![]() |
Nisan Serap Muratoğlu
Aşkbazın İntiharı
Kaç zamandır Yüzümün arka sokaklarında Acıları çürütürcesine Sevişiyordu geceyle akrep.. İhtiras denizinde Boğulur gibiydim.. Ve ölümle yıkamak, istedim Tozlu düşlerimi.. Kımıltısız kanat sesim İsyanla büyüdü! .. İlk kez güneşi seyreden İçimdeki bez bebek büyüdü.. Yüzüm sana dönük Zamanın kıyısında Asi rüzgârla sıyrıldı Bedenimden utançlarım.. Duygulara yasak koyan Tabulara inat sevişmek Ve sevinçlerimi gezdirmek istedim İlkyaz özlemiyle teninde.. Aldatan kimdi, aldanan kim Masum sandığım hayat Geçip giderken, büyüyen Bir yalan değil miydi! ? .. Nisan yağmuruyla ıslanan Öpüşünün gölgesine uzanıp Aşka hayır! Dediğim Şiirleri yakmak istedim Ama biliyorum ki; Bilmemek aşk üretiyor.. Gidişin oyun adı aşk Bittikçe yeniden sahnelenen.. Yüzünü çevir Gözlerini kapat! Uykuya gömülürken gece Herkes herkesin oluyor Ve ben kendimi yağmurun yüzüne asıyorum Çünkü sen bana yasak! .. |
Aglama
Esmer zamanlar da unuttugun Sana dair olan ne varsa Gün aymadan göz uçlarina Ard arda kördügüm olur ya bogazinda Ve sen Iskelesi yikik bir limanda Bosaltirken yükünü Gemiler silemeyecektir agir hüznünü Aç Kapyny! ...Aç Aglama! |
Son Bakışta Aşk
ak düşen saçlarımla yazılacak uzun an’larda sustuğum …/bir şiir toprağa ve kâğıda/… / hüznün güzelliği, eskimişliğime iliştirilmiş yaka çiçeği gibi kayboldukça tenimde öylesine serpiştirilmiş bulutlar arasında hiçbir şey anlatmayacağım mevsimsiz / mavinin göbek çukurunda çağlayanla buluşmalarım rüya …/teni çatlayan geceden habersiz… / dokunmadan …./zamana / an’a denk düşen sevişmeler arasında ne kadar uzun yalnızlığım lütfen biraz daha dudaklarıma aşk da yalnızdır nasılsa… / leylaklara dönüyor yüzüm ikiye bölünen gökkuşağıyla buluşunca bakışlar ve ayrılık kalbin yamacında sürekli bir intiharı yaşayan leylaklara dönüyor yüzüm / uzuyor saçlarım incelen toprak ve ak kağıt esrarlı bakışlara aşinâ yeminlerim uzun yaşanan an’larda son bakışta aşk ve yalnızlık / yenilgi sessizliğiyle gövdemde dinlenirken ölüm gidilmiyor geriye bakarak hayattan ve aşktan ve yalnızlıktan… |
Aşk İçin! ..
Öykünür taylar Gecenin koynunda Yıldızlara doğru... Ninni söyler ay Kanatlanır martılar İçimi yıkar mavi.. Tenimde acının teri Boğazımda düğümlü anılar Gözlerimde hüzünbaz sevişmeler.. Hayatın tam ortasında Vur sesinle beni! .. Kanasın ayrılık.. Yakalım şiirleri! .../Aşk için Binelim doru ata Götür kayıp ülkene Özüm süzülsün avuçlarından Sözüm dirilsin gözlerinde İçine al! .../Sakla beni.. Yatağına sığmayan Duru sularına yürüyeyim Sana doğru! .../Aşk için.. Gün bakıra dönsün Düşizlerimiz harelensin Terk edilmiş şiirlerde.. Razıyım sunduklarına Sen yoksun! ../Ben yokum! Biz varız aşk için! .. |
Aşk Zor Şey! ..
Eskitmemeli şiirleri, düşleri .../aşk zorşey! .. Çatılardan aşmalı, bacalarda tütmeli Sözler umursuz dilenci... Al yeleli atlarla koşmalı Hazanda gam çiçeği soldurmalı... Sonra, sonra, b o ş l u ğ a Bilinci, kanadı kırık kuşa devretmeli Kan delirmeli, uçkur çözülmeli Haykırmalı dar açılarda Seviyorum...! Seviyorum! Sonra, sonra y .a ...n ....ç ......i .......z ........m ...........e .............l ..............i velhasıl / aşk zorşey! |
Çalkantı
/Kovdum kendimi kendimden! Kısır döngülerde dövünürken Çirkin bir adam geziyordu tenimde Çakal ulumaları basıyordu geceyi Kurşun yanıyordu yüreğimde Kırağ düşüydü toprak Sinsice sızıyordu kanım Ölüm kokusu sarsıyordu gülleri Bir fidanı kopardım kökünden Uçmazdı artık kuşlar Haindim isyanıma yenik Sarsak akşamüstleri ağlardı tilkiler Hayasız gece düşlerine Tutsak olurdu yıldızlar Kançiçekleri tomurcuklandı canımda Kirpiklerime turnalar kondu Yarama örtündü toprak Kandım kana kana kanamadım Parasını ben vermiştim oysa kurşunun Hain, hayasız, vefasızdım yaşama Yüzsüzlüğümü aldım koltukaltıma Döndüm kendime Yorgundum yeniden açmazlara konduğumda Her adımda gözüm takılı kaldı yarında İnadına içimde saklıyken yaşam tutkusu Gidemem! Ölemem...! Başarısızdır benim intiharım! |
Çukur! ..
