![]() |
Barış Erdoğan
0216-3361132 Sakatlar Derneği
sesler yükseliyor düşüncesiz amaçsız ne zaman düşündüler ki günümüz insancığı bana doğru geliyorlar sallanarak bakan boş gözler açılan ağızda dişler mideniz bulansa da tükürükle aval aval bakıyorlar canım acıyordu geçti duyarsız insanlarla uzanan sol el istem dışı vah vah yazık niye ben istemedim düşmeyi ben istemedim engeli kim ister ki bakan boş gözler düşünmeyen insanlar herkes potansiyel bir sakattır son kelime yüzünüzü mü ekşitti herkes potansiyel bir engellidir doğru değil yalnızca gerçek elindeki sigarayı çiçeklerin üzerine atan adam olamayan adam bağırdı kırdın kül tabağını dikkatli olsana sakatsan evinde otur niye elindeki sigarayı çiçeklerin üzerine atıp bana bağıran adam olmayan adamın üç kızı var karısı çalışmıyor sosyal güvenceleri yok vah vah yazık bağırmalar düşünce yok bana kızıp bağıran adam olmayan adama araba çarptı üç kızı karısı aç sosyal güvenceleri yok vah vah yazık herkes potansiyel bir son kelimeyi siz seçin yeter ki bir solukluk zamanda düşünün |
19 Ağustos
yarın çiçek alacağım kendime mavi ve güzel kokulu çiçekler ya da pembe kırmızı beyaz mor ne fark eder kendime alacağım aynaya nazikçe gülümseyip ilanı aşk edeceğim kendime reankarnasyona inanmam bir kere gelir dünyaya yaşamayacak mıyım yarın çiçek alacağım kendime |
Ad
sevgimize bir ad koymaya sızıntısı yeter ışığın |
Ağlama Anne
elimde olmasa da söz veriyorum iyileşeceğim kurtulacağım ms belasından dedirmeyeceğim sevim hanımın hasta sakat oğlu diye fenerbahçe de basketbol oynayamasam da gitarımı orgumu ben taşıyacağım kar yağdığı gün maviyle yoğurtçu parkında koşacağım raylara oturmayacağım artık yoncimiğin müziğiyle çılgınca dans edeceğim ağlama anne elimde olmasa da söz veriyorum iyileşeceğim |
Ağlıyorum
ağlıyorum güzel kızla kalamışta yürüyemiyor otobüse yetişmek için koşamıyor seni seviyorum diyemiyorum ağlıyorum başarıya ulaşamıyor mücadele edemiyor insanca yaşayamıyorum ağlıyorum üniversiteyi kazanamıyor güzel şiir yazamıyor basit ilişkilerden kurtulamıyorum ağlıyorum insanları çok seviyorum |
Ankara
bu şehir benim değil temiz havası suyu insanlarıyla bu şehir benim değil otobüste oturup yollarda düşmeden yürüyerek on dakikada evime geliyorum onun içindir ki dostlarım bu şehir benim değil benim değil |
Anlayamadım
abanın kadri yağmurda bilinirmiş bilmezdim bu sözü önemsemezdim koşardım günde sekiz saat otobüs taksi tanımazdım yıl bin dokuz yüz doksan bir merhaba dedi ms bana anlayamadım bacaklarımın değerini doyamadım buğday başak verince orak pahaya çıkarmış anlayamadım |
Anne
öğret bana sevgiyi öğret anne gözlerinden süzülen sular ne polis amcalar niye dövüyorlar beni insanlar madem ölecekler niye öldürüyorlar anne dört duvar arasında mahpusa özel odalarda işkenceye sandalye üzerinde idama niye sosyalizm komünizm kapitalizm faşizm emperyalizm individüalizm |
Anne3
bir el uzansa anne özgür ve barışça umut varmış ya anne uçurum üzerindeki ince ipe koydukları sevgi varmış ya anne yüz metre yürüyemezken sarp dağlara koydukları mutluluk varmış ya anne multıpl sklerozlu olmadan maratondaki bitişe koydukları yaşam varmış ya anne bana izletilmeyen film makaralarına koydukları varmış ya anne anne |
Arıyorum
telefon ediyor bekliyorum yanıt veren yok eve geliyor kapıya vuruyorum açan yok çok özlüyor albümlere bakıyorum fotoğrafın yok seni çok seviyor karar veriyorum karşılıksız bir duygu sevgin yok |
Aşk Fırtınası
ılık ve yağmurlu sonbahar günü gök ve ufuk çamurlu su renginde ara sıra sis çöker göz kırpışı zamanda karşımda sen çıldırasıya umutla aşk fırtınası başladı |
Aşk Vadisi
sıra sıra kavaklar değişik çizgiler çizen ırmakta balıklar silinip çizilen güneşli ufuklar bizim aşkımızı anlatır |
Aydın Çehreler
