![]() |
Özkan Karaca
Acı
Anların dikeninde izleyen bıçak Saplar yüreklere delik deşik Hüzün damarında sıcak Karabulutların döktüğü acı yağmuru Ruhları heyelanlarla yırtarak Eğik başlara yığılarak Ufukların kaşlarına uzanan Ah-ü figanın fısıltısı Ey acı Seni sende sorarlar Mesut kokuları ararlar Acı eken, felaket görür İbretin hazin dudağına sokulur Tarihin vakit sayfasında lanetle anılır Yitik kentin ensesinde Yıkık esaretin sesinde Solan günlerin yapraklarında Yankılanan ahların yaşlarında Yeryüzünü doldurur, yüreklere acı daldırır Sulara üflenen kaçış selleri Toprağı işgal edilerek Özgürlüğü elinden alınarak Uzaklıkların nefesinden çalınarak Mahsunluğun kırık dişlerinde Acılarla öğütülmüş insanlık Mahkum günleri sislere kazınmış Bedenler adres sormuyor kör kurşun Ruhları odasından çıkaran kör vurgun Acı kalblerin bahçesinde durgun Özkan Karaca |
Alnımın Acısı Olan
Yıldızları avuçlayarak başına dökmüştüm Dalgaları kucaklayarak kaşına serpmiştim Hayallerimi zaman taşına kazımıştım Senin tebessümünü alarak anların ardına attım Alnımın tozları süpürülerek uzaklara savrulmuştum İzlerim sana sürgün kalarak kaldırımlarda üşümüştüm Yüreğime işareti olan ismini kuyulara düşürmüştüm Rüyaların ihanetini dürerek rüzgara bıraktım Resmin gözlerimi ağrıtarak Sesin sözlerimi acıtarak Harap kalemlerin alın yazısı olunarak Karalanan defterlerle sen yankılısın Özkan Karaca |
Anılar
Zamanların kıskacı ufuklardan yarılır Zihinlerin kırbacında dağılarak anılır Akıl defterinden anıların sayfaları karıştırılır Yırtılan hecelerin kanlı damlasında zamanlar kırılır Anıların tozlu kirpikleri idraklere erilir Hayatın kirli gözleri ufuklara serilir Anılar: hatırların havuzunda, fotoğrafların yavuzunda Zamanlar gönlümüzün dilinde, ruhumuzun dişinde Hayatın çile dizlerinde Toz pembe, kös seste kalır Zamanların dikeninde Zihnimizin duvarına yapışır Özkan Karaca |
Anların Penceresinde Görülen
Yüreğimin pervazında sen esersin Sözlerimin yaslarında sen dolarsın Gözlerimin yaşlarında sen okunursun Günlerimin dalllarında sen açarsın Vakitlerimin damlasında görülen Hülyalarımın nemlerinde süzülen sen Ruhumu kemiren, rüyalarımı semiren anımız Anların penceresi kanlanarak dayanmış Pencerenin uzaklığında görülen tanların dişleri Yüreğim ezik, hislerim ezik olarak Senin üzerine yapışan tozları ararım Seninle olan mazinin şanlarını kalemime sorarım Seni sahillerin dillerine hırsla vurarak sararım Özkan Karaca |
Aşkına Tutsak
Bulutlar senin nemli yağmurlarında kirlenmiş Taşlaşmış anların aynasında kirpiklerin yansımış Ruhumun aralanan penceresine yanaşmış Gölgenin yüreğime batışında şeklim ziftlenmişti Güneşin alev bakışını silen beyaz boyaya takılmış Hayallerime ittiğim bulutlar gelinlik olarak süslenmiş Biriken karabulutların kadehleri gözlerime sızarak Anlık dikenli sızıların kanlarında şeklim ıslanmıştı Zamanların dudaklarında üflediğim bulutlar yığılmış Hayatımı saran zincirlerle sukütlar yırtılmış Geçmişin inlerine kapattığım sevda benliğimde yankılanmış Ufukların bilinmezinde aşkınla şeklim sislenmişti Acı yüklü nefesim sesini arıyarak sana tutsak kalmıştım Özkan Karaca |
Ay Vakti Dondu..!
Kızkule'sinin çağların alnına vuran hazin sesinden Sahillerin tokatlayan, kaldırımların bataklayan esinden Sokakların seni çağıran izinden Ay vakti bende donarak Kör karanlığa kapanmıştım Karanlığın adımları sırdaş oldu Zihnimin adası çalkalanarak seni taşlıyordu Yüreğime biriken acısı kanlanarak taşıyordu Sevda sessizliği her yanımda akrepli Gönderdin hazin yaprakların kuruluğuna Toprağın rengini gözlerime sürdün Hayallerimi parçalayarak kabusa düştün Anıların tabağını kırarak rüyalarımı yıktın Ufukların portresini ellerinle kırdın Özkan Karaca |
Aynalar
Her sabah yüzümü okuyan aynalar Bu sabah şaşırdı, kömür saçlar beyazlara karıştı Alnımı dokuyan kırışıklar Hayatımın esaretinde enseme vuran kırbaçlar Adımlarımla sürüldüğüm taşlı meşaleler Dertleşir benimle, birde ruhuma sarılan hakikatler Sen beni tanırsın, yoksa bunlar düşmü Yalanlar küstü, hakikatlerin külü ellerime düştü Daha dün çocuktuk, oynardık topaç Mutluluğun remzine uzanan kaçak Saklanırdık halimizden, yarınları umursamadan Zaman nasılda eridi habersiz Yarınlar gerçek oldu, Geleceğin toprağı önüme doldu Senelik imzadan sonra, hayata serilen kilim Saatlerin kuyusunda damlayan dilim Bilinmez yarınların yokuşunda halim Kaçınılmaz vuslata uzanacağımız mı sağ salim Anılar yüreğimde ısıttığım yakacaktır Aynalar yüzümde ısırdığım yaralardır Hayatın yokuşuna çöken ruhum geçmişe küstü Kırılan aynaların çığlığı beynimin arazisine düştü Geçmişin safyasında ikram olan alnım Nasılda habersiz çizgilere karışmış Hatıralar aklın odasında tozlara yapışmış Duygularım aşkın adresinde buzlanarak yatışmış Yarınlar avuçlara kurulmayacak Saatlerin akrebi kusmayacak Yalnızca kuyuların karanlığına kapanacak Aynaların şahitliğinde yüz ve güzler Aynalar söylermisin ben kimim Bir hakikatın kitabına konu olmuş izzetmi Yoksa oyalanan düşlerin ızdırab ibretimi Anladım ki aynaların içinde haykırılan sır var Özkan Karaca |
