine kemalat ve fazilette kimse ulaşamamıştır, onun için O eşsizdir
Mirac’ın Hikmetleri:
İsra ve Miracın hakikati nedir? Peygamberimizin s.a.v. Miraca giderken Kudüs’e uğramadan direk Mekke’den semalara niçin yükselmedi de, Kudüs’ü şeriften uruç ettiler. Bu cihetten Miraca çıkışının keyfiyeti nedir? Bir hadisi şerifte: ‘Kâbe-i Muazzama Beytül Mamur’un hizasındadır’ buyrulmuştur.

1-Resûlü Ekrem’in s.a.v. Kudüs’ten miraca gidişinin hikmeti ise: Hz. Muhammed’din Risaletinin evrensel oluşudur.
Mübarek şehirde (Kudüs) o gece cem olup gelen peygamberler Mescid’i Aksada Hatemül enbiyayı imam seçip arkasında saf tuttular namaz kıldılar. İçlerinden hiç biri ben öne geçip imam olayım demedi îma bile etmedi. Bütün peygamberler O Resûlü sıkaleyne cemaat oldular. Arkasında namaz kılmakla Risaletini tastik ettiler. Burada ki mana ve hikmet şudur:
Ey insanlar ey kavimler ahir zaman peygamberine uyun, O’nun Risaletini kabullenin. Size getirdiği Kur’ana şeksiz inanın. O sadece Arap yarım adası için gelmedi. Sizlere gönderilen peygamberler bile O Resûlü Erkeme o feyizli gecede tabi oldular. Sizlerinde Hz. Muhammed’e iman edip peygamberliğini kabullenmeniz aklın ve hikmetin gereğidir. Onun peygamberliği ins ve cin alemine şamildir. Bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
‘’Her peygamber yalnız kendi kavmine geldi, ben ise bütün insanlara gönderildim.’’ Buhari, Müslim, Tirmizi,
Peygamberlerin, Resûlü Ekrem’in arkasında namaz kılmaları çok anlamlıdır. Hikmetini, sebebini ve sırrını
kavrayamadığımız güzellikler ve doğruluklar vardır. Allah burada ne murat etti diye biraz düşünmek gerek, insana yakışanda budur.

2- Miraç’la Allah’u Teâlanın kuvvet ve kudretinin büyüklüğüne işaret buyrulmuştur:
Allah için İmkansızlık düşünülemez bu olaya karşı tavır konulamaz. Evet yerlerde ve göklerde ne varsa hepsi Allah’a boyun eğmişlerdir isteseler de istemeseler de. Peygamber efendimiz s.a.v. mirac gecesi meleklerin ulaşamadığı yüce makamlara çıkarıldı. O’na ne vahyetti ise vahyetmiş. Bu durum ve değişim, O’nun güç ve kuvvetinin delili açık beyanıdır.Yerler gökler ve her ikisinin arasında veya ötesinde hiçbir şey Allah’ın kuvvet ve kudretine engel olamamıştır. Mülk O’nundur. Mahlukatı O ihata eder. Nerde olurlarsa olsunlar insanlardan ve cinlerden hiç biri bu yolculuğa mani olamadılar.O’nun elçisi yine Resûl olarak, yine beşer olarak kalmıştır. Allah’ı hiçbir şey aciz bırakamaz. hiçbir şey emrine muhalif edemez, kafa kaldıramaz, diklik yapamaz. Allah yürü derse yürür, Allah dur derse duruverir.
Al-i İmran sûresi, ayet: 96; Bakara sûresi, ayet:127... O tektir. Ortağı yoktur. Mülk onundur. Hamd ona mahsustur. O her şeye gücü yetendir....