Kararmaz belleklerde Hükümrandır şiir Aydın! ../Kanar Madımak! .. Alazlanır karanfil ezgisi Memleketin burçlarında Kederli türkülerle.. Dünün söz bendi çiğnenir Karanlıklardan irin çağlar İçine ağlar Madımak! ... Kimdi sorgucu, imdi yargıcı Kanatsız güvercinler uçar Zulümlerle barışa! .. Azrail’in düşer kukuletası Ölüm nedir ki! ? .. Her gece aydınlanır gökyüzü.. Yağmur uykusu, düş yorgunu Aydın bilmez ölümü Barıştandır gözler çukur../Çukur! .. |
Müptela
Şehrin mihrabına sığınıp Acıyan sevgimle dölleniyorum Avluda dolaşan gölgeler besleniyor Ahlat günlerinin hicranıyla Kendini doğuruyor İstanbul Çoğalıyor sinler.. Ölsem! ........./Şehir ölür mü Sana gitmek batıyor kanıma Sessizce kanıyorum Kıyılar yoruluyor ama Şefkat kokuyor ******* Sabahlar gülsuyu Tenimi yıkıyorum... Ölsem! ........./Sen ölür müsün Şehrin aynasında buğulanıyorsun Nurum sıyrılıyor aldanıyorum Yalnızlığın cenneti şehir Gayya kuyusunda boğulup gidiyorum Hayat alıp, hayat verirken Yokluğunla lanetliyorum kendimi ve şehri Çünkü ben ................./İstanbul’a değil! Ölünün toprağa, yaprağın çiğ damlasına Uykuların huzura ihtiyacı olduğu gibi Ayrılığın tadını öptüğüm dudaklarından Sesini getiren rüzgara muhtacım Hayat / ölüm, şehir / ben Sevdam / sen kadar.. Çünkü ben .............../Sana müptelayım! |
Öldür Öyle Git! ..
Zihnimde taşıdığım dünyanın Acılarını çekerdim belki bin yıl daha.. Çiçek suyu gibi içerken seni Kendime söylediğim en büyük yalandın! Gün altın ışıklarla aydınlanırken Gözlerimdeki ışıltıyı söndürdün! .. Rüzgar söylesin, deniz çarpsın ki Yalnız yelkenli gibiyim.. Eskiyen bir görüntüyüm zamana karşı Hüznümde şimşekler çaktığında aydınlanan Yüzümdeki makyaja bakıp aldanma Kalbimde siyah güller açtırdın.. Nar gibi gecede alazlanıyor yıldızlar Yanıyor imgeler! .. Ve bir hainin gölgesi aydınlanıyor İklimsiz gidişlerle.. Sözlerim bağışlamıyor sesini Bağışlamıyorum gidişini! .. Tetiklediğin aşkı yaralayıp gidemezsin ..../Öldür öyle git! .. |
Seni...
.../Seni Derin bilmece çözer gibi Gözlerinden, kalbine Yol alırken gece vakti... Uyuturum Kimsesizliğimi Ve dolunayda büyütürüm Mavi düşlerimde Aşkı kutsamak gibi ..../Seni Düşünürüm İçimde yitip gitmek Ürkekliği varken Ne kadar uzattığını hayatımı.. Gece hızlı tren gibi geçer Kent uyanır yorgun uykularından Telaşlı, bıkın adımlar Hayattan, şiirden ne kadar uzaktılar! ... Düşünürüm Ruhunun derinliğini Sevginin sıcaklığını Ve hayatıma kattığın anlamı Şiirlerin kehribar Sessizliğinde düşünürüm.. ..../Seni! ... |
Sevmiştim Seni
Sensiz, bensiz denizler Maviler kimsesiz Eskizi silik Geçiyor bulutlar Nerede sevdik, neden sevdik? ... Günsüzlüğüme akar Sustuğum yerde ağlarım! Dua çiçeği gibi açar Göğsünde tutsak yatarım Gözlerim hüzündür Yokluğun güzüm Kıyılarıma vuruyor Ayrılığın dalgaları .../Sanadır yalnızlığım Günsüzdü aşk Günsüzdü ayrılık Nerede sevdik, neden sevdik? ... Geceye kalkan kadeh yorgun Ansızın seviştik! ... Usulca yırtılıldı kızlık zarı Masumiyetin mavi akıyordu kanı .../Sevmiştim seni! Yüreğimde ağlayan Kemanın izi var; .../Üzgün! Ölümlüydü madem aşk Niçin ateşe atıldık biz! |
Öldüm..
