www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee

www.cakal.net Forumları YabadabaDuuuee (https://www.cakal.net/index.php)
-   Edebiyat (https://www.cakal.net/forumdisplay.php?f=268)
-   -   İsmail Aksoy (https://www.cakal.net/showthread.php?t=145334)

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:31 PM

İsmail Aksoy
 
11. Çizim: Sarkaç
Birdenbire yükseliyor
Bilinmez bir kuyudan
Bir araştırma
Anılarında senin
Bedeninin üzerinde bir sarkaç
Ya da bir mermi
Anlattılar sana ki o
Merkezi basıncı ölçecek
Ve bir Poe kişisi olarak
Duyumsadın kendini
Ne ki paniğe kapılmadın
Yalnızca bir sarkaç
Bedenin çekirdeğini ölçecek

Sebastiao Uchoa Leite (d. 1935, Brezilya)
Çeviren: İsmail Haydar Aksoy.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:31 PM

7 Kasım – Zafer Günü İçin Kaside

Bu çifte yıldönümünde, bu günde, bu gecede,
bulacaklar mı ıssız bir dünyayı, karşılaşacaklar mı
umutsuz yüreklerdeki derin boşlukla?
Hayır, saatleriyle bir günden daha fazlası,
aynaların ve kılıçların bir geçit töreni bu,
gecesel köklerinden şafağı burkana dek
geceye çarpan çifte bir çiçektir bu.

İspanya’nın Güney’den gelen
günü, cesur gün
demirden tüyüyle, oradan geliyorsun sen,
çatlamış alnıyla düşen son kişiden
ve ağzında senin yanan sayılarınla!

Ve oraya gidiyorsun bizim
hâlâ yaşayan anımızla:
gündün sen, kavgaydın
sen, destekliyorsun
görünmeyen sütunu ve kaçışı barındıran
rakamındaki kanın doğacağı yeri!

Yedi, Kasım, nerede yaşarsın?
Nerede alazlanır yapraklar, biradere nerede söyler
doğrul diye vızıltın ve düşene: ayağa kalk!
Nerede büyür kanının defnesi
ve sızar insanın zayıf etine ve yükselir havaya
biçimlemek için kahramanı?

Sende, yeniden, Birlik,
sende, yeniden, ey dünya halklarının bacısı,
ey temiz memleketi Sovyetler’in. Bütün dünyaya
yayılmış yapraklar gibi büyük tohumun döner sana.

Kavganda, hiçbir ağlayış kalmadı artık ey halk!
Her şey demirden olacak, her şey dolanıp yaralayacak,
her şey kavranılmaz sessizlik bile, kuşku bile,
evet, kış elleriyle kuşku bile
arayacak yüreklerimizi dondurmak ve batırmak için,
her şey, sevinç bile, her şey demirden olacak,
zaferde yardımcı olmak için sana, ey bacı ve anne.

Seni inkar edene tükürülsün!
Saatlerin saatinde alsın cezasını o sefil,
kan revan içinde,
dönsün korkak
karanlık evine, bulsun defne yürekli olanı,
o cesur yolu, dünyayı savunan
o kardan ve kandan cesur gemiyi!

Selâmlıyorum seni, Sovyetler Birliği, bu günde,
tevazu ile: yazar ve şairim ben.
Babam demiryolu işçisiydi: yoksulduk her zaman.
Seninleydim dün, uzaklarda, o büyük yağmurlu
küçük ülkemde. Orada büyüdü alazlı
adın, ve halkın bağrında yandı,
cumhuriyetimin yüce göğüne dokunana dek!

Bugün seni düşünüyorum, herkes seninle!
İşlikten işliğe, evden eve,
kırmızı bir kuş gibi uçuyor adın.
Kahramanlarınındır onur
ve kanının her damlasınındır,
saf ve mağrur meskenini savunan
yüreklerden o muazzam birikimindir onur!
Seni doğuran o acı ve kahraman ekmeğindir
onur, açılırken zamanın kapıları
halktan ve demirden ordun şarkı söyleyip yürürken
kül ve ıssız toprak arasında, katillerin üzerine doğru,
zaferin temiz ve kutsal toprağında
bir ay gibi büyük bir gül ekmek için.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:31 PM

8 Eylül

Bugün olan gün ağzına dek dolu bir kadehti,
bugün olan gün muazzam bir dalgaydı,
bugün bütün bir dünyaydı.

Bugün yükseltti dalgalı deniz
bizi bir öpüşün doruğuna,
ki titremiştik
bir yıldırımın çakışında,
ürkmüştük ve dibe batmıştık
birbirimizin kucaklayışında.

Bugün yaymıştık bedenlerimizi sonsuzca,
büyümüştük dünyanın sonuna doğru
ve kaynaşmıştık birbirimize sarmalanmış olarak
tek bir damlasında
balmumunun ya da meteorun.

Yeni bir kapı açıldı aramızda
ve henüz yüzü olmayan biri,
oturdu ve bekledi bizi orada.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:31 PM

Abraham Jesus Brito (Halkçı Şair)

Adı Jesus Brito'dur, Jesus yabanıl asma ya da halk,
ve gözleri aracılığıyla dönüştürdü kendini suya,
elleri aracılığıyla köklere,
tekrar tekrar ekinceye kadar O'nu orada
daha önce yaşadığı yerde, rezil taşlar arasında
tekrar filizlenmeden önce.

Ve dağlılar ve denizciler arasında güçlü
bir kuştur O, yurtsever bir semercidir O
yabanıl memleketinin narin ağaç kabuğundan yapılı:
ne denli soğuksa, o denli serin buldu O:
ne denli katıysa toprak, o denli çok yıldızın çeldi aklını:
ne denli açlık varsa, o denli çok türkü söyledi O.

Ve demir yollarının bütün dünyası açıldı
anahtarlarıyla ve asmadan liriyle O'nun,
ve dolandı durdu memleketin köpüğü boyunca,
asılı yıldızlarla süslenmiş küçük paketlerle,
O, bakırın ağacı, suladı O
her bir küçük yoncayı,
dehşete düşüren isteksizliği, yangını
ve koruyucu ırmakların kollarını.

Irza geçmelerin gecesinde tükenen O'nun sesi
ışık çığlıklardaydı,
*******i şapkasında yığdığı
vahşice çağıldayan çanlar getirdi beraberinde,
ve yüklü bavulunda topladı
halkın kahredici gözyaşlarını.
Kumlu ara yollara saptı
güherçilenin güçten düşüren genişlikleri arasından,
sahilin sarp dağı üzerinden,
çaktı şarkının her bir çivisini
ve taş taş üstüne yükseltti dizeyi:
sonra bıraktı ellerinin izini,
damlayan yazımbilimini.

Brito, başkentin duvarları arasında,
kahvehanelerin gürültüleri ortasında,
dolandın durdun derin köklerinle
bir hacı ağacı gibi ardında toprağın,
ta ki oluncaya dek kökler,
taş, toprak parçası ve kara madencilik.

