www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Edebiyat (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=268)
-   -   Abdurrahman Özdemir (https://www.cakal.net/showthread.php?t=144373)

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:57 PM

Abdurrahman Özdemir
 
102 Günün İzleri
“Eşim Ayşe’ye “

Bugün, askerliğimin tam 102’nci günü.
Nasıl geçti bilir misin güzelim bunca zaman.
Senden ayrı, senden uzak,
Sensiz başlayıp, sensiz biten,
Fakat hep anılarınla dolu,
Şu koskoca 102 gün.
Gün oldu, seninle uyandım, rüyâmdaydın,
Uyku girmedi bir daha gözlerime.
Gün oldu, sesin çınladı kulaklarımda akşama kadar.
Gün oldu, seni düşündüm, resimlerine baktım,
Sessizce ağladım *******i ağaçlar altında.
Kimi, mektup yazarken damlattım gözyaşlarımı kâğıtlara.
Kimi, seni anlattım arkadaşlara, avundum anılarımızla.
Mektuplarını okudum, bir sonraki gelinceye dek,
Resmine bakarak, sesini duyarcasına.
Ve mektup yazdım sana ******* boyu,
Kan ağlasa da içim, bıkmadan-usanmadan.
Kısacası sevgilim,
Hep seni yaşadım, sensizken bile burada.
Senin hamilelik haberini burada aldım.
16 Ağustos 1983 - Salı akşamıydı.
Ömrümde bir defalık düşündüğüm şey,
İnanamadım nasıl rast geldi şu dört aya.
Bilemiyorum, ne yazsam da anlatabilsem,
Sana o günkü duygularımı.

Tam bölüğümüzün önünden demiryolu geçiyor.
Çalan tren düdükleri tüylerimi ürpertiyor, inan.
Ankara yönüne giden trenler yok mu hani!
Onlar geçerken bir boşluk duyuyorum içimde.
Âdeta kalbimi söküp, sana getiriyor her biri.
Ziyaretçi parkımız var bir de burada.
Hafta sonları dolar, dolar taşar insanlarla.
Sevgililer de var, otururlar omuz omuza, kol kola.
Bir hüzün çökerdi içime gördükçe onları.
Seni düşünür, seni yaşardım orada.
İçimden kaç defa seni çağırmak geldi,
Ancak, cesaret edemedim sonraki ayrılığa.
Bazen, sensizlik tak dedi canıma.
Özlemini duydum iliklerime kadar.
Bağırmak geldi içimden avazım çıktığınca,
Ve bağırdım sevgilim.
Gel bilmem kaç gün gel! ! .....
Evet bir tanem, burada zaman geçmiyor.
Evimden ayrılalı sanki asırlar oldu.
Bir türlü ilerlemek bilmeyen saatimi,
Atıp parçalamak geldi içimden kaç defa.
Zaman denilen o korkunç nesne,
Sanki ilerlemiyor, durup kaldı 4 Temmuz’da.
Defalarca kâğıt - kalem alıp yazmak geldi içimden.
Bitmek bilmeyen bu günler,
Yazarsam hiç bitmez diyordum.
Nasıl engelledim duygularımı?
Nasıl yazmadım şimdiye kadar?
Anlayamıyorum bugün bir türlü.

Bugün, sensiz geçen tam 102’ nci gün.
Yani, 10 Ekim 1983 - günlerden Pazartesi.
Dayanamıyorum artık sevgilim, gücüm kalmadı,
Ve ancak, yavanca yazabildim sana,
İçimdeki 102 günün duygularını.
Yine doldum, yine ağladım,
Yine özlemini duydum iliklerime kadar,
Bu satırları yazarken.
Tüylerim ürperiyor,
Haykırmak geliyor içimden,
Ve yine haykırıyorum avazım çıktığınca.
Sen de duy, caddelerin inlesin,
Bana aşkımla acı çektiren Menemen...
Gel 11 gün Gel! ! .....


10.10.1983 - Menemen -
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:57 PM

Affetmek
Affetmek, yapılan bir hatayı örtmek,
Yapılan bir hatayı görmemezlikten gelmek,
Yapılan bir hatayı hoşgörmek.
Ama niçin?
Geçmiş güzel günlerin hatırına mı?
Yoksa, gelecek günlerin hatırına mı?
Peki, hata, geçmişte-şimdi ve gelecekte
Birlikte yaşama zorunluluğun olmayan birine aitse eğer,
O zaman hangi tanıma sığar affetmek?
O halde, affetmenin nedeni bunlar olmamalı!
Sanırım, kendin için affetmelisin.
Belli şeylerin hatırına affetmek,
Affetmek değil; fayda sağlamak, riyakârlık olmaz mı?


1997
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:58 PM

Ak Gömlekli Melek
İnsanın en zayıf noktasıdır hastalık
Bozulmayagörsün bir kere sağlık
Bırak küçük şeyleri,
dünya yok olur gözünde artık

Düşmeyegör hastalık denizine,
sarılırsın yılana bile.
Satarsın öküzünü, tarlanı,
şifa ararsın derdine.

Hekim, işte böyle zamanda
gönül açmalı insana,
muhtaç etmemeli onu yılana.
Sevgiyi duyumsatabilmeli gönlüne,
Geçim kaynaklarını kurutmadan
şifa verebilmeli bedenine.
Ve yaşama inancını, sevincini
hissettirebilmeli – aktarabilmeli,
hastasının yüreğine - beynine.

Düştü yeğenim hastalık okyanusunun
azgın sularına.
Hem de henüz daha ömrünün baharında.
Ak gömlekli bir melek
uzattı gökten elini,
Çekti – aldı onu güvenli bir limana.


28. 02. 2007 / Çarşamba – Saat: 12.05


Not: Bu şiir, yeğenim Alper GÜNAYDIN’ın çok ciddi rahatsızlığı sırasında, hakkını hiçbir
maddi değerle ödeyemeyeceğimiz ölçüde bizden sevgisini, ilgisini, bilgisini, emeğini ve
zamanını esirgemeyen Sayın Prof. Dr. Metin ÖNERCİ bey’den esinlenerek yazılmış
olup, şahsında aynı özelliklere sahip oldukları inancıyla tüm hekimlerimize atfedilmiştir.
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:58 PM

Akibet
Ağlıyor bir çocuk
hayatın sillelerine dayanamayarak,
ağlıyor hıçkırıklara boğulurcasına.
Salya, sümük, gözyaşı
harman olmuş yüzünde;
üzüntünün derin izlerinde
akıyor ırmak gibi.
Pes etmiş belli,
bir şeyler gelmiş başına
ve gücü yetmemiş onu alt etmeye.
Ağlıyor işte böyle çaresizlik içinde,
ağlıyor deprem bölgesinde bir çocuk.

Deprem bölgesi dışındakilerden
duyan var mı acaba onun yüreğinin sesini?
gören var mı acaba onun yüreğinden akan kanı?
hisseden var mı acaba
onun acısını kendi yüreğinde?
Hayır hayır,
dış halini gören yok ki
içini gören, anlayan olsun.
Olsaydı böyle mi olurdu bu çocuğun hali.

Herkes mum yakıp kendi derdine yanıyor artık.
Ya mumu da olmayan ne yapsın?
Bu çocuk gibi.
Bari bir mum verin diyor hıçkırıkları,
duyan yok ki.
Ne kadar da kopmuşuz biri birimizden,
ne kadar da kopmuşuz kendimizden.

