![]() |
Türk Öğer Koç
*Ecevit*
koparamadılar dalından yapraklarını beslensin diye gün ışığında kuytulara gömmedik filizlerini halkının göz yaşlarıyla sunduk toprağa gürbüz bir çınar gibi Anadolu’nun ruhu olarak salacaksın köklerini derinlere dolaşacaksın damarlarımızda |
.Aşk
ölü olmak gülüm dökülürken göz yaşlarının omzuma değmediği gündür |
Çelik
işlerken demiri vida yapmak geçerdi içinden ama hep bir kişi emrederdi binlerden biri idi o sonuçta başka şekiller çıkardı ortaya trikotajda belkide çalışmak isterdi ilikler açmak yada bir yan sanayide cant kapakları yapmak kurulamadığı koltuklarına yanından geçerken bakmak doyasıya emeğinin ürününe ama uyuyamıyordu ürününü görmekten korkuyordu bilmediği yerlerde bilmediği insanların çocukları yetim kalırken alın terini akıtıyordu demire şekil veriyordu |
El
el yabancı değil bir kol boyu kadar yakın omza bir bilek mesafesi kadar uzak nasıl bakmak istersen düşüncelerinin ivmesini o yöne çevirirsin kökenine inersen her şey kardeştir her kes gibi kardeşçe yaşamalı öğrenmeye zaman kalmasa da direnmeli kardeşçe yaşamaya taş ve toprak gibi su ve ağaç gibi Ceyda ile Hüseyin gibi yaşamalı yabancı olmadan |
Erdem
ne ilaveten bir söz söylemektir erdem ne de Nergisten doğma Adem kuludur suskunluğun günahını yummaktır cennet umudundan insan ömrünün son çeyreğinde uzak kalarak göze ala bilmektir sevilme arzusunu mezara kendinden önceye alarak takasa girmeden uzatabilmektir elini ne densiz ve takısız duygularda |
Garip
garip işte yüzme bilmiyorum bir sahil kentindeyim sözüm ona şiir yazıyorum doldurarak kelimelerin içini aslına bakarsanız gaza gelmiş cengaverler gibi yel değirmeni arıyorum adım çıkmış bir kere sancağım delinse de dikilmiş burçlara istemediğimdendir yüzmeyi bilmemem sevmediğimden değil nede laf olsun diye yazılmış ne kadar çok şey eksik kalıyor doldurmak istedin mi zamanı minyon tipli bir adam gibi geçip gidiyor bilmeden taşıdığını hasbi halden uzak garip sözlükte bir çok anlamı taşıyor takip ettin mi izini karşına bildiğin şeyler çıkıyor bursada olup uludağa çıkmamak denizlide görmemek pamuk kaleyi sanki zaruri bir gereksinim gibi hissetmek her şeyi farkına vardığını sanmak eksikliklerin derecesini değiştirmek önemlerin bir şiir akımı olmayan çağrıştırıyor garip olmayı gel sende gel garip olalım biraz masanın üzerinde duran rakıya dokunmadan tokuşturalım şen kahkahalarımızı neresi garip olurdu atmanın kahkahayı ajanslarda bahsedilmeseydi kap kaçlar, özelleştirmeler trafik kazaları ırak iran küreselleşme filan masanın üzerine onun için konmasaydı kadehler kadehlerin yanına konan bir avuç leblebi yansıtmasaydı ülkenin ekonomisini neresi garip olurdu atmanın kahkahayı kadehlere dokunmadan garip bir sahil kentinde yaşayıp yüzmeyi bilmemek köleliğin farkına varmadan yaşayıp sessizce gitmek |
Kolay Değil
söylemek aklıma geleni katkı sağlamıyor bir adım daha ileri gitmeye hava puslu değil kirlenmiş düşünce artıkları ile gül güzeldir ve büyük bir çoğunluk ile mutabakata varsak ta saçılınca yaprakları bir oryantalin ayakları altına yaratsa da kişide şah saha çatlar mutabakatın halkası ve gecenin sonunda toplarken garsonlar ortalığı ayaklar altındaki ezilen gül yaprakları güzellikte yaratmaz aynı mutabakatı kirlenmiştir düşünce ki daha doğrusu kirletilmiştir oysa ne kadar çok kendinden emindir sevgili dalından kopardığı gülün kopardığı yapraklarının bir yüreği alabileceğinden bir gariplik var bu işte kopukluğundan olsa gerek hani karnınız ne kadar aç olursa olsun koparılırken ekmeğin yere dökülen kırıntılarının akla gelse bile toplanıp yenemeyeceği gibi düşünce kırıntılarının da saçılırken çevreye onlardan da beslenecek yaşam çeşitliliğinin bazen sağlasa da yararı bazen de karşında bir duvar olacağını bilmeden akıntıya bırakmış somut gerçeklerden uzak sözlerle beslenmek bir gariplik var biliyorum büyük bir çoğunluk ile hem fikir gibi görünsem de detaylara girdiğimizde ayrı ayrı düşündüğümüzü işte bu konu garip değil soyuta soyut bakmak yada somutu görmek tüm söylevlerin dumanında işe bu garip değil kolayda |
