www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Eskiler (Arşiv) (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=188)
-   -   Ahmet Ağdere (https://www.cakal.net/showthread.php?t=136298)

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:35 PM

Ahmet Ağdere
 
... Giderken

önümde uzun mu uzun bir yol
çevresi kuduz dolu bir karakol
gider dönerim herşeyi göze alıp
sen koltuğunda ilkbahar dol

yüzünde hüzün gülümsemesin
dilin gider de gelmez demesin
bir sabah saçlarında tatlı bir esin
olur gelirim ansızın anneciğim

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:35 PM

1.Öykü - Kırmızı

Gecenin son demlerinde, kırmızı perdelerini ve kırmızı abajürünü kapatıp usulca kırmızı yatağına uzandı. Aklı hâla o kırmızı dudaklardaydı ve tüm gece onları düşünmüştü. Nereye baksa, kırmızı dudaklar aşağı yukarı hareket ediyordu. Değildi ya, sanki yanındaymış gibi, öylesine ürkek ve çekingen vaziyetteydi ki, sanki kırmızı kırmızı canavarlar üzerine hareket ediyor ve kırmızı dişleriyle onu parçalıyorlardı.

Olamazdı, olmaması gerekirdi. Kırmızı duvarlar arasında, açık kırmızı bir sayfa üstüne koyu kırmızı kalemle “Artık buraya kadar! ” yazmaması gerekirdi. Oysa her şey ne kadar güzel başlamıştı. Tek hayalleri, kırmızı bir evdi; Kırmızı kapı, kırmızı duvarlar, kırmızı masa, kırmızı halılar, kırmızı yatak örtüsü, kırmızı vazolar, kırmızı güller.. Gün gelip hepsine ulaşmışlardı, ulaşmışlardı da, neydi ansızın onu ondan koparan sebepler, anlamıyordu... Aklı bir türlü bunu almıyordu.. Uyuyamadı. Yatağından kalktı, kütüphaneye yürümeye başladı, kırmızı merdivenlerden geçti, kırmızı kitaplığa yaklaştı ve kırmızı ciltli bir kitaba elini uzattı. Kitabın üstünde “Aşk Dediğin Laftır” yazılıydı. Yaklaşık bir ay evvel, Beyoğlu’nun kırmızı kaldırımlarında yürürken ismi Kırmızı olan bir kitapçının raflarında rast gelmişti. İsmi ilginç geldiğinden olsa gerek satın alıp kırmızı ciltlerle dolu kütüphanesine kazandırmıştı. Ama, bir hayli yoğun olduğundan, okuyamamıştı.Konusu neydi,ne anlatırdı, ne düşündürürdü bilmiyordu. Gözbebeklerinin içinde kırmızılar gittikçe artmaktaydı. Esiri olduğu uykusuzluğun içinde uyuyamazdı. Yavaşça kırmızı koltuğuna oturdu ve kırmızı abajürün ışıltısını hafiften açarak okumaya başladı: Bir şehir, evli bir kadın, üniversiteli aşığı ve “kırmızı yatağı”.. Şafak çöktü, güneş kırmızı alevlerini yeryüzüne sundu… Akşam oldu,güneş dünyaya kısa sürelik ayrılışını duyurdu.. Ama, o hâla eline aldığı kitabı okumaya devam ediyordu ve kitabın sürükleyici anlatımı içinde kırmızı düşüncelerde gidip geliyordu.. Kitabı bitirdiğinde, kitabın konusundan esinlenerek yüreğine bıçak gibi bir saplantı düştü; “Acaba aldatılıyor muydu? ..”

Yok, yok olamaz, yapamazdı bunu ona.. Küçük de olsa ihtimal vermiyordu buna. Ama olabilirdi de..Ya öyleyse? .. Koltuğundan bir hışımla fırladığı gibi yatak odasına koşar adımlarla koşar adımlarla ilerledi. Kırmızı dolabı açtı, içinde bir şey bulamadı. Kırmızı kazaklarını, kırmızı gömleklerini, kırmızı paltosunu, kırmızı çoraplarını, kırmızı jartiyerlerini, dolabında ne varsa silip süpürüp gitmişti. Mutfağa gitti, birşeyler bulabilirim umuduyla kırmızı buzdolabının üstüne baktı, bulamadı..Kırmızı tabakların altlarına baktı, bulamadı. Kırmızı masanın gizli bölgesini aradı,yine bulamadı.. Son çare olarak banyoya gitti. Geçen haftasonu, beraber gittikleri tatilde yanlarına aldıkları kırmızı bavulu gördü. Bavulu açtı, açmasıyla gözlerini biraz daha açması bir oldu. Bavulun içinde küçük bölmede bir resim saklıydı, senelerdir beraber kırmızı bir dünya kurmak istediği aşkını, sevdiğini, birtanesini, sarışın, sarılar içinde bir başkasıyla görüyordu. Daha fazla dayanamadı ve resmi, kırmızı alevler arasına gömdü.

Çaresizlik içinde bir o yana,bir bu yana yürümeye başladı.Çareyi evden dışarıya adımını atmakta buldu.Kırmızı dış kapıdan kırmızı ayakkabılarını giyerek çıktı. Kırmızı çiçeklerle dolu bahçesinden ilerleyerek geçti ve kırmızı arabasının kapısını açtı. Arabayla güneye doğru hareket etmeye başladı. Yol üzerinde gördüğü kırmızı kiremitler, kırmızı tabelalar, kırmızı giysili insanlar, kısaca kırmızıya dair ne varsa her şey, onu ona hatırlatıyordu.Onu çok seviyordu, onun onu sevmemesine veya böylesi aldatmasına imkan vermiyordu. Ve bu durumu kabullenemiyordu. Tüm bu düşünceler arasında karşıdan gelen kırmızı kamyonu fark edemedi..
Kamyon şoförü, gecenin sessizliğinde elleri kelepçe içinde polis arabasına bindi.Masumluğunu ifade etmeye çalışıyordu, ama çoktan cezaevinin yolunu tutmuştu.. Kırmızı üniformalı polisler, etrafını kırmızıya boyayan kırmızı arabanın yanında, vücudu paramparça olmuş, kırmızı giysili adamın, hâla açık olan kırmızı gözlerinin içine bakarak onun için dua ediyorlardı...


Şair Çıkmazı'nın 2005 Haziran-Temmuz sayısında yayınlanmıştır.

