![]() |
Gazi Bozkurt
AĞAÇ KARDEŞ
Söyle bana ey ağaç kardeş, Yükseklerdeyken başın böyle, Göz kırpan yıldızlar her gece, Neler fısıldar kulağına? Söyle bana ey ağaç kardeş, Diyardan diyara uçuşlar, Sonrasında yorgun kuşlar, Neler fısıldar kulağına? Söyle bana ey ağaç kardeş, Toprağı sararken köklerin, Köstebekler sessiz ve derin, Neler fısıldar kulağına? Gazi Bozkurt |
Akıl İpi(Çocuk Şiiri)
Elime yaktım kızıl kına, Düştüm erken okul yoluna. Görünce beni arkadaşım, Elin kanamış, dedi bana. Elim elim kınalı elim, Elimi kanatmış değilim, Annem kınalı kuzum derdi, Bunu unutuyor da dilim… Gazi Bozkurt |
Annem (Çocuk Şiiri)
Bitmek bilmeyen *******e, Katık yaparak ak sütüne,, Büyüttün beni ninnilere Gönlümün sultanı bal annem. Yorulmak nedir hiç bilmeden, Bizim için çalışıp durdun, Ne gündüz dedin ne de gece, Hiç tatilin yok mu gül annem? Yaslanayım hep dizlerine, Kurban olayım izlerine, Bakayım güzel gözlerine Yıllarca benimle kal annem Gazi Bozkurt |
ARI
Konarım vız vız diye, Çiçeklerin özüne, İyi de bal yaparım, Siz güvenin sözüme. Bulmaktır benim işim, Rengârenk çiçekleri, Uzak demez giderim, Kestirince gözüme. Bal koyarım peteğe, Çocuklar yesin diye. Asla kötü iş yapmam, Bu yakışmaz özüme. Gazi Bozkurt |
BALIK
Babam bir balık aldı, Minik akvaryumuyla. Daha gelmeden adı, Kırmızı Balık kaldı. İçip duruyor suyu, Bizim balık durmadan. Nasıl olsa da boyu, Hiç dolmaz mı bu kuyu? Suda insan boğulur, Yüzme bilmezse eğer. Nasıl yaşar kavakta, Tırmanırken balıklar? Gazi Bozkurt |
Bekleyişin Kıyısında
Pul pul dilekçeler yazdım Sevgilinin gözbebeğine Kıyısında gölgelerin barındığı Mumsu kadınlardan uzak Yıldız ararken seyri cihan içinde Kotarır yürekleri uzun bekleyişler öncesinde Anlamlandıramadığım sayısız kapı tokmağı arasından Vurulur urgan tutan ellerimiz Usanç kokan bakışlar arasında Gelen giden yok sıva paçalarını Birazdan girecek soylu misafir Aranan ama asla görünmeyen yönüyle Soframıza, aşımıza kuytu bulmuşluğu sunacak Hemen yanı başımızda bir insicam ararken Sana tek başına deniz yeter Eğer bir bekleyişin kıyısında isen Sadece deniz sunar kavgadan sonra Köleliği ballandıra ballandıra Son sahne şöyle Bu tanıdık eller senden yeniden esaret umar 22.03.2002 Gazi Bozkurt |
Boşluk
kuru kus kuru bir düştür bizimkisi suyun, ateşin, ve toprağın kıskançlığını örten her nefes alışta derin derin içtiğimiz soğuk, ürperten, insanı kendine getirten ve doyuran her şeyi sebepsiz kabul edişimizdir şehrin sur diplerinde kurgulanan hayatı ve seslerin kimi renklerini barındırmasını kabul edemeyişimiz gibi çocuk yüzlü ağlantılarda kendini hoyratlaştırabilecek çelik iradeleri bekler köleler ve ben bilirim ki buradan ve biraz sonra her şey yeniden kavuşacak aslına çiçek yüzlü, mümbit, sakıncasız ve kulaktan kulağa yayılan kimi iştahları tanıdığını söyleyenleri bekle ey sıkı fıkı insanların ayak alışkanlığı yutan bahar bak işte seni de değiştirmeye namzettir eylül bize seni anlatan ve yeniden sevmeyi öğreten Gazi Bozkurt |
DEVELEME
Çölde giden Bir tanktır deve, Yakıtını yüklenmiş ihtiyacı yok paletlere! Sorulunca çocuklara Ne oynayalım diye Hemen derler “Deve Cüce”. Bu oyun olmasın, Dev ile Cüce! Kanatlı bir devem olsaydı, Uçardım göklerde durmadan. Oyuncaklarımı koyardım, Arka kabine. Bir deve astronot olsa Ne garip olur değil mi arkadaşlar? Aa! Astronot Deve! Gazi Bozkurt |
