![]() |
Abdullah Karabağ
............Esin
..........eden gizem ...............esin ...........tinin inci ...mermerde çiçeklenir .......yaşama sevinci. Not: Eleştirilere yanıt: Farklı bir şiir anlayışıyla yazılan bu dosyanın dize düzeni(mısra kaydırmalı) genellikle yukarıdaki gibidir. Halkalı Seher Abdullah Karabağ |
33 İmza
Ben bir Viking gemisiyim Boynu kuğu Başı rengeyiği Yüzer durur Kendi içimde Menzili yitik rotasız Yelkeni Eskimo eli’nden Deniz Karbeyazı kabuğuna çekilmiş Yüküm Beyin sürgünü küresel selden Kalemi Umuduna küs Evine tutsak ülke’den. Şarkım Karanfilde Kalsın Abdullah Karabağ |
Açlığa Ve Susuzluğa Karşı Elele Durmak
Çin Seddi’nde miyiz açlığa karşı elele yürüyenlerle; Büyük dünyasal açlığa, büyük kırıma kaç çeyrek var, Neredesin, ekmeğini kazanırken kelebekler gibi çırpınan, hüneriyle geçinen evrensel kardeşliğim! Sudan’da mıyız sussuzluğa karşı diz dize oturanlarla; Yanımızdan bir sahra kervanı geçer, nereye gider, Saklar yüklük çatılarında albenili katar, değerli şeyler. Onurlanır mı, böbürlenir mi sahibi, bilinmez; yükünden bir tulum suyu yoksa susuzluktan kırılanlardan yana, Katılmaz susuzluğa karşı diz dize oturma çağrımıza! Yeni Delhi’de miyiz yoksulluğa karşı elele olanlarla; Bombay’dan bomba gibi haber: Ölüme kaç çeyrek var varoşlarda gıdasızlıktan, ilaçsızlıktan, bakımsızlıktan..! Dileğimizdir; torba torba besin, koli koli ilaç yüklenmeli ambarlarından, fabrikalarından, limanlarından devletlerin; Uyanmazsa insan bilincimiz yetişmez yerine felaketlerin. Yollarda mıyız mevsiminde her kıtadan elele verenlerle; Şeridinden filmin eli tüfeklilerin, kıyımına kaç çeyrek var Ağır canlı antilopun, yavrulu samurun, sürmeli cerenin... Neredesin, doğayla sözleşmeli yaşamsal kutsal barışım; O diyardan bu diyara, çığlık çığlığa, bir boydan bir boya toplu yokoluşa, açlığa ve susuzluğa kaç çeyrek kaldı ki! Tartıya Kalan Düşler Abdullah Karabağ |
Açlık
Aç mı kaldın Önemli değil Bir şeyler Bulur yersin Aç mı kaldın Üç gün beş gün Ya da aylar İşte tenin Ye yiyebildiğin kadar Sakın Düşlerini yeme Yersen düşersin Seni Aç koyanların sofrasına! Şarkım Karanfilde Kalsın Abdullah Karabağ |
Ağrılar
Birden süregelen ağrılarla yüklendim Ağırdan ağrır ağrılarım Serde süreduran dargınlıklar yükledim ağrıma Kırgın bağlar ağrılarım Sırdan süreğen anı süzmeleriyle yüklendim Ağırdan ağılar ağrılarım ağrılarım. Yıldız Dalı Yasaklı Gönül Abdullah Karabağ |
Alfabe
Alfabem Sanskrit Latince’ye benzemez basit Kadın kadın kadın Anlayan beri gelsin. Şarkım Karanfilde Kalsın Abdullah Karabağ |
Anahtar
İnsansa insan kadın insanda insanlaşır Değilse insan insan kadın yücelmez Kadını yücelmeyen insan insanda insanlaşamaz. Lacivert Oyalar Abdullah Karabağ |
Analar Ağlamasın
Sekiz fidandık Coşardık Boz-bulanık seller gibi Kürtdağı’nın doruklarında Yüzümüz dağa doğru Dağ uzanır ülke’ye doğru Buralar Sınır boyu Dörde bölünür yürek Gecesi tuzak Deminde değilse Konuşmaz namlu Takibe alırlar kaçağı uzaktan uzağa Ansızın sarıldık Gün ağaranda vurulduk Selvi fidan dizildik Kürtdağı’nın ormanında Sözümüz öze doğru Öz çağırır öze doğru Zalimce doğrandık Görülmedik Çiğnendi bedenlerimiz Duyulmadık Toplu mezar olduk Bilinmedik Bir baş yükselir Ovadan göğe ‘Ulu derviş’e yorulur Mekânı Ökkeşiye Ağlar yorulur Söyleyin babalara Babalar ağlamasın Unutmadık gidenleri Gelenler unutmasın bizi Canlara söyleyin Canlar boyun eğmesin Boyun eğmek için Düşmedik toprağa Söyleyin analara Analar ağlamasın! Şarkım Karanfilde Kalsın Abdullah Karabağ |