Deprem ve deprem bölgesi örneği gibi,
kimsenin kimseye hayrının
olmadığı bir yerde,
herkesin kendi derdine
düştüğü bir yerde,
herkesin kendisiyle
başbaşa kaldığı bir yerde,
yani kısacası mahşerde,
her halde bu çocuk gibi olacak halimiz,
eğer duyarsızlığımız
böyle devam ederse.


24. 4. 2000
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:58 PM

Annem'e
“Gurbette, bir rüyâ sonrası.”


Ne güzeldin sen anne.
Başörtünün altından gülen yüzün,
Yavrum, yavrucuğum diyen tatlı dilin,
Beni şefkatle saran kolların,
Sen herşeyinle ne güzeldin anne.
Ve şimdi, artık sen yoksun.
Bana senin dilinle yavrum diyen yok.
Bir ana şefkatiyle,
Bir ana sıcaklığıyla,
Saran kollar yok artık.
Her sabah uyanınca o resmini görmesem,
Yaşayamam ben anne.
Bak, hâlâ yüzünde bir tebessüm var,
Gülümsüyorsun bana yine.
Yüzünden hâlâ mutluluk okunuyor.
Tam mutluyken, tam yaşayacakken,
Göçüp gittin sen anne.
Hadi anne, çık o çerçeveden.
Yine yavrum de bana.
Beni kollarının arasına al,
Ve bir daha bırakma.
Ağlarken gönlümü al,
Al şu yirmi beş kuruşu de, avut beni.
Haydi yavrum, kapıyı aç, baban geldi de.
Hadi anne, konuş artık, konuş...
Hayır, hayır, hayır anne.
Biliyorum sen artık gelmeyeceksin.
Artık bana yavrum demeyeceksin.
Kendin bu dünyadan göçtün ama,
Kalbimde hiç ölmeyeceksin.....


8.12.1977 Saat: 01.30
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:58 PM

Arayış
Sevgi mi, o da ne demek?
Bilen varsa, gelsin anlatsın bana.
Hiç sevmedim zannetme ha! .
Ben de sevdim, sevdalandım elbette.
Hep farklı hisler, farklı duygular.
Sevdim; sevilmek istedim, sevilmedim.
Sevildim; sevmedim, sevemedim.
Sevdiğimi zannettim, sevmediğimi fark ettim.
Sevdim; sevindim, güldüm, coştum.
Sevdim; ağladım, yandım, tutuştum.
Sevdim; dünyaya sığmadım, uçtum, göklere çıktım.
Sevdim; dünyam daraldı, içim ezildi, yok oldum.
Sevdim - sevildim, çok mutlu oldum.
Mutsuz da olmadım değil ! .
Bazen, ne hissettiğimi bile anlayamadım.
Bırak, anlatabilmek şöyle dursun.
Çok şeyler bekledim belki sevgiden,
Neydi, nelerdi onlar, tarifi imkânsız ama,
Bulamadım işte onları..
Olsun, varsın sevdalarım boğazımda kalsın.
Onların damak tadı da yeter bana.
Ama, Allah aşkına, bir bilen varsa?
Gelsin, anlatsın şu sevgiyi bana.
Hep sevdim, hâlâ seviyorum, ama,
Ben anlayamadım.....


1997
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:58 PM

Aynadaki Görüntümden Bana
Yine karşıma geçti her zamanki serseri.
Bıktım seni görmekten, aklım erdi ereli.
Her fırsatta dikilip gösterirsin kendini.
Sıkılmadın mı benden, aklı başında deli?

Yüzünde her zaman var etten mâmul bir perde.
Gördüğünün hepsi bu, hani gerisi nerde?
Sen kimi ararsın ki bakarak böyle bende?
Sorsana bir kendine, bunun cevabı sende.

Merak etmez misin hiç arkasını perdenin?
Sormaz mısın kendine asıl olan “ben” kimim?
Ah bir farkına varsan sendeki hazinenin.
Sırları sende gizli şu koskoca âlemin.

Gördüğüne aldanma bu değil Abdurrahman.
Bu değil Abdurrahman, vallâhi bana inan.
Açsan gönül gözünü bir kez de öyle baksan,
İşte o an görürsün, gerçek sende - ne noksan? .

Çıkar mısın karşıma bir daha bu halinle?
Bir karınca hızıyla geliştin bunca sene.
Acımaz mısın sanki geçen bütün ömrüne?
Tükürmez misin sahi aynadaki yüzüne?

Noksanların kusur değil, senin yaşam amacın.
Onları alt edecek vardır içinde gücün.
Mutluluk arıyorsan inan bana orada.
Bunları yapmadıkça dinmez ki hiç bir acın.

Ben zaten farkındayım sen de varsan farkına.
Bakmak ile yetinme kirpiğine kaşına,.
Nasıl olsa tuz katarsın sofrandaki aşına.
Değiş, güzelleş, geliş de çık karşıma.

Sen bana bak mutlu ol, ben de sana bakarak.
Sevdâ ile tutuşup gözlerden yaş akarak.
Bir aynanın içinden semâlara çıkarak.
Saralım tüm evreni, haydi görev başına.


9. 6. 2000
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:58 PM

Ayrılık Azabı
Sanırım uzak düşeceğiz biri birimize,
belki bir ömür,
belki birkaç sene,
‘hem de hiç yoktan yere’.
Sen bu kararı verdiğinden beri
bilemezsin nasıl köz düştü gönlüme.

Konuşamadım bile seninle,
yanaşamadım sana eskisi gibi.
Kim bilir,
belki sensizliğe alıştırmak içindi kendimi,
belki de bensizliğe alıştırmak içindi seni,
belki de hiç biri.

Ama seni izledim,
seni seyrettim hep gizlice,
doya doya ve sindire sindire.
Evde bastığın yerlere bile baktım
sen yürürken,
hatıran olarak
ayak izlerin kalır mı diye.
Haberin bile yoktu senin.

Dolaşırken, gözlerim eşyalarını süzdü bir bir,
sana ait, sen sinmiş
ve seninle gitmeyecek eşyalarını.
Sanki terk edileceklerini onlar da anladılar
bilmem bana mı öyle geldi ama,
galiba onlar da ağladılar.

Kuşunla dertleştim ‘beni anlamadı o’ diye;
o anladı ve o da ağladı,
aynı benim gibi, içten içe.
Kolay mıydı sensiz yaşamak,
‘hem de hiç yoktan yere’.

Sen seyahate gittiğinde
yatağına yatırdım bağlamanı, gitarını
ve onları seyrettim,
onları kucakladım sen diye.
Hatta ellerini okşadım onların klavyesinde.

Oturdum gardırobunun önüne
giysilerini kokladım,
seni doldurdum
seni bastım göğsüme.
Vedalaştım onlarla da bir bir
ve göz yaşlarımı akıttım içine
sana hatıram olsun diye;
çünkü sen gittiğinde
onlar da gidecekti seninle birlikte.

Kokun öyle sinmeliydi ki ciğerlerime
silememeliydi onu hiçbir şey,
silinmemeliydi bir daha kesinlikle.
Her şeyin öyle işlemeliydi ki bana,
kazınmalıydı ta iliklerime kadar
ve yokluğunda da yaşayabilmeliydim seninle.
Ya da, beceremezsem eğer bunu
ve eğer yaşamak denilebilecekse ona,
yaşayabilmeliydim sen yokken bile.

