![]() |
Aşk Bir Esaretse Sende Kalsın!
eğreti mutluluklar anlatma bana öz'den gelmeli sevgi yürek tutuşunca içime öcüler salma, kör bıçaklarla kanırtma yüreğimi seversem kendim sevmeliyim gidersem bil özgürlükledir derdim! aşk bir esaretmiş öyle mi o halde istemem sende kalsın! kurban olmak marifet değil, kurban etmekse safi zulüm özgürlüğe bırakmalısın beni aşkta mecburiyet yok! sevdin mi hesapsız seveceksin sakın ola kuşatma benliğimi dikenli çitler çekme dünyama, karartma güneşimi ayrı düşmek varsa bile sevdadan yana asla vurulmamalı prangalara gönüllü neferlik gibi bir şey bu hesabı unutmak külliyen yaralanırsam bırak kendi halime özgürce kanat açmalıyım enginlere özümden gelmeli sevmek kendi bildiğimce, kendi gönlümce söyleyecek sözüm var sevdaya dair! (5 Mart 2003) Naime Erlaçin |
Aşk Doğar
ten bilir eşini kokusundan aşk bilir doğumunu yazgısından ölümü bildiği kadar gün doğar gün biter aşk doğar yaz yürür kış iner aşk yine doğar aşkın iki yüzü aydınlık kalbe yürüyen sihirli ışık ta ki sonunu görünceye kadar (19 Eylül 2003) Naime Erlaçin |
Aşk Eniği
eylemiyle gezer prangalı yolculuklar ağır kanamalı kefilliğinde gözyaşının ruh kan ağlar yaşmağı inince göğün kalp varoşlarına haylaz bir yıldız kayar sonsuzdan ete gömülür ilk canhıraş bir feryat yükselir karantinadan kendini yazar aşk bir daha gülün cinnetinde sil baştan ipotek bilmez haciz tanımaz yok sayar borcu celallenir hakimiyetinde temel güdünün kabarır tüyleri it misali şahlanır tırmalar celladı kesilir hüzün sarısı eylülün : adı aşk eniği (25 Eylül 2004) Naime Erlaçin |
Aşk Evi
rüzgar kırağı bırakıyordu tan ağarmalarında rüyalarımda periler salınıyordu yaprağa nakşolan bir çiy tanesiydim aktım içimden suya dönüştüm kavgaya mücrim ezgilerin tanrısal nağmesiydi ruhumda inleyen dualar yazdım sevdaya aşk evine kurup yuvamı silah kuşanmaksızın yazgıya acıyı eskiten bendim! gururuyum kendimin sevmekten yana beklerken güzelleştirmişim inci tanesince saklayıp derinde aşkı istridye misali büyüten benmişim yine ben ey! (24 Kasım 2003) Naime Erlaçin |
Aşk Hikayeleri
gecenin esmer saatlerinde kavruluyor beynim geçmiş yolculukları anımsayarak yara sıcak tutku cehennem ne mümkün çıplak elle dokunmak! kulağımda öyküler var bıçak ayrılıklarda biten ve bir şarkı hiç durmaksızın “yara sağalır” diyen zindana kapatıyorum yalnızlığı kor ateşlerle bir giden var bir de kalan birkaç hikaye aslında hepsi yürek paralayan yüreğimde bir çift kadife eldiven dayan yüreğim dayan! -ne işim var şimdi bu öykülerde? açık yara kadife eldiven ve bir hikayeci o da ben! yara sıcak aşk cehennem ne mümkün çıplak elle dokunmak en doğrusu belki de uzak durmak! (22 Eylül 2003) Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 1 / Aşk Bayrağı…
bana doğru asıl küreklere kıyılarıma çek kendini ne işe yarar “kadınım” dediğin kadın sığınılacak liman olamadıktan sonra! bir an acıdan çalınmış andır böyle düşün hiç değilse şu an tek başına koy yalnızlığı üzgünsün yaralısın biliyorum! yarıya inmiş bayrakların kanımda titreşir kılcallarımı dinamitler mahzun bakışların katmerlisinden bir aşkla kül rengi esvabına bürünmüş de olsa sevda bayrağımı sunuyorum sana apak! bir meşale ol tutuşarak göğsümde ateşten bir top gibi kıyılarımda dalgalanmaya bırak çek göndere korkma asıl da gel küreklere! ... (18 Ocak 2005) Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 10 / En Çok!
en çok seni sevdiğimi yaz bir kenara yazma istersen bak! acımasız bir yel üfürüyor hayat ağlıyor yine çocuklar kırıldığımda en çok en çok üzüldüğümde başımı sen okşa istersen öyle imiş böyle imiş ne rüzgara yazılmış adın en çok sen değiyorsun camıma fırtına öncesi ve yağmur sonrasında al yine sevdamı yanında bulunsun yaşamakla çünkü hesabım kırbaçlanmak horlanmak paylanmak zincirleri hatırlatıyor hep okşanmayı unutan çocukların ellerindeki taşları en çok! (16 Nisan 2005) Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 11 / Öyle Güzeldi!
yandı keşişhaneler tutuştu tapınağım ince bir çileden geçtim ki ah! öyle güzel gözlerin sorgu hakimi kış bahçesi nefesin ellerin samyeli düşler göverirdi okyanusumda anlatırdı saraylarım şakırdı Şehrazad gonca bir güldü gün dinlerdin sen sonrası yangın öyle güzeldi aşk öyle güzel! (8 Haziran 2005) Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 12 / Gönül Şarkısı
bir masalda yokuş yukarı gittim ömür ne ki! asırlar sürdü karşıla şimdi beni bir gönül şarkısıyla kargımdan düşen duadır şiirin dölü tenimde açar kandilli güller gözleri sürmeli şarkılarda tut beni sesinde erisin nefesim bir vurgun insin ki can evime ihtilalim olsun küllerde köleliğim gönensin çöller gelenim sen ey! gidenim sen içli bir şarkıya kazınsın saltanatımız kutsal ateş ve aşk adına karşıla beni tenimizin sıcak yeli benden 'sen'den olsun toprağımız (8 Haziran 2005) Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 13 / Şimşeklendir Beni!