Anılardan Bir Demet Bazan Yağmur Olur
Nerede olursan ol, bir yakınlık hissediyorum, Nasıl olduğunu söyleme, anısal bir yakınlıktır. Hiçbir mekânda durulmayan tuhaf damlalarla: Bazan bir yaprağın çağrışımı koca bir ağaçtır Bazan bir nergis, beli bükülmüş bir mecnundur Bazan bir şarkıdır, uzaktan yankısı çilenti gibi Kopmaz bir bağ var aramızda; ne olursan ol, Nerede olursan ol, bir beraberlik var aramızda. Büyücü yaratılsaydım büyülerdim seni, şairim, Anlatacak kelime bulamıyorum, ne desem nafile! Çağları mı devirsem, çağırsam büyük yaratanları, Sanat tanrısı olsaydım canlanın derdim iki ustaya! Seni görebilmek, seni daha iyi anlayabilmek için Yüzlerce resim ve heykelini yaptırırdım Leonardo da Vinsi’ye, Mişelanjelo’ya; Bizim Yaşar Kemal alınmasın, betimsel izlerdik! Tartıya Kalan Düşler Abdullah Karabağ |
Anne
Nasıl bilebilirdim genç kızın masumluğuna karşı karşı cinsin korkunç doyumsuzluğunu Kız olmadan kadın olmak ne demek anne Çocukluğumun kızlığımın bahçesi Zoraki kadınlığımın yatağı 115 Nolu Sokağı 14.Caddeye kavuşturan ve çeşmesi Leylaklarla demetlenen Hatırlarsın anne pazarları oraya koşardık herkesten önce kapardık en gökçe gölgeyi Ne rastlantı ki aynı yerde ekmeğe „nan“ dediğin için bekçi tarafından azarlanmıştık İşte ne olduysa orada oldu sinema dağılışıydı sanki leylaklar aşka gelmişti Kız olmadan kadın olmak ne demek anne Bağışla beni yazamayacağım bu mektubu Vizite kayıtlarına göre yedi yüz on altıncı müşterimle postalıyorum iadeli taahhütlü Anne beşinci ayın ikinci pazarında okul önlüğümü duvara as yakasına Leylak iliştir Bak kızım diye Kızın anne olamadı N’olur ağlama anne Anneler Günün Kutlu Olsun! Yıldız Dalı Yasaklı Gönül Abdullah Karabağ |
Anzelha
Taşkın telâş akik delgi kobra dalaşı Belgin bulgu çinideki han kobraya imrenir Anzelha bulguladı âdem bengi bengiliğe konumlanırken. Lacivert Oyalar Abdullah Karabağ |
Apê Musa
Çömelmişti Şalı yosun Dağ kaçağı kayanın dibine Ufku Hançer nakışlı Akşam güneşine bakıyordu Koca bir ömrün Hesabını verircesine Düğümlenir soluk sesleri Tütün karasına Bêçare’ye sayılır Bilge duruşu Kulak verdi Göz yolladı Nerden geldiğine Vaktinden evvel Bura havası kurşun havası Fasıl başları teke tek Sonrası şerit şerit Yine namlular hawar’da Açıldı elleri Umuduna kol-kanat Bir kelebek Düştü yere cansız Resmi kaldı Tipi kar yumağı Kaşların gölgesinde gözbebeklerinde Dayanmıştı Şal û şapık kuşanan kadın Pısmam Hesenko’nun kapısına Meri ****s Çelik başlı memlerin üzerinden Bir baş yukarı Başına baş Yoluna yoldaş Yüreğine eş Kundağı Gümüş kakmalı kleş Apê Musa Tepesinde Bir ak güvercin Kanadı zeytin dalı Sancılıdır ‘Yiğidim Hasenko’dan yana Daha kaç yıl olmuştu Görülecek hesabım var dediği Dilin dudağa Korkuyla uzandığı günlerde Nasıl olur O aslan parçası adam İçten Kilitli kapı gerisinde Donakalır kadının dirilişinden Oysa İyi bilirdi İsmi yasak ülke’de Yasak yaşamın Ne demek olduğunu Çarpar yürek gelmişti Apê Musa Elinde Bingöl meşesinden asa Asanın ucu yanık Kolunda Yaralı bir ceylan Anmazsa da dünya âlem Bu dağlar ceylana tanık Yumrukladı oğul kapısını Gürledi tok sesiyle Bir söz için Elini kana bulayan oğul On beş sene Mahkûm gezen oğul İşte Kawan İşte dem û dewran! Şarkım Karanfilde Kalsın Abdullah Karabağ |