“Basından-Bilirkişi Raporu”
sessiz sevdalara gömüldü gözyaşları başında mezar taşı bulunmayan soluğu kesilecek gibi kavalı üfleyen çobanın bir sevdadır serçenin yavrusuna öğrettiği özgürlüğe kanat çırpıntısının “Basından-Bilirkişi Raporu” “çocuğunuz öldü, ilerde yapılacak masraftan kurtuldunuz” merhaba demek için Dünyaya tüm tohumlar yırtıyorlar zarlarını kolay değil kabuğunu delmek bakmak ala bildiğine çevreye yaşaya bilmek onurunla utanıyorum filizler boy verirken sevdalar serpilirken ezilmelerine birazda kabahat bende diyorum sessizliğime gömülmüş onurdan bahsediyorum |
10 Kasım
mavi idi bakışları duru gökyüzünü andıran içine bakıldığında sonsuz huzur bulunan dalıyordu karanlığın içerisine mızrak gibi her bir kıvılcımı yeni ateşler yakarak direniyordu ölüme bıraktığı emanet için |
29 Ekim
1-) Çocuktum, okulun dışında yaşadığım anlarda, öylesine benzemezdi bu günlere, küçücük ellerim vardı bir silahın kabzasını kavrayamayacak…iplerini tutardım uçurtmamın… annem kuzinemizin küllüğünde köze yatırırdı patatesleri pek fazla şeyimiz yoktu yapacak beklerdik 2-) Bir kıpırtı başlardı ağabeylerimizin ablalarımızın yüreğinde, en güzel okul elbiseleri ile çıkarlardı o gün okul yoluna… dışarıda gün doğardı sessizliğe 3-) Büyüdük hep öyle kalmadık, kıpırtılar sardı bizleri de, açtık her şeye, kolay değildi öğrenmek, kolay değildi o günlerde… dışarıda güneş batmak üzere… iki gün sonra gelen gazetelerden okurduk tefrikaları iki gün geç başlardık her şeye 4-) Büyüdük, büyüdük sürekli, anlamasak ta bir şeyleri, içimizden akan çağlayanların yürüdük gözüne doğru, korkularımızla tanışarak, sarılacak bir şeyler arayarak… huzur bulurduk koruyacaktı bizi uzun şapkalı şapkasında yıldızlar kaplı şeytan suratlı ak sakalı sam amca tüm korkaklığımıza karşı fırtınalara karışırdı söylentiler tereyağları kavurmaları ne varsa savaş artıklarından kalma bastırırdı korkularımızı ak sakallı uzun şapkalı kursaklarımızda bir düğüm misali basılırdı çocuk düşlerimize 5-) Kimse sormazdı bizlere, sever misiniz kavurmayı, tozdan sütü, midelerimizin isyanına karışırdı bir şeyler, sormamışlardı… bizde sormamıştık miadını kursağımıza tıktıklarının… hiç kavurma sevmedim süt sevmezdi bizim kuşak anaforlarda kaybettik masum çocukluklarımızı ellerimiz büyüdü ellerimiz büyüdü 6-) Verdiler hep istemeden, verdiler durmadan, dilenmeler alışkanlıklara dönüşene kadar, çocuk olamadık isyanlarımızda, kuru bir ekmeği kemiremedik doyasıya…onurumuzla yaşayamadık… bir kızın saçına dokunmadan çektiyse tetiği parmaklarımız bilir misiniz kaç hüzün koynuna almıştır bizi kaç tefrikada eritmişizdir coşkularımızı kaç sevdayı bitirmişizdir acılarla dağlanarak 7-) Onun içindir ki unuttuk zamanın yaşını, yaşayamadan yaşlarımızı büyüdük, yürüdük hedeflere…ellerimiz büyüdü, ellerimiz,ellerimiz… yapacak pek fazla şeyimiz yoktu düşünmekten başka çocuktuk masumduk kurtlar sofrasında kuzu yaptılar bizi koyun olup sürüye saydırmadık kendimizi 8-) Düşünemedik bir çok şeyi, tadamadık bir çok yaşı, ne uzun uzadıya birdir birle oynayabildik, ne çelik çomağı tutabildik elimizde…erken tanıştık çelikle, erken tanıştık soğuk duvarla, kör kapı ile… aya bakarken düşünmezdik ay yüzlü sevgilileri ay yarılacaktı aya ayak basılırken bize öyle söylenmişti çocuktu yüreklerimiz hiç yalan söyler miydi bilgelerimiz çok masallara meze ettik masum *******imizi 9-) Öğrendik her yaşın altında ezdirerek kendimizi, her nakaratı attık içimize şiar gibi, namluya sürülen şavkı gibi vurmak için karanlıkları… doğruyduk