3- Bu cihetten gökler üstü yolculuğa çıkışın keyfiyet ise: Muayyen Bir Hudut Yoktur …
Yüce Mevlâ’dan gelen davet üzerine Peygamber efendimiz s.a.v. Cibril a.s. sohbetinde Burak adı verilen binekle Kudüs’ deki Mescidi Aksa’ya getirildi.Bu cihetten gökler üstü yolculuğa çıkışın keyfiyet ise:
Kudüs o yıllarda Roma devletinin sınırları içinde kalıyordu Allah’u Teâla isra ve miraç hadisesiyle o yerlerin fethedileceğine işaret buyurmuş. Yer yüzünde muayyen denen bir hudut yoktur. Yerler Gökler Allah’ın mirasıdır. Arz Bütün yönleriyle Allah’ın mülküdür, Allah’a layıkıyla kulluk edenler Allah’ın mülküne onlardan daha layıktır.Top yekün arz İslam’ındır.
Tenzili Hakim’de Allah Şöyle buyuruyor: ‘’Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O'nundur. O çok yücedir, çok büyüktür. ‘’ 42:4
Miraç Hadisesinin Mekke’de ki Akisleri:
Sahih rivayetlere göre, Resûlüllah s.a.v. buyurdular ki:
«Bey tül-Makdis'e gecenin az bir bölümünde yolculuk yaptığımı duyan Kureyş kabilesi beni yalanladılar. Bunun üzerine Hicir'de ayağa kalktım. Allah, Beytül-Makdis'i getirip önüme koydu. Ona bakarak oradaki alâmetleri bir bîr onlara haber verdim.»
Deve ile en az 2 ay sürmesi gereken bu yolculuğu, Resulullah’ın gecenin kısa bir vaktinde tamamlayıp dönmesine müşrikler inanmadılar. Diğer bir rivayette ise:
Ebu Hureyre'nin r.a anlattığına göre:
Allah Resulü s.a.v. şöyle buyurdu: 'Yemin ederim ki bir ara kendimi Hicr'de buldum. Kureyş bana seyahatimden soruyordu. Bilhassa Beytü'l-Makdis'e dair öyle şeyler sormuştu ki, ben İsra gecesi onlarla ilgilenip tespit etmemiştim. Bu cihetle o kadar müşkül bir vaziyete düştüm ki hiç bir zaman öyle sıkılmamıştım. Bunun üzerine Allah benimle Beytü'l-Makdis arasındaki mesafeyi kaldırdı. Ben orayı görüyor ve ne sorarlarsa muhakkak ona bakarak cevap veriyordum...' S.Müslim
Olayın cereyan ettiğine dair haber halk arasında duyulunca, Mekkelilerden bazı önemli kişiler soluğu Ebû Bekir Sıddîk'ın r.a. yanında aldılar ve: «Ya Ebâ Bekir! Arkadaşın Muhammed hakkında ne dersin? O bir gece içinde Beytül-Makdis'e gidip geldiğini iddia ediyormuş! » Ebû Bekir r.a. onlara: «Bunu Hz. Muhammed mi s.a.v. söyledi? » diye sordu. Onlar da: «Evet, o dedi» diye cevap verdiklerinde; Ebû Bekir r.a: «Eğer O söylemişse, mutlaka doğrudur ve ben de şahadet ederim..» diyerek Peygamber'e olan inancının şüphe götürmez olduğunu ortaya koydu. «Nasıl olur? » diyerek şaşkınlık gösterenlere: «O, bundan fazlasını da söylese yine de Onu gök haberlerinden dolayı tasdîk ederim! » diye cevap verdi. ‘’Sıddık’’unvanını bu olaydan aldı.
Resulullah s.a.v. Ebû Bekir Sıddık r.a. faziletini şöyle anlatıyor: ‘’İslâm’ı kime anlattım ise, önce düşündü, sonra terettüt etti, ancak Ebû Bekir böyle değildir, eğer halis dost edinmek isteseydim, Ebû Bekir’i dost edinirdim.’’ Buyurdu.