Arı
Arıdır Özüne arınır Kanadı sazda İğnesi nazda Balı var Hani neresinde Tekneye sultan Emek olmazsa. Şarkım Karanfilde Kalsın Abdullah Karabağ |
Ax Tamara
Nil gebedir Altına buğdaya İsa’dan önce İktidar kadın Kleopatra İki bine iki kala Van Bir kadın Başından tekmelenir Kadife zubun İpek fistan sürünür Ax Tamara mavi ağlar Kleopatra Nil gibi Oktavın zaferi Yılan taksın Altın zinciri! Şarkım Karanfilde Kalsın Abdullah Karabağ |
Ayakta Ölenler
Can benimse öldürdüm ölüsünü Ölüm ölmezken savdum ölümü Sorgucu-infazcı laftır korkmayın törel ölülerim Ölen bensem konuşurum henüz üç günlük ölüyken Ölümün girdisine çıktısına kazındım Kazıdım levhama temsilen bedendeki nedeni Yarılmalı taş beden safta olmalıyım Ölüm haksa ölümlüye ölü bensem konuşurum safta olmalısın Mirastır sevdam sana büyüt öpeyim yeniden resimleneyim. Yıldız Dalı Yasaklı Gönül Abdullah Karabağ |
Aylı *******
Kar yağıyor bir ucu elimde kalan gelinliğine Yalnızlığımın puslu yolculuğunda gülen kadın Penceremizin buzlu camında ay kar tanesine sığdırmış güneşi Kardaki güneş ay taneli binlerce nar taneli Yıldız yağdırır resmine Kar yağdırır yanlızlığıma Penceremizdeki bildiğin ak yüzlü ay Kar tanesine sığdırabilir mi güneşi Seversen benim gibi sevdiğim Yıldızların aysız yaz *******ini sevdikleri gibi Kar tanesi güneşi de sığdırır resmime Yıldız da yağar pencereden ayla buluşan yolculuklarına. Yıldız Dalı Yasaklı Gönül Abdullah Karabağ |
Ayna Tutma Bana Gönül
İki gönül yakasında durup beklemek, Her gün aynı yerde, aynı gönülle vurulmak nedir, Bilemezsin, Selvira? Sevenlerin ikisini yakarak, olmayan bir üçüncüsüne Umut beslemek yakışır mı sana, Selvira? Elindeki ne oluyor bu saatte, ayna mı, tutma bana, Yaşamadan mı yaşlandırdık gençliğimizi, Güldürme beni, dedelerimiz gibi anlaşmayacağız! Caddelerde ve parklarda kalabalıklara karışarak Ve kaygılarımızdan arınmış olarak el ele tutuşup Yürümeye sonra çalgılı bir gazinoda eğlenceye... Gönül gezisiyle bir gecelik dansa, ne dersin, Selvira? Tartıya Kalan Düşler Abdullah Karabağ |
Aynadan
Kur’an İncil’i Tevrat Zebur’u... Kürsüye çağırdım Golgotha Kerbela göründüm Fadime Ana Ana Meryem Barışan barışık Barış analarıyla dirildim. Halkalı Seher Abdullah Karabağ |
Ayraçlar
Limon sıkılmış hoşgörüşüne horgörüleri ayraçlı (yalın yanılsama) Limon sıkılmış simasına işveleri ayraçlı (boy pos cakası) Limon sıkılmış sözlerine vurguları ayraçlı (ikilem çelmesi) Limon sıkılmış hoşçakal’ına ayraçları çocuksu (telefon şakası) Amber sıkılmış son ayracına ayraçlar imalı (A canım sil baştan!) Lacivert Oyalar Abdullah Karabağ |
Balta
Bu yaşamdır dedim Baş ucuna balta koydum Ayak ucuna kütük Gül ektim arasına Ne Baltaya sap Ne Kütüğe balta Ne de Güle Yâr oldum. Şarkım Karanfilde Kalsın Abdullah Karabağ |
Başlar
