![]() |
Ömer Dalman
“Demedi” deme
Çivisi çıkmış bu binanın ne yapsan, ne etsen toparlanmaz. Dört bir yandan kasnaklasalar da istinatlarla çevirseler de çelik halatlarla gerseler de ayakta kalmaz... Akıllı ol kendini bil dışında kal bir şekilde faydası olmaz çabalamanın göçük altında kalırsın ”demedi” deme! Çivisi çıkmış bu binanın salağa yat en iyisi idare et girme fazla altına herkes biliyor ayakta kalmaz. Akıllı ol kendini bil ”demedi” deme... |
“Hayat” Dedikleri Safsata
Nasıl hayatımdaki “Küfür Kültür Mirası”nın kaynağı “Bando Sezai” ise; kevgire dönmüş, küpelerle donatılmış şu iki kulağımın mirasının kaynağı da “benim yeğen”dir. ortaya çıkmış üründe, kuvvetle bu iki şahsın imzası hakimdir. kutlarım onları o zaman! aynada karşıma çıkan o görüntü o ‘iki taraflı cazibe’ bana “bir mitolojik kahraman”ı yaşatıyorsa ve zaman zaman tartışmada ya da şakalaşmalarda raconlu konuşmalarımda kulağıma gelen o ses beni bile şaşırtıyor ve tüylerimi ürpertiyorsa; ’yeterli heyecanı alıyorum’ demektir kendimden. gerisi zaten “hayat” dedikleri safsata! biraz oyunlar, biraz yalakalık, biraz satıcılık... biz de oynuyoruz yeri gelince ama abartmadan... Bando Sezai ve Yeğen; yoksa dalga mı geçiyorsunuz hayatla benim üzerimden? ! ya da üçümüz, üçümüzün üzerinden mi? .. boşverin ne olursa olsun yahu! bir yandan “benlik”te yükselirken çaktırmadan, dalgamızı da geçelim, değil mi? gerisi zaten “hayat” dedikleri safsata! biraz oyunlar, biraz yalakalık, biraz satıcılık... |
“İlerisi” ne ki? !
“İleride” demiş bir şair dost ”inşallah kendini üstat sananlar gibi olmazsın sen de”; ‘iyi’ demiş şair dostum temenninin iyisi makbuldür, yardımcıdır dost elidir. ancak hiç öncesi, sonrası olmadı ki bu yolculuğun. Çocuksu bir coşkuyla bilinmeyenin karşısındaki o arzuyla yaratan’a duyulan ‘elde olmayan’ çekimle bir anda kıvılcımlanmadı mı bu hareket içimizde? ilk kıvılcımdaki coşku ne ise yıllar sonra –ki yalandır yıllar- yine aynı kıvılcım yok mu şu gönülde? kıvılcımların yapısı hiç değişti mi? geçmişte ‘neydik’ ki ileride ne olalım Şair Dostum? haddini bilen için ne farkı var değil mi ”ilk an” ile o “son teslim anı”nın? yine o tek Yaratan’a kurban ve onun sayısız kuluna hayran... yine o ilk anki gibi çocuk, deli yine o kadar arzulu ve bir nokta kadar ‘küçücük’ olduktan sonra ”ilerisi” nedir ki Şair Dostum? “öncesi” neydi ki bizim için? öyle değil mi? .. |
“Şair” Şaire Hediye
Şair güzel yazan şairi gördümü başka bir zevklenir yüzünde binbir gül açar bilinmeyen renklerde... eşini, benzerini görmekten daha öte bir şeydir. bir dostun bir sevgilinin elini tutmaktan daha öte... şair güzel yazan şairi gördümü kıskanmaz “kendine hediye” bilir paketini yavaş yavaş açar elleriyle yoklar eğilir koklar kağıdının hışırtılarını dinler rengini merak eder sonra içindekini görmek ister hele bir de sesi de hoşuna giderse dinlemeden edemez bundan böyle! .. farklı bir ödüldür şaire güzel yazan şairi bulması yoldaştan öte sevgiliden öte anneden öte kendinden öte... |
“Şiir” Gibi Yaptık
Daha önce de çok oldu böylesi muhabbetler. Şiir’le kızdık, şiir’le alındık şiir’le sövdük, patakladık şiir’le seviştik, şiir’le dost elimizi uzattık sitemimizi ettik; ama hep “şiir” gibi yaptık bunu. ”şiir” gibi narin, bir kadın gibi salına salına... ”şiir” gibi taştan yumrukla bazen, eşikıyalar gibi saldırarak! ama hep “şiir” gibi yaptık; bu yüzden alınmaz gökyüzü alınmaz bu topraklar, bilmediğimiz alemlerin sakinleri... ‘yaratılış’ bizim hareketlerimizden endişe etmez; ”şiir” gibi düzgün, ahenkli yaparsak tabii... onun için endişesi olmasın dost sofralarının hatır çaylarının... bugün “şiir” gibi kızarız; yarın “şiir” gibi gönlünü alırız biz dostumuzun. “şiir”le topraklarız biz benliğimizi. endişesi olmasın alemin... |
“Üstat” görmedim ki ben?