şimşeğim ol! taçlansın düşlerim ölümsüz bir hayale dönüşsün yapraklar çeperlerinden fışkıran suyla doyarak dilimin ateşiyle sektirilsin aşk geç saatlerin yükselen hükümranlığında göğün sultasında daha güzeldir ışıklar pusulasız uçar üstelik şimşek yaratılış ve erk’in temsilcisi en çıplak haliyle doğasında sen’lendir beni varlığını katarak göksel eylemime aşkın aranağmesinde gezinsin bedenim gecenin gözüyle dokun taç yapraklarına gülün dikeninde kanamasın ağıtlar şimşeklendir beni! alınsın celladım bir masal panayırında (24 Haziran 2005) Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 14 / Afet
aşk şiddetinde afet görülmedi daha __artçısı boyundan büyük… kudretin sırrına varamamış bir keski yontuyor avuçlarda saklı mermeri bu yüzden karanfil büyütüyorum dudaklarımda iz aranıyor ___göçük altında birinde baskın oluyor duygu biliyor tüm yolların 'hiç'ten geçtiğini zamansız vuruşur gibi sap ve samanla cinaslı bir cennet bırakıyor uykularımıza nar silsilesi çıkıyor aksanımızdan... akkorda karılmış harcıyla dil afetin sığınma evi ____kapıda Kerberos! (21 Nisan 2006) - www.blogcu.com/nimo Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 15 / A (Ş) k’ın “Ş” Hali
kim kandırabilir acıyı elma şekeri tutuşturup ellerine 'ş'den geçer iyi haller aşık’a dirimdir 'ş' ___bir bedesten çiçeği arastada ender bulunan meta paralanınca bayramlık giysileri geceyi ağırlamakta 'ş' ipine dizilir hayat gerdanlığında sarı liralar yitirince “beşibiryerde”yi mizanı bozuk şaibeli hesaplarda hayli batkındır kalbin düğün evi hayli tenha bulamaç olur hamur ___tutmaz! şeddeli hüzünler sarar alemi (25 Nisan 2006) - www.blogcu.com/nimo Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 16 / A (Ş) k’ın “Kayıp” Hali
bir harfi kaçtı gözünüzden elifba’dan çıktınız yola: ___“a”da mola ki çöldü durağınız “k”lar yağdı üstünüze en yalın halinizde üstelik talihsiz bir göçten kalan derin ize dönüştünüz : yaman hikaye! ak’tınız pak ___karalandınız rengini bulamadı “gökçe yazın” kayıp “ş”ler sorgulandı etinizde sırıtıyor şimdi hücrelerde yabanileşen iç mahzen taş yüreklerin kendini tırmalayan cesetleri işkence askısını andırır acı ayrıntı sinir uçlarında çirkin bir karabasandır aşktan hançere başıboş seğirten : önünüzdeki çukur…“ş”lerin toplu mezarlığı bir harf kaçtı… “ş”yi atladınız! (26 Nisan 2006) - www.blogcu.com/nimo Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 2 / Aşk Gümüş…
suya bak! bir balığın pullarına bıraktım kokumu sözü umursamaz onlar bir sen varsın bir ben bir de sualtı denize aktı yıllarımız en çetrefilli yerinde zamanın ıslak bekçiliği düştü hissemize aşktan yana olan yüzü yaşamın orta karar bir sessizlikte kulaçlar kadar büyüdük orta karar yüzdük böyle koyuver şimdi yüreğini suya karışmış tropikal bir akıntıdır sevdam sür git izini gümüş balığından sor unutma! sualtında bekler aşk (18 Ocak 2005) Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 3 / Aşk Buğusu…
rüzgarın sesinde sakla kendini dağ gelincikleri getir bana bir mayınsın ovalarımda gizemli kervanların çölü kumun ağıtı dudaklarımda sütümüz yanık! saraylar durmaz şavkır dolunay zamanı uykuya eşkıyadır ******* bilmem ki kaç bininci kez zindanlarından uğuldayarak geçer yanıltmasın ölüdeniz duruşum menzilim ne, bilinmez hiç fırlamışsa bir kez kalp sadağından üşümüş kalbine artık ateştir sütümüz kızıl! bozkırlarım olmasa nasıl tanırlar küllerini uçurum dibinden yadigar kanlı tırnaklarım ne der sonra eğer mi boynunu Zühre kağıdın tenhalığına? kıraç toprak sana saklar avuçlarımdaki alev buğusunu sana gelir senden dönerim yollarım sana çıkar ben seni ah! hep sen gibi… sütümüz ak! ... (18 Ocak 2004) **** Dilerim, aşk kadar güzel geçsin bayramınız Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 4 / Sevda Çiçekleri