Ayrı yaşayacak olmamız değil
bana böyle koyan.
Bir gün elbet uçuracağım seni (yavrumu) yuvadan,
o ya da bu sebeple
biliyorum bunu, inan!
Ancak öyle bir sebep olmalı ki ayrılığa,
üzüntümüzü dengeleyecek
bir şeyler olmalı ortada,
bir şeyler elde etmelisin orada.
Hatta bırak üzülmeyi
zil takıp oynayabilmeliyiz
‘değdi diye’ buna.

Ancak bu kararın değmez be yavrum,
değmez çekilen bunca azaba
ve daha da çekilecek olana.

23. 8. 2003 – Cumartesi / Saat: 05.00



NOT: Bu şiir, kızımın üniversite tercihlerini, bence ayrı
yaşamamıza değmeyecek bir bölüm için Ankara dışı
üniversitelere yapması üzerine, sınav sonuçlarının
açıklanacağı günün şafak vakti yazılmıştır.
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:58 PM

Balık Avı
Yıl 1966 - 67 zannederim.
Adapazarı’nda 8 - 9 yaşlarındayım.
Oralarda, yaklaşık herkes balık avlar,
Çünkü, çok bol su vardır civarda.
Ve yine, yaklaşık herkes pedal çevirir,
Çünkü, küçük ve düz bir yerdir orası.
Çark deresinin Tuna mevkiine,
Arkadaşlarla birlikte balığa gittik.
İki adet yayın balığı tutmuştum.
Yöresel deyimiyle çılpık balığı.
Tahminen biri yarım kilo, diğeri 750 gram.
Yarım saat kadar bir süre içinde,
Arkadaşlarımın mantarı hiç suya batmamışken,
O derede, böylesi büyüklükte iki balık tutmak
Ne demek bilir misin? Onu tutan bilir.
Ben, o dereden böylesi büyük balık tutulduğunu
Hiç görmemiştim, hiç de görmedim.
Sokağıma hava atmak geldi içimden.
Çocukluk bu ya! ! ...
Hem, kocaman amcalar bile öyle yapardı.
Fırsatını bulmuşken ben niye yapmayayım.
Söğüt ağacından çatal dal kırdım,
Ve solungacından geçirdim ona balıkları.
Bir elimde balıklar,
Diğer elimde süpürge kamışı oltam,
Nefes nefese geldim sokak başına kadar.
Dikilip, derin bir nefesle kendime geldim.
Sonra, sallana sallana, kasıla kasıla,
Hatta, balıkları tutan elimi, ileri-geri sallaya sallaya,
Yürüdüm evimize kadar.
Filiz Sokak. Numara 13..
Ev, sokağın tam ortasında.
Beni herkes görmüştü hani! ..
Ben de nasıl şişmiştim..
Sonra, evde aklıma bir şey geldi.
Banyodan, galveniz büyük çamaşır leğenini aldım,
Biraz su doldurup, mutfağın ortasına koydum.
Attım içine balıkları,
Kımıldamaya başladılar.
Su sıvandı, hemen leğeni doldurdum.
Nazlı nazlı yüzmeye başladılar.
Ne güzeldi onları seyretmek.
Hâlâ aptallık yapıp, oltaya gelirler mi diye,
Oltama solucan takıp leğene sarkıttım.
Geldiler, kancadan çıkarıp suya bıraktım,
Yine oltamı attım, yine geldiler.
Beş - altı defa tekrarladı bu oyun.
Annem, yeter yavrum,
Hayvanlara eziyet etme, deyinceye kadar.
Balıkları, sudan elimle çıkarmak istemiyordum.
Son bir izin istedim annemden.
Ve oltamı iki defa daha suya attım.
Bu defa onları kancadan çıkarıp, dışarı bıraktım.
Bir süre sonra da öldüler.
Süpürge kamışından olta sırığını,
Ona bağlı misinayı,
Ucuna takılı kancayı,
Kancaya sarılı solucanı,
Ve leğendeki balığı,
O balığın, solucanı yemek için kancayı ağzına alışını,
Bunların tamamını sadece ben görüyordum.
Balıksa, yalnızca solucanı görüyordu.
Aptal, ötesinden habersiz.
Ne eğlenceli bir oyundu bu....

Yirmi üç yıl kadar sonra anladım ki,
Eğlenceli değil, ibret dolu bir oyundu.
Su = Dünya,
Balık = Bizler,
Solucan = Tüm dünya niğmetleri,
Bizim gördüklerimiz bu kadar.
Solucanın gizlediği kancadan,
Onun bağlı olduğu misinadan,
Süpürge kamışı olta sırığından,
Ve o sırığı tutan elden habersiz.

1997
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:58 PM

Bedel
Çocukken faytonlar vardı şehrimizde.
Henüz otomobil yoktu bugünkü gibi.
Şehir içi ulaşım onlarla sağlanırdı.
Ne çok severdim, arkalarına asılarak binmeyi.
Ancak iki kişi asılabilirdi bir fayton arkasına
Binebilenler keyfini çıkarırken, diğerleri kıskanırdı.
Bağırırlardı avaz avaz.
Faytoncu amca, arkaya bir kırbaç diye..
Ve kırbaçlar yağmaya başlardı arkaya.
Korunmak için ne şekillere girerdik.
Yine de bir kaç kırbaç yer, aşağı atlardık.
Yemek yemeğe benzemez kırbaç yemek.
O deri kordon, yakar değdiği yeri.
Sonra, yine fayton geçerken yine binerdik.
Yine bir kaç kırbaç yer, yine inerdik.
Bu, hep böyle tekrarlar dururdu.
Çünkü, çok severdik fayton arkasına asılmayı.

Çoçukken yüzmeyi de çok severdim.
Yaşım, henüz ilkokul başları gibi.
Ailelerimiz çok kızardı yüzmeye gitmemize.
Ya boğulursak, Allah korusun! !
Ama yine de giderdik arkadaşlarla.
Şimdiki gibi mayo falan da yok ha!
Kıçımızda basma vb. kumaşlardan,
Hem de evde dikilmiş kısa donlar var.
İçimizde slip bile yok.
Çünkü, o zamanlar slip de yok.
O donlarımızla yüzerdik.
Sonra, mısır tarlalarına girer,
Donlarımızı çıkarır güzelce sıkardık.
Bir dal parçası kayırdıysak eğer bir söğütten,
Donu, lastiğinden ona yay gibi takar sallardık.
O da yoksa, donu başımıza geçirir,
Yürürdük tarlanın içinde,
Paçaları arkamızda uça uça,
Donlarımızı kurutmak için.
Evdekiler yüzdüğümüzü anlamasınlar diye.
Sonra, tarlanın bitimine doğru donlarımızı giyerdik.
Saçlarımız da uzun değildi.
Biz alaburus traş olurduk çocukken,
İki - üç numara falan.
Yani, suya girdiğimiz, saçlarımızdan da belli olmazdı.
Cilt rengimiz biraz değişmişse eğer,
Cildimize bir tırnak atarak anlarlardı yüzdüğümüzü.
Onun için biz de, güneşte kalmamaya gayret ederdik.
Ama yine de anlarlardı yüzdüğümüzü.
Ve bazen dayak da yerdik.
Ama yine giderdik, yine aynı şeyleri yapardık,
Ve yine bazen dayak yerdik.
Çünkü, yüzmeyi çok seviyorduk.

Çocukluğumu yaşadığım Adapazarı,
Küçük ve düz bir yerdi.
Nerdeyse her evde bir bisiklet olurdu.
Hatta, o zamanki deyimiyle velespit.
Şimdiki gibi çocukların değil ama..
Çünkü, o zaman çocuk bisikleti de yoktu.
Babalarındı, ağabeylerindi onlar.
İşe gidip - gelmek için kullanırlardı.
Bizim evde de, büyük ağabeyimin bisikleti vardı.
Binmemize izin vermezlerdi kolay kolay.
Çünkü, bisiklete binecek kadar boyumuz yoktu.
Bacak arası diye tabir edilirdi binişimiz.

