![]() |
Meral Vurgun
A Çocuk
a çocuk yağmur yağdı diye çölde çimler yeşerip çiğdemler, menekşeler açmaz bir yanı çocuklar gibi gülümserken bir yanına cehennem düşen bir yürekte yeni sevdalar başaklanmaz öyle gülme yel eksen fırtına biçersin öyle bakma yüzüme hangi düşün kıyısına varsan uçuruma düşersin sen hiç anandan emdiğin sütte boğuldun mu hadi bir kadeh de sana içeyim bu gece ama ötesi yok işte, bilmez misin a çocuk yani öyle ki şimdi bu gök devrilse bile üstüme ezilecek canım yok altında içini boydan boya kurt kemirmiş bir ağaç gibi duruyorsam karşında böyle yolsuz yordamsız ve yorgun gül toplar gibi toplayıp saklayamadığım sevinçlerin dilimdeki kekre tadındandır içimdeki dünyanın iç çekişi yani şimdi sevmek de, sevilmek de nafile a çocuk... Meral Vurgun |
Acılara Yaslanmak
beri gel ey canıma candaş olanım gel otur şöyle yanıma omuz ver, yasla sırtını acılarıma ha desek tufanlar koparır yürek sözümüz var söylenmemiş kelimeler biriktirdik suskular okyanustur şimdi göbek bağımızı taşla kesip kınnap ile bağlamışlar aynı damardan akar kanımız yargısı tanığımızdır, tarih bilir yaramızda saplı duran bu kurşunlar aynı ellerin kirindendir aşikârdır cümle aleme kavga ile yoğrulduk direnen ellerde eğirildik sevda ile örüldük ilmik ilmik minnetimiz dostadır bizde saklı kalsın yaşadıklarımız... sofra kurdum sana bölüş benimle son zeytin tanesini bir de çay demledim üstüne yudum yudum sevgi çek yüreğine sonra yak sigaranı ateşinde tutuşsun dilimiz öpüşsün duman duman hasret yarası çığlıklarımız olancası bir avuç sevda boğum boğum bir nefeslik sesimiz bilirsin unutmayız sözün acısını kaç hançer vuruldu sırtımıza kaç talan, kaç işgal yıkıntıları kaç yerden bölündü uykularımız kanatmadık hain ellere yine de biz sardık dostun yürek yarasını derler ki aşk ortak türküsüdür insanlığın her dilde aynıdır ırası oysa patlamaya hazır mavzerdir anadilde ille özgürlüğün türküsü ille özgürlüğün türküsü... Meral Vurgun |
Adı Türkü
bir gece vaktidir gelişin ve yorgundur anlar ürkek düşer bakışlarım yüzüne sana bir kahve pişirmek isterim birbirine dolanır ellerim telaşıma bakıp gülersin kızarır yüzüm korkarım bakmaya oysa sütlü kahvemdir gözlerin yudum yudum içesim gelir bir yürek atımı haykırıştır gece sigara dumanına karışır suskularımız içimden türküler geçer ağıtlar, bozlaklar acı bir sis düşer dağlarına yüreğin hazan olur hüzün olur açsam derim göz pınarlarımı seller boşalsa ellerine adın türküdür senin dağ olur da ayrılık yıkılır üstüme üstüme parmak uçlarıma dokunursun usulca alevlenir içimin külleri tutuşup yanar bozkır misali zifir kararır gökyüzü okuyabilir misin öykünü gözlerimden? dilim lal dilim sus-pus son dakikayı da vurduğunda saatler vakit gitme vaktidir hadi yasağım benim bırak üşüsün ellerim yol senin karış turnalara ben seni yine beklerim... Meral Vurgun |
Aforoz
-esip geçti mi başından o deli rüzgar o her sızıya kan damlatan hançeri aşkın tırpan misali biçip geçti mi sol göğsün ateşini- gitme dayanamam sarhoşum bu gece öpsem gülüşün yanar şuramda dudakların daha çok yıllanmış sanki kırgın elimdeki kadehin kan rengi işte çarpıp bütün kapıları seninle çıktık kutsal sayfalardan aforozuz şimdi aşk bir yanımızda, hasret bir yanımızda kitaplar yazmamış yazgısını unutulmuş sayfalarda dili tutuşur aşkın yaprak yaprak kilit vurulmuş açamadım yürek kapılarını senden önce ******* işgaldi iki adım cehennem şurası aşıp gidecektim bir solukta sıratı arasatta durup baktığım kapılarda unuttuğun yüzüm kalmayacaktı belki de bu kadar çoğalmasaydın bende ve bu kadar erken gitmeseydin eğer bakışın sevgili ay yangını şimdi aynalara yüzün düşer silüetim buhardır küf tutmuş bütün duvarlar usul usul kan damlar gelemem bekleme beni an be an hicran sensizlik yürekli sanırdım ben de beni hınca hınç sevda dipsiz uçurumdu sevmeler işte düştü yürek bak üşüyorum her mevsim kış şimdi şiir diyorsun sevgili söyleme, yazma peki kim susturabilir çığlığını *******in sen mi, yoksa ben mi? geç bir kalem...! Meral Vurgun |
Ağlardım
ayışığını pencereme koy gitmeden ve beni büsbütün yalnız bırak yıldızlarla yapayalnız bırak -kan içinde- rengi kadehime düşsün sabahların gün ışırken savur göğe bir avuç buğday gibi savur tül kanatlılara karışıp uçuşsun rüyalarım her şeyin sustuğu saatlerde bırak beni yapayalnız dönüp yüzünü giderken bir şiir sıkıştır avucuma düşün ki artık hiç ağlamıyorum ve kızmıyorum da hoyratlığına say ki hiç bir şey paylaşmadık acıya ve sevince dair anılar bile kalmamış olsun ayak izlerinde yani ne varsa seni anımsatacak karanfil gibi yol, götür topla topunu tüfeğini bir işgal ordusu gibi çık git bu talan, bu viran şehirden sonsuza değin uyusun içimdeki Tanrı doğmamış yıldızlar gibi yepyeni türküler yak geçtiğin kentlere ve büyüklük sende kalsın hiç bir şeyi eksik bırakma sakın sana dair ne var yoksa süpür git son kırıntılarını da bilirsin öğrendim küllerden harç yapmayı devirip eskilerini bir bir yeni dağlar da kurarım elbet ve doruklarına bulutlar göklerine kuşlar da çizerim... -kim bilir belki de ağlardım şimdi bana bu kadar yasaklamasaydın eğer kendini- Meral Vurgun |
Akdeniz