Geçmişim makineye Üzerimde işlik Giyerim yaz-kış kime ne Gözlerim çekiç Çalarım taşa Taş yarılır baştan başa Yanağından bir yol Yolcusu yorgun karınca Yükü gelincik Uzanır kendince Gözlerim çekik Çalarım taşa Çekiç ayrılır ikiz başa Her baş bir karınca Ne işler ne boşlar. Şarkım Karanfilde Kalsın Abdullah Karabağ |
Bayılırım Böyle Hayaller Kurmaya
Nasıl birden çıkar gelirmiş unutulmuş yüzlerden bir yüz, tanıdık; defalarca yüz yüze görüşür gibi, o bakar, ben bakarım, o söner, başkaları görünür! Biri süzer, birileri üzer, vazgeçemem hiçbirinden, Garip garip dertleşir gibiyim. Nereden, ne zaman, nasıl gelirmiş, bilemem; Giden isimlerden bir isim, her zaman anılan gibi Düşünürüm, ayıramam birilerini diğerlerinden; Yılların girdisine, çıktısına rehine gibiyim. Sayarım isimleri boşuna, sileni, silinenlere karışır; Hesaba kitaba gelmez taşınmaz eski hatıralar gibi, Sanki ben, bu yüzleri hiç tanımamış gibiyim. Ama nasıl çıkar gelirler peş peşe; Düşünür, taşınır, anlayamam fakat bayılırım unutulmuş yüzlerin geçiş saatlerine dalakalmaya, Gündüzü gecesinden uzun böyle hayaller kurmaya. Bu, yüzlerin kaçıncı gelişi ve kaçıncı gidişleridir; Solan resimlerden bir resim, fısıl fısıl konuşur gibi, Mimikleri birbirinden tatlı, doyamam hiçbirine, Takvimlerin uçan yapraklarına takılıkalmış gibiyim. Tekrarlanır ziyaretleri albümlerden küme küme yüzün; dostlar mı akın etmiş kapıya, açarım, kimse görünmez Ama nasıl olur, ben, bunları daha şimdi görmüş gibiyim! Tartıya Kalan Düşler Abdullah Karabağ |
Baz
Hêlîna bazê gel e Pê nalîze Xira nake Çiya banî binerd Sond xwarine li serkeftinê. Sewta Berbangê Abdullah Karabağ |
Benci
Kovanda sahanda ben Bezende benmaride ben Kuramda buramda bencileyen Zarda marazda sencileyen Kovuldun bizden benbenci sultası. Halkalı Seher Abdullah Karabağ |
Berlin
Kim kopardı Davud’un yıldızını Ben koparmadım Davud’un yıldızçiçeği Altı köşeli kurşun Tenimden soğur! Şarkım Karanfilde Kalsın Abdullah Karabağ |
Berzenci
Babil’e döşendim Sicilya’dan Antik Roma’ya Londra’ya petrol Musul-Kerkük’ten Asılacaksan İngiliz ipiyle asıl misyoner Buckingham Sarayı Wilson’suz Herkese Londra asfaltı Bize ****s altı Kürdistan hasıraltı. Halkalı Seher Abdullah Karabağ |
Beşik
Gidiyorum beşiğine İnsanlık ölümsüz konak Tiyneti Düşkün’e irem pir salıncak. Halkalı Seher Abdullah Karabağ |
Beter
Kederin kepezi ayaz Zirvesinde bir kuma öter Kederi kederimden beter Abecesi ağdalı ağmalı biter Harun hazinesi verdim Kârı zararından beter. Lacivert Oyalar Abdullah Karabağ |
Beyaz Baston
Duygular duyum duyumlar duygun görmez görülerim sabır ile ıslanır belceleri Beyaz baston görmez *******im tıkır da tıkır tıkır da tıkır Voltayı dikizler ikiz kulelerle Köln Katedrali Görmez görülerim Ren revanı yalaz yalıza karaşırı meral Manş üzeri denizaşırı sığın *******i aralanır Cebelitarık gıcır da gıcır gıcır da gıcır gıcırdar Beyaz baston *******i Kartaca molası Malta Girit Kıbrıs dahası Ceylan deltası leylim göçü göçmen görüntüler görü kaynar görmezlerim Mışıl da mışıl mışıl da mışıl mışıldar Köln Katedrali Kekik püren mis meneviş ulam yaylaya ulanır görmez görülerim ulak sargın göresim Selam aladağlar görmezlerim karaşın karaca göresir karaca göresir karaca. Duygular duyum duyumlar duygun