www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Adult eski arşiv (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=376)
-   -   Naime Erlaçin (https://www.cakal.net/showthread.php?t=135142)

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:19 PM

Naime Erlaçin
 
...'Abbara' Çocukları...

sonu olmasın yolun!

sürgit büyüyen bir boşluğa düşsün gölge
yokluğu
varlık yokuşuna süren bir eylemin
ufku paslanmış arayışına koşulsun an
kelimede titreşsin harfler

olmasın sonu!

sevişilir elbet sonsuzla da
imge çıplak
imge arzulu
nefsin aç soluğunda kekeler içgüdü
habis bir ura düğümleyerek göbek bağını
ağrısı nüksetmiş cerahatli mürekkebin
dörtnala koştuğu tek kişilik doygunluk
gebeliğe tutunur kör bıçağıyla

bir yürek yeter!
bir de karanfil kokusu sevdanın

yağmur
ateş
ve kan adına
kendini bulur yol

böyle büyür
abbara çocukları
harlanmış yangınlar ülkesinde
:
kuytu geçitlerinde daracık sokakların
kurbanlık sayarak şiirin rahmindeki kanı


(26 Haziran 2005) – “ 6. Dekad “ Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:20 PM

...'Es ve La'....

ebemkuşağından renk çalan ey!
bunca keşmekeş arasında
vişne bahçesini andırıyor nağmelerin
iğde suskun / deniz yılgın rüzgardan
“günlük” ağaçları çağırıyor bak!
gidelim “es ve la”….

zincirlenmişiz epeydir
yorgunuz
ağzımızda bakır çalığı
kötürüm bıraktı bir şey
:
bilmiyoruz nedir
karıştı siyah-beyaz tuşları hayatın
alacakaranlık bir bakış gibi
yakıcıyız nicedir

vişne günleri aşkı hatırlatır hep
yitik zamanların harlanışını
gecenin vurgun yemiş ah’ları sunağını ararken
fallar açar
ceren gibi bir denizkızı suda
“günlük” ormanını anlatır bir başkası

dipsiz bir kuyuya koşuttur içimiz
eskitilmemiş şarkılar törpülenir kamburunda taşın
kan bağımız dirildikçe ezgilerde
yaprağa yazılır şiir
dikenden güller düşer de dilimize

“evet”le beni!
açılsın gönül gözüm
pulumun sessizliğini kır önce
sevdanın sureti yükselir biliyorsun
evrenin “la” sesinde

birlikte çalalım bir rengi daha sığla* ağaçlarından
kalk gidelim “es ve la”.....

………………

(*) Sığla: Günlük ağacı; çınara benzer; mistik kokusu ve yağının renginden ötürü amber ağacı (liquidambar) diye de adlandırılır.

(4 Temmuz 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:20 PM

...'Gregor Samsa' Kuraklığı! ...

sayarak kum tanelerini bir bir
yürüdük çölde
bilirdi yürek
nasıldı
susuz ve sancılı olmak köklerinde
korkutmadı hiç göç kuraklığı

çünkü kalple aklın kıyasıya seviştiği bir aşk vardı
:
adına “şiir” dediler…

ağır çöküyor kanamalı ağustos
vakanüvisler boşta geziyor şu sıra
tanımıyorlar öğütülmüş atlasları

zılgıtına kına yak ey gönül!
bir yabancı yürüyor fikrimin dar sokaklarında
kam ana
hüzünle tüttürüyor çubuğunu
:
iç’i
'gregor samsa’* göç’ünden kalmış
bir içimlik yabancı…

……………

(*) Gregor Samsa: Franz Kafka’nın “Dönüşümler” romanındaki baş kahraman…

(6 Ağustos 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:20 PM

...'Karaşın'...

karanlık kokuyor şiirler
karanlık dokuyor
alnımdaki kış tezgâhı

buz bir çapağı tarif ediyor tortusal süreç
yalınç egemenliğinde
süreğen karmaşanın

kar beyazı yazılmıyor bu işlikte!

umudu soruyorum
bütünlemeye kalınan sınavlardan
:
aslolan
insana dokunmaktır karaşın sözlerde
devasa yalnızlık bir de

uyandırılmayı umuyor dona çeken nehir


(20 Mart 2007)
6. Dekad, Hayal Yayınları, Ocak 2008, s. 28

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:20 PM

...'Quasi'...

hiçliği sevmiştim en çok
en çok yokluğun anlamını
:
ölüm beni bildi!

kendini mart sanıyor
toprak değiştiriyor gece gündüz
:
budama mevsimi

göğünü yaratırdı açlığım eksilmenin kenar süslerinden
karantina öğünler / çamur bulaşığı yas entarisi
ritüeller yanılsama
katmer ve çıban!

geriye sayımdır onaylamak kenelerin ölümsüzlüğünü
:
geçiniz ey hükümlü!
“belleğimi ölüm aldı” *
hiçliğimi seçti ağrısına
tuz yerine beni bandı

tırnağım kırık
ekmek istemem
çorbam acılı olsun lütfen!


(*) Salvatore Quasimodo


(8 Şubat 2007)
www.borgesdefteri.blogspot.com - Mart 2007 Arşivi
6. Dekad - Hayal Yayınları, Ocak 2008, s.74

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:20 PM

...'Yorgun Parisli'...

- Enis Batur'a

oysa beyaz bir zambak büyürdü kutsallığında
adsız sokaklara benzedi içimiz

“akım yaratan adam”
yorgun Parisli
adres arayan

çöküyor iktidar
kırılgan metaforu simgeliyor zambak
mektuplar gece gündüz
kuyusuna geç varan

siz
ve biz dostlar
hepimiz
topluca yitirdik uğultusunu rüzgârın

papirüs tedirgin
papirüs öksüz

kırılma noktasında kilit taşının
yazmıyoruz artık
yazmıyorsunuz

şiirin adı yok!
yazarın da

aklın bıçağı bileniyor gece dağında


(15 Şubat 2007) - 6. Dekad, Hayal Yay. Ocak 2008, s. 61

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:20 PM

....Turkuaz....Gönül Takısı

“iki dirhem bir çekirdek”liğin*
hayasız kibri vuruyor
-kendini beğenmişliği-
turkuazın
tılsımlı ölümsüzlüğüne

:katı yürekli katışıksızlığı

gidişin infazdır ey!
gelişin
hücre aydınlığı yüzüme
-yenilgisi cevherin-

uykular
maviden kalan düş sevinci

vazgeçtim güneşin altın kasesinden
terk edildi bütün tonları o rengin
biliyorsun adımı
çoktandır “turkuaz” koydum bu yüzden

bir gönül takısıyım şimdi mavinin koynunda…

………


(*) “İki dirhem, bir çekirdek”: 1844 sonrası İstanbul Darphanesinde basılan Osmanlı Sikkesindeki altın ağırlığı. Mükemmeliyeti temsil ettiği için, halk diline de bir deyim olarak girmiştir….
Turkuaz ise, sevenlerinin gözünde altın sikkeden çok daha değerlidir.
Koruyucu, kollayıcı, asla yanıltmazlığı ile güven verici…sevgi ve aşkın temeli! ...