Beni Unut Demiştin
Beni unut demiştin Yıldızlar başıma çökerek Anılar kaşımı yırtarak Umutlarımın ışığı kor dağlarla sönerek Beni benden kopararak Uzaklıkların seraplarına itmiştin Hüznün balyozu ruhumu sökerek Güllerin kanlarını ellerime dökerek Sahillerin dudağında gözyaşı içerek Mazinin ve maviliğin tablosunu karanlığa iterek Boşlukta saplanan yüreğimle sükut çekmiştim Özkan Karaca |
Bir İstanbul Gecesinde
Gecenin boğucu ıssızlığında Karanlığın bulanık ıslığında İstanbul' un sancılı taşlarında İzanım sellerin taşkınlığında Kafamın odası altüst, fikrimin adası işğal olmuştu İstanbul gecesi ile işlenmiş Kafamın heceleri ile seslenmiş Sahillerin tokatlıyan nefesi ile islenmiş Issızlığın bataklığında yürüyordum Özkan Karaca |
Bir Zamanlar İstanbul
Sönmüş hayatın bulanık bakışlarını emerek Eski eserlerin şahitliğinde Bir zamanlar İstanbul İlimlerin bağında, medeniyetlerin bağrında çınar İnsanlığın zihninde ve fikrinde kökler meydana getirerek Gayelerin yegane köprüsüne ulaştırarak Kutlu vazifesinin fatihinde, Çağ kapatıp, yeni çağlar açan Kutsi seslerin fethinde övülmüş... İstanbul Zamanın kuyusunda nesilleri yüksek ruha kavuşturan Kültürel derinliğin sorumluluğuna sokan, Bir zamanlar İstanbul... Yosun tutmuş geçmişin karanlığı Esiyor duyguların penceresine Ruhumun hapsinde, zihnime kenetlenmiş Bir zamanlar İstanbul’un baharına yansımış. Fikrimin odasında İstanbul' un acı gözleri Hayallerimin gölgesinde kayıveren ıslak bakışları Bir zamanlar İstanbul’un kelepçesine takılmış Kırık aynalı düş gibi, hayalimin kıskacına yansımış Gözlerim ahşap evlerin mazisinde, fikrimde çevrili Küçük bir ateşe yenik düşerek feryat ve yok oluş Kim bilir kaç aileye konak oldu, kendinde taşıdı Kimi gurbetten kopup geldi, kimine dededen yadigar Zamanın noktasında ev bağlı, el değiştirip durdu İstanbul’un mavi yüzlü inci boğazı Sahillerin kenarına konan göz yalılar Her biri eski İstanbul’un gözü, mazinin kapakları Hayatlarının bulanık istirahatlerin de Kendisinde artık yaşamadığı Anıların tozlu tablosunda donan Bir zamanlar İstanbul İstanbul güzelliklerle örülün, genişlikle süzülen Tarih üstünde tarih, |
Duydum ki...
Duydum ki, Güneşin keder terini damlattığı Mevsimin nemli dudağında Evleniyormuşsun... Ah! .. Acı pıhtılı kan döküldü mü gözlerine Çünkü, o anda üzerimde ki yağmurlar kan atarak Karanlığın şemsiyesi benliğimi kapatmıştı Anlamını ve anılarını alarak Kuyuların bakışına bırakmıştım Sensizlik sessizliği yüreğimi yakan kor Ruhuma saran düşlerin donukluğunda kar Seni nasılda sevmiştim Rüyaların boyasını ufuklara çekmiştim Yüreğimin sevda dallarını sana itmiştim Şimdi ise yağmurlu cinayetinle yoksun Hayatımın çiziminden çekip gittin Ruhuma taş yığılarak Istırabın kırbacında bitmiştim Zamanımın penceresine sen dokunurdun Kalemimin duygu tahtasında sen okunurdun Bir vakitler seni, Nasılda altın ufuklarda ısıtmıştım Beynimi emen sevda süngeriyle fısıldamıştım Düşlerimin üşüyen arazisinde seni işaretlemiştim Sözlerimin dişleriyle, avuçlarımın kelebeğiyle Senin gözlerini kafa odamda ısırmıştım Hayatıma bir karabasan gibi çöktün Yüreğimin kalabalığına yağmurunu döktün Özkan Karaca |
Duygularımı Parçalayan Mayın
Senin adın dudaklarıma kanca Senin izin düşümcelerime karınca Seninle olan hatıralarım Yüreğimi kıran dev ayaklı ağırlık Seninle yürüyen satırlarım Duygularımı parçalayan terli mayınlık Tanların sönüklüğüne sorduğum gölgesin Acıların kırık depreminde durduğum sukunetsin Özkan Karaca |
Duygularımın İçinde
Duygularımın içinde ses olan, Düşüncelerimin harabe odasında yankı bulunan. Edebiyat sesimde dayanak, Satırlarımın damlasında kaynak olan. Bir ses ver, ruhumun hüznüne yaklaş. Bir nefes yansıt, yüreğimin hicranına ulaş Kalemimin hazanlarında çırpınan, Anların dişlerinde parçalanarak kırılan. Şiirlerin anları seni resmeder, Sözlerin kanları seni seyreder. Bir güllere ulaşılan zerafetin nehiri, Bin günlere kaçışılan hicranın sehiri. Sen ise gönülden ıraklaştın, Gözlerden uzaklaştın. Sesim sesine hasret, Gözlerim gözlerine ahdet. Özkan Karaca |
Ey Gülüm...