Hiçbir “üstat” görmedim ki; karşıma geçip, oturmasına fırsat verdiğimde ve bir bardak çayımı ikram ettiğimde; bir noktadan sonra -belki kendi de fark etmeden- ”lider”miş gibi benim de üzerime kendi şemsiyesini açmasın! ? işte burada vermez mi en büyük sınavını kendi de? burada tökezlemez mi bütün “üstatlar”? ! göre göre bal gibi de kurt kapanına ayaklarını böyle vermezler mi kendilerini “üstat” sananlar? ”üstat olan” bilmez mi sanki en baştan; ”üstat” olma yolundaki diğer bireylerin yollarını temizlemektir işi; onlara sıfırdan hazır yollar önermek değil? .. önlerinde kesin hatlar çizmek ve kendi imparatorluk şartlarını tanıtmak hiç değil? ! hiçbir “üstat” görmedim ki vallahi; karşısına aldığında beni temiz ve sessiz olmamdan yararlanıp beni aradan çıkartıp kendi muhasebelerinin cehenneminde aynaya bakmaya başlamasın! .. nasıl da gülerim için-için! yükselen kahkahalar içimden ta Evren’e yayılır ve o adresi verilemeyecek yerde cümbüşümüz başlar tüm alçak gönüllü bilgelerle! alay edemeyiz belki biraz acırız ve onların da zamanlarının dolmasını bekleriz sabrederiz. hiçbir “üstat” görmedim ki ben; kendi derdini bırakıp dümdüz bir diğerine meydan versin ve rahat bıraksın? .. |
1 Saniyesine Razıyım
Çok sıcaktı, şefkat doluydu, sarıp sarmalayıcıydı ellerin... etraf kalabalıktı zaten daha fazlası olamazdı o 3 saniye dışında... düşünce hızıyla sızdın bana, endişe yoktu içimde... zaten huzurdan neden korkun ki insan? sadece buydu bana verdiğin. eminim sen de aldın bir şeyler o 3 saniyede... karıştın sonra yine kendi kalabalığının arasına. çoktu misafirlerin. hepsine ayrı ilgi, hepsine ayrı gülücükler... belki beklentiler, eski dostluklar, kardeşlikler, yeni işler... ama bende bıraktığın o 3 saniyelik sıcak miras kim bilir nerelere alıp götürecek beni? .. neler getirecek başıma ummadığım başka bir anda! .. biliyorum belki yine kalabalığının arasında, çaktırmadan bir el sıcaklığı... bir mesaj... olsun ben bu kadar sahici sıcaklığın 1 saniyesine de razıyım... |
1792'ye Kurban
Aaah şu 1792 ahh! bu ne bir yıl, ne sıradan bir rakam; beni harcayası bir kadının bir doğal afetin bir 'başa bela'nın bendeki kaydı! .. 1792'de de karşılaşmış olsaydım, 2006 veya 2050'de de; hiç fark etmez yine benim için 'harcayıcı, batırıcı, yoldan çıkarıcı' olurdun! aah şu 1792 ahh! sen nasıl bir insansın! ? bu kadar mı dokunmadan ulaşmadan, samimi olmadan elini tutmadan yanılır ateşinden? bu kadar mı, arkandan takılıp kalan gözler yattığında bile seni görür perdelerinde? ! ve hiç unutamaz o 'yakıcı' imajını? ! 1792 kere hiçe saysan beni 1792 kere umarsızca baksan gözlerime 1792 kere harcasan beni veya 1792 kere arkandan baksam sen salınırken yine de iflah olmayacağım! yine senin için 'bir bozuk para' olacağım ve önemsenmememin o yok edici, ezici ağırlığında zevkten zevke koşacağım! .. Aaah şu 1792 ahh! senden bir simge bir iz... hayatımda unutulmaz bir damga bu numara... Bu köle 1792 kere, yolunda, yerlere atılmış bozuk para! .. |
3 Bıçak - 4 Bıçak! ?
Tek Bıçak’la başladık Çift Bıçak’a geçtik or’dan döndük tatmin olmadık 3 Bıçaklıyla traşa devam ettik bir süre memnun olduk tv’lerde seyrettik; motive olduk haşır huşur hiç acısız, kesilmesiz, kansız traş olduk. sonra yine bir yenilik: 4 Bıçaklı’yı metetmeye başladık birbirimize! ? Yeterin be Efendiler! durun artık yalanı bırakın biraz! ne yani 5 Bıçaklı olunca, daha da mı iyi olacak? ! daha da mı rahatlayacağız zavallı bizler? 4. Bıçak sakal traşıyla meşgulken 5.’si gidip faturaları, kirayı, kart borçlarını mı yatıracak veya o akşam söz verip de atlattığım öteki kızla “O” mu çıkacak? onu “o” mu becerecek? ! Peki Efendiler! bu kadar bıçak’lıyorsunuz da bizi ruhumuzdaki aydınlanma için altıncı, yedinci, sekizinci bıçağı mı bekleyeceğiz? ! ve birbirimize şöyle mi sorar olacağız: ”Kardeş ben 7. Bıçak aşamasındayım, ya sen? ” ”Ben herzaman traşımı 3 Bıçaklıyla oldum.” ......... Allah’ım delireceğim! Dün bir hipermarkette yanıma bir kız geldi bana şu 3 Bıçaklı’nın “titreşimlisi”ni tanıttı! ! ! |
3 Kişi Gel
bana bu Cumartesi tek değil 3 kişi gel! .. biri, isteklerini bir türlü gerçekleştirememiş, o hayalindeki en ulaşılmaz şey; elektronik trene bir türlü kavuşamamış küçük çocuk... diğeri, arzularını hep gizlemiş, derinlerine gömmüş, hatta artık olmadıklarına dahi inanmış o deli kadın! .. ve tabii ki ortalarında yine bütün o sadeliğinle, kapsayıcılığınla, en gerçek halinle 'sen'! .. bana bu Cumartesi tek değil 3 kişi gel! .. Beyoğlu'nda büyük bir masa ayırttım . |
666 İle 999