DUBLİN’DEKİ BÜTÜN SERÇELER KÖRDÜR
Dublin’deki bütün serçelerin Gözlerinden öpüyorum İnsanoğlu parçalarken kayayı Yere düşen toprağın temasında Bu kentin kurucu meclis üyesi olarak Ve dışlanmadan Kargalar serenattadır Oysa şimdiden anlıyorum ki Gençliğine doymamıştır kimse İriden geçen şu bulutun öyküsündeki gibi Karanlığı tarayan iş hanı Gümüşü parlatan gürz Yani Demirci Dimitri Uykudan bir kale kurmuş Sonradan göremeyeceğini umarak Bu yabansılık da ne Seni hep ben yeniden tanıyan yüzümle Gece salıverse komşuluk haklarını Birden bire boca ederek Kaldırım köşelerinden de uykusuz Bir kuzey yosunu vurulmaz sanırım kalbinden Yada öyle kaderine boyun eğen Az ötedeki yosmalar Eteğinde çıngırak besler ürkekliğin doruğunda Sen Beyoğlu’nda ulu bir çınar Ve asla İstanbul oraya uzanmamıştır Venedikli tüccar bir eğer bir büker Ama sonunda döker başka kaplara Çanak tutmaz, yürek büker Dedim ya Dublin’deki bütün serçeler kördür Ve tutarak uzaklaşır köşesinden Kırılmayacaksa eğer hayatın Ben bir ankara soğuğunu bilir Ve öyle derim öyle olur Bir de geceden ölürüm yanı başına Gazi Bozkurt |
EVİMİZİN GÖZÜ
Evimizin gözü Diyorum ben penceremize. Çevremizde olan biteni, Postacının, sütçünün geldiğini, Yalnız o gösteriyor bize. Ama gel gör ki, Benim iki gözüm var, Evimizin bir sürü... Onu kıskandığımı söylememe Ne gerek var? Merak ediyorum annem, Güneşliği kapatınca, Perde inip de gözüne, Kör olur mu, bizim pencere? Gazi Bozkurt |
GÜNEŞ
Isı ve ışık veren bize, Dev bir sobadır güneş, Üşümesin diye çocuklar, Peşimizden gelen. Altın bir tepsi gibi, Aydınlatır dünyamızı, Oynasın diye çocuklar, Bulutları delen. Yaz günlerine inat, Kışın ne az görüşürüz, Sıra güney yarım küredeki, Çocuklara gelsin diye. Gazi Bozkurt |
Güz Yaprakları
Uzun, meyyal bir gecenin Yokladığı bir sabah Kaldırım taşları çarparken yüreğime Kuşanmışlığı yükledim Bütün aykırı düşünceler arasından sıyrılıp Kimi çocukları ayartan Kara kapkara yokluğa rağmen Uzak, azıksız yolculuğun ertesinde Leyli bir yalnızlıktı benimkisi oysa Birden bire biten ve biteviye Hani düş olur yoklar ya Umarsızlıklara rağmen Kuşkuluyum, açık söyleyeyim Işığı delen tanımsız bir heyecan taşıyorum Kimi örtülü, kimi gerek duymayan Azgınlaşmış tüm isteklere kapımı kapayıp Savunmasız kalmak adına Hani hep vardı Ve buradan başkayı bilmez dediğimiz Yorumlarımız Hani savunmasız kaldığımız vakit ağlatır ya İşte o gün ben ilk defa kaygılandım Bütün geceyi kaygısız geçireceğim diye Güz yaprakları sinsidir Ayartır insanı Kendine çeker, meylettirir Her nedense Şuraya sıcacık yürek vurgusu Geç gelen şarkı düzeneği içinde Gazi Bozkurt Temmuz 2005 Gazi Bozkurt |
İLTİCA
Alıntılarken saçlarından bir bukle Gökyüzü sağır kesilir ağlar analar Birden düş düşse gerçeğin tam ortasına Arz unutur ve sükut Sen deliksiz uykunun kıyısında Aranırsın ibrahimin emaneti gibi Gül rehindir Uçarı haylaz bir evlat yanar kül olur Kaçarken kent kızları dehlizlerde Bir yanım uçurum Ve sen yanı başımda Vaveyla kopsa çığrından çıkar mısın Kamelyada bir soylu genç tasalı Bir namlu uzaktan Ta kuzeyden Yırtsa bağrını insanca insanlığın Bir dal uzatır mısın karıncaya Gece sarhoş Ve ağlasa asya için Sonra hazin bir göç tasarlasa ademinoğlu Koyu kopkoyu bir düş görmüş ninem Geç ikindi vakti gölge boyunda Umarsız kurşun renginde Olur ya gün solsa Umuda gömülse dudu kuşu Anlayarak anka olmadığını Yırılır mısın şehrin başak yüklü kalbinden? Gazi Bozkurt |