fütursuz güzelliğiyle göz kamaştıran baştan çıkaran cilvesiyle onbir yıldır mavisini tutamadığım önümde sere serpe yatan Akdeniz! şimdi soyunup koynuna gireceğim Alp dağlarına inat çıldırasıya dalgalarınla sevişeceğim isterik ve pervasız... kum olayım... tane tane savur beni öte kıyıya al götür bizim yakaya... Temmuz 2000 İspanya Costa Brava Meral Vurgun |
Aklın Terazisini Kır da Gel
aklın terazisini kır da gel ok ile hedef öpüşsün bu gece ateşi tutsun ellerim teninde tomur tomur ter dök avuçlarıma damarlarımda kan tutuşsun çimlenip yeşersin kıraçlarım öyle bir gel ki bana yağmur ile toprak olalım seninle çiy çiy su ver çöl bağrımda çiğdemler açsın göğsüm üstü toz pembe güllensin çılgın taylar gibi dolu dizgin gel aşmadık sınır bırakma ücralarımda parçalamadık yasa çiğnenmedik yasak kalmasın us’umda bir git, beş gel kanadım ipek telden beş git, on gel bana uçmayı öğret tez elden aklın terazisi bozulsun bu gece düşdükçe tohum tomurcuk taneler kekik kokuları düşsün hüznü unut en derinlerine bak gözlerimin düş yaylamız mavi bulut bu gece... Meral Vurgun |
Alev Çiçeği
iki alev çiçeği iki yangın mavisi iki gözün yakamoz alacalı bir gecede ay asmış üstümüze gövdesini çırılçıplak bir hüzünle gülümser yıldızlar kayar gözlerimden us’umdan bir anı düşer düşer yitirilmiş şafaklara ve kaybolup gidersin bomboş kalır ufkumda kararır sayfaları tarihin sen yine yoksundur ne gecemde, ne de günümde ve isyanım dize getirir Nemrut’u bile yan yana uzansak seninle iki can, iki ten, iki yediveren tene düşen çiy tomurcukları avuçlarında terleyen toprak öptüğüm bu deniz ve yosun kokulu rıhtımlar uykusuz bir martı gibi düştüğüm gecede yokluğun ve saramadığım kollarında bu ölüm kıraç tepeler gibi çiçeklerini kendi elleriyle koparmak kimin harcıdır kim duyar böyle yanarken bizi ey Munzur yürekli çılgın tay bir deli poyrazım esip geldim kuzey ellerinden bana seni sevmek düşmüş susmadan son çığlıkları da bu aşkın aç dudaklarını usul usul öp yüreğimden... Meral Vurgun |
Andır Yaşamak
aydın yüzüm toy düşüm ben miydim dağlarında esen düşyeli yoksa sen miydin tufanlarla gelen görmedim nicedir gökyüzü gökçe duman asi başım deli beni tellerinden sor yüreğinin dağlarından geçtim buse bıraktım alnın akına dedim ki, “sevilmek güzelse eğer erdemdir sevmek yanıbaşımda kök salmış aşk büyümüş zormuş uzaktan sevmeler diyemedim ben ona sevdiğimi sen söyle” ah bir bilsen nasıl beter etti bu eller beni diyemem kimselere neremde saklasam sığdıramam ki dizelere seni bilirim asidir o dağların sevdaları doruklarda bulut denizlerde dalga misali ay yüzünde yüreğim kaldı uzanıp tutmak ister deli gönül baktığım hüzün aynaları suçlar mı bilmem beni andır... döküldümse gözbebeklerine andır işte yaşamak tutuştur bir ucundan yak ateşi belki kanayacak ığıl ığıl yeni baştan gözlerimden süzülecek gökyüzü ellerin ıslanacak bir kaç damladır yılların dili susacaksın belki de uzun uzun aşkla ödenir çünkü yaşanmamışların bedeli... Meral Vurgun |
Ant Olsun
gitme! yarım kalıyor türküler uyku tutmuyor gözlerim baykuş seslerine boğuluyor bu dağlar ellerin sınırlar aşırı uzak ölüm düşüyor us’uma ******* kar ayaz mevsim karakış sinemde bir yangın camların arkası sessiz bir çığlık kan revan içinde sensizlik son ışıkları da söndü şehrin gitme! kahretsin! hangi duvara baksam yokluğun asılı kaç kez savaş alanı talan edildim kaç kez sürgün gitme! canımdan düşen canlara kan olamadım sen kal can ver kardelen olayım tuz biber ol yaram üstüne varsın ölüm kalleş olsun sensiz düşürme beni toprağa gitme! sağanak döküyor gökler ağlamak ha senin için ha senin yerine ülkem ol yurtsuz koyma beni ant olsun! ... ölümüne sevdim ben seni... Meral Vurgun |
Aşk Can Suyumuz
Sevgili dostum, ustam Adnan Durmaz’a ithaf olunur biz ki direncimizin zehrinden emdik damarlarımızda sülükler beslendi çepeçvre ihanetler içinde sırt sırta ak alın siperdik gidenin yerine baş koyup tarihini mühürlerken kavganın tutmadık hesabını acının bundandır hep sırada kalışımız acının ırmaklarında aşklarımız yıkandı seller aklamadı bataklık solucanlarının çamurunu kara sevda yaylası sol yanımız dağlar aşıktı yürek yaramıza göçüp giderken onlar birer birer dövüşenlerin türküsü kaldı bize duvarlarımızda yüzlerini bıraktılar bundandır celledın dişlerindeki kan izleri acılar ana sütüyle büyüttü bizi doğrudur acılarımızı sevdiğimiz hüzünler yüklenip geldik çok eski çağlardan onyedisinde boynumuzda yağlı urgan yaprak dökümlerinde tattık şarabın kekresini aramasınlar boşuna satmaz bizi dizelerimiz aşk can suyumuzdur içtikçe içtik sönmedi yangınlarımız bundandır kurşun saçar kalemimiz... Meral Vurgun |
Aşk kokardın
gülüşüne dizeler dizerdim göğsünde şahan taylar şahlanırdı karanfil kokardı ellerin ay dağlanırdı gözlerinde yağmurlara inat sen aşk kokardın ipek dökerdi kirpiklerinin kozası ne çabuk aktın ırmak mıydı yüreğinin yeşil ovası dediler ki yol boyları menekşeler açmaz artık açsa da gün düşmez yüzüne bakma doğuşuna güneşin artık ay yüzün ışıtmaz o dağları şimdi kuğuları sevişmez şafakların öyle çabuk gittin ki dönsen de artık açılmaz kolların gelişini düşlerdim başkaldırırdı içimdeki çocuk bakışını düşlerdim susmalar yakardı içimin ovalarını çok uzaklarda açan iğde çiçeğiydi gözlerin ruhu yolunmuş iğdiş aşklar gibi düştün batıra batıra kanıma tırnaklarını kopar canımdan şimdi seni al gözlerini yüreğimden hadi git gidebilirsen... Meral Vurgun |
Aşk nerede?