Kadro altından, yandan.
Çok düşerdik tabi ki, denge zorluğu vardı.
Bazen, zincirleme bisiklet kazası bile olurdu.
Büyüklerimiz evde yokken, ya da yatarken,
Bisikletleri kaçırır, sokak dışına çıkardık.
Oralarda binerdik bisiklete, düşe kalka.
Kimimizin zinciri atar, aynaya, dişliye sıkışır, takamayız,
Kimimizin çamurluğu, direksiyonu, pedalı eğilir,
Kimimizin fren teli kopar,
Kimimizin lastiği patlar, vs. vs.
Sonra, bisikletleri yerine gizlice koyar, kaçardık.
Çünkü, bisikletlerde hasar var.
Nedense, benim hep lastiğim patlardı.
Nedenini hâlâ anlayabilmiş değilim.
Bu yüzden, ara sıra dayak bile yerdim.
On altı – yirmi dört vardiyasına,
Ağabeyimin bisikletsiz gittiği çok olmuştur.
Ama ertesi gün aynı şeyi yine yapardık.
Ve muhtemelen, arkasından yine dayak.
Ama yine de yapardık.
Çünkü bisiklete binmeyi de çok seviyorduk.

Güvercin beslerdik çocukken, küçük ağabeyimle.
Babamın, tavukları için aldığı yemle doyururduk onları.
Epeyce de çoktu güvercinlerimiz.
Yem çabuk bitince azar işitirdik.
Ama, yine tavuk yemleri ile doyururduk güvercinleri.
Yine azar işitir, kötek yerdik.
Çünkü onları uçarken seyretmeyi çok seviyorduk.

Anlatmakla bitmez bu örnekler.

Yaşımız ilerledikçe sevdalarımız da değişti.
On – on beş yaşları arası,
Çok sevdiğim arkadaşlarımla,
Aramızda olan gruplaşmalar üzmeye başladı beni.
Sonra, içimde bir şeyler kıpırdadı,
Karşı cinse de sevda duymaya başladım.
O sevdalarda üzmedi değil beni.
Hepinizin yaşayıp da bildiği gibi.

Vesaire - vesaire...........

Sevgilerim hep değişti.
Sevdiğim şeyler hep değişti.
Sevgilerim yüzünden yediğim kırbaçlar, dayaklar,
Çektiğim acılar, hep ortak paydaydı.
Hem de severek katlanılan.
Sonra anladım ki, doğada zıtlıkların dengesi var.
Sevgilerin coşkusunun dengesi olmalıydı ortak paydalar.
Gülü sevenin dikenine katlanması gibi hani...
Ve yine şimdi biliyorum ki ! ..
Olgunlaştırıyor sevgiyi o ortak paydalar.



1997
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:58 PM

Bermuda
Yeğenimin (oğlumun) , yanımda 9 ay kaldıktan
sonra 11.6.2000’de baba evine dönmesi üzerine)

Gönlümün ırmağı oldun
Her an kalbime doldun
Bir gün bir çatlak buldun
Sızdın gittin bir tanem.

Kanılmadan içilen
Yaşam pınarım oldun
Bir gün birden kurudun
Akmadın be bir tanem.

Şen şakrak hep ötüşen
Evimin bülbülüydün
Bir gün açık cam buldun
Uçtun gittin bir tanem.

Ruhumun meltemiydin
Okşar okşar geçerdin
Bir gün bir yar’a geldin
Kesildin be bir tanem.

Gönlüm serinlemiyor, ırmaksızım.
Susuz kaldım, pınarsızım.
Kulağım sessiz kaldı, bülbülsüzüm.
Ruhum okşanmıyor, meltemsizim.
Sensizim Onur’um, sensizim.
Allah sana selâmet,
Bana da sabırlar versin.

12. 6. 2000
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:58 PM

Beşinci Boyut
Dördüncü boyut, ‘Zaman’.
izafiyet teorisinin dayanağı.
Müthiş bir farkediş,
müthiş bir buluş.
Râhmetler olsun Einstein’e.

Diğer üç boyutun üzerinde,
her ne kadar bir boyutsa da zaman
ve onları izafî kılan,
öyle hissediyorum ki
bir boyut daha olmalı zamanı da izafî kılan.

Çünkü bir günü yaşıyorsun bir an gibi.
Bir başka günü yaşıyorsun bir ömür gibi.
Sıkıntıdan patlayarak bitiremiyorsun bazen bir günü,
bazen de bir günde bitiriyorsun bir ömürlük işi.
Zamanın da tanımlanan, yok arkası ve önü.

Kuantum alanlarda bulacağız sanırım onu.
Enerjinin çok siptül, çok seyyal alanlarında.
Nesnel kavramlara sokacağız onu bir gün
mutlak boyutun bir parçası olarak.
Bir gün muhakkak.

22. 9. 2000
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:58 PM

Biçare
Bu sabah, bu dünya ne de anlamsız.
Kimseler yok, sanki bir tek ben varım.
Bir umut da yok, bir gün gelecek diye.
Duygumu anlatmaya sözüm yetmiyor.

Yokluğun her geçen an yıkıyor beni,
Hasretinle başetmeye gücüm yetmiyor.
Sensizliğin ateşi yakıyor beni,
Söndürmeye gözyaşım, inan yetmiyor.

Sen sev yeter, uzaklığın ne önemi var,
Uzaklarda olsa da senindir o yâr,
Kuruntunla dünyanı etmesene dar,
Diyor dilim, anlamaya aklım yetmiyor.

İlk defa mı ayrıldın sen sevdalından?
Doğarken kopmadın mı en büyük yardan?
Kemâle erilirmiş ayrılıklarlan,
Diyor aklım, anlamaya gönlüm yetmiyor..
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:59 PM

Bileniş
Gecenin tam köründe otururken evimde,
en süslü haliyle ülkem geldi gözüme.
Gecenin tam köründe otururken evimde,
o en sefil haliyle ülkem düştü gönlüme,
meteor gibi hem de.
Gecenin köründe otururken evimde,
bir kurt düştü içime
aynı Türkiye’m gibi.
Ama kemiremedi beni
ülkemi kemirdiği gibi.
Kükredi yüreğimdeki aslan,
haydi dedi “sırtını bana yaslan,
bir sen değilsin yaşayacak olan,
senden sonraki
ve daha da sonraki nesiller var,
utanç duymamalısın,
küfür yememelisin onlardan.”
Bir hırs bürüdü beni
ve inancım dışıma taştı göz pınarlarımdan.
Ciğerlerimi nasiplendirdim cigaramdan,
umudumu kesmeden yarından,
baba bir yudum daha aldım rakımdan.


2. 4. 2002 - Salı / Saat: 02.40
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:59 PM

Bilginin Gücü
Güçlü olmak, daha da güçlü olmak,
Çok arzu edilir bir şey, değil mi?
Her insan sahip olmak ister bu özelliğe.
Bunun için de, çabalar hiç durmadan.