ve dün olduğu gibi bugün de gelecekte kardeşçe insanca sevgi dolu bir dünyayı kurmaya hep beraber gençler sizleri çok seviyorum aydın çehreler |
Ayrılık
ıssız sahil sessiz deniz gölgeni izledim bir zaman büyük geminin ürkekliğinde dudakların kıpırdadı ayrılık günümüz diye |
Aziz Nesin Giderken
sokak ortasında yürüyorum ince ince yağmur yağıyor gözlerimde yaşlar n.hikmetin şiirleri usumda u.mumcuyu yaşıyorum az önce yıkıldım göz yaşlarım yağmuru bastırdı aziz nesin aziz nesin öldü iki ay önce ben ölmem demişti aziz nesin bizi kandırdı öldü düzenin ölesiye kavgasında ışıksız yeni fikirlerde yoksun bir mücadeleye bıraktı öldü aziz nesin öldü |
Baba
benimde babam olsaydı korkmazdım zehirli yılanlardan her yerde görmezdim kurtları her şeyden korurdu beni benimde babam olsaydı öldü babam |
Başla
başla yaratmaya yaratmak zor güzelliği yaratmak çok zor deyip kaçmayın insan kalın yeter |
Başlarken -Düz yazı-
On bir-on iki yaşlarında başlayan yazma aşkının somutlaştığı yıl (1994) , yirmi yaşındaydım. İlk şiir kitabını yayınladım. Denge yayınlarından ve beş bin iki yüz tane çıktı. Elden sattım. Sırtıma çantayı, çantanın içine onlarca kitap koyarak “kitapçı geldi” esprisi ile sattım. Sosyal oluşumlar, dernekler, siyasi partiler, eş-dost ve... Şu anda bile; şair-yazar sıfatı için uğraşırken, o yaşlarda bu sıfatı yakıştırmıştım kendime. Armağan ettim çok sayıda kitabımı. Sen adam olamazsın dediler. - Her şey para değil dedim. Ağızlarını yamulup, boyun kıvırdılar! - İnsan okur, paylaşım. İnsan okur, emek. İnsan okur, eşit dedim. Aptal dediler. - İnsanım dedim. Sen adam olmazsın dediler. - İnsan kalacağım dedim, İNSAN-. Kartal’da oturuyordum, Multiple Sclerosis hastasıydım. Kilom elli beş, sırtımdaki yirmi beş kilo kitap. Sallanıyorum. Kimi zaman düşsem de, kalkıyorum. Ver elini Şenlikköy, Yeşilköy, Bakırköy, Mecidiyeköy, Kadıköy. Düşsem de, kalkıyorum. Ver elini Ankara, İzmir, Antalya. Balıkesir, Tekirdağ. Düşsem de, kalkıyorum. Ver elini İtalya’da Evrim düşsem de, kalkıyorum. İngiltere’de Caroline, Fransa’da Steffany. Şu an benim de şaşırdığım azim ve inatla kitabımı sattım, hastalığım olan Multiple Sclerosis (MS) ’i yaşarken tanımaya, tanırken tanıtmaya çalıştım. Şans mı, kader mi yoksa verilen uğraşı mı? Yalnız değildim, destek verenim çoktu. Ailemden bir fert olarak gördüğüm Sema Yazgan ve Ayşe Batosu. İnsan sevgisiyle yaşam yolumu aydınlatan Edip Akbayram. Şiir için örnek aldığım Atilla İlhan. Araştırmalarıyla Sunay Akın. Ve, birbirinden değerli onlarca insan. Yazmayı sürdürüyordum. Müzik eğitimi için Ankara’ya gitmiştim. Ankara’da müzik eğitimini tamamlayamasam da, siyaset ve bürokratların en yüksektekileri ile tanıştım. Hiyerarşinin yapmacıklığını, bürokrasinin gereksizliğini, yalan gözyaşı ve gülümsemenin basitliğini, çok güçlü düzen çarkına karşı gelenin silindiğini, bu çarkı onayanların yalaka olduğunu gördüm. Bunların dışındakiler ise (büyük kesim)): apolitik, a sosyal, futbol çok bilmişliği, altın günleri, çay günleri, Elderado’da yaşayan Aristokratlar, İkitelli’de emekçiler. Şans mı, kader mi yoksa verilen uğraşı mı? Basın ve televizyon dünyasına girdim. Başbakan yardımcılığı yaptığı dönemde Murat Karayalçın, eşiyle birlikte sinemaya geliyor. Genç aşıklar esprisi sinemaya geliyor medya. Daha önce masa hazırlamıştım “Multiple Sclerosis” adlı kitabım dolu. Murat Karayalçın’ın eşi önce gelmişti. Filmin başlaması için Murat Karayalçın bekleniyordu. Alt salonda idi film ve yirmi sekiz basamak inmek gerekiyordu. Derken; Murat Karayalçın ilk basamakta göründü. Daha doğrusu siyah takım üzerindeki esmer yüz arasında parlayan dişler. Bir anda, kameraların ışıkları, fotoğraf makinelerin flaşları, uzanan mikrofonlar ve bana koşan muhabirler. Neler oluyor? Başbakan yardımcısı sayın Murat Karayalçın, kucaklayıp