![]() |
Ahmet Turan Altunsu
Öğüt
(marifet; boynunu sündürüp zürafa olmaya çalışmakta değil, boynunu indirip “adam” olmaya alışmaktadır! .. Hasan/Tahir Kırkyiğit) düşündüm de... “ben” deyip de bencileyin benliğine eza varsa gerçeklere kör bir sanal, idrak önünde duvarsa farkında bile olmazsın albız sırtını sıvarsa “alma mazlumun âhını, çıkar aheste aheste…” şimdi lânet okunurken, alnına düşer şîkeste… ...ve diyorum ki... çok zaman geçmedi henüz... ne çapsız bir savaştı o kara paltoya bürünüp pisliklere bulaştı o alem biliyor ki artık iğrenç nefsine aş/tı o “alma mazlumun âhını, çıkar aheste aheste…” bedeni özgür görünür, bilmez ki ruhu kafeste... daha dün gibi gözümün önünde durmaktasınız gölgenize dokunanı bir bir vurdurmaktasınız “yüce şair”(!) edasıyla şair durdurmaktasınız “alma mazlumun âhını, çıkar aheste aheste…” âhı hissedeceksiniz aldığınız her nefeste... hamiş: bir zamanlar ta fîzan’ dan duyulurdu lâkırdınız iyi gün dostusunuz ya adeta bal akardınız altunsu’ yu yalanlarla, iftiralarla kırdınız “alma mazlumun âhını, çıkar aheste aheste…” çare iftirada değil; bağlayacağınız nefs/te |
Beste
nağmelere gebeyim; hüzün derinde bugün güftenin gölgesinde ney yakarır, saz inler gönül Leylâ’ ya hasret; Kays kederinde bugün döner, kendinden geçer vecd ile semazenler... |
....Sizlik
ey sevgisizlik çek önümden gölgeni içimdeki sıcaklığın üşütüyor... tutamıyorum artık /yerlerde sürünüyor sözcüklerin /esintileri dudaklarımı kurutuyor... adın, hayalden de ötelerde tebessümün, dudak bükmekten ibaret kör bir vicdana tutsak idrakinin şimdi otur, nefretince katlini seyret! ey sevgisizlik ne utanmaz şeysin sen çek önümden gölgeni Allah’ ını seversen! .. ‘…sizlik’ silinsin tufan dinsin bilensin sevgi / sizlik kötülük hüzünlensin ilensin sevgisizlik... gitme ey yâr... çek önüme gölgeni! |
Ah Güzel Türkçe’ m
(Lütfen, yaşayan Türkçe’ mizi sonsuza dek yaşatalım!) Seni şiir diye yazarım amma Değmezsin güzelim, inan değmezsin! Ruhuna dokunur nazarım amma Değmezsin güzelim, inan değmezsin! Usuldan usuldan dokurum seni, Tepeden tırnağa okurum seni, Bir demir kafese sokarım seni, Sığmazsın güzelim, inan sığmazsın! Farsça’ yı Türkçe’ ye egemen ettin, Ruhuna beddua okudun ceddin, Bunları yaparken neler hissettin? Duymazsın güzelim, inan duymazsın! Türkçe’ yi Türk gibi hissetmek için, Kalbine vurmalı Türkçe’ yi perçin! Tutsak etme, bırak; uçsun güvercin Aymazsın güzelim, inan aymazsın! Turan der ki: Yapma, dön, aslına dön! Ulusun yadsınamaz faslına dön! Fars, Arap ne demek, sen nesline dön! Uymazsın güzelim, inan uymazsın… |
Arkadaşça
sana mütebessimdir yüreğim gamzelerindeki hüzün şimdi tarumar yürüyüp gider bir bakir vadide bir telve karışır göl yeşiline yavaşça rengindeki sîtem sevimli bir efkâr resmederim seni –sevgili bir arkadaşça- mutluluk, gül yüzündeki gamzedir uğraşma, didinme, gölgeleme... davettir dudaklarından süzülüp gelen ver elini elime... arkadaşım diyerek gönlümden yükselen kulak ver akl-ı selîme... |
Asil Karanfil
Ağyâre nispet, yâr ile vuslattır muradım Bir asi/l kızıl karanfildir şimdi beklenen Çarpar serçe yüreğim, yaklaştıkça her adım; Ne gariptir: daha dün, ölüşümdü beklenen... Oysa seni, attığım her adımda aradım Ne engeller koydular önümde öbeklenen Harına tutsak oldum, şimdi ‘kızıl / kor’ adım Sensin telve olup da gözümde beneklenen... |