Kimisi bağırır, çağırır, baskı yapar
Kimisi asar, keser, yakar, yıkar
Kimisi dedikodu eder, fitne yapar
Kimisi kafayı çeker, nara atar
Kimisi adale geliştirir
Kimisi bıçak, tabanca, tüfek edinir
Kimisi çete kurar, tayfa edinir
Kimisi çalar-çırpar, para-mal edinir
Kimi de türlü entrikalarla mevki edinir

Aslında, bilgi vardır gücün temelinde
Ve o bilgiye dayalı düşünce.
Güç yetersiz kaldığında
Yeni bilgilere ihtiyaç var demektir.
Bilgi çağına da yakışan,
İnsan olma onuruna da yakışan bu değil mi?

9.1.1998 – Saat: 23.00
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:59 PM

Bir Masal
Bir varmış, bir yokmuş.
Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Develer tellâl iken,
Pireler berber iken,
Ben annemin beşiğini,
Tıngır mıngır sallar iken,
Ruh isimli bir süvari varmış.

Bu süvari, beden isimli bir ata binmiş,
Yaşama koyulmuş yeryüzünde.
Bundan maksat, at ile bir hedefe varmak.
Gerek at, gerekse yeryüzü,
Ve başka ne varsa nesnel olan,
Ve o nesnelerle ilişkili olan,
Hepsi de araç olarak sunulmuş süvariye,
Belirlenen hedefe varabilmesi için.

Ama süvari zamanla,
Atıyla kendini çok özdeşleştirdiği için,
Kendi varlığını unutmaya başlamış.
Tabî ki, varması gereken hedefi de.
Öylesine unutmuş, öylesine unutmuş ki...!
Sonunda kendisini at zannetmeye başlamış.
O günden sonra da,
Mesken tutmuş kendine, atının meskenini.
Atının yemiyle doyurmaya başlamış karnını.

Derken, birgün bindiği at ölüvermiş.
O zaman farketmiş kendisinin at olmadığını.
Süvarisi olduğunu hatırlamış o atın.
At öldü ya...!
At olmayınca süvarilik mi olur?
Süvarilik yetisinin de kalmadığını anlamış.
Anlamış da, iş işten geçtikten sonra.
Ne kadar da yazık etmiş kendine...


5.1.1998 - Pazartesi
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:59 PM

Bir Perdelik Oyun
İnsanoğlunun yaşama başlaması,
Doğması dünyaya,
Güneşin yeryüzüne doğması gibi.
Tan yerinin ağartısı,
Şafak vaktinin kızıllığı kadar güzel.
Pırıl pırıl, ışıl ışıl, tertemiz,
Neşe ve coşku vererek gönüllere.
Güneşli bir Nisan sabahı gibi.

Sonra hayat verir hayata insanoğlu.
Kendi öğleninde, yeni şafaklar söktürür,
Yeni güneşler doğurur dünyaya.
Yeni değerler katar, kendine ve yaşama.
Güneşin, öğle vaktine doğru toprağı ısıtarak,
Yeni filizler çıkarması ve olgunlaştırması gibi.

Daha sonra ölür insanoğlu.
Ölmez ama, ölür diyelim hadi.
Olgun buğdayın biçilmesi gibi,
Daha değerli hâle getirilmek için.
Veya, güneşin batması gibi.
Dünyanın diğer yüzüne doğarak,
Oralara hayat vermek için.

5.12.1997 – Saat: 01.00
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:59 PM

Boş Dünya
Dünya yalan,
dünya boş derler ya! ..
Yıllarca dinledim bu masalı.
Bu masalla büyüdüm âdeta.
Evet büyüdüm.
Büyüyünce anladım ki
dünya doluydu,
hem de dopdolu.
Boş olan bizdik,
hem de bomboş.
Kendim doldukça öğrendim
dünyanın dopdolu,
kendimin bomboş olduğunu.

19. 6. 2000 – Pazartesi
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:59 PM

Bütünleşme
Kumsaldayım gecenin bir yarısında
dört – beş gönül dostuyla birlikte.
Kum tenimizi okşuyor,
dalga sesleri kulaklarımızı,
rüzgâr da her ikisini birden.
Yakamoz, sonra da şafak gözlerimizi.
Müzikse evrenin titreşimleriyle bütünleştiriyor bizi.

Tam şafak sökerken,
o sarı, kırmızı ve gri renkler
sararken gökyüzünü,
gümüşi renkli
pırıl pırıl denizin üzerinden,
Haydi! ... diyorum gençlere,
patlatalım “ağrı dağı efsanesini.”
Ve başlıyoruz ağrı dağı efsanesini çalmaya.
Gitarın o akoru, bağlamanın o solosu
evrenin tınılarıyla harmanlanmış, bir olmuş.
İşte o an öylesine dönüyoruz ki özümüze;
ağıyoruz göğe doğru içimizden.
O şafakta, o ufukta oluyoruz bir anda.
Doluyor evren içimize.
kimbilir, belki de hep içimizde! ...


5. 9. 2000
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:59 PM

Bütünü Sevebilmek
Ne heyecan bu ya Rabbim.
Ne iç titreyişi bu.
Bir his ki,
Hem uçarcasına havalara,
Hem de çakılırcasına yere.
Görünce sevdiklerimi,
Olan halim bu işte.
Diyorum ki bir de kendi kendime.
Gördüğün her şeyde niçin böyle olmuyorum?
Ne olur ya Rabbim,
Bana, bir de bunun yolunu söyle.


16.8.1999
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:59 PM

Çırpınış
Niye çabalıyorsun,
niye üzülüyorsun be Abdurrahman?
Senden önce de dönüyordu bu dünya,
dönecek senden sonra da.
Bırak kendini sal girdaba,
döndürür seni de nasıl olsa.
Uy düzene sen de büyük çoğunluk gibi,
gelene ağam, gidene paşam de.
Önemsemeden sana ne denildiğini
peki efendim de.
Yarabbi şükür de
yüzüne tükürülse bile.
Çırpınma boşuna öğreneceğim diye.
Neyi ve niye öğreneceksin ki?
Bilmenin ne önemi var
huzurunu kaçırmaktan başka.
Bir değer üretmeye çalışma aptal gibi,
çalışmak da ne?
Salla başını, al maaşını.
Düşünmek mi? Sakın ha! ! !
Yeter ki iyi kıç yala
çok şeye yarar.
Yok et kimliğini,
ol kırk kişilikli,
daha doğrusu kişiliksiz,
kalkındır kendini diyor aklım.

Fakat,
yok edilince başkalarınca
evrene kattığım değerler.
Sadece insan olduğum için
ve sadece insanlar için ürettiğim
düşünceler ve hizmetler.
Sızlıyor vicdanım,
dile geliyor ve dur diyor,
dur da bir düşün.
Sen de olduğun için var bu dünya
ve sen de varsın bu dünyada.
Hem de şimdiki zamanda
ve olman gerektiği mekânda.
Bütün bu şartlarda olman gerekmeseydi,
olmazdın ki zaten burda.
Sebepsiz yaprak bile kımıldamazken,
sen rastgele mi varsın, ha!
Anlasana,
sen varken senle beraber dönüyor dünya.
Unutma, senin de katkın var bunda,
olumlulukta veya olumsuzlukta.
Şimdi karar ver bakalım
katkın hangi yana?
Gönlüm de, aklım da akıyor olumluluğa,
aptal bile denilse bana.
Erdem sayılırken
sıradan insan davranışları,
başlıyorum ben yine çırpınmaya.


17. 5. 2001 – Perşembe

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:59 PM

Çocuk Aklım
Güneşin batışını izledin mi hiç
denizin içine doğru?
Peki güneşin doğuşunu izledin mi hiç
denizin içinden göğe doğru?
Nasıl da sönmedi suyun içinde
akşamdan sabaha bekledi de?
Çocuk aklımla hemen anladım ki
denizi de ısıtıyordu böylece.