görmez görülerim sabır ile ıslanır belceleri Beyaz baston görmez *******im tıkır da tıkır tıkır da tıkır Voltayı dikizler ikiz kulelerle Köln Katedrali Görmez görülerim Ren revanı yalaz yalıza karaşırı meral Manş üzeri denizaşırı sığın *******i aralanır Cebelitarık gıcır da gıcır gıcır da gıcır gıcırdar Beyaz baston *******i Kartaca molası Malta Girit Kıbrıs dahası Ceylan deltası leylim göçü göçmen görüntüler görü kaynar görmezlerim Mışıl da mışıl mışıl da mışıl mışıldar Köln Katedrali Kekik püren mis meneviş ulam yaylaya ulanır görmez görülerim ulak sargın göresim Selam aladağlar görmezlerim karaşın karaca göresir karaca göresir karaca. Lacivert Oyalar Abdullah Karabağ |
Bin Çift Kanat İsterim Hayalleri İçin
Bir çift çelik gibi kanat isterim, şu bitmez hayallerime! Çıkarmamak üzere takıp uçmak isterim erişilmez uzaklara Gidilirse kavuşulur, diyeceğim ismine, serüvenine dağlı diyarın. Hiç kimse bunun farkında değil, kanadım; Zaman da farkında değil, dişlilerin arasında, ha ezildi ha ezilecek. Öbür yanımı da görmüyor kimse, dağların arkasındadır, molada. Kaynayan dağ çayı mıdır demlikteki; kara ekmek midir çantadaki; Kanadım, yola düşenlerin şafak kahvaltısında, ne düşlerle dinlenir! Özgürlükle yüzyüze bir gecede, avuç içinde içilen sigaradır saklım Ve o gün hazirandı, bahar mevsimiydi dardağan ağacının altında. Bin çift göz isterim, şu bitmez hayallerim var ya, sebebimdir! Çıkarmamak üzere takıp bakmak isterim ta görülmez uzaklara. Gözlerim ateş başlarını, gözcüdür kanatlarım; Aynı saatlerde bir başka dağlı diyarda ve bir vadide yemek vaktiydi Közlü odun ateşiydi taş çevrili ocaktaki, çevrilen geyik kızartmasına. Bir bardak içkiyle ne güzel gidiyordu dağlılar sofrasında geyik eti! Ve o gün hazirandı, yağmur mevsimiydi Katmandu’da. Tartıya Kalan Düşler Abdullah Karabağ |
Bir Dostun Ardından
Gönüllenme sevgili dost Sıcak yatak açtım Dalı dudağında Tadı damağında Melengicin toprağına Çam puru Beşgül yonca döşeğin Yastığın hasır burma Rahat uyu Emanetin emin ellerde Gözün arkada kalmasın Şu dağların Nesine sorayım Her adımında izin Böyle yazılmış derler yazısı Kendi elinle yazdın Hangi mezarda arayım seni Gözyaşı yakışmaz anısına Öyküsü derin Limana kilitli bir gemi gibi Tüm zamanların gemisi Güvertesi dolu tayfa Kartal burunlu Laz Tel bıyıklı Gürcü Kara yağız Süryani Hüneri altın bilezik Ermeni Sarışın Çerkez civanı Gönderde mektubun Dalgalanır Kilikya Düzü’ne Rahat uyu bre kardaş Yorganımız Akdeniz Üstümüz Toros kuşağı Tez alır haberini Dara koymaz Çukurova uşağı. Şarkım Karanfilde Kalsın Abdullah Karabağ |
Bir Güzelin Elinden
Seni gezdim sendim seni yazdım Bir güzelin sine halısında Canlanan umutsuz bir göçün Çözgülerini atkı boylarını gezerken Düğümler sevdalı örgüler ağlamaklı Gezi yolunda anılar sıcak çimenler ıslak Taşlar fare dişli toprak gücenen gözlü Defterim yassı yuvarlak kareli Kare kare notlarım buluşmaları Sendim Seni gezdim seni yazdım seni ördüm Sürgün sine halısına bir güzelin elinden. Yıldız Dalı Yasaklı Gönül Abdullah Karabağ |
Bir Kahve Davettir Bir Şeylere Bu Vakitlerde