ekşimesin muhallebi diye öğretilmedi ayıp ayıkladılar taşı, pirinçten karga tulumba götürdüler arkabahçesine dünyanın dokundu ilmek ilmek insanı insan yapan muhabbet kimi kaçırdı bir ilmek kimi kaçtı ben gibi.. ki içi boşalmış tarihin arka yüzüydü suskularımızda kamçılı özgürlük söz dendiğinde kırıldı öz olamadım dünyanın iyesi ve şimdi evrimimi tamamlamak için esareti sorgulayan kırıldı dilimin kemiği /öldüm... |
9. Orhan Veli Yürüyüşü
Kardeşi Adnan Veli'nin 'yürümekten hiç bıkmazdı. Bazen Beyoğlu'ndan Sarıyer'e kadar yürüyerek, ıslık çalarak gittiği olurdu' sözünden yola çıkarak yaptığımız; Orhan Veli Yürüyüşlerinin ilki 14 Kasım 1996 Perşembe günü yapılmıştı.. Yürüyüşün Taksim Atatürk Heykeli önünden başlamasını uygun bulmuştuk çünkü, Orhan Veli'nin ölümünün nedeni, yani Ankara'da belediye çukuruna düşmesi, Atatürk'ün ölümünün on ikinci yılında gerçekleşmişti.. 14 Kasım 2004'te 9'uncusu yapılan Orhan Veli Yürüyüşü, gene saat 11.00'de, Taksim Atatürk Heykeli önünde başladı ve Aşiyan'da Orhan Veli'nin mezarı başında sona erdi.. Tek katılım şartı, bir şiir kitabı getirmekti.. Amacımız bir anma toplantısıydı ve bu toplantıyı dört duvar arasında yapmak istemiyorduk, çünkü Yaprak Dergisi'nin ilk sayısındaki Alış - Veriş şiirinin bir mısrası şöyledir: Salon verir sokak alırız Her yürüyüşte olduğu gibi bu yürüyüş de bir şiir şöleni oldu ve aynı şiirle başladı: Bütün güzel kadınlar zannettiler ki Aşk üstüne yazdığım her şiir Kendileri için yazılmıştır. Bense daima üzüntüsünü çektim Onları iş olsun diye yazdığımı Bilmenin. 10. Orhan Veli Yürüyüşü, 14 Kasım 2005 tarihinde yapılacaktır.. 'İş Olsun Diye' yürümek isteyenleri bekleriz.. |
Abstre
saat yirmi dörde doğru bilekleri kesik bulutlarla sağanak intiharı paylaşır alaturka dudaklar // saat yirmi dörde doğru kefenlere yazılan düşlerle geçmiş zaman kipinde ölüdür gölgeler // saat yirmi dörde doğru aşk siluetiyle parlak yıldızlar altında ağlayan göz sürmesinin kaçak gelin bekareti bozulur // saat yirmi dörde doğru şehrin bataklığında kurbağayı öpen fahişenin kanıyla yıkanır sır gece duvarları // saat yirmi dörde doğru kedi çöp apazlarında mum aleviyle ekşiyen limonun damarlarını yalar // saat yirmi dörde doğru kanserli yaşamın ilahi gücüyle beslenen imge bahçesi solar, söz biter, şiir terk eder ölür nisan serap |
Acı Biber Tadında Aşk
Dudaklarımızın arasında kor ateş gibi yanan Bir karış toprağa gizledik sevdamızı Ölüm tufanlarından kaçtık, ayrılıklardan saklandık Omuzlarımız çöktü hasretin ağırlığından! Tadına doyulmayan, dillerin alev aldığı Acı biber tadında aşktı bizimki... Ne deryalardan geçtik, yarıla yarıla! Kadere inat çizdik yazgımızı son demine kadar Çok seslilikten arınıp, tek ses olduk sevdaya Bir gönüldü ki bizimki değme mücevheri sönük bırakan Hüzzam makamında uyuduk gece matemlerine Güneşin yüzü soldu da biz aydınlandık yeni güne Tadına doyulmayan, dillerin alev aldığı Acı biber tadında aşktı bizimki.... Ak kundaklara sardık, ebruli zıbınlar giydirdik Kucakladığımız kıyımsız sevdamıza... Gecenin şavkı vururken üşüyen gölgelerimize... İlmek ilmek dokuduğumuz hazan şalına sarıldık Yediverenlerle öpüşüp, fesleğenlerle oynaştık Kınalar yaktık avuç içine sığmayan zamanlara Çıplak bedenlerimize giydik mevsimleri... Aç uyuduk, susuz uyandık nefeslerimize... Tadına doyulmayan, dillerin alev aldığı Acı biber tadında aşktı bizimki... |
Adamım...
/Hayat kutsal emaneti sonsuzluğa gömdü! Adamım, açısı dar zamanlara Sığdıramadık bütünlüğümüzü Uzuvlarımız terk ederken bedenlerimizi Gölgeler söndüremedi ateşimizi İkiz Kuleleri yıktık terör uğruna Adamım, biz hiç kayda geçmedik Geniş ve kıllı göğsünden bir damla süzüldü Parmağımla takip ettiğim... Alev topu gibiydi içimi ürperten Adamım, arzular bizi hiç terk etmedi Islak zeminde kayan bir yıldız gibiydi O dar sıcak kalçaların... Yine içimi ürperten Uğruna hayallerimi sattığım sen! Sen, sen ya adamım Sen... Bahar sendromuydun Sahipsiz izdüşlerimin Korkusuz olsaydık aykırı gelirdik doğaya Arzu boranlarında bu yüzden gizledik suçumuzu Sustukça artan bir şehvetti oysa Aşkın mizahi tanımı... Krizantemler, uç uç böcekleri Natürmort bir şahaserdi aşk adına öldürdüklerimiz Sen hayattın, aşkımsa kutsal emanet Sessizce tapındığım, nefessiz kaldığım /Ve hayat kutsal emaneti sonsuzluğa gömdü Elveda sana, elveda adamım! ... |
Adı Yok Hüznümün...