İstanbul: Boğaz Sanrısı
Bir adam ellisinde bankta oturuyor gölgeler uzun Elinde kalın bir kitap Mezarlık Kültürü olmadığı kesin Fakat yılgınlık var yüzünde ağır bir işten çıkmış veya ağır bir işe girecek yahut hiç işi yokmuş gibi Bazen eli kitabının arasına kayıyor birkaç sayfa ya da bir iki satır Belli ki toplayamıyor kendini fakat yılgınlık var yüzünde Az ötede bir martı tünemiş yüksek duvara Belki de az önce bir lüferin canını okumuş tüylerini düzeltiyor düğüne hazır Onu görmezlikten gelen bir kumru cami avlusunda sekiz çiziyor kuyruğunun ertesinde Birazdan gelecek çifte kumrusu kadar Ellisindeki adamın bir gözü martıda, kulağı kumruda “Ne yapıyorlar acaba? ” Martı yeni fark ediyor kumruyu Kumru fark etmediğini fark ettiriyor ettirebildiği kadar Geriye yaslanıyor adam sağ bacak sol üzerine nöbet onda, değişecek birazdan karıncalanmalara kadar Soluyor adam bulutsuz göğü, tarıyor havayı her yeri kumru kadar, martı kadar Fakat o da ne bir ses kumrudan: “-Martısın ki bilirim soyun haytadır; uçarılık ne de yakışır sana Yorgunsun sebebin kadar” istanbul: bir boğaz resmi sanrısı sonrası maverdî akşamları düşlüyor kanatlarım istanbul sayha olmuş çığlıklarımda yok yere düş sayıyorum yorgunluk sonrası ilkgençlik aşklarım kadar “-Fakat sus, yavaş konuş duyacak İstanbul kaybediş çağındasın ki formundasın Neden kabul etmezsin yenildiğini ki köhneliğin kadar? ” adın yok sanılmış düşler arası sen kuytu bir sancının düş öncesi sana akıllara donuk bir kaykılışla gelsem ey incilerin incesi her sözümün öncesi derler ki ağaçlar yapraklarını sayarmış bahardan önce sen ey istanbul kaç mevsim geçti hala damarlarında kokmuyor adım asit yığıntıları arasında bile geçmiyor ha düştü ha düşecek diyen yetim göz yaşlarından olmasın unutulmuşluğun “-Ne çabuk unuttun Sen yerde basacak yer bulamazken türlü nedenlerle Ben saraylarda büyüdüm, ulu mabetlerde, şehrin yürek emaneti Çarşı başlarında hayat kadar” çocuksu kokularla bezenmiş muştu mırıldanır analarımdan sokak aralarında bahardan, uykudan ve nedense en son akla gelenden bir kurtuluştur istanbul seninle düş kurabilmek aydınlık bir gece sonrasıydı düş ülkesi uzak ülkeler metruk bir arayışın önlenmezliği kadar “-Sarayda birkaç döküntü, mabetlerde avuç açmalar Ne gün geçecek boğazından taze bir lokma ki nefsine sorumluluğun var? ” karınca ötesi umarsızlıklarla refüj dostluklarında bir çitlembik bir uçarılık arama ey istanbul diyebilsem ki düş yakamdan hayret başka, ölüm bir başka eser lodos kudurganlığında vakit ayaz, gözlerim martı çığlığı avurtlarımda çiğnenen bizans artığı kadar “-Eyvah yine başladı aynı lakırdı Güya galipmiş fakat duymasa bari sevgili Aşkın garazına gelmiş Birkaç sözü anlamlara anlam katarak Bir parça tat alabilmek değil mi muradın Sevgilinin etinden bir dalışta uskumru gibi Sonra derinden bir unutuş gerek oluncaya dek? ” nereden başlamalı ve nereye ulaşmalı başladığın yere bir daha dönmeden bu mudur senin usanç veren kaderinde uyanmak bak yeniden uslanıyor insanlar bak erguvanlar daha sessiz uğultu veren unutkanlıklarımız kadar bana bir başlangıç bir de istanbul’u verin sonra da yok sayın cehennemi o zaman anlar insanlık insanlık kadar çünkü kâgirdir sanat unutkandır mevsim yastık yorgan paslı çivi güvertelerde bir