Haber gönderdim sizlere içimden gelen bir sesle. Dedim ki Seyhan kıyısında, baraj gölüne bakan Bir yazlığa gidin bu hafta deniz karası Cengiz’le, Cevheri alın terinden ibaret Mustafa’ya. Sizler ki iki arkdaşsınız, öyle görünüyor bana. Bugün kahveler benden, yudumlanırken kahveler, Kırkını aşan yaşların tecrübesiyle bakışlarınız Dağlarda olsun, her ne kadar kar mevsimi değilse, Karsız da muhteşemdir Çukurova’da dağlar. Ve Çukurova’nın sevecenliği gibi sıcaktır Yürekleri insanların, sofraları ve hürmetleri de, Ünlüdür, işi, ekmeği aslan gibi tutanı severler. Ve dedim ki dilinize sıvanırken ilk yudumunda kahve Bir gözünüz dağlara gitsin, her ne kadar kar mevsimi Henüz başlamamışsa da yine dağlardan iner Seyhan, Dipten içe bulanır, burgulanır baraj gölünde Binlerce dalgalı sudan sarmal hortumlar gibi. Nasıl anlatabilirim uzaklardan birkaç sözle, Kahve sakinliğiyle baraj setinde duranlara, Aynı saatlerde parçalanmış hatta parçaları bile Parçalanmış ve yaşına akrep iğnesi gibi Saplanan ve gün boyu çalışmaktan canı çıkanların, Bir ek işte koşuşturmalarını, elden, hafif bir şeyler Satmak için köşe bucak dolaşmalarını? Tam bu vakitlerde pamuk fideleri taraklanır Komşu apartmanın balkonuna sarkan perdelerinde. Ve sigaramın dumanıdır, bre, kahvenin dostudur, Koza gibi gül bağlatır balkondaki saksılı güzellere Dışarıdan içerilere çekilirken saatler bu vakitlerde. Tartıya Kalan Düşler Abdullah Karabağ |
Bir Kara Kalemdir Kâğıdın Üzerindeki
Nihayetinde: Bir karbon bulgusudur dizimdeki, Bir kalemdir kâğıdın üzerindeki, istersem yazar mı Konuşulmamaktan anlamlarını yitiren kelimeleri Senin peşinde koşarken, seninle delice düşlenirken Kaysıların yaprak dökümüne yatıya uzandıkları Eylül akşamlarında; her seferinde ben, böyle sarı Suskunluklarla kahrolurken kopacak gibi bir başla Yığılırım banklara ışkınına kaç kere fal açtığımız, Ayaklandırılmış kalemli asma bağlarının arkasında. Nihayetinde: Bir ağaç harikasıdır kalemin altındaki, Ne dilesem okutur mu harflere sevmekten yorulmuş Hazana dalıp uğruna gazel gibi harcadığım ömrümü. Ne geldiyse başıma eylül akşamlarında geldi demeye, Deyip bağırmayı kaç kere düşündüm, biliyor musun Ama bir keresini bile başaramadım bu, beni çıldırtan Eylül akşamlarında, hışır hışır hışırdayan yaprakların Arasına kendimi bırakırken anılarla eğilmiş bir başla. Nihayetinde: Bir kalem, bir kâğıt mıdır bahsettiklerim, İkisinin koruduğu yazılmaya değer bir şey daha var; Severek yaratanların bize bıraktıkları büyük aşklarıdır Onu emanet ettin bana, onunla övünüyorum, sevgilim, Bu eylül akşamlarında hiçbir gazele benzemeyecek o! Tartıya Kalan Düşler Abdullah Karabağ |
Bir Köz Elenir Kanarım
Yapıdan uzak harcında yaslı Karılırım kurumundan incinerek Ocaktan uzak dumanda saklı Tüterim tozunu esinleyerek İsten uzak siste asılı Durulurum erinmeyi yadsıyarak Hedeften uzak maksatta katlı Şaşarım uğrakları düzleyerek Divandan uzak tacında kasıtlı Kaçınırım şanına dinelerek Nazdan uzak hazda tatlı Uğunurum her ikisinden sakınarak Tozuyla nazında karıldım Sözüyle hazzında duruldum İçinden niçin’e niçinden içime Bir köz elenir kanarım. Yıldız Dalı Yasaklı Gönül Abdullah Karabağ |
Bir Madenci Vardı