İki cihan güneşi Peygamber Efendimizin, morallerini yıkmak için müşrikler, çarpık sorular sormaya devam ediyorlardı:
‘Biz sana Şam’dan gelmekte olan develerimizi soracağız, bize onlardan haber ver’ dediler. Peygamberimiz şöyle cevap verdi: ‘Evet falan kimselerin kervanına rastladım.Revha isimli mevkide idi. Bir deve yitirmişler, onu arıyorlardı.Yükleri arasında bir su kabı vardı. Susadım o kabı alıp su içtim ve kabı yerine koydum. Geldiklerinde sorun bakalım, suyu bulabilmişler mi? ’ O anda kervan, Peygamberimize gösterildi. O da kervanın kemiyet ve keyfiyetine dair haber verdi. Ve şöyle buyurdu:
‘İçlerinden Cemel-i Evrak (yani karamtırak beyaz bir deve) önde olarak, falan gün güneşin doğmasıyla beraber gelecekler.’ Peygamberimizin haber vermiş olduğu o gün, müşrikler sabahın erken saatlerinde Seniyye tepesine doğru çıktılar. Güneş ne zaman doğacak da Muhammed’i s.a.v. yalancı çıkaracağız diye bekliyorlardı. Derken, içlerinden birisi, güneş doğdu diye haykırdı.Tam o sırada bir diğeri de, işte kervan geliyor, önlerinde Cemel-i Evrak, tıpkı söylediği gibi diye bağırdı. Bu ayrı bir mucize daha olmuştu. Hal böyle iken, müşrikler yine iman etmediler. Bu apaçık bir sihirdir dediler.
Bu hadiseyi müşrikler ve yoldaşları inkar ettiler. Bir aylık mesafeye ve ötelerin ötesine ruh ve bedeniyle nasıl gidebilir? Dediler, inanmadılar. Maddiyat sahasına saplanıp kaldılar. Krizlere tutulup deli divane oldular, Kimileri ellerini çırpıyordu. İmanı zayıf olanlar dinden dönüyordu. İşte orada onlar Yüce Resûlün mübarek yüzüne bakarak O’nu alaya alıyorlardı…
Ebû Cehl, «Muhammed, taşları bile yakacak bir ateşle bizi korkutuyor ve sonra da o ateşin içinde zakkum ağacı yeşerdiğini söylüyor. Oysa zakkum sadece hurma ve üstündeki kaymaktır» dedi ve sonra cariyesine seslenerek: «Ey Cariyem! Bana biraz zakkum getir de yiyeyim» diyerek Kur'ân ile alay etti. Bunun üzerine cariyesi ona bir miktar hurma ve hurma kaymağı getirdi. Ebû Cehl, arkadaşlarına «haydi zakkumlanın. Çünkü Muhammed sizi bununla korkutuyor» dedi. O sebeple İsra suresinin 60. âyeti indirildi:
‘Hani biz sana, Rabbin gerçekten bütün insanları (ilmiyle, kudretiyle, saltanatıyla, tedbir ve tasarrufuyla) kuşatmıştır, demiştik. Sana gösterdiğimiz görüntüyü ve Kurân’da lanetlenmiş ağacı sadece insanlara bir fitne (imtihan) kıldık ve onları (böylece) korkuturuz; bu da onlarda büyük bir taşkınlık ve azgınlıktan başka bir şey artırmaz.’