Ne olmuş yani kardeşim? ! 666 şeytanın sayısıysa karşına çıktığında 10 adım geri adım atmanı sağlıyorsa; al sana o zaman 999! .. sadece bir ucundan tuttum ters çevirdim! vallahi kolum da yorulmadı be! .. sanırım bu 999'un da beline sarılacaksın! ? ellerinden, yanaklarından, hatta ağzının kenarlarından bütün o iğrenç salyalarınla birlikte fırsat bulursa tabii, kutsallık akacak öyle mi? ! buldun ya 999'u; maddi vampirliklerinden de sözde arınacaksın! hah! ! ! Lan kutsallık senin neyine? ! sen önce bir insanlığına bak hele! yatıp-kalkmayı iyi niyette yoğunlaşmayı insanlara pozitif bakmayı kuyularını her fırsatta kazmamayı herkesi sınıflamamayı iyi düşünmeyi hele bir öğren de; sonra düş şu sayıların peşine! hoş gerçi o olgunluğa eriştiğinde zaten 666 da, 999 da senin için bir olacak ya! .. Birini alacaksın ters koyuvereceksin aha oldu işte al sana 666'dan mis gibi bir 999 diyeceksin! yani demek istediğim; bu kadar rahat olacaksın takmayacaksın ona-buna! gevşeyeceksin... kutsallık, şeytanlık zaten senin içinde, başvurduğunda kapıları açılıyor sadece ve kullanıyorsun. ya içinden alevler fışkırıyor dışarı ya da yoğun bir ışık demeti aydınlatıyor dışarıyı senin içinden... onun için bırak sayıları, seçimlerine, niyetine ruhunun en dingin renklerine yoğunlaş. yap bunu bak nasıl rahatlayacaksın! .. |
75. Çıtçıt
Bugün sanırım 75'inci çıtçıtımı aldım! artık eve değil kendime aldım. çünkü ben 15 gündür tırnaklarımı kesemedim! ? .. birer çapa gibi büyüttüm onları bu süre içinde. klavyemi tırnaklarımla tıklar oldum! kalemimi tırnaklarımla tutar oldum! temizlikçi aldı götürdü birini, bakıcı bir diğerini, belki düzensizlikten kaybettik ötekileri... 75 tane daha alsam bu kafayla yine gider hepsi... 'çıtçıt' sadece lafın gelişi... bugün çıtçıt yarın pırlanta, yüzük hatta kimlik, sıfat daha da kötüsü 'benlik'... sonu yok ihmalin, alır götürür elindekileri. ya düzenini kuracaksın ya da dağalacaksın. herşey geçip giderken gözlerinin önünden kendi parana, iradene bile sahip olamayacaksın ve en sonunda yerinde sayarken belki 15 yıl sonra kös kös düşünceye dalıp ne de bahtsızım diyeceksin suçu kadere fatura edeceksin! işte bu yüzden bugün 75. çıtçtımı kendime aldım orta yerde bırakmadım çantama koydum. |
Aaa! Ben de Bırakmalıyım!
E be yuh be kardeşim! gerçi ablacım demem lazım da; ağızda çalkalanışı hoş değil! ahah! .. yani yuh ki ne yuh! önce bir hevesimi alayım hele sonra konuya da gireriz... Her türlü güzellik, estetik şekillenmeler, sakin, sessiz kendi halinde erotizm, vahşi, geçimli-geçimsiz itişmeler, kakışmalar içeren bazen olayın en hiddetli sahnelerinin detaylarına kadar inen, hani yani fiziksel eğlencenin dünyanın merkezindeki şu erotizmi bütün açıklığıyla sevenlerine sunan bir eposta grubumuz var. bu grubu göğsümü gere gere yönetiyoruz icabında. kimselere laf söyletmiyoruz, içeri fazla temiz-pak resim atanları azarlıyoruz! kafamıza not ediyoruz; git kardeşim sen evindekilere sevgi göster, bizim bur'da işimiz başka diyoruz! bizim bu gruptan bir bayan arkadaş var. kendi onayıyla ona da el altından atar dururum birbirinden sağlık-sıhhat içeren resimleri. kadındır deyip geçmem yazık değil mi; o da insan. o da baksın diye elimi oynatmaktan üşenmem fazladan. ama az önce bir eposta aldım kendisinden acil... neymiş? ! aman artık ona atmayacakmışım öyle afilli, ortaya karışık, itişmeli-kakışmalı epostalar; çünkü efendim annesiyle madara olmuş! ? bu bakarken birbirinden alımlı resimlere arkadan yanaşmış da, o resimleri görmüş! çözüm? artık atmayacakmışım! ? .. önce kendisine defalarca 'e yuh be! ' diye yazdım! harbiden de e yuh be birader! yıl 2007'nin eşiği evinde tek yaşıyorsun, hem 'bana da at' deme cüretini gösteriyorsun. güya bir anlamda özgür kadın takılıyorsun. ama sonra arkandan annen yaklaşıyor diye internetin en verimli meyve ağaçlarından birini ta kökünden kesiyorsun! ? e yuh be kardeşim! ben sana ne diyeyim? ! ha o zaman ben de en iyisi grubun yöneticiliğini bırakayım kimseye gitmesin bundan böyle ortaya karışık, itişmeli-kakışmalı resimler! ? niye mi? neden olacak geçen gün PC başındayken eşim arkadan 1.5 metreye yaklaştı hatta bir iki resmi de gördü! ya da şöyle diyeyim; yahu ben şimdi millete böyle ortaya karışık, itişmeli-kakışmalı resimleri atıp duruyorum da, ya yarın öbürgün benim de babannem veya dedem yattıkları yerden kalkıp, alınırlarsa! ? A-aaaa! Hiç olur mu canım öyle şey! ? tabii ki ben de bırakmalıyım! ahah! ! ! |
Abiyeleşmiş Arkadaş
Bir haller mi gelmiş buna ne? ! üzerindekiler fazla abiyeleşmiş, tek renk takımlara bürünmüş içinde de şu yakası çeneye dayanan afilli gömleklerden... yürüyüş bile 3 gün önceki yürüyüşle alakasız giydiği köseleler ile kumaş pantolon ve onun da üzerindeki lacivert ceketin işbirliğiyle peydahlanmış tasarlanmış, kasıntı ve tutuk halde artık. bakışlar desen anında bir disipline sokulmuş. etrafa samimice gülen 2 adımda bir laflar atan o renkli kişiliğin önüne kesinlikle perdeler, filitreler konmuş; farkındayım. belki bu kadar ani olmasaydı bu duruş farkı suni görünmezdi gözlere ve benim de dikkatimi çekmezdi, ama, yapamamış işte aniden girmiş olaya... ve şimdi kuvvetli teşhis: bu arkadaş ya yakın bir zamanda kendisine faydalı olabilecek bir kıç yalamış ve balığın oltaya tam olarak yakalanmasını bekliyor. oradan da belki bir terfi söz konusu... ya da birden şık olmak gibi ilham perisi fısıldamış kulağına onun sesine kulak vermiş kendine verdiği değer artmış. bir haller gelmiş bu arkadaşa ama bakalım ne çıkacak altından? ! hayırlısı... |
Acaba Onlar da mı?