Bir madenci vardı bir de maden ocağı Ocağın başında bir kitap ağacı Evi barkı bu ağaçtı kitapları madendi Ocağa çalışmaya indiğinde madenci Eğilirdi ağaç sarkıtırdı sicim dallarını Sallardı ocağın tünel karanlığına Yapraklı sicim dalları maden filizleriydi İşçisi işe koyulmadan önce Bir de bildiri bırakırdı önüne her işgününde İşine demir gibiydi işçi madenci Önce bildirisini okur ezberler Sonra başlardı kazımaya Kazılan damarları ayıklamaya Sayfayla bilek birleşmişti madenci şanslıydı Artık çok maden çıkaran bir işçiydi Kazanç sarhoşuydu rastgele ocağa giriyor Maden filizleriyle birlikte Ağacın damarcıklarını da söküyordu Kendisine bırakılan bildirileri de okumuyordu Ve böylece gölgesinde soluklandığı Madeniyle geçimini sağladığı Bildirileriyle biliçlendiği Kitap ağacını unutur olmuştu O unutuldukça Kahvaltasındaki kara gözlü zeytin Çayın kirazî demi şekeri azaldı Üç öğünlük derya kuzusu somunu da Giderek kitap ağacı güçsüzleşti Sarkıtamaz oldu madenî dallarını ocağa Madenci çok çalıştı kan-ter içinde Çok söktü kat kat taşı boşuna Sanki yeraltı perileri aşırmışlardı madeni ara ki bulasın Ağacın can damarına rastladı Maden sandı kesti onu birkaç darbeyle Kitap ağacı çatırdadı devrildi ocağa Ocak çöktü madencinin üzerine Toprak oldu maden oldu iki bağlaşık beden Toprağa karıştılar her şeyleriyle Ve körelen ocağın ağzından Bir tohumcuk filizlendi Ulu bir ağaç oldu yıllar sonra Madencinin ağacı dediler ona Dalları kalem yaprakları kitaptı Gövdesi sehpa gölgesi mandendi ağacın. Yıldız Dalı Yasaklı Gönül Abdullah Karabağ |
Bir Nefes Ver
Bana bir nefes ver Kilimanjaro sevgilim çançiçeği Trafalgar Meydanı’nda kahvaltı yapmadan yola çıkmış beli kırılmış işsizlikten Bana bir nefes ver Aconcagua sevgilim latinçiçeği Golden Gate Parkı’nda panşonun altında dağların ruhuna seslenir yarın İngilizce sınavına alınacak Bana bir nefes verin Altaylar sevgilim ortancaçiçeği Tokyo-Ginza *******inde kâğıtsız beş meteliksiz eğlenmeden beklerli gezinir Bana bir nefes ver nefesinden Ağrı Dağı sevgilim mineçiçeği yirmi birinci yüzyılın eşiğinde paçavralar içinde Kızıl Meydan’da dilenir. Yıldız Dalı Yasaklı Gönül Abdullah Karabağ |
Birçok Yakınmaya Bir Tek Yanıt Yeterlidir
Aç mısın, diyorsun mektuplarında, Mahir kardeşim, on dört yıldan beri para kazanılacak, araba, kat alınacak, eşe dosta el uzatıp yardım edilecek bir memlekettesin? Önemsemiyorum yemekleri, birkaç sosisle, bir dilim peynirle de idare ederim, sade pirinç pilavıyla da. Bir pişirir, pir pişirir, iki günü geçiririm onunla. Haşlamalar, kıymalı makarnalar, güveç ve benzeri sebzeli yemekler de hazırlarım, birden fazla öğün içindir. Genellikle sofram beni bir çeşit yemekle yemekler, ne ben yakınırım, ne o, kimseye de imrenmeyiz. Bilinçli beslenme ölçülerine göre soruyorsan, bir üst açlık halidir ama sofram cömerttir, ne biterse kendinden, tümünü sunar bir memleket de otursa başına. Gerisi mi, lezzetin laf salatasıdır, dosta sergilenmez; zaten dolmalık patlıcan gibi içleri boşaltılıp, kıvır zıvırla doldurulacak adamı seçmesini bilirler, süründüreceklerini de, eğer böyle olmasaydı, bir yılda finansın asalak girdileri bire, ikiye katlanmazdı uzaktan isimleri sizlere cazip gelen bu egemen coğrafyaların. Bu tip şeylerin üzerinde pek fazla kafa yormam, ısrarla sorduğun için yanıtlamak