Aynalar
/ey aşk / varlığındır beni umutlandıran / ve bütün uzuvlarımı kanatlandıran / yokluğun, umut lâhitlerinde hapsediyor beni / ruhsuz ve karanlık / kim bilir, belki de sana adıyor beni... adımlarımda sırdır yılların meşakkati ve yorgun yüreğimde rastlanır izlerine boşa geçmiş yılların tarumar ettiği ben yüklenir geçmişini yorgun omuzlarına / ne yâre kulaç oldum, ne kulaç oldu yârim / ne yâr bahtiyar oldu, ne de ben bahtiyarım yüreğim kırık dökük, boğazım düğüm düğüm darmadağın bir surat aynalarda gördüğüm ne kıymeti var şimdi bilerek öldürdüğüm ruhumun benim için? Bir ceset kadar varım / ne yâre ilâç oldum, ne ilâç oldu yârim / ne yâr bahtiyar oldu, ne de ben bahtiyarım kırık aynalardaki suretime bir bakın hangisinde, suretim suretinize yakın yok birbirinden farkı, seyretmeyi bırakın yâr gibi yâr bulmadan gelip geçmiş yıllarım / ne yâre muhtaç oldum, ne muhtaç oldu yârim / ne yâr bahtiyar oldu, ne de ben bahtiyarım |
Bana Gözlerinle Gel
bana gözlerinle gel bir lâcivert bulutun içinden kanatlan, in turuncularını getir bir günün batımından ellerinle güneşi sun bana gözlerinle gel içinde gözlerim olan birkaç satır bulunsun... uzat avuçlarını, yaklaştır yanağıma yangına kansın yüzüm sensizliğin o soğuk, donduran ayazına nasıl dayansın yüzüm? dokun da yansın yüzüm… hasretine urban yaptım: dar gelir mesafeler zor gelir yüreğimi kurban yaptım saf tutup ağyar gelir ulaşır asırlar öncesine sessiz çığlığım leylâ, aslı duyar gelir... çığlığıma yükledim sana olan hasretimi bir gurup vaktindeyim sevgili güneşli bir yağmurun gölgesine sığınma ellerinle güneşi sun bana gözlerinle gel güneş, gözlerinde olsun avuçlarında yağmur içinde gökkuşağı... gökkuşağı kıskansın bu muhteşem manzarayı... zemherîden al beni yağmur yağsın içime güneş içimde doğsun... |
Bayram ve Sen
(benekler içinde bir benek var ki / demircinin örsü yetmez ezmeye...) bayramlar; öpülüp ellerin bir bir yüzlerle halleşen mutluluk cemi görünen yalnızca hapsolmuş kibir avuçlara konmuş üç beş akçe mi? haylaz çocukluğum gelir önüme doyumsuz bir ahenk kor ironime gelip de takılsa şu viraneme oturup göz kırpsa; zır delice mi? .. bayramlar, bayramlar dünü aratır bulursun; bulduğun günü aratır umut sararırken seni aratır sen ki kokun bile senden nice mi? .. aşk ne bayram bilir, ne hüzne iman bir tuhaf cennettir: iklim ılıman Üçyüzatmışbeşgün tanımaz liman demir atmak için gün bellice mi? .. gül gayrı; kendini bayrama hasr/et uzaktan dertleşir, yaşarız hasret ne kaldı; şurası, yakındır nusret vuslatı şakıyan dil hallice mi? .. turan der ki artık karar zamanı tahammül ar etmiş karar zamanı aşk koymuş noktayı; kurar zamanı son defa soruyor: temellice mi? .. |
Bir Saman Alevidir Geçmişimiz