çalışkandık on yılda çelik ağlarla kuşatmışlardı memleketi 10-) Bir şeyler oluyordu hissediyorduk, Bilmesek de bir şeyleri, bir şeylerle gizleseler de bir şeyleri, Cumhuriyetin çocuklarıydık, açtık bilgiye… yorulmuşlardı belkide belkide unutmuşlardı bizleri anaforlara kapıldı düşlerimiz büyüdük büyüdü ellerimiz dolduracak kadar kelepçeleri 11-) Pek fazla bir şeyimiz yoktu yapacak o yıllar büyüdük, ellerimiz soğuk demirleri kavradı, Demirler yürekleri yaktı… kuzinenin külleri arasından çıkarırdı annem patatesleri iki gün sonra gelirdi haberler iki gün sonra başlardık her şeye közlenmiş düşüncelere yatırdım düşlerimi yirmi dokuz ekimi bir bayram bilirdim öyle öğretmişlerdi dedelerimiz |
AB+D Sessiz Kalınmıyor
AB+D RH negatif yada pozitif acil yada değil kan aranmıyor uyuşmazlık var daha henüz unutulmamış taptaze anılar var masal dünyasında olur gelecek gösteren Küreler birde Şeytanlar mezat salonlarında anıları alanlar suskun bulutlarda kan satacaklar kanın kaç para Özgürlüğün kaç para ne fark eder mezat salonu bu kaç köle sunuldu kaç asırlık ömür sürdü satıyorum satıyorum sat sat satım çığlıkları kaç hayal sürecek gömülürken istikballer elbet bir gün mezat salonlarının başına da mezar taşı dikilecek |
AB+D Sessiz kalınmıyor 01
Hava Yolları Telekom Seydişehir Karabük İskenderun Sümerbank Etibank Ziraat …… … . satıldı satılıyor satılacak adına ne diyorlardı kılıfına korken bunları hüzünden olsa gerek unutkanlık biten mirasıydı çocuklarımın n güzel şeydi şu yaşlılık unut’ u veriyordum her şeyi ne gam ne tasa elimde kumanda ahh Ebru ahh……. Brüksel Zirvesi Sonuç bildirgesi bir rüya gördüm yaşlılıktan olsa gerek uyanık mıydım, uykudamı hatırlayamıyorum satılık beyanıdır diye yazıyordu müzayedenin önünde özelleştirmeden kalma kelepir olmuş mallar “İki beden ufaltılmış, Az kullanılmış, biri yamalı, iki adet satışa sunulmuş don var, Yatırımcının hassına, özellikle yabancıya, Saros amcanın kuzucuklarına, Önem ve Hassasiyetle duyurulur” birde not düşmüşlerdi Not; Stoklarda şimdilik çuval kalmadı, sürekli müşterilere özel İndirimle. bir cimdik atar mısınız |
Abdallaştım
hiç bir sözümü boşluğa asmadım düşünüyorum hangi masada kaldırmak için şerefe kadehlere inançlarımı doldurduğumu ya abtallaştım yada acemi imgeler sardı ortalığı aldırmazdım belki sunan sıradan olsaydı hiçbir sözümü boşluğa asmadım |
Acemiydik
acemisiydik her seyin yasam toy bakiyordu her yeni adimda bizlere |
Acı
on dördün de silgiyi bıraktım dostların yaşarken yaşadıklarını anı defterime yazdırdım sayfalar dolusu içinde dünyam öğrendim ki küçüktü yaşım öylesine uzatmadım sayıya sayfa katmak için on beşinde kilit taktım Bir şeyler oluyordu küçücük dünyalarımızda, ezberletiyorlardı her şeyi, kerrat cetvellerini, formülleri, tarihleri, şiirleri o kadar yer vardı ki belleklerimizde doldurmaya güçleri yetmedi, yaşam öğrenilmiyordu başkalarının yaşadıklarından, çekilmiyordu fotokopisi… Büyüklerin her söylediğini doğru biliyorduk, şanla taşıdıkları unvanlarını meydanlarda aldıklarını, küçüktük açtık bilgiye…Savunmasızdık büyüklerimizin yalanlarına… bir kumrunun düştüğünü gördüm telden serseri bir kurşun gelip çarpar gibi döşüme kovanın uğultusu doldu düşüncelerime on beşinde çok şeyler gördüm canım acırdı bilmediğim yerlerde On beşinde acımaya başladı canım, ilk felsefe kitaplarını okumaya o çağların eşiğinde başladım, düşünmek neyse de, düşündüğünü algılamak ne zor şeymiş, tartmak şöyle enini boyunu, arşınını tonunu, ne zor şeymiş, şartlanmalardan uzak… On beşinde çok şey gördüm, çok şeylere gebe… sonsuzluğa kanat çırpar gibi zaman dururdu belleğimde kanat sesleri vururdu sessizliğe gömülürdüm yalnızlığıma kırılmasa da kolum çekilmese de dişim kesilmese de etim ey bitmeyi bilmeyen acı seni derinlerde hissederdim sayfalar ağırlığını