bir satılmış suçlular “-Sevgiliyi öpmekten ne çıkar ve neden vardır sevgili Uzaktan bir bakış çoğul anlaşılır değil İlk gençlik aşkıdır, uzak aşklar usandırır cananı” ölüm sonrası iktidarını kendi saltanatına veren duyun ey dostlar bugün yangın yeri ağlayın a dostlar çünkü bu tren soysuzluğu getirdi bize buradan ve ağlayarak çıkacak yalnız şamandırası kalana kadar “-Şüphesiz sen de kuşsun rabbim yarattı, lakin huyunda var Bırakıp gitmek kalmayınca kemikte et kağıt mendil kadar ey ahiret sancısı taşıyan ey yüce şehir senden mi beklemeliydik ibrahimî dirilişi oysa sen damarlarımızda zehir oysa sen sen gelmeden önce gelen heyula bak bahar ne de sırıtıyor unutulana kadar “-Yas tutup durmak da ne akıllara ziyan Bırak bir ömrü birkaç nesli birden diri diri gömersin bu kasvetinle yeni yetme ihtiyar” günaydın günaydın bir bekleyişin sonrası rehaveti ile geldin soframıza kuskus ağaçları ve sonbahar aramızdan sıyrılana kadar “-Yenisi değilim buraların: en son gelenle yudum uykumu Dindi sanma yürek atışım buldum ritmimi İstanbul kadar” sen ey şehremini tuzaklardan tuzak beğen bu sadece başlangıç bundan sonradır yalnızlıklar kadar “-Biri dahi gelse sonradan yeni bir iddia ile Yine sen dalarsın suyuna bu huy da sende var” uçarı bir kaykılışla bekle beni Süleymaniye, dursun ayak uçların fakat üsküdar neden bu kadar nazenin yoksa buralarda dalgalanan sade züleyha’nın yalancı düşleri mi inanç bulacak yusuf sonrası kuytu köşeler kadar “-Haberini aldım artık gelemeyecek Yüce Kaynaktan Giden gelecek elbet ama yeniden tertemiz suyu ile ve Bir’den. Bekleme sen, gelmeyecek senin umduğun kadar” siz ey sur dibinde umut verilenler kendiliğinizi nereye savurdunuz çağa ve insanlığa ömre ve istanbula dair uygun adım gidilen gönencelerden uzak katlanan ve daha da katlanan korku düş arası? “-Kim? Ben mi imanındaki kirli? Ben daim temiz ben hep suyun içinde Sen ise kokuşmuş bir tas suyunla kire yakınsın benden uzak kadar” buyurgan ifadelerden arınmış bağdat sarayları ben her istanbul dediğimde yeni bir istanbul çıkar diğerlerine tezat kullar satılır haraç mezat bunu duyuramazsınız çünkü öğütlemesiyle öne çıkar bizzat duyup da gelinmeyene kadar “-Hep sudasın bunu bilmez değilim ihtiyacın var Sen de bilir misin şunu Her su kiri kaldırmaz tuz da kokar korkunun büyüklüğü kadar Ve neden ayrılamıyorsun bir adım kıyı bir adım duyana kadar” bulutum evet her şeye inat mahşer rüzgarlarıyla geldim kapına ne mem görmüş ne de zin sen leyla’nın battığı akşamın şehla ruhusun -allah korusun- beni sözlük arası yakarışla eğer sorarlarsa bizans kalıntılarında o her zaman yaşamdan uzak yalnız saldırganlıklarıyla anılır deme çünkü o gün derdest edilmiş dostluklara kırkikindi uyanışını sunarız körüklü bahtiyâr ve kapından ilk kovuluşu resmedene kadar “-Aklın sıra beni yollayıp dağlara yerime konacaksın ey kumru Bil ki İstanbul benim, benim İstanbul olduğum kadar” bir mitralyöz akşamıyla başlayan sancılamanın erguvan mevsiminde yeniden soluyor ayrık otları düşleri bir sis perdesi ama nereden sen ey sarhoş beyoğlu kundağın nerede ve nereye kadar? “-Kenan da senindi Lut’u bırakıp gidene kadar Yıkılışın arkasından arkana bile bakmadan” hiç olmazsa ayna sun bilinmez bir yolculuklarla bizimkisine yıldırım arası korku nedensizliklerde bakın bakın kim geliyor sara nöbetleri sonrası? “-Görüyorum lakin her