bulutlar vardı ya hani... kavak yellerimizin önünde sürüklenip giderdi bir şarkı mırıldanırdık seyrinde pervasız... saçlarında bir kelebek dans ederdi telve gözlerinden bir çift benek göl yeşiline göz edip gülümserdi öylesine umarsız... düşlerimiz bile sevişiyordu ya hani... kelebek kanatlarında her çiçekten nasiplenen renk renk umutlara barışık ve mütebessim... ve her çiçekte bir tohumdu beklenen bir sessiz dokunuşu özleyerek her dokunuşta biraz daha yüreklenen muhteşem bir resim... aşka uyanmıştık bir seher vakti ya hani... terlerimiz karışmıştı tenimiz(d) e alabildiğine leziz kurumuş dudaklarımızdaki mutlu bir gölgeydi sevi uykusundaydı kainat sanki, sessiz mi sessiz işte o an değil miydi içimizden bir şeyler sürükleyerek ümidimizi öksüz bırakan, geleceğimizi güneşsiz titrek bir saman alevi... titrek bir saman aleviymiş geçmişimiz... |
Dem
gâhi elâ gözlerinde mola verdim bir güzelin gâhi yanık telvesinde gülümserdim bir güzelin kim ne derse desin ey can; tadı damağımda kalan gönlünün semaverinde aldığım dem, bir güzelin... |
Doğum
hayat çok garip gâhi zaman içre bitmez bir çile an an törpülenen candan muzdarîp bir dirhem huzura gayret nâfile gâhi inletirken ruhumu gerip el verir adeta bir karanfile… ıslandım susuz yağmura muhtaçken nasıl ıslandım? göğsümde bir konuk: titrek, uykusuz bahtıma sunulan korugan sandım duydum ki ince bir ses, lâkin ruhsuz ecel okşuyormuş, su diye kandım... sarhoşu oldum gitmek ve gelmekti aklımda kalan yaşlandım bir anda, piştim ve oldum gördüm şerha şerha her yanım talan irkildim hayretle, birden duruldum yalan esrikliğim, hayatım yalan... üzgünüm şimdi yokum ben; varlığım sadece suret sana nasihatım son deyişimdi nerdesin ey canı yanmış basîret titremem, gölgende gürleyişimdi git! .. yok olan beni yeniden var et! .. |
Doğum Günü
bir yaşıma daha bastım... -yüzüne çok havastım ya! ..- kadere ilenmeyeceğim elbette tepeyi aştım çoktan da takıldım kaldım şu dupduru çaya çekiyor beni albenisi sanki atlayıverince veda ediverecekmişim de içimdeki sancıya sonsuzluğu tadıverecekmişim gibi... “kazık mı çaktık bu dünyaya? ..” gidişim de hak gelişim gibi... vallahi “bir yaşıma daha bastım...” nedir şu telâş dostlarımdaki? .. kimi “sigara içme” der kimi “kes şu alkolü”... içtiğim iki birada mı bunların gözleri sahi? deli eder bunlar adamı deli (!) “kazık mı çaktık şu dünyaya? ..” ölüm de hak yaşam gibi... |
Doğum Günü
bir yaşıma daha bastım... -yüzüne çok havastım ya! ..- kadere ilenmeyeceğim elbette tepeyi aştım çoktan da takıldım kaldım şu dupduru çaya çekiyor beni albenisi sanki atlayıverince veda ediverecekmişim de içimdeki sancıya sonsuzluğu tadıverecekmişim gibi... “kazık mı çaktık bu dünyaya? ..” gidişim de hak gelişim gibi... vallahi “bir yaşıma daha bastım...” nedir şu telâş dostlarımdaki? .. kimi “sigara içme” der kimi “kes şu alkolü”... içtiğim iki birada mı bunların gözleri sahi? deli eder bunlar adamı deli (!) “kazık mı çaktık şu dünyaya? ..” ölüm de hak yaşam gibi... |
Efkârımız
ah! .. harcadığımız zamanlar var ya hani... dağ gibi yüklendi omuzlarımız bir geçmişi. adeta boşalıverdi içimizden damla damla biriken saydam umutlarımız... önümüzde kalan her an, bir hazinedir artık. sevişmeli / delişmeli kalan umutlardır kârımız yaşamak kadar uzak olan vuslat an kadar ilişmeli ki dağılsın, dağılsın, dağılsın efkârımız... |
Ey Güzel
kördüğüm oluverdiğim kızıl bir gündü günlerden meğer ne marifetlerin varmış ki senin ey güzel bir telve nazarın akışı yetti yetmesine de nakşettin dilime lezzetini bûsenin ey güzel... hârında yanıp tutuşmak mıydı hevesi; nedir bu dört yanı açık zindanda tutsak; nasıl sînedir bu çaresiz “yâr… yâr” der durur ki kastı nesinedir bu içip de sarhoş olduğum billûr kâsenin ey güzel... |