Sabah ayazında titreyen hayallerimle Suya yazılan sözlerimin Ve ardıma bakmadan gördüğüm Dünden kalan adımlarımla Tutkularım pusu kurmuştu ayrılığa Bu sabah, yalnızlığımla seviştim! ... Bir gözümde yaş Bir gözümde aşk... II Terk etmiğim umutlarımla Yarasaların çığlıklarında susmuştum Ana rahminde solan, Doğmamış bebeklerden korktum Bu sabah, kahırlarımla seviştim Bir gözümde yaş, Bir gözümde hasret... III Yelkovan vurmuş akrebi sol yanından Ölü zamanlarda boğulmuşum Dağınık yatakların yalnızlığıyla Serseri kurşun gibi namlunun ucundayım Köklerine sarılmışım servinin pervasız Bu sabah, isyanlarımla seviştim Bir gözümde yaş, Bir gözümde nefret... IV Pranga geçirilmiş ruhumla Hücre hapsindeyim karanlığın! Yağlı urganla asmışlar yüreğimi Son duadan silinmiş bedensizliğim Terk edilmişliğim vuslata yazılmış Bu sabah, ölümle seviştim... Bir gözümde yaş, Bir gözümde veda! ... |
Af-et
Lacivert kıyılarım, uzağım ..../ Parçalanırım! .. Her zerremde sen.. Aşk kuşunun terkisinde ......../ Yalnızlık! .. Çoğalamam sevişirken Bir düş, bir ayrılık ......../ Islanır Hüzünbaz gözlerim.. Tükenir sözlerim ........./ Susar Kendimden kaçarım.. Ilık öpüş mühürler yüreğimi ........./ Tapar Çölüme saklanırım... Sesin öper güneşi ........./ Aşkla.. Kalbimin teselli incisi Anlatamam sana ......../ Af-et Hayatın resmini! .. |
Aglama! ...
Esmer zamanlar da unuttugun Sana dair olan ne varsa Gün aymadan göz uçlarina Ard arda kördügüm olur ya bogazinda Ve sen Iskelesi yikik bir limanda Bosaltirken yükünü Gemiler silemeyecektir agir hüznünü Aç Kapini! ...Aç Aglama! |
Ağıt
Bir yıldız kayar Ağır ağır.. Bir damla yaş süzülür Hasrete sessizce Titreyen parmaklar Arasında sazın telleri Yasak sevda türküsü Dokunur sol yanıma... Bir geceye vurur demi Bir bana alevi Acıtır mıydı Bu sessizliğin beni Ya gözlerin Keşke gitmeseydin... Gecenin gölgesiyle Sana uzanır ellerim Sarılır düşlerime Alaca karanlık Dudaklarımda asılı sözlerim Kar yağar kalbime Binlerce hayata devrilirim de Sevincimde nisan üşümeleri Rüzgar dokunur Sen diye aldanırım Turnalar geçer Tenimden geçerim Ya ellerin.. Keşke gitmeseydin... Korkuyorum Sensizlikten sevgisizlikten Uyku uzak ülke Doğmaz güneş Yolunu gözlerim Yastığım soğuk Hiç ayrılmadık Belki de seninle hiç.. Ateşim ol Geceme gel koynuma gir Yanalım! Cehennem ateşi olsan da gel! ... Ya sevişlerin Keşke gitmeseydin... |
Ağlama Sesleri
Gergin dilinle Hecelerdin bakire tanrıçaları Dudakların aşk’a utangaçtı Acemiydi tenin etine İliklerinde şehrin ağlak Ve geçimsiz sevişmeleri saklıydı Nehre koşan at gibiydin Cesaretle sıçrardın geceye Üşüyen etler keserdi buzunu P a r ç a l a n ı r Yutardın karanlığı Göçebe gözlerinle Paylaşırdın uykuları Düş(ü) ne biliyordun Bildikçe uzaklaşıyordun Beslediğin o verici ruhundan Zamanın aynasında nefesini soğutarak Sırtından vurulan sonlar düşlerdin de Omurganda sancılanırdı ihanet Ve birgün İçine doldurduğun Boşluklarla genişledin Çatlayan damarlarından Sızdın kendine Sözlerin gürültüsü Evrildi ağlama seslerine Yüzüne baktım P a r ç a l a n m ı ş t ı Yüzünün seyir defteri Omuriliğinden öptüğün hayat Değmedi ölüme |
Ağlamalı! ...
Günebakanların gölgesinde Güneşe ağlamalı Denizkestanelerinin yaralarını Sarmalı yosunlar Kutsamalı hüznü Shakespeare soneleriyle Uzaklardan aşk geçiyor Uzaklardan! Lodosa teslim Ağlıyor denizfeneri Çehre hüzün, çehre yalnızlık Yas tutmalı ay karanlık! Bir adam, bir kadın Gökkuşağında ağlamaklı İskele alabanda! Kıyılarıma yanaş kıyılarıma Kadehler arası yolculuklarla Hicrana seslenmeli Gün geceye kavuşurken Karışıyor dünya... Ekinoks hücresinde Vuruluyor güvercinler vuruluyor! Öldü aşk, öldü insan Öldü barış! Günebakanların gölgesinde İnsansızlığımıza ağlamalı! |
Ağlayamıyorum! ...
Suskun kahpe sokaklarında İstanbul'un Konyak yudumuyla boğuluyorum Sıcak, sıcak ve yavaş... Su birikintisinde ki serçe misali, ürküyorum Ne yaşamın ardından kahrediyorum Ne yaşanmamışlığımın Serçe bile değilim oysa! .../Ağlayamıyorum! Ruhsatsız silah gibiyim faili meçhul cinayetler de Tam ortasına hayallerimin siyah çelenkler bırakılmış Kahredilmiş adıma yazılan ne varsa kadere dair Gölgelerin uğrak limanı gibiyim, martı çığlıklarında Ne kendimi bilirim kendimden öte Ne benden giderim korkularıma yenik Martı'da değilim üstelik! .../Ağlayamıyorum! Çekmiş baliyi ciğerlerine tecavüze uğramış İsyanların da gecenin soluksuz çocuk gibiyim Sigarasını inceden saran gay'in ayak seslerinde ezik Uzaklardan gelen çığlık misaliyim Ne benden bilirim yarının hesabını Ne bendim zaten verecek hesabı İnsan bile değildim! .../Ağlayamıyorum! Darbeli ruhum sokak ortasın da kahpe İstanbul'un Vurucu tim olmuş alacakaranlığın yalnızlığı Kahretmişler ardımdan kayda geçmeyen yıllar Dört mevsim geçmiş bu koca şehrin üstünden de Bir ben bilememişim adımın Nisan olduğunu! Ne özümden almışım yazgıyı Ne bugünden umutluyum! Oysa Serap'da değilim ya! .../Ağlayamıyorum! |
Ağlıyor İstanbul
Kirpiğimde asılı kaldı Bir damla yaş... Ağlıyor bu sabah İstanbul! Ve ben... Sessizce karışıyorum Gözyaşı kalabalıklarına! ... |
Ah! İstanbul Ah! ...
