![]() |
Ünal Yıldırım
Acın Yüreğimi Vurunca
acın yüreğimi vurunca kar yanığı yamaçların ayazında iki damla kristaldir gözlerimden saldığım yaş büyür ayaklarımın numarası öfke tuzaklarında devinir bedenim ve gülleler koyarım mucidi olmadığım Fatih’in toplarına usandım İstanbul’a miras kalan Bizans oyunlarından acın yüreğimi vurunca ne erguvanlar kalır ne yasemin kokuları bahçelerde mevsim geçmiştir raylar üzerinde ellerini son kez görürüm çocukların uzak diyarlara düşler gönderen ve trenler geçer hepsinin üzerinden -------- her taraf kan acın yüreğimi vurunca dar gelir bana buralar alıp başımı giderim şehirlerarası otobüslerin ön koltuklarında giderim gitmesine de yakamı bırakmaz bu yeşil hançerli İstanbul gelir bulur beni daha ilk yudumunda içtiğim çayın senin de hesabını benden sorar Ünal Yıldırım |
Açamadılar Ağızlarını
itilip kakıldılar yine de okudular zulüm eksilmedi yaşamlarından aç kaldılar açık kaldılar açamadılar ağızlarını dün gece vardılar seher vakti öldüler açılmıştı ki ağızları usule uydu imam kapattı hem ağızlarını hem de gözlerini Ünal Yıldırım |
Adalı Sevgiliye
sevgimi ada vapuruna yüklüyor akşamları sana yolluyorum gün doğarken bir başka heyecan rıhtımda seni bekliyorum Ünal Yıldırım |
Adım Bahar'dı
--------- (17 ağustos Gölcük depremi) adım Bahar’dı saçlarım sarı gözlerim yeşildi benim ve yeşil gözlü bir oğlandı beğendiğim okul yolunda görüp gülüşürdük bakardı gözlerime elleri omzuma değdiğinde utanır kaçardım birkaç gün görünmezdi ortalarda küserdi belli ki ama bilirdim beni unutamazdı çünkü benim sapsarı saçlarım yemyeşil gözlerim vardı adım Bahar’dı yeni düşlerle yeni bir uykuya daldım onyedi Ağustos gecesi rengini görmediğim tozları soluyarak uyandım annemi babamı aradım kendi sesimle ve bir umutla o an ne sarı saçlarım ne yeşil gözlerim ne de ismini defterime yazdığım çocuk aklımda duvar duvara vuruyor tavan tabana iniyordu bizim için artık yeryüzü yoktu Ünal Yıldırım |
Ah İstanbul
bu şehirde aşklarım oldu kavgalarım da ayrılıkları öğrendim vurdum kendimi yollara nereye olursa dokundurup yüreğimi toprağına taşına dağları köyleri buldum çiçekler koklayıp ağaçlara yaslandım girdim sulara ne yana gittiysem öbür tarafta aklım kaldı ah İstanbul ah seni dertsiz kim yaşamış ki Ünal Yıldırım |
Alfabenin
alfabenin A,B,D sine daha baştan el koymuş ABD ve AB ülkeleri bu yüzden bir kısmının dili lâl bir kısmının da kekemedir siyaseti diğer ülkelerin Ünal Yıldırım |
Aklın Gönlüne Gardiyan
değil mi ki aklın gönlüne gardiyan ziyan olmuş demektir yaşamın dallarda bahara inat Ünal Yıldırım |
Aman Dilemem
ektiğim tohumdan aldım başağı zalimin yelinde harmana vermem geceyi koyup da günün ardına zulmü kuşanandan aman dilemem yaralı dostumun tuttum elini umudu yürekten eksik edemem yüzünü gizleyip başın ardına cana kastedenden aman dilemem bulanık sulardan arındım çıktım soluyan ciğeri telef edemem dizgini çevirip hakkın üstüne çiğneyip gelenden aman dilemem Ünal Yıldırım |
An Olurdu
an olurdu yağmurlar geçerdi gözlerinin siyahından ben ıslanırdım an olurdu güneş gibi vururdu gözlerin üryan kalışımdan ben utanırdım an olurdu yorgun yüreğim asılırdı gözlerinin siyahına ne sen ne ben olurduk Ünal Yıldırım |
Ana(dolu) ysa
üç yanı denizlerle çevrili bu topraklar Ana(dolu) ysa demek ki babaları hep kaybetmişiz Ünal Yıldırım |
Aşk Olmaz