yanaklarımdan öptü. Yarım dakikalık konuşmayla kendimi ve “Multiple Sclerosis” rahatsızlığını anlattım. Başbakan yardımcımız salona, eşinin yanına film izlemek için gidince; çoğunun yeni duyduğu “Multiple Sclerosis” ile yaşamanın güçlüklerini anlattım. Birçok televizyon kanalına, gazete ve dergiye çağrıldım ve hepsine gittim. Bir hafta boyunca, her gün televizyon, gazete ya da dergide haber oluyordum. İki bin beş yılındayız ve güzelden yana üretimlerim sürüyor. Yayınladığım toplam sekiz şiir, bir de İngilizce-Türkçe öyküler kitabım var. Edip Akbayram bir kasetindeki şarkısında der: “Bildiğim pek çok doğru var, gittiğim tek bir yolum var”. Yolum güzelden yana ve sapmaksızın sürüyor... Bin dokuz yüz doksan sekiz yılı, üç haziran tarihine kadar O zamanlar Adalet Bakanı olan, Mehmet Moğultay ile bir yemekte aynı masayı paylaştık. Mehmet Moğultay konuşma yaptı, ben şiir okudum. Aynı masada şarabı yudumlarken bir konuşma geçti Adalet Bakanı olan, Mehmet Moğultay ile: - Seni sevdiğimi ve yaşama sevincine kıskanarak baktığımı biliyorsun Barış. - Kitap alın bakanım, imzaladım. - Aldım o kitabını. - Bir tane daha alın. - Aynı kitabından beş tane aldım. - Altıncıyı da alın sayın bakanım! Kısa süren sessizlik ve: - Seni sevdiğimi ve yaşama sevincine kıskanarak baktığımı söyledim. Ama, bir işe gir, sosyal güvencen olsun, vergini de verirsin. “Vergilendirilmiş kazanç...”. Yakandaki fotoğrafın (Mustafa Kemal Atatürk) izinden ayrılma, yani; üretken ol, paylaş, işe gir. Gözlerim doldu, üzüldüm çünkü; çaresizdim kendimce. - Bakanım, ben engelliyim ve işe almıyorlar. - Engelli kadrosunda işe gir. Kütüphane memuru olur musun? - Nerede? Nasıl? Ne zaman? - Marmara Üniversitesi. Sınava gireceksin. Kazanırsan, hemen. Her şeyi sen yapacaksın, ben yol gösterdim yalnızca! Sınava girdim, kazandım. Ben yaptım. Mülakatta başarılıydım. Ben yaptım. Özümden ayrılmadım, sevgi dolu. Ben yaptım. Ürettim ve paylaştım. Ben yaptım. Yo, bireyci değilim ben. BİZ yapık. |
Bekle
bekle beni sevgilim sana güzeli getireceğim gökkuşağını göklerden yakamozu okyanustan yaşamın renklerini vereceğim |
Bekliyorum
bekliyorum o güzel gözlerin kalın dudakların yele gibi saçlarınla gelmeni bekliyorum umutlarımı depreştirip duygularını değiştirerek gelmeni bekliyorum seni seviyorum dayanamadım döndüm sana demeni bekliyorum hadi gel güzel kız bekliyorum |
Ben Fazla Acı Çekmemişim
senden bir şey gizlemedim ateşli şehvetli değil yalnızca iyi yanlarımı kötü yanlarımı da gösterdim öğüt beni özümse aptal desen de sömür beni dedim ben fazla acı çekmemişim sevmedin |
Ben yine aynı
ben yine aynı ben içi yufka yüreği bezgin ayağı yalın ayak |
Beyaz dişli resim
belki bir gün arasan geçmişteki güzel günleri özlersen seni seven elleri istersen tekrar sevilmeyi dergiler arasından al beyaz dişli resmimi bak seni hep sevdim diyor dön |
Bilmiyorum
ne oldu umuda sevgiye ne oldu insanlara dünyaya ne oldu hayallere barışa biz yaşamı çok sevdik yeter yeter adi yaratıklar bırakın su gibi güzel rüzgar gibi kısa ömrümüzü doyasıya yaşayalım biz yaşamı çok sevdik sevdik |
Birbirimiz İçin
ördek suda yaşamak için varsa sen su ol ben ördek |
Bitti
senden sonra kimseyi sevemem ölemem senden sonra yaşayamam yıllar geçti etme artık sev bitti dinle çığlıklarını martıların sana sevgimi haykırıyor derinden derinden hani var ya kanadı kırık martı orkestra şefi o gücü kalmadı ama son çığlığı kanadı kırık martının seni seviyorum bir tanem bitti |
Bitti Sanırdım