yol versem hayata insana dair tüm duygulara aşka veremem hiç! : kanıma senden akan can suyuna toprağa salacağım vakti geldiğinde büyütür çöl sevda çiçeklerini sage’ler* yeşerecek orada gitmek gelmektir bazen hazin vedaında ayrılığın kelimeyi terk edecek lügatler kum sıcağına ruhun masmavi bir nehir bırakacağım çiçeklerime iyi bak! yağmura özendiğin bir gün delice yağ esirge ve sev : “tek başınayken” -ben dahil “sana aittir her şey ”** dokun onlara ki dokunsun çiçeklerim bir vasiyet gibi bugünden adımı dağladığım avuçlarına …… (*) Sage: “Naime” sözcüğünün karşılığı olan bir tür çöl çiçeği (Sage Flower) . (**) Leonardo Da Vinci (1 Şubat 2005) Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 5 / Krizantem
krizantem kadar soylu aşktan sayıldın hep onuruna yükseldi sesim mabedini arayan derviştim susadı hece imledim kuma terk edilmiş ayak izlerini son yolculuğumda gibi gezgince kaçışa benzerdi kendimden açığa kürek çekişlerim tozkoparan bir fırtına uğultusunda yeniden yeniden aynamızın cezbesiydi sebebi geri dönüşlerin mağrurdu krizantemden yansıyan ışık Mecnun’ca sevdalı yalnızca sevmek için yaratmıştın beni cisimsiz adsız suretsiz ve soylu yalnızca aşk adına Leyla’ca sevdim aşk bildim seni (1 Şubat 2005) Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 6 / Şehla
bir ayrıntı kaldı baş döndüren kargaşadan hangi kentler bizimdi / hangi sokaklar hangi şiiri severdik en çok unuttuk hayata bükülmenin acısında kürek mahkumu birer forsayız artık bilirdik oysa kırbacın lezzetini boşanırdı zemberek can havliyle ter dökerdi içimiz dağlanmış geceyi recm ederken barut kokusu kıyıların sınır nöbetindeydik biz asıl küreklere şimdi sevdiğim! ellerimiz nasır tutsun acıya güzeldir çünkü ağlarken aşk kadar aşka şehla bakmak bile (5 Şubat 2005) Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 7 / Düşler
hayatın çöplüğü de var kan kırmızı güllerine benzemez aşkın gözler, duygu haritası ki o bakışla yürürüz sevdiğim kısmet işi bu gidebildiğimiz yere kadar bakarsın zamanı unutur ay sönmüş birer post’a sarar yıldızlar bizi düşer güneşimiz o gün hüznün gölgesinde soğur ten veda ederiz güllere görkemli bir aşkın ihtiram duruşunda el ele düşler durdukça yine gideriz biz sıkı tutun onlara üşümesinler sakın ebruli bir anı kalsın acı ve hazdan : “seni seviyorum” diye haykıran seslerimiz! (5 Şubat 2005) Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 8 / Pervane...
hangi sıfattı göğsüne iliştirdiğim hangi renk yıkardı seni en çok bir ben bilirdim! ikrardı ses sessizlik kadar yalardı yüzümü nun ve im’den döllenmiş harfin yankısı yasemin saraylara fütursuzca girendin kaal’e alırdı gözlerin her bir an'ımı bir ben bilirdim! cinnetin koynunda hazdı hüznümle deli tutkun ve tenim ve bedenim onlar ki cennet - cehennem sana ben gönüllü kölendim can kim canan kim ey cana namlusu çiçek açan silahtı ellerin! derinleştikçe bakışlar bildikçe içim seni illa illa daha çok sevendim guslederdin cihana hükmeden sevdanın kutsal suyunda aşk ki hüzündü tahtı acıdan almıştı tacını olsun! ruhunu sana satmış bir pervaneydim değişmedi bu yasa kanmayasın sakın şikayetlerime bunca zamandan sonra hala en çok ben severim! (14 Şubat 2005) * (*) Deliye her gün Sevgililer Günü! ! ! .... Naime Erlaçin |
Aşk Sözcükleri 9 / Buz Nefes
aşk emzirirdi bizi sonra un-ufaktık hayata kaç kapıdan geçemedik saydın mı hiç tuz tutmadı tenimiz aynaya yazılırdı mektuplar ne zarf ne pul ne adres vardı ışık kadar doğup ışığa söndük aşkın büyüttüğü cesetlerdik biz dudağımızda çoğalan bir duayla buza yatırılan nefesler gibi dirildik ömürler kısa düşer sevdaya bazen çoğalır ki mazruf buz içinde çoğalır aşka dair (23 Şubat 2005) Naime Erlaçin |
Aşk Süreci
şimdi aşka değsem tufan sana değsem, yer yarılacak kendime dokunsam kasırga göğüsleriz ipi böyle neden masumiyettir ateş soru'nun kırbacında yanıtın anlamı ne! giyinerek biter gün kendine “sen” katmakla soyunur söz soluğumun sesini dinlersin sonra bilmeyiz hangi karasulara düşer şafak acıyı bildiğimizdendir kendimizle buluşmak : alev ki tene değen rüzgar yağmur ve kar “bir gökyüzü bitince öteki başlar…”* sonrası aşkı anlamak! (*) Arif Damar (3 Ocak 2005) Naime Erlaçin |
Aşk ve Şiir
bir tür beyin orgazmı değil mi her güzel şiir dizeden fışkıran lav sararken bedeni yıkarken ruhu öylece donup kalırız yok ki firarı şiirin aşk gibi yalnızca yanmaktır yazgımız! (2 Kasım 2004) Naime Erlaçin |
Aşk Yetmez Yiğidim!