dem uykudasın Bu miskinlik mi seni konuşturan” -“Oldu evet, Lut gömüldü bir anda Yandı ama aramızda olan bitenden sana ne Hem sen yoktun ki onca aradan tufan kadar? ” ben ağlamak kadar sahiciyim oysa o ağlayan kadar baharın solgun duvarları bekle susuzluğu ağlayan gözpınarının kuruluğunu yıkayıncaya kadar “-Dün de demiştin sonralığımı, insaf bir bak bana Benden başka kaç kuş bulabilirsin tarih kokan benim kadar? ” buyurgan bir baharla geliyor çamlıca’dan istanbul bir neslin uykusuz düşleriyle bakıyorum istanbul’a çünkü düş görmek ağlamak kadar önemlidir “-Övünüp durursun fakat nereye kadar Kaç yangını söndürdün yanan İstanbul kadar? ” buluş ötesi yargılamalarıyla sarıp sarmalıyor her şeyin anası bir doğası var ki bunu yalnız istanbul anlar nedensiz bir kaçıp gitmeydi onunki aslında kaldırım yoksunu bir devriliş yaşıyordu insanlık o gelene kadar “-Yandım evet ama İstanbul’un ateşiyle Bak rengimde hâlâ külleri var Kanım kuruttu ya bir kavı Bir damlacıksam bunda ne kusurum var Yanan İstanbul kadar” ayıklanmış adımlarla geliyor yeniden ve kime dair ben bir başkalaşımın doruğunda uzak en az istanbul kadar “-Anlaşıldı şair saydırmak değil niyetin istanbulu’un tepelerini ki yüzü aştı Söyle neden dillendirdin bizi biz ki nutk-î bâtınî iken Ve sabahın bu saatinde buraya niye geldiğini bile bilmeyen bu âdemi Ki İstanbul bizden memnun biz İstanbul’dan iken” insan lâl olur lâlaç olur bazen şair de olsa anlatamaz dertlerini söyleyemez söyleyeceklerini tutuluverir her şeye dili dillendirir bu dil kimi zaman taş olur börtü böcek olur kimi zaman başka bir insan kimi zaman da bu kuş olur en az kuşlar kadar bazen de dili çözülür şairin budadığı ağaçların aykırı düşen dallarını gözyaşı seli olarak aktığı karanlık bezirganlarında paylaşılması ihmaline kızar yargılar sunarken çetrefilli bir düşmanlık bizi bizden alır ve götürür bizsiz yerlere umacı görmüş bir neslin rüyalarında elbette ışıksızlığı arar yağma tarihini yaşarken yeniden devinimler çizer tarihe yeni bir şans vermek için kölelerin ellerindeki boğum boğum sancılarla yeniden kurdurmak için dünyayı yalnız çocukluklarını saklar bir perinin elinde tuz buz olana kadar Mayıs 2005 Gazi Bozkurt |
İŞ YERİ
Ah babacığım seni o kadar, Az görüyorum ki evimizde: Gün boyu neredesin kim bilir, Hiç mi yolun düşmez bizim eve? Ey babacığım seni o kadar, Çok özlüyorum ki anlatamam: Uyku perisiyle harp ediyor, Gözlerim usulca kapanırken. Bizi mutlu edebilmek için, Durmadan çalışıp duruyorsun: Evimiz olsaydı senin iş yerin, Bir an boş kalır mıydı dizlerin? Gazi Bozkurt |
kahırdan uzak
uzak diyarların anlatamadığı neydir tadında yeri gelirse istanbul çoğu zaman ışık gibi, ekmek gibi deler geçer içimizden ateşten, topraktan yeni doğmuş bebeğin çığlığından ve kahırdan uzak Gazi Bozkurt |
KEDİCİK
Bir kedicik gördüm, Mini mi mini. Soğuktan titriyor, Yummuş gözlerini. Bir kedicik gördüm, Kirli mi kirli. İç şu sütünü de, Yıkayalım tüylerini. Bir kedicik gördüm, Açtı gözlerimi. Haydi arkadaşlar, Kurtaralım diğerlerini de. Gazi Bozkurt |
KÜÇÜK İZCİ
Küçük izci benim adım, Yürürüm hep uygun adım. Çalışırken arı gibi, Mutluluğu yakaladım. Yavrukurt da derler bana, Çadır kurarım ormana. Kamp ateşi yanar duru, Zarar vermeyiz yabana. Yerimiz izci obası, Çadırımın yok sobası. Çarçabucak göz doldurur, Küçük izcinin çabası. Gazi Bozkurt |