Brito, senin haşmetine vuruldu
vurulur gibi heybetli deriden yapılma bir davula,
ve altında mavi gökyüzünün muhteşem bir ülkeydi
senin ormandan ve halktan oluşmuş hakimiyetin.

Göçebe ağaç, şakıyor şimdi senin
köklerinin altında toprağın, ve sessizlikte.
Biraz daha derinde de sen dinleniyorsun.
İşte şimdi toprağın ve yeterli zamanın var artık.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:32 PM

Acaba Ne Öğütledi Yüreğine

Acaba ne öğütledi yüreğine
Bu başı bağlı ay, mahcup şirin yavrum,
Kadim dolunaydaki Eros hakkında
Şöhreti ve ayakları altındaki yıldızlar hakkında,
Ah hısım akraba dolu
Franziskan rahibi - komedyenle birlikte.

En iyisi inan bilge sözüme
Kulak asma rahibin dediğine,
Şu gözlerde tutuşan bir övgü
Ürpertir yıldız ışığını. Benimsin, ah benimsin sen!
Ağlama artık ne ay varken ne de sis
Sevgili duygusal yavrum.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:32 PM

Acı Çekmedim

Fakat acı çektim mi? Acı çekmedim. Sadece halkımın
acı çekmesinden ötürü acı çekiyorum. Yaşıyorum
içinde, yaşıyorum anayurdumda, bir hücre gibi
o sonsuz ve alazlı kanda.
Zamanım yok kendi acılarıma.
Kimse acı çekmemi sağlayamaz
bana temiz güvenlerini veren bu hayatlar olmadan,
ve bir hain gibi bıraktı ölü mağaranın
dibine vursun diye, ne ki geri döneceğiz
oradan ve yükselteceğiz gülü.

Cellat benim yüreğimi yargılasın diye
baskı yaptığında yargıçlara,
açtı o kararlı kitle,
halkım, o muazzam labirentini,
aşklarının uyuduğu o bodrumu,
ve orada tuttular beni, gözetleyerek
ışık ve hava gelinceye dek.
Söylemişlerdi: “Borçlusun bize,
sensin koyacak o soğuk işareti
o kötücül kirli isme”.
Acı çektim, sadece acı çekememekten ötürü.
Biraderlerimin karanlık hapishanelerinden
geçememekten ötürü,
bütün acılarımla bir yara gibi,
ve her bir topallayan adım yetişti bana,
senin sırtına inen her bir darbe paraladı beni,
senin şehadetinden her bir damla kan
kanayan şarkıma sızdı gitti.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:32 PM

Açıklama

Dürüst olmadığımı söylüyorsun.
Senden daha dürüstüm ben.
Senin yavaş yavaş aşındırdığın
Bağlılığa bağlıyım ben.

Çok uçucu olduğumu söylüyorsun.
Bak bu doğru, ve öyle olmalıydım da.
Taşıyacak bir şey vermediğinden,
Zayıf düştü ellerim.

Başka biriyle boğuştun
Ve biraz yalnız ve yorgundun.
Bense durdum ağırlığın yanında
Çok da kolay buldum bunu.

Ve bu utku senin işte,
Ve bu olağanüstü güç:
Ki her şey bitti. Ve hiç bir şey
Sonuna kadar sürüklendi.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:32 PM

Açlık Ve Öfke

Elveda, elveda çiftliğine, fethettiğin
gölgeye, o berrak dala,
kutsanmış toprağa,
öküze, elveda esirgenen suya,
elveda bayırlara, yağmurla gelmeyen
müziğe, o kupkuru
ve taşlı sabah kızıllığının solgun kemerine.

Juan Ovalle, sana elimi verdim, susuz eli,
taştan eli, duvardan ve kuraklıktan bir eli.
Ve dedim ki sana: beddua et o koyu kahverengi kuzuya,
o en merhametsiz yıldızlara, kurşun renkli bir diken gibi aya,
gelinsi dudakların kırılmış dallarına,
fakat dokunma insana, dökme henüz kanını insanın
dokunarak damarlarına, boyama henüz kumu kanla,
vadiyi yangınlar içinde bırakma düşmüş
atardamar dallarının ağaçlarıyla.

Juan Ovalle, öldürme. Fakat elin
yanıtladı beni: “Bu toprak
öldürecek, intikam almak
isteyecek *******i, acılığında zehirden
bir rüzgârdır o yaşlı kehribar hava,
ve gitar benziyor bir suçlunun
sopasına, ve bir bıçaktır rüzgâr”.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:32 PM

Adada Gece

Bütün gece seninle yattım
denizin yakınında, adada.
Yabanıl ve uysaldın sevinçle uyku arasında,
ateşle su arasında.

Belki çok geç
birleşti düşlerimiz
dorukta ya da dipte,
aynı rüzgârla kımıldayan dallar gibi yukarıda,
birbirine dokunan kızıl kökler gibi aşağıda.

Belki ayrıldı düşün
benimkinden
ve aradı beni
önce olduğu gibi
karanlık denizde,
sen henüz kendin değilken,
ben farkında değilken senin
yelken açmış geçiyordum yanından,
ve gözlerin aradı
şimdi sana cömertçe verdiğimi
- ekmeği, şarabı, aşkı ve yabansılığı -
çünkü hayatımın armağanlarını
beklemiş kadehsin sen.

Seninle yattım
bütün gece,
karanlık toprak dönerken
yaşayanlarla ve ölülerle,
ve ansızın uyandığımda,
henüz tam karanlık değilken,
kaydı elim belinde.
Ne gece ne de uyku
ayırabilirdi bizi.

Seninle yattım,
ve uyandığımda, ve ağzın
kurtulduğunda düşünden,
verdi bana toprağın lezzetini,
deniz suyundan, yosundan,
hayatının derinliğinden,
ve aldım öpüşünü,
sabah kızıllığıyla ıslanmış,
bizi çevreleyen denizden
bana gelmiş.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:32 PM

Adada Rüzgâr

Bir attır rüzgâr:
denizde, gökte
devineni dinle.

Götürmek ister beni: dinle
nasıl devinir dünyada
taşımak için beni uzaklara.

Sakla beni kollarında
sadece bu gece,
çarparken yağmur
denize ve toprağa
sayısız ağzıyla.

Dinle, nasıl da çağırır
beni dörtnalında
taşımak için uzaklara.

Alınlar bitişik,
ağızlar bitişik,
bizi yakan sevdaya
bağlı bedenlerimizle,
bırak essin rüzgâr,
ki götürmesin beni ötelere.

