![]() |
Lütfi Kireçci
A... benim yangın yüreklim
Yangın yerindeyim A... benim yangın yüreklim Bilmez misin ne haldeyim Yastığım, ranzam, zincirim Bekle beni bir sabah Belki Çıkagelirim, Gelirim gelmesine ya..! Ne derler sonra bilmez misin Mahalleyi eşkıya bastı Haber edin jandarmaya diye Avazı çıktığı kadar bağırmaz mı Ödlek baban, Jurnalci abin Vede dalkavuk komşuların, İşte böyle yangın yüreklim Bilmez misin seni Ne çok severim ben Bir kez bekle de yeter, Tunçtan bir heykel olurum, evinizin karşısında Yani bir kez gel desen Arzın merkezine gitmez miyim bu yerden Seni bekliyorum desen, Kollarıma bir çift kanat takıp Uçup sana gelmez miyim Yani gelsem ne yapacağız, Kırk gün, kırk gece davul mu çalacağız, Zaten çıktı adımız dokuza İnmez sekize Bizde sana uygun kız yok demezler mi Aksini düşünmek, kurgu film olurdu herhalde Şimdi senin olmadığın yerde Yani bir yangın yerinde Hep seninleyim Gecemde, gündüzümde Yıldızları tutup indirdiğim saatlerde Sigarayı üç pakete çıkardığım günlerde Akrebin ense kökümde gezdiği yerlerde Bir ziyaret saati öncesinde beklerken seni Sanal bir beklentide Yüzde yüz gelmeyeceğini bile, bile Yatırıp gözlerimi, gelen her ziyaretçiye Seni bekliyorum, Gel diyeceğini beklediğim saatlerde Bir isyan büyüyor boynumun hançeresinde Bir yangın çıkarıyoruz, en uzun maltasında cezaevinin Tüm içimdeki öfke sensizliğe aslında Çaresizlik boynumuzda asılı bir engizisyon çağ nöbeti Ve ben sana kaçıyorum, Sensizliğin olduğu her yere Gelde çık işin içinden Gelde bir intihar yalnızlığını çıkart boynumun ağrısından Duvarlara çizdiğim resminin fırçasından Bir yol çizip sana geleceğim Vermeseler de seni bana Son şansımı deneyeceğim…………! Lütfi Kireçci |
Adımı bilinmeyen kuşların kanatlarına yazacağım,
Adımı bilinmeyen kuşların kanatlarına yazacağım, Ne kadar bulut varsa toplayıp gökyüzü düşlerinden, Bütün uçurumları ezberleyeceğim Daha da yakından izleyeceğim göçmen kuşlarını Gökkuşağı paletim, dokunup fırçamın ucuyla, yalnızlığımı bekleyen resimler çizeceğim sulara, hazan, dudaklarıma yapıştırılmış bir şiir olurken, korkusuzluğun adını yazacağım yüreğime yeniden, biliyorum, zordur elbet üstüne, üstüne gitmek kışların urganda var işin içinde, duvarları çekmekte var üstüne, Ama İllede oturup bir gurbet türküsünün gölgesine, Elime saz alıp çalmayacağım, daha da derinlere ineceğim şiirle, Adımı bilinmeyen yağmurların damlalarına yazacağım, Ne kadar yıldırım varsa toplayıp bulutlardan, Kartal gözlerinde bakacağım kente tepelerden, Siyah, beyaz fotoğraflardan çıkartıp anılarımı,,, Adımı uçurum kenarlarında açan çiçeklere yazacağım, Tüm sevda türkülerini toplayıp gönül bahçelerinden Elimde bir çomak, sevdamı tanımayan, Tüm kuşların yuvasını bozacağım, Bavulundan çıkartıp bozulmamış mavileri Yeniden, gökyüzüne salacağım, Ve Adımı benimle bilinen sevda türkülerine yazacağım, Kelebek, kelebek dokunup yalnızlık merdiveninden inenlere, Ay düşmesin diye kuşların kül renkli düşlerine, nihayet ben, Kendi yokuşlarımı tırmanırken genç, bekleyişler kulaklarıma Tozdan kaldırılmış cesetler taşırken, şahit olmasın ölümüme Mor renkleri erguvan ağaçları yırtıp yalnızlığını meçhul Anıt heykellerinin, sokak başlarına ejderha kesmiş korkuların Biyografisini kundaklayıp, Kendi ellerimle taşıyacağım cesedimi… Ve adımı serviler içinde Bir taşın üstüne yazacağım.. Bir dua etmeden geçenin, Gırtlağını sıkacağım…. Mesela yada mesela sız… Lütfi Kireçci |
Acı duyma frekansıma girmemeli ucuz müşteriler
Artık gökyüzü sağır, Hantal kuşlar biriktirmiyorum cebimde, Saldım gitti Akıp giden deli bir ırmağa ömrü Oturup çiçeklerin vitrininde Düşler kurmaktayım Uzunca zamanlara ait, Yaşamak Bavul dolusu resim iken Uzak diyarlara hükümlü Başımı ağrıtacak, Cümleler kurmaktayım şiir üstüne Bana bahşedilen yüzümün tuvaline, Hayat kendi fırça darbeleriyle, Yılların haritasını çizerken, Çamurdan yapılmış gövdemle, Bir idamlığın müebbet faslında, Sabrın ağlarına takılan bir yunus misali, Tekrar serbest bırakılmanın Hazzını yaşıyorum Artık tutsağım beynime… Bedenim özgür.. Dudaklarıma vurulan pranga kayıp, Konuşmak suç, susmak bana ayıp, Ne yapabilirim böyle başımı göklere uzatmadan Kendi kuytu yalnızlıklarıma mı çekileyim, Kalın kışlık paltoları giyip sırtıma, Üşüyen kelimelerden arındırıp beynimi, Esrarımı kucaklamayan yer çekimine karşı, Damarlarımda dolaşan ütopik sevdalar değil, Ben kendi bedenimle çıkmalıyım miting meydanlarına, En güzel yerinde koparsa kopsun, bu film, Drağmalardan kurtarmalıyım Yazdığım tüm didaktik şiirleri, Acı duyma frekansıma girmemeli ucuz müşteriler, Lütfi Kireçci |
Ağzımda narin bir kelebek ölüsü,
Tek tabancayım, Baruttan yapılmış bir öfke taşıyorum Öyle olur olmaz şeylerden korkmuyorum, Bütün dağlar benim, Şehir ürkütücü bir yalnızlığı yıkarken düşlerime Ağzımda narin bir kelebek ölüsü, Çığlıktan dudakları uçuklamış çocuklara Sığınak yüreğim, Birde başucumda Kerbela, Süt yerine kan içtiğim oluk Ah bedenim Bir dervişin halvet hallerine tutulmuş yangın. Çölde ceylan vurur terim Günüm düşmez güneşe, Ben bu ömrü nasıl sığdırırım Yusuf, suz kuyulara Bela Kaf dağını beklemez Ankalar düşerken yastık altlarına, Dudaklarıma payidar Bir ağ örmeliyim mağara önlerinden, Bıçaklarla yarılan tufanın ağzından Bir gül koparmalıyım sevgiliye Başucundayım, Kendini ölüme adamış adamların Ne yoksulluğa yerinmişler, Ne sevinmişler zenginliğe, Mertliği damıtarak Çiğdem görmemiş kentlere, Kanlı sınır boylarında Kaçırmamışlar uykularını, Şimdi çık Dağıstan’a, çeçenya dağlarına, En yüksek kayalarında Şamil’den utanıp uçmaz kartallar Siz şekerden tanrılarınızı yiyin hubelin torunları, Benim hüznüme, havada kuş Irmakta balık iştirak eder, Dağda kartal utanır benden Azıcık uzatsam korkularımı gölgeye, Denize at süren binlerce Fatih gelir kıbleden Ne zaman Kıblesiz bir rüzgâra takılsa gülüşlerim Ötüken’den Estergon’a Kürşad’lar dökülür yollara Doğunun feryadı yanan ırmaklar döker içimize, Keyfin estetiğinde kaburgaları kırılmış batı Ağzımın kıvrımlarının uzaklaştırılırken Hıra Mavi bir yalnızlık eşlik eder eşkıya yaralarıma. Uzun kâbuslar düşer ürkütülmüş sabahlarıma, Kim temizler alfabemi Uçurumlara miras kalmasından. Her yusufçuk masalından Mazbatamı aldığım günden beri, Gökler kurşun yarası, Barut kokusu yerler, Kaçıp giderken ceylanlar gözlerimden Bir muamma çığlığında Yüzüme patlayan menekşeler olmasa hani. Kirli bir zamanla hemhal oluşuma, Amele olur sadakatsizlik. Kaç duvar yıkarız böyle, Ekmek ve özgürlük kavgasında Sen adına ziyanı yok dersin, Ben nefes almadan seğirtirim zemheri işgaline. Martılar büyürken uzayan saçlarımda Başkaldırı şiirlerim nakarat olurken Yunus Emre dilli çocuklara. Göğsüme ürkütülmüş rüyalardan an gelir daralırım, Gömleğimin yakasına bağdaş kurup oturan haydutlarla savaşırım, Bu şehir ahalisinin efendileri kundaklarken soframızı, İn cin top oynar yağmurlarla kesilirken başımız Biz hala emr-i bil maruftayız Takarız yıldızları ahizesine göklerin. Asılmış bir adam silüyeti düşerken çatıların kefenlerine. Lütfi Kireçci |
Ah can …(2)
Ah can… Nasıl anlatsam sana Yaşadığım o cehennemi, Neler, neler gördüğümü, Nelerden neler çektiğimi Ah can… Nasıl anlatsam Nasıl anlatabilsem Günüme pranga vuran elleri Sorguda adam öldüren katilleri, Nasıl, nasıl anlatsam, O kalleş eylülleri, Ah can… Niçin arayıp sormaz oldun, Sende mi kapıldın anaforuna katil urganların Seninde mi takıldı saçlarına hain sonbahar, Seninde mi bakışların tutsak edildi güne, Seninde mi kesti yolunu taş duvar Bana gelmene engel mi var. Ah can… Sende mi tutsak oldun sevdana Sana damı bir yol çizdi süngüler, Zindanlara çıktımı bir gece yolun, Karanlık odalarda yapıldı mı sorgun. Ah can… Nerdesin, nerelerdesin Kötü şeyler geliyor aklıma Hiç bellimi olur o katil rüzgar Seninde saçlarına bir ölüm takar Çekip alır seni aramızdan Genç yaşta toprak olur can, Günü mızraklayıp güne ölüm ektiler Katil eylüller sana kefen biçtiler, Söyle can söyle Nerdesin Allah aşkına Kötü şeyler geliyor aklıma Bellimi olur o katil rüzgar Seninde saçlarına bir ölüm takar.. |
Ah can..!