Ey..! Rüyalarımın penceresine gizlice yaslanan Ey..! Hülyalarımın perdesini sinsice aralayan Ey..! Düşlerimin pergelini izlerinle karalayan Hayallerimin damlasında akan sen, gözlerimin boğuntusunda bakan sen. Her anımdan zihnime kurulan, her yanımdan fikrime vurulan, her yazımdan sonra sislerinle oyalayan: Günlerimin şafakları senle doğar, Gözlerimin nemleri seninle batar. Sana olan sevdaya son vermişken, umutsuz sevgiyi zamanın kuyusuna gömmüşken, karanlığın işaretine ulaşmışken... karşıma çıktın. Tebessümün ruhumun kalıbında dondu. O günün damlası kan sızarak kalbimi yoran, günlerin teni gözlerime dolan, güllerin rengi gönlümü soran. İsmin canıma mimlenmiş, cismin kanıma milleşmiş. Sancılı kalıp içersinde kavrulup duran ben. Gözlerimiz kilitlendi: Sana olan sevdam yeniden filizlendi. Bakışlarında şiir satırları gördüm, tebessümünde hatırların izlerini buldum. Belki de bu umutsuzluğun alevinde mantığımı söndüren boş ve uzak olan sevda düşüdür. Gözlerim gözlerini arıyor, sözlerim sözlerini sarıyor... Beni ret etseniz de, yüreğinizde set çekseniz de; sizin gönlünüzü sıkacak, ruhunuzu daraltacak gelişmelerden uzak kalacağımdan emin olabilirsiniz. Var oluş istikameti iki kanattır: Biri sanatla medeniyetin dairesine ulaşmak, diğeri de ihsanların gayesinde bulaşarak ufuklarda süzülmektir. Var oluşun istirahatı iki kanattır: Biri kişilik ve kimliğin olgunda şahsiyet donanımı, diğeri de şahsiyetlerin olgunluğuna ayna olacak ve bütünlük içersinde tamamlayacak eştir. Benimle hayat yolculuğuna çıkmayacaksanız da; çürük bedenimi sahiller boyu sürükleyerek, yumuşak kumların batışıyla ağır ağır yürüyeceğim. Aydınlık gözlerin ufkunda gündüzün perdesi kapanarak, gecenin karanlığına benliğim yaslanacaktır. Üzerime yığılan zifiri karanlığın bağrıyla size olan hislerimi derin kör kuyulara atacağım. Gözlerimi dolduran geniş deryanın ıslaklığı yüreğime çökecektir. Ve... Sizler; meçhullerin bir daha açılmamak üzere dikenli güllerin bahçesinde gölgenizi kalbime gömeceğim. Özkan Karaca |
Ey Güzel İstanbul
Ey güzel İstanbul. Senin teveccühünde eriyerek Çilelerin zahmetinden, Lâçinlerin kapısını çalarak Yaratanın rahmet damgasındaki eşsiz güzelliğini açarak Geçmişin silinmez vesikası Ahmetlerin imzasını izliyorum. Var olmanın yolunda kanatlanarak uçuran İstikametlerin geniş ufkunda yükselen İslam medeniyetini bağrında buluşturan Asırların sislerinde, güzelliklerin kıvılcımını oluşturan Zamanın izinde araç, Asırların dizlerinde amaç olunan. Bin bir çile ve zahmetlerle yoğrulmuş Hakkın rahmet pınarı ile sulanmış Güzelliğin şafağında medeniyetlere zirve olmuş Genişliğin menzilinde ademiyetle yıkanmış Zihinler de dalgalanan, fikirlerde yankılanan Altın kubbeli şehirler sultanı İstanbul. Ruhumuz da ses, gönlümüz de nefes olarak yansıyan İnkişaf değişimin, ikbal gelişimi ile günümüze yaslanan Hak çağların istikameti ile aydınlıklarla ayna bulunan Nesillerin istirahatında ilim - irfan deryasında yaşatan İstanbul senle yaşarım, sende içimde... Geçmişin kuyularından vakarla kopup gelen Günümüzün göz bebeklerinde kalabalıkta bulunan Asırların değişimlerine öncülük eden Şehirlerin estetiklerine özellik ve güzellik olan Ey güzel İstanbul’um. Senle yaşarım, sende içimde İstanbul mavi kubbe ve mavi tülbent Çağların parlayan örgü kimliği Nesillerin paklanan inci kişiliği Sanata gönül koyan inkişaf kilidi Kültürel donanımın geniş kapısı Dillerle kaplanan, gönüllerle dolanan Altın ufuklara kazılmış ve yazılmış addır. İstanbul. Feyiz ışığı olarak insanlığa meşale olmuş Vuslat gözünde ümmetin iftiharına sebep olmuş Ulvi gayelerle medeniyetlere ulu olmuş Çağların üstünde çağlara zirve olmuş Ey güzel İstanbul... Çağının ilerisine mesafe taşı olan âlimlerin ocağı Çağının temeline mesafe başı olan sanatçıların bucağı Çağının yoluna mesafe yaşı olan sancakların karargâhı Vuslat gözünde manevi bekçilerin bayraktarlığın istirahatgahı Ey İstanbul. Senle yaşarım, sende içimde... İstanbul hatırların neşesinde gül kokulu diyar İstanbul satırların nasirinde güzellik şehri İstanbul kıtaların nazarında geçit köprü İstanbul parlak donanımlı şehir üstünde şehir. Özkan Karaca |
Ey..!