süslediğinde dip notlarla Ağırdı sevmek küçüktü yaşlarımız, tam olsa da kaldırmaya inancımız, bir filin ayakları altın da, başak sapları gibi kırıldı omurgalarımız, tohumları gömerken toprağa, umut eker gibi bağırtılarımız karıştı bulutlara, rüzgarlar çetin esti… sen sen ki olmasaydın eğer nasıl bilebilirdim emeğimin varlığını donarken iliklerim nasıl bilebilirdim ezberlerden uzak öğrenmenin zevkini Ekmek için tohumu, önce bir çukur kazarsın, yumuşatarak toprağı, bir tohum atarsın çukura, kapatırsın okşayarak toprağı, hissedersin sevgilinin saçlarında dolaşır gibi elini, benim o yaşlarda hiç sevgilim olmadı …Yinede bilirdim, ne derin olmalıdır çukur boğacak kadar tohumu ne de kurda kuşa yem yapacak kadar sığ, hava, su, emek biraz zamanla beklemek, birleştikçe doğar, büyür bir şeyler, olgunlaşır… Doğar, doğar sürekli, bir şeyler doğar ölümlerde bile, emek verdikçe… Seni hep satır aralarında gördüm… sen ki her gelişinde yeni başlangıçlara götürdün beni sevmek istemesem de seni sen emeğimin mahsulüsün On dördünde bıraktım silgiyi, on beşinde sevdim her şeyi, silmeden hiçbir şeyi, dalarak satırların arasına esinti oldum zamana karışarak, öylesine dalmadım nostaljilere, her yeni günü daha bilgili yaşayarak baktım gelecek günlere… Bilgi acıdır, bilgi öğrenmektir eksik bilgileri, bırakmaktır bir bir, o güzelim zaafları, Bazen itmektir sarılacağın şeyleri… ey acı bilirim seni sen akıttığım alın teri sen kurduğum dostluk seli sen babamın sesi sen çocukluğumun özlemi mutluluğun öteki yüzüsün silemem seni dip notlar düşsem de anı defterlerine bıraktım on dördünde silgimi |
Acı Bal Keser mi
ben seni görsem sen beni görsen baksam sana baksan bana biz bize baksak görmelerden öte dinleyebilsek gözlerimizi anlayabilsek söylediklerimizi acı bal keser mi sırat açılır mı tomurcuk açmadan koparılır mı biter mi arkalara baka baka gitmelerim söyleyebilir miyim sözlüklerden seçmeden kelimelerimle yargılanmadan akabilir miyim çağlayan olup girebilir miyim namahrem köşelerine apak düşüncelerimle kurabilir misin ön yargılardan uzak sohbet sofranı açabilir misin dağarcığını imgelerden uzak yüreğini kurtlar sofrasına koyarak haykırabilmek kelepçe vurmadan duygulara rahatsız etmeden karanlığı ışık yakabilir miyim zorlamadan sözleri kırmadan kalemşorları bir şeyler var eteğimde dökmek istediğim eteğim delik su olup akıp gitmiş dökülesi isteklerim çürüğe ayıramadan sepettekileri çalabilir miyim eteğim delik ödünç ver bana mangalını ürkek yüreğim ya da sorma korkularım var cesur olmadan yana bir demet süslü imge ver ağzım bozuk bu aralar başımda şair dumanı var isyankar çalabilir miyim düşüncelerinin zenginliğini başım omzuma yanaşmış viran kalmış duygularım yağmalanmamış diye sevinebilir miyim sevinebilir miyim şair gibi duramadım diye küsüp korkaklığıma sen ki sen yüreği zengin şair haine hain de puşta puşt yiğidin hakkını yeme bakma bana yüreğimdeki korku belası adını koymuşum bir kere sözüm ona ar davası kırabilir miyim dalını filizimin |
Acı ezgi
kaç otobüs yolculuğu kaçırdı senden beni de kaç aralığa sığdırdık tanışıp acı ezgiyi hani küçük masallar da az gidilip uz gidilen dere tepe düz gidilen içinde yürek direnen bir hikaye yaşar gibi yaşardık en acı dizgiyi |
Acılara Dayanıksızım
bildim bileli bildiklerimi elim kalem tutmuştur gözlerim okumuştur yazılanı ille de yazılmayanı duymasa da kulaklarım sağır olmamıştır yüreğim sokaklardaki çığlıklara onun içindir ki acılara dayanıksızım |
Aç Bilinçler
Daha çocukken başlar her kıpırtıya aç bilinçler büyümek ne fayda çocuk kaldıkça yürekler sevgi dolu, afacanlık dolu bilgiye aç bakan gözler eskitmesin zaman seni güzelim yüreğindeki ışıltılar zaman, zaman yaksa da beni |
Açı