aşk yetmez tek başına tutku yetmez! *******i uykusuz dönmeler yatakta böğründe o acayip ihtirasla özlemek ki ölesiye acılara gark olmak delicesine yetmez bir tanem! anlatacak bir masalın olmalı kökten gelen özünü özümsemelisin önce biraz dervişten...biraz ermişten söyleyecek lafın olmalı geleceğe gebe günden ateşlerde yanıp haykırmalısın biraz ezilmişten... biraz küsmüşten uzun bir öykün olmalı eleklerden süzülmeli tane tane hayalin olmalı kocaman dağlanmalı yüreğin ateşlerde nar gibi biraz düşlerden... biraz ümitten aşk yetmez yiğidim tek başına ne de sevgi karanlık yollarda yalpalamak ölümü beklemek yalnızca yetmez bir tanem yetmez! (5 Mart 2003) Naime Erlaçin |
Aşka Dair Düşünceler*
- aşk, yazdıran, aşıksa arayan. tersyüz olduğun, çarptığın kapılarda arama kendini şafaklara sökülen kapılardan sor onlar ki ansızın gelen bir konuk gibi aşkın masumiyetine vesile idiler ruhunu... canını...bedenini ıtırlı bir sarmaşık gibi sararken ne düne seni... ne bugüne zamanın ötesine götürdüler zapt edilmez bir meczuptu aşık her figüran son perdeyi oynarcasına yiğit bir oyuncu deliler sahnesinde çatıldı yazgı konaklama mecburiyetten aşka “müebbet” verdiler! ayazda kalınca yürek masumiyetin omuz başında çaresiz ruha bırakılmış soğuk kefeniyle yaralı kuş misali inler devasa girdabın insanı yuttuğu yerde her gül dikenli esamisi okunmaz acının her yokuş çileli gül bahçesi onmasa da her vurgunda ondurmasa da aşk yine aşk biraz fırtına biraz rüzgar gerek insan ruhuna yelkeni rüzgar almayanın aşkı da olmaz! (*) Bayramınız mutlu; rüzgarınız bol olsun dostlar! ...Sevgilerimle )) (31 Ocak 2004) Naime Erlaçin |
Aşkın Ana Rahmi
-bir yıldız uyanır gülümser gökyüzü… dalını seven gözyaşında gizlenen her şey ikinci tekil şahıs ben istersem sen olurum parmak uçlarımız ateş ocağımız kıvılcımlarla çoğalır yangınlarda azalırız kendimizin Neron’larıyız biz yıldızına tutunan ey! bulutu kuşandığında dağ ikinci tekil şahıs oluyor hep sen yoksun ben varım ben yokum sen varsın ikimiz de yokuz veya ruhumuz -beynimiz -kalbimiz köleliğimiz -gücümüz -efendimiz sıradan bir üçgen işte! : aşkın ana rahmi ne benden ileri ne senden geri ve uyanıyor yıldız! (19 Eylül 2003) Naime Erlaçin |
Aşkın Boy Ölçüsü
dağ can verir doğurmaz dağ erk’in erkeğin temsilcisi çivisi arzın kadın dağı doğuran : uzakta bir denizin asal acılı simgesi nedir acı nereye kadar çeker seven biri nelere katlanır budur benim dilimde aşkın boy ölçüsü! (3 - 31 Ağustos 2005) Naime Erlaçin |
Aşkın Mahzun Gözleri
yangın akşamlarda kaybettik gözlerimizi durgun denizlerden uzağa düşürerek kendimizi bir tek aşk doğmazdı küllerinden ve biz: bir elde kürek bir elde sabır kah içindeydik tutuşan aşkın kah terk-i diyar ettik kimyamız tuttu biliyorsun! diyorum ki: şimdi kaybolsak boşluğa karışsak, yok olsak mesela bilinmedik bir zaman, bilinmedik bir adreste yine buluşuruz mutlaka bunun adı karasevda bunun adı gönül tutsaklığı bunun adı mukadderat olmalı! aldırma kararmalarıma cemreler fışkırıyor yüreğimden bir adım kala son durağa yazılıyor aşka dair diller yeniden sisli bir alemde gözü kapalı yolculuk ederken güzergahta bulduğum vazgeçilmez gölgemsin sen güzel şeymiş aşk senden öğrendim aşkın ebedi bekleyişinde aşkın mahzun gözlerinden bunun adı mukadderat olmalı! (2 Şubat 2004) Naime Erlaçin |
Aşkın Yüreği
aynı potada karılır ruhlar ikiz suretinde ceberutlaşır hayat ırmağın yağmurla yüzleşmesi gibi sarsıcı ve derin hangi iklimdir kurbanı diri tutan infazı inmiş yazgılar değil mi cehennem kuyusunda döller aşktan medet uman yürek alevini eşleşir can gökkuşağı nöbetinde ateşle tanışır ikiz ruhlar yerin yedi kat dibinde vardiyasız fırtınalar kopar kalpler hırs dolu, bencil namütenahi isteklere tutsak zulada sivri dilleri ezelden ebede oysa çileli bir akıştır aşkın müebbet bütün nehirleri aşka ceza düşmez bu yüzden masumdur aşkın ateşten yüreği (7 Mayıs 2004) Naime Erlaçin |
Atasözlerinden Mülhem Nidalar
nerdesin terazim gel tart şimdi tartabiliyorsan okkası eksik okkası fazla bir bel vardı kazmayı vurduğun hatırla bir de dam ile saksağan okka tamam da yük perişan! kırılan ceviz bini aşınca vaciptir konuşmak : gözünü seveyim sapla samanı sakın unutma bir de kaya onu da artık münasip bir yer daya! (*) “Teşbihte hata olmaz” demiş büyüklerimiz. Umarım öyledir. (26 Mart 2004) Naime Erlaçin |