Zil çalıyor zerafetin etekleri Zıtlıklara “aman sende” diyerek geçtik Ruhum serseri, esrimiş gönlüm... Ruhların zarafetine uygun kabirler seçtik Cilveleşip imgelerle, dirhem dirhem Cılız sesleri, şüpheyle ıskartaya çıkardık ya biz Satacağım bu gece seni! Sevgiliye kalp gözüyle bakanlardan değiliz! .. Hüznü belinden kırıp, eylemlerimle yıkacağım Ve ben sana göz yaşlarımla bakacağım Aşk kanunlarını! .. Bir yanar dağın boğazına bırakıp… Oysa, zemheri gecenin sonrasında Tekamülde tek sabrın dolmasında Saydam bir gün düşlüyordum Derken, düşlerimde ayaz ve ben üşüyorum! Kadehleri, dalgakıranlarla parlatıp Darından muzdarip olmuş, şu ırgat Zerdali gölgesinde demleyecektim gündüzü Koynunda geçirmeyi düşlediğim gibi geçen güz’ü., Aşiyan ki anılar seli Aşiyan ki, sırtım kambur yollar engebeli İnce sızım, eski göz ağrısı kumrular ağlıyor! Ağlayan göz ve özden kopan damlalar! Vallahi, yüreğimi dağlıyor… Uykusu kaçmış, çocuklar gibi huysuzum Hani bana diyecekti; Neyin var kuzum? Arzu şahikalarından sesleniyorum; Ve sevgi damarlarından besleniyorum., “İmanı gevredi de şu Vefa’nın İpiyle kuyusuna inildiğinde cefanın Semt olmaktan ileri gidemedi” Ey! Şehir... Üzerime selini yürüttü de yürüttü, isyankar nehir., Dudaklarımda yalan gerçekliğim Dünya dolusu işve., Ah! O dudaklardan çektiğim Hayat olduğum yer... “Vatan doyduğum yer! ” Der gibi diyebilir miyim! Gömüldüm sana! Sitem karım, mayısı sürur eden asil fidana Hayatın neresindesin sevda şehri? Sen bana, ben sana postalarım cehri Uzakların avutur Umurun, beyin jimnastiğimde ur, Serseriyim, esrimişim. Sen bilirsin demişim..,. Sattım bu gece seni Bulamayınca yordamında beni Ah! İstanbul ah! Geçmişime olsun eyvah! .. |
Ak Kağıt Neden! ? ...
Işığın söndüğünü hissettiğimizde, hayallerimize bir mum yakmalı. Mum dibi ne kadar karanlık olursa olsun... Ak kağıt neden! ...Diye sormadan, belleğimizde kendimizden dahi sakladığımız Yüzleşmekten korktuğumuz o duyguları Şimdi evet şimdi! ...Desem de; Biliyorum, kurşun ağır, yarası derin ve en çok da *******i kanar! Ve kal demez mavi hüzünler... Koşar adım zamanın içinden sıyrılıp, gitmek düşer İmgelerin gücüne teslim olur sonunda bir kurşun kalem! ... Merhabanın eksikliğiyle başlayıp, kalbine dokunmak isteriz şiirin O anı veya dünden kalanları olduğu gibi olduğunca Zor gelir dizelere sermek... Üç nokta ne çok şey anlatır aslında...Fakat anlatabilmek kaybettirir anlamı İşte bu yüzden şiir gibidir hayat! ... Çünkü anlamak yasak! ... Ak kağıt ve bir kurşun kalem varolmanın koşulu ne varsa Yatağını inkar eden nehir gibi asi Zaman sarkacında asılı küflü anılar gibi yenik Belki de işlevini yitirmiş bir pusula gibi Kadehlere devrilip batarken düşler Kim bilir kaç imge sıyrılıp gider tenden! ... Hiç görmediğimiz, hiç duymadığımız, hiç yaşamadığımız Şehirlere, şarkılara, şiirlere, resimlere Bir tatlı söze, sıcacık bir buseye, dostça bir dokunuşa giden Yollar biter ve biz geride kalırız! ... Ağız dolusu küfürler birikse de pişmanlıklar içinde Gözlerden akan suyun tuzuyla alev alev yanar Bir kurşun kalemin yarası! ... Ak kağıt neden? Büyü, büyüyoruz... Ve her şeyi biliyor şiir Çünkü, hayat bizi değil, biz hayatı dolduruyoruz! |
Akın
Uzun yol gideceğiz, kestane ağaçlarının önünden geçeceğiz… Kırlangıçlara aldanıp, şımarık bulutları aldatacağız. Gün aksasa da gölgemizin bacaklarında, geçmişten kalan, eski Türkçe’yle yazılmış bir mektup gibi, görkemli ve özlem dolu, daha uzun yol gideceğiz… İçimizde büyüttüğümüz dağın tepesinden, şehre ineceğiz. Kalabalıklara, telefon kulübelerinden sesleneceğiz. Kalabalıklaşacak seslerimiz, biz yalnızlaşacağız… Sokaklara bölüneceğiz, yüzümüze açılan kapılardan gireceğiz, sofada yaşanmışlığın lekesiyle karşılaşıp, kemençe izlerini takip edeceğiz. Ağır hüznün çöktüğü avluya çıkacağız, kapanacak arkamızdan dönüşlerin olmadığı