Ne diyeyim ki o hayat
Acının, kaygının Ve olların ayırdığı beklemişliğin Muştu severciliğiyle yeniden yeniden Atraksiyon üreten ey sevgili Bana bir seyyah işçiliği ile gel Gel ki hayat Sancılarla düşen Murat edişlerle bir daha Oynaşmasın senden önce gidenden evvel Demirden ve beton yığıntısı evlerden Arta kalan zamanı Komşuluklarımızı sorgulamayı Ve bereketi bize öğretmeden giden Mavi yürek Hızır’ın Seferberlik çağıltısıdır Hayat çoğu zaman Gecenin ve saldırganlığın Haberciliğine inat Gazi Bozkurt |
SAAT
Der ki evde masa saati: -Tik tak tik tak haydi hemen kalk, Okula geç kalıyorsun bak, Çıkmadan düzgün olsun yatak. Der ki sınıf duvar saati: -Tık tık oda ne birde baktık, Teneffüs olmuş dışarı çık, Sınıfı havalandır artık. Der ki takvimli kol saati: -Tıkır tıkır tıkır işlerim, Hiç kimse geç kalmasın diye, Son sürat vitesi beşlerim. Der ki dedemin cep saati: -Köstekli saat derler bana, Ceptir benim yerim daima, Zincir takmayı da unutma. Gazi Bozkurt |
sana dair
sen karaya en çok yaklaşan kuzular gibisin mülhidce bakılan bu sağır topraklarda kaynayıp giden bir heyulanın arkasında say ki garabet uykular içindesin eylülü kıskandıracak ne var sende ne var sende gün geçmesin özlemini gecenin bile önüne koyan bundandır ki sıkıştırır bir kaygı yüreğimi dehlizlere vuran sağır sessizliğimde gece umman olur birden kaykılır safların içinde erken düş gibi kol tutmuş çığırtkanlıklarıyla henüz orta çağı yeni bitirenler sen düzlemde dairesel kıblenle orada kaygıdan uzak ve alnındaki karınca ile ya rab uyandırma beni bu gecenin sensizliğinde diye yer tuttun haykırdın belki gizlice bir deli fişek olmuşsun arkanda ki ordularınla anlamadığım bir şey var sende sende gizemini çözemediğim çok şey var ustam bir göz at şu yüreğime Gazi BOZKURT |
Sen Yoksan Eğer
kimi zaman baharın, sabahın meydan titreten seyyahların geçenleri kıskandıran kuskus ağacının şen gölgesinde bahtiyarlıklar arayanlar kurtaramadığınız düşünceler mi sardı sizi yokluğun durulandığı iklimlerde uyku atlatmayı sebepsiz kılan Gazi Bozkurt |
SESSİZ
Bizim sınıf çok yaramaz, Biraz da haylaz, Zıp zıp zıplıyorlar, Lastik top gibi. Bu top hiç mi yorulmaz? Ayla da rahatsız sınıflarından, Alabildiğince sessiz diye. Çıt çıkmıyormuş, Ne kadar zıplasalar da. Gürültücü sınıfı kim ister, İşitme engelliler okulunda, Okuyan Ayla dışında? Gazi BOZKURT 05.12.2005 Gazi Bozkurt |
SOBAMIZ
Uzun kış *******inde, Çıt çıt yanan odun sesi, Yayılır dört bir köşeye, Gelir herkesin neşesi. Yanına uzanır Tekir, Bir güzel uyumak için. İçinden çıt çıt sesler gelir, Odun yakar için için. Kestane patlatır annem, Üzerinde yavaş yavaş. Sen olmasaydın bir tanem, Nasıl geçerdi bütün kış. Gazi Bozkurt |
TÜRKÇE
Türkçe benim öz dilim, Bunu bilmez değilim. Sevgi ile dokuduk, Desen desen bir kilim. Duymam birkaç hece, Uzar onsuz her gece. Dilini sev arkadaş, Ararsın terk edince. Gazi Bozkurt |
YALANCIMEVSİM