aşk yeminlerin sınavına vuruluyorsa ve her pişmanlık arınıyorsa gözyaşında timsahın o sularda bir daha yıkanılmaz tut ki yeniden yangınlardasın tut ki alevlendi yüreğin uzak dur yalan suların serinliğinden yorulan kollarda aşk olmaz Ünal Yıldırım |
Aşkın Sularında Yalnız Bırakma
debisi yüksek sular erken varır ummana alır altımızdan toprağı beni aşkın sularında yalnız bırakma düşler düşleri kovalar dokunur mutlulukla hüznün teline ve her defasında sürülür kıldan ince bir köprüye geçeni hiç yazılmamış olsa da vurulmak asıldır her düşüş yeni bir destanıdır aşkın kaç tövbenin köpüğü kurur yürekte fallara düşer umut aşk yerçekiminin hışmına rağmen başımızda taşıdığımız iki yürekli mavi bir kristal ölümleri göze aldıran ölümcül tadı macerasının zorluğundandır sürgün kıyılara atılsak dahi beni aşkın sularında yalnız bırakma Ünal Yıldırım |
Aydınlık Umduk
varsıl ülkemin köyünde doğduk kentinde bulduk kendimizi biraz aç biraz toktuk yitip gitmemek için *******inde memleketimin sönen yıldızlarından aydınlık umduk Ünal Yıldırım |
Barışı Getiren Kuşlar
dağların dağların çokluğu eğlemez şafakların sökümünü uyanır menekşelerin moru kıpır kıpır uyanır son kanatlarını vurur geceye barışı getiren kuşlar bir günde dört mevsimi yeşerten yurdum verir göğsünü çoğalan ırmaklarına başaklarıyla yükseltir ovalarını şimdi madendedir hayatın zulmüne kazma vuranlar yükselen dumanlarıyla fabrikalar emeğin öyküsünü işler göğün mavisine oturup bir düşünceye varır bizim de insanlarımız elleri umutlarına ersin diye çocuklarının dağların dağların çokluğu eğlemez şafakların sökümünü erir açlığın ayazı ılgıt ılgıt ısınır son kanatlarını vurur geceye barışı getiren kuşlar Ünal Yıldırım |
Baharda
uçuşan saçlarıyla gençler düşlerinin cennetinde gibiler uyur sevgililer sevdiklerinin dizlerinde içiçe geçer bakışları dudaklarında dudak izleri buluşmalar ayrılmalar fındık kabuğunda sohbetler ve baharı anlamlı kılan pikniklerin vazgeçilmez rengi çilingir sofraları Ünal Yıldırım |
Bedrettin
yürür hükümet konağı önünden eli yüreğinde akşamüstleri düşleri rakı mavisinde nedendir bilmem gurbetten türküler alır şiirler verir yakın eder sılayı hasretlere mevsim mevsim çıkar meydanlara yaylalara tarihin tünelinden geçer umutlar eker sevince ------ böyle bilinir Bedrettin ince bir dal gibi yürür kendi gölgesinden ilerde Bedrettin bir öğretmen hep gülümser seyrek bıyıkları arasından çoğalırken Kelkit vadisinde özgün sesiyle tüketir kendini bir yandan Kuyucaklı Nuri’nin yerinde gönlüne gam biner akşamlarına kasvet hey gidi Bedrettin’im hey Reşadiye iki dağın arası bir şehir altın olsan eritir demir olsan erirsin çaresiz akarsın Kelkit’e sevincine arkadaş durulsa da hüzünlerinin rengini ------ kim bilir Ünal Yıldırım |
Beni Beni
gün değil ay değil yıllarım geçti bulutlu dağlarımdan mevsimler göçtü ıslatmadım hatırını koynumda resmin kış günü yollardan sor beni beni karlı gündüzlerim geceleyince yelip hayalinle içim yanıyor çırpınan yüreğim parelenmeden gel de yakınıma sar beni beni sevda harmanında savruldum durdum ne üşüdüm ayazlarda ne de yoruldum kışlarda baharım kardelen gibi Ferhat ol sularda bul beni beni yiğidim al yanaktan rengim geçiyor yürek isyanlarda ömür biçiyor gözlerim toprağa açık girmeden yarim ol yanına al beni beni buraları dün gibi değişti sanma garibim diye herkes biner dalıma görmeden sormadan döner isen kavlinden dağlara çöllere sal beni beni haram yollara hiç meyletmedim sevdamızdan öteye adım atmadım senden başkasında muradım varsa iki kaşım arasından vur beni beni Ünal Yıldırım |