Mirac gecesi Peygamber efendimize temsîlî ve gayr-i temsilî birçok hakikatler gösterilmiş ve bu büyük olay insanlar için ciddi bir imtihan, ayıklanma ve süzülme olmuştu. Nitekim Resûlüllah s.a.v. Miracı ve gördüğü esrar ve hikmetlerin bir kısmını haber verince, doğru yoldan sapmış inkarcıların inkârını; inanmışların ise, imân ve irfanını artırmıştı. Yukarıdaki âyetin son kısmında buna işaret edilerek, «Sana gösterdiğimiz görüntüyü ve lanetlenmiş ağacı sadece insanlara bir fitne (imtihan) kıldık..» buyrulmaktadır.
Ebu Cehil: “Olmaz öyle şey” derken, Hz. Ebu Bekir r.a.: “O söylemişse doğrudur” demiş.
Ravi, rivayet ediyor, Resulullah s.a.v. Ebu Zer’le konuşurlarken: ‘’ Ya Ebû Zer yedi kat gök ile yedi kat yer Kûrsî’nin yanında ne kadardır?
- Ebû Zer, Allah ve Resûlü bilir dedi.
- Resûl-i Ekrem s.a.v. “Nefsimi kudret elinde tutan Zat'a kasem ederim ki, yedi sema ve yedi arz, Kürsî'nin yanında, çöle atılmış bir demir halkadan baka bir şey değildir. Arş'ın Kürsî'ye olan üstünlüğü de, tıpkı bu çölün o halkaya üstünlüğü gibidir.” buyurmuştur.” Buhari.
Su adına evinde ki testiden başka bir şey görmemiş kişiye denizi nasıl anlatırsınız? Yer ile gök arasını bir adamın boyu kadar gören zihniyete, bu hadisi şerifi nasıl beyan edebilirsiniz? miraç’ı anlatabilirmisiniz? Akıllara durgunluk veren ilmi aciz bırakan semaları ve fizik ötesini tanımadıkça, gecenin bir kesitinde vuku bulan İsra ve Miraç olayının esrarı, daima eksik kalacaktır.
Allah sözün doğrusunu söyler sen anlamaya çalışırsın sana yakışanda budur. Bak baka bildiğin kadar semalar ötesine o zaman anlarsın zerre ile küre arasındaki farkı. Ama gözler yorgun ve bitkin sahibine döner.Fahri kainat efendimizin s.a.v. ilahi davete icabetinin sır ve hikmetlerini, atlas döşeklerde tatlı rüyalara dalanlar anlamazlar. Mutezile fırkası, Rasulullah efendimizin bir anda, Cenneti, Cehennemi ve daha bir çok yerleri gezip gelmesine akıl erdirememiş Miraçı kabul etmek Allah’a mekan ittihaz etmek olur diyerek Miracı inkar etmiştir.
Varlığı yalnız bu evrene mıhlayıp çakmak ne bedbaht görüştür. Peygamberimizin dünya üzerinde ki yolculuğundan semalara doğru yolculuğunu, dar tabiat ve zerre içinde sıkıştırmak bilgisizlikten başka nedir. Bir anda Mekke’den Kudüs’e götüren Allah’u Teâla, neden daha uzaklara götüremesin? Allah ın kudretinden ancak kâfirler şüphe eder.
Bu mucizeyle iman edenlerin şevkleri, heyecanları ve Peygamberimiz 'e olan bağlılıkları bir kat daha güçlenmiş,
Ancak düşünmekten beyni çatlayan bu olaya şeksiz şüphesiz iman edenler ve gözleri aşina olanlar inanır ve anlar. Çünkü İsra ve Miracın esrarı ihtişamı, fezanın derinlikleri ve fizik ötesi öyle üç beş yarım yamalak tefekkürle, şekli bakmakla kavranacak cinsten değildir.
Ne güzel söylemiş şair:
Nefis zebûn, insan nankör, gırtlağına kadar.
Vahyin ilk muhatapları,hakkı inkara kalktılar.