Güz Sanrısı
y a l n ı z ı m ı n elleri tutsak şimdi tutunamaz yalnızlığımın ellerinden ilenir içimden hasretimin yangınlarına yüreğimdeki ağır yük kıpırdamaz yerinden... bir su gibi akıp gider gözlerimden hayaller boşalır gerçeğin cenderesine ağır ağır uzaktan bir karartı uzatır ellerini ellerime ıslak bir mendil bırakır onulmaz bir k a h ı r d a m l a r ellerinden... ey aşk! .. bıraktın ya bahtıma bir s i l i k y a n k ı sağırdır kulaklarım dönüşüne nasıl, bir gölgeye sinmişse ümitlerim umarsızdır bahtımın serzenişine yükselir inlemesi derinden derinden... ey aşk! .. bırak, kumsalına uzanayım yalnızlık ölsün kederinden! .. |
Hayâle Sitem
seni ne etmeli bilmem ki güzel burnun kaf dağına dokunur durur nasıl da kurarsın böyle müptezel düşler ki nefretin, kînin kudurur... çifte kavrulmuş bir kahveden nazar sanki zehir olup gönlüme sızar törpüler ömrümü yer azar azar albız, dergâhında dîvan kurdurur... bir kahve molası verdiğim günler yaslı *******e dönmüş de inler ayrılır başaktan göm/gök ekinler dökülür toprağa, yakınır durur... Turan’ ım, demini bozan utansın sen ki hem okuyan, hem okutansın gönül matemini ver, okut; ansın ansın da kim bilir... sakınır, durur... |
Kabus
neydi o? .. başımdan aşağı bir kaynar su döküldü adeta... kokuşmuş bir ceset oldum üzerinde karıncaların cirit attığı... akbabalar lîme lîme etmiş de leşim o ilâhî dengenin yeniden yarattığı rüzgârla sürüklenip yok olmak isteyen bir küldü adeta… neydi o? .. nasıl bir şeydi o? .. ezildim, ufaldım zerreler fazla geldi hâlâ vardım; utandım atomlara bölündüm sonum son hızla geldi neydi o? .. nasıl bir şeydi o? .. |
Kaleme Sîtem
pek hevesli değil yazmalara kalemim ben nerdeyim, kalemim nerde kalemime düğümlediğim imgelemim nerde vallahi ben bir alemim... herkesin derdi benimle sona ermiş... bir türlü çözemedim benim derdim niçin kalemimi germiş? .. ah kalemim vah kalemim... “keser döner sap döner, gün gelir hesap döner” bencileyin yine şair masat elde kasap döner! ! ! |
Kim
kim kaybetmiş ki sevmekten ve sevilmekten kim kaçmış kim nefret kazansın diye sevgisine bayrak açmış? .. |
Mektuplar / 1
Ben kaybolmuştum, sen yoktun... Sonra, henüz ne olduğunu anlayamadan çıkıverdin karşıma! ? . İşte ne olduysa o anda ve o andan sonra oldu... Beni sen buldun! .. Ve o andan sonra Hayatımdaki bir çok değişikliğin altında senin imzan oldu... Unuttuğum tebessümü hatırlattın önce... Yine, yıllar önce unuttuğum dost ve arkadaş meclislerini hatırlattın... Oturup iki lâf etmeyi zül sayarken, sohbetin vazgeçilemeyecek bir ihtiyaç olduğunu hatırlattın... Lâtife yapmayı hatırlattın... Sevinç ve korku uzun zamandır benim için hiçbir anlam taşımıyordu; sevinç ve korkuyu hatırlattın... Telefondaki ‘’alo’’ sözcüğünün, oralarda bir yerlerde birilerinin olduğunu ifade ettiğini hatırlattın... Ot gibi yaşayıp giderken –yaşamaksa bu eğer-, insan olduğumu, düşünme yeteneğimin olduğunu, kandan ve çamurdan olduğumu hatırlattın... Ama en önemlisi, hepsinden önemlisi; o en önceki Ben’ i, bir zamanlar sevgiyle-aşkla-özlemle donanmış bir yüreğe sahip