zorunda kalıyorum; son gelen mektuplarını da okudum, nasıl duymuşsan bilmiyorum, aynı şeyleri yazmışsın yine. Aç bırakılması gerekenlerdenim, altmış üç kilogramlık fizikî ağırlığıma, Dünya’nın herhangi bir bölgesinde bir yer bulunur ama sizlerden aldığım ve göğsümün içinde kutsal bir emanet gibi sakladığım bu tapılası varlığa bir sığınak bulmak çok zor, işte bütün sorun bu! Gazeteleri, televizyon haberlerini izlemiyor musunuz, meselâ Darfur’daki kampları, Asya’daki sefaletleri... Dilim varmıyor demeye, her yıl bir yanımızı vuran depremler, gerçek halimiz nasıl gözler önüne seriliyor; benim yoksulluğum, sürünmüşlüğüm mesele mi, avuçlarımızdaki bir dünyayı sahalarına alıp onunla, terbiyeli sirk maymunları gibi oynayanlara karşı halklar mutfağında emeğin, umudun işçiliği, ne şereftir bana, bundandır mutluluğum; sağlıcakla, Mahir kardeşim! Tartıya Kalan Düşler Abdullah Karabağ |
Biriyle İşim Görülür Diğeriyle Hesabım
Bir döner dolap, bir taş değirmen var hesapta Biriyle suyum çekilir, biriyle tenim öğütülür. -Bırak, dedim, yokum gayrı, devir ahir zaman; çevir dolabını, okut kitabını! Can bedenden boşalmış, kurgum bananmış toza. Çevir dolabını, sayfalarındanım, okut yazımı; Açılmışım harfi harfine, hiçbir şey silinmemiş, Nefeslilerdenim, mah cemaline, essah demişler! Nefessizlerdenim, gizli haline, eyvah demişler! Ben de şaştım bu işe, bir iken neler olmuşum..! Suyu çalan dolaptır, yapıyı öğüten değirmendir Biriyle zihin yoğrulur, biriyle cefa tahtına yatılır. -Bırak beni, dedim, gayri, devir gelecek zaman; çevir yüce bilge inancıyla, dişlidir el değirmeni! Durmadan doldurman, ince öğütülmem boşunadır Sızlanır zerrelerim, anda kaynaşır, coşar, giderim. Eğirmenim payı payına dağıtmış, barışık ayrışırım, Kemiklerim ne m’ola, sarı kireç benzinden başka Ve aldanma rengine, dili, taneyi göze yeşil gördürür! Ciğer dolusu bağırandanım, ağız dolusu gülendenim Nice cansız örülendenim ve damardaki dalgadanım, Bitmemiş, öyle bir çoğalmışım ki nice birlerdenim! Tartıya Kalan Düşler Abdullah Karabağ |
Bizim Barış Delisi Öğrencilerimiz Var
Yılmadık, içten inanırız barış mücadelesine! Büyülü öngörülerle bağlanır halkım yarınlara, Birbirinden ağır çatışmalar yayılırken dağlara Yeni ölüm haberleriyle sarsılır her birimiz. Çalışkan ve cin gibi bir öğrecim var, adı: Barış. Uğrar her perşembe akşamı bir camiye, der: -Hoca Efendi, yüzün Kâbe’ye midir, savaşa mı, Kâbe’yeyse ver barış için imzayı, sonra dualarını! Sevimli, cin gibi bir öğrencim var, adı: Barış. Uğrar her pazar akşamı bir kiliseye, der: -Papaz Efendi, yüzün Kudüs’e midir, savaşa mı, Kudüs’eyse, ver barış için imzayı, sonra dualarını! Benim barış delisi bir öğrencim var, ismen: Barış. Uğrar her cuma akşamı bir havraya, der: -Haham Efendi, yüzün Duvar’a mıdır, savaşa mı, Ağlama’daysa gözün; barışa imza, sonra dualarını! Gururlanıyorum çocukların barış mücadelesiyle; Engin hoşgörüyle bakar yürekleri doğacak güne Biri diğerinden daha çok imza listeleri getirirken, Kardeşlik dilekleriyle yollanır her birimiz evlere! Tartıya Kalan Düşler Abdullah Karabağ |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 08:19 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.