Akşama doğruydu vakit. Güneş karşı binaların arkasına devriliyordu yavaş yavaş. İçimde bir yağmur baskısıyla gün batımına bakıyordum camdan. Sanki sezinlemiş gibi hüznümü, sanki benimle beni dinlemiş gibi ve beni daha fazla bekletmek istemezmişcesine, pencereme bir çift güvercin kondu. Çevrip ufacık başlarını, bir camdan içeri bana, bir de bakarak birbirlerine nazlı nazlı başladılar konuşmaya. Bir parça ekmek ufalayıp bıraktım camın önüne. Öylece durup bir an seyrettim. Dünyanın bütün renkleri tüylerinde toplanmış, bir bahar gibi ışıl ışıldı kanatları Sonra göz kapaklarım kendiliğinden kapanan bir perde gibi indirdi kirpiklerimi daldı gitti düşlerim İstanbul’a. Şimdi, bu mevsim, yani Nisan’da, baharda yani. Nasıl coşkulu, nasıl cıvıl cıvldır Eminönü’nde onlar. Başınızın üstüne konacak sanırsınız onlar. Öylesine dostturlar ki size, göğsünüzde çırpınıyor sanırsınız. Onlara katılsam da uçsam dersiniz. Hiç yorulmadan bütün denizlerin üstünde. Sonsuza kadar uçsam... Ben düşlerimi toplayıp yola döktüğüm o anlarda yeniden başladılar onlar homurdanmaya. Sanki bir şeyler diyor, teşekkür ediyor gibi bir edayla. Bir de yosma gibi kırıtmaları, onbeşinde bir arap kızı gibi gerdan kırmaları yok mu? Güvercin olası geliyor insanın. Öpüşe koklaşa devam ediyor bu sevinçli gösteri. Sanki aşk sadece onlara özgü. Sanki dünyaları pırıl pırıl, evleri aşktan yapılmış. Sanki hiç bir yerde bir damla kanama yok gibi. Ne savaş, ne kıyım ne katliam. Sanki gökyüzü ebediyen mavi. Ve bir tek onlar için o uçsuz bucaksız, o çılgın, o bir kucak bulutun mavi ipek döşeği. Hesapsız bir yaşamak. Yaşamak ve sevmek. Sadece onlar için şu koskoca dünya. Evet: Gökyüzü ebediyen mavi. Ve deniz ebediyen saten gibi dümdüz bir turkuaz. Birden dağ olmak istiyorsunuz. Başınız en yücelerde, yıldız yağmuru altında ıslanıyor, ayaklarınız denizin dibinde balıklarla dansediyor. Ve insanlar içinize aşk gibi doluyor. Bir ağacın dalları gibi topluyorsunuz onları. Kollarınız beşik oluyor, yüreğiniz döşsek. Orman gibi çoğalıyor, büyüyorsunuz. Akıp tarih oluyorsunuz sonra. Her yanınız kanatılmış. Yaralarınızdan şıp şıp damlayan kanın sesini duyar gibisiniz. Ve insan olmanın zorluğu bin tonluk balyoz gibi iniyor beyninize. Birden anlıyorsunuz ki, vahşet sadece sizin kanınızda. Yani İnsanda. Ve siz aşktan çok uzaksınız... Meral Vurgun |
Aşka Dair
önce kavak yelleriydi başımız üstü kaçamak bakışlar estikçe tek tek düşen yapraklarla savrulan okul defteri sayfalarına çizilen kalp içinde yan yana iki harf düşsel bir peri masalıydı aşk avuçlarımda değildi ya ellerin asi gelinciğin isyanıydı gülüşüm kendimden kaçıp yine kandime sığınmalar senden uzak, seni bulamadığım anlar fırtınaydı, seldi, yangındı aşk bir yudum sevda, bir ömür kavga bir ucu elimde, kayıptı öbür ucu bir yazılama sonrası sırılsıklam ıslak dönüşlerde bağlamanın tellerine düşen ağıtlardı aşk beton zeminler üzerinde dört adımda saatlere sığmayan voltalar taş yastıklara yanyana baş koymalar mektup yasaklı günlerde 'bu gün posta günü canım sıkılır' türküsünün hep bir ağızdan söylenişiydi aşk boyundurukta boynu ala öküzün toprakta özlem yağmura başak başak güneşe bakan bir çift göz karasabanı koynuna alma arzusu tohumun toprağı yarmasıydı aşk beni yüreğinde ara can bakışlım sensiz öldüğüm *******e sor dizelere düşürdüğüm hecelere kayıp yıllar arasından koparıp aldığım alıp vurgunca sakladığım sığındığım gözlerinde ayışığıdır şimdi aşk... Meral Vurgun |
Aşka Yolculuk
pembe dudak mavi gülüş yumuşak bir öpüş aşk bir geçiş uçuş mavi kaçış yeşil buluş gül kırmızı sevişmek en mavi sev ve sevil yaşanası bir ömür meneviş gözlerde gidiş geliş ölüş ve diriliş işte yaşamak... Meral Vurgun 23 Eylül 2005 Reise in die Liebe rosarote Lippen dein blaues Lächeln ein zärtlicher Kuss die Liebe ist ein Schwankende der Flug ist blau die Flucht ist grün das Finden ist rot wie Rosa sich lieben ist das Blau lieben und geliebt werden für eine Lebenswerte Lebensdauer in Veilchenfarben Augen hin und her wandern zu Sterben und wieder Leben zu kommen genau das ist das Leben... 23.September 2005 Übersetzt (çeviri) Meral Vurgun, Ralph Raske Meral Vurgun |
Aşkolsun
sen ey çakmak taşında yanan ateş elimi yaktı eline düştüğü avuçlar aşkolsun be sana aşkolsun aşk adına elimi uzatsam tutacaktım aşkı gitmekse, gittin sitemse, ettin bir avuç köz kaldı senden geriye göm yüzünü şimdi kendi küllerine gelsen ne olur artık kalsan kim ölür söndü gökteki yıldızlar... ama söylesene nasıl sönecek içimdeki yangınlar? ... Meral Vurgun |
Ateş
ay vurgun mavi kanar geceye dudaklarının neminden öptüm izi kalmış şarabın çiy düşürdün tenim gül yaprağı ıslak içiyorum bu gece bütün suskuları dillendirdim yüreğim karadeniz gibi hırçın başımda aşkın doru tayları çılgın... vursam yaralasam seni göz-gez-arpacık bas tetiğe ateş yüreğim ateş...! ateş suya düşse yıldızlar yanar çığlık çığlığa gökyüzü gece mavisi bir hüzün saplı şuramda kahve karası gözlerin nehirce serin aklım us’um sen akar bütün kuralları çiğne huysuzum bu gece patavatsız, pervasızım ilan’ı aşk ediyorum delice seviyorum seni ay karayağızım seviyorum işte aç göğsünü yüreklice... Meral Vurgun |
Ateşi Tuttum