Ah Can..! Hiç sormaz oldun halimi Epeydir gelmez oldu haberin Sağmısın, ölümüsün bilmiyorum Ah can..! Biliyor musun ne haldeyim Tepe taklak dünya beynimde Bağlar, bahçeler, köyler yok Gezip dolaştığımız o yerler Yüzdüğümüz o ırmaklar yok Yada erik çaldığımız o bahçeler O sarı saçlı kızlar yok O gülyüzlü nineler Ak saçlı dedeler yok Ah can..! NERDEYİM BİLİYORMUSUN YIRTIK BİR GÖKYÜZÜNÜNÜN KURŞUNLARLA ISLATILDIĞI KATİL BİR SONBAHARIN SAÇLARIMA TAKILDIĞI UZAK BİR YERMİŞ BURASI EYLÜLLERİN ADAM ASTIĞI Ah can..! Zaman yok Çok uzaklarda diyorlar Mavileri de silmiş süngüler Bu yüzden uçmaz olmuş kuşlar Söylemez olmuş beni türküler Bir varmış bir yokmuş ÖMRÜN EN GÜZEL ÇAĞI KANLI BİR SONBAHARMIŞ Ah can...! Bu yılda senden haber alamadım.. Bu sekizinci senemde Gelmez yarını beklerken hücremde Geçip gitti mevsimler Bir yarada sen açma sinemde Ah can..! Ya bir selam gönder Ya bir haber Kalkıp sana gelemiyorum.. Zincir, zincir ufuklar Ellerinde kanlı urganlar Şafakta adam asarlar Ağlamak nisan yağmuru değil gözlerimde Zamanın hükmü bu kurşunların ıslattığı Sevdamın içimi cehennem gibi yaktığı Geçilmez yollardan geçtim bir gece gülerek Yanaklarımda ölümün parlaklığı Alnımda duru şafakların aklığı Bir gökyüzü istiyorum, Süngülerin adam asmadığı Lütfi Kireçci |
Ah kim tutabilir beni, atım Burak
Ah kim tutabilir beni, atım Burak Gök gri küllerinden arındı, Silkelenip kuşlar döktü yeryüzüne, Karabasan düşler çoğaldı evlerin içinde, Komşudan komşuya gidemedi akıl, Yaya kaldı dostluklar insanın rıhtımında, ******* leylek boyu uzadı Sabahlar bir gül tedirginliğinde uyandı Her şey darmadağındı Güneş utancını gün boyu sakladı Gizlenip bulutlar içine Fırtınalı bir resim çoğaldı yüreklerde, Ürkeklik taştı yüzümüzün renginden, Çakıl taşları ayakkabı oldu ayağımıza, Felaketler çoğaldı parmak uçlarımızda Ay dökeriz sulara suni bir yakamoz olur, Kentleri taşırken cebimdeki erik ağacına, Akasyalar çiçek açar boynumun ağrıyan yanlarında, Bakır bir leğen içinde toplasam memleket türkülerini, Cesur savaşçılar dökülür ceketimin kol düğmelerinden, Yerde kan görsem üşürüm akşam olmaz gözlerimde, Tüm anıları dinamitliyorum göğüs kafesimde, Kötü şiirler yazıyorum, Yazdığım müsveddeleri yırtıp atıyorum, Gecenin kırıklarını topluyorum yüzümde Sabah aynalara baktığımda, Tekrar topluyorum müsveddeleri yerden, Yeniden yazıyorum bir şiiri binip imge atlarına, Ne varsa saldırıyorum aşka boyun eğmeyen, Bir kez olsun çıkmıyor ağzımdan diz çöken bir deve, Gemiler geçiyor saçlarımın üstünden beyaz yelkenlilerle, Felaket tacirliği yapmıyorum takvimlerden dökülen Cesetlere, kent intiharlarını artırırken soysuzlaşıyor insan, Adım sevda, yolum uzun, yolum sonsuzluğa, Ne yedi başlı ejderha tanırım, ne omuzlara düşen karga burun, Kırdım kaburgasını duvarların, bu sürekli hükmüm, Firavuna Musa olmaya gidiyorum, Kabile Habil, Ah kim tutabilir beni, atım Burak, Lütfi Kireçci |
Akıbetimiz taş kesilmiş kentlerde bavul dolusu resim
Burnumu üzerine düşen çığlıklardan koparıp Bir meydan kürsüsünden sesleniyorum intiharıma Akıbetimiz taş kesilmiş kentlerde bavul dolusu resim Ölüme tenzilat, Bir kravat tak diyor yakasız gömleğime Selimiye kışlasında kendini Tanrı sanan bir pervasız Bir devrin panoramasını çiziyor hafızama Acı duyan bir insan oluyor Duyma frekansımız Taş duvara çarpıyor sevda türküleri Bir yanımız taş kesilmiş kentlerde bavul dolusu resim Bir yanımız bant yayın yeşil vadilerden Saçlarımızda uzadı gecenin çığlıklarında Ve kimse duymadı tırnaklarımızın Nasıl uzadığını Şimdi zaman bir İstanbul vakti gıcırdar Taş basması düşlerimden Yasak artık Leylalar Tek bir Leyla’da mecnuna Beyaz bir gül sabahlar şimdi seherimden Dikenli bir akşam kopar mahmuzlarından Kayar bir yıldız gibi öksüz anılarıma İz süren bir avcı estetiğinde gözlerim Evet, acının tarifini yapabilirim Müsvette şiirlere Belki biraz daha genişletmeye mahpesi Burnumun ucundan Güzel sözü de tarif etmek isterdim Sözü bilmeyenlere Hep kin olmadı elbet benim lügatimde Yunus’ça da sevdim ezelden ebede gülleri Ama oldum olası sevmedim Şu Neron yalnızlığı dökülen mahpesleri Ve ne zor şeymiş tanıdık bir yüzde görmek İhaneti brütüsten Artık ölümünü bekliyorum dostlarımın Ve belki bu yüzden unuttum Yalnız cesur olmayı Burnumu üzerine düşen çığlıklardan koparıp Bir meydan kürsüsünden sesleniyorum intiharıma Akıbetimiz taş kesilmiş kentlerde bavul dolusu resim Lütfi Kireçci |
Akrebin nikahını bozup yelkovandan
Bitmez sanılan muammalı bir dekordur hayat, Sukutun penceresinden kafayı dışarı uzatıp, Neler oluyor yahu demek de değildir hayat… Yazılması oldukça zor bir şiire başlıyorum, Ismarlama tebessümleri silip çehremden, Evlerin bacasından içeri girmiş yıldırımlara Yaslıyorum omuzlarımı, Usul, usul ıslatıyor yanaklarımı güz yağmurları, Ve ben kendi aklımla firariyim bedenimden, Teslimiyet ıspanak fiyatına satılmıyor yüreğimde, Bayrağımın renginde bir kefen düşlüyorum, Ömrün jübilesine, son veda törenimde… Bir nazlı ceylanın iki kaşı arasında, yanan Kırmızı yeşil lambada, trafik akışımıdır zaman, Ahlarda…inleyip, vahlarda konaklamak mıdır hayat, Şimdi kalkıyor uçağınız amazondan, Çocuklar uçurtmalarınızı hazırlayın, Bavullarınıza yerleştirin en tatlı anılarınızı Kör bir inatla kesin dudaklarınızı, Fırtınalı şarkılarla boyayıp ayaklarınızı, Kirletmeyin, kendi duvarlarınızla örün, Sevginin kırılgan aynalarını Gururun tepesinde alnıma yıldızlar dökerken gökyüzü, Namluya sürdüğüm binlerce direniş şiiri beklerken tetikde, Akrebin nikahını bozup yelkovandan, kimsecikler duymadan, Neler uydursak mazeretlerimize, her şarkının notası noksan Diyerek, şeytanının saksofon çalışına tamburayla iştirak etmek midir, Ağrılarımıza tuz basarak iradesiz kabullerimizde uzatmalı zaman mıdır hayat Sınıf arkadaşlarımızın çatık kaşlarında hazine aramak mıdır hayat, Bir cellat satırının boynumuza inmesini beklerken geçen anımıdır hayat Nasıl çatlar toprakta tohum, Dilini yutan fil, kendini sokan arı, Gece altına kaçıran çocuk, toprağa girmek istemeyen ölü, ölüyü bekleyen böceklerin düşü, Bir mezarcının duası, “Allah’ım hayırlı işler nasip eyle’ bir bombanın tepesine Düşmesini bekleyen hiçbir şeyden habersiz çocuk, gıyabında yas tuttuğumuz Sevinçlerin logaritması, Vuslatı olmayan vedalar mıdır hayat…HAYAT NEDİR… İncir yaprağına bürünüp çarşı Pazar gezmek midir sokaklarda, Yada kafayı koyup yastığa, bir harp kahramanı mı olmaktır.. Hayat bir marangozun elinden çıkan tahta tabut içinde mi başlar, Karanlık bir odadan cehennemi görerek ağlamakla mı başlar….. ŞAİR SEN NE DERSEN DE HERKES KENDİ HAYATINI YAŞAR, ANLATTIĞIN HERKESİN ANLADIĞI KADARLA BAŞLAR… Lütfi Kireçci |
Asr-ı saadetten bir gül düştü sehpaya Adı hubeyb
Senin boynuna takılan halka Miracındır Hakka Asr-ı saadetten bir gül düştü sehpaya Adı hubeyb Ashabı suffadan, kur-an öğreticisi hafız. Sehpada ilk Müslüman… İki rekat namaz Ondan bize kalan ………………………………… Hile ile pusuya düşürülüp öldürülen On Müslüman Ashabı suffadan… Bir yüzü insan Diğer yüzü şeytan Geldi huzura üç beş adam, Dediler bize öğretin kur-an Çıktılar yola, Başlarına gelecek şeyden habersiz İslamı öğretmekse bir heyecan, Geldiler “reci”denilen yere Karşılarında iki yüz çete Tepeden tırnağa kuşanmışlar pusatları Beyinlerinde ebu cehil putları, Mekkeli müşriklere para karşılığında Satmışlar Müslümanları, Ancak kafile başı Müslümanların asim Müminleri müşriklere edemeyiz dedi teslim, Sizi öldürmeyeceğiz sözlerine inandı zeyd ve hubeyb Teslim oldular, bağlandılar, Mekke müşriklerine satıldılar. Asim ve arkadaşları şehit edildiler, Asımın kafasını istedilerse de müşrikler, Arılar ordusu üşüştü cesedin üstüne, Kimse yaklaşamadı şehide Kafirler sordu zeyde Hayatını bağışlayalım bedeli muhammedin kafası Olmaz dedi zeyd.. diken bile batmasın onun ayağına Ben dedi..ölürüm onun yoluna Acımasız bir şekilde katledildi zeyd.. ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, ,,,,,,,,,, gri bulutlar çöktü Mekke dağlarına, kuşlar çaresizliğin adresinde uçup durdular, ağlamayı kesmedi gün boyu kundakta çocuklar, güneş gün boyu mızraklarını hazırlayıp durdu lakin, kargalar meclisinden darağacına çıktı hüküm, bir şizofren insanlar topluluğu yüzlerinde dolaşan bir istihza nöbetine sığınak bulamazken, kurulan dar ağacında bir sahabe adı Hubeyb izin isteyip kıldı iki rekat namaz, boynunda ip celladı cehiller, ah cehiller bilselerdi ki boynuna takılan halka MİRACINDIR HAKKA Dininden dön dediler, Ve şunları söyledi HUBEYB “ben Allah yolunda Müslüman olarak öldürülürken canıma ne suretle kıyılacağına ehemmiyet vermem, benim ölümüm hak teala uğrunadır ve o dilerse benim tarumar olan vücudumu mübarek kılar…” Kuran öğretmeye giderken çıktı sehpaya Selam verdi resulü Kibriya’ya Ve aleykümselam dedi resul… Ve ekledi.. HUBEYBİ ASTILAR…………………………………….! SENİ VE SANA ZULMEDENLERİ UNUTMADIK UNUTMAYACAĞIZ, UNUTTURMAYACAĞIZ, TEŞHİR EDECEĞİZ,,,NESİLDEN NESİLE ANLATACAĞIZ… SENİ UNUTMAK TÜKENMEKTİR..YA HUBEYB (R.A) .................................................. .............................................. Lütfi Kireçci |
Aptalca bir uyku var ayaklarıma bağladığım
Bir ömrü nasıl sığdırdık istiridye kabuğuna, Kaplumbağa sırtında Geçti yıllar Zulüm çemberinde Hangi dağa tırmansak Ayağımızın altında sehpa, Geçiyoruz insan tarlasından Diz boyu kan, Ah bir anlatabilsem, Kimler karşılar beni Kerbela yollarında, Çiçeklere korku düşer vefasız Leylalardan Damların ucuna düşer kâinat, Marifet buysa, Karanlığa iz bırakıp geçer salyangoz. Kürtaj edilir gökyüzü yıldızlardan, Dikkat kuluçka dönemindedir, Apoletleri sökülmüş gün. Ya başınızı bir çıkarın kumdan, Deve kuşu olmadığınızı anlayın en azından. Kayıt mı var, Resminiz çerçeve içinde asılacak duvara, Sanki hiç girmeyeceksiniz la, la da deseniz mezara. Şimdi yıldızlar bir kıyamet vaktine hazırlıyor gözlerimi, Bir ayağım çakal pususunda, diğerini sakladım utancımdan. Hangi bahara uzansam, zemheriye vidalanır güvercin yanım. Ve ben hep böyle dağılmışsam uçurumlara, Üstelik birde sevdalıysam Hıra yalnızlığı kuşanmış zamanlara, Ah kim tutabilir beni atam oğuz kağan Kılıcım Seyfullahtan Atımın tozları hantal bir zamana sancı, Yıldırımlar cinayetleri dahada aydınlatsın Mezar taşlarından. Her şey silinse de korkular silinmez kayıtlardan Buhranlı vakitlerinde Kuşların duvara çarptığı zamanlardan. Aptalca bir uyku var ayaklarıma bağladığım. Arsız bir isyan demleniyor sağ yanımda Ölümü kucaklamalıyım artık Çeçenya göklerinden çekilirken mavi ter, Beni kahreden Nabız atışlarımda bereketsiz bir kirpi kımıldaması, Alnımın ortasına düşen bir Rus füzesi, “Hasretle kucaklıyorum tüm dostları” Sen çırpınadur Karadeniz, Mahşere gözüm bağlı gitmeyeceğim, Bütün şifalı tebessümleri kondurup ağzımın kıvrımlarına, Gidiyorum, Dağlarda barut kokuları çiçek açıncaya dek. Lütfi Kireçci |
Ateşi nemrut yakmasın sevdamızı
Bir vaveyla kopar İnsanın rıhtımından Uzaklaşır kelebekler Belki kendini bulursun Sefil çocukların Ekmek bulamazlığında Toprağa yansıyan gölgenle Takaslanır bedenin Bütün şehir Korkuyu içerken Sırları dökülmüş aynalarda Kendi hüzünlerini imal eden Adamlar çoğalır Zulmün balyozları şakağıma inerken Bulutlar yağmuru çeker gözlerimden, Uzaklar bir leyladır Vefasızlıktan yana Yanardağlar patlar Direncime sarılan zincirlerde, Hallacın öfkesinde Çürür mahkûmluk, Hangi dağı koparsam Saçlarından cellâdın, Peşime düşmüş firavun olur Nil Musa’sını arayıp durur Dicle düşlerinden düşer çığlıkların, Fırat kerbela toplar hüzünlerine, Göklere akar gider Sakarya Öfke ufukları açarya, Tunçtan bakırdan çığlıkların Yunus gökte ararya Ustasını yıldızların, Kalk bire ceylan gözlüm Umut yüklenelim dağlardan, Ateşi nemrut yakmasın sevdamızı, Lütfi Kireçci |
Ateşleri üşütmeyelim yeter.