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:36 PM

2.Öykü - Bir Bahar Günü

Gün, yüzünü aydınlığı ile göstermeye başladığında, yatağından kalkmış, ayağına terliğini geçirmişti. Etrafına baktığında, pantolonu, gömleği, çoraplarının her biri ayrı ayrı yerdeydi. Ve koltuğunun önündeki masada, içinden taşan küllerle kül tablası bulunmaktaydı.Camlar, dışarıdan gelen çiçek kokuları ve kuş cıvıltıları için açık bırakılmıştı. İki elini yukarı doğru uzattı ve baharın armağanı olan güzel havayı içine çekti. Bu kaçıncı yalnız bahar, bilmiyordu. Yine de yüzünde bir gülümseme belirdi; belki de hayata inat…

Kahvaltı bittikten sonra, pantolonu ve gömleği toparladı, ütü masasının yanına götürdü. Her ne kadar dağınık olsa da, insanlara güzel görünmeliydi. Tabanı ateşten çelik olan ütüyü, vurdu ütüsüz elbiselere… Cilalanmış elbiseleri, askıda duran ceketini ve ayakkabısını giydi, adımını dairesinden dışarı attı. Beş katlı, on daireli apartmanda kimsecikler görünmüyordu.Tık.. Tıkk.. Tıkkk.. Ağır ağır üçüncü kattan aşağı inmeye başladı. Zemin kata geldiğinde yerinde bekleyen kapıcıyı gördü, başını saygıyla önüne eğdi, sonra kaldırarak selamını verdi. Kapıcı da aynı şekilde cevabını… Dışarıda mavi gökyüzü, ve sabahın serinletici yüzü onu bekliyordu. Bir an ellerini birleştirip, parmaklarını kelepçeledikten,yani o güne dair neler yapabileceğini düşündükten sonra adımını sahile doğru atmaya başladı.

Bilmem kaç yıl önce, hayatına tek giren kadınla sinemadayken, apartmanda çıkan bir yangın sonucu,yitirmişti annesini, babasını ve çok sevdiği iki kardeşini, apartmanda bulunan diğer birkaç komşusu ile birlikte. O gün ayrılmıştı ailesinden, o gün ayrılmıştı kurtulmasına sebep olan sevdiğinden. Daha da sokmadı hayatında hiç kimseyi., onlar kadar sevebileceğinden.. Ailesinden kalan bir miktar ve yangın sonucu kazandığı yüksek tazminat, yetiyor hatta artıyordu yaşamını sürdürmek için.

Şimdi, bunları düşünmenin zamanı değildi.. Güzel bir bahar günü onu bekliyordu.. Sahile geldiğinde, her zamanki büfeden gazetelerini aldı ve her zamanki çay bahçesine girip, köşedeki beyaz masasına oturdu. Başını kaldırdı ve kendisini gözleyen garsona göz kırpıp, sağ eliyle yuvarlak çizdi. Garson, belki de her zaman onun için kullandığı o çay fincanına, çayı doldurduktan sonra sahibine götürdü. Ve adam, elini göğsüne götürerek garsona teşekkür etti.

Gazetenin ana başlığını görmesiyle gözlerini biraz daha açması bir olmuştu. Amerika, yine bir orta doğu ülkesine girmişti, senelerdir kullandığı terörü bahane ederek. Ve yine BM dahil, tüm dünya sessiz kalmıştı.Afganistan, Irak, Suriye ve diğerlerinin yoktu kendilerinden başka dostu. Zalimin topraklarına girmesiyle, onun zülmunu peşinen kabul etmiş gözükseler de, asla pes etmiş sayılmazlardı.Gerilla savaşı ile koca devleti pes ettireceklerini sanırlardı.. Her işgalden sonra gördüğü koca koca fotoğrafları gördükten, ve bir önceki işgale başlangıcın yorumları hatırlatan yorumları okuduktan sonra elini havaya kaldırdı, bu da gelir bu da geçer manasında salladı.. Özgürlük, yalnızca güçlü olana özgündü.. Diğer sayfaların alışılagelmiş pembe ekonomi, pembe hayatlarla dolu sayfalarına göz attıktan sonra gazeteyi kapattı.Çayı da bitmek üzereydi zaten. Birkaç yudum daha aldıktan sonra parayı masanın üstüne bırakarak kalktı.

Tekrar caddeye çıktı. Okula gitmek üzere olan çocukları gördü.Ve onların gözlerindeki ışıltıyı. Ne de olsa, bugün bir bahar günüydü..

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:36 PM

21. Ajanda'ya Başlarken

Yeni bir ajanda yakılıyor bugün,
Ve yeni bir ajanda açılıyor.
Ömürden bir sene gidiyor süzgün,
Ve ömre bir sene daha süzülüyor.

Kim bilir, kimler girip de çıkacak,
Köhneye yüz tutan gönül bağından.
Hayat seneye neler bırakacak,
Yaşanacaklara dair çağından.

Gün gün olur paylaşılanlar kitap,
Oluşsa da bazen tek bir soluktan.
Can düşerken zamana aç ve bitap,
Ben, ben olacak mıyım uzaklardan!

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:36 PM

22. Ajandaya Başlarken

Belki bir yaz gününün anormal sıcağında
Veya bir kış gününün buz tutan soğuğunda
Yatıracaklar seni beyaz ve yumuşacık yatağına
Sıcaklığın benim varlığım olacak, soğukluğun
Uzaklardan gelen haykırışlarım

Yazgının ortasına düşen bir çığlık
Haykıracak sanki atiye inat
Yarınlarım, yarlarım,
Yâr olamadıklarım
Dudaklarına üşüsen sütü
Sıfır yaşın saflığıyla
Yudumlayacaksın damla damla
Ne zaman süt kesilecek dudaktan
O zaman kokular gelecek tuzaklardan
Ve yakınlık duyacaksın uzaklardan.
Yutkunacaksın seneleri içine çekip
Ama o an sütü keyifle içip..

Bir..iki.. yedi..
Derken ayrılmaya başlayacaksın kendinden
Kalmayacak farkın sokak kedilerinden
On iki.. yirmi iki..
Kediler korkmaya başlayacak senden
Sen bıkmayacaksın,
kendine eziyet çektirmekten
Otuz iki.. kırk iki..
Kim bilir ayılmaya başlarsın belki
Belki ıslatır naaşını kırkikindi…

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:36 PM

23. Ajandaya Başlarken

*******den *******e uçar gider bir yarasa adam,
Kalmadı hayat üstüne kurulmuş, duracak bir dam.
Aşk imiş,para imiş,kariyer imiş; hepsi birer izam;
Aslında ne varsa sende saklı, ey çilekeş nizam!


İzam: Olduğundan büyük gösterme, büyütme, abartma.

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:36 PM

3.Öykü - Çuvaldızlı Katil

Saat onikiye yaklaşıyordu. Ve oturma odasının içine süzülen güneş ışığı şiddetini artırıp, odayı daha aydınlık yapıyordu. Oturma odasının büyüklüğüne baktığımızda zengin bir ailede olduğumuzu hemen anlardık.üç tek, bir üçlük, lacivert üstüne kırmızı çizgili koltuk takımı,bir kanepe,bir büyük ekran tv, odanın bir köşesinde bir yemek masası,çevresinde 8-9 sandalye, duvarda
resimler ve yerde iki çin işi halı ile odanın içinde yerini almıştı.Ama odanın içi hâla boş sayılırdı.Eve gelen çocuklar rahatlıkla yakalamacılık oynayabilirdi.

Odanın bir köşesinde, önünde ütü masası, saçlarında beyaz çizgilerle yaşlı bir kadın vardı. Diğer bir köşesinde de, sabah işten dönerken aldığı gazete ile kanepeye uzanan ve orada uykuya dalan genç bir adam, yani Ferit.. Ferit, genç ve başarılı bir komiser, emniyetin gözbebeği..Ve ailenin iki evladından büyük olanıydı. Diğer kardeş Feride, henüz bir üniversite öğrencisi. Aynı zamanda iyi bir balerin idi.