Gecenin bir yarısı Diğer yarısına kavuşurken Bir çığlık girmişti aramıza Hani yeni yetme çırakların Kirpilerinde titrer ya mum alevi Öylesine heyecanlı ve mağrur Köleler kollamıştı ellerimizi Ve bağrımızdan kopan yalnızlıkları Gün sancıya dönerken bir kez daha Yeknesak bir hayat Yeniden iliştirmişti yakamıza Unutmayacağımıza dair Söz verdiğimiz sözlerimize zeylederek Dağların volkan kokan kıyılarında Bir imparator edasıyla gezerken Kuşkulandığım onca cehennem arasından Minare gölgesi kaygılarımla Yeniden yeniden geldim kapına Ardına kadar açıklığına sebeb Evet, ne yalan söyleyeyim Gölgem yok Olmadı da hiçbir zaman Kuşların ürkek kanatlarıyla idare ettim Şimdiye kadar Kapına geldim Ardın kadar açıklığına sebeb Ey kâbuslarıma şenlikler katan Ulu mihrapların şövalyesi Ben bir yalancı mevsimim Kalemimi, nun’u, heyecanlarımı Ve nedensizliklerimi Benzersiz toplayışlarla dürerek Kendime uydum kapına geldim Ardına kadar açıklığına sebeb Gazi Bozkurt |
Yalnızlığı Kuşanmak
Serseri yargılarla beslenmiş Umarsız kuşakların arasından Bir Napolyon edasıyla Geçişini hiç unutamıyorum Gözlerin çakmak çakmak Karadeniz’in ortasındaki Bir dalganın yalnızlığını yaşıyordun Hemen yanı başımda Gazi Bozkurt |
YAVRU CEYLAN
Bir küçük ceylan kaybolmuş Ormanın derinliklerinde. Çok geçmeden yorulmuş, Korku birikmiş yüreğine. Ormanın içi çok tehlikeli Şimdi yavru ceylan ne yapsın? Hemen annesine haber vermeli İster misiniz aslan kapsın? Bir çıtırdı duydu irkildi Çalılıkların arasından. Karşısına annesi dikildi Şaşırıp da kaldı aniden. Gazi Bozkurt |
Yedidörtlük Ağıt
Gece üç iki suları içimde bir huzursuzluk Birazdan irkilecek sabah yeniden başlayabilmek için İnceden bir toz bulutu sararken anıları Yürekler kuş uykusu, uykular ağır bombardıman altında Bilseydim bu kadar kaygıdan uzak yaşadığımı Yatağıma girer miydim hiç Fakat kıyamet mi kopuyor ne Neden bu toprağın sağır eden coşkusu Çığlıklar sayha olmuş yeri göğü yaran Yürekler kuş uykusu, uykular ağır bombardıman altında Bilseydim bu kadar kaygıdan uzak yaşadığımı Yatağıma girer miydim hiç Nereye gitti bu ağustos sıcağı, neden bu hararet, Bir anda yuttu tıngır mıngır beşik sesini Toprak aldı gitti derinlere mümbit, besleyici ana sütü gibi Yürekler kuş uykusu, uykular ağır bombardıman altında Bilseydim bu kadar kaygıdan uzak yaşadığımı Yatağıma girer miydim hiç Bilmem, neden kızdı annem Ne de şiddetli sallıyor uykumu el uzatmayı unutmadan Sinen seslerle geçiyor en sevdiğim sayfiye yeri Yürekler kuş uykusu, uykular ağır bombardıman altında Bilseydim bu kadar kaygıdan uzak yaşadığımı Yatağıma girer miydim hiç Dinmek bilmedi yine bu gece acım Dostlar arasında ateş düştüğü yaktı bir kez daha Yer kımıldadı yeniden yerimden kımıldayamazken Yürekler kuş uykusu, uykular ağır bombardıman altında Bilseydim bu kadar kaygıdan uzak yaşadığımı Yatağıma girer miydim hiç Çıkmalıyım bu daracık alandan Her yeni güne yeniden başlamak için Bir can bir candır sırrını çözmüşken beklenen sur öncesi Yürekler kuş uykusu, uykular ağır bombardıman altında Bilseydim bu kadar kaygıdan uzak yaşadığımı Yatağıma girer miydim hiç Bu mahşer gününde şiir düştü payıma Yüreğim ağır yaralı bir bileni beklerken Ağıt düştü yüreğime yeniden yıkılırken sabah yedi dörtlük Yürekler kuş uykusu, uykular ağır bombardıman altında Bilseydim bu kadar kaygıdan uzak yaşadığımı Yatağıma girer miydim hiç Gazi Bozkurt 20 ocak 2006 Gazi Bozkurt |
Yeniden Yanacak Soytarılar