Ateşleri üşütmeyelim yeter. Gökyüzü mavisine Yapıştırılmış gibiydi martılar İhtilal görmüş bir akşam vuslatı, Dökülüyordu Marmara’ya, Evlere çekiliyorduk eski otobüslerin içinde, Mülteci bir yalnızlığı iade edip Geçmiş zaman kiplerine, Gece ışığını kesiyor saçlarımızdan, Daha da siyah sakalımız, Kov beni diyorum ey fecri hayal Kov beni çocukluğumun mavi cennetinden Fiyakalı fotoğrafları çıkarıp albümlerden Basmakalıp ciltlerden hüznümü, İkinci bahar beklemiyorum Bedenimi eskiten Eskici mevsimlerden, İmgelerle yaşıyoruz mahşeri Akrep çukurunda ararken beynimizi, Zaman dudaklarımıza sıkıştırılmış bir tabut, Kefen yok, İçinde upuzun yatan kar gülleri Anlatması kolay değil Yunus dilinden şiirleri Yıldızları fakir bir akşam Dökerken üstümüze gürültüleri Kalk gidelim yağmur ıslatmadan caddeleri, Gök üstümüze dökmeden taze ölüleri Oturup evlerin bacalarını koruyalım yıldırımlardan Asmaların pirlere üzüm verdiği zamanlarda, Hasan Hüseyin’e cennet meyveleri ikram ettiğinde Cebrail Tüm melekler siyah bir çul giymişlerdi hani, Üstündeki gömleğini bir fakire verip Siyah bir çul giyince üstüne Ebubekir… Süt yerine kan akarken bebeklerin dudaklarındaki susuzluğa Ah kerbela… Bela mı bela, gitti canlar canı, gönüller sultanı, Gayrı dayanamam cellâtların ayaklarına kaldırım taşı olmaktan, Uzatıp boynumu pamuktan ipliklere pasaport alamam bedenime, Deliksiz uykularından uyan koş pencereye bak kızıl kıyamet, Şehrin üstünde boşlukta duruyor mezar taşları Gece kan pelteleşiyor damarlarımızda, İmgelerle yaşadığımız hayat ne Fırat’tır ne de NİL GÖNÜL CEMREMİZE DÜŞEN TUR DAĞINDAN BİR KANDİL… ATEŞLERİ ÜŞÜTMEYELİM YETER. Lütfi Kireçci |
Ayrılıktan anlamam
Ayrılıktan anlamam, Hasta iklimlerin yaslı penceresinden Arşa başımı çıkarsam Biliyorum, Ağ örmeyi unutmuş mağara önünde örümcekler Sırra kadem basmış ebabiller çekilip gökyüzünden, Yangın düşmüş her yüreğe fecr-i kabirden Yakılmış kentlerin dumanından, külünden, Çölde ayak izlerini öper sana geliriz. Kış yanar içimde, Cehennem yontulur düşlerimden Tabutlara yolculuk düşer, Takvimlere telaş Tut ki cesetlerimiz kıymıklanırken cellâtların dişlerinde, Bir devrimdir seni tanımak kuduran batının ensesinde Kalem susar dil susar Çölde yürümeyi unutur karınca, Dalgaların ölümsüz bal tadıyla kıyılara vurunca, Gökte Zühal yıldızı, Hekim olur dermansız dertlerimize. Kavgalar biter, kasvet gider, İkbal kıblesi sultanım, efendim Kaçtım süfli saraylardan, Şems’in güneşinde sana geldim. Gökkuşağından mülteci, Göğsümden uçarken güvercinler, İmbatlara sarıldım, Merdiven dayarken evlerin çatısından aya Maviler merasim taburunda geçer, Nil yüzünde Musa’nın. Şahmeran seni bekler evrenin susuzluğunda mağarada Hazan düşer baharlara Hüzün mevsimi konaklarken Meryem’in yüreğinde. Yanar yüreklerde Kerbela Cesurca bir yalnızlığa itilir çaresizlik Lütfi Kireçci |
Bağdat hurmalarının tadında soframıza düşmüyor elbet İLKLERİN TELAŞI
Yılanlarla dolu bir çöl, Ve yılanlar soyundan bir döl Meşhur sütlaç gitmemiş kurşun yarasından içeri Siparişlerde Kızılhaç olsa gerek, adreste yerini bulamayan mermi Tır şoförlerine takılmış ambulans dolusu resimsiz ölü Göçmen kuşlar bile değiştirdi yolu Kan ve barut kokusu Gözlerde büyüyen dehşet, Gözlerden içeri süzülen vahşet Acemi bir ressamın tablosundan dökülmüş Fasulye bitmez kentler sendromu Uzaktan çıngıraklı köyün çobanı kaval çalıyor Gergedan sırtında dört mevsim hamam yapıyor Sütlacın içine düşmüş haçlı yavrusu Al yemen senin, Şam tatlısı, güllaç senin Çık kafamın üstündeki dağlara tepin Ne Karun çıkar yoluna, nede kayser Firavunlarınla defol ebrehe ordusu kel başında bulaşıklarını yıkar elbet Kutsal Kudüs Bir mercimek çorbasına yaya kalırsın, ayda Fazla çıkma yukarı başın çarpar miraca Adına ya uzay taşı dersin, yada meteor Filistin ne yana düşer, kıble ne yana Haydi sor, şimdi sor,hemen sor..! Durup dururken, birden, aniden, yani Hiçbir sebep yokken, üstelik kimse Böyle şeyler düşünmeye zorlamamışken Biranda daldım gayya kuyularının kenarında Ellerim kaldı Eksik bıraktığımız bir türküde İlklerin telaşı kaldı Şimdi çöl ortasında yatıyorum.. göğsümün üstünde Kocaman bir taş Haydi tekrarla kim verir sana bir kaşık aş Yeniden keşfediyorum, göğsünde taş çatlayan insanın telaşını Mavzerle mi vursam, yoksa uzun namlulu tüfeklerle mi Vurdum duymazlığımızın üstüne gece çullanan tembel bastıları delik olmayan ceplerimizde taşıdığımız eksik günün kazancından biriktirdiğimiz cesetler Ne diye saçlarımızı tararız uzunca baharlara İşimiz bu bizim, ziyaret etmek dua etmek yatırlara Dibi delinmiş gökyüzü kazanından başımıza Murdar et parçaları yağacak Düşmezse içimize ilklerin telaşı Ayağımızın altından bir şeyler kayacak Ah ile vah ile geçti her dem şu genç ömrümüz Hani galu belada verilmiş sözümüz Unuttunuz mu yoksa Bu akşam saat onikiden sonra Yeni bir dizi başlıyor “ilklerin telaşı” başrollerde NAS ya güneşin doğuşunu seyret otur biraz efkarlan, bir sigara yak falan yada tekbir üstüne tekbir SIĞIN YARADANA Var mı oradan öte bir YOL… ………………………bir sabah namazı sonrası tamamlanan şiir 13 mayıs -05-13 2006- vay be kaç yıl olmuş Adnan menderes’i gördüğüme Üstü açık siyah bir mersedesle geçiyordu caddeden Kırmızı güller, çiçekler atılıyordu, Halk coşkuyla selamlıyordu… Ne kadar zaman geçti aradan bilemiyorum… Aklımda kalan yağmur yağıyordu..mahlede Adnan menderes asılıyordu o gece Ve gitgide çoğaldı sehpalar.. Hangi marangoz inşa etti acaba üç ayağı Boynundaki ipte kimlerin emeği vardır kim bilir Adana’da yazıda pamuk toplayan bir kızın Topladığı pamuktan yapılmadı mı yağlı urgan Dokuz ilmek düştü bizim payımıza da bu yaşantıda Dokuzlara gark olduk, dokuzlar olduk o anda Dokuz eve dokuz tabut girdi, yıkıldı ocaklar Git bak mezar taşlarının üstüne bırakılan Saçlara, güller açtı dokuz mevsim dokuz gece Belki on dokuz..belki ne kadar... Karar verdim bir gün eğer ölürsem, Yada bir kahpe kurşun adres gösterirse Mecburi ikametgahıma Toprağıma mutlak dokuzların mezarından toprak atıla Dokuz gül mezarımın üstünde açıla Kalın sağlıcakla..tarih attık şiir bitti diye Ama bitmedi bitmiyor işte..buda bize ALLAH’tan HEDİYE Lütfi Kireçci |
Bakır tenli adamlar geçer Yusuf masalından
Geçiyorum Fırat’tan Dicle’den Ay koynumda gümüşten muska Nil bekler beni asasında Musa’nın. Peşimde akrep aşireti firavun. Zamanı durdurduk, Miraç ağzımda aşk ateşi. Köprülerin öbür yanı baharken, Kışlara konakladık hoş geldin ölüm. Taze bir ekmek kokusunda, Başlar hayat. Karınca yuvasından dağılır Başsız insanlar, Paslanmış bir yangını üşütür Yüreğimizde Marmara, Vapur ıslıklarında büyür Martıların gagası güne. Her şey normal seyrinde Harbiye’den Taksim’e Bütün sözcükler yaşlanır oysa Gün batımlarında Üsküdar’da. Karacaahmet’e matem çökerken Terkedilmiş hüzünlerden. Hoşgörülü bir sabah düşer Garlara, otogarlara, limanlara. Aranan kan bulunmuştur Yazgılara, son baharlara, Limon kabuğundan Adamlar dökülür sokaklara, Göğün sancısı çöker boynuma, Bakır tenli adamlar geçer Yusuf masalından, Züleyha düşer hüzün sürülmüş ay’dan ay’a. Bağrımda öpüşürken intiharlar her zemheri vaktinde. Bütün ölülerini alnıma yıkar esmer akan bir nehir. Tebessüm tecrit edilir yüzümün aksesuarından. Bir vaveyla kopar şah damarımdan, Kişneyen atlarımı salarım ağzımdan Kırlangıçların vurulduğu ana. Hıra’ya yaslarım başımı, Çürüyen bir yalnızlık istimlâk eder dağılan saçlarımı. Bütün sevinçleri toplarım umuda yelken açmış, Çocukların kalbine. Fırat benim için aksın Benden doğup bana dökülsün Dicle Tüm maceralarında, Beynimin her zerresinde, Totemlerden kurtulmuş bir Nil aksın yüreğimde. Bir ürperti olmasın Sakarya gözkapaklarımda, Anadolu oğuz soyundan bir efsane belleklerime, Tanrı dağlarında gök daha yakınken gözlerime, Kandilleri üşümüş bir kentte ikamet ediyor bedenim. İbrahim’i ateşe atan bir soy var kale kapılarında, Bir Ulubatlı Hasan’ım oysa ben kale burçlarında. Şimdi bir liman arıyorum, Korkularıma sığınak, Yakamoz düşer mi bilmem ay ışığından gözlerime. Sahile vurmayan cesetleri bekliyorum her med-cezirde Zulüm dağları sarmıştır çiçek açmadan erik ağaçları Aşkı öldürebilirsiniz deniz boyuna ulaştığınızda |
Balistik raporlarda Yusuf’un kanlı gömleği
Balistik raporlarda Yusuf’un kanlı gömleği Cesetler el sallamaz elbet, Hain tortusuna batmış zulmün saraylarında Tabutlarım hatırlanmıyor, Kâşifler mülteci olmasın bu diyardan, Kanımın mürekkebi duvarlara muska, Bize yaslanacak İntihar provasında uçan kuşlar. Yarının kaygısı hükmetmeden şafaklarınıza Kuruyan dalların ucunda hayat, Fazla uzamaz geceye, Gecenin boynu eğri durur, Yıldızlar tartar karanlığı, Mahzun uçar karanlıkta kuşlar, Nadaslıdır beyinleri Karanlığın editoryasında eylülizm. Baharda erozyona uğrayıp dönerler inlerine, Eşkıya bir şehirdir zaman Irmakları gözlerimizde Aynı sarnıçta düş görmek istemem Ölü bir balığın karnına düşerken deniz fenerim. Kılavuzum İnsan çığlıkları bir perde ötesi, Yada bir katil duvar, Ağzımın kıvrımlarında keklik arıyor akbabalar, Dilim bir dinozoru sokar, Öyleyse korkuları dolduruyorum sevincin sapanına, Fırlatıyorum, Gemilerin urganda battığı limanlara Şimdi postalsız bir günün içindeyim, Ah merhaba yeniden Eminönü Merhaba taksim, Galata kulesi merhaba, Merhaba sabahın balıkçılları, selam Üsküdar Güvercinler cami duvarlarından getiriyorlar anılarımı, Kuşlara yem satan kadın hala buralardamısın, Şimşek parıltılarını Otobüs duraklarına bıraktığımız günlerden beri, Kılcal damarlarımızda bir gergedan koşuyor Ayakkabımın tozun silmeye çalışıyorum, Ve bağlarını sıkıca bağlamaya Bir garda, bir tren istasyonundayım, Yada bir cadde düşüyor çaresizliğimi paylaşmaya, Biliyorum peşimde dolaşan bir kuzu sürüsü Elinde kaval çalan bir çoban değil, Gökyüzü kurşun Yer yargıç, Sokaklar şahit, Balistik raporlarda Yusuf’un kanlı gömleği Patronu kim bu öfkeli kan denizinin Adam denizde boğuluyor Kıyıda bir yığın insan Seyrediyor, Kimse yüzme bilmiyor, Herkes bağırıyor, “adam boğuluyor” “adam boğuluyor” Yüzme bilenler unutuyor yüzmeyi, Herkes bir diğerinden kahramanlık bekliyor Deniz vazifesini yapıyor Adam boğuluyor, Deniz sağ alıp ölü teslim ediyor emanetini, İşte bunun gibi dün teslim alınan emanetler yok Şimdi gözyaşlarımdan dışarı fırlıyor kocaman adamlar Sırra kadem basıyor eşkıya hikâyelerinin sır olduğu yerler Lütfi Kireçci |