açısını buldun mu bakışın değişir çok şey ayağının altında mı dünya üstünde mi kim kimi taşır kime yüktür yaşam oyna kelimelerle iste alabildiğine dünya dönüyor içindekilerle dönme dolabı fırıldağı insanı açısını buldun mu bakışın değişir çok şey güzel şiir yaparsın isyanı yaşam unutulur anlam kaybolur |
Açmak Vardı Kilidi
şu zavallı dağarcığımı benim tıka basa doldurmuşum açmaya korkuyorum kapısını duvarlar öreceğim ilave odalar tuğlalarının bedelini kim bilir kime neler vererek ödeyeceğim oysa açmakta vardı kilidini sardırmak ortalığı zehir zembereğe ödemek kadar bedelini ödetmek kovalamakta vardı pembe düşleri |
Adam Olmak
ne zaman adam gibi bir şeyler yaptığımı düşünsem mazlum rolünü yakıştırırlar hemen çamura batmış beyazlığı toprak ile su karışımı melez bir renk almış bir kediyi okşamaya kalksam açlığımın tüm azemetini dindirmeye çalışırken mağrur bir nefer gibi elimdeki yarım parça simidi ona sunsam adam olamadın hala sefillik sana yakışıyor derler derler demesine bırakırsan eğer bir rol uğruna kelimelerin içindeki sırları çözmeden büyüsüne kapılarak bir balon misali yükselirken koparırsan köklerini topraktan küser bu topraklar sana küser de haberin olmazsa eğer adam sende dersin kendi söylediklerine bile ne zaman adam gibi bir şeyler yapsan rolümü çalarsın buda beni üzer o nedenledir ki hep bazen anlaşılmamam bazen de hiç anlaşılmam ortak paydayı yada ana fikri merak eden olursa anlaşılmamak gibi görünse de her ne kadar açlık derim yoksunluk yoksulluk nelerden nelere diye sormasın kimse çok şeyler söylenir dinleyeni bulunmayan mesela dinleyenden yoksunluk mesela meselalar girdimi sonu gelmeyen uzayıp giden yolculuk hangi örnek hangi örneğe benzer parmak dedim mesela yı koy başına benzeyecek mi bir birine kaç kez yıkana bilirsin ki aynı su ile bir kez bile yıkanamadıktan sonra gel boş verme bunları boş geçsen de bu ara bir gün dönersin yeniden biraz zayiat biraz gecikme istemesem de çaredir bazen adam olmak için |
Adana nın Kozan İlçesi
Adananın Kozan ilçesi İki tepesi Birinde biz Ötekinde Kalesi Hiç gittiniz mi Dedim yanımdakilere Fırsat olmadı Şefim dediler Fırsat olmaz mı dedim, ………………kendi, kendime Bakıp ta o muhteşem görüntüye… Kalenin burçları Sanki kartal yuvası, Uçsuz bucaksız bir ova İki tane tepesi Unutmadığım İki şey daha Birincisi Barajı Birde ocak başı sı Eskiden kalma bir siyasi Usta Aşçı başı sı Anılar da Kalmaya değer Bir şeyler olmalı Şantiyelerde Sadece keser sesi değil Bazen de yurdumun Ezgiler dinlenmeli |
Adını Koyamadım
adını koyamadım kıldan ince daha ince duyguların sırtımı sıvazlama ucu batıyor hançerinin gümüş renkli gümüş olmayan bir iletkenin sevinci var içimde tüylerimde elektriklenme kapı çalıyor çalsın bakalım küçük bir mum yaktım ışığı büyük satır okudum şiir olamadım her dem dem alınmıyor iskambil oyununda yedi papazda oluyor saraylara sığdıramazsınız beni beyazın altında kara saraylar oluyor kıldan ince daha ince duygular kopuyor küçük bir mum yaktım ışığını kattım yufkanın arasına ne aç kaldım ne de tok ışığa aşıktım adını koyamadım aşklarımın |
Adini Tekrarlarim Icimden
adini tekrarlarim icimden susku edinir duygularim korelir cevremde zaman bulamaz kulagim sesleri adin silinir canim derim canim derim icimden biraz daha biraz daha sure isterim |
Agusu Ilac Our
her gun gunden agir geliyorsa eger yillarin islenmisligini tasiyordur insan agusu ilac olur sarar kendi kendini zibinin ozlemi dolar icine atar ilk gunku gibi cigligini |
Ağır Ağır Çıkarken
ağır, ağır çıkarken kırk merdivenlerden ağır, ağır iniyordu kırk merdivenden yanı başında merdivenin yükseliyordu kalenin surları sarışındı, renkliydi gözleri yabancıydı belli ki göz göze geldik gülümsedi basamağın yirmi altıncısıydı aşağıdan saydın mı utandım usulca gözlerimi kaçırdım kayboldum silikleşerek biliyorum o on dokuzuncu basamakta gülümsemesine devam edecekti ben zamanın içerisinde birkaç şey daha yazacaktım dağarcığıma kayboluşum bir anlık… bir anlıktı yabancısıydık o memleketin ben duyguların |