Bir Sesin Gelsin
sinemi vuruyor dağların yeli gözümden uzaksın gönlümün gülü yosunlu taşlardan sabır süzerim tazele yüreğimi bir sesin gelsin başımda dönüyor alıcı kuşlar fırsatın bulsa ciğerim işler düştüğüm dertlerin dermanı sensin tazele yüreğimi bir sesin gelsin çayır çimen diye ezdiler baharı turnalar gözüne yazdım ahvali geçtikçe günlerim ben de eksildim tazele yüreğimi bir sesin gelsin |
Böyle mi Olmalıydı
ellerim sayfalarda yürüyor gözlerim geziyor fotoğrafları ve garip bir özlem düşüyor yüreğime öptüğüm dillerinde dikenli sözler şimdi nerde kaldı saçının her teline rüzgar oluşum gönlüm gidip geliyor dikenlerle gülün arasında bir yana yaş düşüyor bir yana umut seni seviyorum dediysem yürüdüğün yolları da sevmişimdir baharı sensiz düşünmedim hiç gelecek günlerimi de “söz yiğidin borcudur” bilirim yiğit öldüğünde sözün hükmü ne arkamda ihanet yürüyüşü alnımda güneş böyle mi olmalıydı Ünal Yıldırım |
Bulutunu Al Da Gel
yalnızlık uğuldayan yollarda neredeyse karın tokluğuna taşınıyor --- tütün balyaları hesabı kesilen işçiler çıkıyor gözyaşıyla fabrikalardan herkes bu sıkıntıları tanıyor ---ben tanıyorum astımlı öksürüğü varsılların kirletiyor onurları hep alacaklıyız bahardan hani benim hayallerim --demiyorum ateşler içindeysem de yüzümü soğuk sulara vurmadan önce seni dolanıyorum biraz dayan sana gözlerin kirletemediği bir gökyüzü getireceğim yıldızlar divana dursun emret dizinde uyusun seyredeyim kızıl bir kayanın tepesinden seni içimi kemiren korsanlar ölsün acından --sarhoş uykularında şimdi varsın dayansın kahrına ıssız denizler yeni umutlar devşiriyorum baharın elinden saçlarımda ıhlamur kokusu bunları ben söylüyorum -- bulutunu al da gel tükettim ayaklarımdaki çamuru üstümde karanlığın son damlası Ünal Yıldırım |
Can Tükenir Azar Azar
ellerini aldın benden yüreğimde yasın kaldı söndü gönül fenerlerim anılarda sesin kaldı can tükenir azar azar ölüm menzilini gezer şu ölümü yazan eller ayrılığı niye yazar güzel günler senle gitti gitti yazım kışım kaldı esti ayrılık rüzgarı yaralı bir başım kaldı can tükenir azar azar ölüm menzilini gezer şu ölümü yazan eller ayrılığı niye yazar hasretini çeke çeke yollarında gözüm kaldı bahar yandı ateşlere kor içinde sözüm kaldı can tükenir azar azar ölüm menzilini gezer şu ölümü yazan eller ayrılığı niye yazar düştüm kara sevdalara umutlara işim kaldı gül kurudu fidanında damla damla yaşım kaldı Ünal Yıldırım |
Cemal Abi
Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor bütün kara parçalarında Afrika dahil ------------------(Cemal Süreyya) bir tramvayın dünyaya doğru gidişine imrendim kim arzulamaz ki yüreğinde bir güzelin elini kim istemez ki yürürlükten hiç kalkmasın sevişmek döne döne bu şiiri bir daha okuyorum ve biniyorum arada bir Laleli’den giden tramvaya içimde çiçeklerden damıtma düşlerim sağdan biniyorum Zeytinburnu’nda bitiyor dünyanın ucu soldan gidiyorum Eminönü’nde oysa Afrika’dan da söz ediyorsun sen Cemal Abi ne ufku var bu tramvayların ne de dünyaya doğru giden rayları temmuzun bir günü Pamukova’da çıktı rayından bunların hızlandırılmış akrabaları otuz dokuz can karıştı toprağa kanlı ellerden düşünerek bunları hala tramvaydayım nerede yüreğimize elleyen eller nerede evrile çevrile süzülen gözler her el kendi cebini kolluyor vatmandan arada bir uyarı hırsızlara karşı dikkatli olunuz! bu muydu bizi kandırdığın dünya tramvayı Cemal Abi Ünal Yıldırım |