Gönül kirliliğini akıtanlar, boğuldu ha boğulacak.
İnan göklerin kalemi yazdı, asla kaybolmayacak.

Aklın yaya kaldığı, fizik ötesini kim anlar?
Düşün göklerde haber, yer yüzünde ibretler var.

Bu dünyada iken Cennetle müjdelenmiş, ilmin kapısı olan Ali r.a. şu sözüne kulak verelim: ‘’Bilmediklerimi ayağımın altına koysam başım semaya değer’’. Diyor. Biz de kısa aklımızla bu sözü iyice bir düşünelim.
Müminlerin engin gönüllerinde yad edilen İsra ve Mirac, Mekke müşriklerinin zorla veya başka bir sebeple Müslüman olmaları için gerçekleşmedi. Bu olaydan önce müşrikler gözleriyle ayın ikiye yarılmasını yakinen gördüler inanmadılar ve yan çizdiler. Kamer Suresi'nde şöyle bildirilir:
‘Kıyamet vakti yakınlaştı ve Ay yarıldı.Onlar bir ayet (mucize) görseler, sırt çevirirler ve: '(Bu,) Süregelen bir büyüdür' derler. Daha nice mucizeler gördüler, ‘’Senin ölünceye kadar yakanı bırakmayacağız’’ diyen, Allah ve Resulünün ve müminlerin düşmanı, Ebû Cehil tayfası bunu da inkar ettiler. Biz, bu gün Ebu Bekir r.a. yolunda yürümeye çalışıyoruz. İnkar edenler de kimin yanında olduklarına dikkat etsinler.
Bu olayda ki ilâhi mesaj şudur:
Semalar üstü ilâhi davet için yapılan yolculuk, Hz. Muhammed’in s.a.v. Allah nezdinde ki, şan ve şerefinin makam ve mevkisinin yüceliği, yerde ve göklerde ihsan ve ikramlarla karşılanması, kadri kıymetinin büyüklüğü, insanlığa ve tüm mahlukata, bir kez daha gösterilmesidir. Hele hele de, Mekke de ki müşriklere, taştan da katı Sâkif halkına vurgu yapılmıştır. On üç sene Mekke ehline ve civardaki kabilere varıncaya kadar tebliğini sunan, nur getiren Elçiye, böyle mi davranmak lazımdı? Mekke den Taife dolambaçlı yollar, Kırılsaydı ‘Resûle’ taş atan eller, kollar. Nur getiren Elçiyi insan böyle mi karşılar. Cânı gönülden, özlediğim canım Peygamberimsin.
Hiç bir inkarcı, duygusunda kesin değildir. Hak ve hakikatten uzaklığı uranında içinde şiddetli bir şüphe vardır. Allah, bu duygudan yakalayıp soruyor:
‘Eğer Kur’an ve Allah gerçeği hakikat olmasa, bu şüphe, sizin içinizde dolaşır durur mu idi? O takdirde haktan iyice uzaklaşmış sizlerden daha sapık kim olabilir? ‘
Fussilet sur: ayet,52
İnanıyoruz ki Allah’a misafir olmanın ikramı sonsuzdur. Aklın ve hayallerin ötesinde bir lütuf deryasıdır. Evet Kur’an, sırrını ancak dört başı mamur ihlas sahiplerine verir. En ufak baştan savma tavır bu hikmeti bozar. Mümine esenlik sağlayan bu yücelme, çetin gurur ve kin duvarını yıkar.
İki cihan güneşi, kurtarıcımız yol göstericimiz Hatemül Enbiya’ya Salât ve selâm olsun, âline ashabına etbaına.. İsra ve Miraç, yüce Yaratanımızın bize ne kadar yakın olduğunu kavrama fırsatları olsun. Bu duygu ve düşüncelerle, yeniden Miracı yaşayalım. Kainatın en güzel gülünün kokusunun üzerinizde olması temennisiyle, bu mübarek gecenin hayırlara vesile olmasını dilerim.

Kaynaklar: ………………………
Kuran-ı Kerim, Kütübü Sitte: Sahıheyn (Buhari ve Müslim) . S.Nesâi, S. İbni Mâce,Ahmsd İbni Hanbel…, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb Fahruddin Er- Razî.., İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Celal Yıldırım, İslâm Akaidi,Ömer Nesefi, Siyer ibni Hişam, El Vefaul Vefa, Aliyyülkari- Şerhül Emali, Hamdi Yazır, Miraç Dosyası, Dr. V.Karabaş…

Mekke / Kâbe 1339H.

Ali Kılıç Kakiz

GooD aNd EvıL 04-23-2009 10:59 AM

İstanbul

Ufkunda yükseliyor ne hoştur bu sedalar.
Güzelliğini süsler nağme nağme sevdalar.

Gülümsedikçe durmaz akıyor nuru letafet,
Göz kamaştıran kubbelerin başka bir zarafet.

İhtişamla, bir uçtan bir uça tarih kokar durur.
Bağrın da Süleymaniye, muhteşem bir gurur.

Kıtalara sığmamış, deryalara taşmış meğer.
Köşkleri yalıları, paha biçilmez bir değer.