Ağıtları Bol Memleketimin
aç bakalım avuçlarını bir tutam hayal vereyim uzun ömürler seç kendine sen dinle ben söyleyeyim vakitlerden vakit seç off gençliğim aman çekelim tetikleri zamana bilinç bağlamış nasırın çekelim tetikleri zamana yürek bağlamış nasırını bir saz uzat bana tellerine vurayım ağıtları bol memleketimin |
Ağla Umutlarım
artı değer bulaşmış özüne silmesen bir türlü silsen gitmiyor dokunduğu yerlere lekesini bırakıyor bi çare insanlığın emekleri yetmiyor ağla umutlarım ağlama desem de göz yaşları emeğinin ürünüdür unutamadığın değerlerini hatırlatır bana direniş türkülerim o damlalarınadır… |
Ağustosun Sonuydu
1-) Zamanın içerisine daldı düşüncelerim, bir ürperti sardı bedenimi, tepemde güneş, tenimde ter, akıp gidiyor dereler gibi kavuşmak için bir yerlere… Ağustos sonuydu yüklenişi en güzel duyguların korkuların coşkuya dönerek bir sazın mızrabına yüklenip rüzgarlara salınarak ak güvercinler gibi gökyüzünden salınıp İzmir’e doğru süzülüşü 2-) Damlalar damlalarla birleşiyor, ten emiyor bir kısmını, düşünmek kolay değil öylesine, yaşanılan kitaplar dışı bir destanı gösteriyorsa eğer… göz yaşları Anadolu’nun yağmurunu sundu Ağustos’a kan düştü toprağın üstüne vatan fışkırdı tomurcuklar gibi her düşen bedende köklerini saldı derinlere 3-) Dedeler, neneler, bebeler anlatıldı bu destanda, doğuşu vardı bir ulusun, kolay olmadı hiçbir şey, yaşanılan her şey bin destana değer… yaşmağı düşmüş ak saçlı ağrılı hatçe nene yapışmıştı kağnının ağır ağır iz bırakan aksak tekerine yaşmağı bir Meme din bir yerlerinde sargı olmuş tablonun bilincim içine dolmuş 4-) Damlaların akışı, kavuşması derelere, yataklarını bulması, yayılması ovalarda, düşmesi tepelerden çağıldayarak su gibi özgür ve mutlu, duyabilmek suyun en umulmadık anda bile haykırışını… siz hiç bir süngünün ucunu bir namlunun karanlıktan kızıla çalan karartısında dinlediniz mi dinlediniz mi yüreğinizi düşerken birer birer toprağa seslerini dinlerken ölümün titrediniz mi uykularınızda 5-) Her nehir Denize ulaşır, birleştirebilmek damlaları, dereler oluşturmak ve akmak, ulaşabilmek denize, aktığı yerleri sulayarak, deltalar oluşturmak kavuştuğunda denize, duyumsaya bilmek özgürlüğü… hasat kokusu karıştı barut kokusuna bir baştan bir başa sulanarak geçildi ovalar dağlar dağladı kağnılar sanki duracaktı dört nala giden atlılara yetiştirmek için rüzgarı Veli dede çolak Amet emmi topal Hüsnü dayandı omuz ile dayandı yürek ile dağlardı en zoru yıkılmış köPage Rankingüler di yanmış köyler kağnılar ilerledi kağnılar ilerledi boylar verdi yiğitler ölümün yalnızlığı yüreklerinde Anadolu’nun kulaklarında Kemalimin sözleri hasat koktu memleketim hasat koktu… agustosun sonu bitmez yüreğimde |
Ahh Bir Akşam Olsa
mayın tarlasına dönmüş yollar hayra alamet değil patlamaya hazır bomba gibi geziyorlar ahh bir akşam olsa iki kelam sohbet kin den uzak kalsa geçilse aynanın karşısına serpilse su yüze ayılsa düşünceler görüntüye gülümsenebilse mor bahçede beyaz güller açsa gülistan olsa bahçe ne güzel olurdu düşlemesi gibi birde sevmesi mayın tarlasına dönmüş yollar kaldırımlarda öfke korkuyor insan sıcak bir selam vermeye ahh bir akşam olsa |
Ahh Bir Çocuk Olsam