bahçe kapısı… Ellerimizde gece Gözlerimizde yıldızlarla sırılsıklam… Sırılsıklam Daha uzun yol gideceğiz… İklimleri uğurlayan leyleklerin gagalarında elleri kınalı bebeklerle, denizlere yürüyeceğiz. Selam vereceğiz denizşakayıklarına, çoğaltacak o asi dalgalar umutsevici, sevinçlerimizi… “Yaşamak! ” diye haykıracağız, saçlarımızla oynaşırken yakamozlar… Sonrasızlık ürkütmeyecek bizi! Zorlukları kucaklayan göğsümüzde, yasemin kolyemizle yılmadan, lir çalan melekler eşliğinde uzun yol gideceğiz… Hayata karşı sağaltırken zamanı, ruhumuzda dönen semazendelerle huzura yöneleceğiz. Daha dündü demeden, yarının elbisesini giymeden, kalbimizin aynısından an’larımıza yansıyan aşk’la dokunacağız birbirimize… Ateşi dudaklarından çalınmış gül gibi mahzun ama, gururla yürüyeceğiz… Yabancı coğrafyalardan geçeceğiz, sözler büyüyecek. Anlamın büyüsüyle, gözlerimizle buluşacak anlaşılmak! Patikalarda seken ceylanların düşlerinene düşeceğiz,ormanlardan geçeceğiz. Kamaşacak rüyalarımız… Geceyi uyuturken koynumuzda, hayata sarılır gibi, sıkı sıkı sarılacağız birbirimize… “Dön! ” diyecek iç sesimiz. Gürleyecek gök, gülecek toprak yüzümüze Denizler okyanuslara kavuşacak; İçimizde büyüyen dağ’a El ele yürüyeceğiz… |
Aklımın Evi
Güneşin sırtında salkım saçak karanlıklarla Bu kadar gerçek olmamalı Bu şehir.. Sisler olmalı Boğazında düğüm düğüm Tanrılarla, yarasaları anlatmalı Suçlu Ayağa kalk Aldatılmışlığım Şarkı söyleyen çiçek! Mayın döşeli esatirlerde Yürüyen gölgelerin yeminlerini Islıklayan rüzgar Dağıtma sisleri... Bu kadar gerçek olmamalı Bu şehir... Derisi yüzülmüş tarihlere Bağışladım köklerimi Uzun eller sürüngenlerinin Sırtımda dinledim okşayışlarını Sessine yasladığım rüyalarımı Satan dudaklar Ne kadar mutluydular Suçlu ayağa kalk Başkalaştığım Konuşan ağaç! Akşamlar birikiyor Mil çekilmiş gözlerimde Yol yorgunu İnsan kokulu Sayfaları çeviriyorum Kitap böcekleri üzgün Kendime yabancı gibi İçimi seyrediyorum Sisler olmalı sisler Bulutları çalınan gökyüzü Aklımın evi yanıyor Bu kadar gerçek olmamalı Bu şehir! .. |
Akrebin Kuyruğunda Nisan
Yokluğunun kış akşamı şimdiki zaman Geçmişten hiç farkı olmayan.. Ve her yağmur yağdığında Akrebin kuyruğunda nisan II Sırları dökülen aynada saklanan güneşin Günaydın öpücüklerine küsen zamanda Mekansız rüyalarda saklı bir göçle Sevgiden hasrete büyüyen yalanım III Gözümün aşka takıldığı Örümcek örtülerinde saklı Dudaklarında makamını arayan Bildik bir hüzünle.. Harlı bir ateş gibi yanan tenin Kül olup dağıldı evrenime IV Haklarını hayatın parmakuçlarında Bin yılık acılarla arayan Diğerlerinin yalnızlıklarıyla Dünya ne kadar küçük değil mi Ve biz değil miydik Bin yıllık acıyla aşkı kucaklayan Yalanıyla küçülen dünyada Nefes nefese yaşamla savaşan V Martısız denizlere kavuşma telaşıyla Yağmur sesimden öpseydin beni Keşfedilmemiş nisan hüznüyle Ayrılık vaktinden önce gelmezdi şiire Belleğimde saklı geçmişini arayan Eski bir fotoğrafsın şimdi.. |
Al Beni! ..
_________________/15 ocakla Kutlu ol Nazım Usta.. Pimini çektiğim Hayallerimle çiğnedim Yasalarını hayatın Utancım Geç(miş) gibiydi İçimdeki öksüz gemilerle Yaralı takvimlerin Yasaklı günlerine Yasladım başımı Sen de Yarama gömül Nazım usta! .. Düşmez buralara Tezek kokulu Arsız kışlar Ateşi söner Kar ormanlarında Bahar tenli çocukların Küçük hayatların Büyük özgürlükleri kanar Memleketimin duvarlarında Kimse görmez Ruhlarını yitiren Merhamet duygularını Sözcükler çöplüğünün Fısıltılarını duymaz Sağır kulaklar Tel örgüler sarıyor Çarenin sessizliğiyle Sızlayan şiirleri Uzaklaştıkça senden Sana geliyorum Yağmurun kalbiyle Sıyrılıp Korkularımdan Zehirliyorum hayatımı Gecikmiş Bir intihar bu Al beni Nazım usta! |
Aldatı
Parmağını karanlığa sokan çocuğun Acıyı yutarken gölgesinin seğirmesinde gördüm İntihar süsüyle asfalta düşen yıldızı |
Alev Alev..