(9 Ağustos 2005) – “Turkuaz” Dosyasından…

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:20 PM

...‘Kitsch Olgusu’ ve Şiir...(Düz Yazı)

“Kendi acısını bile
Duymayan
Derin bir yanık gibi
İşliyor
Zaman” - Kenan Sarıalioğlu



Günlük hayatta kâh değersiz bir kopyayı, rüküşlüğü ve zevksizliği ifade etmek için kullanılan, kâh bir moda türünü anlatan; etimolojik yapısı bir hayli karışık olup 1860’lara dayanan, ancak Almanca bir sözcük olduğu kabul edilen ve temelde bir sanatsal akımın adı olduğu varsayılan kitsch’in (okunuşu ‘kiç’) şiir sanatıyla kurduğu ilişki nedir?

Kitsch öncelikle, ‘hiç’ değildir. Arabesk ise hiç değil. Yoz beğeniye hitap eden bir sanat türü mü, yoksa yoz beğeniyi meşrulaştırma gayreti güden ‘sözde’ bir sanat akımı mıdır? Ya da zaman içinde bunlara mı dönüşmüştür? Estetik kaygılar gütmeyen; estetik şifreleri değiştirmeye çalışan bir akım olduğu sıkça söylenmiş ve hatta bu özelliği –adı konulmaksızın - Rimbaud, Baudelaire, Warhol, Bukowski, Duchamp gibi bazı önemli sanatçılar tarafından vurgulanmış ama estetiksizleştirilen veya farklı bir biçimde estetize edilen sanatın güdükleşmesi konusu pek tartışılmamıştır. Estetik, iyiye ve güzele doğru yol gösterendir. Peki o halde, bir eseri çirkin ve ‘kötü’ yapmaya yönelik bu hareket neden gerçekleşti?

Akımları hazırlayan koşullar, belirli altyapıları yoksa eğer, geldikleri gibi giderler. Diğer bir deyişle, uzun ömürlü olmayıp silinirler. Oysa kitsch’i hem sanatsal hem de gündelik yaşantımızdan çıkarıp atamıyoruz. Beğensek de beğenmesek de, kitsch sesini yükseltmeye devam ediyor. Demek ki altyapısı ve/veya beslendiği kaynaklar var. En azından günümüzde böyle… Taklit olgusunun, tarih boyunca sürüp gitmesine karşın, çağımızda farklı bir anlama büründüğünü görüyoruz. Varoluş nedenleri itibariyle, tüm diğer akımlar gibi bir karşı-duruş, bir eleştiri, bir dışavurum akımıdır da denilebilir. Kimi kuramcılar ‘kitsch’in endüstri devriminden sonra doğduğunu söylerler, kimileri ise II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra… Ve bir tepki hareketi olduğunu eklerler. Susan Sontag’ın, Büyüleyen Faşizm (Fascinating Fascism,1975) makalesinde işaret ettiği gibi, Nazizm ideolojisi, güzelliği saflık ve mükemmeliyetçilik düzeyinde putlaştırmış, mutlakıyetçi bir kusursuzluk tarifi geliştirmişti. Mükemmelciliği simgeleştiren, bir bakıma ikonalaştıran ama temelde propaganda amaçlı olan bu ideoloji elbette gerçek yaşamda da yansımalarını bulacaktı. O halde şu soruları sormanın zamanı gelmiştir: Sanatı kitschleştiren şey ideolojinin propagandacı özelliği midir? Kitsch, ideolojiye karşı bir tepki olarak mı yükselmiştir? Kötüyü yüceltmek, yani kusurlu olanın aracılığıyla kusursuza meydan okumak; sıradanlığı sergileyerek, bir anlamda kusursuzluğun görmezden geldiği ‘kusur’u ortaya koymak gibi örneğin? Yoksa tamamen ters yönde gelişen ve ucuzlatılan sanata karşı filizlenen bir duruş mudur?

Bu noktada kesin bir sonuca varmak olası değil, çünkü konunun yeterince incelenmiş ve irdelenmiş olduğu kanısında değilim. Adorno, sürecin 1930’lardan çok önce kök salmaya başladığını iddia eder. Heidegger ise “boş şeylere adanmış üst düzey bir ustalık” olduğunu söyler ve teknolojinin de yardımıyla hareketin ivme kazandığına işaret eder. Ustalığın olduğu yerde sanat da olmalı diye düşünüyor insan. Dolayısıyla kitsch politik midir, sanatsal mıdır, popüler ya da sırf ticari amaçlı mıdır; zamanın koşullarına uygun olarak hangi evrelerden geçmiştir, bu konuda bir uzlaşma var denilemez… Farklı bir görüşe göre ‘Kitsch, avant-garde sanatta olduğu gibi, geleneklere karşı çıkmaktır. Ama ondan daha vulgar ve basit, kitlelere ve halk kültürüne daha kolay ulaşıp yaygınlaşanı üreterek… Bu yüzden iki akım, Clement Greenberg, Hermann Broch ve Adorno tarafından zıt kutuplar olarak algılanmıştır. Onlar Avant-garde’ın akılcı ve bireysel karşı çıkışını kitsch’in propagandacılığı ve piyasacılığı ile karıştırmamışlardır… Siyasal açıdan bakıldığında Nazizm ve Faşizm gibi, örneğin ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’nde (1984) , Stalinizm de Milan Kundera tarafından kitsch objektifinden süzülerek değerlendirilmiştir. Öyle ki, Stalinizm’in yükselen propagandacı siyasi yapısından ötürü terminolojiye ‘sol-kitsch’ tanımı bile eklenmiştir. Aynı şekilde düşünülürse, çıkarcı kaygılarından ötürü bugün küreselcilik, neo-liberalizm ve post-modernizm (modern sonrası) de eleştirilmektedir. Peki, buna da ‘sağ-kitsch’ mi diyeceğiz? Belki de “görülen dünya, metanın dünyası olmuştur” diyen Guy Debord’a (Gösteri Toplumu - La Société du Spectacle, 1967) kulak kabartmak lazım. Başka bir deyişle, ‘metanın toplumsal yaşamı tümden işgal edişine’ odaklanmalı. Ancak görülen o ki sağ ya da sol, propagandacı ya da gösterişçi, kitsch sonuçta dikkatleri çabucak üzerine çektiği için halkın hemen benimsediği ve daha da önemlisi, kendine yakın bulduğu olmuştur.

Kitsch’in bir akım olarak açıklanması ve konuya ilişkin farklı görüşler kısaca böyle özetlenebilir. Ancak kolaycı ve kitlelerce kabullenilebilir niteliğinden ötürü, akımın zamanla bir ‘virüse dönüşmesi’ ne yazık ki engellenememiştir. Dahası, siyasi/sanatsal tabanlı bir tavır olmakla kalmayıp ekonomik ve teknolojik gelişmelere de bağlı olarak günlük yaşamın her kesimine egemen olmayı becermiştir. Televizyonlarda izlediğimiz dizilerden yarışmalara; aşırılaşan magazinleşmeden tutun da liste başı kitaplarla popüler şarkılara; sinema filmlerinden gündelik konuşma diline; yemek seçiminden reklâm metinlerine; tüketim alışkanlıkları, giyim-kuşam-mimari-dekorasyon tarzından alışveriş mekânlarına kadar… Demek ki zamanla ‘parasal getirisi olan’ bir akıma evirilmiş ve sanatsal derinliği radikal denilebilecek bir tür değişime uğratarak yüzeyselleştirmiştir. Sadece bu kadarla kalmayıp, özünde başkalaşmaya (metamorfoz) uğrarken çağdaş etmenlerin de yardımıyla beyinlerin içini ve insanların yaşama biçimlerini kitschleştirerek özneyi adeta nesneleştirmiş, bireyin ‘kendiliğini’ yok etmiştir. Böylece insanın kendisiyle olduğu kadar sanat ile gerçek entelektüel; sanat ile gerçek sanatsever arasındaki bağı da zedelemiştir. Aslında hızlı bu dönüşüm süreci, akımın sağlam kültürel dayanakları olup olmadığını sorgulamamıza da neden olur!