Başka türlü açmıyor ZEMHERİDE ÇİÇEKLER
Başka türlü açmıyor ZEMHERİDE ÇİÇEKLER Sayfalar dolusu çığlıksız kuşlar toplarım Şiirlere, Düş merdivenlerinden çıkıp gökyüzüne, Seyrederim âlemi, Âlem seyreder beni, Âlem görmez, Gönül cemreme düşen son iklimi Eski fotoğraflarda bıraktık bavul dolusu korkuları, Koşup her zemherinin ardından ölümle nişanlandık, Göçebe bulutlar ikamet ederken şimdi saçlarımızda, İdam mangası eski ölülerle dolaşır damarlarımızda, Dili çözülmez akşamların, Sabah ezanları tanıktır, iplere, Güneş doğarken adam asmazlar, Martılarını kaybeden denizler çoğalır gözlerimizde, Sabah gökyüzünü kuşlarım yanan bir şehrin küllerinden, Her tebessüm beni doğurur sancılara, Taammüden suç işleriz rüzgârın dağlardan inişine, Sol yanımız firaktır bedenimizden Erken kurarız akşamın çatılarını gökyüzüne, Ömür sarışın bir türkü gibi çarpar yüzümüze, Gurbeti eskitiriz kanaviçe mendil içinde, Uzaklaşıp giden bir trene el sallamak, Şimdi eleğim sağmalardan geçirdiğimiz zaman. Serin gölgeler ararız kırbaçlanmaktan arı, Bir hamaset destanı olur kurduğumuz düşler, Bazen bulutlardan çıkarız yukarı, Yağmur suları arıtmaz yüzümüzde çoğalan Tembel hayatları. Unutuyoruz köprü altlarından Sulara bırakılmış günahları Tek suçlu gürültüleri besleyen sessiz kent değil elbet, Ellerimde çoğalan yarasalar Güneş doğuncaya kadardır hükmü, Ve kardan adamlar çıkıp gelir temmuz ortası, Vurarak göz damlalarına düşmüş yakamozları, Artık şiirleri alt yazı geçerek anlatmam gerekiyor İmge salıncağa binmiş şişman bir çocuk, Lirik uymuyor sakalıma düşmüş martıların rengine, Kafiyelere, hecelere uymuyor yaşama modelim, Esaret çıkarıyor parmak uçlarımdan serbestliği, Didaktik şiirle törpülüyorum ucu keskin kelimeleri, Başka türlü açmıyor ZEMHERİDE ÇİÇEKLER Lütfi Kireçci |
Ben bir güneşim, ben bir körebe
Ben bir güneşim, ben bir körebe Ağacın dallarına asılı kaldı üşümek, Ürpertilerden bir ses yükseldi dağa Çınar altına adres, bereketli topraktan, Boynumun borcu olsa gerek uykusuz atlara binmek Paslı çiviler üstünde kaçarken hayattan. Elveda demeden ceylanların ürkek vakitlerine Oysa vefa tarlasından geçerken vurdular düşlerimizi Göklerde akan bir nehir çakıllarını dökerken üstümüze Yıllardır aczin kahrına düşen yıldızları topluyoruz göklerden, Alçalınca sular dinamitlemek için mahzun duruşunu sevdanın Şimdi zaman saçlarıma kar yağdıran mevsim Cephede yüzünü kaybetmiş askerler topluyorum evlere, Şah damarımda ateşlere abanıyor kırlangıçlar, Nehirler akmaya hazırlarken çocukları gözlerimden. İhtimal ki bu akşam bütün bıçakları saplayacağım gökyüzüne Bir tabutluk hayat kurtarıp kendime, yılanlar kuyusundan Hüzün madalyası takacağım sağ omzuma, Derisi yüzülmüş mavilerden. Oturup seyre dalacağım kentleri uzaktan, Nevrozlu kuşlar geçerken gece açmış güllerden, Haykırışlar duyacağım akşamın ölü saatlerine mıknatıslı, Ay büyüyüp düşecek tutsaklar kuyusuna Devlerin martı kanatlarına iltica ettiği küskün bir mahşerde, Uykularını çarmıha germiş adamlar yükselecek miraca Sağ omzumdan kalkıp yürüyecek Sakarya, Sol omzumda operaya düşmemiş Dicle ve Fırat öfkesi, Fark etmez damarlarımdan çekilirken prangalı yokuşlar, Hasretin eflatun çiçekler açtığı yere yöneliyorum Mekke dağlarına, Tenha bir çeşmede okyanus dolduruyorum yüreğime, Örümceklerin ağ ördüğü yerdeyim, doğru yerdeyim Başımı gövdemden ayırmak isteyen cellâtlara sarhoş kuşlar bırakıyorum, Kenti uzaktan seyrediyorum, ölü külleri savruluyor evlerin içine, Nasıl uzatsak boylarını fırtınaların yastık altlarından gökkuşağına. Urganlar kesmez yolumu, havlayan köpekler, kediler, fareler Upuzun dağlar yüreğime sığmadığını söylemesinler, Gemiler intihar mavisiyle seyrederken ufukları gözlerimin mavisinde, Sabaha çok yok uyanın mahmur uykularınızdan çocuklar Önüm, arkam sağım solum sobe, ben bir güneşim, ben bir körebe, Lütfi Kireçci |
Ben bir güneşim, ben bir körebe
Ben bir güneşim, ben bir körebe Ağacın dallarına asılı kaldı üşümek, Ürpertilerden bir ses yükseldi dağa Çınar altına adres, bereketli topraktan, Boynumun borcu olsa gerek uykusuz atlara binmek Paslı çiviler üstünde kaçarken hayattan. Elveda demeden ceylanların ürkek vakitlerine Oysa vefa tarlasından geçerken vurdular düşlerimizi Göklerde akan bir nehir çakıllarını dökerken üstümüze Yıllardır aczin kahrına düşen yıldızları topluyoruz göklerden, Alçalınca sular dinamitlemek için mahzun duruşunu sevdanın Şimdi zaman saçlarıma kar yağdıran mevsim Cephede yüzünü kaybetmiş askerler topluyorum evlere, Şah damarımda ateşlere abanıyor kırlangıçlar, Nehirler akmaya hazırlarken çocukları gözlerimden. İhtimal ki bu akşam bütün bıçakları saplayacağım gökyüzüne Bir tabutluk hayat kurtarıp kendime, yılanlar kuyusundan Hüzün madalyası takacağım sağ omzuma, Derisi yüzülmüş mavilerden. Oturup seyre dalacağım kentleri uzaktan, Nevrozlu kuşlar geçerken gece açmış güllerden, Haykırışlar duyacağım akşamın ölü saatlerine mıknatıslı, Ay büyüyüp düşecek tutsaklar kuyusuna Devlerin martı kanatlarına iltica ettiği küskün bir mahşerde, Uykularını çarmıha germiş adamlar yükselecek miraca Sağ omzumdan kalkıp yürüyecek Sakarya, Sol omzumda operaya düşmemiş Dicle ve Fırat öfkesi, Fark etmez damarlarımdan çekilirken prangalı yokuşlar, Hasretin eflatun çiçekler açtığı yere yöneliyorum Mekke dağlarına, Tenha bir çeşmede okyanus dolduruyorum yüreğime, Örümceklerin ağ ördüğü yerdeyim, doğru yerdeyim Başımı gövdemden ayırmak isteyen cellâtlara sarhoş kuşlar bırakıyorum, Kenti uzaktan seyrediyorum, ölü külleri savruluyor evlerin içine, Nasıl uzatsak boylarını fırtınaların yastık altlarından gökkuşağına. Urganlar kesmez yolumu, havlayan köpekler, kediler, fareler Upuzun dağlar yüreğime sığmadığını söylemesinler, Gemiler intihar mavisiyle seyrederken ufukları gözlerimin mavisinde, Sabaha çok yok uyanın mahmur uykularınızdan çocuklar Önüm, arkam sağım solum sobe, ben bir güneşim, ben bir körebe, Lütfi Kireçci |
Beklenen yolcu açtı heybesini açmasına ya
Bir insandı, gurbet durağına adını yazdıran geceden Öncesi yoktu, çocuk yüzlerinde aradığı, ihmalkar bir tebessümdü Gemiler nedense hep geç gelen yolcularla doluydu Fırtınadan yüzlerini epey bir zaman gizledi Bir insandı uzak diyarları getirmişti heybesinde Aradığı şeyleri henüz bulamamıştı, döktü içindeki gülleri caddelere Kim bu deli adam der gibi birini aradı, boşluğun adresinde kalmış gözler Duvarlara yağmurla gelen adamların resmini çizdiler Zaten kapalıydı hava, soğuktu, ve üstelik insanlar böyle şeylere alışkın değildi Tuhaf,tuhaf bakıyorlardı yerlere dökülen farelere Adam heybesinden çıkarmıştı bunları, şimdide çıkardı kedileri döktü yerlere Pencereden aşağı sabah sofrasını silkeleyen bir yaşlı nine gördü bunları Amanın komşular dedi; gelin şöyle bir bakın hele, Onun gördüğünü görmedi komşular, tekrarlanmadı bu sahne Kapı çalındı, anne feryat etti, koştu kapıya, oğlu askerden gelmişti kadının Hasretle sarıldı boynuna oğlunun, oğlum dedi usulca Dün ninen bir karışık rüya görmüştü, bizde iyice meraklandık..hayırlara yorduk, Adam heybesiyle geldi yolun ortasına açtı heybesini Minik, minik minyatür adamlar döküldü caddelere, Alel acele topladılar bir kapı büyüklüğünde ellerini Kayboldular, yalnız kentin, kuş sessizliğinde, üzerlerinde koyu kestane renkli elbiseleri vardı, onları çıkardılar düşlerinden, yalnız fareler kaldı, birde kediler İnsanın durağına park etmişti, heybesinde getirdiği fırtınaları yolcu Aslında heybesi akrep doluydu, kafasından atamadığı mutlak korkuydu Yalın ayak basmamalıydı yere, yer akrep kaynıyordu Adam mutlak korkuyla akreplerin kuyruğuna basmamaya çalışıyordu İrkildi, durmayın dedi durmayın vurun beni ağır cesetlerle İhaneti hiç bilmedi, dilinde şişen baloncuklara aldırmadı Plastik leğenlerde çamaşır yıkamayı bilen kızlar, Nasip deyip iyice yıkadılar siyah renkli elbiseleri İnsanın gurbetine yalnızlığı inşa etmeye başladı adam Heybesinde daha epey bir şeyler vardı, onları da çıkardı bir,bir Kaygılar tepesinden çıkardığı ciğerlerine Derin bir ırgat nefesiyle çektiği sigara dumanlarını doldurarak Başladı inşaata, birinci kata, önceden saldığı fareleri koydu İkinci kata kedileri, derken üçüncü kata çıktı bir şey bulamadı adam Yüzme bilmeyen minyatür adamlar çıkageldi hırçın ve öfkeli Burası da bize siper olsun dediler, vurdular kazmayı suya Bir palyaço kıyafetiyle dördüncü katı inşa etti akrepler Ve insanın gurbetine, av avcı, çeşit her çeşit ve ihanet vede intihar Çimentosuna su katılarak sertleştirildi iyice, ve üstüne unutkanlık suyu döküldü Adam heybesine kuşlar koysaydı ya, güvercinler, sığırcıklar ve hatta kargalar Ama dökemezdi onları yere, heybenin ağzından uçarlardı sonsuzluğa Ve dahi konuşmayı da bilmezlerdi üstelik,insanın gurbetine ne kadar yabancıydılar Çocukken vurduğu kertenkeleler, başını kör bir bıçakla düşürdüğü kuşlar Geliyordu adamın gözlerindeki son gurbete Ve adam neden sonra heybesini bir sopanın ucuna, onuda sırtına vurdu Vazgeçti birden, kuş sürülerini bahara eklemek geldi içinden