Özlemden, hüzne devinen gecede Gam vuruyor adsız piyanist tuşlara Şehrin kırık aynasından yansıyan Buruk gönüller şarkısını söylüyor yıldızlar.. Mutlu makyajımla Aynadan süzülen hüznü inkar ediyorum! .. Kırıyorum belleğimin fanusunu Ürperişler arasında haritamı yeniden çiziyorum... Ve yakamozlardan Çırılçıplak heykeller yapıyorum.. Göz yaşlarımdan kalp biriktiriyorum, sol yanlarına Aşkı ölümsüz kılıyorum! .. Varsın yalan olsun her şey! .. Dudaklarımda rüyalara gömdüğüm kelimelerim Güz hüzün, kış acı neye yarar İnadına bahar kokuyor tenim Buz üstünde sevişip ölür müyüm Ölürüm aşkla alev alev ölürüm! .. |
Amberbaris
Köprü altlarından akan suların Derinliğiyle bulanıklaşan Ö z g ü n d ü ş g ü c ü m l e Yarınları yok sayabilme telaşımı Ve fütursuz irdelenişlerimi saklayabilmek için Yüzümdeki allı pullu makyajım! Hayır! İtiraf ediyorum Fahişe bedenimdir Kumdan kaleleri deviren! Ruh aynamdaki öksüz anıların üzerine Kanatıyorum yıldızsız *******de Y a l n ı z l ı ğ ı m ı! Açmazlara kesiyorum biletimi Kendi coğrafyama gizlediğim hüzünlerimle Mutlu öykünmelerimi resmediyorum İ m g e l e m g ü c ü y l e! Kuşluk vakti iç hesaplaşması bu kadın yanımla, insan yanımın Erkek olmayı denemedim hiç Ayakta işemek gibi.. İnkar da etmedim Derinliklerini heyula sevdaların Çünkü kadınım kainatta erkeğe eş düşen B i l i y o r u m... Frengili küfürlerin Gece yarısı ağlamalarının eşliğinde Sabahlara geç uyandım.. Aşkı yanılsamanın içinde aradım Hiç bitmemesini istediğim halde Dilimde paslı aşk tadıyla K a l d ı m.. Kanatlanan Kendime özgü bir dürüstlük bu 'Yüce doğruya boyun eğiyorum' Sahnesinde el sallarken Beni alkışlayan seyircime Günahımla, sevabımla kadın olmamın ötesinde Ölüme gidiş yolculuğumda Son bir vefa olsun diye İnsan olmanın iç huzuruyla İtiraf ediyorum ../B e n y a ş ı y o r u m! |
Amnesia
Nisan Serap MURATOĞLU'NA araya parça atılmış konulu bir filimdi ergenliğimiz bu yüzden biraz da kadınsıdır sağ elimiz o nemli evlerde ocakta unutulan çaydanlıktı sevişmelerimiz telaşlı gidip gelip nereye varacağını bilmeyen sarkaçlar gibi cilvelendik çarmıhına zamanın esmerdik herkes kadar sarışın kızların düşlerine yatar taşralı kızların sabahında ayardık bak yine tüp bitmiş tadına doyulmaz şimdi sevişmelerin |
An
Yoldan geldim anne Giden yolcu inançsızlığın sığınağında Günahları perçemlerine asılı yol senin Hayatın ağzında biriken sıvı Yutmadığı salya Boğazını temizleyip Tüküremediği zulüm ben Dilim uzak ülke yorgunu Konuşamıyorum Ruhumun yalanmış köşelerinde Sesim içbükey uzuyor Kendime ve sana YABANCIYIM Evet olmalı hayırlar Yüzünün duvarlarında üç dilekle Beklemek gibi ölümü Kendimden çaldım evetleri Evet anne hır(sızı) m Tut ellerimi Yangından kurtuldu Avuçlarımda senin evetlerin Tazelenmiş günahlara sürgün bedenleri kutsuyor her sabah güneş Işığa perde gibi iniyor gözkapaklarım Güneşin hayırlarını görüyorum ama nasıl? Yerkabuğu gibi çatlamış bedenim Sen nasıl böyle taptaze ve dirisin? Sormamalıyım cevapların karşısında evetlerin Bir bir batıyor gölgeme Yapma anne Sana YABANCIYIM Unutuluyor acılar Yenilerine yenileniyorum Hayırlar köşe kapmaca Bitkisel hayatlar soluyor karanlıklar efendisi Hızla akıyor yol Sırlar çözülüyor başka bedenlerde tutsak Sarkıyorum hayattan Uzak ülke yorgunu dilimden tut Tut ANNE Hayırlarım parçalandı Evetlerimle vurgun yedim KONUŞAMIYORUM |
Anlatabilmek, Kaybediyor Anlamlarını! ...