Yukarıda sözü edilen ‘yoz beğeni’yi, bilerek ya da bilmeyerek, meşru kılma eylemi, akımı - ana hedefi her ne ise - ondan saptırmış; sanat dünyasını günümüzde sıkça yakındığımız ‘kitschleşme olgusu’ ile yüz yüze bırakmıştır. ‘Bilerek’ diyorum, çünkü sanatsal yetkinliğe varamamış kişiler ve/veya kitleler için kitsch pekâlâ kolaycılığa ve kurnazlığa kaçmanın bir yolu olabilir. Para ve ün kazanmanın da…‘Bilmeyerek’ diyorum, çünkü akımın gelişme sürecine ilgisiz kalan bilinçsiz uymacılar (konformist’ler) için kitschleşme zamanla sürüsel bir davranış biçimine dönüşmüştür. O artık edilginleşmiş kalabalıklara tıpatıp uygun bir giysidir. ‘İn” oldukları kabul edilen yapay eğilimler (trends) ve izlenmesi gereken modalar zinciri, ama gerçekte içi boşaltılmış bir harekettir. Öyle ki, zamanla taklidin de kötü kopyalarını türetmiş (Baudrillard savı) , bunları en kısa yoldan akçeye dönüştürmüş ve ürettiğini hızla tüketmiştir. Hızlı tüketim ise talep yaratır. Kalıcılığının sırrı biraz da burada gizlidir ve gerçek sanatla uyuşmazlığı tam bu noktada başlar. Özgür, özgün, özerk, kendiliğini haykıran, başkaldırıcı, özgül ağırlığa sahip, kalıcı, çıkar gütmeyen ve üst düzeyde özelleşmiş olması gereken sanat -şiir sanatı da dâhil olmak üzere - taklitçiliği (öykünmeciliği) , ‘piyasacı’ olmayı ve uymacılığı sindiremez, çünkü sanat yaratıcıdır. Yetkinliğe ulaşmış bilinç ve birikimle, ‘biricik’, tek (unique) olanı yaratandır. O halde, tüm dengelerin sanat aleyhine bozulduğu bu durumda sanatçı ya kitschleşme olgusuyla savaşarak onu yenecek (veya yenilecek) , ya da çekimser kalarak sessizce kendi karasularına çekilecektir.

“Günümüzde şiir yeterince okunmuyor” derken aslında bilinçdışına yerleşmiş olan bir korkuyu dile getirdiğimizin pek de farkında olmayız. Şiir okunmuyor, çünkü çoğunluk kitschleşmiş sanatı benimsemeye başladı. Şimdilerde yapay, sanattan uzak, derinliği olmayan ve kolay olanın alıcısı var. Okunmuyor, çünkü post-modern dünyamızda yetkin sanat bilincine sahip kitlelerin genel nüfus içerisindeki oranı gün geçtikçe azalıyor. Okunmuyor, çünkü gerçek şiir yaratıcısının eseri okurun gelir-geçer gereksinim ve talepleriyle uyuşmuyor. Okunmuyor, çünkü sanat küresel ölçekte özgürlükçülük ve liberalizm maskesi takınmış bir tür ‘örtülü’ faşist hareketin baskısıyla sıradanlığı ödüllendirir biçimde basitleştiriliyor. Okunmuyor, çünkü içselleştirme kadar dışsallaştırma süreçleri de farklılaştı. Düşünce defterinin kepenklerini çoktan indirmiş ve gelişmiş sanat bilincine sahip olmayan iç’ler boşaldı/boşaltıldı. Dışlaştırılacak ve kabul edilebilecek nitelikte sanatsal malzeme eksildi. Bir bakıma insanlık bilincinin fanusu kırıldı. Yerini yapay, güdümlü ve ortak bir akıl aldı. Okunmuyor, çünkü öykünenin, kopya çekenin yıldızı giderek yükselirken sanatçı artık ‘sürü ahlakı’yla, yönlendirilebilir davranış biçimleriyle baş edemiyor. Okunmuyor, çünkü ortak bu aklın onayladığı ‘çabuk kabullenme’, gerçek sorgulama ve arayışın yerine geçmiştir. Okunmuyor, çünkü çağımız insanı altyapı yetersizliklerinin karşıtını kitsch’de buluyor; pek de farkında olmaksızın ya da bir tür başkaldırı psikolojisiyle eksikliğini kitsch’le örtüp, kitsch’le dengeliyor. Okunmuyor, çünkü sahte satıcılar ve sahte alıcıların; aslında avlayan ve avlananın buluştuğu hızlı tüketim plâtformunda şiire ve şaire yer yok!

“Günümüzde nitelikli şiir yazılmıyor” savının altında da bu gerçekler yatmaktadır.
Görüşü bulanıklaşmış bireylerin yollarına sağlıklı devam etmesi tabii ki olanaklı değildir. Değişen koşullar altında sahici bir şair nasıl direnecek, çığlık atmayı nasıl sürdürecek; attı diyelim, sesini nasıl duyuracaktır? Küresel boyutta yaygınlaşan bu soruna küçük ölçekte bakıldığında da resim farklı değildir. Şairin, özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde geçerliliğini sürdüren kültür-sanat politikaları tarafından yeterince desteklenip korunmadığı, kitlelerin ise sanatsal açıdan yoksullaştırıldığı da düşünülürse durumun vahameti daha iyi kavranacaktır.

Şiir her zaman sınırlı kesimlere ulaşan bir sanat dalı olmuştur. Yani toplumun onu tüm katmanlarıyla sahiplenmesi, anlayıp okuması gerekmez. Günümüze dek de öyle olmadı zaten. Ama gerçek şiir meraklısının, şiiri bilenin gittikçe azalması tehlike çanlarının çalmaya başladığının işaretidir. “Bu durumda ne yapılabilir? ” sorusu kafalarımızı kurcalayıp duruyor ve biz yanıtı henüz bilmiyoruz. Çözümlemeyi zamana ve tarihe bırakmak belki de en doğrusu. Ama durum tespiti yapmak pekâlâ olanaklı... Sorun, yalnızca kitsch kültürüyle gerçek sanatın karşı karşıya gelmesi değildir. Bundan daha önemli yansımaları da var. Ortaya çıkan tablo ve yaygınlaşan bu salgın hastalık sanatçıyı olduğu kadar sanatseveri de korkutuyor ve hatta küstürüyor. Şöyle ki, kitsch’in egemen olduğu toplumlarda birbirinin dilini anlamayan iki farklı kültür belirginleşmeye başlıyor. Birinin diğerini ötekileştirdiği, sonradan dayatılan ama gerçekte sistemden kaynaklanmayan (intrinsic olmayan; extrinsic) bir tür ‘farklı kültürlülük’ kavramı gelişiyor. Asıl tehlike buradadır! Üstelik herkes dört bir yandan kitsch’le böylesine kuşatılmışken! .. Yakınarak, tavır alarak ya da tepki göstererek sorunlarla baş edilebilir ama korku kafaları bulandıran bir şeydir. Sanatsal kimlikleri sindirir, susturur, onları sanat arenasından uzaklaştırır. Kitleler arasında kopukluklar oluşturur. (‘Kendi karasularına çekilmek’ derken böyle bir durumu tarif ediyordum.)