Balık tuttu kedilere nehirden, saldı fareleri ait oluğu yere Ve çıkardı düşlerinden minyatür adamları, ve kapıdan iri ellerini de iade ederek Ayağına giydi köyden getirdiği yemenilerini, ve usulca akreplerin kuyruğuna Basmadan terk etti insanın kıyısına yerleştirilmiş tüm mayınlara da Basmamaya gayret gösterdi. İki uçurum arasında yeşil bir vadide, Kurtların ulumasına henüz üç ay varken: Adam üç ayları köyünde tutmaya karar verdi Köyün uzak bir tarafında, büyülü bir orman vardı Adam girdi o ormana açtı heybesini, bozuldu ormanda büyü, kötü bir koku yayıldı etrafa, yılanlar başını çıkarıp baktılar şöyle bir deliklerinden Kurbağalar biraz daha fazla vır aklamaya başladı, Bir göçmen kuşuydu, kuru bir ağacın gövdesine yaptığı yuvasını bozdu. Hızla bir kertenkele kaçtı adamın önünden, bir kuş kafasının kesilmesine izin vermedi, tüm ısrarlara rağmen adam köyüne dönmedi Kuru bir dalda asılı kaldı içi boş heybe Zaten yoktu içinde,hiçbir şeyde Bulamadığı bir şeyleri belki buldu adam bir bayram öncesinde Adam açık adres bırakmamıştı berberde Sepet, sepet toplamış adam öfkesini una bandırıp asmış ipe kırk düğüm atarak sıkıca bağlamış rüzgarları güle ağzı üstü yatmış adam kırk gün kırk gece evlerinin bacalarına sabrı tükenmiş baykuşlar tünemiş eskiden siyah saçlarına, şimdi düşmüş dağların karı aşmış yaşı kırkı, belki etmiş yolu yarı Daha bir daha köyünden dışarı adım atmamış adam Heybe sininde ağzını bir daha açmadığını söylerler Görmüş diyarı, DİYARBAKIR’I, ANTEP’İ, MARAŞ’I BİZİM ORALARDAN OLDUĞUNU SÖYLERLER GAZİANTEP CEZAEVİNDE BELKİ YATMIŞTIR BU ADAM AMA HALA KİMLİĞİ BELİRLENEMEMİŞTİR, ÇİĞ KÖFTEYİ, TARHANAYI, KEBABI,KELLE PAÇAYI ÇOK SEVDİĞİ BİLİNMEKTEDİR.. Lütfi Kireçci |
Ben işkencede susabilen bir ölü bağlamak isterdim dudaklarıma
Şimdi yağmurun sesinden Dayanıklı kelimelerle, İnşa ediyorum şiirimi, Uzun ayrılıklara mülteci olmadan yüreğim, Kömür rengi gözleri düşüyor sılanın Karlı dağlardan, Üşümüşlüğümü unutuyorum.. Ninem bir kurtuluş savaşını anlatıyor, Ütopik bir kahraman kesiliyorum… Yüzünü arayan bir düşman askeri karşımda… Perişanlığı diz boyu, Bildiği dilden dualarla kımıldıyor dudakları, Güneşe en yakın yerde duruyorum oysa ben, Bütün erik ağaçlarını sökmek geliyor içimden, Nereden baksam babamın tabutuna, Sürgülenmiş bir gökyüzüne açılıyor kapım, Med cezirlerle uzatıyorum sabaha kalkmayan ölülerin boyunu, Karanlığın editoryasında yüzüme balyoz vuran cahil çocukların eline Bir avuç kül bırakıyorum… Kendi yalnızlığını vurmuş martıların açık adresinden, Ben işkencede susabilen bir ölü bağlamak isterdim dudaklarıma, Yağmacıları çirkinleştirip, gözlerimden dökülen kuşların çığlıklarında, Bulutsuz bir gün, müebbetsiz bir gökyüzü çizip, Kudüs’ ün duvarlarında, Kardan adamlar kopyalamak isterdim şeytanın siyah tuvaline, ve sonrasında,,! Gökyüzünden bomba beklemeyi unutsun minik kuşlar,,dalıp gitsin kendi oyunlarına,,, hepsi bu,,,katiller çekilsin saçlarımızın renginden yeter… Lütfi Kireçci |
Ben ki ne Roma’ yım, nede Neron
Ben ki ne Roma’ yım, nede Neron Umudun aynasından bak gözlerime Beni düşün kimsesiz akşamlarında Ben ki sahilleri talan edilmiş Üşüyen bir şehirim avuçlarında Bıkmışlığını da al zamanın Kıvrandığın kederleri de Her dudak büküşünde sevincin, Beni düşün, Beni an gözyaşlarında Ben ki yaraları sarılmamış Yorgun bir şehirim avuçlarında Tut ellerimden sarıp sarmala Eksik güneşleri de yama içimde Uzan bana ateşten rüzgarlarınla Ben ki *******in gölgesine uzanmış Uyuyan bir şehirim avuçlarında Ölümü de düşün, Sükutun sedef dişleri arasında Titreyen elleriyle Üstüne beyaz ölümler çekilmiş denizin Biraz küskün hırçın dalgalarında Ben ki midye kabuğunu bile doldurmamış Hayalden bir şehirim avuçlarında Bir İstanbul düş gözlerime Güzel anılarından Emzir sevinçlerimi Sevda yangınlarında Ben ki ne Roma’ yım, nede Neron Yanan bir şehirim avuçlarında. Lütfi Kireçci |
Ben yolda yürürken de ölürüm mavilere
Ben yolda yürürken de ölürüm mavilere Kelepçeden öbür tarafa ertelenmez aşklar, Hangi sabaha uzansam esmer bir gürültü çalıyor kapımı, Aklımı yalnızlıktan üşüyen serçelerden çekiyorum, Denizler boşuna çekiyor suyunu gözlerimden, Ben yolda yürürken de ölürüm mavilere, Çığlıklar fesleğen kokusu taşırlar yakama, Yakamdan düşmeyen inatlarım vardır, Yunuslar kaybettiği sevgiyi ararken yüreğimde, Hiroşimalı bir çocuk beni çağırır genç tabutlardan, Üstüme yeniden yıkılır gök ve üstündekileri silkeler yer, Gecenin zifiri karanlığına tütün ekerim… Bir ırmak rengini bulurken gözlerimde Ben yolda yürürken de ölürüm mavilere Eskimez içimde korkusuzluk, Beton gülleri açar düştüğümüz yerde, İstiridye kabuğuna sığmamış aşklara Figüranlık bile yapılmazken, Çıplak ayaklarla yürürüm sevdama Kirpiler döşenmiş yollarda… Kelepçeden öbür tarafa transfer bir iptir, Yorgun kelimelerle örmemeliyim Kavganın yumağını yarınlara, Ölürsem bir militan gibi ölmeliyim Savaşta saçları uzayan adamlar olmalı cenazemde, Tetik tutmaktan nasır tutmuş elleriyle tutmalılar tabutumu, Şimdi yüreğimin en gümrah ormanlarında, Vuruyorlar kuş seslerini, Ne yana dönsem kıblesiz bir rüzgâr çarpıyor yüzüme Eskiyen çiçekler yeşeriyor gönül iklimlerinde, Sözlüklerde ambülâns ararken eskimiş kimliğime, Ellerim simsiyah bir kuşun yaralarını Yargı bezleriyle sargılayıp pansuman yaptırmaktan tutuklanmıştır, Göçebe umutlar doğurmuştur martılar deniz yolculuklarına Aldırma Ben yolda yürürken de ölürüm mavilere Lütfi Kireçci |
Benim işim bu karanlık bulutları hallaçlamak mansurca
Uzaklardayım, Gün doğmadan evvel keşfediyorum karanlığı Karanlıkta ellerim olduğunu fısıldıyor kulağıma yıldırımlar, Yıldırımlar gürültülü kelimelerle gömüyor gökyüzüne telaşlı ölüleri, Bütün türküler kopyalanıyor sazın tellerinden geceye perde, Yıldızlar inanılmayacak kadar yakın ve bir o kadar sağır cinayet saatlerime, Bütün kapıların kilitlerini bozmaya çalışıyorum çelikten hırsımla, Karanlığa küskün insanlar çoğalsın sokaklarda Epey uzaklaştık şimdi kanaviçe işlemeli mahpus damlarından, Başımızda gezinip dururken zemheri kadıları, Gece hüzünleri kucaklıyor aya çıkmış oturan çocuklar mor dağlara boğuk seslerimle unutkanlık örerken, bir korku sığınak arıyor ayağımın altına patlayıcılar yerleştirirken, ehramların bekaretini bozuyor saçlarıma düşen rahmet rüzgarı, uçurumları büyütmüyorum gözkapaklarımın üstüne düşen gül yağmurlarında, batık bir gemiye pasaport almıyorum ışıkların burkulduğu lacivert *******de, dudaklarımı kanatırcasına söylediğim mavi türkülerde kod adım öfke ve bir şiire girerken en gürültülü kelimelerle ölüm sürülmüş kalemin ucundan dizelerle, cemresi düşer mi kuşların bilmem sonsuzluğuma sığınak,bitmeyen sevinçlerle benim işim bu karanlık bulutları hallaçlamak mansurca gökyüzünden ve insanın mihrabından uzaklaştırmak düşlere bile sığmayan korkuları, Şimdi hafif eğzersizlerle geçiştiriyoruz ayaklarımızın altına nal çakan geceyi, nalbant fark edilmemişliğin lekesini sökmeye çalışırken yüreğinden kazma,kürek ile, bir istida mektubu yazsın yıldızlara paltosundan sarkan cesetlerle, paslı kelimelerle, acılar üstünü öcalma vaktine ertelerken, İstanbul ölülerini saklar karman, çorman yoğrulmuş vehimlerin gölgesinde, unutkanlığa yelken açmış hiç bir gemide unutmadım misketlerimi, yanımda bir balina vardı çıktım tepesine Himalaya’ların, ah nerde kaldı görülmeden gömülen ölüler. Karanlıktan korktu akarsular, dağlar başını uzattı bir timsahın gözyaşlarına, zulmün radarlarına yakalandı şiirlerimiz toroslardan aşağı sarkan ovalarda, pamuk toplayan bir kızın çuvalında, çuvalın içinden çıkan pamuklar dönerken urgana, nurdan bir uçurtma uçuramadık, hırpalanmış aşklar üstüne, dikilirken gelinlerin yazgıları, paralel çizgilerine ömrün, gözümün gördüğü en uzak noktaya gidiyorum, sıyrıldım içinden felaket tellallarının susmak bilmez eksik incir yapraklarından, gökyüzü ekşi bir limon, yer kirpi ölüsü, yeşil rengini perdelemiş telaşsız başlara, başını ekmeğin içine saklamış insanlar istila ederken, zaten yaşanmaz kentleri, gelde şiir yaz, batır kalemi sülfürik aside, asude geçen hayatı jimnastikle yüreksizlere, ah bir ben mi düştüm düşlerden kaynayan cehennem kazanının içine, zebaniler nöbette, gel beni kurtar gök kızıl renklerinden ayrılırken gündüze, bırak kaval çalmayı, damarlarımda dolaşan, kumda yolunu kaybetmiş kaygılarını arayan bir karınca susmak gürültü ister, Leyla ile mecnun ister kırık dökük hayallerin cama yapışmış buğularında, haydi kalk zemheriyi azat edelim dağlardan, erken gelen kışı karşılayalım kalın paltolarımızla __________________ Lütfi Kireçci |
Bende bütün umutlar
Belki silinir eskiden izler Dökülünce dudaklarımdan Namluların kan kustuğu denizler Fırat bir başka akar Dicle bir başka Bense bambaşka Ağlar gözleri Afrika’nın Nil Benim gözlerimde İdil Bütün kini banadır dünyanın Bütün namlular bana çevrilir Her yerde ölürüm ben Her yerde dirilir Bende bütün umutlar Sevda bende aşk bende Benim ağaran şafak Direniş haberleri bende Benim her namluya sürülen kurşun Benim her burca dikilen bayrak Benim kutlu savaşın öncüsü Benim kutlu savaşın amentüsü Benim kurulu düzene başkaldıran Benim katil paletler altında ezilen Benim küfrün beynine balyoz gibi inen Ölen benim, öldüren ben Belki silinir eskiden izler Dökülünce dudaklarımdan Namluların kan kustuğu denizler Direniş bir başka olur, Kurtuluş bir başka Bense bambaşka Benim kutlu savaşın öncüsü Benim kutlu savaşın amentüsü Lütfi Kireçci |
Beyaz bir kefendir yorgunluk