aşktan tek kurtuluş yolu şarap tanrısı baküse sığınmaktır yanındayken hasret çekerim. baban değil kardeşin değil kim korkutma beni yalvarırım acı çektirme ölümler gördüm yaşayan ölülerde ama senin verdiğin acı ölüm baharı kışa çevirme sevgi fidanını kurutma büyüyor hızla kulağımda müzik yazmak istemiyorum şimdi hasretinden yandı gönlüm diyor şerefe dostum ve bitti şiirler kitap masal rüya bitti belki bir yudum yaşamım biten saraylarım yoktu ama şu an kan ağlayan seven yüreğim vardı uzaklaştın yavaş yavaş bitti dedin gözlerini çekerek ve yıldız sön artık güneş doğma ay çıkma bitti her şey bitti umutlar bitti insanları sevmiyorum artık sevmiyormuş beni ... yine köşe başındayım gel rüya görüyorum başın kollarımın arasında şiirler okuyorum sana dünya diyorum ikimiz için karanlık aydınlık oluyor ve mutlu oluyoruz biz ... uyanıyorum uykudan bağırıyorum dünyaya hey dünya bitti yaşamın gerekliliği umut bitti barış yok artık seven barış |
Bitti2
sevmiştim seni güzel kız beklentim olmuştu senden hep çok değil sevmeni istemiş umutla sabretmiştim kara bulutlar kapattı güneşi bastırdı karanlık gökyüzünü gönlümü annen verdi benim için acı haberi yıktı dünyamı yıktı umutlarımı seviyormuşsun birini istiyormuşsun senden on iki yaş büyük olamaz evlenmek istiyormuşsun üstelik yalan söylüyorsun bana ben şiir yazarken sana sen mutluluk oyunu oynuyorsun onunla ben ağlarken sen gülüyorsun sonrada karşıma geçip seni seviyorum barış diyorsun kahretsin bende seni seviyorum duygu ya bu mantığı kabul etmiyor aldatsan da beni çok seviyorum seni hain sevgili |
Bu Çocuklar
bu çocuklar nasıl oldu da çığ gibi büyük nasıl oldu arman gibi kardeş nasıl oldu da nazım gibi insanca bu çocuklar bir dilim baklava özgürlüğüne el konulan güvercin soğuk betonda demir parmaklık arkası nasıl oldu da bu çocuklar asya da avrupa da ya da bir noktada ana öpücüğü yerine tekmeler süt yerine ölümler nasıl oldu da bu çocuklar |
Bu çocuklar kadar olamadık -Düz Yazı-
bu çocuklar kadar olamadık Eşit şartlarda, sevgi dolu yaşayan insanlarla dolu bir dünya. Güzel, doğru ve ütopik düşünceler. Bin dokuz yüz doksan altı yılının ekim ayı. Bıçak gibi kesen soğukta ve soğuktan kızarmış pancar suratıyla okuyor, düşünüyor ve yazıyorlardı. Savundukları bir düşünce vardı ve bunu en insani yönü olan, insanları karalamadan yazmak olduğuna inanıyorlardı. Yazıyorlardı, güzel ve ara vermeden yazıyorlardı; ama insanca olan üretkenliklerin paylaşınca değer bulduğunu görüyor ve biliyorlardı. Paylaşmalıydılar güzel olduğuna inanarak yazdıkları düşüncelerini. Yaşadıkları dönemdeki yaşadıkları ülkenin düzenini de onamaları olası değildi çünkü duvardan düşüp öldüğü söylenen gazeteci, diri diri yanan otuz yedi insan, kamyon, gencecik üç insanın ve on yedisinde yaşı büyültülüp yağlı iple tanıştırılan bir ülke. Her hafta o çete bu siyasetçi iğrenç ilişkileriyle gündem değişen ve Mumcu ve Kışlalı ve Nesin isimlerinin ölümsüzleştiği bir ülke. Hani bir gerçek, tek gerçek diyalektik dedikleri ülkelerinde gerici zihniyetlerin bin dört yüz yıl geriye gitme aptallıkları. Ortak yazdıkları şiirde vardı gerici zihniyetlere. mollaya her sözünde müslümanlıktan dem vurma ibadette kabahatte gizlidir molla menfaatine dokunana hemen kin tutma kin ibadetin zıttı dır molla daldan dala konup durma külden iplik yapıp yumak sarma balı zifti birbiriyle karma için dışın kirlidir molla çalışan helal eder parasını müfsitliğinle açma halkın arasını kim görmüyorsa yüzündeki karasını cemaat önünde bellidir molla elifi mimi kafi kefe etme işkembenden boşuna laf etme dünyadan müslümanlığı yok etme allah ile kul arası doludur molla aklınla iyiyi doğruyu güzeli seç ilim kendin bilmektir özüne geç özün sözün bir midir başkasını vazgeç doğru çalışmak allah yoludur molla üzümler tutmamış küf bağlamış niye benden şarap yaptınız içiniz diye çalış çok çalış yetişmek için medeniyete bakarsan bağ olur bakmazsan dağ olur demişler molla Öyle ki, bu şiirden sonra dini konularda hiç ama hiç konuşulmaz olmuş. Somut, gerçek ve en güzel olan insan var. Bu memleket bizim diyenin elinden