Ey çöl seraplarına kapanmış canım Ey göz serhatlerine saklanmış sazım Ey söz şerbetlerine yapışmış sazım Ey köz kalemlerine yığılmış yangınım Şiirlerimin destesi seninle okunur Duygularımın bestesi seninle dokunur Özkan Karaca |
Eyüp Sultan da Hayalin
Eyüp Sultan türbesinde hayalini gördüm Yakarışların sızıntısında gözyaşı döktün Ellerin semada; başın düştü, dilin doldu Ulvi kapılarda yüz sürdün Senin anılarınla gün saydım Eyüp Sultan da hülyalarıma kapattım Eski mezarlığın ölüm vuslatını içtim Geçmiş günlerimizin gönül yasını açtım Senin sevdana gizlice kaçtım Damarlarımızı çekelim şu güzelliğin yaygınlığında Kanlarımızı akıtalım hakikatlerin genişliğinde Ruhlarımızı ulaştıralım ufkun enginliğinde Senin ellerin ellerimde zamanları ezelim Özkan Karaca |
Gecenin Mahkumu
Hırçın dalgalar vuruyor yüreğime Kırgın avuçlarım bulutları tokatlıyor Dağın başına saplanan güneşi boğazlıyorum Gözlerimle taşlanan güneşin bedeni Alnı yaralanmış tepeye çökerek Birden etrafıma kara kanını fışkırttı Akşamlar benden katil oldu Katlimin sessiz fermanında Yıldızların uğultusu başıma doldu Gecenin demir duvarlarında mahkum oldum Özkan Karaca |
Gitme
Gitme, sensizlikte ellerimi uzattığım Zihin sandığında karıştırdığım Özlemin aynasında seni izlediğim Gönlümün duvarına çizdiğim Ruhumun tablosunda işlediğim Geleceğimin atlasında işaretlediğim Anılarını, anlamını, umutlarımı alma benden Rüyalarımı koparma, düşlerimi kapatma Gitme, sevda çiçeğimi kanlandırarak Yüreğimden çıkaramayacağım acıya batırma Ruhumun sarsılan ezikliğinde Kaybolan izlerinin ardında kaldırımlara düşürme Mecnun sayfalarımın çizikliğinde Serseri kalemimin kan saplayışında Hüzün denizinde yüzdürme Senin anılarının koynunda damarlarıma Seninle yorulacak sancıların havuzuna daldırma Senin gölgenin boyunda düşen enseme Yıldızları çökertme, ayı dondurma Samanyolunu gözlerime söktürme Akşamın mehtabında karanlığa döktürme Sokakların yüreğime çarpan sesinde İsminle yankılanarak uzaklığa daldırma Özkan Karaca |
Gittin Gideli
Sen benden gittin gideli Şizosfen günlerin sataşmasıyla Gölgemin ardında yitik kaldım Gönlümün acısında ezilerek Senin şimşek gözlerin Ummanların yerine yıkık vurdu Anıların kâbus bakışıyla Vakitler bana deli oldu Uzaklığın dilinden acı azık aldım Hafakanların çarpıntısıyla Yüreğimi kıstığım sert veda yeli Karlı geçmişin soğukluğuyla Sevdamın kuşunu sensizliğe saldım Duygularıma yığılan sevda sesli sular kurudu Alnımın zindanında sensiz yerin örümceklerle tutuldu Yıldızların gözlerimde kaynayan batışı Bulutların sözlerimde kanayan ağlayışı Sukutların ellerimde kapanan sıkıntısı Rüyaların kalbimde kararan sığıntısı Sessiz gelen, sensiz geçen Günlerin yağlı kemendli intizarı Seni bana hatırlatır Parçalanan düşlerin bezleri Geçmişin sürur tuzağına batırır |
Gölgen
Hayatımı işret ederek harap ediyorsun Oklarla yırtılan ruhumun kalesi işgalde Süretin yansıyarak alnımı dolduruyor Ufukların menzilinde iz olan Zihnimin üstünde hayal şapka bulunan Gölgen düşlerin çığlığında kemiriyor Gölgen gönlümün kalıbını korla dolduruyor Kuyularıma ansızın akarak balçıkları eşiyon Fikrimin hayat suyunu bulandıran Gölgen sırıtkan yolların ayak damlasında Gölgen sokulgan dağların dayak çilesinde Gölgen karabasan gibi üzerimde Rüyalarımın penceresinden gizlice sokulan Özkan Karaca |
Gölgenin İzlerinde...
Yine yapayanlızım bir sokak ortasında Kimsesiz sessizliğine çekilen oltasında Yürüyorun, kanlı dilin hüzün sayfasında Gecenin ışıklarından kaçarak izbelerin arkasında Varlığıma çekilen karanlık bıçak Sevdanın yüreğine akan gözlerim sıcak Duygularıma vuran sözlerin Aklımın süngerine hep saplanacak Süngeri içerek, düşleri iterek Ağlıyorum kendimden habersiz Yürüdüğüm çığlıklar ayaklarıma batacak Sen ise beyaz bulutların ardında Yağmurunu üzerime atacaksın Günlerin elleri, güzlerin dizleri Senin gölgenin izlerine bakacaktır Özkan Karaca |
Gözlerimde Yakarmıydın
Sinemin yaralı hicranını tutabilirmisin Sana mıh lanan hasreti çıkarabilirmisin Şafakların kanlı damlasını alabilirmisin Doğan günlerin yaslı dallarına itebilirmisin Sana olan cananımı bilirmiydin Yüreğimin kırık taşlarını saklarmıydın Gözlerini gözlerim de yakarmıydın Sözlerini sözlerime yaslarmıydın Özkan Karaca |
Gül Bahçesin de
Bir ahu bakışın ömrümün kederine değer. Yüreğime kan sızarak akışın: Sevdamın; asil ferdine, asıl kendi adına olan...... değer. Özümü oyalayan, sözümü aralayan, ruhumu kor layan, izanımı zorlayan..! Hüzün sarsıntısı ile, yağmurların irademi örterek karanlığın bağrına sokulmuştum. İsmini dilimden düşürerek karanlığın bezi içersinde arıyordum. Başıma toplanan yıldızları avucumda topladım. Işık süzmeleriyle; yolumu tayin, ismini kaim ederek izlerle sürülüyordum... İsmini anı taşların altında buldum, dudaklarım çığlığın yankılı sesinde isminle duruldum. Seni kalbimin sandığını açarak sakladım. Benliğimi dikenliyen gül adı olan sen. Gül bahçesinde durdum. Karanlık içersinde kan akışı gibi hafakan basan, ızdırab yükleyen güllerin gözlerime kan boşaltan renkleri. İsminle haykırdım, yapraklar savruldu. Hazin bahçenin boğucu oltasında hafakanlar bastı, gölgen kırılan dimağımda taştı. Bir yandan güllerin kanlı bakışı üzerime hücum eder, bin andan günlerin derdi yüreğimi ezer. Anların resminde yansıyan cismin alnıma yerleşti, izlerin sesinde fısıldanan ismin canıma yerleşti. Gözlerimin acı boğultusunda sen, gönlümün sancı kavruluşunda sen. Güllerin yapraklarını rüyalarına sokuyorum. Günlerin şanlı adresinde ve merkezinde konumlanan sana taze gül gönderiyorum. Şiirlerimin bestesi seninle çalıyor, acı melodilerin yakarışı seni çalıyor. Yüreğimin esareti senin adınla kelepçeleniyor. . Özkan Karaca |