önce ateşi tuttum avuçlarımda güney rüzgalarıyla esip yalım yalım venüse uzanıyordu yanan tenimde ellerin akkordu sonra ışıl ışıl gözlerin parladı bakışımda sesin çınladı bozkırların senfonisiyle söğüt ağacının şarkısı yankılandı derinden ağıtlar dinledim uykularımda önce ateşini düşürdün akkorlar dağıldı yürek uçurumlarıma üşüdüm... sonra yankısı sustu sesinin kırların sefonisi gömüldü geceye sonra sen gözlerimden süzülüp duru su gibi akıp geçtin içimden... Meral Vurgun |
Ateşten Geliyorum
o mavi kristal mi kırıldı sol yanımda söyle bana yoksa bütün gelincikleri yolundu mu dağların telleri kopmuş bir yüreğin kanaması sesi bu duyduğun ne bir çığlıktır derinleri inleten ne de bir çağrıdır sana gel diyen kim bilebilir ki sen ya da bir başkası ben ateşten geliyorum vardır belki bir açıklaması nicedir kapıma dayanmış ölüm sarınmışım hasretine öyle bir şey işte sorma bana tarifi yok aşkın gözleri uçuk mavi unutmuşum sözcükleri şimdi dilimde ham bir elma tadı dişlerimde gülüşün kalmış açma dudaklarını trenler kıvrılıp bir vahşi yılan gibi akıp gidiyor ellerin kalıyor ellerimde büsbütün yanıyor bozkırlar bir avuç kül yağmur oluyorsun dökülüyorsun kirpklerime ağlamadım belki de geceydi sadece ben onun koynunda sen benim koynumda... söz olsun aşka ölürsem eğer sakla bir mücevher gibi gözlerinde bir karanfil koy başucuma şu lanet dünyanın arıt bütün kirini mezar taşımda... Meral Vurgun |
Ay Ağladı
geceyi kuşan da gel patlamaya hazır mavzer olsun yüreğin çığ gibi birikti sana diyecek sözler suskular tutamaz dilimi gel çingene gülüşlüm tutulduğum gözlerinde yıldızlar mekan tutsun us’um çıkmış rayından dağ boyudur yoklugun geceyi kuşan da gel günlerim zifir kara akşam erken çöküyor sevda sığmıyor bu dağlara kah sustuk kah coştuk seninle kah ağladık kah güldük ******* bilir bizi ay ağladı yıldızlar söndü sığmadık sığdıramadık evrenin aşkı ücralarına... Meral Vurgun |
ay gözlü can
dost de önce yürek senin olsun ay yüzlü, ay sözlü can yar de, can senin olsun el ver, kopar kolumu al senin olsun geldik uzak diyarlardan yüreklerimiz oralarda vuruldu cihan gülü canlar doruklarda ay yürek meskenin olsun ister gül ek, ister yak lavlar püskürsün, kor olsun öz ver ay can söz senin olsun ay can gel de hasret hasret gözlerim yola koyulsun... Meral Vurgun |
Ay Doğuyor
bulutların arasından geçiyoruz okşayarak kanadını kuşların karanfil kokuyor yıldızlar güneş kadar yakınız biribirimize şarap dediğin nedir ki aşk bir salkım üzüm senin gözlerinde gözlerin ay ay diyorum yabancı bak üstümüze doğuyor bir bedir, bir hilal ve biz gül çiziyoruz geceye dön bak gerilerine *******in zorbalar gelip geçmiş dünyamızdan krallar devrilmiş kimi kan içerek kimi kan kusarak ben seni aramışım bin yıl yurttan yurda göçerek sonsuzluğa solumuşum aşkı ürkmüş uzaklığın sınırları ve umut yeşil ve umut mavi ve umut kızıl umut beklemiş toprak gibi baharı oysa senin saçların başak gibi sarı buğday sarısı kanı sıcak topraklardan gelmişim üç yandan kucaklar denizi memleketim aşkı önce kilimlere dokur kızları ülkemin çiçekleri elma dalı gibi saçlarına oyalar bu yüzden ya Kerem’dir ya Ferhat’dır yavuklular erguvan kokularınca büyür çocuklar yayla güneşi gibidir anaların bağrı hep yanık, hep yaralı kanı sıcak topraklardan gelmişim alev alevdir yüreğim sen önsözüm ile sonsözüm arasında dur ömrüm gibi seni seveceğim al bu leylak kokularını koynuna doldur... Meral Vurgun |
Ay Dolun
ay deli gönül ay dolu dolu aydolun bu gece dolunaydın ay göğsüme dolaydın boynuma dolanaydın ay sana yanaydım tutuşaydım sevgili beni yüreğinin cehenneminde sakla aya değsin bir tel ak saçın değişmem verseler dünyayı gülüşlerimi aydınlat aydınlat ki düşlerim ışısın çoğalsın bendeki sen büyüsün... Meral Vurgun |
Ay Hüzün
gelirken albahar çiğdem yüzüm giderken bir kara hüzün Alp dağları yıkılır üstüme neresine tutunsam çöker gökyüzü uykusuz bir gecenin ardında kalır gözüm gün yüzünü hep sensiz açar ve bütün sabahlar sensiz ışır günaydın ayaydın düşaydın ay vurulup öleydim yanıp yakılaydım sarhoş olaydım ay gülüm günaydın giderim ay yüzün hüzün beni bu dağlardan sorma ay nehir akma çağlama cehennem başım üstüne beni sen dağlama gelirken her mevsim bahar koynumda karanfiller allanır gidişler yaprak dökümü dağlarım boranlanır ay gelsen dedim gelsen de ben vurulup ölsem ay yüküm ağır sen orda, ben burada taşımaz omuzlarım ayrılık sol yanımda kırık dallar gibi asılı... Meral Vurgun |
Ayşenur Zarakolu’na
Belge Yayınları sahibi sevgili arkadaşım Ayşenur Zarakolu’nun anısına “ölüm adın kalleş olsun” doruklara vururken çarparcasına yüreklerimizi sen miydin ölüm yosma bir kobra gibi kırıta kırıta gelen ihanet, pusu-pusat / hain sorgusuz-yargısız kayıp zindan duvarlarına çivili gülüşler alnımız akı mavi yıldız düşü kuğu boynundan asılı şarkılarımız ip uçları kardelen sen miydin ölüm sinsice gelen koptu kopacak fırtınaydık bütün düşlermiz yarım nereden essek tufan olurduk ve nar çiçeği umut bir zamansız bozgun ölüm sen miydin taş yastıklara üçer beşer baş koyduğumuz o karanfilleri beşer onar yolan ölüm sen miydin sürek avcısı ceylan sekişlerini kıran ah sen miydin ölüm anamın bağrına kara taşlar vuran ah sürgünlüğüm benim hasretine tutunduğum sığınağım bir bir dökülen, yanan, yakılan yıldızlarım ay yüzlü, gün bakışlı cehennem yürekli çeyrek bardak çayı yudum yudum bölüştüğüm