Beyaz bir kefendir yorgunluk Mavisi eskimiş yüreklere Hırçın bir ırmaktır başkaldırı Hınzırların yataklarına Söğüt dallarında asılı güneş Dört mevsim bahar miting meydanlarında Kar mı yağmış cumartesilere, Marmara’ya mı düşüp ıslanmış pazarlar Tülbentlerin arkasında silah çatmış karıncalar, Kıyametler kopmuş Bileğime vurulmuş yarasalar Havada kurşun kokusu, Göğsümde hedef tahtası muskam Tabutsam İlk ölmüşlüğümün iklimsiz sevinçlerinde, Gül açmışsam zemheride Mizacımdır, Kanımda martılar uçuşur, Her gece göğsüme Gümüşten bir madalyon bırakır gökyüzü Mahşer aramayı bırakıp mezar taşlarından Hıra boyunda adamlar geçer Kerbela’dan Düşerim peşlerine mimarisinde cellâdın. Kafamı karıştıran, Orta Asyalı çehremi hatırlarım sur diplerinde, Fırat ve Dicle matem değilken düşlerime, Mezar sessizliği evlerde hepimiz bir başka ölüyüz Ebedin sırrını gömerken yeşil türbesine zamanın Nöbet devralır tebessüm yorgun atların yelesinden. Ve güneş örgütlenir büyük ırmakların ağzında Bereketli hüzünler dökülür güz yağmurlarında Yılgı atları sürülür kentin üstüne Akrep kuyruğundan. Beyaz bir kefen giyer yorgunluk, Kurtlu bir elmada seyyar bir mevsimmiş ömür, Evlerin ışıkları yanarken kasvetli ölümün kıyısında, Aşk bize diyardır uçurumların kenarında. Susmak gelmiyor içimden tel örgülere bırakıp gülleri, Buralarda mavi yağar yinede yağmurlar, Cesaret ve yalnızlık, yolumun üstünde iki ırmak. Hiç kimse bilemez ağzımın inzivaya çekilmiş kuşlarını Vahşetin sakallarımda infilak eden şarapnel parçalarını Beni bir zaman yıldızlara götüren Kıyamet saatlerini hatırlıyorum. Buza kesmiş kanım gecenin terinde, Yaşamak erdemlikse ölü düşlerin tüllerinde Nasıl bulabilirim kendimi kemikten yapılmış dağların içinde, Hangi kâşif yürek susuzluğuma kılavuzluk yapabilir. Her ölen benmiyim Musa bakışlı çocukların gözlerinde Delicesine sığınıyorum eşkıya vakitlerine nabzımın, Hangi çölde inşa edelim gemisini Nuh’un yeniden, Hangi mağaraya sığınırız çıkınca evimizin kapısından, Mutlak çaresizliğin adresinde açmaz elbet yediveren, Her sağanakta gül patlar muhacir aşkların fecrine, Mavi bir örümcek ağı gerilir üçayak sehpaların altına, Beyaz bir kefen taşır martılar ayak parmaklarına. Gün yorulur sahrada dağların şiir kokusundan, Adamın ismi düşmez elbet secde eden alınlardan. |
Beyaz bir örtü kaplamıştı kabristanı
Viran olan bağlar bahçeler değildi, O gün gökyüzü yeryüzüne eğildi, Bir meteor da değildi gönül cemrelerine düşen, Bir yol vardı ince uzun torosların tepesinde, Adam yalnızlığı kuşandı ormanda tek başınaydı, Uzaktan kurt sesleri geliyordu, Köyün görünen ışıkları yanıp sönüyordu, Bir ağacın tepesinde bekledi sabahın olmasını, Gözünün gördüğü hiçbir şeyden korkmazdı, Firari dediler adına, dağa taşa sığmaz oldu adam, Sabah ilk işi inmek oldu dağdan, hava soğuktu, Paltosuna iyice sarıldı, Çaresizliği bir atkıyla sardı boynuna, Bir gazete aldı, bir otobüs garına girdi, Oturup bir köşeye, Bir cigara yaktı, Uzun, uzun gazeteye baktı, Daldı gitti bir zaman, Bir resim takıldı gözlerine, Ölüm ilanlarına baktı, Sendeledi, yutkundu, yıkılacak gibi oldu adam…. Bir genç kız intihar etmiş, Kendini evin direğine asmış Zorla birine vermek istemişler, Canına kıymış, Ve adam unutup firari olduğunu, Girmiş şehre, Bir çevirme, bir çatışma, öldürülmüş adam Delik, deşik vücudu, getirmişler evine, Haydi cenazeye, Viran olan bağlar bahçeler değildi, O gün gökyüzü yeryüzüne eğildi, Bir meteor da değildi gönül cemrelerine düşen, Beyaz bir örtü kaplamıştı kabristanı Toprak bağrına basmıştı iki canı,.. Lütfi Kireçci |
Beyaz martılar, konaklar şimdi, siyah sakalımda,
Beyaz martılar, konaklar şimdi, siyah sakalımda, Alışılagelmiş suratımın damında Her gün bir saksağan uyanır başucumda, Servilerden biraz gölge düşmüş yaşıma, Şöyle geriye dönüp bakınca ardıma, Sancılar şöhret bulmuş, Acılar revaçta Hangi iklimi kiralasam içimde oturan adama Kapansın yüzüme merhamet kepenkleri, Beyaz martılar, konaklar şimdi, siyah sakalımda, Kaldırımlara tüner dünyayı unutmuş birkaç adam, Dayanıp yorgunluğumun asasına Neyi değiştirebildik bunca yıl atlı karıncalarımızla, Ölüleri tıraşlayan sanat hangi fırçadan dökülür,, Ölürken bir fil, Nasıl bir içgüdü ile gider kendi mezarlığına Oysa bizim, kendi mezarımıza gitmeye bile Tahammülümüz yok.. Toplayıp gri aynalardan boşa geçmiş yılları Bir nalı düşmüş atın koşması gibi, Ritmi bozuk kalbimin atması. İçimizde binlerce direniş şiiri, Ceviz ağacının gölgesine uzanıp yatması, Çıkıp kalabalıklara bir gün Haykırıp şöyle denizleri yarar gibi Durun ey insanlar durun, bırakın koşmayı, Elimde Musa’nın asası, Beynime yüklenmiş binlerce yılın tasası Hangi cadde sizin oldu, Hangi güzel elbiseyi giyip gittiniz, Nerelere park ettiniz bunca yıl, İçinde taşıdığınız binitleri, Ah..hani o elleriniz, Hani o tatlı dilleriniz, Biletsiz vede pasaportsuz, Bir veda bile etmeden, Güzel atlara binip gittiniz, Ne kadar de sessizdiniz.. Bu kışta kıyamette, Ne yer, ne içersiniz, Azıcık ta satıhta kalmışlara, mütebessimdiniz Anlaşılmaz bir dili konuşuyorsunuz, Yada bize öyle geldi..! Lütfi Kireçci |
Beynim bir tümör gibi sunulmuştur cellatlara,
Bakmıyorum, Dışardan kırılmış Aynaların kendimi yansıtmasına Bu gördüğüm yüz benim mi, Yüzümdeki kırışıklar, Saçlarımda ağaran şafak, İçimdeki kördüğüm, Bu ben miyim, Aynada gördüğüm, Kendimden kaçtıkça kendime, Koşuyorum, Hayatım kaygılar denizinde beyaz yelkenli, Sırtımdaki kambur, haydutlara dair bir anı, Bir İstanbul çökmüş şakaklarıma, Alnıma vurulan bir türkü martılar, Cinayet saatleri beynimin içi, Maktul yok, Çıldırmış sualler, Sanık sandalyesi boş, Beynim bir tümör gibi sunulmuştur cellatlara, Bu ben miyim heyhat, Korkulukları aşamayan yüreğimde infilak, Kim bu kışın elbiselerini üstüne çeken adamlar, Başımızı haydut yastıklarına koyduğumuz tilki *******inde Bir ölü deniz, ölü balıklar yüzüyor, yüzümün akvaryumunda Haykırışlarımı gürültülerle boğan kent, Üşüyünce tırnaklarımın kesildiği titrek yağmur sonrası, Gözlerim kapalı, Vapur sesleri kulağıma maziyi kazıtıyor ısrarla, Ezbere bildiğim kelimeler düşüyor balistik raporlarına, Herkes yorgun, Ağzımızın kıvrımlarında öpüştüğümüz cinayet resimleri, Soluk almıyor, ölü kuşlar çoğalıyor içimizde hayata dair, Bakmıyorum artık, Gözlerime çekilen yarasalarla uyanıyorum sabahlara, Şehrayin mi var aynalarda,yüzümü kundaklayan hüzün, Şiirin kalbine giriyorum gelinciklerle, ısmarlama tebessüm, Akşamın hüzünleriyle topluyorum dağılan güvercinleri gökyüzünden Bilinmeyen yollar keşfediyorum mecburi sonbahar seyahatlerinden. Adım hapishane türkülerinden dökülüyor şiirin sofrasına, bu bilinen yanım, Öbür yanım Kerbela çöllerinde Hüseyin arıyor yaralarıma, ötelerden bir kapı, Beynim kurban edilmiş, beni memleket anılarından çıkaran suç ve ceza asılı Göğsümün ortasına iliştirilmiş yaftada, bu gökyüzü mavisi sahte artık, Aşkın adresini ararken bir kaplumbağa sırtında karıncayım ben, son anda Nuh’un gemisine biniyorum, her taraf tufan, tüm yazgılarımla girdiğim Yusuf kuyusundan, bir Mansur hikayesinde çıkıp yeryüzü gurbetine Mavi bir ıslıkla düşüyorum İstanbul sokaklarına, zaman yeni camide, Kuşların gagalarında dondurulmuş, bir Yunus türküsü anlatıyor martılar, İkiye yarılmış denizin ortasında yürüyen hiçbir şeyden habersiz insanlar. Musa aramayı bırakmış şehrin gürültülerine, ve bitmeyen telaşlarına. Lütfi Kireçci |
Bırakın beni kendi coğrafyamda çıldırmak istiyorum,
Uzak diyarlardan geliyorum Bir avuç şiir dök dudaklarıma, İçinde sevda türküleri olsun Esmer *******in sabahına uyandım, Kaç yıl şiirsiz geçtim bunca kancık pusuları, İki büklüm virgül olmadım, Ters takla oldum bir İ yi İKEN Döndüm ünleme, Nokta koymadım henüz soru işaretlerine, Zafer takları koymadılar ben geçerken karanlık caddelerden, Alkış sesi gelmedi tribünlerden uzun maraton koşularıma, Koşularım yalnız insanın kıyılarına, elimde bir çift yürek Özgürlük meşalesi adına…gül yerine sunabildim insana, Bırakın beni kendi coğrafyamda çıldırmak istiyorum, Başka diyarlardan getirin kobay farelerinizi, Bir fırça, bir boya, resminizi çiziyorum kardan adamlar, Güneş vurunca uzun sürmez erimesi kardan adamların.. Başka mezmunlara taşıyorum adresini şiirin…şimdilik… Şimdilik yağmur yağıyor…pencerenin önündeyim.. Yağmura basmamaya çalışıyor insanlar..yada bana öyle geliyor.. Lütfi Kireçci |
Bileklerime tünemiş bir yarasanın son “GALA” Gösterisi
Kan tutmuş hüzünlerimi, Dev sanmışız cüceleri bir zaman Puşt zulasında lokman ne gezer Ağyar olmuş dost kervanları Hangi yağmur, Uykusuzluğumu anlatır ırmaklara. Hangi çığlık kımıldatır, Dudaklarımın arasına, Sıkıştırılmış ölü adamları Oysa Ne vardı ki şunun şurasında Ay terlerken karanlıkta, Güneş tüketilirken, Tırnak uçlarımızda Bir Mansur vakti konaklarken Gözbebeklerimizde Bir sahtelik vardı gökyüzünün mavisinde Uçup giden tabutlar Ceset ararken ölçülerimizde Bana göre değildi, Kelebek koleksiyonlarında yaşamak Irmağı akmak varken delicesine Ovayı koşmak varken kartal gözünde Dağı tırmanmak varken kurt sessizliğinde, Oturup sonbaharın gölgeler akvaryumunda Birileri tarafından güdülmek, seyredilmek Ne zor şeymiş meğer ah birde anlatabilsek Hani geçip gitti o iklimlerde ölmek Eski hallerimiz ayartılmış ekonomik sıkıntılardan, Çocukların gülüşleri çarparken yüzümün varoşlarına, Dik başlı kelimeler törpülenmiş Yusuf’un yüreğinde Sabaha erken uyanan kuşlarla kırıyoruz kabil’in duvarını, On sekizine girmedi henüz İnsanın maverasına park ettiğimiz kızgınlıklar Ya kaygılardan, Bir tımarhane inşa edeceğim kendime. Ya koparılan güllerin Gürültülerini yapıştıracağım güneşe. Ey gökyüzü, Beni yeniden doğur Küheylan atların yelelerinden Kanserli Miting meydanlarına. Bileklerime tünemiş bir yarasanın son “GALA” Gösterisine, Kurşun işçiliğinde statükoya başkaldıran şairler Davetlimdir. Lütfi Kireçci |
Bir ben varmış içimde..