Güle Selam, Sana Kelam
Semanın ufkunu saran karabulutlar dağılmış, baharın rikkatini yeryüzüne yayan ışıltısı sarmıştı. Güneşin enginliğini gözlerimize yapıştırarak, güllerin rengini ve kokusunu sinemizde yatıştırarak öteler ötesinin ufuk perdesi aralanmıştı. Güneşin sıcak yüzü tenleri yıkamaya başlamış, güllerin zarif yelleri açılmaya başlamıştı. Akşamın mehtabında sahillerin sürükleyişi hicranımı taşlamıştı. Zihnimin ince bezini yırtarak, fikrimin kalın tezini kırarak... Güllerin kanlarını yüreğimde kaçışımla ısırıyordum, günlerin tanlarını sözlerimde bakışımla ısıtıyordum. Kendimi kaybettiğim, hicranla ezildiğim yaralı ruhum. Belli belirsiz sahillin dilinde yutularak yürüyorum, karanlığın gizlediği ufuklara doğru yalnızlığa kapanıyordum... Gökyüzünün süslü perdesi yıldızlar başımda taç. Bedenimi ürperten ılık İlk baharın esen uğultusu kafamın odasında dinmişti. Ruhumu saran, kafamın odasını soran sesin yankısı ise bende sinmişti. Bir yandan bakan güller, bin andan akan düşler. Güllerin rengi, günlerin derdi: Birinde gözlere kan akar, diğerinde izlere yan bakar. Varlık istikametinin var oluşu, karlık istirahatının yar oluşu yakalandığı an, ruhun sevincine şan takar: Gül ve günler... Güller izzet, günler ismet. Düşler ise; yüreklerin çizik izi, kafaların kırık dizi, günlerin yanık sisi. Zihnimin günlüğü artan adımlarımla tutuşmaya başlamıştı. Fikrimin külüne, izanımın gülüne yazdığım yırtık sayfalar. Benliğimi soldurduğu, irademi doldurduğu ve yüreğimi yaslarla yoğurduğu denizin kucağında! hüzünlere gark olan gözlerime dalgalar çarpıyordu. Duygularıma vurulan balyozların hıçkırığıyla, düşüncelerime kurulan heyelanların kırıklığıyla yaslar ve yaşlar artıyordu. Aklım durmuş, ruhum donmuş, kalbim dalmış... Düşler..! boş bir avuntu, loş bir anı esintisi olarak beyhude ömürun tozu olarak dağılıp gider. Düşler sonunda kalan ise yalnızca kafalara biriken hecelerin hamal yüküdür. Yükler idraklerin derinliğine sızarak; hayatın değişimini kavranmasını zayıflatıyor, sağlam kişilik edinmesini hayıflatıyor, toplumun zengin birikiminde kaliteli kimlik edindiremiyor. Atıl ve sıradan hayatla, bereketsiz ve verimsiz zamanla, esefsiz ve esersiz özürlülükle ömür geçiriliyor. Anlık anlar dönüyor, geleceğin bilinmez karanlığına üfleniyor. Ruhları ve kalpleri karartan vasıtasız ve gayesiz düşler. Bunun sonucunda yüzler kırışmış, dişler kırılmış, düşler hayatının çarkında sıkışmış olarak yaşamın soluğu söner. Düşler... gerçekçilikle birleşirse, gayelerin adımı akıl nimeti ile şekillenirse; hayatın anlamı, varlığın sırrı boşluk yerine hoşluk meydana getirir. Mana yarışının dinamizmine koşarak insanlık özelliği yakalanır. Geleceğin aydınlığında akılcı adımlarla, akıcı yaklaşımlarla merdivenleri çıkarak ihsanların kapısı aralanır. Güller; bize estetiğin ve güzelliğin resmini fısıldar, sevginin zarif tebessümünü yaslar. Kırmızılıklar gözlerin yaşlarını isletir, kırıklıklarla kan olarak yüzleri ıslatır. Güller sevdalara tılsımdır, yüreklerin yangınlarına biriken ayrılıkların yakarışıdır. Gayesiz düşlerden uzak, gayelerin derinliğine vakıf olarak, akıl izzetine akif kalarak güller varlığımda bana paye. Düşüncelerime yığılan, duygularıma çarpan kelimelerin önüne geçemeyerek; gözlerimin boğulandığı, ruhumun boğulduğu, kalbimin kasıldığı, dimağıma kadar biriken selin yığılışıyla ve fıtratımın fırtınalı coşkusuyla İstanbul Boğazının enginliğine haykırıyorum: Selam; yaşamın donanım işaretini sunan izler, varlığın gelişim iradesini açan güller. Adresi benliğimize ulaşan, zihinlerin duvarında buluşan, satırlara kazınan, hatıralara yazılan: Günler... Akşamın soğuk deminde, sahillerin millerce uzunlukta ki dilinde ağır ağır süzülüyordum. Kulaklarımda dalgaların sahile vuran tokadı, üzerimde martıların acı çığlığı, önümde karanlığın alnı, özümde hecelerin yağmurları takip eder. Her yanım kuşatılmış, her anım başıma gömülmüş. Rüyaların bulanık tablosu şiirle tüten duygularımın sandığından çıkarılarak, fikrimde seyir. Seyir ki hüzün bakış. Yüreğime ok atışı gibi; bedenimi eğen, ruhumu ezen çatlamış tablo. Zamanların akıntısında çağlarla sarılan, ruhların ufuk aşıntısında aralanan, anlık anların harabelerinden süzülen… Destansı sevdaların düşleri varılan, hicranlı ayrılıklarla yazılan; Üsküdar’ın dudağına yapışmış konağı, acı aşkların yanağı olan: Kız Kulesi karşımda durur. Tarihlerin kuyusunda çalkalanan sancıların yakıcı sırdaşı... Kim bilir hangi sevdanın ayrılıklarına tanık oldu, kim bilir hangi zahmetlerin kamcısı davasına vurdu. Nice hadiselerin tanığı, nice kasidelerin sanığı olarak yorgun duvarları fısıldar. Anıların mühründe öğütlenen, asırların dişinde öğütülen: Kız Kulesi İstanbul’un kalın ense kökünde, başıma yığılan ağırlığın közünde yürüyorum; karanlığın gizlediği ufuklara doğru. Uzaklıklar gözlerime