AH BİR ÇOCUK OLSAM 1-) Ne zaman sıkışsam dalarım düşlere, alır başımı giderim, akranı olurum dertlerimin… ahh bir çocuk olsam doya doya kaçabilsem bir yerlere kar yesem karnım ağrısa annem okşasa başımı ne güzel olurdu ne güzel olurdu 2-) Çocukluğumda kurtarmaz beni, dönerim devran gibi gerçeklerin içinde… bisikletim hiç olmadı hiç olmadı öyle uzun uzun voltalara zamanım bir başından bir başına kentin yılan gibi kıvrılmalara bağdaş kurup ara sokaklarda zar atmalara 3-) Yaralıdır hep hayallerim, yaşarken hep böyle öğrendim, derlerdi ki hep uyuz (yavuz) itin yarası çok olur, yaralı (yavuz) uyuz it hiç görmedim…. misketlerimi kırdım okşanmalara inat şımartılmalardan uzak yaralar açtım çıplak baldırlarımda çalılara dolanarak 4-) Kucağına almadı kimse beni, bildim bileli kendimi, daha da geriye kaçamadım hiç, adım şimdi kucak delisi…. ahh bir çocuk olsam bir ateş alsa beni gül yüzlü anam sarsa beni kollarına göğsü süt kokusu yüreği sevda bir sınıfa girsem kalem tutsam kırılmasa parmaklarım bir şiire mısra yazsam biri okusa beni biri okumasa sınıfta saysalar beni bir olsam birlik olsam karaya çalar mıydı sevdiklerim 5-) Ahhhh bir çocuk olmasam diyeceğim anlarım çoğalsa, kaçmasam bir yerlerden, kaçmasam sevdiklerimden, yok yok bir çocuk olabilsem… ahh bir çocuk olsam bir ağaca çıksam dal kırılmasa ben düşsem annem üzülmese canım yanmasa ben avutulmasam avutmalardan uzak kalsam ninnileri unutsam ahhh bir insan olsam ellerim ağlamasa ağlamasa güllerim yağmurlar yağsa güneş doğsa doğsa dünyama tütün sarar gibi ustaca şiirlerden öte yaşar olsam otursam düşünsem doya doya tutsam elini sevdiklerimin kırsam umutsuzluklarımı yarınların unutsam yalnız düşlerimi çıkarsam siyah beyaz düşlerden herkesi toy bir alay kursam doysam düşlerime |
Ahh..Benim Güzel Dünyam
sessiz kal duymasınlar seni özgürlük öylesine güzel ki alı verirler elinden ne yapacaksın o zaman tutabilecek misin sevgilinin elini yaşaya bilecek misin iki kişilik aşklarını almasınlar elinden sarılmaların sıcaklığını sus, sessiz kal sesin boğdurur seni diyorlar ki savaş kötü mücadele acı acı sancı getirir sancısız olsun doğumlar doğduğunda bebek ağlamasın analar uykusuz kalmasın Vatan ne ki, savunulmasın Ilımlı olalım, sevgi dolalım Oysa ben, pek aldırmam söylediklerime, bir onur belasına kaptırmışım kendimi… Ovalarına, dağlarına, yaylalarına, kentlerine, sürüsüne çobanına, bu ülkenin insanına, taşına vurdurmuşum kendimi,Ağıt duymuş ağlamışım, Şarkı duymuş coşmuşum,Türkülerde halaya durmuşum, Ağlayanla hep beraber ağlamış, hep beraber gülmüşüm, Açmışım yüreğimi, dağıtmışım, zulalarımı, kendim olmuşum…Onun içindir ki, susmalardan uzağım…bilirim her doğum sancı ile başlar… böyle sevgilerde kaybettiklerimle ağlarım sevgisiz barışsız yaşarım susmalar uzak bana kaderim bu topraklarda bu topraklar kurak rüzgara direnen bulutlar savrulup gitseniz de siz yağmurlara kavuşamadan bu ovalar, bu yaylalar yüreğimle ve damarımla bu topraklar daha çok sulanacaklar susmayı unuttum *******de onuru koydum ılık düşlere iki kişilik aşklar çok geliyor sessizlik boğuyor karanlığın içinde özgürlük acıdır acı sancı sancısız doğmuyor umutlar biz o sancıları sevdik nasılda güzel olacak Yaşam doğumlarda o zaman bölünmeyen uykular kucaklayacak sizi düşlerinize nasılda sevgi bulaşacak saatlik aşklardan uzak daha ne masallar yazılacak Ahh benim güzel dünyam ne kadar çok gürültülü |
Ak'a Saymayın
katar katar olmuş geçiyor bulutlar ak vurmuş tenlerine imgelere bürünmüş bulutların ardında güneş rüzgarlara kapılmış türkü gibi bir duyulup bir duyulmaz olmuş ak tende gerdan olmuşum hayallerimi ipe koymuşum ipi keskin hayali keskin bir türkünün mısraları olmuşum rüzgarlarda savrulup duran imgelere tutulmuşum güneş olmuşum ışık saçmışım bulutların ardından kıramamışım ayazı tende sıcak bir merhabamı istersin beyaz bulutlar var önümde ak’a saymayın siz onu |
Akasya