Gün salınırken pespaye bir sona doğru Nafile ömrümün son yarısında Çalıyor yalnızlık çanı... Kaç bahar eskittim Kaç aşka eksildim Ve kaç şiirin duvarlarına astım hüznü! Daha dündü, soluk sokak lambası altında Kendime söz verişim Söz! ? ... Anlatabilmek Kaybediyor anlamlarını! ... Şiir önlerini kesiyorum Bulabilmek için tutsaklığı Barikatlarımda hep bir mermi çığlığı var aşkın! Darmadağın isyanlarımla Özgürlük bedel istemiyor oysa ki! ... Yabancı saçaklarda, gördüm yalancı gülüşleri Ve uykuya dalmış ölülerin silüetleri geziyordu Ahmak özlemlerle çatılarda.. Saklıyorum köklerimi, ölü denizlere Salıyorum, kurşun askerlerimi Eskittiğim anıların üzerine... Boşluklarımı dolduruyorum Kekre bir sonbahar hezimetiyle Her kaybedişim, kazanımları çoğaltıyordu belki de.. Çekip gidiyor ruhum uzaklara Çok uzaklara... Gerçeklerle yüzleşmek yerine Büyüleri sevmişim Ne güzel... |
Anne! ...
Kader sevgisizleri yazıyorken alnıma Hayat ihaneti demliyorken usumda Alabilsen beni keşke Rahminin sıcaklığına... Aynı sessizlik için de üşüyorum Gece yalnızlığıyla rüyalarımda kolye Yıldızlar eski bir şarkıyı hatırlatır gibi Süzülüyor gözlerimden... Suya yazılı arkadaşlıklar, vefalarla Hayatı gözlerinden özümsemeyi İdealleri sözlerinden keşfetmeyi Özledim yoluma ışık olmanı Anne! Eşiğe yığılı esareti dünyanın Çığırtkanlar her yerde! Ellerin de orakları avaz avaz Kendilerinden geçtim Allat'tan da korkmuyor bunlar Anne! Bebeğin yarınlarında şaramplen parçaları Yakışır mı insanım diyen doğaya! ... Kimden ürerde çoğalırlar bu ifadesiz varlıklar Var olmak öldürmek mi? ...Anne! Doğmuyorsa bebek barışa Kainat ağıt yakıyorsa ölü bedenlere Şiirler gözyaşlarına boğuluyorsa umutsuz Ne yapsın çaresini bulamamış kızın Anne! Alabilsen beni keşke Rahminin sıcaklığına! ... |
Anti-Hüzün
güne dolanmıştı saçakları bulutların yağlı boya tablo ağlıyordu zaman ölümlerden geçiliyordu yüzlerde anti-hüzün ete gömülü tırnakla yürüdükçe batıyordu gelecek düşüyordu g __________ü ___________l ____________ü _____________ş ______________l _______________e ________________r hangi mevsimin tutulan güneşiydi ki, yanıyordu tutkuyla kozalaklar unutmalı mıydı ki, dinmeli miydi sızı nafileydi ki, vurmalı çalgılar eşliğinde yakalanıyordu her savaş kendine fişek ağzında çocuk sarmal kaderiydi çölde çırılçıplak ve sağaltıyordu sanrıları çocuğun gözünden kara ve sinek gövdenin simyasıyla ölümlerden geçiliyordu yüzlerde anti-hüzün unutmanın sonsuzluk aldatısıyla çocuğun ağzında fişek! |
Ar
'Bir insanda insanlığın bütün halleri vardır.' Montaigne Dilimin baskısı Kalemin dışkısına karışınca; Kalbimde tütsülenen Sözün anlamını Yüklerim şiire. Şehvete sürgün giden İsyanlar beslenirken belleğimde Aç köpek uykularıyla Sarılırım geceye Tenime bulaşan Işığa batırılmış yalanlarla Özgürlüğe bağışladığım Ünlemler perdelenir... Ve tanımsız gölgelerin koynunda Soluklanır kinim... Nehirler çağlar Avuçlarımın yarıklarından Ama uzaktır suya yenilen O çakıl taşının rüyası gözlerimden İhtiraslarımın rüzgar uğultularıyla Yol bilenirken adımlarımda Mermi çığlığı gibi kalırım Hayatın kalbinde! Tabularla eğitilmiş düşlerime Eğilirim çaresiz... Evetlerle sevişen hayırlar gibi Tezattır aslında tüm gidiş, gelişlerim İnkar edilen Suçları yüklenir Kusarım kanımı Yaşamın dar ağcından Yine döner dilimden sözüm Bulaşır kalemin dışkısına Ben iki göz Bir söz Ve bir de ........../ yazamadım utandım... |
Araf'ta Kayıp Yüzüm
B a k m a y ı n! dudaklarımdan boşalan sözlerin ruhu Açık zarfım sokak düşkünü bir salkım üzüm ? belki ve belki birkaç bağışlanmış yalanla gülümseyen şık kadehlerin hevesi adım heves… Anadolu kokulu rahminden şehir kalabalığı göğüslerine yatırdığında beni annem kalbimin alnında derin bir çizik gibi duran yalnızlığımı ? görüyor muydu Bakma anne ! şiirlerimden boşalan hüznün sırrını ç ö z e m e z s i n …bir anlatabilsem ben’i kendime ayakta alkışlayacak babam ! bir buket yara bir bukle acı bir buse ve binlerce düş yangınlarında sönen hevesim adım heves dokunuşlar gülümserken ? üşüdüm ? küfürbaz mıyım … zerafetim şehrin koldüğmelerinde intihar B a k m a y ı n ! ben de kendimi arıyorum …Araf’ta kayıp yüzüm “Yaşa” diye yollandım hayata bana benzemeyen hayata yokluğumu ispat etmek için ? daha ne yapmalıyım kurgulanmış sevişmenin önsözüne … inançsızlığımdan gül ölüsüyle hatırlanan sevginin yas günüm oluşundan adım aşkbozan ! içime kötülükleri ben doldurmadım ilanım gözlerimde asılı … suçumu arıyorum şahit istemiyorum ! b a k m a y ı n |
| Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:35 PM |
Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11 Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.