Peki, gün geçtikçe tatsızlaşmakta olan bu gelişmeler şairi yazmaktan alıkoyuyor mu? Elbette hayır. Eğer öyle olsaydı, “Auschwitz’den sonra şiir yazılabilir mi? ” diyen Adorno’nun sorgulamasında olduğu gibi çoktan umutsuzluğa kapılmış olmamız gerekirdi. ‘Piyasacı’ yaklaşımlarla değeri düşürülen ve görmezden gelinen ‘sanatsal anlam’ın arkasında hâlâ dimdik durmazdık. Gerçeği fark eden Adorno bile sonradan şairin ‘çığlık atma hakkı’nı yeniden savunma gereğini duymuştur. Şair, bir yandan okuruna anlam ve estetiği kabul ettirme kaygıları taşırken, öte yandan kitsch olgusunun üzerine saldığı zevksizlik dalgalarını savuşturmaya, ortaya çıkan kan uyuşmazlığının nedenlerini anlamaya çabalıyor. Hal böyle olunca, varoluş sorununu yaş****** katmayan kitlelerin ürettiği veya yol verdiği ‘sözde’ sanat serüveninin ‘ne’liğini mutlaka sorgulayacaktır. Eskiden görmezden gelinenler şimdi mercek altına alınıyor. Kısacası şair, kültür endüstrisinin hızlandırdığı kolaycılıkla boğuşuyor, çoğunluğa karşı kalemiyle bir azınlık savaşı veriyor. Şair çırpınıyor, şair yoruluyor, şair umuyor!


kimse bilmez şimdi
sessiz
ve durgun
bir şiir öpecek bizi
pusulasız teknelerin ağında…

(Likurga Balıkları, N.Erlaçin)


Şair çalışırken, Beral Madra’nın da son günlerde gündeme getirdiği gibi (Radikal, 5.02.2008) , estetik zedeleniyor; kitsch tarafından vahşice tahtından indiriliyor. Şiire gelince, ‘o yorulmaz, denetlenemez, rotasından saptırılamaz’ dedik hep. Şiir etkilenmez mi? Elbette etkilenir. Bu gibi dönemlerde kesinlikle onun da bağışıklık sistemi zayıflar. Ama şiir daima kendini toparlamış ve yaşamlarımıza sızacak bir kapı aralığı keşfetmiştir ve yine keşfedecektir. İmgeleri bozuk bu dönem yangınından, ‘yoza tapınma çağı’ndan salimen çıkmayı bilecek, gününe tanıklık etmeyi sürdürecek, insana ulaşmanın yollarını yine bulacaktır. Unutulmamalı ki şiirin dağarcığı her devirde doluydu. Bu gerçeği yadsımak pek akılcı gelmiyor bana. Kitsch ise önünde sonunda gücünü yitirecektir diye umut ediyorum, çünkü ateşten geçmeyen kömürün küle sözü olamaz.


(Hayal Dergisi, Nisan-Mayıs-Haziran 2008, Sayı 25 – Dosya yazısı)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:20 PM

...“Kitre! ”...

kenar süslerinden sıyrıldığında
arayışa yönelir kır şakaklar
parmak uçları savurgan ağıt

kutsal bir buğudan geçip
kenarında durduk söz dağının
bekleyiş
bu kükreyen sabır ah!
anlattı sise
:
ergen ebruların suya değdiği yerde
en yalın rengimiz çıplak
“es” ile terleyen harfin dudağında
ölümün bahanesidir yaşamak

sorgu yargıcı; öd’deki hayvan

“kitre” desem şimdi
cinayetim dökülecek tarağımdan!


(2 Eylül 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 52

(ENKOYU - Yedi: Özel Sayı 'DARBE')

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:20 PM

...“Leitmotiv”...

teklifsiz girilen oyun
__sözde “yasaksız”
matematik açılımlar gizli masada

gelgitler metronom salınımı:
___incelikli edim
düşünce çokgen
___karşıtlık yaralı

içe sırıtıyor asal sayılar
kayıplar:
__hesap hatası

defteri kırmızıyla tutmuştuk oysa
rakamlar italik
__ondalıklar lâytmotif

tamsayılarla örtülüyor şimdi masa

ardışığı yok sayıyor işlem
yok sayıyor paydayı
karşıttan biliyor tersyüz açılımları

eşleniğini arıyor defter!


(4 Temmuz 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:20 PM

...“Son Mohikan”*...

bin yıllık sofasına uzanmış
tülünün minesinde dalgın
o kadın:

adı
mohikan
“son”u noksan
hiçlik yankısına adandı
süzüldü dilsiz
bir dağ yamacından

tarih sırıtıyor tel kakülünde
hayli kalabalık
şeffaf / şakırtılı
uçurumda düş arıyor melez kanı

iştiyakla tutunuyor iç avlusuna
eşeledikçe koku salıyor gönül evi
göğünü yaratıyor
hayale bakan sardunyalı odasında
sol eli “la” sesi
minör incelik
hava:
Verdi’den bir arya

‘doruklarda nefes alan kartal’…öyle mi?

bozkıra veda edilir, boş versene!
kıyıya da
çatırdasın tekneler
yıkılsın yaşam iskelesi
düşsel intiharlar doğuruyor kadın
“vita” kutusuna sıkışık zamanı ufalayan
gül manifestosu dokuyor kiliminde

çetele tutuyor hazirana dair defter-i kebirinde

titreyen tebessüm
deli kırbaç ey!
mazrufu yok saymak yakışmaz elbet
üzülme sen!
kalbidir hem gözleri hem nefesi
:
yansa solsa da
susmaz nağmesi

mümkün değil söz geçsin bir ilkyaz gülüne!


(11 Haziran 2006)


(*) ……

“mümtaz dedi ki
aneyin gözleri
doktor yasaklamış net’i
bilinmeyen numaraları aradım
bir kanat sesi sonra
”yok yok” dedim
”son mohikan o
söz geçer mi
doruklarda nefes alan bir kartala”

Nefise Nar (Nefise Pınar)
.....

Bana armağan edilen bu enfes şiiri mutlaka belgelemeliydim. Üstelik de “son mohikan”ın yaşam defterinde, 6.dekad’ın ikinci sayfası açılırken…
Teşekkürler Sevgili Nefise

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:21 PM

...“T. Uyar”a*...

bir kış
açılış yapıyor içimde

katları boşalıyor göğümün
gülü
bimar edendir
buza eriyen
külüm

beni görmezden gelen ağartı
bağışla!