Güneşin dönmesiyle gözüne gelen güneş ışınları sayesinde uyanan Ferit, oturduğu yerden kalkarak gazetenin üçüncü sayfasından okumaya devam etti. Gazetenin hemen başında gözüne bir haber çarptı; 'ÇUVALDIZLI KATİL DEHŞET SAÇMAYA DEVAM EDİYOR! ' Haberin resminde bir fotoğrafçının kendi işyerinde yerde yatarken, çenesinden girip gözünden çıkan çuvaldızı parlıyordu. Haberi bilhassa aynı şehirde yaşanması sebebiyle annesine seslice okuyan Ferit, annesine 'ne zaman yakalanacak bu çuvaldızlı katil' diye söylenmeyi ihmal etmedi.

Üç dört gün sonra, bir terzi aynı şekilde öldürülmüştü. Sokağın köşesindeki biletçi, olayın işlendiği saatlerde işyerinden siyahlara bürünmüş, maskeli birinin çıktığını söylemişti polislere. Bir hafta sonra biletçinin suratında çuvaldızı parlıyordu. On milyonluk şehir, bu olanlardan sonra dehşet içindeydi. Katil ondördüncü cinayetini işlemişti ve hâla yakalanamamıştı.

Ertesi gün, akşamüstü eve gelen Ferit evde iki yabancı gördü; biri bal rengi takım giymiş,sarışın hafiften şişman,altın çerçeveli gözlük kullanan biri,diğeri de onun yardımcısı olduğu belli esmer, siyah elbiseli, sıska birisi.. Sonra onlardan sarışın olanının sokaklara asılı pankartlardan gelecek seçimde belediye başkanlığına aday biri olduğunu çıkardı.Onlar babası ile otururken kızkardeşinin onlara kahve sunduğu anda başkan adayının kardeşine olan bakışını beğenmemişti. Üstelik, sohbetin sonunda kardeşi onları haftasonu yapacakları gösteriye davet etmişti. Ama bir gerçek vardı ki, Ferit bu başkan adayından hiç hoşlanmamıştı.

Haftasonu geldiğinde, yüksek üçgen çatılı binalar arasından Ferit ile anne babası salona girdi.İki koltuk solunda da yine aynı kişiler vardı.Gösteri muhteşem başladı ve muhteşem devam ediyordu.Gösterinin bitmesine beş-on dakika varken yerinden kalkan Ferit,annesine eve biraz geç kalacağını
söylüyordu.Gösteri bittiğinde herkes ayakta alkışladı ve sessizce dışarı çıkmaya başladılar.Başkan adayı salondan çıkmak üzereyken, salonun köşesinde bir gölge belirdi. Sessizce başkan adayının yanına yaklaştı ve tek hamleyle çuvaldızını çenesinin altından sokup gözlüklerini kıracak şekilde sağ gözünden çıkardı.Olayı görenler, olayın dehşeti içinde donmuşlardı. Özellikle başkanın yanındaki o sıska adam bir an hiçbirşey yapmadan sokağın ters tarafına doğru kaçmaya başlamıştı.

Çuvaldızlı katil de, köşeyi döndüğünde maskesini çıkartırken altından Ferit in yüzü soğukkanlı şekilde duruyordu..

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:36 PM

4.Öykü - Çuval

Çinkoya düşüyordu yağmur taneleri.. Tik-tak tik-tak.. Tek tek düşüyordu özlemler, acılar, düşler..Yağmur dolu bulutların kapattığı gökyüzünün karamsarlığıyla örttüğü yatağından doğrulmaya başlar başlamaz, karanlık duvarlar, duvar saati, dolap da üstüne üstüne gelmeye başladı.. Önünde hayati önem taşıyan ÖSS sınavının yanında bir takım ailevi sorunları da vardı.. Çok çalışıp iyi bir üniversiteye yerleşmesi gerekiyordu.Bunun için de gece gündüz demeden ders çalışıyor, testler çözüyordu. Fakat, kafası diğer sorunlara da gitmeden edemiyordu.

Yatağından kalktıktan sonra üstünü giyindi ve kahvaltı masasına oturdu. Kahvaltı masasında dedesi ve lise bire giden kardeşi vardı. Kahvaltılarını ettikten sonra, dedeleri işyerine gitmeden torunlarını okula bıraktı. Öğrenciler ve öğretmenler her zamanki gibi okula yaklaşan arabaya ve içinden çıkan öğrencilere hasetlikle baktı. Bu soğuk havada onların çoğu yürüyerek veya dolmuşta tıklım tıklım okula giderken, bizimkiler klimalı arabada okula gidiyordu. Eh, doğrusu kıskanmakta biraz haklıydılar. Onlar onlara bakadursun, bizimkiler de salına salına kendi sınıflarının kuyruklarına sokuldular. Ve sonra derse girdiler.

İlk beş ders bittikten sonra öğle arası zili çaldı. O, herkes çıktıktan sonra sınıftan dışarı adımını attı.Ve yalnız olarak merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Arkadaş çevresi çok olmasına rağmen, yanında pek fazla kişi gezdirmekten hoşlanmazdı. Güvenmezdi onlara, gerçek arkadaşlık hissiyle ona yaklaşmayacaklarını düşünüyordu. Aşk, sevgi ve arkadaşlık duygularını hep çıkar temeli üstüne oturtmuştu. Belki de yanılıyordu kimilerinin hakkında, sonuçta daha toy sayılırdı. Ufak bir şehirde ne kadar geliştirebilirdi ki kendisini? ..

Her zamanki gibi dışarı çıktığında, önce çamların oraya yöneldi beton yığınlarının arasından. Sonra çamların hayat dolu havasını içine çekti. Bir iki tur atıp yemek yemeğe giderken,çevrede bulunan 15-20 çocuk arasından başka sınıftan ondan hayli küçük boylu biri yanına yaklaştı.. “Naaaber havalı yavru? ” diye alaycı alaycı takıştı... O sıra kafası dalgın dalgın öne eğik şekilde yürürken,böyle bir alayı beklemiyordu. Adımlarını yavaşlattı ve başını yerden yavaşça kaldırıp, soruyu sorana doğru baktı; “Adam gibi sorarsan cevap veririm! ” dedi. Diğeri diklenip, elini onun çenesine yöneltti, “Baaak sen, sen adam mısın ki ben sana adam gibi sorayım! Baban dün gece kim bilir hangi yabancının koynundaydı! ” diye dikleşti. Bir terkedilmişlik duygusuyla kan beynine sıçradı, yumruklarını sıktı. Ama çevredekilerin fark etmemesi için sessizce “Az gelsene sen! ” dedi ve çocuğu okulun arkasına götürdü. Bir yumruk vurdu, bir yumruk daha vurdu.. Yetmedi, oralarda gördüğü demiri eline aldı. Çocuğun bedeni inen darbeler sonucu mosmor olmuştu.