beş üleşip ki nefes çektiğim sigara dumanı gibi ciğerlerime çekip sakladığım sen miydin ölüm yüreğimin dağlarını koparan kara şifreli Eylül direşkenliğim kanayan düşler aydınlığım koparıp beynimden satır satır alınteriyle sunulan kitapları yaktılar zulüm ar gelirken sen miydin ölüm bize yar gelen ve kadınlar... ille de o kadınlar “olmak ya da olmamak” çelişkisinin çelikleştirdiği güneşe gün doğuran kadınlar düşünce savaşının “sıra nefer”leri sürgün düşmeye gör o çıyan ölüm koparır yerinden yüreği bilinmez yaşadıklarımız dağlar içimizde yücelir kül yortusu kan tortusu kıvılcım ateştir telleri yüreğimizin ve matem yasak! başımıza kadar sevda halaya durun dostlar her meydanda tırnak izleri kazılı onların ağıttır adları destanlarımızda yalnız onların türküleri yazılı heeyy be ölüm yaşamak hakkı başımız tacı umut sarısı buğday başakları saçların senin sana selam olsun rahat uyu yürekli kadın... Mayıs 2003 Meral Vurgun |
Babama
Meinem Vater ich hätte meinen Vater gerne als jungen Mann erlebt er erzählt nicht viel von sich aber einige Prinzipien wiederholt er ständig alles muss seine Ordnung haben vor anderen sollte man nie schlecht dastehen er hatte immer einen Fünfzigmarkschein im Geldbeutel nicht um ihn auszugeben, sondern um ihn dabei zu haben mein Vater wuchs in Pommern auf es müssen ziemlich raue Sitten gewesen sein auf den Höfen dann die Flucht vor den Russen lange bevor er meine Mutter traf entdeckte er seine Liebe zu den Traktoren er arbeitete sich zum Kfz-Meister hoch ich erlebte ihn als einen Mann, der strikt nach seinen Prinzipien lebt wenn ich ihm heute begegne bewundere ich seine Geradlinigkeit bis ins Alter sein Jähzorn verrauchte, und ich höre ein gutes Stück Weisheit, wenn er wieder von seinen Prinzipien anfängt ... es darf nur nicht zu viel werden Ralph Raske BABAMA babamı genç bir adamken yaşamak isterdim fazla anlatmazdı kendini ama bazı prensiplerini tekrarlardı sürekli onun nizamında olmalıydı her şey insan başkalarının önünde asla kötü durmamalıydı kesesinde her zaman elli Mark’kı olurdu harcamak için değildi, aksine yanında bulunması içindi Pomeranya’da büyümüş babam mutlaka pütür pütür geleneklerle olmalı avlularda Ruslar’dan kaçış sonra annemle karşılaşmadan uzun zaman önce keşfetmiş sevgisini traktörlere çalışmış yükselmek uğruna, teknikerlik ustalığına onu yaşadım katı prensipli bir adam olarak bu gün karşılaşsaydım eğer onunla yaşlanıncaya kadar hayran kalırdım doğruluğuna anlık öfkesi tüterdi ve duyardım iyi bir parça aydınlık, prensipleriyle o yeniden başlasaydı eğer ... daha fazlası da olamazdı Çeviren Meral Vurgun Meral Vurgun |
Bahardın
gün serilir dağlarına ay tutuşturur bozkırlarını söğüt dalı gibi kurursun yağmurlara asılaydı yüzün topraga dökerdin gülüşünü anaç olurdun, sevecen... alnına düşüyor sümbül teller ne çok menekşe kokuyor ellerin hangi bağın salkımında sakladın gözlerini içsem şarap olur içmesem okyanus gibi derin çöller aşardın fırtınalar gibi yayan yapıldak geçerdin uçurumdun kaçıncı binlerden kalma kaç barikat yardın kan revan yaralı kaç çarkıfelek zincir kırdın yalınayak yürüdüğün yollar yabancı şimdi sana tutmamıştır tarihçesini acıların yolcuydun bunca zaman hanlardan gelir geçerdin heybende türküler yeşildin, aldın, bahardın başı karlı dağdın ceylanlar dolanırdı yamaçlarında alaca şahan sürüleri havalanırdı yüreğinden eteklerinde bir yavru maral gezinirdi tutuşturup yaktın kurudu karameşe dalları açmaz oldu gökce çiçekler bekleme boşuna artık güne dönmez yüzünü nergizler... Meral Vurgun |
Balirisi Bakışların
balirisi bakışlarına batıra batıra ekmeğimi bulut içiyorum bu sabah doyururken, pervasız, delişmen düşlerimi ayak sesleri gülümseyen insanlar geçiyor sokaktan elimi uzatıyorum dokunmak için hülyalarına bir şeyler bulmak için sana dair, sana benzeyen özledim çıldırasıya yatırıp ufkuma aykırı sevişmeleri fütursuz yaşanacakları kucaklayıp turna kanadında dağlarına serilmeye yanıbaşında bir yavru güvercin gibi ölmeye geldim bütün fırtınalardan kargaşalardan sıyırıp kopardığım bütün talanlardan kurtadığım kadim bir aşk ile donattığım bu yürek bir sebil deniz şimdi bulanık çayları aşk ile durultmaya geldim sen ki gelip mesken kurdun baş köşeme Kerem’in küllerinden kurulmuş sırça bir saray şimdi kalbim yüz yıl beklemek olsa da seni sevmenin öteki adı bağrımızı örseleyen çığlıklara inat elele vermenin zamanıdır artık sende beni bulmaya geldim hoyratlığını, küfürbaz berbatlığını kanıksadığım hasretinin dehlizlerinde fesleğen kokuları şahdamarımda titreyen sesin ülkemin sesidir hiç bir gömüte sığdıramadığım sevda ile bütün tezatlarımı çürütüp de geldim diyeceklerim var sana dilimin dönmediği kadar yanılsamasız bir ayna gibi bak yüzüme ve dinle... seni seviyorum ateşin cehennemi sevdiği kadar... Meral Vurgun |
Bana Gel
yıldızlara köPage Rankingü kurup uzandım göklerden sana dizeler topladım avuç avuç birer birer dizdim namluya işte yürek tetik 'göz-gez-arpacık' hedef sol göğsünün tam ortası bir köPage Rankingü kur yıldızlara imgeler sıra sıra dizilsin bulutlara şahittir ******* şimdi zaman sevme zamanı tutun bir mavi bulutun yelesine omuzunda sevdam gözlerinde yılların yorgunluğu yüreğinde yaşanmamışların özlemiyle bana GEL! seviyorum işte seni... Meral Vurgun |