“uyar”la beni

çaputunu bağla şiir taşıma


(*) Turgut Uyar: 4 Ağustos 1927 – 22 Ağustos 1985

(22 Ağustos 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:21 PM

...”Finale”...

duvara konuşmanın
anlamını çözmeden olmaz!
kışa durmuş
orman sabrını öğrenmeden

bir ses var içimde
ben'i ben'den çıkardığım
karanlığa üflenir her çelimli nefes
aşk acıyı yalayan

duvarlar büyü bozar dil keskinleştiğinde
boşluğa ünleyerek bulunur benliğimiz
şiir tinsel prelüd
gök havzadan rüzgâra bağışlanan
töz içimiz

bir nefes yaşamaktır her sabah
iki nefes ölmek

kendini kendiliğine böyle tamamlar zaman...


('6. DEKAD' - Hayal Yayınları, Birinci baskı Ocak 2008)
(Hayal Dergisi, Ocak-Şubat-Mart 2008, Sayı 24, 'Şiir ve Kendilik' Dosyasından...)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:21 PM

...Abraş...

kimse aldırmıyor di’li geçmişe
geleceğe fal tutan sıradan hiçliğe

kim imzaladı bizi ipe çeken yasayı?
değişiyor kimyası zamanın
mürekkep al'dan sarı

ince bir acıya yontuluyor çıban
insan dönüşüm
insan sancı

içerisi karadelik
‘öteki’
dışarısı habis
böcekleşmenin diğer adı

bileğime dolanan asi bu huy
nesli tükenen savaşçı ruh kimden kalma
kim diyor önce sağaltıp yaramı
terimi kurulayacakmış sonra!

‘kimse’ sürgününde
yol verdim avuntu teknesine
yabana bıraktım dilimin yaldırak yanını

ah! diye diye işte böyle
dağ yıkıldı
bitirmedi(m) çağırdığı(m) türküyü*

sökün taşlarınızı!
tüm yap-bozlarınızı
ipiniz darağacınız ne varsa alıp
kendinizle noksanlığınızı
alıp tuzunuzu gidin buradan

dilim çiçekbozuğu
dilim abraş
sehpanızda davul çalıyor bugün

(*) Emin Akdamar


('6. DEKAD' - Hayal Yayınları, Birinci baskı Ocak 2008)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:21 PM

...Acı Yitim...

________________“oysa tanrının şair dediğine
________________deli diyor gören
________________sözlüğe maya çalarken.”*


güncemiz ağlayan nilüfer çiçeği
vurgunu sahipleniyor
yenibaştan kurgulanıyor öykü
her sayfa köklü değişim
******* dil bekçisi

isyanın zirvesinde
yıkımı sorgularken “maya çalan”
tozlanmış bir kapı girişinde
çekiliyor tanrıların sütü

nilüfer, boşluğa yayılan ukde
akıl sedefine küs
-kırım sürgünü-

zaman külrengi çınlıyor yine


(*) Özge Dirik

(27 Ağustos 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 46

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:21 PM

...Adak Ağaçları Kızgın! ...

delice kıpraşan aklın köşesinde
bir dünya barınıyor
hüznün gölgesinde
gökyüzü kıpkızıl
çığlıklar kül rengi
kolay değil bulutu yadsımak
eprimiş bir takvimin anlamını
yok saymak ve susmak

tepeye yürüyen patika yolları
çöl ılgımıyla birlikte yakmıştım ya
en çok adak ağaçları üşüdü!

nedir bu melankoli
henüz uyuyan bahar ve usturanın kör ucunda
benim kışa sökün etmem mi
turfanda sevinçlere gebe olmalıydım oysa
saat başı davet alıyorum şubat kuşlarından
yalnızlığı buza terk etmiş öylece bekliyorlar
yediveren bir gönlüm var ya kocaman
zoraki bir gülücük bağışlıyorum onlara
yürek alacasından

insanım
ve ruh yorgunu
“berbat” hissetme hakkımı kullanıyorum sonuna dek

yine kızdırdım işte adak ağaçlarını!

umudun suretini astığım ağaçlar ey!
sinsi kurtlarınız başkaldırıyor
kemirilmiş kelimeler donuyor kuru dallarınızda
geçmişte bir gün “acı” eskitmiştik hani
bir çocuğun elinden tutup parkları dolaşmıştık
kayboldu çocuk sonra
acıyla birlikte gezinirken
ben de mi bittim yoksa

üşüyor adak ağaçları
adak ağaçları çok kızgın bana!

bahçeler ıssız
bahçeler küskün
bütün ağaçlar nezir ağacı bugün
aç kulaklarını Nazım!
iyi dinle beni
mutsuzluğun resmini yapıyorum giderayak
Abidin’e söylemeyi sakın unutma!

meşum bir sessizlikte sevişen kelimeleri
odun niyetine yaktığım
sükuneti yitirmiş tımarhane aklımda! ...


(28 Şubat 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:21 PM

...Affidavit...*

onay almaksızın yürüyeceğiz

sezmesinler
sille tokat giriştiğini bu ayarsızlığa
sindiremesinler zamanın yeminli sesini

kurd’u diyorlar insana insan için
hadi canım sen de!
budalalar için de şaklar sözün kırbacı

bir daha düşünmeli kategorize edenler
ki insan insanın sesi
harfi hecesi
anlaşılmaz bir manzumede yeşeren
ilhamın kendisi

sorumluluk payitahtında
kuşunu yemlerken bin özenle
şakıyarak iç dinamiğinde hazzın
hayata dair sırlar devşirdiği
alfabesi

kaldır kafanı göçükten yürüyoruz!

beyan verildi
mühür hazır
bir dağ serçesi ant içiyor şimdi



(*) Affidavit: Yemin altında verilen ifade.

(15 Aralık 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:21 PM

...Ağlama! Solmaz Gül…

var olmak
ölümüne bir yarış….

nahif güllerden geçer aynanın sırrı
yerde mi
gökte miyiz
hangi zaman diliminden kopup geldik
umursamayız hiç

yaradır yıkıntısına kanayan
bir de sevda karası hüzün
turkuvaza sığınılır böyle
sonsuzu arayan o camdan bu cama
müzmin bir ağrıdan arta kalan izleğin peşinde

mavileşen yıldıza sor
hayra yorulur mu duyguezer kabus
tüle ağlayan acının geçitlerinde
sınanmadık mı yeterince?

mücerret bir hikayenin sandık odasına
mezuniyetimiz bırakılır bir gün
giz dolu
yarından alacaklı
kendinden menkul biraz
hesaplaşmadı halen özgeçmişiyle
biraz meşru hatta
güne dünden borçlu

birinci doğru:
-bilinmezden sonuç çıkaran yanılır en çok!

o ki;
güneşi dinledi kahinden
yok saymadı yaşam ve karmaşayı
huşuyla giydirdi geceyi kalbinin külüne

ikinci doğru:
-sır’ını dökmez soylu aynalar biliriz!

ve
'b u d a g e ç e r'
dedi kahin
'a ğ la m a s o l m a z g ü l'
rengini gizlemez ayna

sözün hükmüne çünkü
can suyu gibi sinmiştir kederiniz

üçüncü doğru:
-yaratır acı

-hiç durmaz! ….


(21 Mayıs 2005) - ' 6. Dekad ' Dosyasından...