Ateşbaz
yüzleşme öncesi bir çıkış yazılır kadere anımsayarak her yolun bir sonu olduğunu varışa talimlidir çıkışlar yüzleşme sonrası kaçışlar gibi “iki kapılı handa” yolculuk doğmakla sevmek arası bir bekleyiş, hüzünbaz fark yok ha giriş kapısı ha çıkış varış çizgisi orada durur kader başını bekler gibi aşkı ayrı tut o yaşamak! : alev cambazı bir ateşbaz (21 Ağustos 2004) Naime Erlaçin |
Ateşi Avuçlamak
fırtınalı insanlarız, kasırgalıyız biz! hortumlar hayli şiddetli hele tipide hiç belli olmaz nereden nasıl eseceğimiz - kafese tıkılmış ruhlar zindan yaratır gökyüzünden - kurganlar örer üstümüze özgürlük ararız önce sonra rüzgara savururuz düşüncenin kandaşı sükunet ve üretmenin yağmurlarca biliriz elbet! oysa tozkoparanda yel, gözyaşında sağanak ateşte mirasyedi oluruz! derdin katmerlisi bizde akla ziyan ihtirasla el ele hayali savaşlara tutuşur gölgelere aşık oluruz büyüktür misafirhanemiz konaklama bedeli bir söz bir gülüş sofraya aş diye gönlü koyar meydanlarda aç dururuz ödenmez diyetlerinde kalemin sözün göktaşından savruluruz yazmak: ateşi avuçlamak! başıbozuk aşkların parmak uçlarında (05 Mayıs 2003) Naime Erlaçin |
AVCI KULÜBESİ...(Düz Yazı)
Düşün dünyamızda her birimizi derinden etkileyen “düşünürler' vardır. Benim de var tabii ki. Kendime “düşünür” biriktirdim yıllarca. Aralarında tekrar tekrar geri dönerek okuduklarım mevcut. Ancak son zamanlarda beynimin kapılarını bir gönül anahtarıyla aralayan birisi çıktı karşıma. Hakkında daha önce de yazdım; gençlere önerdim ve sayısız alıntılar yaptım. Beni izleyenler eminim kimden söz ettiğimi hemen anlamışlardır. Ahmet İnam’dı bu felsefe ve gönül adamı. Sorar, söyler ve anlatırken bir taraftan da sorguluyor ve sorgulatıyordu. Bana kalırsa en ilginç özelliklerinden biri buydu… Dışarıdaki dünyayı sorgulamaya ve yanıtlar aramaya alışkındım. İçimle ise aralıksız hesaplaşıyordum ama iç’le dış’ı aynı platformda gerçek anlamda birleştirmeyi ondan öğrendim. Bu yolculukta boyutlarımın genişlediğini hissettim ve dolayısıyla giderek derinleştiğime tanık oldum. Gösterişsiz, kolay anlaşılır, çıplak, sade ve hatta oldukça basit sayılabilecek yazım diliyle düşünce kanallarının tümünü açtığı gibi kişiyi alışılagelmiş yollardan saptırarak, tenha yollarda sürüp giden bir serüveni paylaşma olanağı sağlıyordu. Bir bakıma patikalarda dolaşarak doğayı keşfetmeye benziyordu bu. Özellikle bir ormanda düşlerinin peşinde koşan bir arayıcı için çok değerliydi.… Düşünürü nereye koyacağımı uzun süre bilemedim. Kimdi o…nasıl biriydi ki bu denli etkileyici olabiliyordu? Arkadaşım değil ama yoldaşımdı. Sıkı fıkı değildik; sırlarımızı paylaşmıyorduk ama dostumdu. Işığını görecek kadar yakınında durmuyordum ama uzaktan bakınca bile bir deniz feneri gibi parlıyordu. Öğrencisi değildim, ancak önüme öyle bir gönül sofrası seriyordu ki, sağlıklı beslendiğimi hissettiriyordu bana… Kimi zaman bir şeyi, bir olguyu veya bir kişiyi anlamak oldukça zordur ve bir hayli de vakit alır. Sıkça yaptığım gibi dün yine bir kitabıyla inzivaya çekildiğim saatlerde sorularıma nihayet yanıt bulabildim. Anlamak, bazen sahiden anlam yüklemek, İnam’ın deyişiyle “anlamlamak” oluyor. “ Anlamlamak” ise bir anlamda “anlamlanmak”tır. Anlam sahibi olmak yani! Sonunda fark ettim ki, düşünce yollarında bir sürek avında iken, İnam’ın sunduğu düşün dünyası adeta bir avcı kulübesine dönüşüyordu. Her seferin sonunda, dağarcık boşaldığında, avcı kulübesine geri dönülüyor ve oradan yeni malzeme temin ediliyordu. Tıpkı bir kiler gibi... Molalarımı burada veriyordum ben. Dinlenmek için…. beslenmek, güç kazanmak ve “uykuya dalmaya meyilli gönlü” yeniden uyandırmak için geri dönülen o kulübede anlamlanıyordum! Şimdi bu “uykuya dalmaya meyilli gönül” de nereden çıktı? ” diyeceksiniz, biliyorum. Ahmet İnam’ın “Gönlümüz Uyuyor mu? ” başlıklı yazısından çıktı. Avcı kulübesinde buldum onu. Şöyle başlıyordu; “önce ne kelam vardı, ne de eylem önce gönül vardı ama uykulu…” Ve devam ediyordu. “Gönül köle olamaz…Özgül, özerk, özgün, özgür olmaya özlem duyar…” Gönlün uyanmasının temel koşullarıydı bu “5 Ö”. Yazıyı şöyle tamamlıyordu; “Gönül uyanınca kendini kurmaya, inşaya başlar…..Gönül, içinde yer aldığı kültürde gönüllemeye girişir; kendisini, özünü