olduğumu, sevgisiz-aşksız-özlemsiz yapamayacağımı, sevgiyle-aşkla-özlemle bağlanacak birilerini bulabileceğimi hatırlattın... Kısacası, sen bana gerçek kimliğimi, Ben’ i hatırlattın... Şimdi bırakıp gideceksin görevini tamamlamanın derin huzuru(!) içerisinde, öyle mi? ! . Sana yaşadığım işkenceyi anlatmıştım oysa! Hiçbir canlı -en akıllısından en delisine, en güzelinden en çirkinine kadar-, aşağılanamaz! Çünkü vicdan denilen Tanrı gölgesi, buna müsaade etmez! Vicdan, bunu bir kez yapmaya kalktı; bahçedeki en güzel çiçekler isyan ettiler bu karara! Bahçıvan o çiçekleri eski haline getirinceye kadar neler çekmişti biliyorsun! Ve her gün aynı korkuyla yaşayan ben; elbette her dakika, her saat, her günümü bu korkuyla geçirmeye devam ediyorum... Ve bu korkunun mantığını da sayende bulmadım mı? Ve bunca çilenin içerisinde, kendim için yarattığım cenneti bana çok mu görüyorsun? .. Olsun! Bunu, üzerimdeki hakkına sayıyor ve sana hiç kızmıyorum... Sadece içimin, kalbimin ağrısına nasıl tahammül edebilirimin hesabını yapmak düşündürüyor beni! Keşke hatırlattıklarının yanında bunu da öğretebilseydin bana! |
Mektuplar / 2
seni seviyorum… bu hissiyâtımın derinliğini henüz ölçebilmiş değilim ve ölçmek gibi bir kaygım da yok gerçekte… bakışlarıma yansıyan seni iyi tanıyorum. sesinin kulaklarımdaki tınısının içimdeki titreşimlerinin, bende yarattığı etkiyi anlatabilecek sözcüklerden mürekkep bir cümle de kuramıyorum. hani; “sözcük fukarası” olmamdan değil de heyecanımdan ötürü bütün bunları yaşadığım aşikar değil mi? .. ve o kadar sebep var ki ayrık otlarına olan itirazlarımın arkasındaki bir zulaya sinmiş nefret tohumlarından “hüsran” çıkartmam için… işte bu “hüsran” a itirazım var öncelikle… sadece yüzeysel olanlar: dinle lütfen! .. seni bir dost olarak seviyorum… hissedildiğimi biliyor ve adeta bir şablonun o belirlenmiş hudutları içerisindeki mutluluğumun, sadece ve sadece seninle paylaşılabileceğine iman ediyorum… seni bir arkadaş olarak seviyorum ve elimden tuttuğun/tutabildiğin sürece o ele mahkûm olduğumu biliyorum… seni bir sevgili gibi seviyorum çünkü arzularımın ve duygularımın bu denli örtüştüğüne ilk kez tanık oluyorum… asıl itirazım, bu birlikteliğe karşı adeta bir sefer başlatmış olanlara… neye, niçin karşı durmak zorunda olduklarını anlayamıyorum… bana niçin mutsuzluğu yakıştırma çabası içinde olduklarını anlayamıyorum… sana olan bağlılığımın gölgesini dahi görmekten aciz olmalarını anlayamıyorum… “martılarla tanışmadım henüz... çığlıklarındaki gîzemi bilmem ki hiç? .. sahilleri hırçın hırçın döverken deniz, kanat bile çırpmadan beklermiş öyle adeta der gibi: göğün açgözlülerindeniz! ..” bir martıya kurban olmak üzere mi yaratılmıştır balık? vazgeçtim okyanustan… bir küçük gölde dahi yaşam hakkı yok mu bir balığın? .. balığın! .. balığın kıymet-i harbiyesi yok mudur ki yaşama hakkı bu denli kısıtlanmıştır ve böylesine bir yüce kutsanmışlığa adeta çelikten bir duvar örülmeye kalkışılır? .. “vallahi çok cahildir bendeniz... bildiğiniz bir “balık” görüntüsüyle tıpkı bir martıya bakar gibi baktım... siz, “önüm arkam sobe! ..” derken ben gönlümü tuzlu sulara bıraktım...” balık, verilenin hakkını verir; Hâlik, hak edileni verir! seni seviyorum birtane’ m… |