alınan memleket hakkı. Geçmişte binlerin kanıyla yoğrulup, milyonların umutlarıyla ve onunla ve bununla ve Mustafa Kemal’le kurulan cennet bir ülkede bu düzeni onamazlardı. Özgürlükler içinde sınırlı seçeneği yaşıyorlardı. Genç, kanları kıpır kıpır ve anarşizmi az bulacak kadar anarşizm yansımasıydılar. Yani devlet, yani kural, yani kanun tanımazlardı. Yaptıkları her hareket güzelden, sevgiden yanaydı. Aynı düşünceleri paylaşan yirmi sekiz Kadıköy genci tüm resmi işlemleri -zorunluluk- bitirerek “Gerçeğin Sesi” adında bir dergi çıkarmaya başladılar. Kadıköy gençlerinin güzellikleri Kadıköy’den kaynaklanıyordu belki. Güzel bir sahil semti Kadıköy. Yeşilliği, çok samimi sanatçıları daha doğrusu halkıyla bütünleşmiş sanatçılarıyla üretken, sevecen bir yer. Her gün, bin dokuz yüz doksan altı verileriyle üç milyon insan geliyor ve gidiyor Kadıköy’den. Gerçeğin Sesi, bu zorunluluğun etkisi de olsa gerek teknik ve içerik olarak çok güzel bir dergiydi; ama sömürgen, asalak insanların çıkarlarına ters geldiği ve ulaştıkları kitlenin çığ gibi büyümesi rahatsızlık yaratıyordu. Pusuya yatmış kurtlar ufacık da olsa yanlış bir davranışı büyütmek ve bu gençlerin, güzelden yana üretimlerini engelleyip karşılarında engel kalmaması için bekliyorlardı. Kadıköy gençliği için üretim dolu, sevgi dolu ve yaşamdaki güzellikler için umutların gerçekleştiği bir dönem başlamıştı. İnsan ürettikçe vardı ve başarı başarıyı getiriyordu. İki ayda bir, ayda bir derken dergi haftalık olmuştu ve dolu doluydu. Yeni sayısı çıkarma uğraşında son anlardı. Dükkan sahibi sakalı var bıyığı yok olan Recai beyefendi büroyu boşaltmalarını istedi. Oysa kirayı gününden önce yatırıyor, elektrik, su, doğal gaz ve hanın aylık giderlerini zamanında ve aksatmadan veriyorlardı. Nedenini soramadılar ve Kadıköy sahilden çok acele buldukları Modadaki yeni büroya taşınmaya başladılar. Kalabalıktılar, komün al yaşamı benimsemiştiler ve herkes bir eşya götürdüğünde yarım saati almamıştı taşınmaları. Dergilerinin yeni sayısı güneşin göz kırpmasıyla düşünen ve ulaşabildiği herkese götürülmek üzere hazırdı. Akşam 18:30 da yeni bürolarında toplantıya çağırılmıştı pırıl pırıl yirmi sekiz dergi çalışanı. memleketim hakkını isteyen bir ananın polis tarafından copla dövülmesi sığınılacak bir gecekondunun belediye tarafından yıkılması düşüncesinden dolayı asker tarafından çıplak beden olması ve bunlara karşı çıkanın işkenceyle yok edilmesi işte memleketimdeki günlük yaşam memleketim Bilgiliydi dergi çalışanı gençler. Tartışırlardı 68 kuşağını, Deniz Gezmiş’i, Sovyet devrimini. Eşitlikçi, özgürlükçü, sosyalist tabanında düşünceli gençlere kötü sürprizin üç saat önceki konuşmaları. Konu Deniz Gezmiş! Kadıköy’ün anarşist ve zararsız gençleri önce coşkuyla, sonra şaşkınlıkla ve upuzun saçlarıyla büroya giriyorlardı. Şarkılar söyleyerek ilk adımlarını attıklarında, tanımadıkları uzun bıyıklı ve çilli suratlı insanlar, ürkütücü ve kalın sesleriyle kötü adamlar yerlere yatırdı Kadıköylü gençleri. Bu davranışın nedenini bilmiyorlardı. Büroyu boşaltın dedi, boşalttılar, onamasalar bile kanunen dedi, tamam dediler. Sömürgene karşı çıkan bir eylemde bulunmadılar. Biz seviyoruz ve sevgiye engel olan her şeye karşıyız dediler. Özgür dediler ve tanımını koydular; başkalarının özgürlüklerini engel olmadan özgürlük. Yerlerin temizliği bitmeden ve yağmurdan çamur olan ve tanımadıkları uzun bıyıklı, çilli suratlı ve ürkütücü ve kalın sesli kötü insanların ayaklarına kapanır gibi yerlerde olmalarına anlam veremiyorlardı. Neden diye sorma girişimlerine gösterilen kara bir cop. Kurşuna dizilecekler gibi teker teker ve yavaşça duvara birbirlerine değmeden dizilmişlerdi. Eller yukarı denildi, anlamadılar. İki gün önce gittikleri kovboy filminde şerif aynı sözleri söylemiş ve eller yukarı kaldırılmıştı. Güldüler ve ellerini havaya kaldırdılar. Gençlerin en ufak boylu, güleç yüzlü, bilgili ve güzel konuşan sarı fare lakaplının ellerini havaya kaldırmasıyla kalemi yere düştü. Kulakları sağır edercesine kahkahalar kötü adamlardandı. Gençler bu kahkahanın böylesine içten ve aptalca olmasının nedenini anlamamışlardı. Yüzleri turşu yemişlere benzemişti. Aşağılayıcı gözler ve mimikler kötü adamları kızdırmıştı. En uzun bıyıklı bozuntuya vermemiş gibi; Yazarak adam mı oluyorsunuz lan. Ne o gözlükler, V.