Bir ben varmış içimde… İki el ateş etti adam, sokak lambasına Şimdi sokak daha güzel dedi, Oturup bir kaldırım taşına, Bir sigara yaktı, Kendi gölgesini seyretti bir zaman Epey vakit geçti aradan, Devriye arabaların sesini duyunca uzaktan, Yavaş, yavaş toz olma vaktidir dedi, Vardı evinin önüne, Bir omuz darbesiyle açtı kapıyı, Bir kedi zıpladı duvara, Bir komşu örttü penceresini, Adam sessizce uzandı kanepenin üstüne, Siyah beyaz bir resim asılıydı duvarda, Uzun saçları, gülen gözleriyle bir kadın resmi, Adam tekrar çıkarıp silahını, bir el ateş etti, Cam kırıldı, resim indi çerçeveden, İki kaşının ortasında bir delik vardı kadının, Adam aceleyle kalktı yerinden, Dökülenleri toplayıp attı çöpe, Ve bir karar aldı kendi, kendine, Deymezmiş dedi, Hiçbir şeye deymezmiş, Ağzı üstü yatıp yere, güneşin doğuşunu bekledi, Sonra kalkıp yerinden, Tüm düşüncelerini silip kafasından, İşinin başına döndü… Daha bir hırsla çalışmaya başladı… Yaşadığının farkına vardı… Her şey bu kadardı… Ne kendini bir arayan oldu, Nede kendi aradı birini, Deymezmiş dedi sadece, Hiçbir şeye deymezmiş.. Bir ben varmış içimde Gerisi hikayeymiş…. Lütfi Kireçci |
Bir Filistin türküsü daha
Bam teline dokunamıyoruz elbet Bir Filistin türküsünün, Ama aralarda bir yerlerde Bir şeyler var Ki hepimiz dokunabiliriz Usulca, yavaşça Küçük harflerle, Sessiz harflerle, Kimse anlamadan, Mitinglerde bağırıp çağırmadan Birilerinin reytingini yükseltmeden, Kendi kendimize, Artık Coca Cola içmiyorum, Yanında Marlboro’da almıyorum… Yahudi markası olmasın Çocuğuma aldığım süt.. Bıraktım “pınar”ı Çikolatası “milka”olmasın… Daha bir çokları, Artık almıyoruz, Sende alma kardeşim, Her markete girişinde düşün, Elini her uzattığın malı düşün Bomba mı gönderiyorum Müslümanların başına Birazda benim katkım olsun diyorsan O zaman hiç durma al, O patlayan füzeler, bombalar… Paramparça olmuş yanmış insanlar, Bu insanlık suçuna ortak olmak istiyorsan al… NE YAPABİLİRİM… Bir damla yağmur Düşse yere ne olur… Ama binlercesini düşün, Ne olmaz ki… Senin cebinden bir miktar Bir miktar benim cebimden Ekle topla çarp muhasebesini yap Bak neler çıkar ortaya Bırak Lübnan’ı Filistin’i Dünyayı bombalar bu soysuzlar… NE YAPABİLİRİM DEME Gücünü göster. Çık miting meydanlarına eylem yap diyen yok, Başına cop inmez, tutuklamazlar seni, Sadece YAHUDİ MALI KULLAN MA İnan kendine, YAHUDİ SOYSUZUNA ALDANMA İŞTE BU YETER SANA…. Erteleme, düşün me, hemen yap Sonuç ortada dilenen bir İSRAİL Görmek istiyorsan bunu yap… Allah Razı Olsun cümle Müslümanlardan, Lütfi Kireçci |
Bir gemi kalkar Kalamış'tan Ankara'ya
Mesela bir sabah kalkıp erkenden Merhaba desek mum ışığında aradığımız gökyüzüne Aladdinin lambasını bulsak, bir sahilde koşarken İçinden kocaman bir dev çıksa, bize sorsa sahip, Dile benden, ne dilersen… Ne isterdik acaba bilemiyorum, Uçan bir halımı, ak tolgalı beyler beyimi Boğazda bir yalımı isterdik Yoksa çıkıp dağın tepesine bir çığ olup yuvarlanmak mı isterdik Haydarpaşa limanından kalkan bir gemiyle Ankara’ya gitmek mi isterdik, Mesela mı derdik yoksa böyle bedavadan kurduğumuz hayallere Çalım atma devri geçti artık firari türkülere Artık gergedanlar oturmuyor fener bahçede Ay ışığında sandal sefası yapılmayalı kaç yıl oldu haliç’te Kar yağıyor üstüme bu gece, ceketim kaldı Paris ‘te Kitabelere düşmez elbet kanadı kırılmış bir kuşun hikayesi Mesela dağlara çekilebilir güvercin resimleri Hangi yolculuğa çıkarabiliriz kalemin ucunda birikmiş şiirleri Keşke rüzgarlar toplayıp getirebilseydim kapınıza Son şansımız, portakal bahçelerinde aramayalım yakamozları. Ölü kuşlar Toplamaktan iyimidir Liseli bir kızın Aşk şiirleri Hangi kavgadan geri kalmışlığımızı yazabilir gazeteler Hangi sabah vardır martıların çığlık sesleriyle uyanmadığımız Hangi meydan vardır ki barikatlar kurup ateş yakmadığımız Öykümüz tamamlanmamış bir şiir olamaz elbet Gecenin bir yarısı kalkıp korkular büyüttüğümüz saatlerde Kuşlar Bir Yusufçuk Bir güvercin Birde ebabil Hepsi her an bizimle değil İhmal edilmiş sevgileri taşımaya gelmişler uçurumun ucundan Ve balıkçılar bu gece karanlığı çekmişler ağlarına Götürüp Karadeniz’in kara sularında yumuşlar Hangi sevdalılar çıkıp gelmiş bilinmez bir kandil akşamından Şairler bu akşam yalnızlığını şiirle paylaşıp evlerinde Sabahta erkenden işlerine gitmeyi ihmal etmemişlerdir Bir gemi kalkar Kalamış’tan Ankara’ya Mesela bir sabah koşuya çıkabiliriz Birazda biz oynayabiliriz çocukların yeni yapılmış parklarında Hatta yolda giderken Bir derviş kıyafetli rastladığımız ilk adamdan Mağaralara kaçırılan şiirin adresini sorabiliriz Konya ovasında at koşturup Çanakkale’de bir çay molası verebiliriz Hatta fırçayı elimize alıp gökyüzüne iri harflerle şiir yazabiliriz Mesela biraz daha kısaltıp mesafeleri Birdir bir oynayabiliriz Şöyle silkinip yerimizden Uzatıp elimizi göklere bir avuç yıldız toplayabiliriz Mesela yani Üsküdar’da oturup Kız kulesini karşıma alabilirim, yada geçip karşısına resim çektirebilirim Tüm zincirlerini kırıp savaş suçlusu tutsakların Büyümeden tırnaklarının ucunda eşkıya türküleri Serbest bırakabilirim, mesela yani Yani haydar paşa’dan limanından kalkan bir gemiye binip Ankara’ya gidebilirim Sınıf arkadaşım Ali’yi keçi örende bir ilkokul bahçesinde görebilirim Ali topu tut diyebilirim Yada çıkıp halamgilin balkonuna çay yada kahve içebilir YAPACAK BAŞKA BİR ŞEY YOKMUŞ DİYEBİLİRİM MESELA İŞTE Lütfi Kireçci |
Bir gazetede okudum..idam edilmiş Mustafa Pehlivanoğlu
Kaç kez öleceğiz yabancılığımıza Şehir müsveddesi yerlerde, Kim tutabilir ellerinden, Statükoya baş kaldıran şiirleri, Med cezir vakti kan kıpırdıyor Yüreğimiz acılar denizinde dalga kıran, Bizde konukseverliği muzdarip Leylalar, Mecnunlar çölünden avare kalmış Uzaklara sürdüğüm genç ömrüm, Ölüm kamp kurmuş kirpiklerimin ucuna, Yaşamak efsanelerden dökülen bir nehir, Kaçacak yer yok..don kişot iklimlerden, Gök bakır kurusu, yer kir,,, Çıkamıyoruz dalkavuk seyirlerinden, Her taraf karga dolu, renk cümbüşü aynalar… Kaçıncı matinesindeyiz hayatın, Ne zaman kopacak oynadığımız film Kimler yazar senaryoyu, başrolde oynayan kim, Figüranlar nasıldır, iyi oynar mı rolünü, Beynimin baştan sona bozulan ritmini, Sehpalara götürecek düş benim…. Öyle kolay olmamalı Vurdum duymazlığımıza park etmemeli domuzlar Bir göç mevsimine tanık olmamalı güller, bir mezarın içinden çıkar diye ölüler, Üstü doldurulmasın gök taşlarıyla, Hiçbir şeyin sahipsizliğini ilan edemez kimse Cebinde taşıdığı beş kuruş etmez cüzdanıyla Efkarımı sarmaya bir antep tütünü yetmez elbet, Ulusta duyduğum bir haberse kızıl kıyamet, Bir gazetede okudum..idam edilmiş Mustafa Pehlivanoğlu Gençlik parkına varmadan tutuldu ayaklarım.. Yanımda yol firarisi arkadaşım Aynı koğuşta birlikte kaldık uzunca zaman, Keşke bizimle firar etseydi aman Allah’ım aman Bir sağdan bir soldan asalım demiş ****nin biri, Kendi cinnet repertuarıma kaçacak yer bulamazken Yolumuzu kesen haydutların saç tellerinden Bir tek kıl koparsam hatıra diye saklardım belki, Şimdi ben nasıl unuturum, Mustafa pehlivanoğlu’nu Ardından onu yalnız bırakmayan sekiz fidanı, Çatlarsa çatlasın gökyüzü, isterse yarılsın yer, Bu yara beni deşer, bu yara beni yer, Gayrı dayanamam düşerim bu hasretten, Alıp başımı giderim bu yerlerden, Giderim süngülerin adam asmadığı bir ülke getirin bana, Giderim süngülerin düşlere girmediği bir düş getirin bana, Dokuz gül getirin bana başka bir şey istemem, Dokuzların yaşındayım, Dokuzların yasındayım, Güller serpiyoruz mezarlarına, rahat uyuyun bile diyemiyoruz… SİZLERİ ASLA UNUTMUYORUZ…! UNUTMAYACAĞIZ……….. ARKADAŞLARINIZ Lütfi Kireçci |
Bir ırmağı nasıl akarım kendi bedenime sığmayan ölülerle