Cep Telefonunda Özlem
seni avuçlarımda yaşamak için cep telefonumu titreşime alıyorum dipten gelen dalgalar gibi vuruyorsun yüreğim oynuyor yerinden ve dudaklarım yürüyor ekrandaki ismine Ünal Yıldırım |
Çağ Yarıldı
çağ yarıldı gün devrildi günü geldi günün bin yılın sevdası bir ışıltı yeşillendi bugün zaman örümcek işlevinde zorba avucunda ölümün ihanet ve zulüm yaşamsal değil çağ yarıldı bir akarsu doğdu güneşle beraber dağların yanağından aldığı öpücüğü ovaların dudağına sunar Ünal Yıldırım |
Çınarlar
asırlık çınarlar bağlamış kendini bir kaplumbağanın ayağına eskiyen ve yorulan zamanı yapraklarıyla döker cami avlularına Ünal Yıldırım |
Dayanamıyorum
binlerce ışık güneşten binlerce ışıltı denizde gözlerimde pullanıyor maviler bir çam ağacına veriyorum yükümü ve inceliyor yeşil yapraklarında sonra sevdiğimin saçları düşüyor kucağıma sıcaklığını duyuyorum yüzünün bir suları dinliyorum bir yüreğimi sözüne söz vermeyecektim eline el koymayacaktım hani kararlıydım öpücük bulmayacaktı nar dilimi dudakları gel gör ki şu deniz yıldızları okşuyor gündüzün güneş suyuna dalıyor çiçeklerin ve bugün işi yok gibi güzelliklerin oynaşıyorlar sevdiğimin gözleriyle insan yanımdan yüreğime giriyorlar dayanamıyorum Ünal Yıldırım |
Buralara Hiç Uğrama
allı turna allı turna kanadını boşa yorma gönderecek selamım yok buralara hiç uğrama sana hüzün bindiremem gökyüzünden indiremem yürek derdin kendi çeker buralara hiç uğrama göl üstünde dönüyorsun sorup beni arıyorsun gönül gamda gözüm yaşlı buralara hiç uğrama sitem diye alma sözüm söz vurgunu bir yalnızım hasretimin hasadı yok buralara hiç uğrama Ünal Yıldırım |
Değirmen Yerinde
anacından aldığımız Delice suyu çağıl çağıl oluklara savılır derin -- ince -- ıslıklı sesleriyle ----- eser taş duvarlara vurup kepçelere deliliğini köpüklenir döndürür değirmen taşını ----- sarsıla süzüle oynar çifte çakıldak taşın üstünde oynar çakıldağın omuz başında buğday oynaya yürüye buğday dinlene düşüne başım sevine sevine gözüm akar değirmenin boğazından --- un olur ekmek olur çarkın sesine çakıldağın neşesine ve uğultusuna değirmen yerinin katarım dağlı türkülerimi dağ türküleri -- acıdır buruktur ---kaçak tütünler gibi can çeker yayla çocuklarının yanakları gibi kızaran değirmen çöreğini sütbeyaz ambarlara dalar ---güvercin kanadı ellerim can çeker bakır maşrafalardan soğuk ayranı dostlarıma buncasıyla sofra düzerim ilk burada yenilir dostlarla ekmeğimiz burada güzelleşir ürün çift çubuk --buğday başak --- ırgat ---- alın teri ----- burada aklanır yine burada konuşulur en çok -- kıtlıktan --- orman davasından ---- kız kaçırmaktan ------ mahpustan derler ki değirmenin bendi güzeldir gel gör ki döndürmeyince taşı dönmüyor üç mevsim toprağa ter akıtıp avuç avuç buğday sunmazsam uzun kışlarımız yazı bulmuyor Ünal Yıldırım |
Denge
sevgiyi baleyle yürek yuvanda çiçekleri de alsın insanlar gelsin duygular öpücük alsın aklın yanağından yeşeren dostluklar ölümsüz kalsın Ünal Yıldırım |
vDeprem Muhabbeti