İ.L miydi yoksa Che mi? Alışmışlardı anlayamamaya, sessiz kalmak ortak karar gibi sessizlik hüküm sürüyordu. Kimlikleri çıkarın dedi hiç konuşmayan babacan tavırlı adam. Bıyıkları ve çilleri de yoktu. Her nedenle olursa olsun kabul etmedikler askerlikte verilen emirlere uyan erler gibi eller cebe doğru beraber hareket ederken dayı dedikleri en çirkin ve kötü adam bağırdı; - Durun. Çok korkmuştu gençler, ne olduğu konusunda tahmin yürütmeleri olanaksızdı. Ellerin yine havaya kaldırılması dayı denen en çirkin ve kötü adam tarafından emredildi. Bu defa şaşırmamışlardı; çünkü onlar için şaşkınlık yaratan olaylar olağan şeyler ki sürekli oluyordu. Bıyıksız babacan tavırlı genç adam baştan başlayarak gençleri ve çantalarını aramaya başladı. Neler çıkmadı ki içinden. Makyaj malzemelerinden köşe yazılarına, cinsel malzemelerden klasik müzik CD lerine hatta cımbızından aynasına kadar her şey vardı. Üzerleri aranırken şakacı bir arkadaşa sıra gelmişti. Yirmi iki yaşındaydı ve yüzü hep güleçti. Şaka yaparken zaman, insan önemli değildi onun için.” Ellerini kaldır”, dedi, uzun bıyıksız babacan adam. “Kaldıramam”, dedi, şakacı. Kaldır ellerini lan dedi uzun bıyıksız babacan adam, ya beni aramasın dedi şakacı ve sinirlerin gerginleşmesinden dolayı ellerini kaldırdı. Üzerini arayan eller beline değdiğinde - Oynama,ananı, dedi şakacı. Uzun bıyıksız babacan adam ellerini hemen çekti ve tikin mi vardı yeğen, dedi. Şakacı en kötü gülümsemesiyle; - Yok ama ya olsaydı ne olurdu benim halim, vatandaş muamelesi hı, demesiyle yüzünde beş parmağı hissetti. Dergi yazı işleri sorumlusu yazacağım bu anıyı dedi. Gülümseme ve arama sonrası sorguların yapılması için emniyete götürülmeye iki minibüs çağrıldı. Derginin yazı işleri sorumlusu nedenini sordu göz altına alınmanın. Belki de en güzel konuşma geçti ve emniyette öğrenirsiniz yanıtı geldi. Ve önde ve arkada emniyet görevlileri minibüslere doğru yola çıkmışlardı. Esprilerin ardı arkası kesilmiyordu çünkü işlenen bir suç yoktu ama idama götürülen suçlular gibiydiler. Yine şarkılar yine marşlar söylüyorlardı. İtalya da okumuş bir genç gür sesle Çav Bel la marşını söylemeye başladı. Herkesin hoşuna gidiyordu ve emniyet güçleri de alkışları ile tempo tutuyorlardı, ta ki; ”eğer ölürsem ben partizanca”, mısrasına gelene kadar. O nasıl kelime lan dedi birisi ve minibüste sıkışarak olsa da emniyet güçleri ile dolu binaya girerken duydukları bir cümle onları yıkmıştı; Bu çocuklar kadar olamadık! Bu çocuklar yani Kadıköy ün okuyan, düşünen ve üreten gençlerinin benzeyecek kadar büyük bir şey yaptıkları yoktu. Seviyorlardı her şeyi ve hatta sevmeyi seviyorlardı. Yoksa son cümleyi, gençleri önce üzen sonra onur e eden cümleyi söyleyen adam ve o adam gibi düşünenler sevmeyi bilmiyorlar mıydı? Tuvalet denen yere girmeden saat, künye, kolye, ayakkabı bağı ve kravat türü şeyler toparlanmıştı. Nedeni bu gençler için anlamsızdı çünkü toplama nedenleri intihar ve kaçma girişimi engellemekmiş. Kimden ve neden kaçacaklar ya da intihar edecek bir psikolojik rahatsızlıkları mı var bilmiyorlar. Gece orada kaldılar. Neden yok. Saat 6:30 idi ve tam on iki saat geçmişti bu rüya gibi saçmalığın üzerinden. Günaydın, dedi herkes