Nasihat
(eski bir atasözümüz vardır hani: ‘eceli gelen it cami duvarına işermiş...’ / bir de rahmetli ayşe ninemin bir sözü vardı ki unutamam asla: kov (dedikodu) yapanların dili davul gibi şişermiş! ..) duydum ki bir masal anlatırlarmış ilgisiz kulaklar çınlatırlarmış işkembeden bol bol -masalmış bu ya- atarak safları dinletirlermiş… meğer bu masalcı hatun kişiymiş hatunun yanında nursuz bir savruk ona buna kına yakmak işiymiş bir işveliymiş ki kıvrık mı kıvrık... gel zaman git zaman komşu tükenmiş elinde kınası kalmış öylece şöyle bir savruğa bakmış, yekinmiş yakıp da hızını almış böylece... ey dost! .. sen şeytandan uzak ol aman! gün gelir senin de çalar kapını olur ki kapına geldiği zaman hanya’ nın konya’ nın göster çapını! .. şairin ahını almaksa murat buyrunuz, ökçeniz yükselsin biraz(!) eşime dostuma höyküren surat: sakın tekrarlama, damında dur az! .. turan, atasının sözünü bilir, ve ıstırabının közünü bilir, örtünün altında uslu durmayan şeytanın; fikrini, özünü bilir! .. iyisi mi uslu otur da belki varsa; kirlenmemiş yüzünü bilir... kim bilir? .. ___kim bilir? .. ______kim bilebilir? ! . |
Özlem Sancıları
sessizliğine dokundum lal oldu parmaklarım kömür karası bir iz kaldı gözlerimde avuçlarımda sarardı karanfil bir seni sayıklarım yanarım karanfilin sararmış hallerine anlatamaz parmaklarım ulaşamaz ellerine gölgesinde uyuklarım bir de beni... yürümez ilenmiş ayaklarım... sen, kavrulmuş telvesinde tatlandığım avuçlarımdan kana kana içtiğim iksir sen, bir ünlemesinde kanatlandığım içimde hapsettiğim o en büyük sır indikçe derinlerine telve gözlerinin her kerresinde bir kez daha umutlandığım sen ankam, humam, turnam, sen turacım... bir yandan tutunurum vuslat kanatlarımdan bir yandan bunlanırım; korkutur acım kaf dağı masallarını beklerim safkan atlarımdan... sessizliğine dokundum ey karanfil kokulu nefesinedir özlemim camdan süzülüp gelen hüznünedir kuşkularım karabasan, bulanıktır düşlerim yoksa bu ölümcül susku kıyamet mi nedir? .. yürümez ilenmiş ayaklarım... kömene ateş düşer, vurgun bozar demimi bir yanımda kar/boran, bir yanımda kor/ateş iste, sana adayayım bakiye her demimi kim bilir... insafa gelir, kendini yakar ateş diner kar/boran... ...ve telve gözlerine şavkır dolunay aklarım belki de göğsünde ilk kez mütebessim uyuklarım... |
Sen Olmayınca
sen olmayınca ben yokum aklım bir karış yerde göz ucumla kesişir korkularım tutsak eder idrakimi, bunlanırım hüznüme bir karabasan ilişir -öleceğimi sanırım- sen olmayınca bir hiç olur yaşamak adına gizlediğim karanfilde yiterim asaletine meftun yüreğime ihtiram durur adam gibi giderim -ölüm dahi kudurur- sen olmayınca biter her şey bir elma misali bölünüverir hayat suç yok bıçakta zerre hoyratça dokunandadır kabahat -ölüm bile bîçâre- sen olmayınca ben yokum ne bağda bir salkım üzüm, ne yaşamda bir tek hüzün ….ne de saçında bir tek telim birlikte nihâyetidir ömrümüzün -ölümün elinde emanet elim- |
Seviyorum İşte