Gece çözülürken yakamızdan Aradığın nedir ey yabancı Kâgir kuytular kussa da dolunay Bir nesil belki de burada batacak Amacını soramadığım düşler gelir aklıma Büyücüyken şehirde bir tek Görülmez ahenkler sunarım Henüz vahşetimi bitirmeden Bunu armalı dediğin dostun bile bilemez Kim kimin oyuncağı olmuş diye Solmak üzere olan bu yenilgi Kahredecek hepimizi bir nefeste Gülün koynunda böyle bulmuş bizi Bu mudur ağlamak diye Yoksa sayhalarınla gezindiğim kavganın Sahillerinin suyu yeniden mi ısındı Namert teslimiyetleriyle unutmamanın reçetesini Bir kaynatışta yutsunlar diye Gülüyorum çünkü Elimden başka bir şey gelmez Gelmez çünkü beklemek boşuna Beklemeyin sırrı çözüldü bilgiç edalarla yaklaşılan Umacı düşlerimiz Utangaç tasarılar bile sunmadan Uzamışsa beklemek Biliyorum birazdan çöpler toplanacak Verilmemiş vaatleriyle Yeniden yanacak soytarılar Arama işini ağırdan aldılar diye Sen gittikten sonra sükûn etse beklenen Ah keşke demeye fırsat vermeden Uyanıp kalsa gönlümden geçen uykularıyla Henüz karanlığın beş duyu ile kavgası bitmeden Birden bire film bitse Gazi Bozkurt |
YEŞİLAY
Yeşilay’a el verin, Kurtarsın ülkemizi, İçki ve sigaradan, Solmadan güller. Yeşilay’a el verin, Korusu halkımızı, Tüm kötülüklerden, Tükenmeden hayaller. Yeşilay’a el verin, Yıkılmasın yuvalar, Çocuklar ağlamasın, Gülsün daima yüzler. Gazi Bozkurt |
YILDIZ
Yazım bitmedi ama Yıldız atar mısın Dedim öğretmenime: -Çocuğum, dedi Hiç gündüz bitmeden Yıldızlar çıkar mı göğe... Gazi Bozkurt |
ZAFİYET KOKUYOR ELLERİM
zafiyet kokuyor ellerim izah edemediğim şeyler oluyor üsküdar’ın uzağında titizce işlenmiş bir cinayetin kanı henüz kurumuş gecenin uslanmaz aşkına sırtımı dayamışım ayı selamlamaktan kaçınıyorum sebebi aşikar tortu bırakan gölgemde hasretlik umuyorum hür düşüncelerle olası mümkün bir tabiatın içinde sen orda henüz varlığını anlatırken çocuklara umarım yok satar öykülerin şehrin bulvarlarında western ölümler bulmalıyım köşesini bile uykulandırdığım yalnızlıklarıma sesten daha ses unutmaktan daha evvel sara nöbetlerimle şenlendirmeliyim mesela bir yudum alıp kahvemden kara kitaplara gömülmeliyim sınırlarında hayallerimin battığını sandığım kuralsızlıkları bulmalıyım nedensiz bir kopuş sonrasında ama mum tütmesin gelişi güzel örülmüş daktilo şeridinde birden bire geçmeliyim hayatın ta kendisine takibi olmayan gümrahlıklar yalnız soyluların nutuklarında sırıtır derdi ninem oysa bakıyorum ellerim yok şehrin kalabalıklarında umacı görmüşüm uçmuşum cehennemin boşluğuna boş bulunmuş yazmışım okunmasın diye ayrıksı iri harflerle çiziktirdiğim bir nesil mozaikte kurgulayan namında teselli bulmuş milli şefin cevabını zafiyetin uğrak yerlere astığı gizli bilgilerin kıyısında çok olur kahpece yaşam aslına bakarsan körelme çağını bekliyorum fark etmez bak uslandım dese de göremediğim şeyleri özledim gök’ü özledim huysuz bir çınarın anlattığı -gönenli mehmet efendi- sen öyle san kaldırımda esen sert rüzgarın eteğinde jargon bekleyen üsküdar’dı sev demişse daralan akıllar tepinmek nafile tanımıyorum dese de milyonlarca saltanat kurmuş afakın yılmaz bekçisi redif kokular duymuştu oysa kurgu bilim tadında bir leylek girse rüyama vebadan ölmüşüm diye üzülme gecenin içine gark olmuş dairelerle tüfenk olup bir boşluğa devrilmekten daha kutlu bence güneşten uzak ama aya en yakın bir yudum daha alsam yüreğimden gelsem neden sonra softa selam sana çünkü senden başka kimsem yok barutsam yada uğramışsam en son senin yanına köz düşmeli ellerime her dem uykumdan önce Gazi BOZKURT 13.04.2001 Gazi Bozkurt |
Teşekürler.
|
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 11:08 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.