Kelkit’in yatağı derin bir vadi tutuşur altında evrenin odu Niksar Reşadiye saati kurdu bir yıkımı bekler Tokat elleri evler bindirilmiş üç beş demire betonlar çalınmış seyrelmiş etre sorsan anlatırlar sağlamdır diye kış günü çadıra düşer yolları ay tutulur yolu Niksar üstüdür deprem muhabbeti çekim faslıdır bilgi ötelenir işin aslıdır korku eğlenceye döker pulları Ünal Yıldırım |
Duvarlara Karşı
örülen duvarları insan bahçesine onurdan sayacağız kar etmeyecek baharın yeşilliğine ne süngüler ne tozlu ayak sesleri güneş ışınlarıyla yana yakıla üç yanı keskin çelik çubuklarla ter oya oya işlenecek insanın maddesine kavganın ışıyan çiçeği vurup çıkacak mahpus duvarlarını acıyla sabırla örülen sevdalar daldan dala çoğalacak bu topraklar üstünde ve bir gün beyaz gülleri yetiştiren elleri ve barışçı dilleriyle gelip dayanacak kapılara ekmeğin ve hürriyetin sahibi halkımız Ünal Yıldırım |
Diyordu ki Annem
diyordu ki annem kavilleşen iki yüreğin yaktığı çoban ateşiydi sevda cephesinde bağrımız ısınır sırtımız buyardı gecesinin ayazında böyle belledik sevdayı hayatımızdan hiç eksilmedi gurbet ve sıla yollarını beklediğimin hasretini çocuklarımın beşiğinde okşadım ağaran saçlarım oldu oyalı yazmamın altında türkülere sığınıp saklandım seyrek gelişleri bile efendimin hakikat ederdi düşlerimi sevinç çığlıkları akardı içime ayağında mahmuzlu körüklü çizme bacağında dar paça pantolon sırtında bol kopçalı ceketi ve yana eğik yeşil ormancı kasketiyle gururumdu efendim gümüşlü eyerinde mavzeri işlemeli heybesinde havadisleriyle gelirdi böyle gelirdi gurbetten yelelerinde rüzgar burnunda çatal nefes kalkan göğsü köpükler içinde höyük sağrılı atının nallarında kıvılcım bildik bir özlem naralarında dolanır çatal taşın etrafını kırıp dizlerini şahlanır eritir yüreğimin yağlarını bu da sevdamın bir yanıydı yasak ulu bir mirastı öteden beri sıkı tembihlerle büyüdük bu yüzden dökemem ki orta yerde sevdamı kesilir elim ayağım tenhalara sürerim sevincimi kasveti ağır ağır inerken yüreğimin akşamı bulmaz köy halkı dolar hanemize otururdu ay batana değin laf lafı aralar sofralar yeniden kurulur hatırı tazelenirdi kahvelerin ben uzağında gezinir hizmetine kul olurdum efendimin bana yeterdi yıldızlı *******de nefesi diyordu ki annem kavilleşen iki yüreğin yaktığı çoban ateşiydi sevda cephesinde bağrımız ısınır sırtımız buyardı gecesinin ayazında bir savaş sonrası kırklı yılların böyle yaşadık sevdayı Ünal Yıldırım |
Enez'de Varsın Diye
her gün aynı sokaktan iniyorum denize üç yıldır her yan toz duman sıcak sol tarafta sıvaları dökülmüş yazlıklar yazlık değil sanki lojman ne bir ağaç ne bir yeşillik iç içe binalar içindekilere kızıyorum imar verenlere sorumlulara sorumsuzlara her şeye küfrediyorum bu sabah yine aynı sokaktan iniyorum denize saat yedi güneşin ilk ışıkları denizin üstünde seni görüyorum köşeden ikinci evin balkonunda kahvaltı hazırlığındasın üç metre uzağımdasın deniz çantam hangi omzumdaydı hatırlamıyorum deniz hasırım ellerim arasında gidip geliyor kalbimin vuruşunu görüyorum askılı atletimin üzerinden güneşin ışıkları gözlerinden geri dönüyor dudakların gülümsüyor gülümsüyorum bir aydınlık içindeyim yol boyu binalar rengarenk ağaçlar damlardan aşıyor balkonlardan sarkan mor çiçekler duvar diplerinde ortancalar yavru ağızları leylaklar ve tüm bunların arasından senin kokun geliyor bir güç oluyor tepeden tırnağa bedenim sanki yüzebilirim gibi Semadirek’i hedefliyorum Enez’ in mavi denizi sokağına kadar uzanıyor bir güzel şehir oluyor sahil seninle kimselere kızmıyorum ağzımda küfür yok Enez’i seviyorum sen varsın diye yaşıyorsam varsın diye Ünal Yıldırım |