Bana Senden Söz Et
diz dize değil belki ama oturabiliriz yine de göz göze gel seninle bir kavli karar edelim bana aşktan söz etme bu gece saçımın her telinden bin İblis asılır her yalanda bir deniz kızı ölür içimde kurur okyanuslarım, tükenir sularım dibe vurur anılarımı taşıyan gemiler ve baykuşlar tüner dallarıma bana aşktan söz etme bu gece Eylül'lerden söz et örneğin sararan yapraklardan ya da okul yolundan değil kayıp düşlerimizden söz et çalınan gençliğimizden mesela çözemediğimiz şifrelerden hayaletleri hala aramızda dolaşan asılıp, kesilip, yüzülen, başsız gövdelerden onurdan yana bize kalanlardan söz et bana aşktan söz etme oyunlardan söz et bu gece hilesinden, kuralından oyunların nasıl pata biter ya da kime düşer kupa ondan söz et senin olsun söz öz büyümelerden söz et bana dev aynasından yüzsüz yüzlerin o aynalara nasıl aksettiğinden değil kaç yüzü yansır insanın gerçek aynalara takke düşünce kel nasıl görünür ondan söz et bana kanayan yaralardan söz et bu gece çağlayan nehirlerden Fırat'tan, Dicle'den durgunca akıp giden Rennehri'nden dağlardan söz et bana 'Ağrı dağı efsanesi'nden Ilgaz'ın rüzgarından, boranından Alp dağlarının hüznünden söz et bana ilk yazlardan söz et bu gece erguvan dallarından örneğin çağla bahar şafaklardan o masmavi Nisan akşamlarından ayışığı içip sarhoş olduğumuz yar perçemine karası düşen kızıl Mayıs *******inden yüreğinin közünden asıl özünden yani senden sensizliğimin sen yanından bana yalnız senden söz et bu gece ya da çöller gibi susalım ikimiz de... Kasım 2003 Meral Vurgun |
Bana Seni Bağışla
nehir gözlüm yarım kalmış sevda yanım can yorgun, canan yorgun hasretlerim göz içinde açar mı al güller güz içinde dört mevsim günüm-güneşim bu dağlar kar-boran en sıcak yerine bas beni bağrının dost hasreti buseni bırak alnıma sır gibi sakla, derinlerine al yüreğinin ala dağlar kardelen, doruklar sevdalı polenler ipek yağsın omuzuma yasla başını gölge düşürme kirpiklerine kıyasıya bir çatışmada ele geçen iki gerilla 'ser verir, sır vermez' direnmeye antlı iki yoldaş olalım seninle ay şavkısı alnın deniz kıyısı yedi renk gökkuşağı, gül çehre yüzün gözlerinde yıldızlar yansın vaktimiz yok yarım yaşanmışlara eyvahlar etmeye 'giden gün ömürdendir' yarınlara aç kollarını bu dağların baharı geç gelir ah 'irin selleri'ne tutuldum kaç kez beni destansı aşkların ülkesine götür hüznümü gülüşlerine sar yürek yarası kanamalara göm bana seni bağışla Ferhad'ın deldiği dağları aşır Kerem'in küllerine düşür güneşin alnına yazacağım adını ha desem fırtınalar kopacak içimde ufkumda yıllar alevlenip yanacak umudum bahar bahçe... Meral Vurgun |
Başka Yüzler
bir başkayım şimdilerde güz yüzümde başkalarının renkleri başka *******e uyuduğum başka sabahlara uyandığım ay gözümde başka bakışlar başka yerlerin uzak kentlerinde başkalarıyla öldüğüm başka ruhlarla dirildiğim canlar nerdesiniz? geçit törenlerinde başka yüzler başka seslerde başka çığlıklar başka haykırışların sessizliği başka dillerde söyleniyor şarkılarım başka yangın küllerininin savurduğu gözlerim nerdesiniz? başka şehirlerin başka meydanlarında başka kalabalıklar, başka ayak izleri aynalarda bana bakan başka bir ben omuzlarıma düşen başka saçlar başım başka omuzlara yaslı el başka kol başka benim ellerim, benim kollarım ya siz nerdesiniz? başka yanıyor şimdi ateşler küllerini başkaları savuruyor Kerem’in Ferhad’ın sabrı başka dağlarda çözülüyor başkalaştı şimdi sevdalar ve adına şiirler yazdığım sen bir başkasın şimdi içimdeki kale başka senin de gülüşün söyle peki ya sen ya sen sen nerdesin? Meral Vurgun |
Bekle Istanbul
nice güne umut nice cana sevda hıncahınç kızıl direnç nice geceye şafak düşüren ülkem yaşama tutkusu asılı saçlarında görecek günün, sorulacak hesabın çıldırasıya coşkusudur bu koynunda büyüttüğün aşkların dili tutuşur kekresi ham meyve tadı gül damlası dudak rüyası dal budak yağmurun memesi bulut kurak, çatlak toprak misali damla damla içesim gelir yarsız-yarensız kalsa da yürek uğruna tutsak düştüm sürgün edildim kök salar içimde filizlenip yeşeren düşler tutunacak kulpu olamasa da zamanın karınca yuvasında kaybolmak isterim çakmak çakmak gözleri ateş böceği çocukların kıvılcımlar düştükçe söküp yüreği yerinden sürüp isyanı namluya bırakıp bu kenti ardımda serçe gagasında yaş olup gidesim gelir arsız-arlanmazın adına aşk dediği bir gecelik pembe donuyla çöpe attığı alkol artığı kirli kalıntılarına kusarcasına tükürüp iğrencimi daha sıkı sarılıp sevdaya vurulup bir şafak vakti düşesim gelir nar gülüşlü, kaya bakışlım hıncımın kızıltısında sevda yangın mavi sana acılardan süzdüm, ağulardan arttım olancası bir yudum aşk bir firari vurgun-talan yürek yarası verilmiş sözüm, yeminim, andım var umudum var gürgen yeşili omuzlarımda yorulmuş düş yüzüm yedi tepe ayak izlerim bekle beni İstanbul düşüp meydanlarına ölesim gelirl... Meral Vurgun |
Beklenen Gün