koz, yıkıntılar gönlüme toz, hüzün taşkınlıkları artan doz... Sanki yılların çilesi ıslatmıştı. Boynuma ateş dolanmıştı. Günler; gözlerimde okunan hicranla yıkanmış, güllerin kanlarıyla dokunan isyanıyla sararmış, düşlere sokulan ıssızlıkla sıvanmıştı. Düşüncelerime yansıyan, güllere ayna. Şu satırların yazılmasına sebep kaynak. Düşlerimde bilenen, duygularımda şekillenen güllerin kanlarını yüreğime akıtan, yosunlu kuyuların acılığını yaşatan. Rüyalarımın penceresinden akan, kafa kağıdına yazdığım eserimden bakan. Şiirlerimin ilham yazısı seslenir, gül esintisini her andan nefesi kalbimin izinde savrulan, gün esaretinin her andan ruhumun gizinde kavrulan: İlk baharla açan güllere selam. Esaretiyle yüreğimi sürgünlere atan sana kelam... Kalıpta donan ruhum erimiş, satırda duran özlem kalbime inmişti. Güllerin aynasında ki kanlar dökülerek, kirpiklerimi ağrıtan anılar film şeridi gibi canlanmaya başlamıştı. Gül kokulu, şen dokulu; kafamın odasını altüst eden, fikrimin adasını işgal eden... Anlık tozların düşlerinde solukla yürüyen. Damarlarımın ininde uğultulu seslerle gezinen. İsmin canıma mimlenmiş, cismin kanıma damgalanmış. Benliğimi ansızın sisleyerek yürüyen sen... Sen izanımın bünyesinde, zamanlarımın bütünlünde gölgesin. Gölgenle izin izimi bulan varlık. Zihnimi ve fikrimi kemirip duran darlık... Sana sürgünüm: Sevdanın işaretinde atılan oklarla bilinmezin balçıklarına iten, karanlığın kubbesinde biten sürgün yüreğim Selamların haykırışı sesini bulsun. Satırlarım senin gözünü öpsün. Kelamlarım; kırgınlığını dindirerek, kızgınlığını sindirerek tutsun... Özkan Karaca |
Güllerden Sana
Geleceğin atlasına seni işaretlemiştim Hayatın hazanlarına seni serpmiştim Kalemimin atışlarına seni izah etmiştim Seni uzakların bakışına gül diye ekmiştim Anılarımın sandığında ansızın göründün Zihnimin çerçevesinde tebessümünü süpürdüm Alnımın camekanında ellerine döküldüm Gülistanların çardağında gözlerine süzüldüm Yitik kentin karanlığına esaret ayaklarımı serdim Yıkık bentin aralığına asalet atışlarımı vurdum Ilık ferdin kabalığına azamet bakışlarımı verdim Silik derdin abalığına emanet yakarışımı kırdım Günlerin inlerinde sende kaldım Sevdanın serçesini izlere saldım Elvanın yollarında ismini aldım Elveda nın yıllarında cismini sakladım Özkan Karaca |
Gün batımı- Gün yakıtı
Gecenin mezarında alnımı kemiren anılar Düşler yurdunun bulutlarını parçalayarak kaçar İzbe duvarların hicranında nefes olarak bakar Kafa hatırasının defteri soluk kalarak rüyalara yatar Yitip giden zamanların toprağı çöktü Küskün bulutların özlemi yağmurunu döktü Gün batımı güneşin kanlı gözleri Gün yakıtı hayatın sıcak şefkati Gün batıyor, gün doğuyor Zamanlar suya yazılarak kaybolur Bulutlar başımızda taç olarak hatıralar kuma kazılarak yok olur Ufuklar ötesine taş adımı uzatacak Gün batımı - gün yakıtı.. Özkan Karaca |
Günlerden Sen
Günlerden sen Acı lokmanın çilesi geldin Sahillere sürüklendiren sert rüzgarınla gittin Her günlerden yüreğime saplanan sen Zihnimin ince damarını kopartan giyotin Fikrimin kalın gövdesine yazılan süretin Anılarımın sayfasına kazılan gölge elin Her güzlerin şafaklarında sözlerime saklanan sen Her hecelerin deftere kaplanan şeklin Sevda serçesinin şakırtılarını uzaklara seslendiren Özkan Karaca |
Günlerimi Zehirliyerek
Gül yüzlüm, ay tülüm, hayat külüm Seni sevdim, günlerimi zehirliyerek içtim Hicranın yokuşunu kalbime ittim Hayatın boşluğunda mesafelere indim Gün ikamet telim, esaret adresindeki yerim Uzaklık yelim, sana kafamın odasında gülüm derim Özkan Karaca |
Günlerimin İhtiharında ki
Sana olan hicranın alevinde piştim İntizarın yığılan sellerinde aştım Ahdetin kapısını açtım Güllerin kanlarını yüreğimde yaktım Kirli bulutların yüzüne taş attım Kaldırımların inilti nefesini ittim Ruhumun ızdıraplı tokmağını aldım Dudaklarımda kilitlenen sabırlara vurdum Dişlerimde sıkılan ismini yırtım Hülyalarımın iştahına koydum Sen şafaklarımın sabahlarında görünmedin Ruhum sancıların kaşıklarında dağıldı Yıldızların dertleri gözlerime doldu Sokakların uğultusunda sesinle yoktun Hayatımın karabasanında gölgen takipte Günlerimin intiharını uçurumlara bıraktım Özkan Karaca |
Günlerimin Papatyaları
gönül kapımı ellerinin manolyaları ile sertçe çalmıştın duygularımın pergeli, seni bana sınırlamıştı. rüyalardan çıkmayan, düşlerden yılmayan gün limanımda mavi sınırların sokaklarla ayaklarımın parangasına kaldırımlarla taşlanmıştım sevda güvercinimin gölgesinde gözlerine bakmıştım günlerimin papatyaları umutla çekilerek yüreğimden batmıştım |
Günlerin Çilesi Olan
Gözlerinin ışıltısı günlerimin karanlığına bakmış Sözlerinin nefesi yüreğimin kalabalığına batmış Hüzün üflediğim deryanın aynasında suretin yansımış Hicran tuttuğum kaldırımların kirlerini anlara itmiş Gölgen sokakların alnında izlere bulanmış Bense şakakların terinde dövülerek bunalmış Günlerin gül kanlarını ellerimde yakmış Senin tatlı tebessümün fikrimin çilesinde kırıntı Benim hayallerim zihnimin filesinde boşaldı. Özkan Karaca |
Günlerin Tozu
Senin adın dudaklarımda kilitlenerek hapsoldu. Ben ise senin izinde mechullere sokularak, Günlerin tozunda düş kaldım. Hayatımın güzellik örgüsü, Yüreğime sevda dişinde okunan sözcüsü. Hep seni anarım, kalbim derdin yangınında yanar. Hayatın bulanık örtüsünde boğularak; gözlerim yırtılmış, sözlerim kısılmış, idrakim sıkışmış Senin resminle avunurum. Yüreğimin hüznü ise kavrulur Özkan Karaca |