Ve kendi de yorulunca,ne yaptığının farkına varır gibi olmuştu. Beş on saniye soluk alıp verdi ama hıncını alamadı. Merdivenin altında bir telis çuval gördü. Çocuğu kaldırdığı gibi çuvalın içine attı. Ve çuvalın ağzını bağladıktan sonra kuytu bir köşeye attı. Bir iki derin nefes çektikten sonra, elini cebine sokup paketten sigarasını aldı. ve Sonra yemek için okulun yanındaki lokantaya gitti.Ama okula döndüğünde tedirginliği hâla gitmemişti.Merdivenlerden çıkarken müdür yardımcısını gördüğünde sıcak terler akıyordu. Sınıfa girdi ve ilk derse girdikten sonra arkadaşlarına rahatsız olduğunu ve izin kağıdı alıp eve gitmek istediğini söyledi. Teneffüs bitmek üzereyken müdür yardımcısının odasına girdi. İzin kağıdını aldıktan sonra okulun arkasına gitti ve çuvalı omzuna aldı. Ve okulun duvarına koydu. Bir eliyle çuvalı tutup, okulun duvarından atladı.Ve dolmuşa binip babasının işyerine gitti.

Çuvalla birlikte dükkandan içeri girdiğini gören dükkandakiler merakla ona bakıyordu. O ise sert bir biçimde dükkanın ortasında çuvalı yere fırlattı. Çuvalın ağzını açtı ve içindeki mosmor çocuğu gösterdi. “İşte senin pisliğin! ” deyip çocuğu çuvaldan çıkardı. Ama hala hıncını alamamıştı çocuktan. Üstündeki elbiseleri çıkartıp çırılçıplak meydana doğru salıverdi...

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:37 PM

5. Öykü - Kıyamet

Akşam okuldan eve geldiğinde, babası tv başında günün haberlerini takip ediyor, annesi yemek masasını hazırlıyor, kız kardeşi ise duştan yeni çıkmış, üstünde bornozla saçlarını kuruluyordu. Onun ise ne tv seyretmek, ne yemek yemek, ne de duşa girmek umrundaydı. Şuanda tek yapmak istediği şey, biraz uyumak ve sonra kalkıp derslerine çalışmaktı. Bugünkü sınavı da çok şükür atlatmıştı atlatmasına ya, önünde günde iki sınav olmak üzere altı sınav daha vardı.Üst katın anahtarını alıp, kapıyı açtıktan sonra doğruca odasına gitti. Kravatını ve ceketini çıkartıp bir köşeye attıktan sonra, beyaz gömleği ve gri okul pantolonuyla yatağına uzandı.

Planı 3-4 saat kestirip gece kalkıp ders çalışmak olmasına rağmen gözünü açtığında gün ışığı gözüne vuruyordu. Yansıyan ışığa göre havanın bulutlu olduğunu sezdi ve bir yandan geç kalkmasına bir yandan da havanın karanlık olmasına söylene söylene yatağından kalktı.Hava karanlık olduğu zamanlarda içi de kararır, sınavlardan pek hoş not aldığı olmazdı..Adımını sağa attı, yedi sekiz adım atıp biraz sallanır gibi olduktan sonra sola döndü.. On-onbeş adım sonra sağ yapıp tuvalete girdi. Tuvalete girip çıktıktan sonra elini yüzünü yıkadı. Biraz kendine gelir gibi olduktan sonra aynada yüzünü seyretti. Her geçen gün ne kadar geliştiğini ve alnında yer alan parlaklığın ne kadar arttığını hissetti. Bu arada hiç beklenmedik bir şey daha hissetti..

Sanki burnuna, bir binanın yıkımı sonucu oluşan toz kokuları ve çığrışan insan, uluyan köpek ve kedilerin cırtlak sesleri geliyordu.. Korkar adımlarla odasından balkona çıktı. Dışarıya baktığında ise hayretler içinde kaldı. Sağına baktı,soluna baktı,ve çevrede bulunan binaların teker teker yıkıldığını gördü. Tıpkı uzaklarda bulunan dağlar gibi.. Dağlar da yavaş yavaş bir buzdağı gibi erimeye başlamıştı.. Bu sırada aşağıya baktığında annesinin sesini duydu, ona dışarı çıkmasını söylüyordu. Ve bu sesle birlikte içinde bulunduğu şaşkınlıktan bir an olsun kurtulup kendine geldi. Kendi evleri de çökmeden, üstündeki kıvrışmış pantolon ve beyaz gömlekle kendisini apartman dairesinden dışarı attı. Asansöre bakmadan merdivenlerden koşar adım inmeye başladı.

Dışarı çıktığında, binadan çatırdılar duymaya başladı. Arkasına bile bakmadan bulunduğu yerden uzaklaşmaya devam ettiğinde ise kendi evlerinin de harabe hâle geldiğini hissetti ve yüreğinden bir parça koptu. Koşar adım beş altı blok ilerde bulunan deniz kıyısına doğru koşmaya başladı. Orası onun için en güvenli yerdi, etrafında hiçbir yapı yoktu. Ama unuttuğu bir şey varsa, denizin doldurulmasıyla yapılan otobandı..Otobanın üstüne çıktığında derin bir nefes aldı, ve etrafına baktı. Etrafta tek bir canlı varlık göremiyordu, sanki yer yarılıp herkes içine girmişti. Çığıran insanlardan, uluyan köpeklerden ve kedilerin cırtlak sesinden eser yoktu. Ağır adımlarla otobanın üstünde doğuya doğru harekete ettiğinde, denizin üstünde koşan kocaman kocaman boğalar görmeye başladı. Boğaların arasında da yunus balıkları yükselip yükselip alçalıyorlardı. Ve birden ayağının altındaki otobanın kaydığını hissetti. Otoban da yavaş yavaş denizin içine gömülmeye yüz tutmuştu.Bu sırada yönünü tekrar şehre doğru tuttu. Ve birden tekrar içine fenalık düştü. Eriyen dağların üstünden şehre doğru boyu iki-üç karış olan, şu ana kadar görmediği tüylü tüylü canavarlar geliyordu, önlerinde ne varsa içine giriyor ve büyük ihtimalle içinde yer alan leşleri yiyorlardı. Aklına annesi, babası, kardeşi geldiğinde çöktü. Yıkıldı olduğu yere… İşte bu sırada denizden şehre doğru yönelen boğaları fark edemedi. Bu boğaların biri ona sertçe vurduğunda ise iş işten geçmişti…