Şimdi büyüdüm.
Biliyorum artık dünyanın yuvarlak olduğunu.
Güneşin denize batıp,
tekrar denizden doğmadığını biliyorum artık.
Ve her doğuşunda, battığından farklı olduğunu da.
Ve yine biliyorum ki,
yaşayan her şeyin bir kaybolup,
tekrar bir daha var olduğunu.
Her var oluşunda, bir öncekinden farklı biçimde,
aynı güneş gibi.


13. 9. 2000
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:59 PM

Çoğalış
Girdim etki alanına,
girdin etki alanıma,
can katıldı canımıza,
sevgi dedik adına.

Artı eksi alanlar gibi,
geçti biri birine duygularımız.
Hırsız oldu sanki birden,
çaldı giysilerimizi aşkımız.

Madde etkisinden soyut
geçtik bir başka boyuta,
bir can çekti canlarımız
aldık da indik dünyaya.
(ve Özge dedik adına) .

3. 12. 2001 – Pazartesi
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:59 PM

Davet
Öyle bir estin geçtin ki başımdan,
saçım değildi rüzgârından dalgalanan,
nefsimdi harmanlanan,
altüst olan.
Önce uyandırdın arzularımı,
sonra kendine doğru çektin beni
tutarak onlardan.
Ama gelmedim,
gelmeyeceğim de
inan!


14. 1. 2003 - Salı / Saat:11.30
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:59 PM

Deprem
(17.8.1999 depremi üzerine)

Esme be rüzgâr,
Esme ne olur.
Batıdan doğuya doğru esme.
Henüz geldim daha oradan.
İnsan manzaraları daha beynimdeyken,
Onların donakalmışlıkları,
Onların korkuları,
Onların kaygıları,
Onların acıları,
Daha yüreğimi dağlarken;
Dahası,
Ceset kokuları taptaze burnumdayken,
Esme be rüzgâr,
Esme ne olur.
Biraz durulsun beynim.
Biraz dinlensin kalbim.
Fırsat ver ne olur.


14.9. 1999
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 04:59 PM

Dibe Vuruş
İçimden gelmiyor artık
memleket meseleleri için
kağıt, kalem almak elime.
Binlerce beyin hücresi öldür,
seç kelimeleri cımbızla,
duygu ve düşüncelerimi
anlatacağım diye.
Kime ve niye?
Boş ver be.

Herkes görmüyor,
bilmiyor mu
yurdumun satıldığını
parsel parsel.
Yabancının malını koruyan
yine bizim asker.

Kendimize ait
ne sanayi kaldı ülkemde
ne de tarım.
Hayvancılığımız zaten Allah kerim.
Elden çıktı bir bir devlet yatırımlarım.
Haberleşmemiz,
bankalarımız bile
oldu yabancının.
Yerüstü bitti,
şimdi satılma sırası
yeraltı kaynaklarının.

Ne istihdam var, ne de üretim,
kaldırdılar sosyalliğini de devletin,
kendi ülkemizde kaldık yetim.

Reel dünyada ekonomiyi kurduk sanal.
Öksürse başbakanım
düşüyor paramın değeri,
hortluyor enflasyon denilen canavar.
Biz kapıcısıyız - hizmetçisiyiz artık,
sahip oldu ülkeme yabancılar.

Vatandaşımız fert değil ki,
ümmet.
Sırtında bir hırka,
sofrasında bir lokma
oturuyor miskin miskin,
ve şeyhinden bekliyor himmet.

Gözlere çekilmiş mil,
beyinler yıkanmış bir bir.
Kişi sadece kendini düşünüyor
ve götürebildiği kadar malı
o da götürüyor.
Sömürgeci çobanlarca
koyun gibi güdülüyor.
Ülkem elden ha gitti, ha gidecek,
diline sürülen bir parmak bala
hâlâ Allah’a şükür diyor.

Be hey Abdurrahman,
senin kalemin hâlâ niye yazar?
Sen kalemini kırsan kim anlar,
_ıçını yırtsan kaç yazar.
Akıllanmayacak bu millet
açlıktan ve hastalıktan
ölene kadar.
Merak etme ey milletim,
bu duruma da az bir zaman var.

9 Şubat 2007 / Cuma - Saat: 17,25
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:00 PM

Doğru Eylem
Uçmayan kuş,
Süt vermeyen inek,
Yumurtlamayan tavuk,
Elma vermeyen elma ağacı
Gördün mü hiç?

Yetileri olduğu halde
Görmeyen göz,
Duymayan kulak,
Tutmayan el,
Gitmeyen ayak
Ne işe yarar,
Varlıklarının ne anlamı olur?

Hepsinin varlığının bir amacı var,
Ve hepsi de görevlerini tam yapıyorlar.

Elbette senin varlığının da bir amacı var.
Acaba sen de görevini tam yapıyor musun?

Uçmayan öküz,
Süt vermeyen eşek,
Yumurtlamayan köpek
Dövülür mü hiç?

Ama, yük çekmeyen öküz,
Davarı korumayan köpek bile
Hoş görülmezken;
Onların sahibi olan sen,
Görevini yapmazsan,
Acaba hoş görülür müsün?

1.5.1998 - Cuma
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:00 PM

Dost Acısı
Ne zormuş bir kötü haberi bilmek,
Bir dost hakkında.
Ama, o dostun duymadığı kötü haberi.
Ve o kötü haberi,
O dostun yüzüne karşı söylemek
Sorumluluğunu hissetmek.
Ne zormuş Allah’ım.

Dost acı söyler demiş atalarımız.
Yani, acı da olsa doğruyu söyler demişler.
Her halde bu olsa gerek.
Düştüm o acı duruma.
Allah’ım ne zormuş.

Dost kötü günde belli olur
Demiş bir de atalarımız.
Yani, kötü zamanında dostun yanında olmak.
Evet, çok doğru ve mutlaka gerekli.
Can dostundan daha emin
Sığınılacak bir liman mı var?

Ama, dostun acı da olsa doğruyu söylemesi
Veya
Dostun, kötü zamanında dostunun yanında olması.
Bunlar ayrı ayrı olunca ehh! .... Neyse.
Ancak, ikisi bir arada olunca çok kötü.

Dosta hem acı haberi vereceksin
Ve hem de o kötü zamanında yanında olacaksın.
Yani, onu önce üzeceksin, kahredeceksin,
Sonra da ona manevî destek olacaksın.
Kendi duyduğun üzüntü de cabası.
Ne zormuş, anlatılır gibi değil.
Dosta da, bana da yardımcı ol Allah’ım.


9.7.1997 – Perşembe
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:00 PM

Dua
İncecik, çok zarif, çok narin, çok hassas,
Ve bir ceylan yavrusu kadar ürkek,
Bir ceylan yavrusundan, bin kat daha sevimli,
Hiç de kıyılası değil.

Sevgi dolu, sımsıcak, güneşten de öte.
Sığınılacak bir liman gibi, şefkât dolu.
Yakın, yapyakın, hemen yanında.
Hatta, senden bir parça gibi.

Dokunulmaya görsün sakın kendine! .
Ürkek, sevimli ceylan yavrusu gider,
Vahşi bir kaplan gelir.
O, güneşten de öte sıcaklık gider, buz olur.
Ve senden bir parça kopar, el olur.