Günlük koşularımda site içinde koşumun orta yerinde, ter içinde birkaç kere denk geldi: birileri bana “adres” sordu. İşte o dakika bana bir şey oldu! adımlarımı hiç yavaşlatmadım önünden geçip giderken adamın sadece başım ona doğru döndü -çok acil işim varmış gibi- ”bilmiyorum vallahi, bir başkasına soru…” lafın tamamı bitmeden geçip, gitmiştim! Endişem; zaten hergün 22 dakikayla sınırladığım o değerli koşu anımı, sağlık paketimi irade göstergemi kesintiye uğratmamdı. O kadar kan ter içinde, tam randımanlı ve adrenalinin üst düzeyindeyken ve en önemlisi kendimle sevişiyorken, boğuşuyorken Geçkin Sheron Stone veya Zenci Naomi de orada olsaydı aynı aceleyle geçer giderdim. Peki acaba büyük işlerle uğraşan piyasaları ellerinde oynatan patronlar da benzer endişelerden mi bazılarını önemsemezler görmezden gelirler dinlemezler ve randevularından kaçarlar? |
Acaba?
Ne güzel diyorsun sen öyle 'diyeceğini' ne güzel seviyorsun kelimeleri, dizeleri! güzel de yürüyor musun acaba kırıta kırıta? ince-yüksek topuklularını gıcırdatarak kaldırımları meşke boğuyor musun bağırtıyor musun acaba? ve bazen yumuşak yumuşak deyiyor musun insanın yanaklarına? .. Ne güzel okuyorsun sen öyle ne güzel iletişiyorsun! güzel de öper misin bu dudakları acaba? ateşinle kavurur musun bu bedeni ve ruhu bağlar mısın bedene coşkuyla? sevdirir misin bu hayatı insana daha fazla? ne güzel diyorsun sen öyle 'diyeceğini' yaklaşsam şöyle iyice güzel de kokar mısın acaba? |
Acemi Yolcu
Alkış arar çoğu 'acemi yolcu' ilerlemelerinin 'onay ihtiyacı'nın gölgesinde... halbuki ne ilginçtir ki onayların, alkış beklentilerinin sustuğu o en sessiz, en berrak en huzur verici noktada başlar aydınlık. bütün defterlerin dürüldüğü alıp-vermelerin bittiği hesapların kapandığı o nokta... aslında en basit ama uygulanması en zor... o zaman başlar benlikteki damlalar çağlamaya ner'den geldiği bile belirsizmiş gibi şaşırtır bakanları gürlemesiyle. ve kendine, gücüne şaşacağına 'acemi yolcu' nasıl da alkışa yorar ellerini bir 'bilgece fedakarlık' yanılgısıyla! ? belki de demek lazım ki kendi çağlayanlarını sel baskınlarını durgun göllerini seyremedikçe ne boştur herşey? .. aslında en basit ama uygulanması zor... |
Acı Ziyafetlerinin Son Noktasında
Dikkat etmek lazım aslında başka bir açıdan. Acıyı çekerken zevkle, kıskaçlarla delik-deşik ederken göğüsleri, nefessiz bırakırken kendini dakikalar boyu, kadın ayakları altında ezilirken çeşitli uzuvların, yüzün, sırtın, sırtında kırbaçlar şaklarken dayanılmaz ziyafet halinde, dakikalar boyu bir naylon çorap boğazına sımsıkı sarılmış bir yandan nefessiz bırakırken seni bir yandan da yüzünü mosmor yaparken; ziyafetin son noktasında o eşsiz doygunluk ruhunu ateşler içinde tatmin ettiğinde, o acı türlerini yiğip bitiriyor mu ruhun, yoksa müptelası mı oluyor onların? .. Her acıyı basamak edip ruhuna bitire-bitire sonsuz bir saflığa mı çıkıyorsun bütün eklentileri bir-bir kırarak, yoksa daha bir acılar ziyafetine mi gömülüyorsun saha çok ateşe, daha çok karanlığa doğru? işte rutin ziyafetlerinin son noktasında kendinle başbaşa kaldığında tekrar acıkmadan önce ruhun bunları belirlemen lazım. yoksa bütün bu ziyafetlerin sonu gelmez. |
Acı’dan İmzalı
Ne oldu, bilmiyorum? ! göğüslerimde fena bir acı… ama şu an bana kalan sadece bir kalıntı, bir iz, derin sızı… belli ki bir zamanda, bir yerde çok fazlası yapılmış… hatırlayamıyorum? .. ya kargalara bırakılmışım heryerim bağlı bir ağacın gövdesinde… üzerime kurtlar, solucanlar, böcek ölüleri yağ ile, bal ile yapıştırılıp sıvanmış… heryerimde sülükler… ya da ellerim-ayaklarım kelepçeli bir işkence odasına cehennemi karanlıkta kapatılmışım. İçeri giren kadın görünümlü zebaniler uzun ateşten dilleriyle her yanımı yalaya yalaya etrafımda gezinmişler. gezinirlerken sipsivri tırnaklarıyla heryanımı çizmişler ağızımla buluşmanın öncesinde herbiri göğüslerime işaretler bırakmış sipsivri, ateşten dişleriyle… üzerlerinde siyah-kırmızı deriler… ayaklarındaki pençeli ayakkabları sırf benim için çıkartmışlar. bu yüzden imzalı doğmuşum. göğüslerimdeki bu acı… aslında haz dolu! ? anlayamıyorum… ne oldu, bilmiyorum? .. acıyı tam olarak kim vermişti karanlığı netleştiremiyorum belki “kötü” bile değil? .. tülleri