Kendine geldiğinde, kendisini bir bulutun üstünde buldu. Bulut yavaş yavaş yükseliyordu. Yükseldikçe gökyüzünün daha canlı olduğunu hissetti.Yeryüzüne baktığında ay yüzeyi gibi dümdüz bir yüzeyden büyük bir toz bulutu kalktığını gördü. Başını yerden kaldırdığında ise yukardan bir bulut kümesinin de kendisine doğru yaklaştığını farketti. Ve bu bulut kümesinin üstünde de üç kişinin olduğunu gördü; biri uzun boylu, dalgalı uzun kumral saça sahip, sakallı..Diğeri esmer,
en az diğeri kadar saça ve boya sahip, bastonlu.. Diğeri beyaz kısa saçlı, ve diğerlerinden daha da uzun boyluydu. Bulutlar aynı seviyeye yaklaştığında, onu aralarına çektiler. Beyaz saçlı olan, elindeki tası ona sundu. “İç evlat! ” dedi. İçinde su vardı, ama içtiğinde onun sadece bir su olmadığını anladı. Baldan tatlı bir şeydi bu. Ve onu içtikten sonra tüm bu yorgunluktan, ve stresten bir anda kurtulduğunu hissetti. Ve hepsi birden: “Her zaman su gibi saf ol! ” dedi. Diğeri elindeki bastonu sundu. Bastonu tuttuktan sonra, bedeni gökyüzüne yükselen hür bir ağaç gibi dikildi ve bedenine ve ruhuna güç geldi. Ve hepsi: “İlimden de bu baston gibi destek almayı ihmal etme! ” dedi Kumral olanın yanına yaklaştığında, kendi sırtındaki hırkayı çıkarıp onun üstüne attı. Hırkayı üstüne giydikten sonra, alttan başka bir bulutun yükseldiğini ve bu bulutun üstünde de annesinin, babasının ve kardeşinin ona konuşmadan el salladığını gördü. Acı yerini bir anlık mutluluğa bırakmıştı. Ve yine hepsi birden: “Acıların seni her zaman böyle saracaktır ve zayıflığını yok edecektir! ” dedi.. Bu sırada üstten bir bulut kümesi daha yaklaşıyordu. İçi görülmeyen bir bulut kümesi.. Onların bulutuyla aynı seviyeye geldiğinde, diğerleri onu bulutun önüne çekti. O ise ne olduğunu anlamamış şaşkın şaşkın bakıyordu. Birden bulutun içinden bu zamana kadar duymadığı, şerbet gibi bir ses yükseldi; ve “Suyunu paylaş, bastonunu paylaş, hırkanı paylaş, ama sisini asla paylaşma! ” dedi..

Ve birden kulağına, yatağının yanında çalan telefon sesi geldi.. Arayan annesiydi ve ona artık kahvaltı saatinin geldiğini söylüyordu..

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:37 PM

6. Öykü - Şaka

Sıcak bir yaz akşamı, henüz yeni işten eve dönmüştüm. Evet, yanlış duymadınız… Sıradan, evli barklı insanlar gibi ben de hayatımı evden işe, işten eve geçirir olmuştum. Halbuki üniversite ve önceki hayatımı bilenler bilir, gezmeyi, tozmayı ve ortamlara akmayı ne çok severdim. Ama yaşadığım şehrin bu başıboş, can sıkıcı ve bunaltıcı özellikleri beni bir çeşit ev hapsine mahkum etmişti.

Dış kapıyı açtığımda, yoğun ve bir o kadar tiksindirici bir sigara kokusu merdiven boşluğunu sardı. Evim giriş katında bulunduğundan, havalandırmak için pencereleri açık bırakma gibi lüksüm bulunmamaktaydı. Adımımı içeri attığımda da evin karmaşık hali beni karşıladı. Çoraplar, gömlekler, pantolonlar, tükenmiş cips, kola ve çikolata paketleri ve yerlerde dolaşan yastıklar müstehzi müstehzi gözlerimin içine bakıp, “hoş geldin reis” diyorlardı. Galiba artık bir kadın elinin evime gerek olduğunu düşünürken, birden titredim ve kendime geldim. Hemen pencereleri açtım, odaya güzel kokması için lavanta kokulu spreyi sıktım ve sonra da kendimi ön tarafa bakan balkona attım. Hayatının baharında, ve henüz kendini mutlu edecek bir aşkla tanıştıracak o muhteşem varlıkla karşılaşmamış biri olarak evlilik düşüncesini kafamın içinden gökyüzüne doğru salıverdim…

Balkona çıktığımda, hava yeni yeni kararıyordu ve insanlar koltuk altında ekmekler ve ellerinde evinin eksikleri ile evlerine dönüyordu. Ve aynı zamanda o gün şehrin Pazar günüydü ve pazarcılar da çadırlarını söküp, arta kalan eşyalarını kutulara ve bavullara geri koyuyordu. Onlardan bavullarını toplamış ve omuzlamış iki İngiliz (AB’ye girdiğimizden beri bizimkiler için ora, onlar için bura bir geçim kaynağı olmuştu) , evimin karşısında bulunan parka doğru yaklaştıklarında günün yorgunluğunu atmak için bir bankın üstüne tünediler.

Biri altmış yaşlarında 1,60 boylarında, beyaz saçlı, sıska bir adam, diğeri orta boylu,sarışın, kıvırcık saçlı güzel ve çekici bir bayandı. Bir ihtimal baba-kız çalışıyorlardı. Oturdukları banktan çevreyi gözetlerlerken yaşlı adamla göz göze geldik. Yanındaki güzel kızın (bu bunaltıcı şehirde bir gecelik çok işime yarayabilirdi) hatırına “Hey! ! ! ! ” diye seslendim. Vücudu sıska ama gönlü genç kalan adam yerinden kalkarak sağ elini salladı ve sıcak bir gülümsemeyle “Hey friend! ! ! How s it going? ? ” -merhaba arkadaş, nasıl gidiyor- diyerekten yanıma yaklaştı. Teşekkür ederek, muhteşem süregittiğinden söz ettim. Şehrin can sıkıcı havasını sezmiş olacak ki gençliğimin verdiği yüzüme bakıp “How can u be wonderful in this boring city? ”-bu can sıkıcı şehirde nasıl muhteşem olabilirsin? - diyerek ellerini iki yana açarak iyice sokulmaya başladı. Bir an milliyetçi damarlarım kabardı ve içinde bulunduğum durumu unutup “Boring? Not so much… This s a great city, believe me. Moreover, each person creates his own fun himself. You cant blame city for that.” –Can sıkıcı? Fazla değil… Bu, harika bir şehir, inan bana. Ayrıca, her insan kendi eğlencesini kendisi yaratır. Bunun için şehri suçlayamazsın.” dedim. Bu sözlerimden sonra adamın kanı bana daha çok ısındı ve balkonun demirlerine iyice yaklaşarak elimi sıktı. Ben de ona balkonda masamın üstünde bulunan meyve suyundan bir bardak ikram ettim.

Bu sırada sokaktan geçen, şakacı mizaca sahip Cahit adlı arkadaşım 90 kiloluk ve 1.90 lık cüssesiyle adamın omzuna doğru bindirdi. İngiliz bir an irkildi ama bu harekete Cahit’in sıcak tabiatının müsaade ettiğini anladıktan, daha doğrusu açıkladıktan sonra o sıcak tebessümünü Cahit’e göstererek, biraz yavaş olmasını dikkatlice dile getirdi. Ama Cahit bu… Dinler mi(!) Adama daha fazla sokuldu. Ve adamı bina ile kendisi arasına aldı. Birdenbire adam sancıyla bağırmaya başladı. Biz ne olduğunu anlayamadık tabi… Daha sonra Cahit’in ayağının İngiliz’in nasırlı ayağının üstünde olduğunu fark ettim. Ve “çeksene olm ayağını oradan” dedim. Bu arada sancıyla bağıran adam,kendini yere bırakırken kafasını balkonun altına vurdu. Bir an kendimi yoğun bir şok dalgasının içinde buldum. Çevredeki insanların balkonun etrafında toplanmaları ve parkta oturan bayanın gelmesi ve bağırması… Hepsi bir anda oldu… Bir an şaşırmıştım. Ne oldu? Ne oluyor? Ne olacak? ... Son sorulan sorudan sonra irkildim ve kendime geldim. Soğukkanlı davranmam gerekiyordu. Hemen içeri girip telefonu aldım ve hastaneyi aradım.