Köpükle taçlanmış
rüzgâr essin bırak,
bırak çağırsın ve arasın beni
karanlığının dörtnalında,
büyük gözlerinin altında
batmışken ben,
değil mi ki sadece bu gece
huzur bulacak, sevgilim.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:32 PM

Adalara gelirler (1493)

Kasaplar adaları ıssız koydu.
şehitliği anlatan bu öyküde
Guanahani birinciydi.
Gülüşlerinin yokedildiğini gördü
balçığın oğulları, fırlatıldığını
gördü narin bedenlerinin toprağa,
ve öldükten sonra bile bir şey anlamadı onlar.
Bağlayıp yaraladılar onları,
yaktılar ve küllere dönüştürdüler,
derilerini yüzüp gömdüler toprağa.
Ve o zaman palmiyelerde
süpürücü bir valsi dans ettiğinde
boştu bu yeşil şölen yeri.

Yalnızca kemikler kaldı,
amansızca yığmışlar
bir haç gibi, Tanrı'nın ve insanların
büyük onuru için.

Narvez'in bıçağı yardı
ta mercan kayalıklarına dek
çobanların balçıklı toprağını
ve Sotavento'nun ormanını.
Haç burada, tespih,
burada Garotten'in kutsal Bakire'si.
Kolombus'un definesi, fosfor aydınlığıyla Küba,
aldı sancağı ve dizleri
ıslak kumunda.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:32 PM

Adonis Gibi Angela

Bugün yattım masum genç bir kızın yanında
beyaz bir okyanusun kıyısında gibi,
korlu bir yıldızın
yavaş yörüngesinin ortasında gibi.

Sonsuz yeşil bakışından
aktı ışık kuru su gibi
berrak derin çemberlerinde
taze gücün.

İki alazlı ateş gibi göğüsleri
parladı dikelmiş olarak iki bölgede,
ve çifte bir akıntıda ulaştı ateş
büyük ışıklı ayaklarına.

Altın bir iklim olgunlaştı erkenden
bedeninin gündelik uzantılarına
ve doldurdu onu akın akın meyvelerle
ve gizli korla.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:32 PM

Agnes Charlotta

Kimseler korumuyor mezarımı
ve kimse anımsamak istemiyor beni
ölüm ülkesi gecesinde hiç
ulaşmaz bana canlı bir ses
Bir zaman ufacık bir kızdım
örgülü dalgalı saçlarım
uzardı omuzlarıma ve dururdum
sessizce yatak odasının kapısında
Güneş parlardı çiçekli duvar kağıdına
ve çocuksu tutkunlukla
bakardım aynadan anneme
tararken saçlarını sevinçle

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:32 PM

Ağaca Giriş

Biraz akıl yürütmeyle, parmaklarımla,
yavaşça taşkın altında kalan yavaş sularla,
düşüyorum unutmabenilerin krallığı içine,
üzüncün inatçı yarıküresi içine,
unutulmuş harap bir oda içine,
acı yoncaların bir demeti içine.

Düşüyorum gölge içine, ortasında
tam da mahvolmuş şeylerin,
bakıyorum örümceklere, ve otlatıyorum
ormanları gizli bitmemişliklerle, ve dolanıyorum
arasında bileği bükülmüş ıslak liflerin,
özden ve sessizlikten yaşayan hayatın.

Uysal madde, ey kuru kanatların gülü,
çöküşümde tırmanıyorum yapraklarına
kırmızı bitkinlikten ağır ayaklarla,
ve katı katedralinde eğiliyorum yere
ve dövüyorum dudaklarımı bir melekle.

Benim duran orada, dünya renginin önünde,
önünde solgun ölü kılıcının,
önünde birleşmiş yüreklerinin,
önünde sessiz yığınının.

Benim duran orada, ölen kokulardan dalganın önünde,
sarmalanmış sonbaharla ve dirençle:
benim bir gömü yolculuğuna çıkan
senin sarı yara izlerinin arasında.

Başlangıcı olmayan ağlayışımla gelen benim,
besinsiz, uykusuz, yalnız,
karartılmış dehlizlere giren
ve senin gizemli özüne ulaşan.

Görürüm senin kuru akıntının devindiğini,
görürüm engellenmiş ellerinin büyüdüğünü,
işitirim deniz bitkilerinin
gıcırdadığını, denizle ve öfkeyle sarsıldığını,
ve duyumsarım içe doğru ölen yaprakları
ve senin korunmasız kımıltısızlığınla
yeşil maddelerini birleştiren.

Gözenekler, damarlar, şirinliğin dolaşımı,
ağırlık ve sessiz sıcaklık,
düşmüş ruhunu delmiş oklar,
uyuyan varlıklar kalın ağzında,
tatlı tüketilmiş ilikten toz,
sönmüş ruhlarla dolu kül,
gel bana, benzersiz düşüme benim,
gecenin düştüğü ve ezilmiş su gibi
sonsuzca düştüğü yatak odama düş benim,
ve bağla beni onların hayatına, onların ölümüne,
ve onların uysal maddelerine,
onların ölü nötr güvercinlerine,
ve tutuşturalım ateşi, ve sessizliği, ve sesi,
ve yakalım, ve susalım, ve çanlar.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:32 PM

Ağacın Çizgisi

Elleri olmayan kör bir marangozum ben.
Suyun altında yaşadım, yiyerek soğuğu
kokan bir kılıf dahi oluşturmadan, o meskenler
o sedir ağacından diğerine, bize gurur verdi hep,
ve gene de ormanın dokusunda aradım ben şarkımı,
o gizli liflerde, dermansız peteklerde,
ve budanmış dallarda, doldurdu rayihayla
yalnızlığı, ağacın dudaklarıyla.

Her bir maddeyi sevdim, her bir damlasını
eflatunun ya da metalin, suyun ve başağın,
ve daldım içine o sıkı katmanın, sonsuz ateşle
ve titreyen kumla çevrilmiş,
dünyanın üzümleri arasında bir ölü adam gibi
donuklaşmış ağızla şarkımı söyleyene dek.

Balçık, çamur ve şarap sarmalamış beni,
gırtlağımın altında bir yangın gibi
çiçekleri açan o toprakla kaplı
kalçalara dokundum çılgınca,
ve taşların arasında kayıp gitti duyularım
kapanmış yaranın içine.

Nasıl dönüşebilirdim olmadan, bilmeden
zanaatım oluşmadan,
demirhane
benim gücümle kararlı,
ya da hızarlar, kışları yük hayvanlarının
havası.

Her şey şefkat ve kaynak oldu
ve ben sadece gecesel amaca hizmet ediyordum

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:32 PM

Ağaçların Dallarında Niçin Kalır Güz

Ağaçların dallarında niçin kalır güz
yapraklar düşene dek?

Ve nerede asar o
kendi sarı pantolonlarını?

Doğru mudur güzün beklemekte olduğu
olacak olan bir şeyi?

Belki bir yaprakta titreyecek
ya da evren uğrayacak geçerken?

Toprağın altında bir mıknatıs mı var,
güzün kardeşi olan bir mıknatıs?

Ne zaman emredilir toprağın altında
gülün önceden belirlenmişliği.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:32 PM

Ağır Ölüm

Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.

Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.

Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:33 PM

Ağıt

Kardeşim Cemal
ki Sisi derdim O'na çocuksu bir seslenişle
Ölmeseydi eğer yaşamının yirminci gününde
Ve toprağa gömmeselerdi O'nu
(Yaksalardı sözgelimi)
Ve annem karalar giyip ağlamasaydı
Babam cenaze arabasına alsaydı beni
Koşmak zorunda kalmasaydım mezarlığa kadar
Cam kırıkları ayaklarımı kesmeseydi eğer
Ve toprak kanımın rengine boyanmasaydı
Mezar taşlarına yaslanıp ağlamazdım
Ve mezar taşlarının bunca soğuk olduğunu bilmezdim

Ölümün soğukluğunu duydum
Son kez öperken Sisi'nin dudaklarından
Bir ses görmek istiyordum
Ses ki yankılanır, görünmez
Ölüler ki her gün daha yalnız kalırlar
Bembeyaz patiskalar içinde
Yıldızlar ağlar ninem ağzıma biber sürdüğünde
Yemyeşil kertenkeleler kalır
Antep mezarlıklarında refakatçi olarak

Antep gazi olmazdan evvel de bu böyleydi

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:33 PM

Zamanda Bir Nokta

Şimdi anlıyorsun işte, nasıl da yıldızlar ve yürekler bir olmuş
ve nasıl da hiç bir yerde bir son, bir engel var; nasıl da
sınırsız olan mükemmelce oturur ve ayrılmaz düşünceden,
nasıl da her bir parça sonsuz büyük ve sonsuz küçük olabilir,
nasıl da en dıştaki yayılım yalnızca bir noktadır, ve nasıl da
ışık, uyum, devinim, güç, kendine has herşey, ayrılmış herşey
ve birleşmiş herşey hayattır.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:33 PM

Zaman Ve Leylek

Çok şey duymuştum zaman hakkında
duydum ki uzun olabilirmiş o
duydum ki salıverilebilirmiş
insan hem kazanıp hem de kaybedebilirmiş onu
duydum ki yerli yerinde ya da değerli olabilirmiş
iyi ya da kötü
dışarda ya da içerde
çok şey duydum zaman hakkında
ama bir türlü görmedim onu

Çocukken zamanı güzel bir büyük kuş olarak
canlandırırdım usumda
bir leylek olarak belki
çünkü duymuştum ki
zaman uçabilirmiş
ama bazen de
kımıltısız dururmuş tam anlamıyla.
O zaman sevmiştim zamanı
kırmızı uzun gagasıyla zaman
dururdu bir bacanın üstünde
eğilerek karanlık bir gölcüğün üstüne
yavaşca açıp yaymadan
beyaz kanatlarını
ve kanat çırpmadan saatlerce
gökyüzüyle uçsuz bucaksız otlaklar arasında


Ne ki aklım karıştı daha sonra
duyduğumda
zamanın çarkı terimini
vakit kaybını
vakit nakittir
ya da zamanında yapılacak şeyleri
ve benzeri deyimleri
yavaş yavaş kaybettim
leyleğe olan çocukluk inancımı
ve şimdi gerçekte
benim leyleklere inandığım zamandakinden
daha az leylek var Danimarka’da

Zaman hakkında çok şey duymuştum
zaman hakkında çok şiir yazdım
yazdım ve duydum bir çok şey zaman hakkında
kendime de yeterli zaman tanıdım
hatta bazen ulaştım da
bizzat kendim zamana
ama hiç görmedim zamanı.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:33 PM

Yüz Yıl Yaşamak

Bu yüzyıl sığınmacı olarak
yaşadım savaştan savaşa,
kitaplarda içtim kanı,
gazetelerde, televizyonda
ve evde,
trende, ilkbaharda,
acılarımın İspanya’sında.

Avrupa unuttu her şeyi,
resim sanatını ve peynirlerini,
Rimbaud’yu ve Rotterdam’ı,
dağıtmak için salkımlarını
üzerimize, masum Amerikalılar,
ve kirletmek için bizi
dünyanın kanıyla.

Ey siyah Avrupa, aç gözlüsün
aç yılanlar gibi,
kaburgalarını görene dek
senin çağdaş coğrafyanda
ve sunarsın diğer askerlere
ruhsuz ışığını,
bir kelime dahi anlamadan
diğerlerine öğretmeye çalışan
her zaman asker olanlara:
yalnızca kirletebilirler
Kuzey Amerika tarihini kanla.

Fakat yalnızca bu kadar değil,
hayır, daha çok, daha,
yalnızca şimdi hakkında değil
ya da yarın yaşayacağımız hakkında,
hayır, işte böyle işliyor akıl
ki patlatıyoruz sahip olduklarımızı,
eziyoruz havada tuttuğumuz
kristal cam gibi,
gömüyoruz burnumuzu kana
ve hakaretler yağdırıyoruz birbirimize.

Onca soruyla geldim ben
yaşarken kahraman olan ben,
eşzamanlı denizin kıyısında,
ve fırlattım yanıtlarımı suya
kimseyle dövüşmemek için,
artık bir şey sormayana dek
ve tam bir yüzyıllık ölüm
getirdi beni buraya, bir şey söylemeyen
denizin ne dediğini duyayım diye.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:33 PM

Yüreğin Nasıl?

en berbat anlarımda
parktaki banklarda
mahpushanelerde
ya da yaşarken
fahişelerle
hep bu memnuniyeti
taşırdım içimde
mutluluk diyemem
ismine-
ne olursa olsun
rıza gösterirdi
içimdeki dengeydi
ve yardım ederdi
fabrikalarda
ve yanlış
gittiğinde
ilişkiler kızlarla.
yardım etmişti
savaşların
ve akşamdan kalmaların
arka sokak kavgalarının
ve hastanelerin
arasından.
uyanmak ucuz bir odada
garip bir şehirde
ve açmak perdeyi-
en çılgın memnuniyet
şekliydi bu.

ve yürümek boylu boyunca
kırık aynalı
eski bir süs masasına-
görmek kendimi, çirkin,
sırıtarak olana bitene.
en önemli olan
nasıl iyi
yürüdüğündür
ateşin arasından.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:33 PM

Yüreğimin Yakınında Çırpınan Bu Yürek

Yüreğimin yakınında çırpınan bu yürek
Umudum ve varsıllığımdır benim,
Mutsuzum ayrılırsak
Ve mutluyum öpüşler arasında;
Umudum ve varsıllığımdır - elbet! –
Ve bütün mutluluğum.

Çünkü orada, bazı yosunlu yuvaların içi gibi
Çalıkuşu saklar çeşitli mücevherleri,
Gözlerim ağlamayı öğrenmeden evvel
Biriktirmiştim, benimdi bu define
Onlar gibi bilgece davranmayalım mı
Aşk bir gün sürse bile?