ele avuca sığmıyorum bugünlerde yüzümü nereye çevirsem bir gül öpüyor beni bir karanfil kokuyor... her adımda hayırlı işler diliyorum kendime her adımım başka biri yapıyor beni kanatlanıyorum çoğu kez, havalardayım... delleniyorum gül bûselerinden delleniyorum karanfil kokularından tumturaklı bir küfür yolluyorum geçmişime ileniyorum en beterinden -burcum da nasipleniyor- boğulur gibi oluyor, dönüyorum işime biz bu işe çok alıştık ben nerdeyim, aklım nerde sahi… nerde kalmıştık? .. (şair burada edepleniyor) tutuyorum nefsimin yularından... yok... yok... ele avuca sığmıyorum bugünlerde... |
Tahir
siz miydiniz sahi bir zamanlar o pencereden seslenen bir seher vakti bütün kahırlarınızı silkeleyip tahir’ in ünlemesinde eriyip, kaçmaya heveslenen tahir’ in tebessümünden kan sızdığını görmez misiniz kör topal ayaklarıma dolaşan yıllarımı siz eskittiniz gözlerimin güz kurusu halleriyle helalleşmediniz henüz soruyorum şimdi bu hangi yüz bilmez miydiniz ki biz Tanrı’ dan sözlüyüz söyleyiniz beneklerinden kurşun yediğim ey siz ki bir ömrü gözlerinizle yıl yıl tükettiniz neyin ıstırabına dayanamayıp viraneyi terk ettiniz değil miydi ki aşkın har yakışı dahi nimet acıları rahmet, hüzünleri ganimet beneklerine her konuşlandığımda gülümsediğim ey kurşunundan bile haz alarak kanadığım et, tırnağı kaderine terk etmiş ne gam siz, şimdi gölgesine dahi uzanamadığım düşlerimde dahi saklayamadığım küllerinizsiniz avuçlarımda bir tutam tahir! .. yani ben! .. yani adam gibi bir adam yanaklarımdan kan sızdığını görmez misiniz... |
Tahir ve Sevda
(Hasan Tahir karındaşım kulak versin avazıma... deyiversin Kandil’ de mi Allahuekber’ de midir? ozanlığın hatırlayıp düzen versin de sazıma geçmeden vakit bu vakit sevda söyleşme demidir ...................................) / bir selâmı çok gördün ha / al selâmın senin olsun / sevdamın sende kaybolan / hakkı son bûsenin olsun / telvelerini sakınmam / nerdesin diye bakınmam / gelmediğinden yakınmam / harda yanan tenin olsun .......... tahir... bir sevdanın değil memleket sevdasından bin bir çeşit sevdanın ‘telve gözlü yâr sevdası’ na kadar dallarında filizlendiği bir ‘koca çınar’! .. / keleşlerin, mayınların / bölücü hayınların şu malûm oyunların baş edemediği yürek! .. sevdalılar kana kana içsinler diye bir bozkır toprağından adeta süzüle süzüle yüklenerek onca lezzeti hayata ‘merhaba’ diyen bir altun pınar! .. tahir… yani siz / yani biz yani ülkemin cefakâr / vefakâr / fedakâr kahramanı muktedirlerin dahi yıkmaya gücünün yetmediği hâlis bir orta direk! .. / kimi zaman dağlaradır seferi / kimi zaman bir meczup, bir serserî / anamızdan doğduğumuzdan beri / dur durağı tanımaz ki şu tahir? .. fermanı kendindendir tahir’ in dermanadır yürüyüşü karaçalı vicdanların hükmüne şahin ülküsüyle yoğun yaşar bir cevahir pür mânâdır yürüyüşü karanfil kokulu özgür zamanadır yürüyüşü ‘yâr’ ile vuslatadır kehkeşanadır yürüyüşü... ah tahir karındaş sancısıdır özlemden de ileri bir tuhaf zehir gurur tat verirken bir yandan zehrin kahreden acısı saymamalarıdır muktedirlerin fedâileri bin kahır çöreklenir içimde işte o zaman söylenir dururuz be tahir... oysa bilirler ki biz severiz amma ‘adam gibi severiz! ’ olmazsa olmazımızdır kahır ‘kahrımız gazabımızdır’ gün gelir gönül verir gün gelir can veririz ölsek de kuyruğumuz dik ölür bir ölür bin göğeririz! / ah sevda... / adama gerek sevda / adam olmayanların / nesine gerek sevda? .................... |