Erken Düşen Yaprak
bir yaprak düştü dalından altındakilerle vedalaştı öpüştü sıyrıldı yeşilin arasından kendini dallara vura vura düştü toprak sevindi oysa biliyordu ki yaprak çınarın ömrü uzundu anlam veremedi sararmışlığına dallara kırgın gövdesine kırgın gitti yaprak böyle erken gittiğine bozuldu Ünal Yıldırım |
Gece ve Saçların
zifiri bir gece zifiri bir gecede çok yalnızım bütün ışıklar akşamdan söndü şehir bile yok yerinde siyah saçların bu geceye ne kadar da yakışırdı keşke benim olsaydın Ünal Yıldırım |
Gecenin Süvarileri
güneş yorgun düşünce ufkun ardına bulutlar kızılcık rengine kanar yanar camlarda deniz kumu yanar toğrağın bağrında güller demli bir akşamı yüzdürür sular ilk gülüşün ve ilk öpüşün anılarına yaslanırken yürek içtiğimiz çayın buharıyla gülümser yanağımız ve yetişir yolumuza gecenin gün görmüş süvarileri çizmelerinde dinlenmiş kamçılarını hınzırca vururlar umutlarımıza Ünal Yıldırım Ünal Yıldırım |
Gidenlere
anadan geçilir gün olur yâr'dan da geçilir ölüm hangi değerlerden yüce hangi dertlere çare ki yaşamın inkârı ölüm seçilir Ünal Yıldırım |
Gidiyor
o gidiyor can gidiyor ardından duyan gidiyor sararmış meşe yaprağı çelikten nem gidiyor aş gidiyor iş gidiyor heybe içi boş gidiyor yaşı henüz on sekiz çiçeklerle düş gidiyor dağ yürüyor taş gidiyor sel basıyor ovaları bahara varken henüz erkenden kış gidiyor gelin geliyor kız gidiyor saz ağlıyor türkülerle havalanmış portakallar birbirine naz gidiyor aşık duruyor aşk gidiyor kelebekler mavi gündüz düşen görmez seli kumu sürmeli gözden kaş gidiyor Ünal Yıldırım |
Gökçeada
ters dönmüş külaha benziyor ovaların omzunda sıra dağların varlıkla yokluk atbaşı koşuyor sende Uğurlu’dan Bademli’ye şaraba yetmeyen üzümün üretim yapılmayan ovaların işsizliğin, belirsizliğin ve binlerce yıllık tarihinle sesleniyorsun görkemli kayalıklarından herkese kırgınım herkese dargın hüzünleniyorum denizlerin içime doluyor balıklarıyla yosunlarıyla bir an boğuluyorum öfken yorulduğunda dalgaların durulduğunda Gökçeada badem ağaçlarının pembe çiçekleriyle geliyorsun haydin dercesine dağ taş kekik kokusu keçiler dallarda birer cambaz bir tek arılar çalışkan çiçeklerde rüzgar efil efil esen cinsinden gel de kudurma atma kendini zeytin yeşili yamaçlara çoğalır Ada’nın yalnızlığı bir şal gibi üstümüze inerken akşam sol kolumun üstündesin sarı saçlım sol yanım da yüreğim günahsa günahım olsun yıldızlar şahidim öpmek yetmiyor dudaklarından ağzından dilini alıyorum Gökçeada Gökçeada biraz sarhoşum ağzımda şarabın burukluğu ah Gökçeada ah senin halinden herkes benim halimden sen biraz da Tepeköy’lü YORGO sorumlu Ünal Yıldırım |
Gözlerin Bal Sarısı
gözlerin bal sarısı ışığı senden tadı kendinden yine de okuyorum yorgun gençliğini kirpiklerinden isterdim bir tutam sevincinde nefesim olsun gönlünden uzağım gülüm ne gelir elden balı sendeyse gülüm sarı çiçeklerin nereden dağına taşına kurduna kuşuna geceden önce kurduğun düşüne güne sunduğun ilk bakışına ömür veren yüreğim ben Ünal Yıldırım |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 05:23 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.