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:33 PM

Yüreğim İçin Yeterli Olan

Yüreğim için yeterli olan göğsünde senin,
özgürlüğün için yeterli olan kanatlarımda benim.
Ağzımdan yükselecek göğe
senin ruhunda uyuklayan.

Sende bulunmaktır her günün yanılsaması.
Çiçeklerin taçlarına çiyin gelmesi gibi geliyorsun.
Yokluğunla kazıyorsun altını ufuğun.
Dalga gibi kaçışta sürekli.

Derdim ki, şakırdın rüzgârda,
çamlar ve direkler gibi.
Benziyorsun onlara, yüksek ve sessiz.
Ve birden, bir hançer saplayışıyla, üzüyorsun birini.

Dostça koruyarak yaşlı bir yol gibi.
İçinde oturur özlemin sesleri ve yankıları.
Uyanışımda habersizce kaçar zamanlara
ruhunda duran ve uyuyan kuşlar.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:33 PM

Yükselmek İçin Göğe

Yükselmek için göğe
gereksindiğin
iki kanat,
bir keman,
ve bir çok şeydir,
sayılamaz onca şeydir, adsız şeyler,
uzun ve hantal gözün sertifikaları,
badem ağacının tırnaklarındaki yazıt,
sabahleyin çimdeki unvanlardır.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:33 PM

Yük Gemisinin Hayaleti

O ev köpükten borunun içinde uzaklık,
törensi dalgalardaki tuz ve bazı belirli kurallara göre,
ve bir koku, eski gemiden bir gürültü,
çürümüş tahtalardan ve paslanmış demirden
ve uluyan ve ağlayan yorgun makinelerden,
çarpıyor pruvaya, çiğniyor geminin böğrünü,
ağır ağır yiyor şikayeti, yutuyor uzaklıkları biteviye,
acı sudan bir gürültü yapıyor acı suda,
ve sürüklüyor ötelere o eski gemiyi eski sularda.

Geminin iç ambarı, loş tüneller,
günlerin limanda ara sıra ziyaret ettiği:
çuvallar, kasvetli bir tanrı gibi istiflenmiş çuvallar
gözsüz boz yuvarlak hayvanlar gibi,
şirin boz kulaklarla
ve dikkat çeken karınları şişmiş buğdayla ve kobrayla,
gebe kadınlardaki gibi hassas karınlar
hırpani boz giysi içinde bekler sabırla
avuntusuz bir sinemadan oluşan gölgede.

Ansızın işitilir en uçtaki suların
loş bir at gibi hızla geçişi,
suda at toynaklarının bir gürültüsüyle,
hızlı ve suların tekrar yuttuğu.
Ve zamandan başka bir şey kalmaz kamaralarda:
zaman o ıssız feci yemek salonunda,
kımıltısız ve görülür büyük bir kaza gibi.
Meşinin ve yıpranmış maddelerin kokusu,
ve soğan, ve yağ, ve daha fazlası,
ve geminin köşelerinde salınan birinin kokusu,
ismi olmayan başka birinin kokusu
gelir merdivenlerden aşağı bir imbat gibi,
ve seğirtir dehlizler arasından namevcut bedeniyle
ve ölümün koruduğu gözleriyle araştırıyor.

Renksiz gözlerle, bakışsız gözlerle, bakıp duruyor yavaşça
etrafına ve gidiyor titreyerek, varolmaksızın ve gölgesiz:
sesler kırışıklık ekliyor ona, şeyler delik deşik ediyor onu,
şeffaflığı parlatıyor kirli iskemleleri.
Kimdir hayalet bedeni olmayan bu hayalet,
gecesel un gibi hafif adımlarıyla
ve sadece şeylerin desteklediği bir sesle?
Dilsiz varlığıyla dopdolu ayağa kalkıyor mobilyalar
küçük gemiler gibi o eski gemide,
yüklenmiş onun mat, kararsız varoluşunda:
giysi dolapları, o yeşil çiyler,
perdelerin ve yerin rengi,
her şey tahammül ediyor ellerinin boşluğuna onun,
ve nefes alışı yıprattı şeyleri.

Kayarak gidiyor ve sürçüyor, iniyor şeffafça,
geminin üzerindeki soğuk havadaki sıvazlayan bir hava gibi,
görünmeyen elleriyle yaslanıyor filika küpeştesine
ve bakıp duruyor geminin arkasında kaçan acı denize.
Sadece sular reddediyor onun kudretini,
rengini onun ve unutulmuş hayaletten kokusunu onun,
ve soğuk ve derin giriyorlar dansa
ateşten varlıklar gibi, kan ya da güzel koku gibi,
yeni ve güçlü fışkırıp atılıyor sürekli bir birliktelikte.

Tükenmez, alışkanlıksız ya da zamansız,
yeşil yığınlarda, etkin ve soğuk,
vuruyor sular geminin kara karnına ve yıkıyor maddesini,
yarılmış kabuğunu, demirdeki kırışıklıklarını:
yaşayan sular kemiriyor geminin kavkını
ve değiş tokuş ediyor onların köpükten uzun bayraklarını,
ve tuzdan dişleri damlarlarda uçuyor havanın içinden.

Hayalet bakıyor denize gözsüz yüzüyle:
günün dolaşımı, geminin öksürüğü, bir kuş
uzayın yuvarlak ve yalnız denkleminde,
ve tekrar iniyor geminin hayatına,
düşüyor ölü zamanın ve ağacın üzerine,
kayıyor o kara mutfaklarda ve kamaralarda,
havayla ve atmosferle ve avuntusuz uzayla durgun.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:33 PM

Yuvarlanan Dalgaların Gürültüsüyle

Yuvarlanan dalgaların gürültüsüyle muhteşem çam ormanları,
ışığın ikircikli oyunu o yalnız çanın çınlaması için,
alacakaranlığın gözlerindeki eğlencesi, ey güzel,
dünya şarkılarını söyler deniz kabuğuyla.

Sende şakır ırmaklar, ve ırmaklara kaçar benim ruhum,
istediğin gibi, ve nereye istiyorsan oraya.
Göster bana ne olur yolu umudunun yayında,
ve gönderirim sana ben şehvetimin ok akınını.

Etrafımda görüyorum sisten belini,
ve sessizliğin acı veriyor bana ezinçli saatlerimde,
ve senin yanında berrak taşlardan kollarınla
çapa atıyor öpüşlerim, ve yapışkan arzum oturur orada.