aralayamıyorum. bu yüzden bütün gizemiyle acı bende zevk olmuş, kalmış! .. hala hala ayak parmaklarımdaki titreşimlerde zevkin dönüşümünü yaşıyorum topraklanmadan önce. yüzyıllar öncesinden vücuduma imzasını atan o Baş Zebani belli ki öyle elde etmiş beni kalbimi, benliğimin aydınlığını, karanlığını bu oyunu bana zevk edindirmiş. İmzanın sahibini gecenin karanlığında hala arar arar dururum. acısı hala bende zevki bende ama kendi yok hiç kopye yok! .. Bu sabah göğüs uçlarımda yine zevk dolu bir acıyla uyandım sanki elleri yine üzerimde gezinmişti akşamdan farkındayım… ama bir şey diyemedim, yapamadım sadece kabul ettim. Ben çoktan yüzyıllar öncesinden imzalanmışım. acıyı izlemekten başka çaremse yok… |
Acıyı İstiyor Ruhun
Şşşş... Beni dinle... erkek veya kadın ol, fark etmez. Zaten ruhların formülü aynı; o sandığın ayrım bedende, hormonlarda... Beni dinle; biraz acı herkese iyi gelir sandığından da öte! .. Kulağına küpe et şu lafımı, elin-eteğin çekildiği bir gecede evinde kapan bir odaya ve dene... biraz acı herkese iyi gelir. İlle birisinin yardımına, desteğine, nazına-niyazına da ihtiyacın yok bunun için! Şşşş... beni dinle... kendin sağla materyellerini keşfet neler gerektiğini ruhundaki koru söndürmek için. herkes için değişebilir... merak etmeye başladın bile değil mi? canın çekiyor aslında değil mi? ! çekiyor da; kendine itiraf edemiyorsun değil mi? ! utanma utanma! .. devam et! önce merak; sonra deneme... fısılda bak kulaklarına nasıl da dinleyecek seni! bırak biraz çeksin acı seni taşıyan temsilcin. eski günahlarına yaz hesaplaşma olsun kendinle tarihle, kırdıklarınla aranda... uygulayıcı bulabiliyorsan ne ala! şanslısın o zaman, kaderinde varmış acı... git üstüne derim. ama ille de gerekmez başkası... Şşşş... beni dinle... o ne? ne aldın bakayım eline? tamam işte oluyor git ve bir kere dene ruhun bunu istiyor. Şşşş... |
Acilen Denetim!
Caddelerde, yollarda, sokaklarda, trafik ışıklarında, köşe başlarında, kaldırımlarda, mahalle bakkallarında, marketlerde acilen denetim acilen yaptırım lazım! Temiz kalmış vatandaşın ümitleri bitmeden doğruluğun soyu tükenmeden çocuklar bahçede oynamayı kesmeden acilen denetim acilen yaptırım lazım! Okul önlerinde alışveriş merkezlerinde çaybahçelerinde, karanlık köşelerde sinemalarda, konser alanlarında acilen denetim acilen yaptırım lazım! Sokaklarda yürüyenler arkalarını kollamaktan bıkmadan, temiz kalmış vatandaş da diğerleri gibi bıçağa, silaha sarılmadan şehirler maganda denetimine tam girmeden zaten pek mümkün olmayan hikaye Avrupa Birliği hayalleri tamamen anı olmadan acilen denetim acilen yaptırım lazım! |
Açmam!
Ne israr ediyorsun lan? ! Bir o numaradan, bir bu numaradan arıyorsun çakmadığımı mı zannediyorsun? ! hem ben kafam bozuksa Kral’ından telefon gelse açmam! sana mı açacağım? ! ne israr ediyorsun lan? ! yol geçen hanı mı benim telefon? ! sebil mi benim gönlüm? ! kara giyen adamlar kaçırıp çekmiş olsalar da köşeye seni açmam! bir kere uyuz oldum sana bireysel haklarım devrede artık açmam! ha! şans eseri boşluğuma geldi diyelim açtım. bu da senin şansızlığın olur, çünkü mod değişti mi bende, kim olsa tanımam! üzerim, süründürürüm laflarımı taşıyamazsın varlığını, koordinatlarını bütün aldığın -naylon eğitimleri- şaşırırsın! işte hem senin, hem kendi sinirimi bozmamak için afiyette yaşamaya devam etmemiz için o numaradan da arasan bu numaradan da arasan açmam! |
Adam Gibi
“Adam gibisi” gelsin benim masama “adam gibisi”! .. gerek yok sahte kibarlığa ağız kenarlarını zorla gülümsemeye zorlamaya... Biraz cesaret olsun biraz gönülde coşku... olmaz öyle herzaman ölçülü yerinde, yolunda davranmak... “Adam gibisi” gelsin benim masama ya otursun adam gibi içsin, sıçsın havası neyse onu bulsun veya içmesin, ama adam gibi otursun! Madem yüreğini koymaya niyet etti masama kendini bilsin, beni bilsin biraz yürekten okusun. Bir şey ısmarlıyorsam sahte kibarlıktan red etmesin otursun yesin! Masadan kalkarken, yarınından korkmasın! Yüreğine beni yarın da alsın; bugün’de bırakmasın. O masaya telefonunu, epostasını koymaktan ödlek karılar gibi korkup da kırıta kırıta sahte kibarlıkla ayrılmasın! “Adam gibisi” gelsin benim masama “adam gibisi”! .. |
Adam mı, Araba mı? !