Tohum
izlem Soğanlı yaylasının kır çiçekleriyle donanmış yamaçlarından izlerim Hart ovasını Konursu, Aydıntepe bir gölge suskusundadır şimdi Bayburt puslu bir örtüye bürünmüş ikindi uykusundadır şimdi yanı başımda kır çiçeklerine konmuş kelebekler -rengârenk- kır çiçeklerinde ve kelebeklerde asude bir ahenk sert bir rüzgâr çıktı çıkar kuşkusundadır şimdi... ve gözlem mesele konmuşken papatyaya bir kelebeğin koklayıp öpmesi değildir çiçekten çiçeğe uçarken saklambaç yahut köşe kapmaca oynamak değildir yaşamdan kopması değildir her yorulduğunda kelebeğin bir hatmi çiçeğinde konaklarken ev sahibini sınamak değildir buyruksuz yaşayıp özgürlüğün tadını çıkarmak hiç değildir... oysa mesele aramaktır en beğendiğini polenlerden hoyratça bir ziyafete konmaktır yazgıdan buyruk alıp yaşam adına dolaşırken çiçekten çiçeğe muştular gibi yeni bir doğum sunmaktır hulâsa asıl mesele o anı yakalayıp yaşama dokunmaktır... |
Tohum ve Yaşam
onur duyduğum delice bir sevdanın özlem dolu gözbebeklerinde ışıldayan yakamozlardı gözlediğim geldiler... alabildiğine kıvandım / dünyalar benim sandım... keskin dilli ozan, kurt soylu kaan heybetiyle yanı başımda duran yiğitlerdi özlediğim geldiler sevinçlerle donandım... gündüz ve gecenin yoklukta nicenin bilinmez bilmecenin kaybolurken içinde / bir kadir gecesinde avuçlarımda bulduğum karanfil kokulu şefkatlerdi içinde kaybolduğum... hey gidi kıvamına kurban olduğum hal vardır halden içre bal vardır baldan içre solumda soldan içre yanar gönül har ile kurbandır kuldan içre hoş geldiniz... hoş geldiniz dostlarım suretiyiz Tanrı’ nın; akıl akıldan içre... tohum kardeşlendi bugün toprağa sımsıkı tutundu kök sevdasıyla tanıştı özgürlüğün vuslata tebessüm etti mavi gök geldiler yemyeşil ümitlerle yaşamı muştulayıp... şimdi başak tutacaklar saf tutun ey köslere has vurulsun şenlensin bezgin yürekler tutuşsun ocaklar gayrı toy düğün kurulsun! .. |
Vasiyet
ölüp gidersem eğer ağlamayın ardımdan bir tek karanfil yeter gelsin bir avuç toprak mahzun Kafkas yurdumdan ölüp gidersem eğer ezgilerimden seçin çığırın birer birer tutun ellerinizden inadına birleşin! .. ölüp gidersem eğer toplansın baksılarım birlikte ünlesinler altun su kıyısında kansın berrak sularım ölüp gidersem eğer bir dileğim daha var gitsin de yâre haber örsün kara buduna asaletten bir duvar ölüp gidersem eğer ardından kurultayın pırlanta iki değer taşıyacak ülkümü ülkeme muştulayın ölüp gidersem eğer sevmedim gösterişi bulunmayacak bir yer ve isimsiz bir lâhit bir tek yazı: er kişi! .. |
Vuslat
ne efsunkâr ki bakışın; yâd eller sıla gelir kaybeder kendini gönül, sazsız; fasıl/a gelir... göl yeşili gözler birden ıslanır sicim gibi ardından çil çil umutlar sarkar, asıla gelir... hangi mecnun böyle zulme dayanır da aşk ile eğninde türkuaz libas, yürür; usûle gelir... dudaklarından dökülür dûalar şerha şerha bir çift kömür göz, vecd ile aşka vesile gelir... gurbetten, sızılar yüklü eser de efil efil vuslatın serin rüzgârı yâre pusula gelir... o kadar uzaktasın ki kalmasın ister gönül bırakır da suretini; döner, asıl/a gelir... |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 08:38 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.