Ah, gizemli sesin, aşkın boyadığı ve eğdiği,
akşam ölüp giderken çınlayarak!
İşte böyle gördüm seni derin saatlerde
eğiliyor tarladaki başaklar rüzgârın kudretiyle.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:33 PM

Yukarıdan (1949)

Aşılmış uzay, kararsız
hava, çalıların ay dünyası,
o kuru ay dökülmüş
üzerine damarların,
o yırtık tunikanın kireç beyazı deliği,
donmuş yılların yeşilliği, kuvarsın,
buğdayın, sabah kızıllığının paniği,
saklamış kayalardaki serpilmiş anahtarlar,
paramparça Güney'in
korku dolu çizgisi,
sere serpe coğrafyadan oluşmuş
bedende kükürdün uyuması,
ve turkuvazın düzenlemelerinin
o kısık ışıkta dönüp durması,
her zaman çiçeklenen, kekre dal,
korunun geniş gecesi.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:33 PM

Yolunu Yitirmiş Bu Trenler

Yolunu yitirmiş bu trenler,
utançtan mı öldüler yoksa?

Sarısabır ağacını hiç görmemiş olan kim?

Nereye dikildi
yoldaş Paul Eluard’ın gözleri?

Yer var mı bazı dikenlere?
Soruldu mu gül çalısına?

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yolcu (1927)

Ve dolaştım durdum denizlerden limanlara.
Maçunaların ve meyhanelerin arasından
açığa çıkardı dünya
tortuları ve dilenci yığınlarını,
bordaların yanında
aç hayalet sürüleri.
Uykudaki ülkeler, kumda kurumuş,
çölden gelen ışıklı giysiler
ve bol entariler, kireç tutmuş güçlerin
tozlu ağındaki petrolün yağlı deliğini gözetleyen
akrepler gibi silahlanmış.

Burma’da yaşamıştım, kubbelerin
Zengin metali ve yeşil çalılıkları arasında,
kaplanın kendi kanlı altın çemberini
yaktığı yerde. Dalhousie Caddesi’ndeki
pencerelerimden geliyor o betimlenemez koku,
pagodaların yosunu, tütsülerin kokusu ve dışkı,
insan kokusunun ağır bastığı bir dünyadan
çiçek tozu ve barut.
Çekip aldı beni sokaklar
safran sarısı maddelerin ve kırmızı tükürüklerin
baş döndüren çırpınışlarıyla
İrrawadhy’nin kirli dalgalarının yakınlarında,
suyun yağı, kanı ve petrolü
en azından tanrılarının balçıklarında derin uyuduğu
kuzeye doğru yücelerden dalga dalga gelmişti.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yol Arkadaşları

Sonra geldim başkente, sisle ve yağmurla sersemce doymuş.
Hangi tür sokaklardı bunlar?
Yıl 1921, elbiseler dolup taşıyordu sokaklarda
bunaltıcı dumanında kahvenin, gazın ve tuğlanın.

Öğrencilerin arasında dolaşıyordum, anlamadan,
bendeki duvarları güçlendiriyordum ve arıyordum
her akşam zavallı şiirimde
kaybolmuş dalları, damlaları ve o ayı.
Şiirin dibinde arıyordum, her akşam dalıyordum
şiirin suyuna, sarılıyordum
belirsiz içgüdülere, terk edilmiş bir denizin fırtına martılarına,
sarılıyordum gözlerimi kapatmama
ve kendi özümde batmama.
Karanlıklar mıydı, yoksa sadece
yeraltının gizli ve nemli yaprakları mıydı?
Hangi yaralı maddeden kayıp gitmişti ölüm,
kollarıma ve bacaklarıma dokunmuştu,
gülüşümü yönlendirmişti
ve kazmıştı caddelerde mutsuz bir kuyuyu.

Yaşamak için dışarı çıktım: büyüdüm ve pekiştim
sefil sokaklarda dolandım durdum,
merhamet beslemeden, çılgınlığın sınırlarında
şarkı söyleyerek. Duvarlarda attı boyası yüzlerin:
ışığı görmeyen gözler, bir suç gibi aydınlattı
eğilen sular, yalnız bir küstahlığın
mirası gibi, mağaralar
yok edilmiş yüreklerle dolu.
Onlarla dolaştım durdum: sadece onların korosunda
tanıyabildi sesim doğduğu yalnızlıkları.

İnsan olmak için daldım içeri,
alevlerin içerisinde şarkı söyleyerek – gece arkadaşlarının
hoş geldin karşılamalarıyla,
benimle birlikte meyhanelerde şarkı söylemişlerdi
ve bana sempatiden daha fazla duygu göstermişlerdi
onların düşmansı ellerinin koruduğu birden fazla ilkbahar vardı
tek bir ateş, düşmüş varoşların
gerçek filizi.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yoksulluk

Çok da hevesli değilsin,
yoksulluk
korkutur seni,
çok da istekli değilsin
pazara yıpranmış ayakkabılarla gitmeye
ve eski giysilerle eve dönmeye.

Zenginlerin arzuladığının tersine
sefaleti sevmeyiz biz,
sevgilim. Bugüne dek
insan yüreğini kemiren şeyi
çekip çıkaracağız ikimiz çürük bir diş gibi.

Fakat istemem ki
korkasın ondan.
Eğer sorumlusu bensem evine gelmesinden,
eğer yoksulluk kovalamışsa
altın renkli ayakkabılarını,
bırakma kovalamasına gülüşünü, hayat ekmeğini.
Ödeyemezsen kiranı,
gururlu adımlarla git işe,
ve bakışlarımın seni izlediğini düşün sevgilim,
ve yeryüzünde daha önce hiç görülmemiş
en büyük servetiz biz birlikteyken.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yokluk

Daha senden ayrılmamıştım bile,
girdin içime, kristal gibi,
ya da titreyerek,
ya da huzursuz, tarafımdan yaralanmış,
ya da aşkla dolu, gözlerini
kapatır gibi sana sürekli verdiğim
hayatın armağanına.

Sevgilim,
birbirimizle karşılaştık,
susuzduk, ve içtik
bütün suyu ve kanı,
birbirimizle karşılaştık,
açtık,
ve ısırdık birbirimizi
ateşin ısırdığı gibi,
yaralar içinde kaldık.

Fakat bekle beni,
sakla şirinliğini bana.
Bunun karşılığında
bir gül vereceğim sana.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yıldızlardan Kartal, Sabah Sisinden Şarapdağı

Yıldızlardan kartal, sabah sisinden şarapdağı.

Kaybedilmiş kale, kör pala.

Yıldızla süslenmiş kemer, kutsal ekmek.

Dalgalanan basamak, sınırsız gözkapağı.

Üç köşeli tünik, taşın çiçektozu.

Granitten lamba, taşın ekmeği.

Mineralsi yılan, taşın gülü.

Batık yelkenli, taşın kaynağı.

Ay'ın atı, taşın ışığı.

Gündönümünün çeyrek-dairesi, taşın dumanı.

Sonlu geometri, taşın kitabı.

Boralarla çevrili buzdağı.

Batık zamanların yıldız-mercanı.

Şefkatli ellerle taranmış sur.

Tüyle savunulmuş gökyüzü çatısı.

Aynasal dal, fırtınanın yüreği.

Sırnaşık şarapla mahvolmuş taçlar.