duyar ve yaşar. Uyuyan öteki gönülleri uyandırır….Dünya bir gönül bahçesi olsa. Hiç değilse bir kez! Bizim de gönlümüz açsa orada. Öbür gönüller arasında…. Kıyametten önce böyle bir şeyin gerçekleşmesini istemeyenimiz var mı? Gönlümüz uyuyor mu? ” Profesörlüğünü, akademisyenliğini bir kenara bırakıyorum. Benim için felsefenin hem ağır emekçisi, hem de fedakâr bir eri olan bu yazarı okumak fevkalade ferahlatıcı derin bir nefes almak gibiydi. Uçmak ve derinleşmek aynı zamanda… Ne güzel bir duygu bu! “Gönlümüz uyuyor mu? ” Uyuyorsa bile uyandırmak bizlerin görevi... İzninizle ben kulübeye geri döneyim…. Kalınız sağlıcakla ....................... (*) Ahmet İnam – Dünya Gönülden Gönüle, METU PRESS, 1999, “Gönlümüz Uyuyor mu? ”, ss. 225-229 (14 Ekim 2005) - 'Gençler İçin Denemeler' dosyasından Naime Erlaçin |
Ay Çarpmaları
ışığın yüzüne vurmuş çocuk! hangi yürek ağrısını anlatırsın hangi ay çarpmalarını bütün kapılar yeraltına açılırdı orada pencereler yitik birer kıta ki batmadan donmuştular tasvirler sindirmişsin mısralarına kutsal kitaplardan kaçırdığın anadilin kokusu sızıyor heceden yağmurlar ki kendilerine ağlıyorlar bir harf ver göreceksin neler yazılacak ürkecek acı tahririmden kış yoksullarına kanayacak tabirnameler her biri taze birer doğumdurlar nergisin boynu büküklüğüne al karanfil adıyorum yaşamı kutsuyorum şafaklara anla! var gücüyle çarpsın ay burada ne kül biter ne ezber çocuk diller hele hiç susmaz her lal oluşta bir başka uzarlar (25 Ekim 2004) Naime Erlaçin |
Ayaz
gözlerinde alevlenir gözlerim tecellim olursun böyle anlarda tek tesellim ucundan tutmasan bilmem nasıl kalkardı bu yük gidersen öleceğimi söyledim mi hiç 'hiç yaşanmasın' dedim mi senden sonra açık tut hatlarını yüreğinin ellerin ruhumu sıvazlasın ister sevgili ister bir hayal gibi dokun bana yarı ölüm sayılır uykular yattığımda donmaktan beter! çek bu zalim ayazı üstümden en iyi sen bilirsin (20 Haziran 2005) Naime Erlaçin |
Ayna
yalnızlık rüzgarı esmeye görsün kimsesizlik rüzgarı yazgı düşmüşse bir kez şart olur geç kalışlar tenhada bekleyişler zamansız mümkün değilse dönmek yüz çevirip hileli ikiliğe tezi yok aynaya bakmalı! yıkıntıyı tanımalı yıkmadan önce yunmalı tekinsiz saatlerde dipsiz dehlizlerde amansız “ben”li cinayetler “ben”li doğumlarla başlar bütün “ben”ler aynada saklı ayna dolu ayna boş hangi “ben” kalır aynada tam da bakma zamanı yalnızlık rüzgarı esmeye görsün! (yeri geldi söz düştü; belki sıra bizdedir...) (11 Mayıs 2003) Naime Erlaçin |
Aynılaşma ve Cılız Bir Ses (Düz Yazı)
Günlük yaşamlarımızdaki tekdüzelik, kanımca sanatın yeterince filizlenememesinin en önemli sebeplerinden biri. Aslına bakarsanız her devirde böyleydi. Ancak tarih boyunca savaş, baskılar, zulüm ve genelde felaket olgusu insanın dünyasını derinden sarsmakla birlikte, yarattığı doğal tepkiler sayesinde sanat toprağına yeni tohumlar atıyor ve yepyeni akımların doğmasına neden oluyordu. Bugün de değişen pek bir şey yok. Ancak şimdilerde sorunumuz daha büyük. İletişim olanakları artıyor ve olağanüstü hızlanıyor. Böylece sanatsal ürün; üzerinde fazlaca düşünülmeksizin, süratle tüketiliyor. Gelişmelere paralel olarak, düşünsel dünyamızda da bir tür kısırlaşma ve “aynılaşma” tehlikesi ile karşılaşıyoruz. Benzer kalıplarda yaşamaya başlıyor ve kendimizi benzer düşünceler içerisinde buluyoruz. Bilgiyi bir yerden alıp süratle başka bir yere aktarırken yaratıcılığımızı beslemekten uzak düşüyor ve yoksun kalıyoruz. Hayaller bile adeta birbirinin kopyası oluyor. Sonuçta alelade bir zincirin halkalarına dönüşüyoruz. Daha da ileri giderek, “hızlı düşünme-hızlı iletişim-hızlı üretim ve hızlı tüketim” sürecinde sanat dilinin bütün olanaklarının artık yeterince kullanılmadığını görüyoruz. Gücünü dilden alan yazın sanatında ise, ne yazık ki, bu sorun daha da belirgin hale geliyor. Fotoğrafa biraz da dil açısından bakalım. Toplumsal ölçekte dilin ortak olması aranılan bir özelliktir. Anlamda buluşmayı sağlar. Dil, kişiler ve kitleler arasındaki iletişimsizlik duvarını ortadan kaldırır. Ancak tam burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Acelecilik ve hızlı üretim kaygısından dolayı ortak kullanım alanı daralmışsa ve o alan zenginliğini yitirmişse eğer; işte o zaman dil, bağdaşık (homojen) ve kısır