'Böylesi' hayatta çoktur. Her dakika da çıkmaz karşısına insanın ama çoktur işte! .. Bu sabah oldu yine... Karşımdan geliyordu 'araba' sandım önce, ama bir de baktım ki sonra sadece 'fazla hesaplı ve iyi giyinmiş' bir insanmış! ? bakışı da bu asilliğe göre ifadelenmişti. yolumda dümdüz devam etseydim hatlarımız çakışacaktı kesin çünkü biliyordum; o aslında bir 'araba'ydı; o kadar hesaplı ve iyi giyinmişti ki! bana çarpmaması için sanırım çok zor ve arasıra, zorunlu hallerde başvurduğu bir direksiyonu var; zahmet edip onu döndürmesi lazım! eh bunu yapması için de tabii ki para alması lazım; yoksa niye zahmet etsin? ! sağ eli 'itinayla' cepte dokunmakla, dokunmamak arasında bir ayarda... belki diyorum; dikiz aynası da vardır bu arabanın bir tarafında? ! ahah! o da ne? ! sanki metalden yapılmış o takım elbise -hani şu benim 'sistemin önlükleri' dediklerimden- yok yok zor bunun geçerken bana çarpmaması benim bir şeyler yapmam lazım yoksa çarpacak; kendi façası da bozulacak bir de sigortası da kuvvetlidir bunun; hasarını ben öderim büyük ihtimal! neyse ben hemen rotamı az bir şey değiştireyim de, geçsin ağır vasıta bu çünkü genelde dümdüz giderler bunlar. 'Böylesi' hayatta çoktur. ve bu sabah büyük bir masraftan kurtuldum! ahah! |
Adam olursam
Bir gün adam olursam bundan hiç hayır beklemeyin! Ya Dünya’da adam kalmamıştır ya Kıyamet Dünya’ya inmiştir ya da iş hayatı tepetaklak gelmiştir. Sanatçıdan adam olur mu? ! Harcanacak kaynak kalmadığında doğanın içine hepten edildiğinde sektörler birbirleriyle tokuşup ortaya karışık menemen olduklarında belki bana ‘Adam’ derler o zamansa bütün suçu bana yüklemek içindir bu! Ama hiç adam değildim olmadım! Suçu kendinizde bulun bu yüzden... |
Adamlar Aşmışlar ha? !
Adamlar aşmışlar aabi! .. Bu ne sıradan bilimi-teknolojiyi mahalle ağzına indirgeyen verilmiş bütün kültürel emekleri argoya boğan fikirde yükselme kavramını alakasızca betimleyen ve bizde çok kullanılan bir cümledir batının her yeni buluşu karşısında! ? Sanki o olayları yapanlar, becerenler senin gibi insan değiller mi? ! 'Adamlar' diyeceğine arkadaşların uyguladıkları felsefeyi ve bilgiyi merak etsene! Öyle deniz seviyesinden bakarsan olaylara adamlara, beylere, ağalara zaten sana ancak hayrete düşmek şaşmak, ağzı bir karış açık aval aval bakmak düşer! .. Kanatlan biraz kardeşim kımılda, silkelen, spor yap, sabahları duş al filan! o adamlar da insan, bunu da günde 10 kere çalış! çalış ve sen de aş o zaman! |
ADSL Kadınları
Aaah ah ne de yazık, internette bunca kadın resmi varken ve elinin altında da mis gibi ADSL varken milyonlarca güzeller güzeli kadın resmini kendi elleriyle kenara itip, bakmayanlara! giyimlisinden, giyimsizine edeplisinden alabildiğine edepsizine hatta arlanmazına en ayıp şeyleri yapanına hiçbir zaman göremeyeceğiniz kadar güzeline, ne yazık görmeyi red eden erkek gözüne! .. ille senin mi olması lazım güzelin güzel olması için? hazır gelmişken monitörüne el pençe divan, atıver bir göz ey er kişi pişman olmazsın, yeter ki ayarlarını tümden kaçırma son söz sende kalsın. ve sana bir dost tavsiyesi pek de izini belli etme hatuna; yine de dikkatli olmak lazım. Pikseller aşkına ağzın sulanacak diye 5 dakika için evdeki canlısından da olma! |
Affet Allah’ım ama…
Biliyorum bütün bu teknoloji sevgimiz, internetin sanal, birleştirici kudretine olan düşkünlüğümüz, kitap okumalarımız, televizyon seyretmelerimiz, günboyu işler peşinde koşmalarımız, kısacası bütün bu insani takıntılarımızla bir anlamda kendimizi mutlu hissetmelerimiz ölüm kapısından geçince son bulacak. Nihai hedefe, mutluluğa ermenin o en yüksek heyecanı ile tanışıp da, gerideki takıntılar danmutluluklardan vazgeçemeyecek tek bir kul var mı ki? ! ama ben o noktadaen yüksek teklikte bile olsam, Yaratıcı’dan özel bir şey rica edeceğim: Herşeyin olabilirliği elimin altında olsa bile ne olur bana şu eski, köhne bilgisayar klavyemi ve monitörümü yine manzaralı, tek göz bir odada sağla Allah’ım! affet ama şu tuşların tıkırtılarının damlaya damlaya oluşturduğu yazı ve şiir şölenibenim için gerçekten vazgeçilmez… |
Affetmek
Affetmenin ne derece yüksek ve taşınması zor bir mertebe olduğunu, bugün fevrilikle inanılmaz bir şekilde kırdığım sonra defalarca özür epostaları attığım bir kardeşimin beni kısa süredir tanıyor olmasına rağmen, gelip, hiçbir şey olmamış gibi yeni taşınacağımız işyeri için elimi sıkıp, yanaklarımdan öperek hayırlı olsun dileklerini sunmasından sonra bilfiil öğrendim. belli ki, karşısında hırsımla ezildiğim oranda yüksek ve temiz bir mertebe... artık onun bana hiçbir ilimi-irfanı ispatlamasına gerek yok! o çıktı ve oturdu kendi mertebesine. ne mutlu bana ki, o elleri sıktım. |
Ağabeyliğin-Ablalığın Biletini Keserim