Yüreğimde sevdan var Eyüp Sultan ağlamasın.
Maneviyat önderlerinin şühedanın diyarısın,

Boğaz’da dalga dalga zamanın nabzı vurur,
Her köşesini dönsem,önümde mağrur durur.

Sana aşık olan gönüller yanıp tutuşur tüter.
Seni gözü gibi koruyanların bize sevgisi yeter.

Güzelliğin eşsiz, ey yaren şehir, gül gülümse dur.
Beni yakıp tutuşturan, sana götüren bu mudur.

Şairler sözün doğrusunu söyler kitapları açık,
İstanbul’un kıymetini bil, saygı ile eğil birazcık..

Saklayamam gerçeği gönüller yeşerten dalsın.
Göz yaşım kurumuyor sen ecdadımın mirasısın.

Haykır İstanbul haykır, tekbirler alsın her yanı.
Unutma milletimin mihrakı, Sultan Mehmet hanı.

Çağlar boyu, hoşgörü üstün ahlakı taşıdılar.
Şu mübarek ay yıldızlı bayrağı sana bıraktılar.

Şerefli bir tarihsin seninle yaşar, seni anarım.
Kudretsin ve ümitsin ruhlar da, seninle varım.

18. 3.2006 Bruxelles

Ali Kılıç Kakiz

GooD aNd EvıL 04-23-2009 10:59 AM

İstanbul Cihanın İncisi

Doyasıya seyredilir,Çamlıca,Üsküdar yamaçları.
Ah görebilseydim,tarihe şan veren aslanları.
Eyûp sultan’da yatar,Resûlün dava arkadaşları.
Cihanın incisi,gönlümde, ruhumda,özlediğimsin.

Görsen şaşar kalırsın, muhteşem emsalsiz diyarı.
Süleymaniye, Sultan Ahmet,güzellikleri apayrı.
Göz kamaştıran, nur saçan,Dolmabahçe sarayı.
Cihanın incisi,gönlümde,ruhumda,özlediğimsin.

Hürriyet öyle çayırlıktırki,kurt da kuzu da doyar.
Üç asır önce neydik? ne olduk? düşünmeğe değer.
Onu parlak zafere götüren,sancağın çekildiği yer
Cihanın incisi,gönlümde,ruhumda,özlediğimsin.

Yakışmaz sana, bakarsan şüphe ve zanla.
Halbuki her işin bir durma yeri var, anla.
Her karış toprağı,yoğrulmuş akan kanla.
Cihanın incisi,gönlümde, ruhumda,özlediğimsin

İstanbul,insanın sorumluluğuna eş değer.
İnsanlığın acılarına, merhemmiş meğer.
Köşkleri, yalıları,paha bicilmez bir değer.
Cihanın incisi,gönlümde, ruhumda,özlediğimsin.

Kılıcının keskin ucuyla,çağ açan,çağ kapatan.
Maneviyat önderlerini temiz bağrında tutan.
Rütbelerin üstünde,bir makama lâyık kefensiz yatan.
Cihanın incisi,gönlümde,ruhumda,özlediğimsin.

Minarelerden okunan ezan seslerine,
Senden vah ayrılığıyla nida, veda edenlere.
Kendi nur ve karanlığıyla ruhunu teslim edenlere.
Cihanın incisi,gönlümde,ruhumda,özlediğimsin.

Düşündükçe,ısırırım dudaklarımı kafam karışır.
Bilmem beni hangi gök gölgelendirir,hangi yer taşır.
Kör menfaat,akılsız insan sevgisi kime yaraşır.
Cihanın incisi,gönlümde,ruhumda,özlediğimsin

Bu vatan evlatları bunu böyle bilsin.
Fetihle müjdelenmişsin,met’ü sena edilmişsin.
Kalbimin baharı şeref ve itibarımsın.
Cihanın incisi,gönlümde,ruhumda,özlediğimsin.

İstanbul / SultanAhmet 2003

Ali Kılıç Kakiz


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:41 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.