birbirine. Aydın olan gün başlangıcı umudu vardı herkeste. Aklına gelene güldü Arya ve anlattı. - Günaydın. Kaçının günü aydın? Kaçı güne aydın girdi ve mutlu? Yinede günaydın. Aynı servise biniyorum ama tanımıyorum. Duyduğuma göre kocası hastaymış Ayşe kadının, üç tanede çocuk. Genç bir kadın, yirmi beşinde en fazla, güzelde. Dolgun kalçaları, dik göğsü, uzun bacakları, sarı saçları ve mavi göz. Dudakları kalın, bir afet. - Günaydın. - Günaydın. Hoşlanmıştım her şeye karşı. Bir şans işte dedim ve; - Çok güzelsiniz. ... - Evli misiniz? Sorumun yanıtını biliyorum sanıyordum ama... - Hayır, bekarım. Nasıl olur? Üç çocuk, hasta bir adam! - Bende bekarım. Söyleme gereğini duymamın nedenini bilmiyordum. Hoşlanmıştım bu güzel kadından. Aşık olmuştum güzelliğine. Evli sanıyordum kendisini, değilmiş. Güneş bir başka parlıyordu sanki, gözlerim kamaşıyordu. Soluduğum hava, içtiğim su... Dokunduğum kadının elleri, hissettiğim bedeni bir başka güzel. İsmi de kendi gibi güzel, Ayşe. - Sizi evli sanıyordum. Genç yaşınızda üç çocuğunuz var sanıyordum ve açıkça sı üzülüyordum. Dürüst olmak gerekirse, kıskanıyordum size dokunduğunu sandığım elleri, vücudu, kıskanıyordum. - Bu akşam yemeğe çıkar mısınız benimle? - Memnuniyetle. Bu kadar güzel birini mutlu etme şansını elde ettiğim için çok sevinçliydim. Yemek güzeldi, sahilde yürüyüş ve... Oysa bunların hepsi tek kelime, günaydın. Özledim o fiziksel güzelliği, özledim yanan elleri, heyecanla çarpan yüreği, özledim kalın dudakları. - Günaydın. O sırada şairleri Barış adam içeri girdi ve hadi hazırlanın gidiyoruz, dedi. Şakacı çok ciddi bir şekilde, içeri niye alındık biliyor musunuz arkadaşlar, dedi. Kimse ses çıkarmadı, bunun üzerine şakacıda açıklama yapmaktan vazgeçti. Sakalsız ve uzun bıyıksız memur yirmi sekiz Kadıköy gencinin yanına geldi ve hepsinin sırtını sıvazlayıp geçmiş olsun yeğenler, dedi. Elinde bir poşet vardı ve; Hadi alın kravat, kemer, ayakkabı bağı, yüzük ve her neyiniz varsa, dedi. Gençler malzemelerini aldı ve Arya; - Kahretsin, yüzüğüm yok, dedi. Dedesinin babasından kalma ve manevi değerinin yanında tarihi değeri olan bir yüzüktü. - Gel benimle, dedi sakalsız ve uzun bıyıksız babacan tavırlı memur ve depoya götürdü. Hemen yere düşen yüzüğü gördü ve aldı Arya. Gözleri dolmuştu ve ilk kez olumlu bir kelime olarak; sağ olun, dedi. Sakalsız ve uzun bıyıksız babacan tavırlı memur, sanki bir zafer kazanmış ve bunun sarhoşluğunu yaşıyormuş gibi pis pis güldü ve - Bizde kimsenin malı kalmaz yeğen, biz sizlerin huzuru için gece gündüz çalışıyoruz, dedi. Gerçi son on iki saattir aydın ve anarşist yirmi sekiz Kadıköy gencinde huzurun kırıntısı bile kalmamıştı. Yerde bir ayakkabı bağı buldu memur ve; - Bak buda sizlerin. Hadi verelim bunu sahibine dedi ve gitmeye hazır gençlerin yanına geldiler Arya ile. Sevecen bir tavırla ayakkabı bağını havaya kaldırıp; - Bu kimin yeğenler, dedi. Şakacı tüm yavşaklığı ile gülüp; - Benim, dedi. Memur yüzünü limon yemiş gibi ekşitti ve; - Yine mi sen? dedi. Şakacı ise; - Yo yo sizin olsun, anı olarak saklarsınız, dedi. Memur yapmacık bir memnunluk görüntüsü ile ayakkabı bağını cebine koydu. Öğrendiğine göre ayakkabı bağı anısını hala saklıyormuş sakalsız ve uzun bıyıksız babacan tavırlı memur. Elini sıktı şakacının ve; - Seni kucaklayıp öpmek istiyorum, dedi. Tiki yoktu şakacının ve yorgundu. Onun için olayı dallandırmadı. Kapı açıldı, boyunlar yana yatmış, omuzlar çökmüş bir şekilde dışarı çıktılar. Bilgili ve güzel insan gözlüklü sol eliyle havaya el salladı ve bağırdı, - Hey martı jonathan, biz geldik, ben umut, barış, sevgi, başarı, güzellik ve gelecek. Hoş bulduk dostum, merhaba insan, merhaba doğa, merhaba, merhaba. Eşit şartlarda, sevgi dolu yaşayan insanlarla dolu bir dünya. Güzel, doğru ve ütopik düşünceler... |