Biraz yüzeysel çizgiyi aşan şah damarları ve kalpleri devreye sokan gerçek yakınlık içeren iletişimlerde aklım hemen şu ağabeyliğin-ablalığın biletini kesme işine takılır. çünkü bizim işimiz sonsuzlukladır herzaman oraya doğrudur. andımız onun üzerinedir ve bu yola taş oldumu bir kere ağabeylikler, ablalıklar; ayaklar kalın zincirlerle dünyaya çakılı kalır. yıllarla ölçülen sevgi-bilgi birikimi, eskimişliğe duyulan göstermelik saygı sadece karşısındakini aldatır diğerinin ve dualite bütün gücüyle işler, farkındalık damarlarını bir-bir tıkar benliğin! nerede kaldı sonsuzluk? nerede kaldı zamanı-mekanı aşan bilgelik o zaman? ! bu yüzden her zaman yeni bir iletişime girdiğimde biraz yüzeysel çizgiyi aşan şah damarları ve kalpleri devreye sokan gerçeğin kokusu geliyorsa burnuma; en baştan ağabeyliği-ablalığı atarım çöpe... zamanı-mekanı aşan dostluğumla soyunurum onun karşısında ve ondan da aynısını beklerim. |
Ah O Keman Sesi
Aaah ah o 'keman sesi'! aah! .. nasıl da bana hala hiç yılmadan ilk ve tek aşkımı hatırlatıyor! .. onun gibi ince telden içime işleye işleye hem de hiç koparamayacağım şekilde! .. bütün noktalarından benliğimin ve bütün noktalarından hayatımın nasıl da kendi ellerimle kurban ettirmiş ki beni; en kısa eserdeki o tiz sesiyle bile içimde 'orkestralar' oluyor, ağlatıyor, güldürüyor ve nasıl da kendine hala bu kadar yıl sonra hayret ettirip, başım kollarımın arasında bu sevgiyi düşündürüyor! ? .. Aaah ah o 'keman sesi'! ne oldu sana? ya da zaten hep böyle miydin? anlaşma mı yapmıştın Havva ile? peki ben şimdi sevgimin yıllanmış hesabını sana mı vereyim sevgilime mi? hiç konuşmasam hesapları fırlatıp, atsam ve sadece senden küçük bir eser daha dinlesem? .. aah ah! .. |
Ah Seni Yüzyılın İnsanı!
Asansörden çıktığında karşılaştığı insana iş yerinde tuvalete giderken rastladığı iş arkadaşına bir toplantıda ilk defa gördüğü çalışan'a kendisine sevgi dolu gözlerle bakan duraktaki adama 'merheba' dememesinde gördüm kıyameti... ah seni Yüzyılın İnsanı ah! ne umuyorsun ki sonunda? .. en ince detaya kadar hakim olmuşken Şeytan sevincini, üzüntünü, mutluluğunu eşini, dostunu ve bir ufacık 'merhaba'nı ele geçirmişken ne umuyorsun ki sonunda? ah seni Yüzyılın İnsanı ah! .. |
Ah şu Filmler!
Filmler... tür tür mekan mekan zaman zaman insan insan rengarenk filmler... varlıklarını bile biliyor olmam, daha rahat tadında uyamama nasıl da güzel bir neden! .. Her birinin içinde türlü olay, bir sürü insan... akıp giden kendine ait o, zaman... tıpkı şu an yatağımda uykuma dalmadan önce gözlerimin görmediği kulaklarımın duymadığı milyon tane alemde milyon tane olay ve yaşayanın binlerce halde olduklarını bilmem gibi, filmlerin de her birinde, kendi zaman dilimleri içinde kim bilir neler oluyor? diye keyifle merak edebilmek bile ne büyük mucize! .. aah şu filmler! .. |
Ajda-Banu Çay Bardakları
Bugüne kadar çoğunlukla Ajda Pekkan bardağıyla çay içerdim. Yeni iş yerimize geldik. o gün Banu Alkan bardağıyla ilk defa uzaktan tanıştım. gerçekten de farklıydı süper stara göre! .. İlk anda yadırgadım onunla çay içemedim. Ajda Bardağının o iri, ama oranlı tadı onda yoktur diye... Evet... Bugün çayımı ilk defa Banu Alkan Bardağıyla içtim! aynen; onda Ajda'nın o oranlı tadı yoktu. ama olsun; bu da kendine hastı... Bardak, aşağı doğru daha bir kalınlaşıyordu altı dolgundu fazlaca... pek de benimseyemedim. ama fazladan yaşanan 1-2 şeyin ne zararı olur ki? ! Ajda veya Banu; ikisi de kendine has tadlardaki bardaklar... ama inanın bana önüme bir şans daha getirseler Bülent Ersoy Bardağıyla çay içmeyi yeğlerdim gürül gürül! .. |
Akışı sev ve İzin ver
Sıkma hiç kendini pozdan poza şekilden şekile girme! kasılma mimiklere boğulma; yutturamazsın Gerçek Hayat Yolcusuna! .. etrafını çitlerle çevirmeye çalışma bildiğin bilgilerin öğrendiklerinin ve öğreneceklerinin... hiçbiri senin değil çünkü, boşuna uğraşma, zorlanma. rahat bırak gitsin! giren de girsin içeri. bildiklerin bildikleri gibi akıp gitsinler bünyenden önünü kapama, kendi damganı vurma çünkü hiçbir şeysin aslında... sadece çeperlerini temiz tut tıpkı tıkanık olmayan başı-sonu açık bir boru gibi, sadece aracı ol akışa... izin ver içinden geçebildiğince geçsin bilgiler, sevgiler ve hayata dair herşey... sürtündükçe zaten ısıtacaklar seni. sadece akışı sev çokluğu dert etme ve izle... tadına bak ama önünü kesme damganı vurma ismini koyma bilgilere... hiçbiri sana ait değil... uğraşsan da, sen sonunda foyan çıkar meydana idare edemezsin! bu yüzden sıkma hiç kendini pozdan poza şekilden şekile girme bir şeyler biliyorsun diye! sadece akışı sev ve aracı ol... |
Al birini vur ötekine
O akşam yine çayı içtim kahveyi içtim kolayı içtim arada su içtim boğazımı cilaladım yine çayı içtim puroyu içtim ağır dumanıyla kendimi eğlediğimi zannettim her bir boku içtim ama gece yine boktan... Tv’de filmleri seyrettim salakça, kokuşmuşça zapladım saati yine ikiledim gece yine boktan bir de bu haliyle beni yarına bağlayacak yarın’sa kendini ne bok zannediyorsa bir tek ışığı farklı salağın! Yoksa al birini vur ötekine! |
Alaçatı
“Enişte” deniz nasıl? havuz nasıl? güneş nasıl? Surf Cennetindeki turistler nasıl? o, İzmir Alaçatı'nın yanık esen akşam rüzgarlarındaki terlemeler nasıl? Kurufasülye-pilav cacık İzmir Köfte ve Yusuf Baba nasıl? ya Alaçatı Pazarı'ndaki tezgahlar? meydan kafesindeki çaylar nasıl? “Enişte” hepsi bir şekilde gidiyordur da tadında keyifler nasıl? |
Alayına Uyuz Olurum!