Her Anımda Gömülen
Seni görürüm her vaktin tırnağında Seni gözlerim her akıntının girdabında Sen rüyalarımın aynasında görülen Her yanımın sislerinde buluşan Her anımın izlerinde gömülen Seni bulurum Marmara'nın gözlere çarpan dalgasında Seni düşlerim Kız kulesinin aynasında Seni süslerim beyaz bulutların oyunlarında Sen sokakların alnında bedenimi sürükleyen Senin cismin kaldırımların dizinde yansıyan Dişlerle parçalanan satırlarla yüreğime kan akıtan Dilim ismini anar, Rüyalarımda seni hakikat sanar |
Her Yanımda Görülen
Fırtınaların uğultusunda kafama esen Yüreğimin cinnetini hançerliyen eser Dilimde işlediğim, dizimde izlediğim esef Anların hazin dudağında yüreğimi ezen Sen uykularımı bölen, zamanlarımı yırtan Uzaklıkların ufuklarına gönlümü yapıştıran Her anım seninle yazılı, her yanım seninle kazılı Teselinin satırlarında bakışlarınla damlalı Özkan Karaca |
Hicran Acısı
hicranım mahşerin uğultusunda boğulacak gibi gözlerim bulutların sıkıntısını sözlerim sukutların yıkıntısını tutacak gibi hicranın adasından sürülerek, zindanların akrebine sığındım. yürek acısının uzaklığı kollaması hicrandır duvarlarına kürekle karanlık atılan içimde ki kara zindandır mechullere gidecek bir yol arıyorum dağların belini, denizlerin yelini ellerime sarıyorum bu yol nice hicranların adımını ve dilini tuttu kimbilir hangi yürek ağrısının iniltisini duydu yolların başı canavar gibi boğazına gireni içinde parçaladı hicrandan yürüdüm, ıssız izlerimle sürüldüm sürgün veren yüreğimle yoruldum içimde ki zindanla kurudum hicrandan zindana ellerimi vurdum kara bulutlara özlemi sordum hicran acısı kanlı yakarış oldu Özkan Karaca |
Hicran Alevi
Hicranın aleviyle yandım durdum, özlemin sıcaklığı her yanımı tutuşturdu. Ne olur ses ver, ne olur hüznümün kırık ağacına yaklaş. Seni seviyorum. Geleceğin sisli merdivenlerinden çıkarak hayatımızın değişimini yakalayalım. Harabe zamanlarımın sensizlik değirmeninde öğütülen yüreğimi açarak sürgün veren yollarımı açayım. Senin hayat elin olarak hayallerime kaçıyorum. Ahdetin kanlı sayfalarını karıştırıyorum. Sen ve ben... Elin elime sarılmış, gözlerin gözlerime yaslanmış. Sen benim için özelsin, Sen benim için değer ifade eden güller gülüsün. Gülüm; Gülistanlar bahçesinde seni görürüm, başımda esen yellerle seni denizin mavi saçlarında görürüm. Ufukların perdesini açarak geleceğe yürürüz. Hayallerimin değirmeninde suyu alarak sana sunarım.Canım: Gönül yasımın teri damlamış, kalemlerimin mürekkepi ile bulanmış olan suyumdan içermiydin. Rüyalarımda görülen, kalbimin toprağına gömülen sen. Hüzünle; ruhum tutuşmuş, yüzünle kafam tutulmuş, rüyalarım yorulmuş... Kara günlerin rengi ile kaplatma beni, kaba dillerin tükürüğü ile sarartma beni, kafa tozunun feryadında daraltma beni. Sana ellerimi uzatıyorum, geri çevirme, ne olur uzatma sürgünlerin kanatlarına. Sana yüreğimi veriyorum, ağlatma beni. Benliğimi aldın deryaların aynasına bıraktın, şimdi ise günlerim çalkantılı. Üzerimden hüzün yağmuru geçiyor, sayfalarıma akan hüzün yağmuru ile yazıyorum seni. Hayatımın cenderinde bakan hüzün çamurunda yaşıyorum. . Özkan Karaca |
Hüznüm Tanık
Yüreğim sevda sesinde yanık, benliğim ise sensizliğin sürgünlerine atılan sanık. Hüznüm tanık; martıların acı çığlığı, sahillerle adımlanan taşlar, senin saçlarını ellerime düşüren mavi deli dalgalar, Kız kulesine sırlarımı açan sözlerim, yıldızların gözlerime dolan dertleri, her vaktimin anları bana tanık... Uzatma sürgün yüreğimi, gönderme hazin yolların kuruluğuna. Seni sorarım şafakların kanlarına, seni görürüm alnımın terleyen penceresinde, seni ararım kara dilin kaldırımında, seni sararım ufukların tebessümüne. Vakitlerimin damlasında akan sen, gözlerimin boğuntusunda bakan sen. Düşlerin hecesi seni fısıldar, zihnimin hançeri seni gönlüme saplar, damarlarımın içinde gezen sevda izi ruhumu kaplar. Senin ismin dudaklarıma kilitlenerek yorgun, hayallerimin kelebeği duygularımın sisinde yolcu. Bir teselli ver, yüreğimin hüznünü söndür. Bin tesirli söz sun, ellerimin uzanan hicranını anı kuyularına döndür. Nemli yazda, senli yazılarla ve sensiz anlarla ulaşmaya çalışıyorum. Titreyen sesimi, dalgalara itekleyen nefesimle sana yazıyorum, okuyan gözlerine yapıştırarak kazıyorum. Canımın içi, yazgımın kanlı dişi, kanıma damgalanan dili olan. Şiirlerimin bestesi seninle okunur, kafa kağıdım seninle dokunur. Kalabalığa usulca sokulurum, seni bulurum umuduyla tozlu adımları yırtarım, çehrelerle seni gözlerime ısırırım. Yaşamımın üzerinde aşan yankı, hicranımın alevinde aranan boşluk sanki. Yoksun artık, yoksul kalan kelimelerim ağlayışların sarsıntısında, yorgun duran yüreğim derya çığlığıyla boğuldu. Özkan Karaca |
Hüzün Anılar