Neyse sonra, bayan ve ben ambulansa atladık, Cahit ise polis arabasına…

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:37 PM

Adem

Bir incir ağacı sebep oldu
Ademin dünyaya inmesine
Ağladı, sızlandı ve hür oldu
Sokuldu Rabbinin hizmetine

Donandı her türlü ihtişamı;
Güzelim dünyaya sultan oldu.
Tefekkürü, duyguyu, kelamı,
Bir bir toplayıp bahtiyar oldu.

Yaşarken adem Ortadoğu’da
Kâbil, Hâbil’in katili oldu
İlk kez bir güzelin yazgısında
Sevdiğinden ayrı kalmak oldu

Çoğaldı Adem’in çocukları
Önce kardeş, sonra düşman oldu
Dünyanın bin bir güzel diyarı
Denkken her birine, yetmez oldu

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:38 PM

Ahım Tutacak

Ahım tutacak bülbülün gagasını
Harebeye dönecek gül bahçeleri
Musikisi ruhumun alemi kuşatacak
Evler boşalacak, topraklar dolacak
Tarihe mal olmuş dünya, son bulacak

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:38 PM

Aile Fotoğrafı

Çamın altında büyük dedem
Yanındaki tümsekte durur ninem
Belli olmaz bugün yarın
Bir bakmışsın,bir boşluğa da ben girmişem..

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:42 PM

Aldanmak veya Damlamak *** Sulara

Şıp! ...
Şıp! ...
Şıp! ...
Damlıyor gözbebeklerimden kanlar şimdi
Belki, beni sevdiğini düşünerek
Belki de, sevdiğimi düşünerek...
Akıyor gözbebeklerimden süzülerek,
Şıp...
Şıp...
Şıp...
Şıpsevdi yüreğime! ..
Şeffaf yürekli duvarlar arasında
Saçlarının gölgesinde yaşıyorum/ Yandıkça yüreğine kanıyorum
Gözlerindir ekmeğim
Bakışların nimetim
Görmeliyim seni görmeli
Gördükçe seni / yüreğime gömmeliyim
Kim bilir ne kadar şeffaftır ellerin
Ne kadar yumuşak
Pamuk ipliğine bağlı bir hayat üzerinde
Kim bilir daha ne kadar yaşam kurtaracak
Ve daha ne kadar insan kurutacak
Bir bilsen ne kadar muhtacım onlara
Tut ellerimden
Yoksa, bir hayat daha mahvolacak!
Aldanmak veya damlamak *** sulara
Hangi yönden geldiğini bilmeyerek
Şıp...
Şıp...
Şıp...
Şıpsevdi yüreğime! ...

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:42 PM

Aldatılan İçinde

Aldanmak bize göre değil,
Aldatılan içinde.
Seveceksen ben gibi,
Sevmeyeceksen el gibi,
Çekip gideceksin bu düzenden.
Çekmez kahrını *******,
Aşkı iliğine kadar işlemeyenin.
Ve içmeye benzemez,
Aşk şarabından içmek.
Dikenleri sert ve diktir bu yolun,
Ve bir günahkara ait,
Sırat köprüsünden daha dar..
İlah'ın içinde ilah olmak,
Kolay olmasa gerek!
Bir Anka Kuşu gibi,
Küllerinden doğacak,
Tüylerini evrene silkeleyecek,
Ve evreni sevdasıyla uyutup,
Başka bir evrene kanatlanacak,
Bir çift aşık olmak gerek.
Dedim ya,
Aldanmak bize göre değil,
Aldatılan içinde..

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:42 PM

Alemin Derdi...

Etrafta hırsızlar kol kola gezerken,
Onun bunun pazarlığını yaparken,
Sırası mı “hırsız! ” diye bağırmanın;
Alemin derdi, seni mi gerdi şimdi!

Bırak artık kessin kesen kesileni,
Soksun bıçağı, kesiversin dilini,
Düşünme,yüz elli beşi çevirmeyi;
Alemin derdi, seni mi gerdi şimdi!

Ayşe’nin namusu zordaymış; sana ne!
O kendi halinden memnun, git işine!
Olmasa da, o Ayşe senin neyine?
Alemin derdi, seni mi gerdi şimdi!

Sağcısı solcusu sallasın kahvede,
Sövsünler karşılıklı fikirlerine!
Önde çay, ağızda tütün, bak keyfine;
Alemin derdi, seni mi gerdi şimdi!

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:42 PM

Alfabe

Aşkla başladı her şey,
Adem geldi evvelden,
Aşıklar gitti de ey,
Ad düşmedi hilalden.

Bihaber saklar gönül,
Bana ne aşkımdan der.
Bilmez, donar tevekkül,
Bahtsız, buzda kalmış er!

Celalden sual olmaz,
Can çıksa, ebedidir.
Cemalinde O solmaz,
Cisim, kalan tek gizdir..

Çiğ düşürmek ister de,
Çamura girer kendi.
Çaylak senin neyine,
Çekme yokluk çilesi.

Derya boğar Mecnun’u,
Damızlık söze döner.
Devir sürükler onu,
Dev Leyla çölde önder.

Ermez sevdasız gönül,
Emse de vakit canı.
Eskir mi gülle bülbül,
Ekse onunla anı.

Figanla taşar yürek,
Feragat eder andan.
Füsun kapar da bilek,
Firari olur candan.

Gülşen katar bahara,
Gölgesi daim kılar.
Gamdır, onsuz naçara;
Gafilde baki çıkar.

Hatır da O’ndan gelir,
Hezeyan da can sana.
Haşmetten ateş geçir,
Hürmetler kondur başa.

Ilgımla döner yokken,
Islar yaşsız geceyi.
Irakta aşka gözken,
Irgat, sana yüreği.

İçkide medet uman,
İsraf eder masada.
İlelebet sır, umman,
İsmi durur karşıda.

Jön ve aşkta acemi,
Janjan yakışır ona.
Jet dedeye demeli,
Jurnal yazmaya başla.

Kalem taşır sevdayı,
Kah şiir, kah romanla.
Keramet kanda saklı,
Kitap, defter palavra!

Lafla yürümez gemi,
Lâl de düşer ateşe.
Laçkadır lafçı dili,
Lazım lahuti gebe.

Mesafe gelir kısa,
Meşaledir hep yanar.
Merde kim karşı çıksa,
Madde başını sarar.