Bir çöpçü, geceyarısı sokaklarda kamyonla dolanırken çöp kutularını nefretle ve isteksizce boşaltıyorsa, yüzü o çöplerden daha pisse, iş saatleri içinde bir temizlikçi ofisteki çalışanlar arasında dolaşırken akşamüstü temizliğini mutsuz ve şirret bir ifadeyle yapıyorsa, kod yazarak sayfaları inşa eden bir programcı yayına alınan sayfaları arkalarından lanetler üfleyerek yolluyorsa, bir sandoviçci sırada bekleyen insanlara makine gibi hızlı bir sürü sandoviç hazırlarken farelerden kurtulmak ister gibi bakıyorsa yüzlere ve o peynirleri istemeden sıra sıra diziyorsa, 'alsınlar da defolsunlar' yazıyorsa pis bakışlarında, devlet dairelerindeki kendine özgü atmosferde çalışan, oraya gelmeye mecbur kalmış insanların yüzlerine sanki kendisine mahkumlarmış gibi lanet-lanet bakıp, hem insanı, hem kurumunu lekeliyorsa, ve patronların bazıları kapısını kapattığında çalışanlarından 'aşağıdakiler, sünepeler, ameleler' diye bahsediyorsa, ben bu insanların alayına uyuz olurum! lafıma karşı çıkana onlara arka çıkana ellerinden tutana yanlarında politikçe durana alayına, taburuna, bölüğüne uyuz olurum! ve bunu bağıra bağıra her fırsatta dile getirir gücümün yettiğini de gıyabında mutlaka eğerim! bununla da övünürüm gurur duyarım! |
Alırlar, Satarlar
Alırlar, satarlar paradan dağlar yaparlar telef ederler kendilerini çirkinleşirler şişmanlarlar sporsuzca gıdılanırlar, homurdanırlar yataklarında rahat uyuyamazlar. anılarını kirletip, çocuklarına anlatamazlar gizlenirler sırlar perdesi arkasında kendilerini bile yaşayamadan dünyadan göçer giderler bomboş, ama akıllarınca dopdolu yaşamışça! ? Alırlar, satarlar para kokusunu 'köpek' gibi sezerler de; bir gülü bile bir küçük aşkı bile sevgiyi koklayamaz olurlar ve ölüm döşeklerinde dost azlığından sevgi azlığından son anda Allah'a başvururlar panikle! ? Alırlar, satarlar çocuklarına iyi bir gelecek bırakmak için parayı kuşanırlar eteklerine de; mazeretleri budur bunların... yalanı görür dünya bu çocuklar bu insanlar! artık karınlar tok... henüz geç değil çocuğum lütfen lütfen satma kendini bırak raflarda bekle! inan bana zaman geliyor sadece biraz daha sabret, bekle... |
Alkışlamayacağım Artık Seni
Alkışlamayacağım artık seni kendi köyümüzde zaten içiçeyiz, biliyorsun? .. alınma, alkışlamayacağım! bu köy, bu ev bizim bu düğün, bu tören alanı bizim. biz biliyoruz birbirimizi zaten kardeşiz, bir olmuşuz fikirde, felsefede, anlayışta, bir miktar yaşam biçiminde türlere, tarzlara bürünmüşüz güya birlik adına... ötekileri sor biraz dertlerini sor onlara beğendir kendini sevdir. onları da al evine tören alanını onlara da sun! özel içkilerinden içir, çayından içir. onlar da dahil olsunlar hele bir sofrana tatlarına şahit olsunlar sohbetine katılsınlar. onlara da göbek at şovlar sergile muhabbetlerini dellendir biraz; o zaman dikkatimi çekeceksin. dönüp, sana bir kere daha bakacağım. olmuş meyveye uzanır gibi elimi sana da uzatacağım. ama şunu bil ki alkışlamayacağım artık seni kendi köyümüzde buradaki işini çoktan bitirdin artık sokağa çıkma zamanı! herkesi kim olduklarını ayırt etmeden sevme sarma zamanı... lütfen yine gözlerini yarı kapatıp köyüne dönme kepenkleri kapatma bırak içeri gerçek ışık girsin! artık yüzleşme zamanı! kapı aralandı eski rüzgarlar yok fırtınalar var kaçamazsın! ve inan alkışlamayacağım artık seni kendi köyümüzde. |
Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:33 AM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.