Yüreğimin yangını intizara sürüklüyor, günlerimin sızısı ıssızlığa itiyor, düşlerimin batan kayığı hiçliğe gömülüyor, kafam seni resmederek sessizliğe atıyor. Kalbim seni heceleyerek sensizliğin hüznünde yakarışım adımlarına yayıldı, gözlerinin kuru penceresine yazdığım satırlarım kaldırımlara atıldı. Gözlerim yaşla yırtılarak, gönlüm yasla kırılarak seni anı paketine sararım. Duygularım acı aşla beslenerek, düşüncelerim aşk çıkmazının sokağına seslenerek seni ararım. Hayallerimin aynasından kopmayan, rüyalarımın penceresinden çıkmayan sen... Sensizlik feneri elimde, sensizlik teri dilimde... Sayfalar la karalanarak, günlerin ölü donukluğuyla paralanarak seninle kapanırım. Gölgen tanların kanlı kızıllığında ellerimde tutuldu, gözlerin zihin tutkalında anların kara perdesine yapıştı. Film şeritleri kafa raflarına itildi, ara sıra raflardan anıları çıkarak izliyorum. Bazen ise benden tarafa dönerek gülümsemeni ısırıyorum... Sözlerin sözlerimi kovalayarak, gözlerin gözlerimi kapatarak sevda damlasını içmiştim. Buradan son çıkışınla yüreğim harabeye dönerek senin özleminle zamanım hüzün tutuyordu. Sensizlikle sarsılarak ruhumun izine sokulan ismini hicran yutuyordu. Hüzün selleri anılara doğru sürüklüyordu... Özkan Karaca |
Hüzün Yağmuru
Genç adam gecenin karanlık örtüsünde ruhunun hazin yankısı çığlık kopartarak sahilde yürüyordu. Dilinde dökülen özlem ve söylemler uzaklığın kanlı deresine itilmişti. Dişinde sıkışan kırgınlıkla hayallerinin fotoğrafı karanlığı ısırmıştı. Seni diyordu genç adam ‘ - Seni geleceğimin atlasına gül olarak ekmiştim, günlerin başaklarında seni görmüştüm, canım seninle cananlığa kavuşmuştu. Şimdi ise yüreğimin dileğine çıkılan hayal merdivenlerinden düştüm. Gözlerimde ve gönlümde hüzün yağmuru döktüm...’ Ruhunun hazin kamcısı acıyla döverek başı düşmüş, dizleri eğilmiş olarak ağır ağır yürümeye devam etmişti. Kulaklarını şaklatan dalgaların sahile vuran sert tokadı, kalbini yaralayan dert sakatı her yanını sarmıştı, her anı ruhunu tırmalayarak artmıştı. Boğazı ışıklarıyla öpen karşı kıyının betonuna gözleri takıldı. Genç adam ‘ - İşte sevdiğim şu evlerin kör penceresinde ikamet ediyor. Acı aşkların fısıltısı duvarlarını ıslatmış Kız kulesinin üstünde bulunuyor. Tarih kokan, heybeti ile Haydar paşayı tutan, boğazın maviliğine gülümseyen kışlanın yakınında, Selimiye mahallesinde sevdamın ayaklarını vurduğu yerdir ‘... Başında hüzün yağmuru akar, soğuk ürpertiyle denizin ağlaması bakar. İntizarın hicranında ufuklar karanlık balçıkla kararak gönlü sararmış, umutları sönmüş, hayalleri yıkılmış olarak geleceğin perdesini kav la tutuşturarak yakar. Hüzün yağmuru şiddetlenmişti... Kederin kader alnında terlemeye başlamıştı. Ruhunu ıslatan hüzün yağmuruyla sarsılmış ve kederle terleyen kalb titremiş olarak sahilin çapağı olan taşın beline yığıldı. Başını ayaklarının arasına sıkıştırarak söylenmeye başlar ‘ Ey aşk acısı, ey gönül yarası, ey derdin karası... Sana sığınırım, Sevgimin adını düşlerim... Onun yokluğunda sürgün kaldım, günlerim onsuzlukla zindan oldu. Bir çıkış ver, bir ferahlık ser. Hani gözleri gözlerime kilitleniyordu, hani sözleri sözlerimi sarıyordu bir zamanlar’... Zihnine film şeritleri yayılır, anıların sahnesi açılır. Ela gözleri karanlığı yırtan ayla kendisine bakmış, siyah saçları denizin dalgasında ellerine düşmüş, oval çenesi ufukların köşesinden bakarak gözlerine çökmüş, güzel yüzü sahilin ıssız belinde kafa odasını kırmıştı. Derbeder durumda sürüklenip duruyordu, sevda ölümünün soluğunu yutarak hüzün yağmuruyla: Duyguları kanlanış, sözleri kurumuştu. Dudaklarına yapışan hüzün melodisi tütsülenir, karanlık siyah saçın dalgasına. Öylece durup izler sevdiğinin hayalini...İkametgahı gözlerine batarak gölgesi yanı başında buluşmuştu. Gölgeye sorar ‘ Ey hayal sulületi karanlığın aynasından çıkarak ellerimi tutsan, geleceğimizin inşasını beraber kursak‘... Hayal sulület donuk kalır, ağzından tek kelime, gözlerinde bir gram bakış görülmez gözleri kapalı, hayattan kopuk, cansız et yığını gibi durur. Genç adam yaklaşır, hayal geriye çekilir. Genç adam adımlarını hızlandırır, hayal de gerisin geri hızlanır. Daha çabuk kavuşma özlemiyle kollarını açar, feryat koparır. ‘- Ey canım benim niye kaçarsın benden, niye uzak kalırsın yardan. Gel ellerimi tut, gel gönlümü nefesinle yıkat’... Hayal cesedi Boğazın dalgasını yararak Selimiye’nin duvarlarına sokularak kaybolur. Karabasanlar bedenini tutarak kahkahalarını kafasında yankılandırırlar. Hafakanlar ayaklarına serilerek denizin çağıran sesine itekler. Hüzün yağmuru ıslattığı gibi denizin çağıran kolları gözlerine çarparak: Gel diyordu. - Senin yangınını söndüreyim, hüzün yağmurundan kaç, esaret ayaklarını bana dokundur, senin bedenini karanlık derinliğimde kapatayım. Aşkın keder kalemi yüreğine bir kere yazıldı mı iz kalır, kalbinde hep sızısını hissedersin. Genç adam öylece durur düşüncelerin dehlizinde dolaşır. Karanlığın alnında çağıran ses, kalbinin acı nefesi buhramlara atarak çıkmazlarda bocalıyordu. Hüzün yağmuru artmış artık meçhulün adresine sürüklüyordu ‘ Ya ölümün vuslatında hayata son vermek, yada yeni bir hayatın menzillerine uzanmak. Başı kah denizde batıyordu, kah sahil yolunun uzaklığına çevriliyordu. Bir kedi gelir ayaklarına dolanır, kedinin mırıltısı silkeler kendisini. Yorgun ayaklarını isteksiz sürükleyerek sahilin karanlık ağzına girerek kaybolur. Sahilin tokadı artar, kedinin mırıltısı denizin tokadına yanıt verir Özkan Karaca |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 03:29 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.