Doğadaki zıtlıkların dengesi bu mu acaba?
Diye sorarsın kendine istemeden.
Eğer bu ise Allah’ım.....
Ceylan yavrusu yap tekrar, o kaplanı.
O sıcaklığa erittir o buzu.
Ve asıl, kopan parçamı geri ver,
Yarım kalmayayım...
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:00 PM

Dünya Düşkünü
Hani fırtınalar yıkamazdı seni?
Seni seller deviremezdi hani?
Çünkü asırlık çınardın sen,
öylesine kök salmıştın ki yaşam tarlasına
öylesine...
Ve öylesine heybetliydin ki,
sadece sen değil,
herkes de senin sandığın gibi sandı seni.
Sadece sen görebilirdin içini
ama görmedin,
göremedin içini kemiren kurtları.
Çünkü sevgi suyu sulamıyordu toprağını,
kök damağın tadamıyordu aşkı..
Ve artık kurudun.
Ama yine ayaktasın dimdik,
hem de bütün heybetinle,
fakat bir hayalet gibi
Dıştan bakanlar bile anladı da kuruduğunu,
sen hâlâ anlamadın yok olduğunu.


21. 8. 2002 - Çarşamba / Saat: 13.00
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:00 PM

Düşün - Yaşa
Buğdayı ambarda saklarsan yeşermez,
Olgunlaşmaz, artmaz.
Sen, istediğin kadar güvende hisset kendini
Ambarda buğdayım var diye.
Belki bir defalık karnını doyurur.
Tarlaya serpersen yeşerir, başak verir, olgunlaşır,
Bire on, belki de yirmi olur.

Düşüncelerini zihninde saklama sakın.
Yaşamına girmemiş düşüncenin ne hayrı olur sana?
Yaşam tarlasına serp onları.
Yaşa ki, senin için yeşersin, olgunlaşsın, bire on versin.
Ama sakın unutma ki,
İyi tohum iyi ürün verir ancak.....


1997
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:00 PM

Edep
Edep, edepsizlik.
Ne kadar da göreceli kavramlar değil mi?
Birinin, edepsizlik bilip
Uğruna canını vereceği bir davranışı,
Bir başkası, normal hayatı olarak yaşıyor.
Veya, sana, dün edepsizlik olarak görünen bir şeyi,
Bugün normal hayatın olarak yaşıyorsun.

Nedir öyleyse bu edep ve edepsizlik?
Yoksa, gerçekte böyle bir şey yok mu?

Var tabi ki, hem de muhakkak var.
Sen şimdi, şu anını yaşamıyor musun?
O halde bir sonraki andan değil,
Şu andan sorumlusun.
O an için;
Yaşadığın an itibariyle,
Başkalarında görüp de nefret ettiğin şey,
Sana edep olarak yeter.
Bunu, yaşamının her anına uyarla kâfi.
İşte, sana edepli bir yaşam.

Bunu yaparken, kendine karşı edebin,
Vicdan ve düşünce paralelliği;
Dış dünyana karşı edebin ise,
Bunlara ilâve olarak söz ve davranış doğruluğudur.

Yaşadığın an itibariyle,
Sana edepsizlik gibi gelen nice davranışlarla karşılaşırsın.
Sakın o boyutta karşılık verme onlara.
Çünkü, edepsizlik olarak kabul ettiğin bir şeyi
Sen de yapmış olursun.
Muhtemelen, o insana göre böyle bir davranış
Edepsizlik değil.
O kendi gerçeğini ifade ediyor.
Sen de kendi gerçeğini ifade etmelisin,
Ona uymadan.
Hani, yolda yürürken seni bir köpek ısırsa,
Sen de eğilir köpeği ısırır mısın?
Bir başka açıdan bakıldığında bil ki,
Edepsizlerin edepsizliğine sabretmektir edep.

28 Mayıs 1998 – Perşembe
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:00 PM

Erdem
Söz gümüşse, sükût altın derler ya.
Ben de aptallık derdim.
Kibarcası, suçsuzluğunu anlatmamak,
Suçlanmana rağmen susmak,
Suçsuz olduğunu bile bile hem de.
Olur mu? Bırak konuşmayı, haykırmak lâzım.
Avaz avaz bağırmak lâzım.
Suçlu olduğun için susuyor zannederler sonra.
Bu, aptallık değil de ne?
Çok geç anladım o sözün doğru olduğunu.
O söz demek yetmedi, o ALTIN sözün demeli.
Susmak, hâkikaten altınmış.
Suçlanmana rağmen,
Suçsuz olduğunu bilmene rağmen,
Melekler de, Allah da şahitken buna,
Karşındaki suçlu da zannetse seni,
Susmak, gerçekten çok büyük bir erdemmiş.
Seni anlayacak biri yoksa karşında eğer.


1997
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:00 PM

Evcilik Oyunu
Çocuklar, hayatı oyun olarak yaşarlar.
Oyun oynarken öğrenirler hayatı.
Evler yaparlar kendilerine.
Yemek tabakları, çay bardakları,
Yiyecekler, içecekler hazırlarlar
Aslı olmayan.
Karı-koca olurlar, çocukları olur,
Aileler kurarlar rol gereği.
Ve evcilik oynarlar birbirleriyle.
Misafirliğe gider gelirler.
Akşam olup evlerine dönerlerken,
Bütün gün yaptıkları evler,
Kap-kacaklar, yiyecekler,
Bir çırpıda yok edilir.
Hiç üzüntü duyulmadan,
Hatta biraz da eğlenerek.
Karı-koca, çocuk rolleri de biter.
Herkes gerçek kimliğine döner
Ve ait olduğu yere gider.

Büyüdükçe oyuncaklarımız da büyür.
Gerçek evler, gerçek eşyalar,
Gerçek otomobiller,
Gerçek yiyecek-içecekler
Olur oyuncaklarımız.
Gerçek aileler oluruz.
Onlarla da oynarız bir süre.
Ömrümüzün akşamı olduğunda,
Bırakılır bütün bu oyuncaklar.
Sona erer karı-koca, çocuk rolleri.
Yine herkes gerçek kimliğine döner,
Ve ait olduğu yere gider.

25.1.1998- Saat:23.30

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:00 PM

Evrensel Dil
Şafak söktü gönlümde.
Tan yeri gibi ağardı umutlarım.
Bir güneş, bin güneş doğurdu içimden.
Gösterince tüm güzellikleri,
Ne titreşimler, ne tınılar hissettim.
İşte böyle bir anda,
Sazım türkü söyledi, ud’umsa şarkı bana.

Ne aşklar duyumsadı şu kalbim.
Ne güzellikler gördü gözlerim.
Ne hoş sesler işitti kulaklarım.
Ne hoş kokular aldı burnum.
Nice güzel duygular hissetti ellerim.
Bir kuzuyu severken bile,
İçim tir tir titredi, aynı kuzu gibi.
İşte böyle bir anda,
Sazım türkü söyledi, ud’umsa şarkı bana.

Aşkı, gece gökyüzüne sordum.
Yıldızlar seslendi, biz burda neyiz diye.
Ay dedi ki, ben de varım, yalnız onlar zannetme.
Gökyüzü de dedi ki, hepsi benim rahmimde.
Hissettim ve anladım onları ben de.
Sığmadı içim içime.
Göklere ağdım sanki.
İşte böyle bir anda,
Sazım türkü söyledi, ud’umsa şarkı bana.

Bazen fırtınalar esti içimde,
Yıktı – geçti olan ne varsa.
Yandığı da oldu bazen içimin,
Hem de yanardağ lavı gibi, eriyerek.
Hatta, bir boşluğa düştüğüm de oldu,
Kimim, neredeyim, ne yapıyorum,
Ben de bilemedim.
İşte böyle bir anda,
Sazım türkü söyledi, ud’umsa şarkı bana.