bir malzemeye dönüşebilir. Derinliği, çeşitliliği kaybolur; sıradanlaşır, aynılaşır ve sonuçta yazarı da kısıtlar hale gelir. Böyle bir durumda, sanat toprağı verimli olmaktan çıkar. Şöyle düşünelim isterseniz. Bir bahçede yalnızca elma ağacı dikiliyse, elmalar ne kadar güzel görünüşlü ve lezzetli olursa olsun, sonuçta “yanında başka türler taşımayan birbirinin benzeri elmalar” olmaktan öteye gidemezler. Oysaki büyük olasılıkla dağ başlarında soyları halen tükenmemiş farklı tat ve aromalara sahip bitki türleri mevcuttur. O halde, bütün mesele onlara ulaşabilmekte… Demem o ki, dünyada ve sınırlarını giderek yitiren ülkelerde küresel kültürün hızla yaygınlaşması sonucunda ortaya çıkan elma bahçelerinden şiddetle kaçınmak lazım! Sanatın aynılaşmasından söz ediyorum. Dolayısıyla, diğer sanatçılar gibi şair de bütünüyle kullanılmayan imkanları değerlendirerek kendi dilini yeniden yaratma çabası içinde olmalı ve aynılaşma tuzağından kurtulma kaygısı taşımalıdır. Bu ise çok zor ve zahmetli bir iştir. Hem özüne olan bağlılığını bir 'ben hegemonyası” yaratmamak endişesiyle asgariye indirerek muhafaza edecek; hem de aynı zamanda aynılaşmamış, özgün bir dil yakalayacak ve yaratıcılığını bu yeni dilde sürdürecek. Söz konusu süreçte, kendisini sıkı bir denetim altına alsın; hatta sürekli azarlasın ve paylasın demek istemiyorum tabii ki. O takdirde, ortaya oldukça yapay, zorlama ve özentili bir anlatım dili çıkma ihtimali de belirir. Hatta zamanla kendisine yabancılaşabilir bile. Özet olarak tekdüzelikten kurtuluşun yollarını bulmaktan; dil’i bir araç olarak kullanıp yeni bir bakış açısı ile gerçekleşecek yeni sorgulamalar sonucunda, yeni açılımlar yakalamaktan söz ediyorum. Bulamasa bile aramaya devam etmelidir sanatçı. Aksi halde, adı “aynılaşma” olan bir kapana yakalanması işten bile değil… Şiiri ve şairi böyle bir tuzaktan kurtarabilir miyiz, bilemiyorum ama ışık bu yönde gibi geliyor bana, çünkü aynı manzarayı izlemekten bıkmaya başladım. Her gece kırpılıp gökyüzüne asılan yeni yıldızlar görmek istiyorum artık! Ve yepyeni bir resim… Düşüncenin doğuşuna tanık olurken, “BEN, BİR BAŞKASIDIR” diyordu Arthur Rimbaud. “Kahin olmak” ve bilinmeze ulaşmaktan söz ediyordu. Demek ki ışığı neredeyse yüz elli yıl önce görmüştü. Üzerine böylesine gelinirken, ona karşı açılmış tüm savaş ve horlamalara rağmen, şiir bir gün bunu başarabilecek mi dersiniz? Bence başarmak zorunda... “Üvey evlat” muamelesi gördüğü için ağlama hakkı bile kalmamıştır artık. Var olmak adına, bilinçli bir isyanla baş kaldırma ve çabalama zamanıdır şimdi. Yoksa, çok geçmeden insanın yarattığı en güzel, en etkileyici gönül dilinin yankıları susacak. Zira özgün bir sesimiz kalmamış olacak… Yaşlılar uyarır, gençler yapar. Bu öğütler ustalar tarafından yıllarca önce verilmişti bize. Dinledik, anlamaya çalıştık. Uyguladık - uygulayamadık, o başka mesele. Ben bugün yeniden, cılız sesimle bir kez daha sesleniyorum hepinize: İçinizdeki “kahin”i bulun artık! (25 Mart 2004 - 10 Şubat 2006) ('Gençler İçin Denemeler' Dosyasından) Naime Erlaçin |
Ayrı Düştük Biz
-kızıma, sen gurbete yazıldın küçüğüm ben yalnızlığa gidenin hesabı tutulmuyor hepsi gidecek olduktan sonra bıktım sancılı baharlardan güz içimdeydi zaten anlatamamak koyuyor en çok düşlerimi anlatmadım sana ayrı düştük bebek ayrı düştük biz yürek desen Rumeli türküsü en acıklısından açılmadı yelken en ala gönül atlasından iyi bakıyorum kumrulara çiçeklere de meraklanma sen çocuk ediniyorum sağdan soldan bütün sokak köpekleri benim mayam sevgidendir bilirsin heyhat iskana açılmıyor köşen! orada ancak sen büyürsün buralı mısın değil misin bilmem oralı da değilsin ikimize birer hapishane dünya yaşamayı susmaktı gurbeti susmak ayazda tipide yaprak dökümünde ne içerideyim ne dışarıda görevim kapı aralığında dikilip durmak ayrı düştük bebek ayrı düştük biz ayrılığın tarifi tek! (28 Mayıs 2003) Naime Erlaçin |
Ayrılık Öyküleri
- bir 'prenses' e; Ayşenur Yazıcı'ya sevgilerimle.... gitmek ayrılık bırakmak geride ağrıların en acısından ikili vedalara bile bulaşır adaletsizlik susunca “kalan” susmaların beteri “giden”e armağan acılanır derinden tutuşur yürek bir ateş düşer en harlısından kalan yapayalnız besbelli sor ki giden hangi gurbet ellerde şimdi canımı törpülüyor ayrılık sor ki anlatayım! bende gizlidir ayrılık öyküleri bir hüzün kalkmadan yenisi düşüyor kan içinde büyüyor bir çocuk seyirlik değil işkence bu! “çocuk” kan içinde gülümsüyor gitmek kolay “git” demek de bize düşüyor çocuğu sarmalamak birbirine benziyor ayrılık öyküleri! (06 Temmuz 2003) Naime Erlaçin |