Bir ırmağı nasıl akarım kendi bedenime sığmayan ölülerle Nasıl ay ışığı toplarım evlerin çatıları uçarken gökyüzüne, Gece putları devrilir ehramın şehrin küllerinden bir eşkıya türer, Ağaç köklerini salar gökyüzüne, gökyüzünde kıyamet provası Kuşlar gözlerini kapar uçarken, karınca dağı yükler kelebek kanatlarına, Mavi bir örümcek ağ örerken leylakların kokusundan aysız akşamlara, Uçurtması fosforlu bir dünyadır çocukların kravat takmadığım Günlerin anısına ve dik duruşumdan haylaz çocuklar fırlar yatağından, Biliyorum ne yerdedir, ne gökte, ağzımın kıvrımlarına çekilen şehir Şimdi içimde patlayan yanardağlara tehir, Geceyi aralıyorum rüzgârın penceresinden, Yılanlar gömlek değiştirirken yaktığım şiirlerden, Bir dağ konuşur, dikiş tutmaz akan gözyaşı ırmağı, Atımın nalları altında değirmene gidip un eleyen krallar, Büyüdükçe burun deliklerinden içeri giren sivrisinekler, Gürültüler mıhlanır kafalarına, susturmaz acılarını tokmak sesleri, Kibirden çatlayan heykeller gördüm çıplak insanın kulübesinde, Neyin vardı yorgunluktan başka kuşlara sunacak uzayan saçlarından, Doğuda doğan çocukları ehramlarına kurban ederken, yaşlarını küçültüp kiminin Hiç düşünmedin sakallarına oturacak bir kışın kardan adamlarını, Bizim yalnızlığımız uzamaz elbet çamlıca sırtlarına, Eyüp sultandan yukarı uzatsak başımızı arşa değer, Bize belki bir hoş geldin diyen olur Karacaahmet sakinlerinden Sen kafanı sokacak bir delik ara akrep yada fosseptik çukurlarından, Ne bileyim tez kavuş kızıl denizde boğulan amcana, Bir ırmağı nasıl akarım kendi bedenime sığmayan ölülerle Tepemize yağan yağmurlar taş kesilmeden önce, nereye götürürüm Karanlıktan kaçırdığım kuşlarımı, nereye iltica ederim, kendi tabutumdan Dik duruşlu günlerin anısına büyüsün istiyorum içimdeki haylaz çocuklar. Ben kendi tabutumu taşımaya geldim, Yüzme bilmeyen adamlar boğulmadan sığ sularda, Şimdi oturup içimdeki yılgı atlarını öldürüyorum, Köleler doğururken şafak şehrin üstüne, Ah bir haykırabilsem bütün gürültüleri boğup yastık altından Soluklar tükenmeden, martılar tırmalamadan karanlığı, Yada taşıyamaz olmadan yükümü zemheride gelen fiyakalı bir ölüm. Lütfi Kireçci |
Bir idamlık adam çıksaydı tabutundan
Ölü külleri serpiştirilmiş kentin üstüne, Tabutlar uzun yolculuğuna bu rıhtımdan ayrılmış, Gelin çıkarın şimdi bu beyazlara sarılmış adamı, Mesela yani, öyle bir şansımız olsa hani, Ne yapar acaba sizce, nereye gider, Tövbe mi eder, Yaptığı işlerden dolayı pişmanlık dilekçesi mi yazar Deliler gibi koşar mı caddelerde Hiç insan olmayan bir adaya mı gider, Yo, bir çiçek alır, cellâdına götürür, Yada kim bilir, Bir marangoza uğrar geçerken, Üçayak bir sehpa sipariş verir, Sonrada bir bezirgândan urgan satın alır, Her kim bu yolculuk için biletini keşmişse, İadeyi lütufta bulunur. İşte böyle kent dile gelip konuşsa, Yada sehpalardan öbür tarafa transfer etmiş bir ölüyü Konuştursak hani, Öyle şansımız olsa Peki, bu adam gitmez mi, eşlerine, dostlarına, Silah arkadaşlarına, Ulan demez mi,? Siz ne biçim insansınız, Kanınız bozuk mu sizin Ne yaptınız ulan siz, Adamlar iplerde boynumuzu kırdılar, İpe gitmeden önce neler yaşadık bilir misiniz? *******i uyuyamadık, Güneşin doğuşunu bekledik Sabah güneş doğunca adam asmazlar dedik, Ya o sabah, boynumuzu kıracakları gün, Bir sahte imam, bir şekli bozuk, domuzlar, Çıkageldiler, önce ayak sesleri geldi, İrkildim, korktum, bir köşeye sindim, Kapı gıcırdayarak açıldı, Say ki bir asır sürdü kapının açılışı, Koluma girmek istedi pis salyalılar, Bırakın dedim, kokunuzu bile duymak istemiyorum Dokunmayın, ben giderim, Ayaklarım bana itaat etmiyordu, Korktuğumu belli etmemeye çalışıyordum, Yürüdüm uzun bir maltadan, Şeytanların avlusuna çıktım, Karşımda katilim üçayak bir sehpa, urgan Boynumu kıracak olan urgan buymuş dedim, Yavaş, yavaş yürüdüm urgana, Artık korkmuyordum, Son arzumu sordu domuz soylu, Pis bıyıklı kalın gövdeli, Dudaklarının kıvrımlarında gördüm kendi cesedimi, Cesedimi çiğniyordu bu yaratık Çekil dedim önümden, Sende isteyeceğim bir şey yok, Biliyordum, birazdan yaratıcıma kavuşacaktım, Kim bilir, belki resul hoş geldin diyecekti, Belki öpecekti alnımdan, Artık hiç korkum kalmadı, Boynumda yağlı ilmek Dilimde la ilahe illallah, Sehpayı çekti ayaklarımın altından bir sarhoş cellât, Yok. koktuğum gibi olmadı, Canım yanmadı, Benim canımı yakan bu ********ler olmadı asıl, Kimsesizlik, sahipsizlik, Kanımız yerde kaldı, Hani güller açacaktı kanımızın renginden, Hani intikamımız alınacaktı, Kim di o Sen rahat uyu diyen, Ne yaptınız ulan, kaç yıl geçti aradan, Yuh olsun size be, yuh olsun, Yazıklar olsun size, Hepinize güle, güle, Uğramayın mezarıma Kentin üstüne ölü külleri dökülüyordu, Rüzgâr nerden estiğini bilmiyordu, Tabutlar uzun yolculuğa götürüyordu emaneti, Birileri kesmişti biletini, Lütfi Kireçci |
Bir istanbul düş gözlerime
Mavi bir kartal tak kollarıma Galata’dan, Üsküdar’a uçur beni Hazerifan çelebi bile kıskansın Geçerken kuş konmaz camisini Kurt adımlarla yürürken Aksaray’dan Topkapı’ya Bir ihtilal yalnızlığı Çökerken omzuma Topal bir akşam üstü Kesildi ayaklarım İstanbul caddelerinden Bu bir masal değil küçüğüm Süngülerle girdiler düşlerine Süngülerle çıktılar şiirimden, SENE SEKSEN Kum kapı’da evim kaldı, elimde bavulum Bavulda İstanbul resimlerim kaldı Dün siyah beyaz çektirdiğim fotoğraflardan Seyrettim İstanbul’u Ellerim kelepçeli geçerken Bir mahkum arabasından Balıkçıların ağlarına mı takıldı güneş Her taraf zindan ne zor şeymiş senden ayrılmak, böyle ansızın koparılmak, götürülmek bir yerlere oysa ne çok severmişiz seni İstanbul Hani Üsküdar, hani kız kulesi Nerde taksim, nerde Beşiktaş Hani gezip dolaştığımız o yerler Hani iğne atsan yere düşmez kalabalıkların Hani surların, hani vapurların, Mavi dalgaların, pis kokan halicin Adaların, modaların nerde Nerde o sahillerin, Nerde saklanır martı çığlıkların Hani portakal saçlı kızların Sen yoksun İstanbul Koca şehir yok Her taraf taş duvar, Önüm arkam, demir kapı, Sahi İstanbul,sahi sen nerdesin Gri kuşlar mı aldı götürdü seni Yoksun ortalık yerde Hangi rüzgara takıldın bilemiyorum Hiç sormaz oldun halimi Ne aradın ne sordun bunca yıl Nerdeyim biliyor musun ey aziz İstanbul Yırtık bir gökyüzünün kurşunlarla ıslatıldığı Katil bir sonbaharın saçlarıma takıldığı Senden uzak bir yermiş, işte burası Eylüllerin adam astığı Bekle bizi ey İstanbul Bir gün bu ihtilal yalnızlığı giydiğim elbiseyi Güz yağmurlarına asıp Gece ay ışığında ceplerime doldurduğum Güvercinlerle Sana geleceğim Şöyle oturup keyfimce Boğazda bir çay bahçesinde Bir sigara içeceğim Biraz sana sitem edip Eski albümlerden dolmaya başlamış yüzümün tuvaline Fırçamı dokundurup Marmara’nın mavi sularına Seni çizeceğim Kalamış’tan kalkan bir gemiye binip Ankara’ya gideceğim Mesela yani Lütfi Kireçci |
Bir kibrit kutusunda başlar biter kabilin macerası.
Biliyorum gürültülerle Büyüyecek kentin yüzündeki çıban, Sirpençe olacak gitgide, Kim taşıyacak tabutunu şefkatin, Duvarın ardında bekleyen kim, Düşlerinde ne ağır imtihandır bedir, Cennet zırhını kuşanmış yüreğinde Gökyüzüne gömdüğümüz Başkaldırıdır şiir. Şimdi eyvahlar olsun bize Çekildik korkunun rahmine, Kaçıp gitsek mi cinnetimizden, Ram mı olsak felaketzadelere Hani bir kıyamet saatinde İçimizden insan eksiltirken gece, Mavi düşlerdi Düşlerimizden düşürdüğümüz Gözlerine kıymık batmış cesetler İstila ederken Kavgada yenik düşmüş bedenleri Duvarları yıkasım gelir Ölü bir kuşun karnından Bu hummalı bekleyiş kudurtur bir gün Kurt yüreğimizi Kuduz karanlığın eteklerine Meftun olmak değil bu final, Bir akşam birikiyor süpürgenin ucuna. Sırtlanlar ter atıyor soğuk bir ölünün ardına Dışardan görünmüyor Sis çökmüş insanın maverasına, Göçebe yüreğimde infaz edilirken güller, Çekip dağlara mı çıksam hummalı kalabalıklardan, Yoksa ağıtlar mı yaksam ceviz kabuklarına Hangi mekâna sığınsam akreplerin difteri nöbetinden, Ölü sayılmaz derler hani kıyıya vurmayan ceset Kendi hüzünlerimi linç ederken bir güz mevsiminde Bir kibrit kutusunda başlar biter kabilin macerası. Baktığımız tüm aynalarda sonbahar, Ötelere yolculuk var. İçimde eskimeyen öfke, güneş, mahpusluk, dam. Yunusça yürü yolları, yolları yunusça yürü adam. Lütfi Kireçci |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 02:34 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.