bekle sevda yürekli dağ çınarım varsın damgasını kara vursun zaman sabrında taşlar eriten tarih şahlanadursun ilk cemresi düşecek baharın sevdayı dölleyecek ilk ışıklarıyla güneş kan pıhtısına dönecek salkım salkım kızıllık bir kardelen baş kaldırıp buzlar altından selamlayacak özgürlüğünü halayın, zeybeğin, horonun hele bir terlesin umudun alnı yırtılsın sabrın çeperleri emek meyveye durduğunda göreceksin tanrılar terketmiş olacak yeryüzünü boğulup atılırken çakal sesleri dipsiz kuyulara bir başka gülümseyecek gökyüzü bütün türküleri anadillere çevrilecek alınterinin şarkısını kuşlar söyleyecek o görkemli şafağın bütün çocukları dinleyecek dünyanın o gün söylenmiş olacak son sözümüz yırtıp kabuklarını yüreklerde sevgi çiçeğe duracak kızılcık dalları kimseler beklemezken seni benden başka bir anda bitivereceksin yanıbaşımda omuzuma düşecek başın son kez haykıracağım hoş geldin ey sevda yürekli yar! hoş geldin ey gökyüzümün mavisi... ve gömüp yüzümü sol yanına uzun uzun susacağım sonra aşıp geldiğimiz zamanların dalından sararıp ince bir yaprak düşecek ipeksi rengini alıp benden göğe serpecek çimlenip yeşerecek üzerimi örten bir avuç toprak göcebe kuşlar havalanacak orta yerinden yüreğimin geriye sadece ağrısı kalacak sevmelerimin ve ben belki de ilk kez o gün o kadar mutlu olacağım... Meral Vurgun |
Bekliyorum
mavi gülüşüne kur sehpayı ve as üstüne yüreğimi gül dalında al ipek bir kurdela gibi sallansın umduğum, umarım ol ufukları güneş gibi yırtan sözcüklerle gel dünyama uzak dediğin nedir ki iki adım bir uçtan bir uca iki kutup koyunkoyuna yatıp da yanyana gelemeyenleri bilirsin bırak dudaklarını kırmızı şarap gibi bırak ağzıma yüreğime aldım ışınlarını güneşten bir susku dolu içim ah! diyorum ah! şu yaşamak ne mendebur bir iş bak! Yüzüm Kuzey’de bir yıldız bu gün iğreti bir yaprak gibi korkuyorum toprakta bir çığlık bu kentin sokakları zifir karanlık bana bir avuç güneş yolla sevgili bekliyorum... Meral Vurgun |
Ben Her Mayıs Ölürüm
ey özlediğim, beklediğim geleceksen eğer yaşamak vaktinde gel yaralı bir serçe gibi okşa yüreğimin tellerini çünkü anılar da ölüyor insan yüzleri gibi oysa Mayıs *******inde başka parlar yıldızlar küllenmeyen acılar taşınır tarih sayfalarından Mayıs *******i anadan doğma çıplaktır ay ve ben en çok Mayıs’ta ölürüm bir Mayıs, çoğalır taşarım meydanlara çoğaldıkça vururlar beni ceset ceset düşerim alanlara isyan olurum altı Mayıs’ta yavuklu gibi sarılıp mavzere düşerim Şarkışla yoluna ve asılırım düşlerimden o sabah onsekiz Mayıs’ta başım Munzur kadar asidir tırnaklarım sökülür, lime lime edilir bedenim ser veririm, yüreğim altın çağdır ve Mayıs büsbütün akşamı sabahı kanlı ölümün erkenciliğidir yani yani aşkın ateşe dönüşümü kalkıp kalkıp devrilmesi bir dağın yani bam telinde sazın en güzel nakaratı sevda türkülerinin duydukça ürperten ağıt sesleri üretip de bölüşemediğimiz ekmek gibi her ölümden yeni bir yaşam doğurmak yani Mayıs işte yani tek ve tekin olmayan oniki ayın baharı dağ taş uyanırken, börtü böcek sevişirken sürü sürü kuşlar gökyüzüne serpilirken bahar bahar bütün aylarda ölürüm ben yani özlediğim umduğum ve beklediğim vazgeçilmez utkum üreten ellerin nasırlı özgürlüğü yürek tutkum yani bağımsızlık sancağında iki namlu bir al yıldız doğacak günün müjdecisi yani kurşun eritiyor avuçlarımın nasırı gel dağlardan, ovalardan fabrikalardan, okullardan dört bir yandan gel... Meral Vurgun |
Benliğimin Türküsü
Das Lied meiner Identifikation (für Meral Vurgun) Fremde, du fragst mich nach meinem Lied das Lied, dass mit dem Schrei ins Leben begann komponiert im Bauch meiner Mutter befruchtet von dem Samen meines Vaters Fremde, du fragst nach dem Lied meiner Identifikation ich bin ein Kind des Wirtschaftwunders ich bin ein Kind der ersten Zentralheizungen und Supermärkte ich spielte, als der Beton noch nicht alles gefressen hatte ich küsste meine erste Liebe auf den Weinbergen über der verschneiten Stadt ich begegnete dem König Alkohol mit Pickeln im Gesicht ich hatte kein Ziel ich war im Taumel der Exzesse mein Leben verging im Rausch ich saß in einem Intercity und wache heute auf, wo du nach meinem Lied fragst Fremde, ich wäre gerne der Krieger, der das Blut seiner Jagdbeute trinkt aber in meiner Zeit und in meinem Land herrschen die Krawatten über unsere Geschicke und unsere Wege werden von Stoßstangen bevölkert ich bin ein Krieger, der die Schlacht verlor ohne jemals gekämpft zu haben Fremde, ich hörte das Lied deiner Identifikation und ich bin beeindruckt viele Tage haben die Menschenvölker noch zu überwinden ich verneige mich dem Schicksal mit Demut die Schatten trete ich zurück ins Schattenreich gebrochenen Herzens mein Rückgrat bricht zuletzt ich bin ein Krieger in einer Welt, die anders ist, als ich sie träume wären da nicht die Zeichen, die mich hoffen lassen ich würde mein Lied aufgeben Ralph Raske Almanya www.leselupe.de Benliğimin Türküsü (Meral Vurgun İçin) yabancı, bana türkümü soruyorsun hayata çığlıkla başladığım türkü anamın karnında beslendi babamın tohumlarıyla döllendi yabancı, benliğimin türküsünü soruyorsun ekonomik mucizenin çocuğuyum ben çocuğuyum ilk kaloriferlerin ve süpermarketlerin oynardım her şeyi betonlar yutmadan önce karla kaplı şehir üstünde ilk aşkımı bağlarda öpmüştüm kral alkolle yüzümde ergenlik sivilceleriyle karşılaştım hedefim yoktu taşkınlıkların başdönmelerindeydim yaşamım sarhoşlukla geçip gidyordu bir İnercity’de oturmuşum ve uyanıyorum bu gün, bana türkümü sorduğun yerde yabancı, bir savaşçı olmak isterdim avının kanını içen ama benim zamanımda ve benim yurdumda hükmediyor kravatlar ustalığımız üstüne ve yollarımız tamponlar tarafından sislendirilmiş bir savaşçıyım, muharebeyi bir kere bile çerpışmadan kaybetmiş yabancı, özdeşliğinin türküsünü dinledim ve etkilendim halkların daha çok günü var kazanacak alçak gönüllülükle eğiliyorum yazgıya gölgelerini gölgeler diyarına yolluyorum kırılmış kalplerin ve son kez kırılıyor omurgam bir savaşçıyım düşlediğimden başka olan bir ülkede olmayaydı beni umduran im’ler vazgeçebilirdim türkümden de... Çeviren Meral Vurgun Meral Vurgun |