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:21 PM

...Ah Krates! ... *

herkese açıktı kapı
anlamın gizlendiği kuyuda
hazza yer yok

herkes dışarıda

bizden farklı sevişmezdi yaşlılarla ölüler
içi boş kavgalar
gün biterken önemini yitiren
kötüler de çocuktu bir vakitler
“düş kuranlar masum” *
üstelik vazgeçilebilirdi herkes!

aşkla buluşmak kadar çetindir anlamak bunu

paslı bir kapıda beklerdi sedef kanatlımız
habersizdik bizi çağıran ürpertici kuyudan
nahiftik o zaman
bilmezdik
herkesin önceden dışlanmış olduğunu

anlamla çarpışarak iktidar kazanıyor söz
“bütün cinayetlere tanıktır şair” ***
ah krates! ****
elmas kesimini hatırlatıyor kuyum işi eylem
halâ
vazgeçebilir herkes

tehlikeli bir oyun bu!



(*) Krates: Stoacı Zenon’un hocası, Suriye kökenli ve Atinalı “kynik” filozof.
(**) Tom Waits: (“You are innocent when you dream”: “Düş kurarken masumsun”…)
(***) “Şairler bütün cinayetlere tanıktır” – Cenk Koyuncu
(****) krates: İktidar (Grek kökenli bir sözcük… demos+krates= demokrasi! ! !)


(28 Mart 2007) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 69

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:21 PM

...Ah Yaz! ...

- Doğan Ergül’ün ardından…

küle dönüştüğünde
gözünü içe kırpmayı biliyor yaz

hangi çakırdikeni sağ kalır
renklerin tutuştuğu bu âlemde
duymaksızın
kalınlaştığını acının
:
iç avlusunda
kostaklanarak geçmiş saatlere

bozkır yırtan bir hece süzülür
ağrılı çekirdeğinden sözün
acıyı imler yetimliğimiz
içbükey aynaların hızarcı kesiminde

anlamak bize düşer ki yazın sahibi yok!


(2 Haziran 2007)
'SONRA Edebiyat' Dergisi, Sayı 2: Temmuz - Ağustos 2007
('6. DEKAD', Hayal Yayınları, Şiir Dizisi 13, Ocak 2008, s. 49)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:21 PM

...Alla Moni Kavmine (K.V. 337) ...

dervişliği bilmez bir dervişe sözlerim kendimi:

kağıda yüklerim suçu
yaşamak sıradan
sevaplar benim
yazmak: patetik kemirgen
şiir: tiran

'izle beni dostum kaygının bu dalgasında'*

cümbüş kuruluyor mazgallarında berduş mahallesinin
sinir uçları çığlık çığlığa bir 'Marquis'
ve “sade”liği yitik tensel edim
tinsellik rondo ey!
baç veriyor aykırı doğrularımıza

kuşatıyorum böyle
ben'ler arasında 'başkadın' olan ben'imi
cinneti peydahlıyorum
:
benimle koş!
'peşimde ol dostum bu keder dalgasında'**



(*) P.Neruda: 'Duyman İçin Beni” - Çeviri: İsmail Aksoy.
(**) P.Neruda: 'Duyasın Diye Beni' - Çeviri: Ergin Koparan (Aynı şiirin değişik çevirilerinden…)

(17 Temmuz 2006) - 6. Dekad, HAYAL Yay. Ocak 2008, s. 50

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:22 PM

...Altıncı Dekad’da Sorgulama

çok şey olacak çağdayım
olduklarımla
başım bir hayli dertte
olamadıklarımın bilincinde

bilmem ki büyüdüm mü
b ü y ü d ü k m ü?

ne denli sık gezindim içinizde
izinli - izinsiz
ben (siz) oldum
s i z n e r e d e s i n i z

b ü y ü d ü n ü z m ü?

çok acıdı canımız
tutulmayan sözlerin
tutulanları yuttuğu
vahşi bir dünya bulduk dışarıda
-kahpelikten diplomalı

şimdi bir maruzatım var:
beni kategorize etmeyin sakın!
hiçbir canlıdaki
hiçbir ben’i

bir zamanlar ne çoktuk
darağacına dönüştü sıradan mekanlar
kara deliklerde kanadı cerahatli yara
külrengi düşlerdi
teğet geçen yürekteki lavlara

zamanın izini bir nişan gibi taşıyarak alnımızda
sabırla geri döndük varılan her adresten

gittiniz
geldiniz
gittik
geldik
tek yanımız kaldı çiğnenmedik
s ı n ı f l a n m a d ı k henüz

bir bedel biçilmedi
çünkü etiket yoktu sırtımızda

gidince gönüllü gittik biz!

b ü y ü d ü k m ü
(n e) d e r s i n i z?


(11 Haziran 2005) – “ 6. Dekad “ Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:22 PM

...Amber Bakışlı...

—Dağlarca’ya saygıyla…


gönül kadırgasında
mesireye çıkmış kâhine sordum:

“neden? ”

—amber bakışlı
kara bir budundu ak tutku
erken doğan gerilimler örerdi hayatın örümceği
“yüz ölüm var, biri kaçmış” dedi
cennetimizse hayli derin…

utançtı kayıp şölen mektepli kitaplarda
oysa “bir umut verir(di) gece aşağıda”

miskinliğe inat
azatlık şafaklara okudu gül seslerini
nakşederek sözcükleri dilin tülüne
idama mahkum dillere sundu panzehirini

kına yaksınlar diye dağlarından levanten kalplerine…


(*) ” yüz ölüm var biri kaçmış”…(F.H.Dağlarca)
(**) “ama bir umut verir gece aşağıda”…(F.H.Dağlarca)


(22 Ekim 2006) - 6.Dekad

(MOR TAKA Dergisi - 7.Sayı, Ocak- Şubat -Mart 2007)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:22 PM

...An ve Anlam!

aşkla tanımlar kişi kendini
ipini çeker sonra darağacında
mezarında kükrer yeniden
kül kalıntıları sorgular tinden

ateş kuşu
şiir tanrısı ve
magmada son bulur serüven

harf aldatmaz bir tek!
yontar sesini çığlığın bilirim
ışıltısını saklar sözün hamurunda çünkü dil

kristal nidalarda
kesif bir hüzün kuşanır narin kırılmalar
bıçak ezgilerde nihayetlenir her çıkmaz sokak
yorgun sahafların gürgen kokulu
eskimiş raflarında veya

aşka yarılır sözün mücerret tohumu
geç kalmış bir bahar gecesinde zifir gibi!
iblisini karşılar insan
bir yüz düşer ansızın yüzüne
çehresinde yırtılır beklenen tan

o an ki ışık yüklüdür
ve yaşam

aşktan anlamlanan!


(4 Şubat 2005) – “Şiirle Monogamik Sevişmeler” Dosyasından

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:22 PM

...Antitez...

iki yanılsama arasında gidip gelmek bu
birinde yoksullaşıp
diğerinde varsıllaşmak

asl’olan
içsel dönüşüm
öteki ben’leri yaşamak

nasıl bulunur
el yordamıyla gerçekçi bir yalan?
:
ne söylense eksik!

bir mum dilerim
bir büyüteç
ve kuyuya saldığımız urgan
:
dil!

götürür sonunda yolculuk
en uzak ülkeye bağlarım içimin atını
böyle düşer kağıda dizginlerden gölgemiz

kabul’üm reddimde saklı!