AYRILIK VAR TÜRLÜ TÜRLÜ (Düz Yazı)
Çok yorgundum. Bedenimdeki son enerji kırıntısını da tüketmiş, bir elimde tutup yudumladığım kahveye eşlik eden sigaramla bilgisayar sandalyesine çökmüş, boş gözlerle kapalı ekrana bakıyordum. Parmaklarıma bulaşan ve tırnaklarımı tamamen kaplayan boya artıklarını çıkaracak gücüm kalmamıştı. Evi kaplayan taze boya kokusu, beni onunla geçirdiğimiz günlere geri götürüyor ve aynı zamanda derinden acıtıyordu yüreğimi. 8 Kasım 2000… Buruşuk'u çaresizce kansere teslim ettiğimiz o uğursuz gün... Epeyce zaman geçmişti üzerinden. Ama belleğimde en küçük ayrıntısına kadar öylece kazınmış duruyordu. Ölesiye özlüyordum onu. O kadar mutsuzdum ki, kendimi biraz olsun yormak ve içimdeki dipsiz hüzünden bir nebze olsun kurtulmak umuduyla oturmuştum boyaların başına. Faydası olmuş muydu? Kesinlikle hayır. Bir yandan ekrana bakıp e-postalarımı açıp açmamayı düşünür, bir yandan da içimi kanırtan bu ayrılık acısıyla nasıl baş edeceğimi bilemezken, uzaktan yankılanan ve bir 'synthesizer' tınısını andıran o sesi duydum. Elektronik bir enstrümandan sızıyor gibiydi. Sonra daldım yeniden. Düşünce girdaplarında dolaşırken sesin yakınlaştığını ve icranın hiç de amatörce olmadığını fark ettim. Dinlemeye başladım. Çalınan müzik bizden değildi ama içli bir halk ezgisine benziyordu. O anda Chopin, Smethana ve hatta belki de bir çingenenin kemanından dökülen bilinmedik ve hüzünlü nağmelere doğru sürüklenip gittim. Pencereye çıkıp sesin kaynağını merakla aramaya başladım. Ve ancak kulaklarımın rehberliğiyle bulabildim onu. İki apartman ötede, 9-10 yaşlarında bir erkek çocuğu boynuna astığı akordeonu çalıyor, bir yandan da başını yukarı kaldırmış üst katlara bakıyordu. Üstelik komik görünüyordu. Minyatür bir serenat sahnesi izler gibiydim. Çocuk ufak tefek, akordeon küçük ama müzik büyüktü. O kadar rahat ve profesyonelce çalıyor ve işin tuhaf tarafı bunu yaparken müziğine öyle bir duygusallık ve müzikalite katıyordu ki, güzel bir bahar akşamüzerinde salt mahalleyi değil ama tüm doğayı ve yaşamı adeta kutsuyor, büyülüyordu. Minik bir sihirbazdı kapıma gelen. Beni fark etti ve penceremin altına gelip durdu. Parça bitince: “Mükemmelsin” dedim. “Ne kadar duygulu çalıyorsun! ” Sözlerimden bir şey anlamamıştı ama çok hoşlandığımı sezinleyerek, saf ve el değmemiş çocuk gözleriyle gülerek baktı yüzüme. “Sokak çalgıcısı olabilir mi? ” diye düşündüm. Bizim ülkemizde pek alışıldık bir durum değildi bu. Bana tattırdığı güzelliğin bir bedeli olamazdı ama çalgıcı idiyse eğer, bir şeyler vermek gerekiyordu. Para kabul edip etmediğini sordum. Anlamadığını ifade eder biçimde yabancı bir dilde cevap verdi. Bu kez İngilizce sordum. Sonuç yine aynıydı. Elimle “para” işareti yaptım. “Evet” anlamında başını salladı ve nihayet dudaklarından anlayabildiğim sözcükler döküldü: “Kasıva, Kasıva' (Kosova, Kosova) Beynimden ve yüreğimden dağlamıştı beni. Sanatıyla ölçülemeyecek küçük ödülünü “teş-kur' (teşekkür) diyerek aldı ve o ilahi müziği benim yorgun ruhuma sunmaya devam etti. Acılarım uçup gitmişti. Dahası, bu gencecik çocuğun insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden birinden apansızın çıkıp gelmesi; kendi acılarını yalnızca notalara hapsederek dillendirmesi beni hem müthiş bir coşkuya, hem de aynı zamanda garip bir mahcubiyete salmıştı. Sana teşekkür ediyorum çocuk! Teşekkürler minik sanatçı.... Kosova cehenneminden çıkabildiğin için binlerce kez teşekkür sana... Giderek çirkinleşen dünyamızı küçücük bedenin ve kocaman yüreğinle yaşanası bir yere dönüştürdüğün için gönülden teşekkürler yavrum... Sen, uzun zaman sonra yaşamla aramdaki ilk gerçek bağı oluşturuyordun. Şimdi düşünüyorum da, hangimizin ayrılık acısı daha büyüktü acaba! ........................... *Buruşuk: Bizimle 11yıl 8 ay yaşamış olan 'boxer' köpeğimiz. (19 Mayıs 2003) Naime Erlaçin |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 04:40 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.