Beş
FÜNF Ich bin fünf. Vier und eins. Drei und zwei. Ganze fünf! Ich mag Bonbons und Christian, denn er teilt sie mit mir. Er sagt, er mag meine langen Zöpfe und ich darf seine Blutsbrüderin sein, bis wir Tod sind oder sterben. Großes Indianerehrenwort! Die Welt eine blaue Glasmurmel in schwitzenden Händen In Seifenkisten fliehen den Wind an den gelösten Haaren ziehen Kirschbaumträume von den Zungen spucken in die Wirklichkeit pflanzen Mit Händen aus Sturm Drachen jagen Den Winter in deinen Augen sehen Nase reibend Wir wechselten Kleider und Schuhe als sie zu klein wurden Erwachsen werden war nie mehr Nur einmal mit den Augen zwinkern, dann bist du bei mir: Mein rechter, rechter Platz ist frei ich wünsch’ mir so gern Chris herbei! Ich mag Schilfhalme im Wind blinzle ich weben Erinnerungen deinen Schatten ein Blumen verändern ihren Geruch auf Gräbern Warum ist das so? Du hättest es gewusst Damals schenkte ich dir meine Zöpfe Ein Wimpernschlag, dann wirst du bei mir sein. Ene mene, eins, zwei, drei, wünsch’ mir so gern Chris herbei! Ich bin immer noch fünf. Vier und eins. Drei und zwei. Ganze fünf! Am Felsen liege ich atme Wolkenbilder Galoppierende Mustangs auf blauer Ebene Häuptling weiße Feder am Horizont Er lächelt in mein Herz wie du Alexandra Schulz BEŞ yaşım beş dört, bir. üç, iki. tamamı beş! şeker ve Cristan’ı severim, o ki, benimle onları paylaşır uzun örgülerimi sevdiğimi söyler Kızılderili şeref sözüyle geberip ölene kadar kan kardeşi olmamı ister dünya terleyen ellerde mavi bir cam bilye eriyip sabun kasalarlarına dökülen rüzgarı dağınık saçlara çeken kiraz ağacı rüyası dil ucundan gerçeğe tükürülen bitkiler ellerle fırtınalardan ejderhalar yakalamak burnu sıyıran kışı senin gözlerinde görmek küçüldüğünde elbilermizi ve ayakkabılarımızı değişirdik bir daha büyünmüyor bir göz kırpışımla sen bende ol sağ yanımda yerin boş imanıma özledim, iple çekiyorum rüzgarda renklerin parıltılarını severim gölgende göz kırpar anılarda düğümlenirim mezarlıklarda çiçeekler kokularını deşiştirir neden? sen bileydin o zamanlar örgülerimi vermiştim sana bir göz açıp kapayana kadar yanımda ol duma duma dum ben bir yalan uydurdum bir, iki, üç budur dileğim iple çekiyorum Chris yaşım hala beş dört, bir, üç, iki. tamamı beş kayalara uzanıyor mavi düzlükte dörtnala yaban atları gibi koşan bulutların resmini nefesliyorum ufukta kabile reisi ak tüy yüreğimde gülümsüyor sen gibi... Çeviri Meral Vurgun Not: Bu şiir sevgili dost şair Alexsandra Schulz'a ait olup yeni çeviri çalışmalarımdan biridir. Hatalar içerebilir... Çeviri eleştirileye açıktır. Meral Vurgun |
Bir Bahçe Çiz
bir vaha masalıydın sen çöllerimi yeşile boyayan ve beni sana öldüren yine sende cana getiren öykümüzün adı hasretti beni sana, seni bana yetiren kim bilir yaşamak güneşi kucaklamaksa eğer belki de ölüm bulutlara kanat vurup düşmesidir kuşların ya da ses düşümü damardaki kanın silindiğinde gökyüzünden adımız çocuklar oynar belki de bizi, kim bilir bir bahçe çiz göz ucuna sonra bir rüzgar bulutları aralayan bir yavru ceylan düşün çöl ortasında bakışını doruklara çevir sonra beni hayalle seni beklerken umudu ihanete vuranlara inat tükür yüzüne kirli zamanların bir şiir kopar yüreğinden bir kızıl gül gibi aç sonra bana içli bir türkü dolansın diline sesini sesime kat sevgilim baktığın aynalardan sök al aks’imi bakışın gözlerimde yansın bilirsin... neler konuştuk, neler sustuk seninle öpüştükçe düşlerimiz ücralarında aklın nasıl tutuştuk yandık, nasıl kor tuttuk çözebilmek, saklamak olası değil bu sırrı öyle onulmaz bir aşkın koynuna düştük ki bir çoğaldık, bin azaldık seninle... Meral Vurgun |
Bir Ben Kalırdım
zifiri karaydı ******* kurşun kalem ışığında sana şiirler yazardım yokluğun asılı kalırdı dizelere yüreğimden emdirir ak süt gibi hasretle beslerdim benziyorlar mı diye sana nur topu oğulcuklar doğurmuş ana gibi, bakardım mıslaralara tutunduğum gökyüzü çatırdar adını kara sevdam koyduğum çığlık çığlığa ses vurmak istediğim dağların dört mevsim, oniki ay kar boran tutardı üşürdüm... denizleraşırı sürgündüm ben ışıksız şehirler misali ıssız kalırdım anadilde söylenen bir sevda türküsü gibi geberesiye özlerdim sesini ve bana sen bile yasaktın yokluğunda her gece bir söğüt dalı kururdu içimde paramparça dökülürdü yıldızlar ürperirdim gölgemden bile yangından can kaçırır gibi saklardım seni yine de akar giderdin düşlerimden yani koca çınar’ım seni getirip bana verselerdi kana susamış vampir dişli zaman bedelini yürekten alırdı ve geriye yine savaş yıkıntısı bir ben kalırdım bir ben kalırdım... Meral Vurgun |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 07:15 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.