Nerden gelir de geçer,
Nazın haberi duymaz.
Neşeyle dolu beşer,
Nifaka ekmek sunmaz.

Oğul nesil çevirir,
Oluşur gece gündüz.
Ocakta sevda erir,
Okumasa elde cüz.

Ölümü yardı Yunus,
Ömrünü yedi burda.
Önem verdi ona Us,
Övdü ruhunu nurda.

Para nefsin herşeyi,
Perişan onsuz dünya.
Pervane döner beyi,
Paye yok kısır aşkta.

Rüya görür kör aşık,
Raddesiz kısır aşkta.
Rafine suda kaşık,
Riya etrafta dalga.

Sahneye konmuş piyes,
Sevişmek sevmek güya.
Saatten sonra lades,
Satıcı etten dünya.

Şair, düşünür yazar,
Şafağı bulur gece.
Şehvete kazık çakar,
Şerik ona tek hece.

Temayüz beyaz safta,
Tarih düşmeyi bekler.
Tekmile çare rafta,
Taklite yokluk düşer.

Uçsuz bucaksız sema,
Uğuru seyre dalar.
Uçma fazla havaya,
Ucuza çakal atlar.

Ülfet, kamil yaşamda,
Üvey aşkı üfürür.
Üleştir bunu onla,
Üzüme tane düşür.

Vaveyla kopar vardan,
Vadesiz biten aşkta.
Vaatler biter yardan,
Velhasıl muhtaç O’na.

Yazarken geldik sona,
Yoğu varı bitirdik.
Yaktık aşkı kağıtla,
Yar’da yarı yitirdik.

Zarfa koydum bin mesaj,
Zarar etmesin andan.
Zarife olmaz şantaj,
Zevk alsın okumaktan.

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:44 PM

Allah Yolunda Gafletlerdeyiz

Yaşamak varken her soluk ve adımda,
Yaratılan sıfatıyla, yaratanın adıyla;
Boşuna çabalar ve nefeslerdeyiz,
Bir nevi en büyük gafletteyiz...

Bilmem selam kime, nasılsın niçin?
Seni seviyorum diye, kime sesleniriz kime?
Dil kimin? Yar kimin? Dünya kimin?
Kesmek için dilimi, verin baltayı elime!

Ömrümüz fizik, kimya ve matematik,
Din dersimiz yok ki, o da olsun kritik!
Hocalar ölmüş, yaşasın artık öğretmenler!
Fark etmeden kalınmışız ziyankar ve bitik!

Hanımlar rahatsızmış, kıssınlar ezanın sesini!
Bilmezler bu vatanı kurtaranın kendisini!
Haaşa ilah yaptılar Tarkan'ı ve Nez'i,
Kurtarsınlar şimdi de görelim memleketi!

Spor tüm branşlarda sürüp gidiyor,
İsim isim tüm sporcular biliniyor.
Hani ya Mukaddes Kitap'ın sureleri?
Çarşamba'yı sel almış onu da götürüyor!

Güzelim teknoloji gelişmiş neye yarar?
Tv'yi, radyoyu, pc'yi ateşler sarar!
Akıllı bombalar atılır Irak semalarında,
Ah be teknoloji ah, yüreğim kanar!

Dinimiz emreder yaşamayı kardeşçe!
Olur mu hep böyle izlemek kalleşçe!
'Yetiş Muhammed, yetiş Ali! ' miz beste,
Sakız gibi geveler dururuz günlerce!

Bir ömür ki gaflet içinde gaflet!
Ahır zaman gelmiş, yetiş Muhammet!
Zaman haramdır, fiiller ise günah kesesi,
Yarattığın ruh hatrına, rabbim bizi affet!

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:44 PM

Aman Sevgili

Ey sevgilim,gözlerinde belirir en keskin iklim
Ve ruhuna çekilmiş yumuşak çok renkli kilim
Sırrını çözemez ve çaresiz kalır gölgende bilim
Çek kalemi rüzgarımdan,senden yazılsın sicilim

Sensiz, ciğerlerime süzülür içilen bütün sigara
Gönlüm engin izbe, dumanlı sonsuz bir mağara
Gölgelerden ses gelir, kurtuluşa atılan bin nara
İçine bu bahara al beni,çıkamam gelecek bahara

Ne varsa sende var,kalmadı bileğimde hiç takat
Tüm beni çocuklara dağıttım, isteme daha zekat
Korkarım yokluğunda kötülükler artacak kat kat
Tez elden beni de al yanına, geç olmayasın fakat

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:44 PM

Anka Kuşu

Her gün, yeni bir umut getirir,
Ardında bıraktığı küllerin ardından.
Küllerinden bir anka kuşu dirilir;
Silinir, yenilenir, ve tekrar sevilir…

Su birikintisine düşer damlalar,
Gözyaşları, döller, kanamalar…
Geriye kalır son günün ardından,
Her sonucu tek olan anlamalar.

Yaşamak, yaşananla güzel…

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:44 PM

Annem

Sen çağırdın yıldızların ötesinden;
Senin için geldim bu aleme annem!
Gözlerim açılırken bir ışıltı derinden,
Gördüğüm güneş değildi; sendin annem!

İçirdin zemzem gibi mukaddes sütünden,
Susuzken sen yetiştin imdada annem!
Sallanırken dünya, düşüyordum beşikten,
Korkan ben değildim,senin yanında annem!

Kalem tuttu elim, sözlük oldu kelimelerin;
Nur ışığında aydınlattın yolumu annem!
Sevdim! Kıpırdandı senin de hislerin…
Yan yana çağlayan iki nehirdik annem!

İlaç görmedi yüreğim doktor elinden;
Senin gönlünden gördüğü kadar annem!
Yıkamaz bir yeri gözyaşım derinden;
Gözlerim sana hasret kalmadan annem!

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 03:49 PM

Askı

Ben kara bir askıyım karanlık bir odanın karışık bir dolabında
Bazen en kaba paltolar çullanır, bazen en narin gömlekler bana
Diğer askılar almış, akmış, nurdanmış, hiç dert değil benim için
Semada yıldızlar dolanırken, ben de eşlik edebilseydim onlara

Ahmet Ağdere



Aşk

Aldandım görünüşe
Şaşırdım ileride
Kayboldum bitişinde

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:45 PM

Aşk Vapuru

Her aşkın içinde bir deli vapur
Bir o dalgaya bir bu dalgaya vurur
Yüzer şair sözlerinin o yakıcı aleminde
Ve rotasını bulur yıldızların ceminde

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:45 PM

Ata Türk

Önce;

Birkaç gün ekranın kare ası,
Sırtta popülerizmden kalma kürk...

Sonra;

Mekan bir garip otel odası,
İçerde yatan, gençlik Ata - Türk...

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:45 PM

Atiye Sürgün

önümde gece arkamda gün
bitmez bir kovalamaca
......................atiye sürgün
söz ve gözlerinle ürür
.ay yüzeyinde bulutlar
benim en büyük düşmanım
geleceğe dair umutlar
sen güzel sözlerin katili
............yüreğimin cahili
yüzdeki sahte neşede
en büyük kinler dahili
şimdi nereye kaçarsan kaç
gelecekte kirlenmiş elin
benim insafıma muhtaç

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:45 PM

Av ile Avcı

Tilki av olmuş, girmiş ormana,
Ukalaca dolaşmış uzun uzadıya.
Bakmış aslan olacak gibi değil;
Avlamış tilkiyi aydınlık anında! ..