Kana susamış toynağın saltanatı.

Taşduvara fırlatılmış fırtınalı deniz-yeli.

Kımıltısız turkuvaz katarakt.

Orda uyuyanların yurtsever çanı.

Boyun eğmiş kar-yığınlarının metal halkası.

Dayanaklarında dinlenen demir.

Erişilmez ve içe-kapanık fırtına.

Puma pençesi, kana susamış kaya.

Kulesel gölge, kar-tartışması.

Parmaklarda ve köklerde yükselen gece.

Sislerin penceresi, merhametsiz güvercin.

Gecesel gelişme, yıldırımın ikonu.

Dağ-zinciri, denizin çatısı.

Kaybolmuş kartalların mimarisi.

Gökyüzü halatı, doruğun arıbalı.

Kan düzeyi, el yapımı yıldız.

Mineral havakabarcığı, kuvartz'dan ay.

And-dağı yılanı, horozibiğinin alnı.

Sessizliğin kubbesi, öldürülemez memleket.

Denizin gelini, katedrallerin ağacı.

Tuzun dalı, siyah kanatlı kiraz ağacı.

Karbeyaz kaya-dişleri, buz-soğuğu şimşek.

Ürkütülmüş ay, tehditkâr taş.

Soğuğun saçı, havanın devinimi.

Ellerin volkanı, kara katarakt.

Gümüşsü dalga, zamanın yönü.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yetiştim Greve

Yetiştim altından daha da ötesine:
Orada bulunuyordu henüz insanları
birleştiren o ince ip, orada yaşıyordu
insanların saf kuşağı.
Geçirdi ölüm dişlerini onlara,
altın, o ekşi dişler ve zehir
yayıldı onlara karşı, fakat halk
yığdı kapının ardına bir çakmaktaşını,
şefkati ve kavgayı iki paralel su gibi
köklerin ipi, ağaç gövdesinin dalgaları gibi
aksın diye bırakan
dayanışan bir arsaya dönüştü.

Gördüm uykusuzluğu yaran
birleşmiş kollardaki grevi,
ve kavganın titreyen bir molasında
gördüm ilk kez tek yaşayan şeyi!
İnsan hayatlarının birliğini.

Harap ocaklarıyla
direncin mutfaklarında, gözlerinde
kadınların, o güzelim ellerde
ki yavaşça yayılmıştı
bir günün işlevsizliğine,
tanınmayan mavi bir denizde gibi,
o çok olmayan ekmeğin kardeşliğinde
yenilmez birliktelikte, filizlenen
bütün taştan tohumlarda,
kendini acizliğin tuzuna yükselten
bu değerli narda,
buldum en sonunda yitik temeli,
şefkatin uzak kentini.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yerliler

Kendi derisinden kaçtı yerli
eski azametin derinine, oradan da bir gün
yükseldi adalara: yenilmiş olarak
dönüştü görünmeyen atmosfere,
yaydı kendisini toprakta ve serpti
gizli işaretlerini kumun üzerine.

Ayı israf eden, dünyanın
gizemli yalnızlığını tarayan,
o muazzam taşta yükseltmeden kendisini
dolaşmayan, havayla taçlanmış,
kendi ormanlarının görkemi altında
o göksel ışık gibi kalıcı olan,
tüketti kendisini birden tek bir ip kalana dek,
kırışıklıklara dönüştürdü kendisini,
akan kendi kulelerini ezdi
ve aldı paçavralardan paketini.

Gördüm onu Amatitlán’ın manyetik
tepelerinde, kemiren genişlikleri
gizemli suyun: bir gün gitti o
kalan kuş ve köklerden artığıyla
ezen haşmetine
Bolivya dağlarının.
Ağladığını gördüm onun,
çılgın şiirden oluşan kardeşim benim,
Alberti, bu Araukanya bölgeleri,
onlar Ercilla’yı kuşattıkları zamanki gibi
ve adı anılan ilk kırmızı tanrılar yerine,
sadece ölülerden mavi siyah bir zincir vardı.

Daha uzaklarda, Ateş Ülkesi’nin
vahşi su şebekesinde,
yükseldiklerini gördüm, ah dik tüylü kurtlar,
o sefil sallarda
dilenmek için ekmeğini Okyanus’ta.

Her bir lifini öldürdüler
onların ıssız bölgelerinde,
ve yerli avcısı aldı
kelleler karşılığında o kirli banknotları
havanın efendilerinden, Antarktik’in,
karla kaplı yalnızlıklarının krallarından.

Bu cürümü ödeyenler oturuyorlar
bugün Parlamento’da, kayda geçiriyorlar
Başkanlık Sarayı’nın ofisleriyle evliliklerini,
yaşıyorlar Kardinallerin ve Genel Müdürlerin arasında,
fakat Güney’in efendilerinin
kesilmiş gırtlakları büyüyor çiçekler gibi.

Araukanya’da şimdiden yok edildi şarapla
mağrur kuş tüyü,
butikler tarafından mahvedildi,
avukatlar tarafından karartıldı
onların zengin soyguncularına hizmet ederken,
ve bu toprakta, ve yollarda öldürenler
silah atımlarıyla, savunusu
bizim kendi kıyılarımızın
göz kamaştıran gladyatörünün,
geldi ateş ederek ve pazarlık yaparak,
onlara Barışı Oluşturanlar denildi,
ve apoletleri çoğaldıkça çoğaldı onların.

İşte böyle kaybetti her şeyini o, göremeden bir zerresini,
işte böyle tamamlandı,
yerlinin göremediği, mirasından
dökülen: görmedi hiç bir savaş sancağını
bırakmadı ki ok vınlasın, yıkansın kanda,
fakat herkes emdikçe emdi onu azar azar,
resmi makamlar, yankesiciler, toprak sahipleri,
çaldılar onun imparatorsu uysallığını,
herkes hapsetti ağında ceketini onun,
ta ki sürene dek onu Amerika’nın en son
bataklığına kanayana dek son damlasına kadar.

Ve yeşil ovalardan, salınan yaprakların
sonsuz, saf göğünden,
ağır granit yapraklardan inşa edilen
o ölümsüz meskeninden
sürdüler onu harap olan kulübeye,
sefaletin çorak lağımına.
Göz kamaştıran çıplaklıktan,
o altın göğüsten, o soluk belden,
ya da onun derisinde bütün çiyi toparlayan
mineralsi süslerden,
sürdüler onu paçavra iplere,
hoyratça fırlattılar yıpranmış pantolonları ona,
ve havanın arasından böylelikle dolaştı
yamalanmış haşmeti bir zamanlar onun olan bu dünyada.

İşte böyle oluşturuldu bu ıstırap.