Bunlarda Ne
ne yürümek koşmak dışlanmamak ideallerin için uğraşmak hümanizma komünal yaşam sevgi aşk mutluluk umut sağlık başarı bunlar da ne sözlüklerde bulunan yaşamında olmayan senin için bir bilinmez bir hayal olan adi kelimeler değil mi evet yağmur gözlüm hayal bunlar benim için ha yal |
Çağla
upuzun lüle lüle tüyleri ufacık boyu boncuk gibi gözleriyle bembeyaz bir köpek çağla görevini bilen kimliğini bulan insanca yaşama hayran bir köpek çağla pişmiş tavuk seven dişi köpek delisi barların gediklisi bir köpek çağla |
Çocukluğa özlem
ne olur ben de koşabileyim ben de gidebileyim uzaklara bir kumsal vardı hatırlıyor musun martıların oynaştığı balıkların kaçıştığı insanların gülüştüğü ne olur ben de ben de yaşayabileyim çocukluğum gibi umudum dostum bilmez demetim hülyam bilir koşardım gülerdim sevilirdim anılarımda ki kumsallarda ne olur ben de ıslak şarkılar gibi mutluluktan ağlayabileyim beni de götürün rüzgarlar çocukluğumun tatlı anılarındaki mutluluğa götürün ne olur |
Duygu
aşkımı bilsin sonsuz düşünce duygu sınırsız katıksız gizlisiz |
Eleştiri
eleştirin beni güzel yolu daha iyiyi bulmam için kötü geçti yıllarım arabesk demeyin yürümede zorlanıyorum sakat demeyin güzel şiir yazamıyorum beceriksiz demeyin yine de eleştirin beni yapıcı olsun eleştirileriniz yıkıcı değil güzel yolu daha iyiyi bulmam için eleştirin beni |
Evler
bizim mahallenin evleri bunlar kışın bacası tütmeyen suyu akmayan ışıktan yoksun karanlık çorbadan gayrı bir şey pişmeyen yarım ekmek arası çeyrek ekmek yenilen ve buram buram sevgi kokan bizim mahallenin evleri bunlar sabah sevgi öğlen mücadele akşam umut bizim mahallenin evleri bunlar bizim mahallenin |
Evrim
telefonun zili çalıyor çocuğu olmuş yüzümüzde gülücük mutlu olduk uzun yılların türkü tadında geçmesi dileği telefonun zili çalıyor yakını ölmüş gözümüzde yaş çok üzüldük yanıtsız sorular sevenlerine sabır dileği telefonun zili çalıyor evrim kötüymüş otuz beş yaşında yaşamın baharında biricik dayısı ölmüş telefonun zili çalıyor yanıt veremiyorum korkuyorum şimdi |
Ey güzel kız
yedi yıllık sevgimi bitirip tüm düşüncelerimi değiştiren yeni umutlarla yeniden doğmamı sağlayan ey güzel kız seviyorum seni korkuyor ağlıyor umutlanıyorum seviyorum seni korkuyorum dönmeyip bana başka kollarda sevmiyorum seni diyeceğinden seviyorum seni ağlıyorum sana her bakışımda dokunuşumda öpüşümde başka birinin varlığını hissettirip olmaz be barış diyeceğinden seviyorum seni umutlanıyorum bana her bakışında sanki bir gözünde seni diğer gözünde seviyorum yazdığını düşünmemden ey güzel kız seviyorum seni korkuyor ağlıyor umutlanıyorum seviyorum seni |
Fakir zengin sevgi (Barış Erdoğan)
fakir diyorlardı soğan ekmek yiyip üç yıllık gömleğimi şort olan pantolonumu parmaklarım görünen ayakkabılarımı giydiğimden fakir diyorlardı bakkala kasaba veresiye tuhafiyeye taksitle okula yürüyerek gittiğimden inşaatlarda çalışıp fotoğrafçılık yapıp ekmek parası dediğimden fakir diyorlardı komşunun yeni eskilerini alıp komşunun hediye verdiklerinden şimdi zengin diyorlar bir evimiz araba denilen bir demir yığınından şimdi zengin diyorlar insanları çok sevip ı love all the people şiarı ile haykırmamdan karşı cinsi sevip bir sevgilim olduğundan şimdi zengin diyorlar gönlüm zengin olduğundan şimdi zengin diyorlar ne derlerse desinler yeter ki sevmiyor demesinler fakirim zenginim seviyorum |
Farklı Dünya
iki dünya iki değersiz beden görüyor insan şiddet savaş kin nefret göremiyor insan benim dünyamı sevgi barış umut eşit dünyalar çarpışacak birazdan aralarında sıkışıp parçalanacağım sizin kaç dünyanız var siz hangi dünyadansınız |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 12:52 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.