(8 Ekim 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:22 PM

...Aquarius...*

izlerimi arardım engebeli bir patikada
göğsüme yaslanmış sayısız çocuk
ve ergenliği yitik al bir gülle içimde gezinirken
:
sen!

hangi ufka uzandıysa ellerim
gidenlerden kalan devasa bir boşluk
nereye çevirdimse başımı Uranüs’ün gökçe kızı ey!
bütün kara deliklerde sen ışığına tutunduğum

yokmuş gibiydi acıların
söylemedin hiç savrulduğun cehennemleri
yeşilce bir bakıştı yüzünün fanusuna astığın
ince nakış bir duvak / kırılgan güzellik / derin sevgi
mahzun tebessümünden ruha yansıttığın

anayurduydun vefanın / ilk ve son adresi
toprağın en bakirinden
adın 'özveri'
upuzun bir öyküdür bu bizce yazılan
suyun şimdi dallara korkusuzca yürüdüğü
:
yediveren bir sarmaşığız artık kendimize

hep susarak söylenmeli sevgiler
içimizde konuşarak
kanat çırparken kocaman yüreğinle
yepyeni bir zamana doğru
sessizliğimle kutsandın bil ey!

gülüme tutunan son şey bu…


(*) Mutlu ol, kutlu ol Sevgili Çağıl (Ener) …

Çok özelsin! ...
Bana, bize...
Seni tanıyan herkese )


(4 Şubat 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:22 PM

...Arasöz “Aşk”...

hiç hafife almadık birlikte yürümeyi
doğurmaktı en zor olanı

yorgun ikindilerden
kehribar zamanlara
geçişin bir adı vardı unuttuk!

ürkerim hala yarasa harfleri ellerken
peşimde güz kovalayan bir heves
uyku gözümde kuşku

dil yetmez ah!
günahını deşer sözcüklerin
dil
nefes
ve tutku

bir 'la' sesiyle kamaşır içim
ağustosu oldurursun yeniden
titreyerek okşadığım yüzün
eskitilmemiş kuşatma
kırıntıdır çaldığım söz öbeğinden

demek bir adı varmış bunun!


(17 Ağustos 2007) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:22 PM

...Ardıç Kuşu...

tipiye vururdu kar
donardı su ölümcül ıssızlıkta
söz keserdim erken düşlere
küserdi içim
giderdim

uymazdı vaazlar
-pamuk öyküler yazmak mesela-
pembelik bırakmak gönül camlarına
ardıç kuşu olurdum
avcının namlusunda dikleşir başım
yaşama sarılırdı zamanın duldasında

ademle havvayı anlatırdım
-ebedi sevdayı-
güller göverir
çağlalar dökülürdü kalemimden
tenimde tutuşurdu fırtına
yanardı ellerim beşik kertmesi öykülerde

mecburiyetim yükselir sesimden
ganimet devşirirdi inmelerimden

erirken ruh ve beden
gerdek gecesinde sözün
nereden bilirdiniz
nerden bilirdim ki
asi bir rüzgar beklerdi ardıç kuşunu
şiirden esen!

severdim rüzgarı ben


(17 Mayıs 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:22 PM

...Asal Çelişki! ...

akma üstüme ey şiir
kapatmak istiyorum defteri anla!
yazının düzüne sevdalanmış
vefasız bir aşığım ben
:
yoruldum
yorulduk!

siyaha çıkıyor engebeli bütün ufuklar
koro halinde simsiyah oluyoruz
bir adam bıyıklarını boyuyor acı ile
ana rahmine dönüyor bir çocuk
:
kahroluyoruz!

üstüme gelme ey şiir!
sana bırakıyorum kaos ve karmaşayı
aşkı bir uçurumda sahipsiz

etim kıyılıyor defterin kapağında
yoluma gidiyorum ben
:
renksiz!


(10 Ekim 2005)

......dedim ve sonra yine yazdım!

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:23 PM

...Ayin...

yetişkin döngüsünde
taş kırıyor orman iklimi
:
insan soyu tahtada!

duvara vuran gölgeyle oyalanırdı
aklına yaslanamıyor topal çoğulculuğunda

sınıfta kalmak bu
çakmak yazılı sözlü tüm sınavlardan!
mağaraya kapanmak
mürekkep lekesine kusarak hiçliğini

oku(n) maya dair kusurdu bilenmemiş kalem
kınalı masallar
itici fantezi satırlarda türeyen
aşk
iğdiş edilmiş günce

“bilemediğimiz ayin, şarkılarını bekletiyor dil için! ”

vazgeçiyorum
sil baştan okusun ateş bizi
:
kadife gölgelerde
pervasız
yarınlarla sevişen geleceğimizi


(*) Nilgün Marmara

(30 Mart 2007) - 6.Dekad, Hayal Yay. Ocak 2008, s.87

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:23 PM

...Ayrıksı...

- Ayşe’ye

incelikli bir
eğretileme olsun ellerimiz

dönüştükçe
yalnızlaşan kimlik
içe yaslanmış yüzüdür ağlara takılan
ertelenmiş tüm hesapların

yıkanalı çok oldu ayrılıkta… acıda
hesap vermez dalga kıyıdan uzaklaşınca
su kayıp
deniz kuru ey Keskin!

eyleyen ve gözleyen biz
bir biz varız
__kim okur!
bir biz
___kim yazar!

güdülemeyen mazruf
ayrıksı uğultu
suyun akarında


(11 Eylül 2006)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:23 PM

...Ayrılık...

ayrılık
gamzede
acı tebessüm
:
namluya sürülür hep

davetiye göndermez ölüm
biliriz
o gün geldiğinde
başka yer yok!

usulca okşanan
yalnızlığı alıp yanımıza
hayatın ipine asacağız
ayrılık repliklerini

aşka yaslanacağız!


(3 Mart 2007) - 6. Dekad

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:23 PM

...Baç...

gürledi gök
çarpıştı artı eksi
kendini verdi kadın

ve aldı erkek
baç alır gibi

gizlenirdi sevda
şimşeğin gözünde
aşk uyur
tanrısal bir hikmet saklanır
acı hükümlüsü bu vergide

gürledi gök
çarpıştı kadınla erkek
kaderi yazan yağmurdu


(17 Mayıs 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:23 PM

...Barut Yeşili*

yunmadıkça gayya kuyusunda
suyunda bir kez yosun tutmadıkça
bilemez insan
yüreğinde açan kış veya
yaz yeşili midir
tetik çekildiğinde

baruta söz mü keser yoksa yazgı

elbette ağlar
karaya vurduğunda küf yeşili
resmin öteki yüzünde
yaşamın sırrını çözer fresko
üstüne yürür de duvarlar

bir renk ustası biliyorum bin yıllar ötesinden
yemyeşil!
sürgün toplar bıkmaksızın
yırtılır barutu grinin buğulanmış teninden
umut doğurmak yosuna seçtiği eylem
:
anası olmak yeşilin

ah yosun!
bir gayya kuyusu olsaydı sürgün yeri
nasıl da yeşerirdi evren

…….