Kızmadım mı sanıyorsunuz hiç bir şeye?
Elbette kızdım, insanım çünkü ben de.
Ama, alamadım elime bağlamamı, ud’umu.
Yanaşmadılar bana böyleyken.
Kucaklayamadım onları bir sevgili gibi.
Anladım ki,
Müzik ilâhî bir şeydi, lütfuydu Tanrı’nın bize.
Çünkü, kızgınlık duyguları dokunamıyordu tele.

Aşk adına, güzellik adına,
Masumâne iç ezginlikleri adına ne hissettiysem,
İfade edemedim onları dilimle.
Kelimeler yetmedi anlatmaya.
Vaktî ve şeklî ibadetler de yetmedi.
Basit geldi, bir dilenci gibi yakarmaksa Allah’a.
İşte böyle anlarda,
Sazım türkü söyledi, ud’umsa şarkı bana.

24.11.1998 – Salı
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:00 PM

Farkediş
Ömrümde hep severek yaşadım.
Önce annemi sevdim, beni emzirdiği için.
Sonra babamı, para verdiği için.
Kardeşlerimi sevdim, paylaşabildiğim için.
Arkadaşlarımı sevdim, ortak şeylerimiz olduğu için.
Cinsel dürtülerim başladı kızları da sevdim.
Öylesine sevdim ki, evlendim.
O sevgiyi yaşarken çocuğum oldu.
Onu da sevdim, parçam olduğu için.
Biliyorum, ilerde torunlarımı da seveceğim.
Sonra bir şeyler oldu sanki..
Nedensiz de sevmeye başladım.
Evimi süsleyen çiçekleri,
Sokaktaki insanları, hayvanları,
Doğayı sevdiğimi hissettim.
Harika bir şeydi bu..
Direk faydası yoktu bana, ama sevdim.
Sonra, evet sonra,
Her şeyi sevebileceğimi hissettim.
O zaman anladım ki! ! !
Tüm yaşam sevgi deneyimleriyle geçiyor,
Olanın tamamını ve nedenini sevinceye dek.....


1997
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:00 PM

Garibanlar Yuvası
Tam Sakarya nehrinin kenarında,
Biriketten yapılmış ufacık bir kulübe.
Üzeri kiremitli, içinde biraz eşya,
Biraz kap kacak ve bir kaç yırtık döşek.
Ve üzerinde şöyle bir yazı yazıyor,
Eğri büğrü harflerle hem de.
GARİBANLAR YUVASI
O yuvada gerçekten garibanlar yaşıyor.
Köyünden, anasından, babasından,
Biraderinden, yarinden, bacısından,
Tüm sevdiklerinden ayrı kalmış,
Gurbete çıkmış garibanlar.
Elbette gurbete zevk için gelmediler.
Kuru ekmeklerinin yanına bir katık için
Bu kadar sevdikleri şeylerden koptular,
Geldiler Anadolu’nun bir ucundan taa buraya.
Bu çamurun içinde amelelik yapmaya.
Her sabah kalkınca hepsinin gözleri şafakta.
Acaba bugün nasıl bir güneş doğacak?
Acaba bugün neler olup bitecek?
Her gün şafağa bakınca gözleri kararıyor.
Etrafa şöyle bir bakıyorlar,
Hiç bir şey göremiyorlar, kamaşmış gözlerle.
Taa ki hava kararınca bakabiliyorlar etrafa.
Fakat, ne yazık ki, yine hiç bir şey göremiyorlar.
Bir sabah gelecek, evet bir sabah gelecek,
Öyle bir gözlükle bakacaklar ki güneşe! .
O eğitim, o kültür gözlükleri ile.
Kimbilir, kendileri değil, belki de çocukları.
Güneş asla gözleri karartamayacak, kamaştıramayacak.
İşte o zaman her şeyi tüm çıplaklığıyla görecekler.

1976
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:00 PM

Gece Keyfi
*******i severim ben,
******* de beni.
Gece ve ben.
Geldik mi iki sevgili yan yana,
ne yorgunluk, ne uyku,
keyfini çıkarırız kana kana.

8. 1. 2001 – Pazartesi / Saat:02.00
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:01 PM

Gerçek Hekim
Önce gönül hekimi olmalı hekim,
sonra beden hekimi.
Öyle yürek açmalı ki hastasına,
baştan yüzde elli katkı sağlamalı şifasına.

Önce ulaşabilmeli hastasının gönlüne,
hissettirebilmeli sevgisini yüreğine,
verebilmeli güveni beynine,
sonra dokunmalı bedenine.

Kısacası hekim,
sevginin bedenlenmiş biçimi olmalı.
Sonra, o bedeni bilgi ile doldurmalı.
Sonra da, hasta bedenlere şifa bulmalı.


21. 11. 2000 – Salı / Saat:02.30


NOT: Bu şiir, kendimin ve eşimin birkaç gün arayla
rahatsızlanmamız üzerine, gönlüyle birlikte özel
muayenehanesinin kapılarını da bize sonuna kadar açan
ve bizi sağlığımıza kavuşturan insan güzeli sevgili
Sn.Prof.Dr.Zafer HASÇELİK’ten esinlenerek yazılmış olup,
tüm hekimlerimizin benzeri özelliklerde oldukları inancıyla
tamamına atfedilmiştir.
Abdurrahman Özdemir

GooD aNd EvıL 04-19-2009 05:01 PM

Gerçek Sevgili
Nice sevgiler duyumsadım hayatımda.
Nice aşkları hissettim gönlümde.
Kimini sevdiklerim,
Kimini yaşam koşulları noktaladı.
Kimbilir, kimini de belki kendim.

Şimdi anlıyorum ki, noktalanmadı onlar.
Yani, sonlanmadı hiç biri, sonlanamaz da.
Noktalamak, unutmak, mümkün mü hiç?
Yaşanılan sevgileri, aşkları.
Yani, yaşamda asıl ve gerçek olan tek değeri.
Sadece, hepsi de asıl kaynağına döndüler.
Herşeyin bir gün kaynağına döndüğü gibi.
Gömüldüler gönül toprağıma.
Onlarca, belki de yüzlerce çiçek tohumunun
Toprağa gömülmesi misâli.

Unutulması için çekildiği sanılan acılar,
Unutulması için değil, gömülmesi içinmiş
Gönül toprağına, o sevgilerin – sevgililerin.
Şimdi anlıyorum bunu.

Korkmuyorum artık sevmekten, âşık olmaktan.
Hatta binlerce, milyonlarca, milyarlarca
Sevgiler, aşklar duyumsamak istiyorum.
Beni sevmesin sevdiklerim.
Âşıklarım bana âşık olmasınlar, önemi yok.
Sevgilim isterse bir karınca olsun, ne fark eder.
Karşılık beklemiyorum sevgilerimden, sevdiklerimden.
Kendim için sevmek istiyorum.
Sevmiş olmak için sevmek istiyorum her şeyi.

Ve şimdi biliyorum ki...!
Bir gün, gönül toprağımda,
O sevgi tohumlarının hepsi de çiçek açacaklar.
Milyonlarca, milyarlarca çiçek,
Hepsi de birbirinden güzel.
O zaman,
O sevgilerin de, sevgililerin de kaynağını,
Gerçek sevgiyi,
Gerçek sevgiliyi,
Ve gerçek aşkı yaşayacağım.

8.6.1998 – Pazartesi
Abdurrahman Özdemir


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 09:27 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.