Bir hainin gelişi gibi görünmezce
oldu bunlar, kanser gibi fark edilmezce,
ta ki düşene dek, babamız,
ta ki ona bir hayalet olmayı öğretene dek onlar
ve açtıkları tek kapıdan gidene dek,
başka yoksulların kapısından, dövülmüş
bütün yoksulların bu dünyadaki kapısından.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yeraltından Çıkarılmış

Kont Villamediana’ya adanmıştır



Toprak ıslak gözkapaklarıyla doluyken
küle dönüşür ve katılaşır, kalburlanmış hava,
ve o kuru kemikler ve sular,
kuyular, metaller,
nihayet verirken enkaza dönmüş ölülerini,
kendime bir kulak isterim, bir göz,
yaralı ve emekleyen bir yürek,
çok zaman önce yok olup yatan
yalnız bir bedende saplanmış bir bıçakla delinmiş,
bir çift el isterim kendime, tırnağın bilgisini,
dehşetten ve ölen gelinciklerden bir ağız,
görmek isterim, nasıldır sallanmış damarlarıyla
boğuk sesli bir ağacın ayağa kalkışı
yararsız tozdan, en acı topraktan isterim,
kükürdün ve firuzenin ve kızıl dalgaların
ve suskun kömürün çevrintisi arasından,
görmek isterim bir etin kemiklerinden uyandığını
alazlarla uluyarak,
ve bir şeyi ararken garip bir kokunun geçip gittiğini,
ve toprakla körleşmiş bir görüntünün
koştuğunu iki koyu gözün ardından,
ve bir kulak, ansızın, hiddetli bir istiridye gibi,
çılgın ve sınırsız,
doğrulur gök gürültüsüne doğru,
ve temiz bir dokunuş, batmış tuzların arasında,
ansızın gelir ve okşar memeleri ve zambakları.

Ey ölülerin günü! Ey ölü başağın uzanıp
şimşekten kokusunu döndüğü mesafe,
ey bir yuva ve bir kuş ve bir yanak
ve bir kılıç sunan derin dehlizler,
her şey o karmakarışık düzensizlikte öğütüldü,
o umutsuz çürümüşlük,
her şey beslendi o kuru uçurumda
arasında o sert toprağın dişleri arasında.
Ve geri döner geriye onlar:
kendi yumuşak kuşunun tüyü,
kuşağına ay, biçimine rayiha,
ve güllerin arasında yeraltından çıkarılmış,
taşlaşmış yosunlarla dolu adam,
ve deliklerine gözleri onun.

Çıplaktır o,
elbiseleri görünmüyor tozda
ve ezilmiş zırhı düşmüş cehennemin dibine,
ve sakalı sonbaharda hava gibi büyümüş,
ve yanarak özler elmaları ısırmayı.

Dizlerinden ve omuzlarından dalgalanır
unutuşun yamaları, çözülür toprak,
kırık camdan ve alüminyumdan bölgeler,
kekre cesetten kavkılar,
demire dönüşmüş su torbaları:
ve korkunç ağızlardan gruplar
yayılmışlar ve mavi,
ve hüzünlü mercandan dallar
örer yeşil başı için bir çelengi,
ve üzünçlü ölü bitkiler
ve gecesel sınırlar kuşatır onu,
ve onda uyur daha yarı açık güvercinler
yeraltı çimentosu gözleriyle.

Tatlı kont, siste,
ey madenlerde yenilerde uyanmış,
ey yenilerde ırmaksız sulardan kurumuş,
ey yenilerde örümcekler olmaksızın!

Dakikalar gıcırdar senin filizlenen ayaklarında,
öldürülmüş cinsiyetin doğrulur,
ve kaldırırsın elini
köpüğün hâlâ yaşayan gizine doğru.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yeniden Selâmlayacağım Güneşi

Yeniden selâmlayacağım güneşi
bende akan su çağıltısını
düşüncelerim olan bulutları
benimle birlikte kurak mevsimlerin
acı dolu gelişimini yaşayan kavakları
ve bana tarlaların gece kokusunu
armağan eden
karga sürülerini.
Bir aynada yaşayan
annemi selâmlayacağım
ki yaşlılığımın resmiydi

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yeniden Doğmuş

Yağmur yağıyor. Yağmur, yağmur! diye haykırıyor bir köy
sevinç içinde ve doğuyor, atılıyor ileri ekin ekmek için,
hâlâ salıntısı içinde açlığın, ak gün-ışığı sağ gözünde,
solunda kara gölge,
ayrılmış ve toplanmış
bir köy, çuvallardan ve hurma-ağacı yapraklarından bir alay,
toprak renkli, emekleyen, nihayet tutunmuş su-birinkitilerine
tanrı yumurtalarının.

Teşekkürler Sizlere, tanrılar: Yağmur yağıyor.

Sabrı öğretin bizlere, tanrılar, kolay kırılır ekin sapı
hastalıklı başaklar üretir, bir günde dönüşmez tahıl yiyeceğe.
Kardeşim tahta bir maşrapa çalmıştı,
ıslatarak fırlatıyor dayı tartıya pamuğu:
bir kilo daha!

Ve kim tükürmez ki ağanın arabasına?
Annem lânet yağdırıyor babama ve tüccara
romatizmaya ve borçlarına, babam anneme
çaydaki sinekler yüzünden. Diyorlar ki, sarhoş olduğunda
temizlikçi adam yiyiyormuş kendiliğinden ölmüş davarların etini
kunduracı loncasında. Sütçünün kızı
yabancılarla yatmış, ama parıldıyor uykumun derininde boynu,
beli, ayakları, büyüleyen şıngırtılı halhalları.

Teşekkürler Sizlere, tanrılar: Yağmur yağıyor.

GooD aNd EvıL 05-10-2009 12:34 PM

Yeni Zalimler

Yeniden yaygınlaşıyor insan avı
bugün Brezilya'da,
köle tacirlerinin soğuk açgözlülüğü
evinde hissediyor kendini orada:
Wall Street'de emrettiler
domuzsu uydularına
dişlerinizi geçirin
halkın yaralarına diye,
ve sonra başladı av

Şili'de, Brezilya'da,
tüccarların ve cellatların yerle bir ettiği
Amerika'mızda.

Geçeceğim yolu sakladı halkım,
elleriyle örttü şiirlerimi,
kurtardı beni ölümden,
ve Prestes'in bir kez daha
gaddarlara vurduğu Brezilya'da
yolu kapatıyor
halkın sayısız kapısı.

Brezilya, keşke saklasaydın
senin üzüntüye değer liderini,
Brezilya, keşke sen yarın
O'nun anısı adına toplamak zorunda kalmasaydın
her bir lifi yapmak için O'nun resmini
yükseltmek için o sert kayada
dışında yüreğinin ortasının
bıraksaydın da sürseydi
hâlâ ulaşabileceğin özgürlüğün keyfini
ey Brezilya.


Forum saati GMT +3 olarak ayarlanmıştır. Şu an saat: 01:37 PM

Yazılım: vBulletin® - Sürüm: 3.8.11   Copyright ©2000 - 2025, vBulletin Solutions, Inc.