(*) “Aslında biz sürgündük, çekilince tetik. Öyle de kokuyoruz, yosunlu karaya vuruşlarda. Barut gibi yeşil…” – Ömer Serdar


(12 Ekim 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:23 PM

...Bekleyiş...

okusun biri beni
ya da
ağıt yaksın ardımdan

kim ki kuşandı zırhını
yaş dökmüyor artık
içi
ellenmedik coğrafya

tel tel
sıra sıra
kamaşır durur
uzanan bu bekleyiş
kâğıda vuran damga
:
ya “yürü git” diyor
“ya kal burada…”


(5 Nisan 2008) - Likurga Dosyasından...

HAYAL Dergisi, Temmuz-Ağustos-Eylül 2008, Sayı 26, s. 56

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:23 PM

...Beslan...

- Kuzey Osetya, Beslan’a…

ne kundakçılar gördüm, ne intiharlar
ağaçlar budandı mevsimsiz
kan tozuna bulandı nice yazlar

aşklar vardı günlük ayazlarda donan
sokağa terk edilen ayrılıklar
aşklar vardı gözyaşı nehirlerinde
piranalarca ciğerleri parçalanan

çetelesini tuttum bozgunun
Irak’ta çekildi son pim
acılı coğrafyaları soğurdum
dinamitlendi yürek her kelle kopuşta
yangınlarda koştum yalınayak
etim
etten düştü oralarda

böylesi görülmedi hiç
kim haklı, kim haksız
onca çocuk
neden can ruletine kurban?

yitirmedim umudu insana dair
hayır! çalmadı henüz saat
yalnızca güldür
gülümdür karanlığa ağlayan

körler ufkundayım bugün
dolunay kayıp
gök solgun
dünya zindan


(4 Eylül 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:23 PM

...Bin Yıl...

kaderse hikayede id kandili olmak
çırağlar tutuşur parşömende
yakışır turkuaz nakkaşın ellerine
yakışır yazmana susmak

derinde saklanır abıhayat bin yıl

taş kesse el yazmaları
gizemini taşırır su mazrufun
‘sus’ verse de taş durmaksızın
güle kurban sayar gizlice kokusun

sessizlik ki büyür yürek kelamında
ödeşmesi o an
çölde yitik kervanlarla hesaplaşması
kılavuzun

son ferman mühürlenip
yazılınca zarf intihara külliyen
bininci kez doğurur kağıt
gökten bin yıldız ağar
çoğalır yalnızlığına kum

id kandili olmak kaderde varsa
gökyüzünde saklanır abıhayat bin yıl!


(20-24 Haziran 2004)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:23 PM

...Bizden Biri...

'Kendi içiyle konuşmayı en iyi beceren yazar' konuşmuş yine...
'...sokakların lal duruşuna dayanamıyorum...' diyor.

Tıpkı bir başka yazar dostum gibi...Ve sokakların hoyratlığına dayanamayan ben gibi! ...Soruyorum arkadaşıma. “Neden evden hiç çıkmıyorsun? ” diye. 'Çünkü paçama kimin tüküreceğini bilmiyorum' diyor.
Ben ise açtığım kapılardan, benden önce atılıp, tüm saygısızlığıyla kimin geçeceğini; yok yere kimin küfredeceğini; omzuma kimin çarpacağını bilmiyorum.
Dışarıda işimiz yoksa eğer, çıkmıyoruz böylece.

İçiyle konuşan adamın bir akasyası var hiç değilse. Ona koşuyor her defasında. Yalnızlığını demliyor orada ve hayatı sorguluyor durmaksızın. Girmediği zindanlardan, çıkmadığı dağlardan söz ediyor bize. Hayalinde büyüttüğü aşklardan...

Hayır! Tek aşktan… aşkından...
Aşk küreye bir kez giren kişi, onun bir bütün ve tek olduğunu bilir çünkü.

'...aşka ne çok inandım ben akasya ve hâlâ ne çok inanıyorum...'

demiyor mu bir de...tabur halinde vuruluyoruz! ...Tabii ki, 'aşka inananlar taburu'ndan söz ediyorum...Yüzündeki mahcup gülümsemeyi görüyorum. Yağmurda ıslanan kendine bakıyor uzaktan ve tebessüm ediyor. Üstelik biraz da muzipçe...

Neden mi? Çoğu insanın hayat boyu duymadıklarını, asla sezinlemediği incelikleri, kıyısından bile geçmediği denizleri keskin bir farkındalıkla görüyor da ondan...

Ve yazıyor sonra...

'...hüzün adresine çoktan postalandı... cümlesiyle noktalıyor son yazısını...

Şimdi yazılmaz mı bunun üstüne! ...


BİZDEN BİRİ

-Ayhan Sönmez Dost’a

somurtkan dudaklarınız arasında
hangi sırları saklardınız
söylemediniz hiç

kancalı bir sopaya benzerdi sessizliğiniz

semaverinizle konuşurdunuz en çok
çamaşır asan
komşu kadını beklerdik satırlarınızda
buğusu tüten ekmek gibi işlerdi ruhlarımıza
aşktan söz eden
içli sesiniz

mahpushane rutubeti hissedilirdi
her rüzgar esişinde şiirden
sıraya girip
kurşuni gözlerinizden geçen bulutlarla söyleşir
elifba’larınıza selam verirdik
sözlükler ve çocukları severdiniz siz
akasya altı küçük harfleri bir de

yüreğiniz bir dost kapısı / açık / apaçık
gizemli çığlıklarında suskun alabildiğine
bitmeyen ayinlere benzerdi dilinizden akan nehir
gitgide vahşileşen bu alemde
bir sığınak mıydı yoksa dizeleriniz?

nereden gelmiştiniz
bilmezdik ancak
bizden biriydiniz


(10 Aralık 2005)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:24 PM

...Bozkırda Kuş Ötüşleri...

süt kokusu duyarız bozkırda
çayır çekirgeleri
tarla kuşu
ve kevenlerin rüzgar dansında

gölgeleri sorarız saydam güz ikindisinden
soprano vurur kuş ötüşleri
yalın bir aksisedadır ses
geçmiş yazların mahmur seherinden

müthiş bir su dağı olma özlemi yüreğimizde
kıpır kıpır
biliriz!
orası bizimdir

savrulur kalp öğrendiğinde
elmasın salt elmasla şekillendiğini
*******i ağladığını ayçiçeklerinin

aşkın kanaviçesi kaplar havayı
izini bırakır ince sis
vaatkar birer çığlığa dönüşür şakımalar
....ki açlığımızdır

kim doyurur çocukları analar olmasa
aşıkları....kim?

.....!

ve yitik elması arayan şairler
ve hazan sarısı toprak
ve bozkır.....


(17 Ekim 2005)
(2006 Yeni Şiirler Antolojisi - S'İMGE Yay.)

Naime Erlaçin

GooD aNd EvıL 10-02-2008 01:24 PM

...Buz Susku...

yapay sancılardan doğdu eğretilik
şeffaf tümörler göverdi duygularda

en kısa düşenlerdi hayata

bir ayrılık
bir yalnızlık
bir ölüm vardı

inzivaya sarıldı ayrılık
taşısa ancak söz taşırdı yükümü
cenazesini gözlerimin
bir o kaldırırdı

ölümü kıyıda bırakıp
buz bir suskuya yatırdım benliğimi
kum masallar bağışlandı ak kağıtlara

al üstümden bu kederi ey şiir!
gidecek yolum var daha


(20 Kasım 2004)

Naime Erlaçin


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:14 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.