''Aslan kral! '' demişler yıllarca;
Pençe atmadık bırakmamış ormanda...
İtirazda bulunmuş buna Ademoğlu;
Silahsız aslanı avlamış silahla! ...

Ne tür silah ararsan hep insanda;
Hangi avın canı dayanır daha buna!
Lakin doğanın kanunu; bir av, bir avcı;
Melekler almış insanı pusuya! ...

Bilinçsiz dolasıp durur dünyada,
Bilmez ne zaman kalır tuzakta!
Gönül bırakmak istemez dünyayı fakat;
Elbette avlanmak haktır ona da! ...

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:45 PM

Ayağa Kalk!

Aşkın ağısını bal deyip içtin,
Hiçliğin gölgesinde ne devler biçtin,
Mukabil, sen yine de değerden içtin.
Emri vaki geldi, kalk ayağa artık,
Tekmil bilindin, şimdiye dek hiçtin!

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:46 PM

Ayaz

Hayalimde bir sen varsın,
Bir de bana ait gözlerin.
Sen kendince bir bütünsün,
Gözlerin kendince bir bütün.

Sen hep yanımdasın lakin,
Gözlerin bir o kadar ırağan.
Avucumdayken bir sıcak beden,
Ayazdı gözlerindeki havan! ...

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:46 PM

Ayrılık

Prenses vardı tüm gün yanımda dolaşan,
Ilgaz suyu oldu, götürdü onu yüreği.
Nergisler soldu, güller soldu, dönmez gayrı,
Ayrılığın üstünden koca üç saat oldu
Rüyadadır şimdi, benimse günlere doldu...

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:46 PM

Bana Rengini Söyle

Kar taneleri arasında
Yitirmiştim rengimi
Beyaz hayallerim vardı
Çocukluğumdan kalma
Başı göğe kaldırınca
Bulutlar almıştı yerini

Karanlıktı ortam
Ve yorgan altında
Korkumda o vardı
Oysa bir güzel üstüne
Ne güzel yakışırdı..

Kiraz iki dudak arasında
Kıpraşınca vücudum
Kırmızılaşan yanaklarım
Sessizce çekip gittiğinde ise
Duvara çarpan parmaklarımdı..

Sığınınca yeryüzüne
Güzel bir çocukla
Aydınlığını paylaştı onunla
Isıttı içini, tekrar ısıttı
Ve acı verdi ona

Denizler, engin ve sırdaş
Onun rengi altında
Aşıklar tutuklu ölesiye
Ve gündüzden sonra gece
Soluğu sürer yine…

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:46 PM

Bandırma

Bandırma limanında bir gemi, içinde bedeni,
Aldırmaz hiçbir şeye izler geleni geçeni.
Dalgalar sıklaştığında, sıkar küskün dişlerini,
Es rüzgar yine es, sen zor kımıldatırsın yerini!

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:46 PM

Bayram Armağanı

Bugün bayram günü, sil at hüznünü
Ekşitmesin dünkü dertler bugünü

Gökyüzü ve yeryüzü arzuların için hoyrat
Şeytana zincir vurulmuş, melekler dünyada rahat

Aşka ve sevgiye uçuyor bir kırlangıç
Güzel günler için bayram olsun başlangıç

Mürekkebin sürekli olsun ey yürekli kalem
Dizdiğin her dize sonsuz ruhuma kalem

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:46 PM

Ben!

Ben şair isem, bunu sen yaratmadın güzelim...
Aşkını icat eden, o mucit de ben değilim! ..
Duygular rehberim, acı çekmek ise bir zevkim,
Erimez sevda dağında dikili taş; o benim!

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:46 PM

Benim Hayatım

Bir silahım olsaydı, bir silahım
Mıhlardım kötülükleri adım adım
Belki talihim bir hiç olurdu ama
Milada sığmazdı benim hayatım

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:47 PM

Benim Yolum

Bu yol, benim yolum; ne başı belli ne de sonu!
Attığım her adım başlatır yeni bir sorunu!
Davamın içinde yoktur ha kader ha bir korku,
Eskiyen bileğim değil, zaman olur gün boyu!

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:47 PM

Bir Güzele-2

Yalnızlar ormanından bir ağaç olarak
Rüzgarınızın önünde saygıyla eğilirim
Güzelliği dünyayı şarhos edecek arak
Çekinmeden dudağımı ruhuna değdiririm

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 04:47 PM

Bir Güzele-3

El verdim güzelim ben sana el verdim
Gönlümün en güzel köşesinden ev derdim
Bazen beyazlar altında bazen yaz sıcağında
Gözlerinle en uzak yıldızlara eş erdim

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 05:02 PM

Gemiler

Yol üstünde gemiler,
Bana ne aşkından der,
Bilmez bacada tüter,
Yol üstünde gemiler...

Yolcusu bin bir çeşit,
Yolu sevdama eşit
Rotası olmuş reşit
Yol üstünde gemiler

Özü renginden beyaz,
Sineye vurur poyraz,
Gelse sevgilim bu yaz
Yol üstünde gemiler...

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 05:06 PM

Geri Dönme Vakti Şimdi

Yak ruhumun dört köşesini
Külleri izlerini taşısın
Taşsın benliğimin ıstırapları
Külleri güneşini kapasın
Avuç dolusu uçuyor
İyilikler ellerimden şimdi
Oysa rüzgar senden yana
Ne kadarr şeffaf eserdi
Ah, her bakışı ömre bedel sevgili
Sessizce gittiğin andan beri
Saat zifire nasıl da hapsoldu
Çıkmadı, günler günlerin içinden
Kurtulmadı bedenim zamanın dişinden
Şıvgın diyarına kondu yüreğim
________________şimdi
Sessiz çığlıklara gebeyim
Kahpe gülümsemeler arasında
Vurgun sevdalar kanatsa da
Sana muhtaç kaldı hayatım
Sevgilim, geri dönme vakti
Yak ruhumun dört köşesini
Ve külleri izlerini taşısın
Taşsın benliğimin ıstırapları
Külleri izlerini taşısın

Ahmet Ağdere

GooD aNd EvıL 11-02-2008 05:08 PM

Gitmeyecektin Bu Şehirden

Sen hiç gitmeyecektin bu şehirden
Sensiz sokaklar bilmemeliydi sensizliği
Adım adım çıkarken bu merdivenden
Gelmemeliydi şuursuz düşler üste üste…
Ve sarı lambalar körertmemeliydi gözleri.

Sen gittikten sonra herkes ayrı bir alem
Dağılmış dağ tepelerine tesbih taneleri
Herkes farklı sevda anlatır, ellerinde kalem
Nerden bilecekler sana ulaşmanın yolunu
Sensiz hep eksik ve biçare kalır hayalleri

Ahmet Ağdere


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 02:51 AM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.