tuttu iki eli ile körpecik dalı bir demet akasyayı koparmak için belkide kötü değildi niyeti, kıpır kıpırdı yüreği, yetmiyordu cebindeki meteliği bir buket sardırmaya, yıldızlaşan günlerden çekiyordu her şeyi, özel günlerde özel şeyler yapmak gerekliydi… çıt diye bir sese karıştı ürkek kanat sesleri nemli bir koku sardı damlarken uçlarından dalın billur göz damlaları ölürken akasya geride yaşamı bıraktı ürkmüştü kuş dönüyordu yine ağacın tepesinde belikli bir şeyler bırakmıştı ağacın gövdesinde kuş ürkek öksüz kalmış iki yumurta bir salkım akasya yüzünde bir anlık tebessüm gencin elinde dal dilinde ıslığı devam ederken yürümeye geride kırık yaşamlar bıraktığı yere bakamadı gökyüzünde kanat sesleri yerini sessizliğe bıraktı bahardan kalan sararmış bir anı |
Akma Gönül
akma gönül akma sokaklar başka bugün üzerime eylülün hüznü çökmüş dokunma teline ozanım yüreğim başka bağlanmış kar olmuşum doruklarda tipi olmuş rüzgarların kırağı düşürmüş sokaklara kelepçe vurulmuş dillerinde damga vurulmuş sicilimde kan damlayan yüreğimde hüzün bulutu olmuş çökmüş sokaklar üstüne akma gönül akma sokaklar başka bugün coşkular karaya bürünmüş haraca bağlanmış sevgiler eylülün gölgesi düşmüş kara yazgılı sokaklara kız alıp kız vermişiz kin alıp kin vermek niye sokaklar tere hasret bugün |
Akmaya Görsün
bir kez akmaya görsün duygular parmakların üstüne bir perde kıpırdar dalarsın denizin üstünde oynaşır gibi cam kırıkları dolarsın şavkı demişler yada yakamoz aldırmasın kelimelerin anlamına bir nakarat tutturursun zayıfsa ezberlerin ahh dersin birde midye tava kalemin dir oynaşan ap ak düşüncelerin üstünde ne kadar az türkü biliyormuşum ne kadar az yaşam dolmuş heybeme oysa bin ömür yaşlandım kavgalar ile ne el açtım ne duaya çıktım yağmur olsun diye umutlar vurdum nasırı içlerine gözlerimin yorgun bedenim oysa hala gencecik bilincim |
Akşam almış Başını Gidiyor
akşam almış başını gidiyor kendi başına gitse neyse de içimden of off larımı da alıp gidiyor kır şu şişeyi eline hiç değmemiş has bel kader düşüncelerini okşayıp ta geçmiş bu sarhoşluk değil be adamım olsa olsa hayal kurmak yine bir taraflara kırıntılar serpiliyor koku bildiğiniz gibi değil ne lal olsun dilim ne kör olsun kalemim kaç yol vardır bilmem ama beklemesini de sevmem karanlığı ağartmasını yunarım elim eskiyene kadar biraz medeniyet fukarasıyım akı aktır düşüncelerimin karasını ağartana kadar oflarımı bana bırak akşam bileylenecek daha çok sözüm var |
Akşamları Bir Başka Yaşarım
her sabah gün ışığı dokunan saçlarına değdiririm dudaklarımı çekerim nefesimi sen olursun içimde gözlerin gözlerime dalar bir ürperti olursun terkedilmişliğinde düşlerin ilk busen dokunur yanaklarıma sessizce açılır kapı kapıdan dışarı alarak kalbime fırtınaları savururum kendimi kentin sokaklarına sokaklar sen lenir gün sen lenir günü sen de yaşarım öfkesi alınmış külhan varidir yürüyüşüm yere değmez adımlarım çok uzakta kalır akşam zamanı güneşe laf atarım lafım erişmez zaman kendi keyfinde nefesim yetmez uzun soluklu yollara tene dokunmak ister özleme başlamış ellerim çocuk olur kaprislerle dolar içim gelmeyen akşamlara küserim güneşe küserim bilmezler küskünlüğümü bir otomobil geçer korna çalarak önümden akrep gibi sokar saatin kadranları ne tik tak sesini duyarım bu zamanlar ne de şehrin sesini sessizleşir her şey duyarsam ben yüreğimle duyarım akşamları ben bir başka yaşarım |
Al Senin Olsun
al senin olsun neyi istersen köyleri al özlemlerin durulsun şehirleri al şenlensin gönlün denizi al dalgalarla boğuş bir rüzgar essin salınsın başak taneleri bir dalga geçsin üzerimden gizlesin ıslaklığını gözlerimin al senin olsun neyi istersen dağları al ormanları doruklara kadar ırmakları al denizlere kadar uzansın rüzgarları al efkarlarını dağıtsın bir kadeh içerisine sığdırma beni *******imi alma hüzünlere boğmasın seni yalnızlıklarımı alma dayanması zordur güzelim sevdalarımı alma boynu bükük kalmasın kalemim beni bana bırak bende kalsın diline dolanır türküler yutmasın seni birde beni alma aşk ateşim yakar seni |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 09:48 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.